Cilt 8 Sayı 2 - ATAUM

advertisement
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt/ 8 Yayın Sahibinin Adı
Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi
Adına Sahibi
Prof. Dr. Çağrı ERHAN
Editörler
Prof. Dr. Çağrı ERHAN (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Burça KIZILIRMAK(Ankara Üniversitesi)
Editör Yardımcısı
Uzm. Deniz SENEMOĞLU (Ankara Üniversitesi)
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Uzm. Dr. Mehmet Kaya UYSAL (Ankara Üniversitesi)
Yayın İdare Merkezi Adresi
Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları Araştırma ve
Uygulama Merkezi
Cebeci Kampüsü 06590 ANKARA
e-posta: senemogl@education.ankara.edu.tr
mkuysal@politics.ankara.edu.tr
web: http//www.ataum.ankara.edu.tr
Yayın İdare Merkezi Telefonu
0 (312) 362 07 80 – 362 07 62
Faks
0 (312) 320 50 61
Yayının Türü
Yerel Süreli Yayın
Basımcının Adı
Ankara Üniversitesi Basımevi
İncitaşı Sokak No.10
06510 Beşevler – Ankara
Basımcının Telefonu
0 (312) 213 66 55
Basım Tarihi/Yeri
25/12/2009 – Ankara
Sayı/2 Yıl /2009
Danışma Kurulu
Prof. Dr. Belgin AKÇAY (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Birol AKGÜN (Selçuk Üniversitesi)
Prof. Dr. Tuğrul ARAT (TOBB, ETÜ)
Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN (Bahçeşehir Ü.)
Prof. Dr. Füsun ARSAVA (Atılım Üniversitesi)
Prof. Dr. Mustafa AYDIN (TOBB, ETÜ)
Doç. Dr. Ersel AYDINLI (Bilkent Üniversitesi)
Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ)
Prof. Dr. Ali BOZER (Çankaya Üniversitesi)
Prof. Dr. Ömer BOZKURT (TODAİE)
Dr. Başak ÇALI (UCL)
Doç. Dr. Aykut ÇELEBİ (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Mitat ÇELİKPALA (TOBB, ETU)
Doç. Dr. Selçuk ÇOLAKOĞLU (Adnan Menderes Ü.)
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU (Galatasaray Üniversitesi)
Prof. Dr. Muzaffer DARTAN (Marmara Üniversitesi)
Prof. Dr. Alois ECKER (Viyana Üniversitesi)
Doç. Dr. Candan ATEŞ EKŞİ (Gazi Üniversitesi)
Prof. Dr. Gülcan ERAKTAN (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Atila ERALP (ODTÜ)
Prof. Dr. Haluk GÜNUĞUR
Doç. Dr. Kostas IFANTIS (Atina Üniversitesi)
Prof. Dr. Kemal KİRİŞÇİ (Boğaziçi Üniversitesi)
Doç. Dr. Gökhan KOÇER (Karadeniz Teknik Ü.)
Prof. Dr. Marianne KRÜGER-POTRATZ (Münster Ü.)
Yrd. Doç. Dr. Gamze AŞÇIOĞLU ÖZ (ODTÜ)
Doç. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara Üniversitesi)
Prof. Dr. Philip ROBINS (Oxford Üniversitesi)
Prof. Dr. Kenji TAKITA (Tokyo Chuo Üniversitesi)
Doç. Dr. Hakan TAŞDEMİR (Gazi Üniversitesi)
Prof. Dr. Nahit TÖRE (Çankaya Üniversitesi)
Prof. Dr. Mehmet UĞUR (Greenwich Üniversitesi)
Yayın Kurulu
Uzm. Erhan AKDEMİR (Ankara Üniversitesi)
Doç. Dr. Sanem BAYKAL (Ankara Üniversitesi)
Yrd. Doç. Dr. Erdem DENK (Ankara Üniversitesi)
Uzm. Ceran ARSLAN OLCAY (Ankara Üniversitesi)
Zerrin SAKARYA (Ankara Üniversitesi)
Demet H. SEZGEN (Ankara Üniversitesi)
ISSN 1303 - 2518
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından yılda iki kez yayınlanan hakemli bir
dergidir. Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Tüm hakları saklıdır.
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, ULAKBİM, World Political Science
Abstracts, International Political Science Abstracts (IPSA) ve
PAIS International tarafından taranmaktadır.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA TOPLULUKLARI
ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI
DERGİSİ
.
Yıl: 2009
Cilt: 8, Sayı: 2
ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ
İncitaşı Sokak No:10
06510 Beşevler / ANKARA
Tel: 0 (312) 213 66 55
Basım Tarihi: 25/ 12 / 2009
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ
Yıl: 2009
Cilt: 8, Sayı: 2
İÇİNDEKİLER
Sertan AKBABA
Measuring EU Actorness Through CFSP and ESDP:
Civilian Power EU
1
Feza Sencer ÇÖRTOĞLU
Avrupalılaşma Sürecinde AB Çevre Politikası ve
Yerindenlik İlkesi
29
Kaan GAYTANCIOĞLU
Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na
Üyelik Başvurusu’nun Basına Yansımaları
47
Ayşe İNAL, Tezcan DURNA
AB’ye Üyelik Sürecinde Türk Medyası
65
Zerrin SAVAŞAN
The Impact of European Integration Process
on the Nature of Sovereignty
89
Dilek YİĞİT
The Democratic Deficit and the European
Transparency Initiative
109
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ (2009)
ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES
Year: 2009
Volume: 8, Number: 2
CONTENTS
Sertan AKBABA
Measuring EU Actorness Through CFSP and ESDP:
Civilian Power EU
1
Feza Sencer ÇÖRTOĞLU
European Union Environmental Policy and Subsidiarity
Principles in the Process of Europeanisation
29
Kaan GAYTANCIOĞLU
Reflections of Turkey’s Membership Application
to EC on the Media
47
Ayşe İNAL, Tezcan DURNA
The Media in Turkey During the Period of EU Membership
65
Zerrin SAVAŞAN
The Impact of European Integration Process
on the Nature of Sovereignty
89
Dilek YİĞİT
The Democratic Deficit and the European
Transparency Initiative
109
ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES (2009)
Ankara Review of European Studies
Volume / 8
Number / 2
Owner on behalf of the Ankara University
European Union Research Center
Prof. Dr. Çağrı ERHAN
Editors
Prof. Dr. Çağrı ERHAN (Ankara University)
Assoc Prof. Dr. Burça KIZILIRMAK
(Ankara University)
Co-Editor
Deniz SENEMOĞLU (Ankara University)
Director of Publication
Dr. Mehmet Kaya UYSAL (Ankara University)
Address and Communication Details
Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları Araştırma ve
Uygulama Merkezi
Cebeci Kampusu 06590 ANKARA
e-mail: senemogl@education.ankara.edu.tr
mkuysal@politics.ankara.edu.tr
web: http//www.ataum.ankara.edu.tr
Tel: +90 (312) 362 07 80 – 362 07 62
Fax: +90 (312) 320 50 61
Type of Publication
Periodical
Printing House
Ankara Üniversitesi Basımevi
İncitaşı Sok. No: 10
06510 Beşevler - Ankara
Tel:+90.312.213 66 55
Date and Place of Publication
25/12/ 2009 - Ankara
Year / 2009
Advisory Board
Prof. Dr. Belgin AKÇAY (Ankara University)
Assoc. Prof. Dr. Birol AKGÜN (Selçuk University)
Prof. Dr. Tuğrul ARAT (TOBB, ETU)
Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN (Bahçeşehir U.)
Prof. Dr. Füsun ARSAVA (Atılım University)
Prof. Dr. Mustafa AYDIN (TOBB, ETU)
Assoc. Prof. Dr. Ersel AYDINLI (Bilkent University)
Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (METU)
Prof. Dr. Ali BOZER (Çankaya University)
Prof. Dr. Ömer BOZKURT (TODAIE)
Dr. Başak ÇALI (UCL)
Assoc. Prof. Dr. Aykut ÇELEBİ (Ankara University)
Assoc. Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA (TOBB, ETU)
Assoc. Prof. Dr. Selçuk ÇOLAKOĞLU (Adnan
Menderes U.)
Prof. Dr. Muzaffer DARTAN (Marmara University)
Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU (Galatasaray University)
Prof. Dr. Alois ECKER (Wien University)
Assoc. Prof. Dr. Candan ATEŞ EKŞİ (Gazi U.)
Prof. Dr. Gülcan ERAKTAN (Ankara University)
Prof. Dr. Atila ERALP (METU)
Prof. Dr. Haluk GÜNUĞUR
Assoc. Prof. Dr. Kostas IFANTIS (Athens University)
Prof. Dr. Kemal KİRİŞÇİ (Boğaziçi University)
Assoc. Prof. Dr. Gökhan KOÇER (Karadeniz
Technical U.)
Prof. Dr. Marianne KRÜGER-POTRATZ (Münster
University)
Assist. Prof. Dr. Gamze AŞÇIOĞLU ÖZ (METU)
Assoc. Prof. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara University)
Prof. Dr. Philip ROBINS (Oxford University)
Prof. Dr. Kenji TAKITA (Tokyo Chuo University)
Assoc. Prof. Dr. Hakan TAŞDEMİR (Gazi University)
Prof. Dr. Nahit TÖRE (Çankaya University)
Prof. Dr. Mehmet UĞUR ( Greenwich University)
Editorial Board
Erhan AKDEMİR (Ankara University)
Assoc. Prof. Dr. Sanem BAYKAL (Ankara University)
Assist. Prof. Dr. Erdem DENK (Ankara Üniversity)
Ceran ARSLAN OLCAY (Ankara University)
Zerrin SAKARYA (Ankara University)
Demet H. SEZGEN (Ankara University)
ISSN 1303 - 2518
Articles published in this series represent solely the views of the authors and not necessarily the
Ankara University European Union Research Centre and its staff.
All rights reserved.
Ankara Review of European Studies is abstracted and indexed in ULAKBİM
World Political Science Abstract, International Political Science Abstracts
(IPSA) and PAIS International.
BİR
Ankara Avrupa SUPRANASYONAL
Çalışmaları Dergisi
TASARRUFCilt:
ŞEKLİ
8 No:OLARAK
2 (Yıl: 2009), s.1-28
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH
CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
Sertan AKBABA∗
Abstract
The European Union Foreign Security and Defense policies have always been a
strategic issue for the Union. The Union has been debating on these policies since the
beginning of the 70’s which is the period of time coincides with the introduction of the
European Political Coorperation (EPC)
Today the discussion mostly centers on the Common Foreign and Security Policy
(CFSP) which is the successor of EPC, and the European Security and Defense Policy
(ESDP) which was in fact derived from the CFSP itself. There are two main points of
debate behind these discussions. The first is whether the Union has the capability and
strength to act in a civilian, normative or military capacity. The second question is will
both the CFSP and ESDP be successful enough to assert the strength of the EU on the
international stage. The main discussion within this paper assumes that the EU is in fact
an active force, although it manifests some shortcomings which are that the EU lacks a
clear and stable political and institutional identity. To address the second point of
debate, this article focuses on how the EU might be evaluated (as a civilian, normative
or military power) with its increasing powers in today’s globalizing world. The only
way of quantifying the Union’s increase in power is through the detailed analysis of its
civilian and military capabilities.
Key Words: EU Identity and Actorness, Common Foreign and Security Policy,
European Security and Defence Policy, Civilian and Military Crises Management
Özet
Avrupa Birliği (AB) bütünleşme sürecinde dış, güvenlik ve savunma politikaları
önceliğini daima koruyacaktır. 1970’lerden bu yana Avrupa Siyasi İşbirliği (ASİ) adı
PhD candidate, European Union Institute of Marmara University, Department of EU Politics and
International Relations.
∗
2
SERTAN AKBABA
altında başlayan bu alanlardaki işbirliği günümüze kadar bir dönüşüm sürecinden
geçmektedir. Günümüzde hararetli tartışmaların ortasında bulunan en önemli gelişme
ise ASİ içinden doğan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile ODGP içinden
yaratılan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) alanlarıdır. Bu gelişmelerin
yarattığı bir başka tartışma konusu ise Avrupa’nın ne tür bir güç olduğunun
irdelenmesidir. Bu makalede ele alınan konulardan ilki AB’nin aktif bir uluslararası
güç olduğu fakat siyasi ve kurumsal bir kimlik oluşturamadığı sorunudur. Bugünün
küresel dünyasında AB’nin bir sivil güç mü yoksa normatif ya da askeri bir güç olma
yolunda ilerleyip ilerlemediği tartışılmaktadır. Bu nedenle makalenin ikinci tartışma
noktası AB’nin ne tür bir güç olduğu sorusunun irdelenmesi ve AB’nin giderek güçlenen
bu nüfuzunun sivil ve askeri yeteneklerinin irdelenmesiyle ölçülebileceğidir.
Anahtar Kelimeler: AB Kimliği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, Avrupa
Güvenlik ve Savunma Politikası, Sivil ve Askeri Kriz Yönetimi.
Introduction
Indeed, the goal of the EU becoming an international actor is not a subject of
current debate. In fact, the logic behind the establishment of the European Economic
Community (EEC) was not only the laying down of a protectionist peace, but more
importantly the establishment of a working peace. The latter was the ultimate aim which
is one of the assumptions of the functionalist theory. 1 And within today’s context, the
EU is working towards fulfilling its objectives within the foreign and security policy
realms where it is still dealing with some of its shortcomings. Certainly these sensitive
areas, labeled as high politics, do not make it easy for states to cooperate. Due to their
importance, every state refrains from any act which might result in a limitation against
its sovereignty. This is the main difficulty among the Member States of the EU in
establishing reconciliation.
This process, especially in the realm of decision-making, forces countries to shape
their policies to calculate every detail for reaching their national objectives and to end
up with the least harm possible. Actually, this calculation of relative gains is the main
obstacle the Union faces within the realms of CFSP and ESDP. But the changing
international environment, especially after the Second World War shows that security
and defense alliances are a necessity for countries to seek cooperation and coordination
in their defense and security policies, as no country has the ability to deal with newly
evolving threats on its own. It is well known that this need for cooperation has been
underlined with great importance in the European Security Strategy in 2003. But the
question appears to be, will the Union be successful enough to improve its capacity in
acting as a force, not only for the sake of its own interests but more importantly doing
its work for bringing peace and security to our world, through creating the right
perception both inside and outside the Union. From inside, what is actually meant is the
lack of an institutional and political identity, and from an outside view, how this would
be perceived by others. As there is an ongoing integration process giving birth to new
policy innovations. The situation here is actually multifaceted; the first problem appears
1
A. David Mitrany, Working Peace System, Chicago, Quadrangle Books, 1966.
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
3
to be the lack of the Union’s identity, and the second is, the introduction of new
mechanisms such as the ESDP, which actually leads to misunderstandings by sending
wrong signals towards 3rd parties.
This is the main theme within this paper, which is to focus on whether the Union
should become a military power, is it really militarizing or should remain just as a
civilian power. Besides the analysis of the concepts mentioned above, this paper focuses
on the impacts of the military means (used or to be used in the future) on the Union’s
civilian notion. Certainly before questioning these concepts, there is a need to have a
few words on the Union’s CFSP and the absence of its political identity in order to
understand the evolution of the ESDP and today’s debated civilian or military power
EU.
The foreign policy realm of the EU integration process dates back to the signing of
the Treaty of Rome. Certainly the aim of the treaty was to develop a single market
between the six Member States by removing the barriers for free trade between them,
which was then named as the European Economic Community (EEC). Certainly this
desire of the Union also covered external dimensions which were laid down within the
Rome treaty.2 For instance, how the legal basis of association agreements or
negotiations with third parties were to be established etc. These steps taken within the
EEC directly opened the way for the Community to be represented in the international
arena. This could be implemented through acting as a single unit and establishing the
ability to speak with one voice. Starting with such a view, the foreign policy of the
EEC, which is now labeled as the Common Foreign and Security Policy (CFSP) under
the second pillar of the EU, has been derived from the Community’s economic concerns
and objectives, which gave birth to a foreign policy dimension in the mid- 1970’s called
the European Political Cooperation (EPC). Certainly being nothing more than a
consultation mechanism, the importance of the EPC comes from being the first step
within this realm (although there were previous attempts which came out with failure3).
Actually it was an important step towards forming a political dimension, namely foreign
policy, to address the need of the Community’s economic relations, which still take first
priority due to their success. But when it comes to the other side of the coin the
frequently asked question is, where the political (CFSP) side of the community’s
foreign policy is actually headed. That is why the issue within this framework appears
to be so complicated. The lack of conciliation among the Member States of the Union
prevents it from developing a strong and stable presence in the international
environment. That is why, this paper questions the Union’s actorness separately from its
identity with the questions of does an actor need an institutional identity within today’s
2
Articles 181a, 182- 188 of the Treaty of Rome, Consolidated version of the Treaty establishing
the European Community, Official Journal of the European Communities C 325/33, 2002.
3
Before the EPC, there were two attempts for establishing political cooperation among the
Member States. These were the Pleven Plan (1950), and the Fouchet Plans (1961, 1962). The
former had the aim of creating a European Defence Community, while the latter was about
establishing an intergovernmental European Political Union, with the idea of what De Gaulle
named ‘Europe des Patries’. Due to the divergence of interests the Plans were abandoned. See,
Simon Duke, The Elusive Quest for European Security, London, 2000, Macmillan.
4
SERTAN AKBABA
global world, or can such post- national forces be successful in settling themselves
within today’s international arena. Where is this ramification leading towards which
started with foreign and lead to security, and finally to defense components within the
Union.
The EU, as always expressed, has been successful within the economic realm
which is the main reason why the Union itself was established. Creating a single market
with removing the barriers between the Member States and establishing the economic
and Monetary Union (EMU) can be defined as a victory for the Member States. This
successful economic unification has certainly laid the foundation for acting as a single
unit, which will eventually have the ability to speak with one voice on economic and
monetary issues in the international environment. Of course the EU gains this strength
from having adopted a common commercial policy and a single currency which makes
it more powerful in the international arena. Due to one of the highest levels of GDP –
nearly 9.6 trillion euros per year ranking right after the US – and with its increasing
population – nearly 455 million – the Union has become the most important trade bloc
in the world.4 Besides all these successes in the foreign economic policy realm, when it
comes to the CFSP, the Union is still facing the same difficulties that it has had since
the very beginning of the CFSP. Taking new steps within these policies certainly
requires an integrated approach both with the institutions, policy making, policy
makers, interests etc.
Practicing Actorness Without a Political Identity
When starting to analyze the European Union’s actorness or its process of
becoming an actor on the world scene, the first aspect one might start exploring is the
Union’s identity. The first question which comes to mind is: does the EU have a
political or an institutional identity? How might we define this formation? Is it enough
to name this entity as a regional trade association of nation states, or as a liberal
institution which has promised to safeguard democratic values and human rights? What
is that notion which defines this entity, which is labeled as sui generic due to its nature?
Is it the multi level governance interacting at the sub-national, national and at
supranational level? Or is it, its elective shape shifting from a society-centered vision to
a state-centered one, or just the opposite?
Although some scholars strictly criticize the Union remaining as a limited treatybased organization, the EU integration process, which dates back to the 1950’s, has
shown that it has never been and will never be a framework entity. On the other hand, it
is also evident that the EU is still far away from creating its political identity. The Union
lacks political traditions, doctrines which might guide it through the stages of building
its institutional identity, not only for the sake of its relations with the outside world but
also for the good of its citizens. The main argument is that this lack of identity stems
from multi–speed Europe and the differentiated integration giving birth to the abstention
of certain Member States, these abstentions prevent the Union from achieving closer
4
Charlotte Bretherton and John Vogler, The European Union as a Global Actor, New York,
Routledge, 2006, p.62
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
5
cooperation, especially in the areas of foreign and security policy, on which this article
will focus. The EU operates as a ‘multi – level governance’ system especially within the
Community pillar but when it comes to the intergovernmental CFSP, although there are
certain interactions among certain institutions, such as the Member States Foreign
Ministries, Policy Planning and Early Warning Unit (PPEWU), Permanent
Representatives Committee (COROPER) etc. the final say is up to the European
Council, in which decisions are shaped through processes like the Member States
convincing each other, bargaining, coalition buildings, logrolling etc. And decisions
taken through these processes, although may result with positive outcomes, do not help
the Union strengthening its presence. Bretherton & Vogler have defined presence as
‘‘not denoting purposive external action, rather it is a consequence of being’’.5
Presence, in a point of my view is more about finding the right spot, the reason, in
which to flourish on a stable and sole identity. ‘Presence’ according to Hill
‘‘emphasizes outside perceptions of the EU and the significant effects it has on both the
psychological and operational environments of third parties’’.6 Or Hettne & Söderbaum
put it as ‘‘an actor must be subjectively conscious about its presence and prepared to
make use of it in accordance with its objectives’’.7 It is obvious that the Union proves
its presence more or less in different locations around the world. However the point is,
although reflecting this presence in different locations, the EU shortfalls of what kind of
presence it is actually practicing towards third parties? This question will be detailed
below alongside with the concept of actorness.
Building identity actually depends on building institutions, which must act with
consistency to fulfill the missions and objectives for implementing preferences and
interests. This is not about the way in which certain tools are implemented or employed;
it is actually about the first phase of reflecting presence with a single voice.
Additionally, Mitzen underlines the importance of identity as ‘‘actors need stable
identities to be actors or agents at all’’.8 That is why there is a need to make a separation
between the Union’s identity and actorness. It is evident that the EU is on its way
becoming an important international actor, but the crux of the matter is whether the EU
will be able to fulfill its actorness without a stable institutional or political identity.
Identity here rests on certain traditions, myths or discourses; on the other hand,
actorness is the practice of these traditions and norms, etc. The question which comes to
mind is, is the identity of the EU, an outcome of a political will, shared understandings,
reflection of identities, or is it a process of utility, purely about fulfilling national or
5
Charlotte Bretherton and John Vogler, op cit., p.27
Cited in, Roy H. Ginsberg, ‘‘Conceptualizing the European Union as an International Actor:
Narrowing the Theoretical Capability – Expectations Gap’’, Journal of Common Market
Studies, 1999, Vol. 37, No.3, p. 448.
7
Björn Hettne and Frerdik Söderbaum, ‘‘Civilian Power or Soft Imperialism? The EU as a Global
Actor and the Role of Interregionalism, European Foreign Affairs Review, 2005, Vol.10, No: 4,
p.537.
8
Jennifer Mitzen, ‘‘Anchoring Europe’s civilizing identity: habits, capabilities and ontological
security’’, Journal of European Public Policy, 2006, Vol. 13, No: 2, p. 271.
6
6
SERTAN AKBABA
common interests, which Manners labels as ‘‘goal-driven instrumentalism’’.9 Bretherton
and Vogler put it forward as ‘‘The relationship between identities, interests and
behavior, however, is neither simple nor linear’’.10
In support of debating at this point, there is a need to look at the terms ‘actor’ and
‘actorness’. Briefly, according to International law, only the states with sovereignty are
able to sign treaties, become a party of international organizations and be recognized by
others within the international framework. These states are the only ones named as
actors on the world scene11. A similar approach can be also seen within the neo-realist
theory with its state-centric assumption. But on the other hand, there are certainly
different International Relations (IR) theories and their approaches to the concept of
actorness. For instance if we are to move on through a constructivist or transnationalist
approach they are considered as more inclusive in labeling international organizations,
cartels, NGO’s etc. as actors within the international system. But actually none of them
gives a full explanation or a clue about where the EU stands within this IR system of
actorness. Not being a state but actually offering more than an ordinary organization, for
example Messner’s (2007) poetic description of the EU structure as ‘‘no longer merely
the sum of nation states, more than an association of states, but still clearly not a federal
state…’’12 explains the complexity of the EU. So the question is where might we locate
the EU with its sui generic structure? This complexity of this structure is why one
should refrain from seeking a theoretical base within this framework.
The only way to determine the EU’s actorness is, by analyzing both the EU’s
institutional structure and the way the Union interacts with the rest of the world. In fact,
the Union being unique in its structure is another point which has to be explained, as
there is no such other entity around the world like the EU. That is why there is no
possibility of making any comparison to other entities on whether the integration of the
EU will be successful or not. That is why other scholars like Richard Rosecrance (1997)
define the EU as a ‘‘new type of international actor’’13 where the Union is only to be
compared with itself.
If we are to detail the concept of institutional identity alongside the concept of
actorness in relation to the EU, it will be useful to examine the other criteria in addition
to presence. According to Caporaso and Jupille (1998), these are; autonomy,
recognition, authority and, cohesion.14 Alongside with the requirements of legitimacy,
9
Ian Manners, ‘‘The European Union as a Normative Power: A Response to Thomas Diez’’,
Millenium: Journal of International Studies, 2006, Vol. 35, No.1, p.177
10
Charlotte Bretherton and John Vogler, op cit., p.37
11
Charlotte Bretherton and John Vogler, op cit., p.14.
12
Dirk Messner, ‘‘The European Union: Protagonist in a Multilateral World Order or Peripheral
Power in the Asia-Pacific Century?’’ , IPG I/2007, <http://library.fes.de/pdf-files/ipg/ipg-20071/03_a_messner_gb.pdf > (04.05.2009)
13
Richard Rosecrance, ‘‘Paradoxes of European Foreign Policy The European Union: A New
Type of International Actor’’, EUI Working Papers, RSC 97/64
14
Cited in, Roy H. Ginsberg, op.cit., p. 447
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
7
which are representation, accountability, identity and recognition15, all these criteria are
singled out within this paper under; representation, acceptance/recognition and
‘‘capabilities’’.16
Although supporting the argument of the EU being an important major power, I
will not refrain from making certain criticisms. If we are to forget the Union’s behavior
of act or action with its failures and successes for a moment and just concentrate on the
concept of representation, which is an important aspect covering coherence and
consistency, it can be seen that the EU is facing problems within this area. Consistency
in law is defined as ‘‘the absence of contradictions; coherence on the other hand refers
to positive connections.’’17 So we may ask how the Union might fit this definition
within its representation, as it does not seem it will be able to maintain its representation
through a six months’ rotating presidency where each state holding the presidency is
trying to meet its own national priorities. Another hindrance to maintaining its
representation is the EU’s High Representative, who has been restricted within a narrow
framework. Finally, the turf wars, where different actors or institutions seek more active
roles within the institutional framework cause contradictions in the representation of the
EU. So even if we put ‘acting as a single unit’ aside, the EU is not even able to ‘speak
with one voice’ in a full motion. The famous example still given to this problem is
Kissinger’s statement within the 1970’s as ‘‘who can I call when I want to speak to
Europe’’.18
The EU is still suffering from not being able to make a distinction among its
institutions, such as the post of High Representative addressed within the CFSP pillar or
the post of commissioner responsible for external relations within the community pillar
and besides the Rotation of the Presidency still leads to a certain contradiction.19 The
problem occurs because the different pillars cover different policy areas and different
institutions appointed in dealing with them, which can be defined as supranationalism
vs. intergovernmentalism within the EU context. This is the most important reason why
some scholars are having difficulty identifying the EU as an actor and therefore refrain
from using the term actor, finding it more suitable to label the EU as a political union or
15
Ronald Holzhacker, ‘‘Democratic Legitimacy and the European Union’’, European
Integration, 2007, Vol. 29, No.3 p.259
16
Hill (1996) argues that true actorness requires not only a clear identity and a self- contained
decision-making system, but also practical capabilities to have effective policies. Cited in, Roy H.
Ginsberg, op.cit., p.447-448
17
Simon Duke, ‘‘Consistency as an issue in EU External Activities’’, European Institute of
Public Administration Working Paper 99/W/06, <http://aei.pitt.edu/542/01/99w06.pdf>
(15.02.2009), p. 3.
18
Cornelia Beyer, ‘‘The European Union as a Security Policy Actor- the case of
Counterterrorism’’, 2006, <http://www.bisa.ac.uk/2006/pps/beyer2.pdf> (10.01.2009), p.6
19
Daniel Thym, ‘‘Reforming Europe’s Common Foreign and Security Policy’’, European Law
Journal, Vol.10, No.1 2004, p. 9.
8
SERTAN AKBABA
a passive pole or a strategic actor20 or on the other hand simply and loosely as a post
modern force.21 It is best to move to another criteria, acceptance, which is something
the EU has to overcome urgently both from inside and outside, if it is willing, for deeper
integration. The debate about acceptance and recognition needs a closer look at the
views from both outside and inside. By inside, it is the view of the community or
society, and by outside the view from third parties towards that entity searching
legitimacy. The problems occurring inside the community can be summarized as such:
the Union is still not capable of explaining the integration process to its citizens, and
although stressing several times that the integration and the EU must come closer to the
man on the street, it seems the EU is not capable of doing so.
The EU, with its complex structure and institutions, still stands far away from the
EU citizens, who perceive the EU as lacking accountability and transparency. The most
important symbol of the gap between the EU and its citizens can be seen when the
Member States hold referendums for the ratification of the treaties. Any support coming
directly from the community would directly affect the strength and presence of the
Union in its external relations. For instance, although receiving remarkable support
(public opinion favoring CFSP: 68 %, public opinion favoring ESDP: 75%,
Eurobarometer, 2006)22 for strengthening and developing both CFSP and ESDP from
the community, the EU lacks the ability to respond to these high expectations.
The views expressed from the outside are perhaps more useful than views
expressed from the inside. When the subject of external relations, namely foreign
policy, came on to the agenda of the Community in the mid 1970’s with the
introduction of the European Political Cooperation (EPC), it certainly attracted attention
as soon as it was established. The most well-known example was the Euro-Arab
Dialogue, in which the EU desired a more active role due to the conflicts occurring in
the region. But the transformation of the EPC to the CFSP actually did not bring true
innovation or prestige to the Union’s foreign relations.
Thirdly, the capabilities of the Union have to be analyzed when debating the
actorness of the EU. The tools and the mechanisms the EU employs towards third
parties can be classified under three groups. These are the economic, political and
military instruments which the Union employs. The economic instruments, which the
EU employs very successfully, can be categorized as framework, coercion and
regulatory tools. These tools, which fall under the competence of the community pillar,
appear to be the most functional and the Union does not hesitate or refrain from
expanding its hegemony through the use of them. The framework mechanism consists
20
Charlotte Wagnsson, ‘‘The EU as strategic actor, pragmatic‘re-actor’ or passive pole?’’ Paper
presented at third Pan-European Conference on EU Politics 21-23 September 2006, Istanbul,
<http://www.jhubc.it/ecpr-istanbul/virtualpaperroom/029.pdf> (22.12.2008), p.7
21
Hanns Maull, ‘‘Europe and the new balance of global order’’, International Affairs 81/4,
2005, pp. 778-779.
22
Public opinion in the EU, Standard Eurobarometer Survey 66, Autumn 2006,
<http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb66/eb66_highlights_en.pdf> (15.01.2009), pp.
22 – 25.
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
9
of trade, partnership, financial and technical assistance agreements signed between the
EU and third parties. These two mechanisms, framework and coercion, can be defined
through the EU’s conditionality, which is about employing the carrots and the sticks
towards third parties. On the other hand, the regulatory mechanism is more about the
EU’s role in international organizations, making it more effective in negotiating laws
and regulations. For instance, this can be seen in the role of the Commission having the
right to negotiate on behalf of the EU’s Member States in the World Trade Organization
(WTO). The use of these mechanisms by the EU gives it an advantage when interacting
with third countries. This success in the trade and economic realms results in acting as
‘a single unit’ and having the ability to ‘speaking with one voice’ on economic and
monetary issues in the international environment. According to Smith, this is because
the first pillar which is responsible for economic issues has been given international
status; however the other pillars of the EU have not been given this authority.23
Besides the economic tools listed above, the EU also has political and military
mechanisms, which can be employed in its relations with the outside world. The success
of the use of these mechanisms certainly is open to discussion and this success, or lack
thereof, in my opinion deserves certain critiques. First of all, the political or legal
instruments used within this realm are the joint actions, common positions and common
strategies, which fall under a shared competence within the realm of CFSP. Once agreed
upon, all these instruments are binding on all Member States. But the point to be
underlined here is that, the decision making within this area is intergovernmentalism,
where it is up to the Member States to adopt any decision. This certainly weakens the
Union’s character resulting mostly in differentiated integration. Not being capable of
reaching common decisions, even after a lengthy and rigorous bargaining process, leads
to certain opting-outs by Member States, which instigates clashes between common and
national interests, resulting mostly in an ‘every state for itself approach’.
Another issue within the CFSP realm is the opportunistic behavior of the EU.
Instead of developing certain tools or mechanisms under the CFSP, or making use of its
common positions and common strategies, the EU takes the shortcut by including its
political interests into the trade or partnership agreements with third countries. This
certainly ends up with subordinating the CFSP and attributing importance to its foreign
economic policy. As explained above any trade or partnership agreement to be signed
between the Union and a third party includes special clauses to be implemented by that
third party, for instance strengthening democracy, human rights or the rule of law.
These political aspirations are likely to increase. For example, as agreed in 2003, the
non-proliferation of weapons of mass destruction is included in all trade agreements by
the EU, in which the third party must obey. Certainly all these democratic principles
and the Union’s aspiration of spreading them are welcomed by the international
community, but the question is how they are employed and serve to strengthen the
Union’s identity. Although receiving positive outcomes and increasing its powers with
this shift in policy areas, the ‘cross-pillar regime’ of the EU prevents the Union from
23
Hazel Smith, European Union Foreign Policy What it is and What is does, London, Pluto
Pres, 2006, p.2
10
SERTAN AKBABA
strengthening its institutional and political identity. In fact this is the point where
actually the issue becomes complicated, as the problem of the institutional identity or
failure of the EU, is an internal and institutional disability. As according to my opinion,
the EU is already an actor certainly giving reference to mostly its economic successes
which can not be underestimated. But when it comes to the political and diplomatic side
of the situation the EU lacks consensus in responding to certain causes around the world
due to the divergence of the Member States interests as well as the multiple actors
(institutions) within the EU.
For a better understanding, there is a need to detail the 3 pillar structure of the EU.
The Treaty on the EU (TEU) introduced the 3 pillar structure, which consists of the
Community Pillar, the CFSP and, justice and home affairs (renamed as the Police and
Judicial Cooperation in Criminal Matters). The crux of matter at this point, is that, each
of the three pillars listed above have a foreign policy dimension. Each one of these
includes different actors, institutions and decision-making methods. For instance the
community pillar consists of the Union’s foreign economic policy. This type of foreign
policy refers to the Union’s relations with third parties in the realm of common
commercial policy, development policy (where only involves trade) and other areas for
instance within today’s context humanitarian aid, educational partnerships,
environmental issues etc. which fall in the community pillar of the EU. The EU is very
successful within this area where the EU institutions having exclusive competences and
the Member States enjoying a reconciliation among themselves for fulfilling goals in
common. The EU signing agreements with third parties for instance, the Lome
Convention (1975) which was replaced by the Cotonou agreement (2003) with the
African Caribbean and Pacific states, partnership and cooperation agreements with
Ukraine, Moldova, Armenia and Georgia which also cover an educational partnership
dimension, association agreements with the European Economic Area countries24 all
have shown different levels of success.
The second pillar of the community foreign policy is the CFSP. There are some
criticisms to be made as mentioned above the success of foreign economic policy can
not be witnessed within the CFSP field. Located as the second pillar with the TEU and
based on an intergovernmental bargaining process there are some shortcomings where
the Union is still not capable of fulfilling. The CFSP and the ESDP here are the
elements to be analyzed in order for detailing the success of the EU as an international
actor. Certainly it must be marked here that the EU has an important rank within the
international arena where its role can not be underestimated, but it is also obvious that
the CFSP is not able to meet the demands from both inside and outside the community.
25
The coordination among the three pillars in certain cases is so closely related that they
can not be distinguished. The main reason for this is the institutional framework, where
24
Christopher Piening, Global Europe, The European Union in World Affairs, Colorado,
Lynne Rienner Publishers, Inc., 2007, Table 1.2.
25
Martin Holland, ‘‘Bridging the Capability- Expectations Gap: A case study of the CFSP Joint
Action on South Africa’’, Journal of Common Market Studies, Vol.33, No. 4, 1995, p. 557.
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
11
some institutions namely the Commission being involved in the process where
competence actually falls within the Member States. On the other hand the community
foreign policy in specific areas covers either of the first and second pillars or in some
cases in fact all the three of them. For instance the well known sample is the so called
‘petersberg tasks’ taken into the Amsterdam Treaty refers to the three pillars of the EU.
Covering humanitarian, combat forces, crises management and peacekeeping
dimensions; it falls into competence of the all three pillars of the EU26, which in a point
of my view is the main obstacle for the EU strengthening its political identity.
In addition to the aforementioned pillars, starting with the St. Malo Declaration in
1998, it is clear that the EU is on its way developing military means to be employed
when dealing with crises around the world, which has been developed under the CFSP
and later became known as the ESDP. The well known Rapid Reaction Force (RRF) has
been established for use in conflict ridden regions. The criticism to be made about the
RRF is about the way it is employed, which is all about the Union’s identity, giving
birth to the question of, do the civilian or military missions reflect a common EU
identity? Since 2003 the Union has launched 15 missions in different parts of the world,
10 of which are actually civilian crises management operations. The civilian / military
dilemma will be discussed further within this paper. However, the point which has to be
marked here is that these crises management operations, known as ‘joint actions’ by the
EU, are not so joint after all, at least in the phase of implementation. When analyzing
these missions, one might come across a single state’s hegemony in these operations,
which is usually about a Member State having deep interests in that country or region in
which the operation has been launched. So the question appears: how ‘European’ are
these operations? Are they actually ‘European’, that is, do they involve multiple
Member States, or are they purely French/British European? There are examples of this
French/British initiative, such as, the EUFOR TCHAD mission which was maintained
under a great majority of French forces and civilian personnel, or the EUPOL
Afghanistan mission which was primarily under German leadership, or even operations
including contributors from non-EU Member States. How could these arrangements
provide positive contributions for an entity searching a common political identity?
In addition to its search for political identity, the EU is showing progress in
developing its institutional identity. Certainly, the EU itself is aware of how complex its
institutional framework is becoming, and that is why, when the Treaty of Lisbon (ToL)
was introduced, the Articles within the Treaty which first drew attention were related
with strengthening the Union’s institutional identity, which would result in overcoming
the Union’s lack of coherence and consistency. When analyzed in detail, these
innovations within the ToL can be summarized as the introduction of a permanent
President within the European Council, who would facilitate the EU’s ability to ‘speak
with a single voice’ to a certain degree (ToL, Article 9B, paragraph 5). Another
innovation introduced by the ToL, probably more considerable than the permanent
26
Annegret Bendiek, ‘‘Cross- Pillar Security Regime Building in the European Union: Effects of
the European Security Strategy of December 2003’’, European Integration Online Papers
(EIoP) Vol. 10, No.9 2006, p. 9.
12
SERTAN AKBABA
President, is the modification of the ‘High Representative (HR) of the Union for
Foreign Affairs and Security Policy’, who would hold the responsibilities of both the
High Representative and the Commissioner for External Relations. The modified HR
will have the responsibilities of ‘‘conduct security and foreign policy on behalf of the
Council’’ (ToL, Article 9E, paragraph 2) and ‘‘conduct of political dialogue with third
parties, and shall express the Union’s position in International Organizations and at
intergovernmental conferences’’ (ToL, Article 13A, paragraph 2). Clearly, this
appointment would be known as ‘double – hatted’ and would be of great help
combining the Union’s ‘cross-pillar regime’ into a single body, which in a point of my
view is the most important obstacle the Union, must overcome. If the ToL is ratified
successfully, that is if it does not share the same fate as the Constitutional Treaty, it will
gather momentum in the Union’s institutional identity. This identity building is also
something about the EU’s vision which is suffering between concepts like civilian,
normative, military, or militarizing etc.
Distinct from the concept of actorness, is the more important issue of whether the
EU is a civilian, normative or a military power that directly reflects its identity. It is
evident that the EU is expanding its policies both through widening and deepening. But
the sticky point appears to be, will the EU manage the implementation of these policies
as a single unit within a reliable and acute manner? Leaving aside the institutional
structure of the EU, the paper will now focus on how these components of the EU
reflect a vision to the outside world, as a civilian, normative or as a militarizing EU
power
Circling Around the EU Power Concepts: Civilian, Normative or Military?
As discussed above the EU’s actorness certainly reflects a vision towards the
outside world, which is debated highly among scholars, about whether the Union is a
civilian, normative, military or even a militarizing power. If we were to talk about a
state’s security or defense policy it would be actually based on military elements and
means but when it comes to soft power EU or civilian/normative? We might see that the
debate on matters covered under defense and security concepts does not always lead to
purely military means. As within the ESDP there is a great expansion of instruments to
be applied to crises both civilian and military. In order to be clear, my point of my view
is that, the EU is a civilian power rather than normative or military.
In order not to cause any contradictions, the terms civilian, military and normative
power have to be laid down for a deeper understanding. The civilian concept introduced
by Duchêne (1973) defines the EU (then the EEC) relying itself on purely soft
mechanisms, namely economic.27 According to Karen Smith ‘‘civilian, means nonmilitary and includes economic, diplomatic and cultural policy instruments, and
27
See, Duchêne, F. ‘The European Community and the Uncertainties of Interdependence’ in
Kohnstamm, M. And Hager, W. (eds.), A Nation Writ Large? Foreign - Policy Problems
before the European Community, 1973, London, Macmillan.
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
13
military, means involving the use of armed forces’’.28 On the contrary to Smith, Hanns
Maull argues that ‘‘an actor may use military instruments and still can be a civilian
power’’.29 He further stresses that ‘‘civilian powers concentrate on non- military,
primarily economic means to secure goals, but retain military power to safeguard other
means of international interaction’’.30
There are definitions made by Twitchett (1976) and Maull (1990) on the civilian
power concept, which Manners emphasizes is ‘‘being the centrality of economic power
to achieve national goals; the primacy of diplomatic co- operation to solve international
problems; and the willingness to achieve international progress’’.31 This definition
makes reference to a civilian type of actorness, built on civilian means, which also
underline, in my point of view, in which the EU remains successful, making use of its
economic successes, and favoring diplomacy through the consciousness of playing with
words (a concept known as euphemism), rather than playing with arms. The ‘civilian
ends’, the EU tasks, is strengthening international cooperation, solidarity, the diffusion
of equality, and justice32. If the EU is committed to the aforementioned ends, then what
differs from being civilian to normative? It is actually the means, and the way in which
the EU employs them towards 3rd parties. This is about using ‘‘material assets and
physical power’’33 in the civilian concept, or the ‘‘non-material, contagion of norms
through imitation and attraction’’34 in normative. Although Manners has put forward
five distinctions between the concepts normative and civilian, the most important in a
point of my view, is the aforementioned clarification on how the EU employs its ends.
The discussion will be further below through the analysis of normative power EU.
Leaving the Military concept to be discussed below with the questions of how
military and successful is the Union in carrying out its crises management tools, now
the paper will concentrate on the EU being a normative power or not. Normative power
according to Manners is ‘‘neither military nor purely economic, but one that works
through ideas and opinions’’35 he further stresses, the importance of the EU trying to
spread the norms, which it has built its integration on. Arguing, the Union is a civilian
power, but on the other hand acknowledging that civilian powers rely on soft power,
does cause a contradiction. According to Nye (2004) soft power is having ‘‘the ability
28
Karen E. Smith, ‘‘Still civilian power EU?’’, European Foreign Policy Unit Working Paper,
2005/1, <http://www.lse.ac.uk/Depts/intrel/pdfs/EFPU%20Working%20Paper%202005-1.pdf>
(08.02.2009), p.1
29
Ibid., Karen E. Smith, p.7.
30
Ibid., Karen E. Smith, p.7.
31
Ian Manners, ‘‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms?’’, Journal of Common
Market Studies, 2002, Vol. 40, No: 2, p. 236- 237.
32
Maull (1990) & Duchene (1973) cited in Karen E. Smith, ‘‘Still Civilian Power EU’’, op.cit.,
p.3
33
Ian Manners, 2006, op.cit., p.176
34
Ibid., Ian Manners, p.176
35
Thomas Diez, ‘‘Constructing the Self and Changing Others: Reconsidering Normative Power
Europe’’, Journal of International Studies, 2005, Vol. 33, No: 33, p.615.
14
SERTAN AKBABA
to get what you want through attraction rather than coercion or payments’’36, this is
what most scholars put forward when defining the EU as a normative power. It mostly
rests on the awards (political, symbolic or material) employed by the Union towards
third countries or regions, in which it safeguards its foreign and security concerns.
From this point of view, it could be argued that being normative rests on both
multilateralism and international law in which those universal norms and principles
could be spread and guaranteed. But what exactly has to be underlined here is, within
this normative ends, there is a dilemma of norms versus interests. The questions here
appear to be, firstly, how compliant is the EU in practicing those norms or principles it
has promised to safeguard? And, secondly, does the EU practice in spreading those
values, norms etc. the same way with all the 3rd parties which it has relations with?
An answer to the above questions requires the debate of which logic of action
shapes the EU’s relations, is it the logic of consequentiality or the logic of
appropriateness? In other words, is it either the sum of ‘costs and benefits’ or ‘norms
and rules’? Appropriateness includes rules of both normative and cognitive components.
March & Olsen define these rules as ‘‘being followed because they are seen as natural,
rightful, expected and legitimate’’.37 Acting appropriately ‘‘is to proceed according to
the institutionalized practices of a collectivity, based on mutual, and often tacit,
understandings of what is true, reasonable, natural, right and good’’.38 On the other
hand, the logic of consequentiality puts forward, certain preconditions which determine
the action to be taken. These are being aware of capabilities, analysis of several options,
and calculation of the costs and benefits. The question is whether the EU follows this
appropriate action? Is it really those norms, values or morals which stimulate the EU to
take action, or purely the calculation of interests? In a point of my view, the EU,
decides/shapes its relations with the logic of consequentiality rather than
appropriateness. If an empirical underpinning is to be made, it is obvious that the EU
has different agendas through its bilateral or multilateral agreements.
According to Hettne & Söderbaum, the EU’s relations with East Asia through the
Asia- Europe Meeting (ASEM) is ‘‘symmetrical, in which the EU does not seek to
impose such norms and practices on the Asian counterpart’’39, however, the EU’s
relations with the Mercosur states is rather asymmetrical, in which the EU, besides
economic relations, imposes certain norms (democracy, human rights etc.) towards the
36
Cited in Hiski Haukkala, ‘‘The EU as a Regional Normative Hegemon: The Case of European
Neighbourhood Policy’’, Central and East European International Studies Association
(CEEISA)
4th
Convention,
2006,
<http://www.ceeisaconf.ut.ee/orb.aw/class=file/action=preview/id=164113/Haukkala.pdf>
(05.07.2009), p.6
37
James G.March and Johan P. Olsen, ‘‘The Logic of Appropriateness’’, Arena Working Paper,
04/09, Centre for European Studies, <http://www.arena.uio.no/publications/wp04_9.pdf>
(15.07.2009), p.3
38
Ibid., James G.March and Johan P. Olsen, p.4.
39
Björn Hettne and Frerdik Söderbaum, op.cit., p. 548
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
15
Mercosur states. This is certainly about interests vs. norms. Hettne & Söderbaum put it
forward as ‘‘the interests of the strongest’’40 namely ‘soft imperialism’.
Leaving aside whether the EU is a soft or hard power, it is more worthy to lay
down how the Union softens or hardens its ends in an instrumentalist manner when it
comes to fulfilling long term goals. There are several examples which could be laid
down to weaken the normative power argument in the EU discourse. For instance, the
EU’s response to the results of the democratic elections in Austria (2000), in which the
Alliance For the future of Austria found a seat in the coalition government, was entirely
undemocratic. Another example of such hypocrisy was the Union’s response or lets say
lack of response (even in the realm of discourse) to Pakistan when Pervez Masharraf
came to power with a coup d’etat in 1999. There are similar examples which could be
listed reflecting the Union’s normative or non-normative vision. Some scholars
acknowledge this behavior of the EU in the framework of norms vs. interests dilemma,
as defined in Wolfers ‘‘milieu vs. possession goals’’.41 Scholars like Tocci, defines this
as the EU trying to fulfill milieu goals which are ‘‘essentially concerned with the wider
environment within which international relations unfold’’.42 According to these
approaches the Union is exercising these norms for the benefit of itself and of the
partners which share the same values. That is why they do not reflect certain self
interests. Another point within this self and common interest dilemma is, when the
Member States of the Union realize that using the EU label is inevitable, they certainly
make a strong use of it through Europeanizing their long term goals from national to the
EU level. When analyzing these objectives, it can be seen that, there is a transformation
of self interests into common interests accepted by the rest of the Member States.
However, what about possession goals? Besides protecting the universal values jointly
with other organizations, what about the interests of the EU throughout its agreements
or relations? For instance Smith argues ‘‘the EU’s enlargement policy contains both
milieu and possession goals’’.43 Similarly, the Euro-Mediterranean Partnership also
includes norms as well as interest. Besides establishing (at least aiming to) an area of
security and stability, the EU is expanding its area of influence, namely room for
maneuver.
To some degree, it might be admitted with the Union’s normative vision employed
both inside and outside the Union. But singling out normative power as a separate way
of acting does not make any sense in which the EU is incapable of fulfilling. At the
utmost, normative could only be a part of being a civilian power, which remains as a
mechanism to be used when serving the benefits of the ones exercising them, just as
how Thomas Diez defines ‘civilian power’ within this context or labeled as ‘‘a norm
40
Ibid., Björn Hettneard and Frerdik Söderbaum, p. 547
See Arnold Wolfers, “The Goals of Foreign Policy”, (Chapter Five) Discord and
Collaboration: Essays on International Politics, 1962, Baltimore: The Johns Hopkins Pres.
42
Nathalia Tocci, ‘‘Profiling Normative Foreign Policy: The EU and its Global Partners’’, CEPS
Working Document, No. 279/ 2007, <http://shop.ceps.eu/BookDetail.php?item_id=1578>
(25.01.2009), p.4
43
Karen E. Smith, op.cit., p.7
41
16
SERTAN AKBABA
exporting ‘civilian’ power’’.44 That is why Smith has put forward the argument that,
‘being’ and ‘exercising’ normative power requires a clarification.45 It is obvious that the
EU exercises normative ends, but as a result this does not make it a normative power.
There are even marginal approaches among scholars in classifying EU institutions
on one hand as normative and on the other as civilian. Certainly there is a complex
relation between the institutions of the EU which can be acknowledged when it comes
to external relations, but the situation is not actually the argument of having different
characters, but is mostly the divergence of discourses. That is why the ‘normative’
concept of the EU should be treated as a ‘normative vision’ as an installment within the
civilian power EU, rather than normative power. In a point of my view, the EU being
‘normative’ and ‘power’ is not a suitable wording, in which does not fulfill each other.
Non- Military, Militarizing or Military- (Power) EU?
Acknowledging normative within the civilian context, the paper will concentrate
on the dilemma of civilian / military power EU with the questions of, does the military
components of the Union harm its civilian notion, are they actually necessary, and if so,
for what? If we are to analyze the EU within this context, it could be seen that the EU
throughout its integration process is built on civilian notions and principles. Recent
developments within the military concept have opened up this debate. The evolution of
the ESDP to some degree has an important impact on EU’s civilian notion. Absorbing
the mechanisms of the Western European Union (Petersberg missions) and developing
new tools (Rapid Reaction Force) for carrying out missions abroad do harm the civilian
notion of the EU. That is why, there is a need in analyzing the EU crises management
tools for figuring out the military means of the Union in practice. The question is, does
the EU employ these tools as a coercive mission, or are they used for rendering those
principles it is safeguarding as a multilateral force. It is clear that, the developments
within the military realm are for preserving peace and resolving conflicts. The missions
employed by the Union are defensive rather than offensive. These missions have the
goal of humanitarian aid and peacekeeping, but the point here is that, becoming more
and more relying on these tools and making a clear distinction between the civilian and
military crises management will certainly cause a contradiction and will deserve a
reconsideration of the Union’s civilian or military power dichotomy.
The developments of the military capabilities mentioned above are important signs
of the militarization of the EU. That is why; there is a need to clarify the concepts
‘military’ and ‘militarizing’. Smith defines ‘military actor’, ‘‘which uses military
means, relies on coercion to influence other actors for pursuing military or militarized
ends, through an undemocratic foreign policy process ’’.46 It is evident that the EU is
not a military power (at least for now). The aforementioned definition of ‘military actor’
44
Andrea Ciambra, ‘‘Normative Power Europe: theory and practice of EU norms. The case of
Macedonia’’,
Jean
Monnet
Working
Papers,
No.64,
<http://www.fscpo.unict.it/EuroMed/jmwp64.pdf> (18.12.2008), p.11
45
Karen E. Smith, op.cit., p.1
46
Smith, op.cit., p.5
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
17
makes it clear that the EU is not such kind of an actor. Nevertheless then how can one
define the developments within the ESDP? The concept ‘militarizing’ has been put
forward in demonstrating the military means developed under the ESDP. That is, there
is a need to make an analysis of those means.
So what are these military capabilities, which in a point of my view do negate the
EU’s civilian notion? Initiated with the Helsinki European Council (1999), the aim of
the EU was at first to gather ‘‘60,000 troops, 100 ships and 400 aircraft, deployable
within 60 days and sustainable for one year’’.47 These ambitions (later became known
as European Union Force) (EUFOR) were fulfilled more or less during the following
years, which were even reinforced with the Headline Goal 2010. The EU also started
practicing EUFOR in operations. Firstly replacing NATO led SFOR and IFOR as
EUFOR Althea in Bosnia and Herzegovina, EUFOR Tchad in Chad, and EUFOR DR
Congo in Democratic Republic of Congo. Certainly each of these operations has their
own specific characteristic, due to the amount of troops, timing, the Member States
contributions etc. Besides EUFOR, what was underlined in the Helsinki Headline Goal
2010 was the obligation of establishing ‘smaller response elements’ (later what became
EU Battle groups48) (BG’s) at short notice. Both EUFOR and EU BG’s have been fully
deployable from the 1st January 2007. The former is established with a big capacity of
large amounts of troops, while the latter is more towards crises requiring immediate
response with small groups of troops. However, what is to be noted is that, these
operations mentioned above are purely military operations conducted by the EU. Apart
from EUFOR and EU BG’s, the EU has launched the European Gendarmerie Force
(EGF) in 2006. EGF is established with the agreement of five49 Member States of the
EU. The EGF is a European intervention force, which will militarize police functions
and specialize in crises management.50
Another question at this point is does the Union need developing such military
means. The EU which is often named as been built on the Kantian pacifism certainly
needs preserving this notion. Certainly this is actually under questioning after Bull’s
(1982) contribution of ‘‘a civilian power cannot be a pacifist power or a neutral power
47
Jolyon Howorth, Security and Defence Policy in the European Union, New York, Palgrave
Macmillan, 2007, p.103.
48
The battle groups are based on the principle of multinationality and may be formed by a
framework nation or by a multinational coalition of Member States for an autonomous EU
operation. In all cases, interoperability and military effectiveness will be key criteria. A battle
group is associated with a deployable force headquarters and pre-identified operational and
strategic enablers, such as strategic lift and logistics. Member States may also contribute niche
capabilities, providing specific elements with added value to the battle groups. The battle groups
are sustainable for 30 days in initial operations, extendable to 120 days, if re-supplied
appropriately. EU Council Secretariat, Factsheet, ‘‘EU Battlegroup’’, Feb.2007, p.2,
<http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/Battlegroups_February_07-factsheet.pdf>
(01.08.2009)
49
France, Italy, The Netherlands, Portugal and Spain
50
<http://www.eurogendfor.org/referencetexts/EGF%20Treaty%20english%20version. pdf>
(03.08.2009)
18
SERTAN AKBABA
in the 20th century and beyond’’.51 But, what if the EU becomes a military force, or use
purely military means, which according to some scholars ‘can be of a civilian type if it
promotes human rights and democratic principles’. According to my opinion, civilian
means or using civilian elements still lead to become powerful, and that, instead of
developing such tools (military) the Union should concentrate on soft elements for
instance indirect ways of reaching goals within the realms of security and defense. The
(de) securitization concept by Waever (1996) explains as how important security
concerns might be eliminated through different approaches which mostly rely on
discourses or namely language of security. For Waever, security is ‘‘a ‘self referential’
practice not a question of measuring the seriousness of various threats…’’.52 For
instance, Jones (1999) puts it forward as ‘‘To desecuritize an issue is to remove it from
the realm of the politics of survival and thus to render it amenable to more cooperative
forms of behavior’’.53 The EU on one hand is trying to create a ‘ring of friends’ through
its well known Neighborhood Policy and Euro- Mediterranean Dialogue, which covers
positive discourses and a cooperative manner, but on the other hand, the EU is also
working towards strengthening its military means through not being satisfied with the
European Security and Defence Identity (ESDI) under the North Atlantic Treaty
Organization (NATO) and, moving towards strengthening its ESDP unilaterally, which
contradicts with itself.
Starting with the Amsterdam treaty, the Union is now under such a contradiction
that, nearly all official documents under the CFSP pillar include wordings such as;
deployable forces, defense capability, aircraft carrier, battle groups etc. which do harm
its civilian notion even if we put aside the ongoing missions and operations conducted
by the Union. That is why the Union should avoid from such developments both in the
realm of discourse and practice. Otherwise it is creating confusion, in which gives birth
to different perceptions as a civilian, military or as a militarizing kind of force. And
once the EU is addressed as a military kind of force, it will be evaluated in the same
basket as the US, which would even worsen the Union’s relations with 3rd parties. This
is about the EU (for now) which is trying to reach certain goals through soft
mechanisms (regulatory, coercive or framework) but in the future, if the Union
continues developing its ESDP tools, weather it will be used or not, will cause negative
impacts in its relations. For instance, Stavridis (2001) building on Bull’s work, puts it
forward as ‘‘sanctions should not only be seen as an alternative to military action but as
a first step towards the extreme case of using force’’.54 This kind of a misperception in
3rd countries or regions towards the EU will certainly cause a reconsideration of the
nature of the EU and its integration process. These kinds of developments will be
51
Stelios Stavridis, ‘‘Why the ‘Militarising’ of the European Union is strengthening the concept
of a ‘Civilian Power Europe’’, 2001/17, EUI Working Papers, <http://www.iue.it/RSCAS/WPTexts/01_17.pdf> (11.02.2009), p.18
52
Ole Waever, ‘‘European Security Identities’’, Journal of Common Market Studies, 1996,
Vol. 34, No.1, pp. 106-107.
53
Richard Wyn Jones, Security, Strategy, and Critical Theory, 1999, Lynee Rienner
Publishers, p.109
54
Stavridis, op cit., p. 16.
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
19
questioned both in and outside the Union. When analyzing the concepts civilian and
military, it is often referenced to the impact of outside relations and interactions. But
within an entity like the EU, what is more important is how this impact will be
evaluated internally in the Union. Differently from civilian, becoming a military force
brings together serious doubts. Any misuse of military means gives birth to different
problems. If we were to talk about a state, any such kind of problems would probably
end up with the removal of that authority from office in that country. But when it comes
to an entity like the Union, it comes to mind of how all this will end up within the EU.
Matlary has made the critic of ‘‘using military force does not go down well with
democratic publics when the issue is not one of existential survival…’’.55 If nowadays
debating whether the Union is acting in a military or a militarizing capacity, the concern
which has been mentioned above would likely come to debate as well. The citation
made above about the ‘milieu goals’ of the Union which is defined as; ‘‘essentially
concerned with the wider environment within which international relations unfold’’56, is
something very important on how the EU’s militarizing process will be evaluated within
that international environment.
I do not agree with the argument of the military power EU, but taking further steps
in making progress towards militarizing itself, do negates its civilian notion. And
actually when compared with other systemic actors such as US, Russia or even China in
the realm of military means, it could be examined that each of them has a great use of
power through their military mechanisms (implementation, tools, arms etc.). Debating
their strength of military capabilities starts with analyzing their military doctrines or
national security strategies, in which, it is clearly identified how they acknowledge or
address threats against their security, and the procedures they follow in eliminating
them. Comparing these aforementioned actors and their behaviors with the Union, it
could be seen from the very beginning that, even in the realm of addressing threats
differs from the ones listed above. No matter how or when the EU will increase its
military capabilities, what is more important, appears to be the perception of a common
political thought/will in security and defense, which would back up the capabilities of
the Union, and transforming the EU more than what is nowadays debated as a ‘strategic
actor’.57 The EU insists on dealing with security concerns should be the work of
multilateral institutions and what international law points out. But this is only a way to
be preferred when dealing with crises management or threats; it is not the way in putting
forward a common security and defense policy. On the other hand, the actors listed
above are closer to the belief of international law and multilateralism being insufficient
in dealing with certain threats. The use of military forces is always at hand in which
55
Janne Haaland Matlary, ‘‘When Soft Power Turns Hard: Is an EU Strategic Culture Possible?
2006, Security Dialogue, Vol. 37 (1), p.106
56
Tocci, op cit., p.4.
57
The concept ‘strategic actor’ here is used according to the definition made by Hyde-Price, as;
both the ability to threaten the use of force through coercive diplomacy and the ability to actually
deploy such force. Adrian Hyde-Price, ‘‘European Security, Strategic Culture and, the Use of
Force’’, European Security, 2004, 13 (4) 323 – 343.
20
SERTAN AKBABA
they do not hesitate using. Such examples can be laid down as the US invasion of Iraq,
or more recently the Russian military intervention to Georgia etc.
For a more detailed analysis, the EU’s increasing military role and its mechanisms
will be discussed below within the framework of crises management. The questions put
forward within this framework are, is the military crises management of the Union
solely military, should it be, or would a congruent relation between civilian and military
crises management be of good help for reflecting the Union’s civilian actorness.
Civilian and Military Crises Management: A Distinct, Why Not Holistic?
The evolution of ESDP starting from 1999 resulted with the EU handling both
civilian and military crises management. The distinction made between the civilian and
military crises management tools are harming the Union’s civilian notion. Civilian
crises management when compared to military crises management remains successful.
Certainly the reason behind this success of civilian means is the nature (decisionmaking) in operating civilian missions easier when compared to military crises
management. This is where civilian crises management differs from military, as it falls
under the competence of both the first and the second pillar, and military crises
management is maintained under the intergovernmental second pillar only. Howorth
puts forward that ‘‘Civilian crises management covers a much broader range of
instruments than the military component of ESDP and involves a much greater degree
of institutional flexibility, since it calls on agencies from all three ‘pillars’ of the EU’’.58
It is not a surprise that the EU is receiving success in its civilian operations, as the
vision of the EU which is argued in this paper, is built on a civilian notion, which is still
to sum degree preserved. By using the wording of preserve what is meant is that, the
EU should sustain its civilian vision rather than military. Ian Manners (2004) argues
that otherwise the EU would cause a contradiction with itself. And if it is to carry out
military operations these should be maintained under U.N mandate only.59 Actually the
confusion here is two footed, the first problem is what Christopher Hill points clearly as
the ‘‘capabilities – expectations gap’’60 in which the EU falls short, due to its limited
sources, instruments and the ability in using them, and on the other hand the civilian or
military power dilemma still causing a diffusion. Certainly there are some elements of
military means evolving within the ESDP which are acknowledged and can not be
underestimated, but reaching those means (such as the Rapid Reaction Force for
military crises management) does not refer being and handling military crises
management within a full motion in practice; from pre to post crises era. The reason of
criticizing the military operations of the EU within a harsh view is not just because of
the EU’s lack, in responding to them rather very unsuccessfully, but it is, because the
58
Howorth, op.cit., p.93
Ian Manners, ‘‘Normative Power Europe Reconsidered: From Civilian to Military power: the
EU
at
crossroads?’’,
CIDEL
Workshop,
Oslo
22-23
October
2004,
<http://www.arena.uio.no/cidel/WorkshopOsloSecurity/Manners.pdf> (27.01.2009), p.20
60
Christopher Hill, ‘‘The Capability – Expectations Gap, or Conceptualizing Europe’s
International Role, Journal of Common Market Studies, Vol. 31, No.3, 1993, p. 315.
59
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
21
EU should refrain from any unilateral act covering purely military means. Then why not
avoiding embarrassment? It is not necessary becoming military to be a global actor.
Carr emphasizes that ‘‘Political action must be based on a coordination of morality and
power’’.61 And that is why; the Union must never subordinate its humanitarian feature.
The missions should be built on ‘‘one mandate, one mission head, and one mission
structure’’62. That is why; the paper puts forth the argument of why not integrating
civilian and military means in a single framework, with a single political-strategic aim.
In a point of my view the civilian and military concepts should not be
distinguished as they are reinforced by each other. Biscop (2006) names this as a
holistic approach. The holistic concept identifies, on one hand integrating civilian and
military means in crises management, and on the other refers to the EU working close
with other organizations (U.N, NATO, OECD) within its crises management63 in which
it seeks a cooperative manner, and multilateralism, which is defined as negotiated order
but developing and strengthening military crises management tools and dissociating
them separately from civilian mechanisms would sooner or later push the EU towards a
unilateral act, and a kind of an imposed order.
That is why; in a point of my view military means must be integrated with civilian
and moreover even subordinated by civilian means. According to scholars like Lindborg
(2002)64 and Nowak (2006)65 the civilian crises concept has evolved through the
experience the EU had faced during the crises in the western Balkans (namely Kosovo)
as the issue was not only to be handled by military means but also supporting the
construction of the region afterwards was one of the ultimate goal for the EU (like
keeping an eye on the region).66 However if the issue is to be considered within a
general framework, the EU has developed as a civilian actor up to the late 1990’s on the
international stage. But especially starting with the St. Malo Declaration the issue is
now debated over the civilian or military power concepts. If we are to look inside the
EU, there is a divergence among the Member States, as for instance, on one hand UK
61
Robert Nalbanov, ‘‘Battle of Two Logics: Appropriateness and Consequentiality in Russian
Interventions in Georgia’’, Caucasian Review of International Affairs, Vol.3 (1) Winter 2009,
<http://cria-online.org/6_3.html> (02.08.2009)
62
The ‘one mandate, one mission head, and one mission structure’ is retrieved from Blair’s
approach in analyzing the SSR mission in Guinea Bissau, where military and civilian personnel
work together. Stephanie Blair, ‘‘Towards Integration? Unifying Military and Civilian ESDP
Operations’’, European Security Review, ISIS, No.44, May 2009, <http://www.isiseurope.org/pdf/2009_artrel_272_esr44-civmil-integration.pdf> (01.08.2009), p.3
63
Sven Biscop, ‘‘The international Security Engagement of the European Union- Courage and
Capabilities for a more active EU’’, International Policy Analysis Unit, Report from the first
European Strategic Forum, Warsaw, 2006 pp. 4-6.
64
Chris Lindborg, ‘‘European Approaches to Civilian Crises Management’’, British American
Security
Information
Council,
Basic
Special
Report,
2002,
<http://www.basicint.org/pubs/Research/2002ccm.pdf> (25.12.2008)
65
Agnieszka Nowak, ‘‘Civilian Crises Management within ESDP’’in Civilian crises
management: the EU way Chaillot Paper, No.90, (ed.) by Agnieszka Nowak June 2006, Institute
for Security Studies.
66
Ibid., Agnieszka Nowak, p. 18.
22
SERTAN AKBABA
and France pushing towards for a more active ESDP in which they do also differ on this
military means, such as UK favoring to focus on crises management, and France willing
for a collective defense and contrary to both of them, Germany standing closer for a
civilian power EU. Because of this divergence among the Member States, the Union
still lacks a civilian or military doctrine which can guide it through its responses to
crises. Ian Manners defines this, as the lack of culturation, capabilities and conciliation
between the Member States.67 This lack certainly is rooted in the Member States
interests, each favoring a different kind of dimension in the integration process, for
instance: integrationists, Atlanticists or neutrals. Certainly the aim of this paper is not
discussing the divergence of approaches towards military power EU, instead, is the need
for integrating civilian and military means all together. However, more important than
compromising on a doctrine, the point is how these means are developing. Matlary,
making reference to Clausewitz & Brodie, puts forward that; …war as an instrument of
policy, war as a political tool. The clue to an EU strategic culture is to understand that
‘war’ in this context will mean the military tool integrated with other tools. The ongoing
work on civil-military integration, the stress on crises management and a ‘European
way of war’ point in the direction of a carefully framed use of force.68
The aforementioned definition made by Matlary is certainly a positive approach
towards explaining the need of integrating civilian and military means, but how will this
‘European way of war’ result? In addition to the evolution of these crises management
civilian or military, the EU has repeated several times that certain threats can not be
handled only with military means, and this is why some scholars have the opinion that
especially in the future operations, there will be increasingly joined up and joint
operations including civilian and military means simultaneously.69 According to
Howorth ‘‘without the complementary deployment of civilian instruments of crises
management, the application of naked military power can often lead to failure’’.70 The
developments within the Union are also proving these arguments, for instance the
establishment of the Civilian Military Cell (CivMil Cell) under the EU Military Staff in
2003, showed the need of more united civilian and military units.71 For the sake of
relations, especially with partner USA, this is actually what the EU needs to fulfill,
which is another reason that some politicians and scholars put forward when criticizing
the Union’s military means which will result damaging the transatlantic relations.
It is well known that when analyzing crises management under civilian means
there is a wide range of tools falling under different groupings. The classification made
by the Union, is built on six headings, shortly these are named as political measures,
sanctions, possible crises actions & related EC instruments, specialized sectoral
67
Manners, op cit., pp. 2-4.
Matlary, op.cit., p.112
69
Gerard Quille, & Giovanni Gasparani & Roberto Menotti & Nicoletta Pirozzi ‘‘Developing EU
Civil Military coordination: The role of the new Civilian Military Cell’’, Joint report by ISIS
Europe and CEMISS, (ed.) Stephen Pullinger 2006, p.14.
70
Howorth, op.cit., p.93
71
Catriona Gourlay, ‘‘European Union Procedures and Resources for Crises Management’’,
International Peacekeeping, Vol.11, No.3, 2004 p. 404.
68
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
23
assistance instruments, CFSP actions in third countries and long term geographical
assistance instruments. In fact these tools are also classified under the period of crises
which they are deployed to, for instance dealing with pre, active or post crises
operations.72 Certainly for a more tidy and short explanation we may classify these
instruments as Political, Economic and Specialized assistance instruments. In fact the
most important dimension within the civilian crises management is, the EU’s pursuit of
establishing both capacity and capability to act before such crises or conflicts occur,
known as preventive activities.73 Since 2003 the EU has started using its instruments in
launching 15 missions in different parts of the world in which 10 of these are civilian
crises management operations.74 These civilian missions were built with a divergence of
different objectives, from civil protection, to police forces or from monitoring missions
to supporting civil administration.
Finally it is important to underline that nearly all Member States of the Union have
contributed in some way for the successes to be achieved in civilian crises management,
which is something that can not be seen in military crises management, which are being
mostly maintained under the monopoly of one or two Member States (namely United
Kingdom and France). But in civilian operations it could be witnessed that there is more
accepted consensus among the states each contributing with different tools and
mechanisms for the success of the missions.
Actually integrating civilian and military crises management within a single
framework would be of great help for the EU in defining its actorness, as a civilian
power, which I acknowledge should be clearly identified. This would fade away the
confrontation of civilian or military power EU, which is the ongoing dilemma
weakening the Union’s identity.
Conclusion
This paper has tried to evaluate the identity of the EU alongside with its increasing
role in the international order. The paper labels the Union as an important actor through
making a distinction between actorness and identity. The EU has a certain degree of
influence in world affairs, but the lack of the Union’s actorness, is the absence of a
stable political identity. Being an entity consisting of a sum of multiple actors, which
are the Member States plus the institutions of the Union, certainly makes it difficult to
maintain or even establish stable political traditions or discourses. It is obvious that the
EU is using its economic relations as a tool for fulfilling its political interests around the
72
European Commission, Conflict Prevention and Crises Management Unit, ‘Civilian
Instruments
for
EU
Crises
Management’,
2003,
<http://ec.europa.eu/external_relations/cfsp/doc/cm03.pdf> (19.01.2009)
73
European Council, ‘Civilian Headline Goal 2008’, Brussels, 2004, DG E IX,
<http://register.consilium.eu.int/pdf/en/04/st15/st15863.en04.pdf> (01.12.2008)
74
‘European Security and Defense Policy: the civilian aspects of crisis management’, EU Council
Secretariat,
2007,
<http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/Background_JPO_2007Civilian_aspects_compressed.pdf> (01.12.2008)
24
SERTAN AKBABA
world. But the problem is the way they are implemented in which the CFSP is to a
certain degree overshadowed.
Certainly considering the EU as an important civilian power, it is also obvious that
there is a need for increasing its act both within the institutional and procedural
framework. It is evident that the EU integration is not on a halt and with its dynamic
character will continue expanding its policies, borders, institutions etc. which could be
acknowledged as slowing down its integration towards a political unity. Welcoming
more and more Member States obviously is the most important obstacle in front of
achieving this unity. Certainly this ongoing dynamic process, which is also defined as a
process of social learning in policy – making, is another aspect weakening the identity
of the Union. The interaction among the politicians and institutions both at national and
supranational level are into a mutual effect shaping the policy making and
implementing procedures, which do carry different political motives from each party.
This structure certainly makes it difficult reflecting a strong presence. Even in the ad
hoc working groups or informal meetings this policy shaping can be witnessed. These
are all related with the EU’s complex structure which affects its actorness in the
international arena.
The paper considers the Union as an international actor, a civilian power, although
reflecting a different kind of character when compared to others. Another point, the
paper underlines is how the Union will maintain deepening its actorness with an
unstable and changeable identity. The paper considers the EU as a civilian actor, which
must act in consistency when developing policies in the foreign and security realms.
This consistency must be furthered in a civilian vision through putting forward civilian
means rather than military. As even if we put aside the Union’s practice in military
means, the ongoing discourse and debates on military or militarizing EU harms its
civilian notion, which this paper has tried to make an overall analysis. To sum up,
certain developments in military means should not be singled out from civilian means in
crises management. There is certainly a must in integrating them in order to avoid any
offensive perception which might be loaded to the Union’s international presence.
As defined within the paper, facing the realities both in its internal and external
relations the EU is continuously gains experience for taking further steps in developing
its legal personality. The Union to sum degree, thanks to Europeanization and
Brusselization has managed overcoming certain obstacles. But this personality will
become truly evident when the policy– making (within the realms of CFSP & ESDP) of
the Union will not become subordinated by the Member States of the EU. A
convergence in this national versus common interests urgently needs attention in
establishing a common identity, which will end up with strengthening the Union’s
actorness.
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
25
Bibliography
Annegret BENDIEK, ‘‘Cross- Pillar Security Regime Building in the European Union:
Effects of the European Security Strategy of December 2003’’, European
Integration Online Papers (EIoP), Vol. 10, No.9, 2006
Cornelia BEYER, ‘‘The European Union as a Security Policy Actor- the case of
Counterterrorism’’,
2006,
<http://www.bisa.ac.uk/2006/pps/beyer2.pdf>
(10.01.2009)
Sven BISCOP, “The international Security Engagement of the European UnionCourage and Capabilities for a more active EU’’, International Policy Analysis
Unit, Report from the first European Strategic Forum, 2006, Warsaw
Stephanie BLAIR, “Towards Integration? Unifying Military and Civilian ESDP
Operations’’, European Security Review, ISIS, No.44, May, 2009,
<http://www.isis-europe.org/pdf/2009_artrel_272_esr44-civmil-integration.pdf>
(01.08.2009)
Charlotte BRETHERTON, John VOGLER, The European Union as a Global Actor,
New York, Routledge, 2006
Andrea CIAMBRA, “Normative Power Europe: theory and practice of EU norms. The
case of Macedonia’’, Jean Monnet Working Papers, No.64, 2008,
<http://www.fscpo.unict.it/EuroMed/jmwp64.pdf> (18.12.2008)
Thomas DIEZ, ‘‘Constructing the Self and Changing Others: Reconsidering Normative
Power Europe’’, Journal of International Studies, Vol. 33, No: 33, 2005
F. DUCHÊNE, ‘The European Community and the Uncertainties of Interdependence’ in
Kohnstamm, M. And Hager, W. (eds.), A Nation Writ Large? Foreign - Policy
Problems before the European Community, London, Macmillan, 1973
Simon DUKE, ‘‘Consistency as an issue in EU External Activities’’, European
Institute of Public Administration Working Paper 99/W/06, 2009,
<http://aei.pitt.edu/542/01/99w06.pdf> (15.02.2009)
Simon DUKE, The Elusive Quest for European Security, London, Macmillan, 2000
EU
Council
Secretariat,
‘‘EU
Battlegroup’’,
Factsheet,
Feb.2007,
<http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/Battlegroups_February_07factsheet.pdf> (01.08.2009)
European Commission, Conflict Prevention and Crises Management Unit, ‘Civilian
Instruments
for
EU
Crises
Management’,
2003,
<http://ec.europa.eu/external_relations/cfsp/doc/cm03.pdf> (19.01.2009)
European Council, ‘Civilian Headline Goal 2008’, Brussels, 2004, DG E IX,
<http://register.consilium.eu.int/pdf/en/04/st15/st15863.en04.pdf> (01.12.2008)
26
SERTAN AKBABA
European Security and Defense Policy: the civilian aspects of crises management’, EU
Council
Secretariat,
2007,
<http://www.consilium.europa.
eu/uedocs/cmsUpload/Background_JPO_2007-Civilian_aspects_compressed. pdf>
(01.12.2008)
Roy GINSBERG, “Conceptualizing the European Union as an International Actor:
Narrowing the Theoretical Capability – Expectations Gap’’, Journal of Common
Market Studies, Vol. 37, No.3, 1999
Catriona GOURLAY, ‘‘European Union Procedures and Resources for Crises
Management’’, International Peacekeeping, Vol.11, No.3, 2004
Hiski HAUKKALA, ‘‘The EU as a Regional Normative Hegemon: The Case of
European Neighbourhood Policy’’, Central and East European International
Studies
Association
(CEEISA)
4th
Convention,
2006,
<http://www.ceeisaconf.ut.ee/orb.aw/class=file/action=preview/id=164113/Haukk
ala.pdf> (05.07.2009)
Björn HETTNE, Söderbaum FRERDIK, ‘‘Civilian Power or Soft Imperialism? The EU
as a Global Actor and the Role of Interregionalism, European Foreign Affairs
Review, Vol.10, No: 4, 2005
Christopher HILL, ‘‘The Capability – Expectations Gap, or Conceptualizing Europe’s
International Role, Journal of Common Market Studies, Vol. 31, No.3, 1993
Martin HOLLAND, ‘‘Bridging the Capability- Expectations Gap: A case study of the
CFSP Joint Action on South Africa’’, Journal of Common Market Studies,
Vol.33, No. 4, 1995
Jolyon HOWORTH, Security and Defence Policy in the European Union, New York,
Palgrave Macmillan, 2007
Ronald HOLZHACKER, ‘‘Democratic Legitimacy and the European Union’’,
European Integration, Vol. 29, No.3, 2007
Adrian HYDE-PRICE, ‘‘European Security, Strategic Culture and, the Use of Force’’,
European Security, 13 (4), 2004
Richard Wyn JONES, Security, Strategy, and Critical Theory, Lynee Rienner
Publishers, 1999
Chris LINDBORG, ‘‘European Approaches to Civilian Crises Management’’, British
American Security Information Council, Basic Special Report, 2002,
<http://www.basicint.org/pubs/Research/2002ccm.pdf> (25.12.2008)
Ian MANNERS, ‘‘The European Union as a Normative Power: A Response to Thomas
Diez’’, Millenium: Journal of International Studies, Vol. 35, No.1, 2006
Ian MANNERS, ‘‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms?’’, Journal of
Common Market Studies, Vol. 40, No: 2, 2002
MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU
27
Ian MANNERS, ‘‘Normative Power Europe Reconsidered: From Civilian to Military
power: the EU at crossroads?’’, CIDEL Workshop, Oslo 22-23 October 2004,
<http://www.arena.uio.no/cidel/WorkshopOsloSecurity/
Manners.pdf>
(27.01.2009)
James G. MARCH, OLSEN Johan P., ‘‘The Logic of Appropriateness’’, Arena
Working
Paper,
04/09,
Centre
for
European
Studies,
2009,
<http://www.arena.uio.no/publications/wp04_9.pdf> (15.07.2009)
Janne Haaland MATLARY, ‘‘When Soft Power Turns Hard: Is an EU Strategic Culture
Possible?, Security Dialogue, Vol. 37 (1), 2006
Hanns MAULL, ‘‘Europe and The New Balance of Global Order’’, International
Affairs 81/4, 2005
MESSNER Dirk, ‘‘The European Union: Protagonist in a Multilateral World Order or
Peripheral Power in the Asia-Pacific Century?’’, IPG I/2007, 2007,
<http://library.fes.de/pdf-files/ipg/ipg-2007-1/03_a_messner_gb.pdf>,
(04.05.2009)
David MITRANY, “A Working Peace System”, Chicago, Quadrangle Books, 1966
Jennifer MITZEN, ‘‘Anchoring Europe’s Civilizing Identity: Habits, Capabilities and
Ontological Security’’, Journal of European Public Policy, Vol. 13, No: 2, 2006
Robert NALBANOV, ‘‘Battle of Two Logics: Appropriateness and Consequentiality in
Russian Interventions in Georgia’’, Caucasian Review of International Affairs,
Vol.3 (1) Winter, 2009, <http://cria-online.org/6_3.html> (02.08.2009)
Agnieszka NOWAK, ‘‘Civilian Crises Management within ESDP’’in Civilian Crises
Management: The EU Way”, Chaillot Paper, No.90, (ed.) by Agnieszka Nowak,
2006
Christopher PIENING, Global Europe, The European Union in World Affairs,
Colorado, Lynne Rienner Publishers, Inc., 2007
Public opinion in the EU, Standard Eurobarometer Survey 66, Autumn 2006,
<http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb66/eb66_highlights_en.pdf>
(15.01.2009)
Gerard QUILLE, Gasparani GIOVANNI, Roberto MENOTTI, Nicoletta PIROZZI,
‘‘Developing EU Civil Military Coordination: The Role of the New Civilian
Military Cell’’, Joint report by ISIS Europe and CEMISS, (ed.) Stephen
Pullinger, 2006
Richard ROSECRANCE, ‘‘Paradoxes of European Foreign Policy The European
Union: A New Type of International Actor’’, EUI Working Papers, RSC 97/64
Hazel SMITH, European Union Foreign Policy What it is and What is does,
London, Pluto Press, 2006
28
SERTAN AKBABA
Karen E. SMITH, ‘‘Still civilian power EU?’’, European Foreign Policy Unit
Working
Paper,
2005/1,
<http://www.lse.ac.uk/Depts/intrel/pdfs/EFPU
%20Working%20Paper%202005-1.pdf> (08.02.2009)
Stelios STAVRIDIS, ‘‘Why the ‘Militarising’ of the European Union is Strengthening
the Concept of a ‘Civilian Power Europe’’, 2001/17, EUI Working Papers,
<http://www.iue.it/RSCAS/WP-Texts/01_17.pdf> (11.02.2009)
Daniel THYM, ‘‘Reforming Europe’s Common Foreign and Security Policy’’,
European Law Journal, Vol.10, No.1, 2004
Nathalia TOCCI, ‘‘Profiling Normative Foreign Policy: The EU and its Global
Partners’’,
CEPS
Working
Document,
No.
279/
2007,
<http://shop.ceps.eu/BookDetail.php?item_id=1578> (25.01.2009)
Treaty
Establishing
the
European
Gendarmerie
Force,
<http://www.eurogendfor.org/referencetexts/EGF%20Treaty%20english%20versi
on.pdf> (03.08.2009)
Treaty of Rome, Articles 181a, 182- 188 of the Consolidated version of the Treaty
Establishing the European Community, Official Journal of the European
Communities, C 325/33, 2002.
Ole WAEVER, ‘‘European Security Identities’’, Journal of Common Market Studies,
Vol. 34, No:1, 1996
Charlotte WAGNSSON, ‘‘The EU as strategic actor, pragmatic‘re-actor’ or passive
pole?’’ Paper presented at third Pan-European Conference on EU Politics, 2123
September
2006,
Istanbul,
<http://www.jhubc.it/ecpristanbul/virtualpaperroom/029.pdf> (22.12.2008)
Arnold WOLFERS, “The Goals of Foreign Policy”, (Chapter Five) Discord and
Collaboration: Essays on International Politics, Baltimore: The Johns Hopkins
Press, 1962
Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi
Cilt: 8, No:2 (Yıl: 2009), s.29-46
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB
ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
(SUBSIDIARITY) İLKESİ
Feza Sencer ÇÖRTOĞLU∗
Özet
Avrupalılaşma sürecinin AB siyasal sistemi ile gerçek anlamda tanışmasını önce
Avrupa Tek Senedi ve daha sonra Maastricht Antlaşması’nın imzalanması ile
tarihlendirebiliriz. Aynı dönem içinde çok katmanlı yönetişim modeli de, Avrupalılaşma
süreci ile birlikte yükselişe geçmiştir. Avrupalılaşma sürecinin bu şekilde önem
kazanması AB Çevre Politikasının gelişimine de hizmet etmiştir. Yerindenlik ilkesi de
AB siyasal sürecinde esasen AB Çevre Politikasının daha etkin bir şekilde
uygulanabilmesi amacından doğmuştur. Bunun sonucunda da Avrupalılaşma süreci, AB
Çevre Politikası ve Yerindenlik İlkesi arasında karmaşık bir ilişki başlamıştır.
Avrupalılaşma sürecinin başında, yerindenlik ilkesi AB Çevre Politikasının etkinliği için
AB üst yapısı ve yerel hükümetlere daha fazla otorite sağlanması gerektiği şeklinde
tanımlanmak istenirken, Avrupalılaşma sürecinin çevre politikası üzerine önceden
öngörülemeyen etkisi sonucunda, özellikle yerel hükümetlerin AB Çevre Politikasına
katılımları zorlaşmış ve Avrupalılaşma süreci, yerindenlik ilkesine, AB Çevre Politikası
için başlangıçta öngördüğünün tersi bir rol yüklemiştir.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği Çevre Politikası, Avrupalılaşma Süreci,
Yerindenlik İlkesi, Çok-Katmanlı Yönetişim Modeli.
Abstract
The introduction of Europeanisation process within European Union political
system in a real manner can be dated back initially to the Single European Act and then
to the Maastricht Treaty. The new period also signifies the rise of multi-layered
governance system in line with Europeanisation. The growing importance of
Europeanisation process also entails to the development of EU Environmental Policy.
The Subsidiarity principle was born in EU political process as a result of the
implementation concerns about EU Environmental policy. As a consequence, the
complex relationship has begun among Europeanisation process, EU Environmental
∗
Uzman, Dr., Ankara Üniversitesi
30
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
policy and subsidiarity principle. In the beginning of Europeanisation, subsidiarity
principle wanted to be defined as attribution to more authority to supreme authority of
EU and devolution of more power to local governments; however the unexpected result
of Europeanisation has made local governments difficult to participate in EU
Environmental Policy. So Europeanisation undertakes subsidiarity principle with a new
role for EU Environmental policy in contrast to a previous one.
Key Words: European Union Environmental Policy, Europeanisation Process,
Subsidiarity Principle, Multi-Layered Governance Model.
Giriş
‘Avrupalılaşma’ süreci son yıllarda Avrupa Birliği’nin (AB) Bütünleşmesi üzerine
çalışan araştırmacılar açısından önemli bir çalışma konusu haline gelmiştir. Bunun
nedenleri arasında Bütünleşme sonucunda, AB siyasal sisteminin yanı sıra, üye
devletlerin siyasal süreçlerine olan etkisini inceleme ihtiyacı gelmektedir. Bu çalışmada
ise, Avrupalılaşma sürecinin Avrupa Birliği Çevre Politikasının gelişiminde oynadığı
rol ve yerindenlik ilkesi ile ilişkisi mercek altına alınmaktadır. AB Çevre Politikası,
Avrupalılaşma sürecinin gelişiminden fayda sağlayarak son yıllarda büyük önem
kazanmıştır. Buna karşılık AB Çevre Politikasının uygulanmasının getirdiği kendine
özgü zorluklar, Avrupalılaşma sürecinin ortaya koyduğu çeşitli ilkelerin üye devletlerce
ortak bir şekilde yorumlanmasını engellemektedir. Bu ilkelerin başında yerindenlik
ilkesi yer almaktadır. Yerindenlik ilkesi, Avrupalılaşma süreci ile birlikte AB Çevre
Politikası’nda yer edinmesine karşılık, AB Çevre Politikası’nın uygulanmasındaki
zorluklar nedeniyle, ilkenin yorumu başlangıçtaki rotasından farklı bir yol izlemek
zorunda kalmıştır. Başlangıçta Avrupalılaşma süreci, yerindenlik ilkesinin
yorumlanmasında AB Çevre Politikasında Komisyon gibi üst yapı kurumlarının ve üye
devletlerde de yerel yönetimlerin daha fazla rol alması amacını vurgularken, sonraki
gelişmeler sonucunda süreç beklenmeyen bir şekilde tersine etki yaratmıştır.
Uygulamada yaşanan zorluklar nedeniyle süreç üye devletlerde merkezi otoriteleri daha
da güçlendirerek, özellikle yerel yönetimlerin AB Çevre Politikasındaki rollerinin
kısıtlandığı bir ortamın oluşmasına yol açmıştır.
Avrupalılaşma Sürecinin Tanımlanması
Avrupalılaşma sürecine, konu ile ilgili akademisyenlerce çeşitli şekillerde
tanımlamalar getirilmektedir. Bunların arasında Stephen George1, Avrupalılaşmayı
özetle “Avrupa Birliği’ne üyelik sonucunda, üye devletlerin ulusal politikalarının
üzerindeki güçlü bir etki” olarak açıklamaktadır. Burada George Avrupalılaşmanın
etkisini tek yönlü olarak açıklayarak, üye devletin siyasal sisteminin AB’den güçlü bir
şekilde etkilenerek değişime uğradığını belirtmektedir. Buna benzer şekilde ancak daha
1
Stephen George, “The Europeanisation of UK Politics and Policy-Making: the Effect of
European Intagration on the UK”, Quenn’s Papers on Europeanisation, no 8, 2001, p.1.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
31
da özele inerek Bulmer ve Burch2 Avrupalılaşmayı, “Avrupa bütünleşme sürecinin
ulusal düzeyde özellikle üye devletin idari kurumları üzerindeki etkisini tanımlayan bir
araç” olarak betimlemektedir. Bu düşünceye göre, Avrupalılaşmanın etkisini en çok
ulusal yönetimlerin üzerinde görmek mümkündür. Bulmer ve Radaelli3 ise
Avrupalılaşmayı bir seri politika süreci ile açıklamaktadır. Politika süreci;
a) Politikanın düzenlenmesi,
b) Değerlerin ve inançların yaygınlaştırılması,
c) Resmi ve resmi olmayan kuralların, politik değerler dizisinde, siyasal yapılarda
ve kamu politikalarında yer alması olarak açıklanmaktadır.
Süreç kısaca tasarlanan politikanın pratiğe konulması olarak özetlenmektedir.
George, Bulmer, Burch ve Radaelli’den farklı bir yaklaşım getiren Bomberg ve
Peterson4 ise, Avrupalılaşmanın sadece tek taraflı etki eden bir süreç olmadığını
savunmaktadır. AB bütünleşme sürecinin yalnızca üye devletleri etkilemediğini, üye
devletlerinde AB üst yapısına yönelik çeşitli etkilerinin bulunduğunu, bundan dolayı da
sürecin aslında tek yönlü değil, iki yönlü olarak işlediğini ortaya koymaktadır. Buna
göre Avrupa’nın bütünleşmesi üye devletlerin “ulusal politikalarını (çevre politikası
gibi), siyasetlerini (ulusal siyasal söylem) ve ulusal kurumlarını” etkilemektedir fakat
aynı zamanda üye devletler de Avrupa’nın bütünleşmesini kendi ulusal çıkarlarına göre
şekillendirmektedir.
Avrupalılaşma sürecinde görülen AB üst yapısı ve üye devletlerin karşılıklı
etkileşimi kendisini, AB Çevre Politikası içinde yerindenlik ilkesinin farklı şekillerde
yorumlanmasında da göstermektedir.
Avrupalılaşma Süreci ve AB Çevre Politikasının Gelişimi
Avrupa Birliği’nde Avrupalılaşma sürecinin ivme kazanmasının arkasındaki en
büyük etmenin, AB politikalarının üye devletlerdeki uygulanma etkinliğinin arttırılması
ve bu amaçla da uluslarüstü bir otorite olarak AB’nin, ulusal hükümetlerin otoritelerine
karşı yetkisinin güçlendirilmesi düşüncesi olduğunu savunabiliriz. Bu yaklaşımın
arkasındaki mantığı ise; uluslarüstü otorite olarak AB’nin, üye devletlerin kendi iç
dinamiklerinin yol açtığı sınırlamalar yüzünden çeşitli konularda etkin politika
geliştiremediklerinde, bu durumda AB’nin kendi üst otoritesini kullanarak daha etkin
politika üretebilmesinin hedeflenmesi olarak açıklayabiliriz.
Bir AB politikasının geçerli bir şekilde tasarlanabilmesi ve daha sonra üye
devletlerde etkin bir şekilde uygulanabilmesinin gerekliliği, Avrupalılaşma sürecinin
gelişimi için bir teşvik olmuştur. Buradan hareketle etkinlik endişesi, AB’nin
2
Simon Bulmer ve Martin Burch, “Coming to Terms with Europe: Europeanisation, Whitehall
and the Challenge of Devolution”, Quenn’s Papers on Europeanisation, no 9, 2000, p.2.
3
Simon Bulmer ve Claudio M. Radaelli, “The Europeanisation of National Policy?”, Quenn’s
Papers on Europeanisation, no 1, 2004, p.4.
4
Elizabeth Bomberg ve John Peterson, “Policy Transfer and Europeanization: Passing the
Heineken Test?” Quenn’s Papers on Europeanisation, no 2, 2000, p.2.
32
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
uluslarüstü bir yapı olarak güçlenmesine hizmet etmesinin yanında, aynı zamanda üye
devletlerin politika sahalarına girerek onların bu sahadaki otoritelerine ‘ortak’, çeşitli
durumlarda da onların otoritelerini ‘azaltma’ amacının güdülmesine yol açmıştır. Bu da
AB içinde ulusal hükümetlerden özerk olarak, kendi otoritesini elinde tutan güçlü
kurumlara sahip olunmasını gerektirmektedir. Bu amaç doğrultusunda da, diğer bir
deyişle daha etkin karar alabilmek ve bunu uygulayabilmek gayesiyle, AB’nin
uluslarüstü karakteri zaman içerisinde güçlenmiştir. Uluslarüstü yapının
güçlendirilmesi, AB politikalarının etkinliği için bir ön koşul olarak görülmüştür. Bu
sebeple başlıca AB Kurumları olan Komisyon, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa
Toplulukları Adalet Divanı gibi kurumlar, sözü edilen Avrupalılaşma sürecinde giderek
otoritelerini arttırmışlardır. Bu durum ise AB üst-yapısı ile üye devletler arasında zaman
zaman gerilime yol açabilmektedir. Üye devletler, etkinlik uğruna kendi siyasal
alanlarında doğacak egemenlik kaybına karşı çıkmakta, buna karşılık AB uluslarüstü
yapısını oluşturan kurumlar da etkinlik için daha fazla otorite talep etmektedir.
1985 yılında AB Komisyonunun Beyaz Kitap (White Book) yayınlayarak Tek
Pazarın tamamlanması gerektiğini dile getirmesi, Avrupa Tek Senedi’nin (Single
European Act) imzalanmasına doğru giden yolda önemli bir adım olmuştur. Böylece
‘Avrupa Tek Senedi’ (1987) ve daha sonra ‘Maastricht Antlaşması’ (1993) imzalanarak
AB için yeni bir dönemin sayfaları açılmıştır. Bu yeni dönem ile birlikte ‘Avrupalılaşma
süreci’ ve ‘AB Çevre Politikasının’ AB gündemine güçlü bir şekilde oturduğu
görülmektedir.
Bu yeni dönem ile birlikte hem Avrupa Birliği’nin, hem de üye devletlerin siyasal
süreçleri gelişmelerden dolayı derinden etkilenmeye başlamıştır. Bu gelişmeler
arasında, ‘ağırlıklı oy çokluğu sisteminin’ AB karar alma süreçlerine uygulanmaya
başlanması, AB’nin ulus-üstü yapısının güçlenmesine imkân tanımış ve üye devletlerin
karar-alma alanındaki egemenliklerini sınırlamaya başlamıştır. Üye devletlere kararalma mekanizmasında büyük güç veren ‘oy-birliği sistemi’, bir başka anlatımla veto
gücünün kullanımının belirli konulara indirgenmesi, üye devletlerin egemenlik kaybına,
aynı zamanda ise AB üst yapısının gelişimine hizmet etmiştir.
Avrupalılaşma sürecinin ilerlemesi, AB’nin bütünleşmesini açıklamada en geçerli
teorik model olarak görülen ‘hükümetler-arası yönetişim’ (inter-governmental
governance) yaklaşımının öneminin inişe geçişine de sebep olmuştur. Hükümetler-arası
yönetişim modelinin bütünleşmenin sadece üye devletlerin kontrolünde gerçekleşen bir
süreç olarak gören yaklaşımının yanında, yeni dönemde ‘çok-katmanlı yönetişim’
(multi-level governance) modelinin öne çıkışına tanıklık edilmektedir. Bu modelin
kuramsal kurucularından Gary Marks’ın5 belirttiği gibi, karmaşık AB siyasal sürecinde
hala ulusal hükümetler en belirleyici aktörler konumunda bulunsalar bile, ulus-üstü ve
yerel aktörlerde politika sürecinde etki sahibi olmaya başlamıştır.
5
Gary Marks, “European Integration from the 1980s: State Centric v. Multilevel Governance”,
Journal of Common Market Studies, vol 34, no 3, 1996, Alıntı yapan Clive Archer, The
European Union: Structure and Process, London, Continuum, 2000, p.33.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
33
Avrupa Tek Senedi ve Maastricht Antlaşması ile başlayan yeni dönem de, AB
Çevre Politikası da yeni bir evreye geçmiştir. Mengi ve Algan’ın6 belirttiği gibi Avrupa
Tek Senedi’nden önce AB Çevre Politikasının önemi diğer ekonomi politikalarının
yanında oldukça geri planda kalmaktaydı. Buna karşılık Avrupa Tek Senedi (ATS) ile
çevre politikası AB içerisinde önemli bir politika sahası haline gelmiştir. ATS ile
Kurucu Roma Antlaşması’nda yer bulan 130r, 130s ve 130t Maddeleri AB Çevre
Politikası için sağlam bir yasal zemin inşa etmiştir.
Avrupa Tek Senedi’nde ‘çevre’ ile ilgili bölüm yer alana kadar, AB Çevre
Politikası’nın sağlam bir ‘yasal temeli’ bulunmamaktaydı. 1985 yılında Avrupa
Toplulukları Adalet Divanı tarafından alınan karar ile çevrenin korunmasının
Topluluğun önemli amaçlarından birisi olduğu mütalâası, 1986 yılında Avrupa Tek
Senedi ile kurucu antlaşmaya ‘7 Numaralı Çevre’ ile ilgili bölümün eklenmesi ile
tamamlanmıştır. ATS ile birlikte Topluluk çevresel konularda yasal ehliyet elde
etmiştir. Daha sonra Maastricht Antlaşması ile de bu yasal zemin daha da güçlü bir
kaideye oturtulmuştur. Avrupa Tek Senedi’nde çevre politikalarına verilen önemin
temelinde, ‘Tek Pazar’ içerisinde alınan çevresel önlemlerin sonucunda, üye devletlerin
arasında meydana gelebilecek ticaretin önünde ‘görülmeyen duvarların’ oluşması
endişesi, bundan dolayı da Tek Pazar kurallarının uyumunun üye devletler arasında
zarar görmesi kaygısı bulunmaktaydı7. ATS ile yaşanan bir diğer değişim ise, üye
devletlerin karar-alma sürecinde bağlı oldukları oy verme kurallarında da değişikliğe
gidilmesi ve AB Çevre Politikası karar alma mekanizmasının iki kategoriye
ayrılmasıdır. ‘Ticaret’ ile ilgili çevresel önlemlerde karar alma da ‘nitelikli oy çokluğu’
sistemi uygulanmaya başlanırken, ‘geleneksel çevre koruma’ ile ilgili konularda ise
karar almada ‘oy birliği’ sistemi devam etmiştir.
Yeni dönemin bir diğer önemli köşe taşı Maastricht Antlaşması, AB’nin Çevre
Politikası konusunda politika düzenleme alanındaki etkinliğini güçlendirerek, ‘çevreyi
dikkate alan sürdürülebilir büyümeyi AB’nin temel amaçlarından’8 biri olarak ortaya
koymuştur. Antlaşmada ‘yerindenlik’ ilkesinin, çevre politikasının yanı sıra, diğer bütün
politika sahalarında da uygulanmasına karar verilmiştir. Nitelikli oy çokluğu sistemi,
hemen bütün çevresel konular için standart bir süreç haline getirilmiş ve ‘ortak-karar’
(co-decision) sistemi Avrupa Parlamentosuna yasa taslaklarının düzeltilmesi sürecine
katılımı konusunda daha fazla güç vermiştir9. Peterson ve Bomberg’e10 göre ‘ortakkarar’ sisteminin kullanılmaya başlanması, Avrupa Parlamentosunun siyasal süreçteki
rolünü yenilemiştir. Özellikle Avrupa Parlamentosunda yer alan sektörel komitelerin
6
Ayşegül Mengi ve Nesrin Algan, Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel
Sürdürülebilir Gelişme: AB ve Türkiye Örneği, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003, s.189-190.
7
John Peterson ve Elizabeth Bomberg, Decision-Making in the European Union, London,
Macmillan, 1999, p. 177.
8
Maastricht Antlaşması Madde 2.
9
John McCormick, “Environmental Policy” (193-210), Laura Crom, Desmond Dinan, Neill
Nugent (der.), Developments in the European Union, New York, St. Martin’s Press, 1999, s.
195.
10
John Peterson ve Elizabeth Bomberg, Decision-Making in the European Union, London,
Macmillan, 1999, s. 44.
34
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
önemi artmıştır. Bunların arasında ‘Çevre ve Tüketici İşleri Komitesi’ çeşitli sektörel
ağların içine girerek, Komisyon tarafından sürekli olarak danışılan bir organ haline
gelmiştir. Bu şekilde de Komite siyasi tartışmaların içinde kendine yer bulabilmektedir.
Bütün bu gelişmelere rağmen, Konsey yine de üye devletlerin hükümetlerini en üst
şekilde temsil eden kurum olarak AB içerisinde esas gücü elinde bulundurmaktadır.
Avrupalılaşma Sürecinde AB Çevre Politikası-Yerindenlik İlkesi İlişkisi
Avrupa Tek Senedi’nin (ATS) AB siyasal sistemine getirdiği bir diğer önemli
yenilik ise ‘yerindenlik’ ilkesi olmuştur. Yerindenlik ilkesinin hem Avrupalılaşma
süreci hem de AB Çevre Politikası açısından önemine karşılık, ilkenin
yorumlanmasında AB üst yapısı ile üye devletler arasında çeşitli farklılıklar
görülmektedir. Yerindenlik ilkesi, Avrupa Tek Senedi’yle birlikte AB siyasal sürecine
tanıştırılmasından beri oldukça muğlâk bir ifade taşımaktadır. Bütün bu muğlâklığa
rağmen ATS ile başlayan yeni dönem, Avrupalılaşma süreci, AB Çevre Politikası ve
yerindenlik ilkesi arasında ki üçlü bir etkileşime tanıklık etmektedir. AB üst yapısı
Avrupalılaşma sürecinde, AB Çevre Politikasının daha etkin bir karar mekanizması ile
oluşturulan kararlar çerçevesinde, daha etkin bir şekilde uygulanmasını öngörerek
yerindenlik ilkesini yorumlamak isterken, buna karşılık üye devletler kendi siyasal
sistemlerine uygun bir şekilde yerindenlik ilkesini yorumlayarak uygulamak
istemektedir. Sonuçta ise AB Çevre Politikasının üye devletlerde uygulanmasında
yaşanılan zorluklar, bu konudaki asıl belirleyici öğe olmaktadır.
Avrupalılaşma Sürecinde Yerindenlik İlkesinin Açılımı
Yerindenlik ilkesinin ‘Avrupa Tek Senedi’ ile AB siyasal sürecine girişinden
itibaren tanımı konusunda AB üst-yapısı ve üye devletler arasında farklılık
bulunmaktadır. Bu tanımlamadaki farklılık kendisini özellikle AB Çevre Politikasında
göstermektedir. Üye devletler yerindenlik ilkesini kendi çevre yönetimlerine göre
tanımlamak istemektedir. Yerindenlik ilkesinin farklı şekillerde tanımlanması aslında
üye devletler ve Komisyon arasındaki politika sürecindeki rekabetin bir örneğidir. Bu
rekabet kendisini yerindenlik ilkesinin tanımlanmasında da göstermektedir. Komisyon
yerindenlik ilkesini kendi ulus-üstü otoritesini güçlendirecek şekilde Avrupalılaştırmak
istemekte, buna karşılık üye devletler ise kendi ulusal siyasal süreçlerinde
egemenliklerinin azalmasına karşı çıkmakta ve yerindenlik ilkesinin kendi siyasal
sistemlerine uygun bir şekilde Avrupalılaşmasını istemektedir.
Bu çekişme nedeniyle, McCormick’in11 işaret ettiği gibi, yerindenlik ilkesi AB
içerisinde oldukça muğlâk bir şekilde tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre AB ancak
“önerilen eylemin amaçları gerektiği şekilde üye devletler tarafından yerine
getirilemezse, dolayısıyla bu amaç Topluluk tarafından daha iyi bir şekilde yerine
getirilecekse” faaliyete geçebilecektir. Bu ifade gerçektende oldukça yoruma açıktır ve
11
John McCormick, The European Union: Politics and Policies, Oxford, Westview Press,
1996, p.203.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
35
Peterson ile Bomberg’in12 belirttiği gibi “diğer bütün anayasal prensiplerde olduğu gibi
yerindenlik ilkesi yasal olarak yorumlanmaya ve anlamının ortaya koyulabilmesi için
siyasal diyaloga” ihtiyacı bulunmaktadır.
Yerindenlik ilkesinin AB siyasal sürecine girmesi nispeten yeni olmasına rağmen,
aslında ilkenin geçmişi oldukça eskidir. Yerindenlik ilkesinin kökeni ‘Katolik Sosyal
Doktrini’ne’ dayanmaktadır. Katolik Sosyal Doktrini’nde yerindenlik ilkesi, en yüksek
seviyede bulunan hükümet tarafından, daha alt seviyede bulunan hükümetlere
ilişkilerini sosyal bir özerklik içerisinde yürütmelerini sağlama yetkisinin verilmesi
şeklinde uygulanmıştır. AB siyasal sürecinde ise, Franklin ve Wilke’nin13 belirttiği gibi
yerindenlik ilkesi Avrupa Tek Senedi’nde çevre politikası için ortaya koyulduğunda,
Topluluk mevzuatının gelişimi ve giderek artan hacmi sonucu artık hükümet etmenin
ulusal düzey yerine, Topluluk düzeyinde daha uygun olacağı öngörülmüştür. Ancak
Streeck’in14 de açıkladığı gibi Maastricht’ten sonraki dönemde bu prensip aşağı
düzeydeki hükümetlerin, yani ulusal hükümetlerin imtiyazını koruyarak, AB’nin yüksek
otoritesini ikinci plana atmıştır. Buna göre AB’nin yüksek otoritesi alt derecedeki
hükümetlere (ulusal hükümetlere) ancak bu hükümetler AB politikalarının yürütülmesi
konusunda etkin olamadıkları zaman müdahale edebilecektir.
Bu yorum daha sonra İngiltere’nin Maastricht Antlaşması’na olan itirazları
sonucunda daha da değişikliğe uğramıştır15. Bu yeni tanıma ‘laissez-faire’ doktrini
eklenmiş ve tanımda alt düzeyde bulunan hükümetler (ulusal hükümetler) politikaların
yürütülmesinde etkin olamasalar bile, yüksek otorite olan AB’nin müdahalesine yine alt
düzeyde bulunan hükümetler karar verebilir şeklinde yorumda değişikliğe gidilmiştir.
Yerindenlik ilkesinin muğlâk yorumu, 1992 yılında Edinburg’da yapılan Avrupa
Konseyi toplantısında yerindenlik ilkesinin kullanımı için bir takım temel esaslar ve
kılavuz çizgiler hazırlanmasına yol açmıştır. Daha sonra bu esaslar ve kılavuz çizgiler
Amsterdam Antlaşması’na (1997) bir protokol olarak eklenmiştir. Bu kapsamda Shaw,
Nadin ve Seaton16 yerindenlik ilkesinin Amsterdam Antlaşması’nda iki aşamalı bir test
olarak sunulduğunu belirtmektedir. Buna göre birinci aşamada AB kendisinin konu
üzerindeki yetkisini, bir başka deyişle, AB kurumlarının üye devletlerin yerine
davranmalarının daha yerinde olacağını kanıtladıktan sonra, ikinci aşamada ‘orantılılık’
ilkesi (proportionality) kullanıma sokulmaktadır. Orantılılık ilkesine göre, AB’nin
önerdiği eylemin düzeyinin gerekli olduğunun haklı çıkarılması gerekmektedir. Bu
12
John Peterson ve Elizabeth Bomberg, Decision Making in the European Union, London,
Macmillan, 1999, p.57.
13
Michael Franklin ve John Wilke, Britain’s Future in Europe, London, Pinter Publishers,
1990, p.83.
14
Wolfgang Streeck, “Neo-Voluntarism: A New European Social Policy Regime”, Derleyen Gary
Marks ve Philippe Schmitter, Governance in the European Union, London, Sage Publications,
1996, p.79.
15
Vaughne Miller, International Affairs and Defence Section, House of Commons Library,
Research Paper, no 00/78, 29 Eylül 2000, p.3.
16
David Shaw, Vincent Nadin ve Kim Seaton, “The Application of Subsidiarity in the Making of
European Environmental Law”, European Environment, vol: 10, 2000, p.88-89.
36
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
demektir ki “Topluluk tarafından öngörülen herhangi bir eylem, Antlaşmanın
amaçlarının elde edilmesi için gerekli olan düzeyden ileriye gidemez”. Orantılılık ilkesi
bu şekilde Birliğin üye devletlerin onaylamayacağı eylemleri yapmasını önlemek
amacıyla bir sigorta olarak düşünülmüştür.
Yukarıda da belirtildiği gibi Edinburg’da yapılan Avrupa Konseyi zirvesi,
yerindenlik ilkesinin kullanımı için çeşitli açıklamalar getirmiştir. Bunlar şu şekilde
sıralanabilir;
a) Topluluk eylemleri ulusal karar-alma sistemine yeterli hareket alanı bırakmak
zorundadır.
b) İyi oluşturulmuş ulusal düzenlemeler dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır.
c) Üye devletlere alt standartlar konulmalı ancak bu yapılırken ulusal yüksek
standartlara izin verilmelidir.
ç) Topluluk sadece gereken ölçüde yasama faaliyeti yapmalıdır ve yönergeler
(directives) tüzüklere (regulations) tercih edilmelidir.
Yönergeler de detaylı önlemler şeklinde değil, genel ulaşılacak amacı belirleyen
çerçeve yönergeler olarak düzenlenmelidir.
Yönerge ve tüzük arasındaki farklılık bazı durumlarda azalsa da, gerçekte bunlar
birbirinden farklı yasal araçlardır. Tüzükler ulusal mevzuata doğrudan yansıtılmakta
fakat yönergeler ulusal mevzuata esneklik sağlamaktadır. Bu açıdan yönergeler tek
yönlü kuralları önlemek için tüzüklere tercih edilmektedir. Çerçeve yönergeler ise
yönergelerin daha da esnek şeklini oluşturmakta, üye devletlere ulaşılması gereken
genel amaçlar, genel kurallar olarak sunulmaktadır. Bu bağlamda Jeppesen de17
Komisyonun yerindenlik ilkesi ile uyum içerisinde yönergeleri bir araç olarak
kullanmak niyetinde olduğunu belirtmektedir. Böylece Komisyon üye devletlerce
sonuçlandırılacak amaçları çizmekte ve aynı zamanda üye devletlere bu amaçlara
ulaşmada hangi yöntemleri seçecekleri konusunda özgürlük tanımaktadır.
Yerindenlik ilkesinin üye devletlerce nasıl kendi siyasal sistemlerine göre
yorumlandığını, Jordan ve Jeppesen18 İngiltere ve Almanya örneğini vererek ortaya
koymaktadır. 1991 yılında Maastricht Antlaşması’nın görüşüldüğü hükümetler-arası
konferans sırasında İngiltere ve Almanya bu ilkeyi birbirlerinden oldukça farklı
şekillerde yorumlamışlardır. İngiltere Hükümeti yerindenlik ilkesini AB’nin ulusal
politika alanına dâhil olmaması gerektiği şeklinde, öbür yanda ise Alman Hükümeti
kendi sistemine uygun olarak gördüğü yerindenlik ilkesini mümkün olduğu kadar
Almanya’da olduğu gibi yerel düzeyde yerel hükümetlerine güç aktarımına izin verdiği
şeklinde yorumlamıştır. Bu iki zıt kutbun oluşması sonucunda ise Maastricht
17
Tim Jeppesen, “EU Environmental Policy in the 1990’s: Allowing Greater National Leeway ?”,
European Environment, vol: 10, 2000, p.97-98.
18
Andrew Jordan ve Tim Jeppesen, “EU Environmental Policy: Adapting to the Principle of
Subsidiarity?”, European Environment, vol: 10, 2000, p.66-67.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
37
Antlaşmasında19 İngiliz ve Alman hükümetleri arasında uzlaşma sağlanmaya
çalışılmıştır.
Bu şekilde merkezi ve merkezi olmayan yönetim eğilimlerinin arasında bir
uzlaşmaya gidilmesine rağmen, AB’nin daha derin olarak bütünleşmesine karşı bir
kamuoyu tepkisinin oluşması sonucunda, yerindenlik ilkesinin yorumunda yukarıda
daha önce değinildiği gibi İngilizlerin liberal yorumu ağır basmaya başlamıştır. Bu
yorum sonucunda yerindenlik ilkesi, AB’nin ulusal hükümetler üzerindeki yetkisini
mümkün olduğu kadar en alt düzeye indirgemek şeklinde ele alınmıştır. Yerindenlik
ilkesinin bu şekilde AB üst yapısını sınırlayıcı olarak kullanılması eğilimi sonucunda,
yetkisini kanıtlama zorunluluğu AB’ye verilmiş ve yetkinliğini ispatlaması istenmiştir.
Golub20 yerindenlik ilkesinin liberal bir şekilde yorumlanması sonucunda, daha
sonraki süreçte AB’nin çevre ile ilgili önerilerinin İngiltere’nin geleneksel siyasal
üslubuna uygun olarak hazırlanmaya başlandığını belirterek, buna örnek olarak
‘Bütünleştirilmiş Kirlilik Önleme ve Kontrolü Önerisi’ni21 (1993) göstermektedir.
Golub, İngiliz Hükümeti’nin bu öneriyi desteklemesinin nedenini, İngiltere’nin 1990
yılında kendi ülkesinde de benzer düzenlemeler yapmış olmasına bağlamaktadır.
İlkenin bu liberal yorumu sonucunda, Somsen22 günümüzde yasal araçların,
düzenleyici tekniklerin ve araçların seçiminde yerindenlik ilkesinin, Komisyonun çevre
politikasının uygulanmasında en az derecede sorumluluk alması şeklinde kullanıldığını
belirtmektedir. Bursens23’in ortaya koyduğu gibi “yerindenlik ilkesi, AB’nin dikkatini
başlıca üye devletlerin mevzuatının uyumlaştırılmasına vermesine” yol açmaktadır. Bu
da bir bakıma AB karar-alma mekanizmasının neden daha güçlü bir şekilde
Avrupalılaştığını da geçerli bir şekilde açıklamaktadır.
AB Çevre Politikasının Avrupalılaşması ve Yerindenlik
Avrupalılaşma sürecinde başlangıçta AB Çevre Politikasının üye devletlerde daha
etkin bir şekilde uygulanabilmesi için, yerindenlik ilkesi ile Birlik üst yapısının ve üye
devletlerin yerel yönetimlerinin, AB siyasal sürecinde daha aktif olmaları tasarlanmıştır.
Buna karşılık daha sonra AB Çevre Politikasının uygulanmasındaki zorluklar nedeniyle,
Avrupalılaşma süreci tersine bir etki yaratarak, yerindenlik ilkesinde ulusal merkezi
otoritelerin daha öne çıkması sonucunu doğurmuştur.
19
Maastricht Antlaşması Madde 3b
Jonathan Golub, “British Sovereignity and the Development of EC Environmental Policy”,
Environmental Politics, vol: 5, no 4, 1996, p.718-719.
21
Integrated Pollution Prevention and Control Proposal
22
Han Somsen, “Dynamics, Process and Instruments of Environmental Decision-Making in the
European Union” (161-205), Derleyen Tim Jewell ve Jenny Steele, Law in Environmental
Decision-Making: National, European and International Perspectives, Clarendon Press,
Oxford, 1998. p. 205.
23
Peter Bursens, “Environmental Interest Representation in Belgium and the EU:
Professionalisation and Division of Labour within a Multi-Level Governance Setting”,
Environmental Politics, vol: 6, no 4, 1997, p.57.
20
38
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
Avrupalılaşma süreci, AB Çevre Politikasının etkinliği üzerine çalışan
araştırmacılar için önemli bir analiz aracı sağlamıştır. Bu konudaki araştırmacılar
Avrupalılaşma seviyesinin yeterli oranda gerçekleştiği üye devletlerde, AB Çevre
Politikasının da daha etkin bir şekilde uygulandığı sonucunu çıkarmaktadır. Bu
yaklaşımı benimseyen Knill24 üye devletlerde farklı düzeylerde gerçekleşen
Avrupalılaşmanın üye devletlerin ulusal sistemleri üzerindeki etkisini incelemiştir. AB
politikalarının etkin bir şekilde uygulanma düzeyi Knill25 tarafından, “AB yasaları
tarafından tanımlanan amaçları yerine getirebilmek için ulusal düzeyde ulus-üstü
önlemlerin pratik kullanımı ve resmi olarak kuralların yansıtılma seviyesi” olarak ortaya
koyulmaktadır. Knill’e göre politikaların uygulanması incelenirken ‘adaptasyon baskısı’
önemli bir analitik kavram özelliği taşımaktadır. Burada adaptasyon baskısı “AB’nin
talepleri ile ulusal yapılar arasındaki kurumsal uyuşmazlık seviyesi” olarak ortaya
koyulmaktadır.
Knill26 bu adaptasyon baskısını temel olarak üç seviyede açıklamaktadır. Bu üç
seviyede meydana gelen baskıya göre politikanın uygulanması başarı veya başarısızlık
ile sonuçlanmaktadır. Sözü edilen ayırıma göre ilk seviye ‘yüksek adaptasyon
baskısıdır’. Buna göre AB’den bir üye devlete yüksek adaptasyon baskısının bulunduğu
bir durumda, politikanın uygulanmasının başarısızlık ile sona ermesi büyük olasılıktır.
Bunun nedeni de AB’nin üye ülkedeki ‘ulusal kurumların öz yapıları ve pratiklerinde’
değişiklik yapılmasını talep etmesi ve bunun da gerçekleşmesinin mümkün olmaması,
bundan dolayı da AB politikalarının uygulama aşamasında etkin olamayacağından
ötürüdür.
İkinci seviye ise ‘düşük adaptasyon baskısıdır’. Buna göre ulusal sistemler
üzerinde düşük seviyede adaptasyon baskısı bulunması durumunda, AB politikaları ve
ulusal sistemler arasında bir mutlak uyum olduğu kabul edilmekte, böylece ulusal
sistemin yapısında ve pratiklerinde bir değişim talebi bulunmamaktadır. Bu durumda
uygulama da başarı olası görünmektedir. Ara bir seviye olan ‘orta adaptasyon
baskısında’ ise AB, ulusal sistemlerde sadece öz idari geleneklerde bir değişiklik
yapılmasını talep etmekte, öz yapıların kendisinde bir değişiklik öngörmemektedir.
Sonuçta yüksek adaptasyon baskısına göre politika uygulamada daha fazla, buna
karşılık düşük adaptasyon baskısına göre uygulamada daha az başarı beklenmektedir.
Düşük adaptasyon baskısında üye devlet, AB’den gelen uygulama taleplerini
kolaylıkla mevcut kurumlarında önemli değişiklikler yapmadan karşılayabilmektedir.
Öbür taraftan üye devletler üzerinde yüksek veya orta seviyede adaptasyon baskısının
bulunması durumunda, idari değişiklikler yapılması gerekmektedir. Özellikle yüksek
adaptasyon baskısının bulunması durumunda, ulusal sistemde radikal değişiklikler
yapılması gerekmekte ve mevcut idari yapıda politikanın uygulanması neredeyse
24
Christoph Knill, “The National Impact of European Union Regulatory Policy: Three
Europeanization Mechanisms”, European Journal of Political Research, vol: 41, 2002, p.256.
25
Christoph Knill, “European Policies: The Impact of National Administrative Traditions”,
Journal of Public Policy, vol: 18, no 1, 1998, p. 2.
26
Knill, European Policies:..., p.7.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
39
mümkün görünmemektedir. Knill’e27 göre AB politikalarının ulusal idarelerin özüne
meydan okuduğu durumlarda, başarısız uygulama sonuçlarının doğması büyük bir
olasılıktır. Bunun nedeni de öz değerlerin kurumsal çerçeve içerisinde, derinlerde
kökleşmiş olmasında yatmaktadır. Öz değerlerde radikal bir değişiklik yapılmasını talep
eden politikaların olduğu gibi uygulanması durumunda, muhtemel sonucun AB
taleplerini karşılayamayan eksik, doğru olmayan veya sembolik adaptasyonlar olacağı
belirtilmektedir.
Knill’in bu düşüncesi Haverland28 tarafından da ele alınarak, bu konuya farklı bir
yaklaşım açısı getirilmiştir. Haverland, Knill’in tersine yüksek adaptasyon baskısının
her zaman başarısızlık ile sonuçlanmayacağını ön görmektedir. Haverland buna örnek
olarak ‘ambalaj atığı yönergesinin’ uygulanmasını göstermektedir. Haverland bu
yönergenin uygulanmasının, Knill’in ‘yüksek adaptasyon baskısında AB politikalarının
uygulanmasında başarısızlık olacağı’ öngörüsüne tezat oluşturduğu görüşündedir.
‘Ambalaj Atığı’ Yönergesi’nin uygulanması esnasında İngiltere üzerinde yüksek
adaptasyon baskısı ve Almanya üzerinde düşük adaptasyon baskısı bulunmasına
rağmen, bu yönerge İngiltere’de başarı ile uygulanmış ancak Almanya’da uygulamada
başarısızlık meydana gelmiştir. Haverland’a göre yönergenin her ne kadar İngiltere’nin
geleneksel yönetim tarzına ters hükümleri bulunsa da kurallara uygun bir şekilde
uygulanmıştır.
Börzel29 ‘uygulamada adaptasyon baskısına’ farklı bir yaklaşım getirmektedir. Bu
yaklaşıma göre uygulamada yetersizlikler her üye ülkede meydana gelebilir. Bütün üye
devletlerin AB politikaları ile idari ve yasal sistemleri arasında ‘uyumsuzluk’ (misfit)
meydana gelebilir. Börzel AB politikaları ve üye devletlerin idari ve yasal sistemleri
arasında uyumsuzluk olduğu zaman, üye devlet üzerinde harici bir baskının idari ve
yasal sistemde değişiklikler talep edeceğini tıpkı Knill gibi ortaya koymaktadır. Bu idari
ve yasal değişikliğin ise siyasal ve maddi olarak yüksek maliyetler taşıdığını bundan
dolayı da kamu otoritelerinin bu yüksek maliyeti taşımak konusunda isteksiz
davrandığını açıklamaktadır. Bütün bunlara rağmen Börzel ulusal sistemlerde
değişikliklere karşı olunsa bile, idari ve yasal reformların ‘çekiş ve itiş’ faktörü ile
gerçekleştirilebileceğini öngörmektedir. Bu düşünceye göre AB’den gelen harici
baskının yanı sıra, çevre politikasının uygulanmasında üye devletlerdeki ‘iç’ (domestic)
aktörler örneğin sivil toplum örgütleri, uygulamadaki başarı için büyük önem
taşımaktadır. Eğer merkezi idare sistemi üzerinde reform yapması için bir iç baskı yok
ise, o zaman AB politikasının uygulamasında başarısızlığının meydana gelmesi büyük
bir olasılıktır.
Avrupalılaşma sürecinin çevresel ve diğer sivil toplum örgütleri üzerindeki olumlu
etkisi göz önüne alındığı takdirde bu düşünce ilk bakışta geçerli olarak görünse de, yine
27
Knill, European Policies:..., s.8.
Markus Haverland, “National Adaptation to European Integration: The Importance of
Institutional Veto Points”, Journal of Public Policy, cilt 20, no 1, 2000, s. 84.
29
Tanja Börzel, “Why There is No Southern Problem. On Environmental Leaders and Laggards
in the European Union”, Journal of European Public Policy, vol: 7, no 1, Mart 2000, p.148.
28
40
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
de sivil toplum örgütlerinin ortaya koyduğu iç baskının gücü çok dikkatle ele
alınmalıdır. Bu açıdan Ward ve Lowe’nin30 çalışması bize bu konuya yaklaşımda
yardımcı olmaktadır. Ward ve Lowe yaptıkları araştırmada, İngiliz çevre gruplarının
AB kurumlarından çok, ulusal hükümet ile olan ilişkilerine değer verdiklerini görmüş,
dahası çevreci baskı gruplarının çoğunun Avrupa kurumları ile sınırlı bir ilişki içinde
bulunduklarını belirtmiştir. Buradan yola çıkarak AB’nin Avrupalılaşma sürecinde
çevre politikalarının uygulanmasında, üye devletler üzerinde sivil toplum örgütleri yolu
ile bir iç baskı yaratmak istemesi mümkündür ancak bunun gerçekleşmesi için
koşulların ne kadar uygun olduğu sorusu akla gelmektedir.
Knill Avrupalılaşma sürecinde çevre politikasının uygulanmasında, bir diğer
önemli faktör olarak ‘kurumsal veto noktalarını’ incelemektedir. Knill’e31 göre İngiltere
örneğinde “idari reformların yerine getirilmesi ve uygulanması kapasitesi, İngiltere’de
az sayıdaki kurumsal veto noktasının olması ve İngiliz siyasal sistemindeki merkezi
hükümetin güçlü konumu sayesinde yeterli ölçüde bulunmaktadır”. Buna göre eğer bir
üye devlette yapılacak reformlara karşı çok sayıda kurumsal veto noktasının bulunması
durumunda, aynı şekilde AB politikalarının da uygulanması da bir o kadar zor
olmaktadır. Knill’in bu yaklaşımı Jordan’ın konu ile ilgili verdiği örnek ile de
örtüşmektedir. Jordan32 İngiltere Çevre Müdürlüğü’nün (Department of Environment)33
Avrupa Tek Senedi görüşmeleri sırasında önceleri ATS’de yer alan ‘nitelikli oy
çokluğu’ sisteminin çevresel konularda kullanımına karşı çıktığını, daha sonra ise
merkezi hükümetin AB pazarının derinleşmesinin İngiltere’ye olan yararlarını
kaybetmemek için Çevre Müdürlüğü’nü ikna etmesi sonucunda, Müdürlüğün nitelikli
oy çokluğu sisteminin kullanımına karşı olan tutumunu değiştirdiğini ve çevre
politikasının Avrupalılaşmasına karşı bundan sonra bir veto noktası oluşturmadığını
açıklamaktadır.
Liefferink ve Jordan’ın AB’de 10 üye devlette yaptıkları ulusal çevre
politikalarının Avrupalılaşması çalışması, bize Avrupalılaşmanın üye devletler
üzerindeki etkisini incelemek açısından büyük katkıda bulunmaktadır. Liefferink ve
Jordan34 Avusturya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda, Hollanda,
İspanya, İsveç ve İngiltere’yi kapsayan çalışması sonucunda Avrupalılaşma sürecinin
üye devletlerin ‘siyasal içerik’ ile ilgili konuları etkilediğini ve bunun içinde yer alan
politika araçları, standartlar gibi konuların Avrupalılaşmadan en çok etkilenen konular
30
Stephen Ward ve Philip Lowe, “National Environmental Groups and Europeanisation: A
Survey of the British Environmental Lobby”, Environmental Politics, vol: 7, no 4, 1998, p.163164.
31
Christoph Knill, “European Policies: The Impact of National Administrative Traditions”,
Journal of Public Policy, vol: 18, no 1, 1998, p.14.
32
Bakınız Andrew Jordan, “National Environmental Ministries: Managers or Ciphers of
European Union Environmental Policy?”, Public Administration, vol: 79, no 3, 2001.
33
1997 yılından beri İngiltere Çevre Müdürlüğü, Çevre, Ulaşım ve Bölgeler Müdürlüğü
(Department of the Environment, Transport and the Regions) olarak adlandırılmaktadır.
34
Duncan Liefferink ve Andrew Jordan, “An ‘Ever Closer Union’ of National Policy? The
Convergence of National Environmental Policy in the European Union”, Quenn’s Papers on
Europeanisation, no 10, 2002, p.3.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
41
olduğunu belirtmektedir. Buna karşılık üye devletlerin siyasal kurumlarının ve bunların
siyasal üsluplarının Avrupalılaşmanın etkisinden uzak kaldıkları ortaya konulmaktadır.
Bu açıdan bakıldığında Avrupalılaşmanın etkisi hukuki düzenlemeler üzerinde daha
etkin olmasına rağmen, politikanın uygulanmasında farklı bir görüntü belirmektedir.
Yönergelerin uygulanmasında birincil derecede önem sahip olan siyasal kurumlar ve
bunların siyasal üslupları üzerinde Avrupalılaşmanın etkisi oldukça sınırlı kalmaktadır.
Yukarıda belirtildiği gibi Liefferink ve Jordan35, Avrupalılaşmanın üye devletler
üzerindeki etkisini siyasal içerik (policy content), siyasal üslup (policy style) ve siyasal
yapı (policy structure) olmak üzere üç farklı ama birbirini tamamlayan boyutta
incelemiştir. Birinci boyut olan siyasal içerikte ‘önleyici yaklaşım’ bir başka deyişle
kirliliğin sonuçlarını daha sonra onarmak yerine kirliliği kaynağında engellemek
yaklaşımı, 1983 yılındaki ‘Üçüncü Çevre Eylem Planından’ beri AB Çevre
Politikasında önemli bir görüş oluşturmuştur. Bunun sonucunda 1980’ler ve 1990’larda
pek çok çevresel yönerge, önleyici yaklaşımı öne çıkararak düzenlenmiştir. Böylece
hava ve su koruma konusunda bir çok emisyon sınırlaması getirilmiştir. Bunun dışında
birçok idari yöntemde AB tarafından gündeme alınmıştır. Bunlar arasında ‘Çevresel
Etki Değerlendirme’ (ÇED) ve ‘Çevresel Bilgiye Erişim’ (ÇBE) belli başlı örnekler
olarak gösterilebilir. Yukarıda anlatılan siyasal içeriğin üye devletlerde Avrupalılaşması
farklı düzeylerde gerçekleşmiş ve genel olarak bakıldığı zaman Almanya, Hollanda,
İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler önleyici yaklaşımı kendi siyasal içeriklerine İngiltere,
İrlanda, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelere nazaran daha başarılı uyarlamıştır.
Liefferink ve Jordan36, siyasal içerikte ki bu farklı Avrupalılaşma düzeylerini daha
önce anlatılan Börzel’in ‘uygunsuzluk’ (misfit) yaklaşımından giderek açıklamaktadır.
Buna göre önleyici yaklaşım bazı ulusal sistemlere uyumsuzluk göstermekte ve bundan
dolayı uygulamada farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak önleyici
yaklaşımı savunan ‘su ve hava kirliliği’ yönergeleri, İrlanda ve İngiltere gibi bu tür
yaklaşıma uzak pratikleri olan ülkelere uyumsuzluk göstermiş ancak bu yönergelerin
düzenlenmesinde önemli pay sahibi olan ülkelere kolaylıkla uyum göstermiştir. Bu
ortaya çıkan uyumsuzluk sonucunda İngiltere, Finlandiya, Fransa ve Yunanistan gibi
ülkeler yaptıkları ulusal düzenlemelerde nispeten daha az açık kirlilik standartları
uygulamışlardır. Liefferink ve Jordan yine de bu farklılıklara rağmen, Avrupalılaşmanın
üye devletlerin siyasal içeriklerinde uyum sağladığını ve üye devletlerin endüstri
sektöründeki kirlilik sınırları ve paket atıklarındaki yeniden kullanım hedefleri gibi
konularda ortak çevresel standartlarının oluştuğunu belirtmektedir. Buradan hareketle
Avrupalılaşmanın etkisi en görünür ve geçerli şekilde üye devletlerin siyasal
içeriklerinde görülmektedir.
Siyasal üslup boyutunu incelediğimiz zaman ise, Liefferink ve Jordan’a37 göre üye
devletlerin siyasal üslubunda önemli olarak nitelendirilecek bir değişim söz konusu
35
Liefferink ve Jordan, An ‘Ever Closer..., p.7.
Liefferink ve Jordan, “The Europeanisation of National Environmental Policy: A Comparative
Analysis”, GAP Working Paper Series, no 14, 2002, p. 7.
37
Liefferink ve Jordan, The Europeanisation of National, p.10.
36
42
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
değildir. AB tarafından öngörülen önleyici yaklaşım, Avrupalılaşma sürecinde üye
devletlerin geleneksel reaksiyon tarzını yani önceden önlem alma yerine, sorun ortaya
çıktıktan sonra çözüm üretme üslubunda fazla bir değişikliğe yol açmamıştır. Örneğin
İngiltere, Yunanistan ve İspanya gibi üye devletlerin siyasal üsluplarında bir değişiklik
olmamıştır.
Siyasal yapı da ise Liefferink ve Jordan’a38 göre yine Avrupalılaşma açısından
siyasal yapı kurumlarında önemli olarak değerlendirilebilecek bir değişim yoktur. Buna
rağmen başta üye devletlerin Çevre Bakanlıkları olmak üzere merkezi hükümetlerin
Avrupalılaşma süreci ile konumlarını güçlendirdikleri görülmektedir. AB üst-yapı
alanında alınan çevresel kararların başlıca bütün üye devletlerin çevre bakanlarının
toplandığı ‘Çevre Konseyinde’ görüşülmesi, çevre bakanlıklarına ulusal çevre
konularını temsil etmede öncelikli bir rol tanımıştır. Böylece diğer bakanlıklar ile olan
anlaşmazlıklarda, çevre bakanlığının konumu ortak hükümet tavrını belirlediği için
güçlenmiştir. Bunun dışında yine Liefferink ve Jordan’a39 göre Avrupalılaşma süreci
merkezi hükümetin güçlenmesine yardımcı olmuştur. Bu durum sadece İngiltere gibi
“çevresel alanda geleneksel yerel esnekliğe sahip olan bir üniter devlet” için değil, aynı
zamanda Almanya gibi federal yapıya sahip bir devlet içinde geçerlidir. Yerel
hükümetler zorlukla AB sürecine katılım gösterebilmektedir. Örneğin AB içerisinde
yerel hükümetlerin katılımı için en fazla kurumsallaşmış platform olan ‘Bölgeler
Komitesi’ (the Committee of the Regions) bile yerel hükümetlerin sisteme katılımı için
yeterli olamamaktadır. Bu yetersiz katılımın nedeni iki şekilde açıklanmaktadır.
Birincisi AB’nin çok-katmanlı karmaşık siyasal süreci yerel aktörlerin daha etkin rol
almasını engellemektedir. İkincisi ve daha geçerli görüleni ise ulusal hükümetlerin AB
Mevzuatını uygulamada başlıca sorumluluğa sahip olmalarıdır. AB’nin oldukça detaylı
teknik kararları bölgesel veya yerel otoritelerin bu teknik standartları yorumlamasını
sınırlamakta ve onların üzerinde büyük baskı oluşturmaktadır. Üye devletin mevzuatına
geçirilen teknik standartlar, ulusal hükümeti en önemli uygulayıcı aktör konumuna
getirmektedir.
Göreceli olarak Avrupalılaşmanın siyasal içerik üzerindeki daha fazla olan etkisi,
AB üst-yapısının politikaların düzenlenmesi açısından daha güçlü olduğunu
kanıtlamaktadır. Avrupalılaşma birçok yönden çevresel standartlar açısından üye
devletlerde bir birlik sağlamıştır. Ancak politikaların uygulanmasında bunun tam tersi
bir durum geçerlidir. Avrupalılaşmanın siyasal yapı ve üslup üzerindeki çok sınırlı olan
etkisi, henüz Avrupalılaşmanın üye devletlerin uygulamaya yönelik siyasal sistemlerine
etkin bir şekilde nüfuz edemediğini göstermektedir.
Buradaki en dikkat değer durum ise yerindenlik ilkesinin Avrupalılaşmasındadır.
Bu durum bir kez daha AB’nin karar alma ve daha sonra uygulama safhalarının ne
kadar farklı özellikler taşıdığını da gözler önüne sermektedir. Avrupalılaşma sürecinin
başlangıç aşamasında yerindenlik ilkesi, AB üst yapısının çevre politikasında daha
güçlü kılınması düşüncesi ile AB siyasal sistemine sunulmuştur. Bunun yanında AB’de
38
39
Liefferink ve Jordan, An ‘Ever Closer…., p. 9.
Liefferink ve Jordan, The Europeanisation of National, p. 9.
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
43
kararların mümkün olduğu kadar yerel düzeydeki hükümetlerin katılımıyla alınması ve
uygulamada yerel yönetimlerin söz sahibi olması öngörüsü de yine yerindenlik ilkesi
için yapılmıştır.
AB politika düzenleme alanının Avrupalılaşmasına rağmen, AB politika uygulama
alanının çok sınırlı olarak Avrupalılaşması, paradoksal bir şekilde başlangıçtaki
düşüncenin tersi bir sonuca neden olmuştur. Avrupalılaşma sürecinde AB Çevre
Politikası için ortak teknik standartların oluşturulması sonucunda, bu standartların
uygulanmasında yerel otoriteler çeşitli nedenlerle devre dışı kalmaktadır. Bunun yerine
yerindenlik ilkesinin çıkış noktasının tam tersi olarak ulusal hükümetler uygulamada
daha da güç kazanmışlardır. Bu da yerindenlik ilkesinin üye devletlerce kendi siyasal
sistemlerine göre yorumlamasının yanı sıra, AB’nin karmaşık siyasal süreci ve çevre
politikasının uygulamasındaki zorlukların neden olduğu bir netice olmuştur.
Sonuç
AB’nin Bütünleşmesi bir diğer anlatımla Avrupalılaşma süreci, sadece üye
devletlerin ulusal politikalarını, kurumlarını çeşitli derecelerde etkilemekle kalmamakta,
buna karşılık üye devletlerde AB’yi kendi siyasal sistemlerine uygun bir yapıda olması
için etkilemeye çaba harcamaktadır. Böylece Avrupalılaşma sürecinde birbirlerini
etkilemeye çalışan iki taraf arasında karşılıklı bir ilişkiye tanıklık edilmektedir. Benzer
etkileşim AB Çevre Politikasında Birlik üst-yapısı ve üye devletler arasında da kendini
göstermektedir. Bunun en güzel örneklerinden birisi, Avrupalılaşma süreci ile eş
zamanlı olarak önem kazanan AB Çevre Politikasının etkin bir şekilde uygulanması için
ortaya atılan yerindenlik ilkesinin yorumlanmasında görülmektedir. Yerindenlik
ilkesinin, AB siyasal sürecine Avrupa Tek Senedi ile girmesinden itibaren
yorumlanmasında çeşitli farklılıklar görülmektedir. Bu durum yukarıda açıklanan
Avrupalılaşma süreci ile hem Birlik üst yapısının üye devletleri, hem de üye devletlerin
AB Kurumlarını etkileme çabalarını bir kez daha ortaya koymaktadır. AB Çevre
Politikasının daha etkin bir şekilde uygulanabilmesi için ortaya koyulan yerindenlik
ilkesi, başlangıçta Birlik üst yapı kurumlarına ve üye devletlerin yerel yönetimlerine
daha fazla yetki verilmesi şeklinde yorumlanmak istenmiştir. Ancak yapılan bu
yorumlamaya başta İngiltere olmak üzere kendi siyasal yapısı buna uymayan üye
devletler tarafından karşı çıkılmış ve yerindenlik ilkesi son aşamada üye devletlerin
siyasal alanlarındaki imtiyazlarına dokunulmadan yorumlanmıştır. Bu şekilde
Avrupalılaşma sürecinin sadece üye devletlerin siyasal yapısını etkilemediği, aynı
zamanda üye devletlerin de AB siyasal sistemini nasıl etkilediği belirginleşmektedir.
Avrupalılaşma süreci ile AB Çevre Politikasının daha etkin bir şekilde
uygulanabilmesi için, yerindenlik ilkesinin üye devletlerin yerel yönetimlerinin AB
siyasal sürecine katılımlarını sağlamak şeklinde yorumlanması düşüncesi, yine aksi bir
sonuç ile karşılaşmıştır. AB Çevre Politikasında Avrupalılaşma süreci, siyasal sistemin
daha çok siyasal içeriğini, bir diğer deyişle çevre mevzuatını etkilemesi sonucunda,
oldukça gelişmiş çevre standartları oluşturulmuştur. Buna karşılık mevzuatın öngördüğü
standartların uygulanması çok teknik ve karmaşık bir konu olduğundan dolayı, bunların
uygulanabilmesi yerel yönetimlerden çok ancak merkezi hükümetler eliyle
44
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
gerçekleştirilebilmektedir. Böylece Avrupalılaşma sürecinin önceden çevre
politikasında yerindenlik ilkesi için savunduğu görüş açısının tam tersi bir durum ortaya
çıkarak, çevre politikasının uygulanmasının getirdiği zorluklar yerel hükümetlerin AB
siyasal sürecine katılımlarını sınırlamaktadır.
Kaynakça
Elizabeth BOMBERG, John PETERSON, “Policy Transfer and Europeanization:
Passing the Heineken Test?”, Queen’s Papers on Europeanisation, no:2/2000,
2000, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers)
Tanja BÖRZEL, “Why There is No Southern Problem. On Environmental Leaders and
Laggards in the European Union”, Journal of European Public Policy, vol.7, no
1, March 2000, p. 141-162
Simon BULMER, Martin BURCH, “Coming to Terms with Europe: Europeanisation,
Whitehall and the Challenge of Devolution” Queen’s Papers on
Europeanisation, no 9/2000, p.1-27, 2000, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers).
Simon BULMER, Claudio RADAELLİ, “The Europeanisation of National Policy?”
Queen’s Papers on Europeanisation, no 1/2004, p.1-22, 2004,
(http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers).
Peter BURSENS, “Environmental Interest Representation in Belgium and the EU:
Professionalisation and Division of Labour within a Multi-Level Governance
Setting”, Environmental Politics, vol.6, no.4, p.51-75, 1997
Michael FRANKLIN, John WILKE Britain’s Future in Europe, London, Pinter
Publishers, 1990
Stephen GEORGE, “The Europeanisation of UK Politics and Policy-Making: the Effect
of European Integration on the UK” Queen’s Papers on Europeanisation, no
8/2001, p.1-8, 2001, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers).
Jonathan GOLUB, “British Sovereignity and the Development of EC Environmental
Policy”, Environmantal Politics, vol. 5, no 4, Winter 1996, p.700-728, 1996
Markus HAVERLAND, “National Adaptation to European Integration: The Importance
of Institutional Veto Points” Journal Of Public Policy, vol. 20, no 1, p.83-103,
2000
Tim JEPPESEN, “EU Environmental Policy in the 1990s: Allowing Greater National
Leeway?” European Environment, vol. 10, p.96-105, 2000
Andrew JORDAN, Tim JEPPESEN, “EU Environmental Policy: Adapting to the
Principle of Subsidiarity?” European Environment, vol.10, p. 64-74, 2000
Andrew JORDAN, “National Environmental Ministries: Managers or Ciphers of
European Union Environmental Policy? Public Administration, vol.79, no 3,
2001, p.643-663, 2001
AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK
45
Christoph KNILL, “European Policies: The Impact of National Administrative
Traditions”. Journal of Public Policy, vol. 18, no.1, p.1-28, 1998
Christoph KNILL, “The National Impact of European Union Regulatory Policy: Three
Europeanization Mechanisms”, European Journal of Political Research, vol. 41,
p. 255-280, 2002
Duncan LIEFFERINK, Andrew JORDAN “An ‘Ever Closer Union’ of National Policy?
The Convergence of National Environmental Policy in the EU”, Queen’s Papers
on
Europeanisation,
no
10/2002,
p.1-15,
2002,
(http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers).
Duncan LIEFFERINK, Andrew JORDAN, “The Europeanisation of National
Environmental Policy: A Comparative Analysis”. GAP Working Paper Series,
no 2002/14, p.1-18, 2002
Gary MARKS, “European Integration from the 1980s: state centric v. Multilevel
Governance,” Journal of Common Market Studies, vol. 34, no 3, 1996, Alıntı
yapan Clive ARCHER, The European Union: Structure and Process, London,
Continuum, p.33, 2000
John McCORMICK, The European Union: Politics and Policies, Oxford, Westview
Press, 1996. McCORMICK, John, “Environmental Policy”, (193-210) Derleyen
Laura CROM, Desmond, 1996
Neill NUGENT DINAN, Developments in the European Union, New York, St.
Martin’s Pres, 1999
Ayşegül MENGİ, Nesrin ALGAN, Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel
Sürdürülebilir Gelişme: AB ve Türkiye Örneği, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003
Vaughne MILLER, “The Danish Referendum on Economic and Monetary Union”,
House of Commons, International Affairs and Defence Section, Research Paper,
00/78, 29 Eylül 2000, p.1-24, 2000
John PETERSON, Elizabeth BOMBERG, Decision-Making in the European Union,
London, Macmillan, 1999
David SHAW, Vincent NADIN, Kim SEATON, “The Application of Subsidiarity in the
Making of European Environmental Law” European Environment, vol.10, p.8595, 2000
Han SOMSEN, “Dynamics, Process and Instruments of Environmental DecisionMaking in the European Union”, Derleyen Tim JEWELL ve Jenny STEELE, Law
in Environmental Decision-Making: National, European and International
Perspectives, p.161-205, Oxford, Clarendon Pres, 1998
Wolfgang STREECK, “Neo-Voluntarism: A New European Social Policy Regime”
Governance in the European Union, Derleyen Gary MARKS ve Philippe
SCHMITTER, London, Sage Publications, 1996
46
FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU
Stephen WARD, Philip LOWE, “National Environmental Groups and Europeanisation:
A Survey of the British Environmental Lobby”, Environmental Politics, vol. 7,
no 4, p.155-165, 1998
Ankara Avrupa SUPRANASYONAL
Çalışmaları Dergisi
BİR
Cilt:
8, No:2OLARAK
(Yıl: 2009), s.47-64
TASARRUF
ŞEKLİ
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK
TOPLULUĞU’NA ÜYELİK BAŞVURUSU’NUN
BASINA YANSIMALARI
Kaan GAYTANCIOĞLU∗
Özet
Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal
Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tarafından 1957’de
kurulmuştur. Ekonomik temeller üzerine kurulan AET’ye Yunanistan’ın 15 Temmuz
1959’da başvurusu üzerine dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin de
üyelik başvurusunda bulunması için harekete geçmiştir. Zorlu, Celal Bayar ve Adnan
Menderes ile görüşüp, Amerika Birleşik Devletleri’nin de olurunu aldıktan sonra
başvuru belgesini hazırlamış ve 31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin AET’ye üyelik için
başvurmasını sağlamıştır. Başvuru, kamuoyundan gizlenmiştir. Çünkü AET’nin
başvuruyu olası reddi, sıkıntılı günler geçiren Demokrat Parti’nin (DP) muhalefete
karşı güç kaybetmesine neden olabilecektir1. Fakat başvuruyla ilgili haberlerin basında
sıkça yer alması üzerine Hükümet, DP’nin yarı-resmi yayın organı niteliğindeki Zafer
Gazetesinde 7 Ağustos 1959’da yayınlanan “Müracaatımıza Dair Haber…” başlıklı
haberle, başvuruyu Türk kamuoyuna duyurmuştur.
Bu çalışma, Türkiye’nin AET’ye üyelik başvurusunun Türk basınına yansımalarını
ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu dönemdeki Türk basını taranmış olup, gazete
başlıkları incelenmiş ve köşe yazarlarının Türkiye’nin AET’ye üyelik başvurusuna
yaptıkları yorumlar analiz edilmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Avrupa Ekonomik Topluluğu, Demokrat Parti, Üyelik
Başvurusu, Zafer Gazetesi, Yunanistan.
Abstract
European Economic Community (EEC) was established in 1957 by West Germany,
France, Italy, Belgium, Nederland and Luxembourg after the Second World War.
∗ Öğretim Görevlisi, Namık Kemal Üniversitesi.
1
Çağrı Erhan, Tuğrul Arat, “AET’yle İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası,
Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, 7. Baskı, İstanbul, İletişim
Yayınları, 2003, s.819.
48
KAAN GAYTANCIOĞLU
Foreign Minister of the term, Fatin Rüştü Zorlu, took action to apply for membership of
Turkey to EEC which was established on economic basis, after Greece’s apply in 15
June 1959. Zorlu supplied Turkey’s membersip application to EEC after taking
permission from United States of America and meeting with Celal Bayar and Adnan
Menderes. Application was kept secret from public opinion. Because potential rejection
of application to EEC, could cause power loss for Democratic Party who was facing on
hard times to opposition group. Nevertheless, government announced the membership
application to Turkish public opinion with the title of this news: “Müracaatımıza Dair
Haber…”.
This paper aims to explain the reflections of Turkey’s application to EEC in the
Turkish media by researching tities of Turkish newspapers, comments of Turkish
newspapers’ columnists.
Key Words: European Economic Community, Democratic Party, Membership
Application, Zafer Newspaper, Greece.
Giriş
1699 Karlofça Antlaşması ile Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmeye başlayan
Osmanlı İmparatorluğu, öncelikle askeri konularda Avrupa’yı örnek almaya
yönelmiştir. Sultan III. Ahmet, Lale Devri olarak bilinen dönemde askeri konuda reform
hareketinin öncülüğünü yapmış fakat orduya Avrupa yöntemlerini benimsetme çabaları,
ulema-yeniçeri ittifakı tarafından engellenmiştir2. İşte bu dönemden Osmanlı
İmparatorluğu yıkılıncaya kadar geçen sürede Avrupa, askeri, ekonomik ve siyasi
konularda model alınmış, bir anlamda Avrupalı ülkeler arasına girilmeye ve Avrupalılar
gibi olunmaya çalışılmıştır.
29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulunca, Mustafa Kemal Atatürk’ün de
dış politika tercihi Batılı ülkelerden yana olmuştur. Bu dönemde Mustafa Kemal
Atatürk’ün dış politika ilkeleri “Tam Bağımsızlık”, “Ulusal Egemenlik” ve
“Batılılaşmak” ekseninde olup Türkiye ile Avrupalı devletler arasında ilişkilerin
geliştirilmesini esas almıştır3.
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti, iç ve dış etkenlerce
belirlenen yeni konjonktürde, bir kez daha çok partili bir siyasal yaşama geçiş kararı
almış ve Batılı ekonomilere uyum için gereken adımları atmaya başlamıştır. İşte tam bu
dönemlerde 1957’de kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvuru gündeme
gelmiştir. Ekonomik temeller üzerine kurulan AET’ye Yunanistan’ın 15 Temmuz
1959’da başvurusu üzerine dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin de
üyelik başvurusunda bulunması için harekete geçmiştir. Zorlu, Celal Bayar ve Adnan
Menderes ile görüşüp, Amerika Birleşik Devletleri’nin de olurunu aldıktan sonra
2
Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Çev.Sedat Cem Karadeli, 2. Baskı, İstanbul, Bilgi
Üniversitesi Yayınları, 2007, s.26.
3
Hasan Berke Dilan, Atatürk Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası, İstanbul, Alfa Yayınları,
1998, s.4.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
49
başvuru belgesini hazırlamış ve 31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin AET’ye üyelik için
başvurmasını sağlamıştır.
Çalışma, Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvurusunun Türk
basınına yansımalarını içermektedir. Konunun sınırlandırılması bakımından çalışma, 30
Temmuz 1959 ile 31 Ağustos 1959 tarihlerini kapsamaktadır. Bu tarihler arasında Zafer,
Akşam, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, Tercüman ve Vakit gazeteleri taranmış ve
Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurumuz hakkındaki haberler ve yorumlar
incelenmiştir.
Başvuru’nun Basına Yansıması ve Diğer Gelişmeler
(30 Temmuz 1959 -31 Ağustos 1959)
Türkiye, 1950’lerin ikinci yarısında, ekonomik ve siyasal şartlarda yaşadığı sıkıntı
nedeniyle zor günler geçirdiği için, Avrupa’da yükselmekte olan bütünleşme hareketine
önceleri kayıtsız kalmıştır4. Bu yüzden basında da Avrupa’daki bütünleşme hareketi
kendisine pek yer bulamamıştır. Önceki dönemlerde Avrupa’daki oluşumlara üyeliği bir
fırsat olarak gören Türkiye, bu harekete ilk başlarda sıcak bakmamıştır. Fakat Türkiye,
iç politikada yaşadığı bunalıma ve Avrupa’daki bütünleşme hareketinin geleceğinin
belirsizliğine rağmen 1959 yılından itibaren tarihsel, ideolojik, ekonomik ve siyasal
etkenlerden kaynaklanan bir güdüyle AET’yle (çalışmanın çoğu kısmında “Müşterek
Pazar” ismi kullanılacaktır) yakın ilişkiye geçme yollarını aramaya başlamıştır5. Bu
dönemden itibaren Türkiye’de Müşterek Pazar’a başvuru gündeme gelmeye başlamıştır.
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurmak için harekete geçmesini hızlandıran
etken ise Yunanistan’ın başvuru haberinin Ankara’ya ulaşması olmuştur. Dışişleri
Bakanlığı’nda ekibiyle yapmış olduğu fikir alışverişi sonrasında, dönemin Dışişleri
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu bir an önce, Çok Taraflı Ekonomik İşler Genel Müdürü’nü,
gerekli hazırlıkların yapılması için görevlendirmiştir6. Konu ilk ve son kez olmak üzere
30 Temmuz 1959’da, yani başvurudan sadece bir gün önce Bakanlar Kurulu’na
getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar dışında toplantıda dönemin Başbakanı Adnan
Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Maliye Bakanı Hasan
Polatkan, Devlet Bakanı Samet Ağaoğlu, Ticaret Bakanı Hayrettin Erkmen gibi bazı
bakanlarla, ilgili bürokratlar da yer almışlardır. Başvuru için yapılacak girişime Samet
Ağaoğlu dışında kimse itirazda bulunmamıştır7. Bir anlamda başvuru kararı “tepeden
inme” yöntemlerle alınmıştır8. Toplantı yapılmadan önce başvuru haberi çoktan basına
sızdırılmıştır. Bundan sonra gazetelerde başvuru haberleri ardı ardına çıkmaya
başlamıştır.
Türkiye’nin AET’ye başvurduğu ve başvurusunun daha sonra görüşüleceği haberi
ilk olarak; 30 Temmuz 1959 tarihli Akşam Gazetesi’nde yer almıştır. Bu haberde,
4
Ibid., Erhan, Arat, 2003, s.811.
Ibid., Erhan, Arat, 2003, s.813.
6
Şaban Çalış, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, 3. Baskı, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2006,
s.70.
7
Çalış, op. cit., 2006: 70.
8
Veysel Bozkurt, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bursa, Vipaş Yayınları, 2001, s.261.
5
50
KAAN GAYTANCIOĞLU
Türkiye’nin, Yunanistan ile aynı tarihte Müşterek Pazar’a üyelik için müracaat ettiğini,
bunun karşılığında Yunanistan’ın kabul edilip Türkiye’nin müracaatının konuşulmadığı
iddia edilmiştir. “Avrupa Müşterek Pazarı’na Alınmıyoruz” başlıklı yazıda dönemin
ekonomisinin müracaatın kabul edilmesini geciktirdiği şu cümlelerle yer bulmuştur:
“Belçika’nın başkenti Brüksel’de toplanan Avrupa Müşterek Pazarı
Dışbakanlar Konseyi muhtelif konular arasında Türkiye ile Yunanistan’ın
teşkilata alınmaları talebini görüşmüştür. (…)Yunanistan, altı memleketin
(Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) dâhil
bulunduğu Avrupa Müşterek Pazarı devletlerine Türkiye ile aynı zamanda
müracaat etmişti. İngiliz gazetesi Manchester Guardian’ın yazdığına göre
Fransa’nın desteği ile Yunanistan birliğe hemen kabul edilmiştir. Fakat
Türkiye’nin müracaatının görüşülmesi bazı sebepler yüzünden geri
bırakılmıştır. Konseye yakın çevrelerden ifade edildiğine göre
Türkiye’nin
iktisadi
durumu
istikrar
kesbetmeden
birliğe
alınmayacaktır…9.
Akşam’ın bu haberi hemen ertesi gün, Dışişleri Bakanlığı’nın (Çalışmanın çoğu
kısmında “Hariciye Vekâleti” ismi kullanılacaktır) Zafer Gazetesi’nde yayınladığı bir
bildiri ile yalanlanmıştır. Bu dönemde Zafer Gazetesi, iktidarın adeta “sesi” olmuştur.
“Henüz Müracaat Etmediğimiz Pazar Hakkında Yayınlanan Asılsız Haber” başlıklı
haberde Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmek için herhangi bir girişim yapmadığı Zafer
Gazetesi’nde çıkan bu bildiride dile getirilmiştir:
Dünkü Akşam gazetesinde “Avrupa Müşterek Pazar’ına
alınmıyoruz”, başlıklı bir yazı intişar etmiştir. Doğru olmayan bu haber
dolayısıyla aşağıdaki açıklamanın yapılmasına lüzum görülmüştür:
Avrupa serbest mübadele bölgesi tesisi hususunda Avrupa İktisadi
İşbirliği Teşkilatı içinde cereyan eden müzakereler müsbet bir neticeye
varamayınca, bir yandan daha önce Fransa, İtalya, Almanya ve Benelüks
memleketlerinin kurduğu Müşterek Pazar, diğer yandan mezkûr teşkilatın
geriye kalan azasından İngiltere, İsveç, Avusturya, Portekiz ve İskandinav
devletlerinin bir küçük serbest mübadele bölgesi ihdasına karar verdikleri
malumdur. Bu vaziyet muvacehesinde aynı teşkilat azasından Türkiye,
Yunanistan, İspanya, İzlanda ve İrlanda gibi az gelişmiş memleketler de
bu iki grup arasında kalmıştır. (…)Halen bahis konusu iki grup arasında
bulunmakta olan Türkiye her iki grupla da temas halinde olup,
kalkınmasının temini esbabının istikmaline çalışmaktadır. Fakat ne
birinci, ne de ikinci gruba girmek hususunda henüz herhangi bir
müracaat yapmamıştır. Binaenaleyh Türkiye’nin talebinin reddedildiği
haberi tamamıyla asılsızdır. Müttefikimiz Yunanistan ise yaptığı
müracaatlardan Türkiye’yi bilhassa haberdar etmektedir. Aldığımız resmi
9
“Avrupa Müşterek Pazarına Alınmıyoruz”, Akşam, 30 Temmuz 1959, s.1.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
51
malumata göre, Yunanistan Eylül’de Müşterek Pazar ile müzakerelere
girişecektir 10.
Hariciye Vekâleti’nin başvuru haberini yalanlaması veya bir süre gizlemesinin
çeşitli nedenleri olduğu söylenebilir. Fakat en önemli neden, AET’nin başvuruyu
reddetmesi halinde muhalefetin bunu kullanabileceği endişesinden kaynaklanmıştır11.
Bir anlamda Menderes Hükümeti, Brüksel’den “müspet” cevap alıncaya kadar konuyu
kamuoyundan gizlemek istemiştir12.
Hariciye Vekâleti’nin Akşam’ın haberini yalanlaması üzerine, 31 Temmuz 1959
günü Akşam Gazetesi “Avrupa Müşterek Pazarı’na Alınmıyoruz” ifadesini “Müşterek
Pazara Henüz Müracaat Edilmedi” başlığıyla düzeltmiştir. Haberde, Türkiye’nin, Altılar
(Fransa, F.Almanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda ve Belçika) ve Yediler (İngiltere,
İsviçre, Avusturya, Portekiz, Danimarka, Norveç ve İsveç) ismi verilen iki grupla da
temas halinde olduğu ve durumu analiz ederek ülke için hayırlısını seçeceği
belirtilmiştir. Henüz iki gruba da girmek için herhangi bir talepte bulunulmadığı,
dolayısıyla Türkiye’nin talebinin reddedilmiş olmasının da mümkün olmadığı ifade
edilmiştir13.
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a kabul edilmediğine dair bir yazı da 1 Ağustos
1959’da Yenigün Gazetesi’nden “O.E.C.E.’ye Bağlı Devletlerden Yalnız Türkiye,
Avrupa Müşterek Pazarı Dışında Kalıyor” başlığıyla yayımlanmıştır. Bunun üzerine
Hariciye Vekâleti, yine “yarı-resmi” yayın organı niteliğindeki Zafer Gazetesi’nde bu
haberi yalanlama gereği duymuştur:
Ankara’da münteşir Yenigün Gazetesi’nin dünkü nüshasında
“O.E.C.E.”ye bağlı devletlerden yalnız Türkiye, Avrupa Müşterek Pazarı
dışında kalıyor” başlıklı bir yazı çıkmıştır. Halbuki, Türkiye’den başka
İrlanda, İzlanda ve İspanya’da henüz ne Müşterek Pazara, ne de küçük
serbest mübadele bölgesine dâhil değildir. Yunanistan’a gelince: Bu
devletin Müşterek Pazar’a iltihakı talebi prensip itibariyle kabul edilmiş
ise de iltihak şartlarının müzakerelerine henüz başlanmamıştır. Esasen bu
hakikat Vekâletimizce evvelki gün başka bir gazetenin yanlış haberi
üzerine neşredilen tebliğde açıkça belirtilmiştir. Bu tebliğin bizzat
Yenigün Gazetesi’nin dünkü nüshasında neşredilmiş bulunduğunu da
bilvesile hatırlatmak isteriz 14.
Yenigün ve Akşam Gazetelerinin ardı ardına çıkardıkları haberlerle, iktidarı,
Müşterek Pazar’a müracaat için yönlendirmek istedikleri düşünülebilir. Çünkü
haberlerde Yunanistan’ın üyeliği sıkça işlenmiş ve Türkiye’nin ekonomik olarak bu
durumdan zararlı çıkacağının altı çizilmiştir. Belki de müracaat haberlerinin bu kadar
10
“Henüz Müracaat Etmediğimiz Pazar Hakkında Yayınlanan Asılsız Haber”, Zafer, 31 Temmuz
1959, s.1.
11
Erhan, Arat, 2003: 819.
12
Çalış, 2006: 73.
13
“Müşterek Pazara Henüz Müracaat Edilmedi”, Akşam, 31 Temmuz 1959, s.1.
14
“Hariciye’nin Açıklaması”, Zafer, 02 Ağustos 1959, s.1.
52
KAAN GAYTANCIOĞLU
çok dolaşmasında, iktidardaki Müşterek Pazar yanlılarının etkisi olduğu da söylenebilir.
Zaten toplantı yapılmadan önce basına başvuru haberi gizlice sızdırılmıştır.
Diğer yandan, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvuru haberi resmi olarak ilk defa
Associated Press tarafından duyurulmuştur. Bunun üzerine Türkiye’deki gazeteler birer
birer Türkiye’nin Müşterek Pazar başvurusunu gündeme taşımışlardır. Bu haberler
karşısında Hariciye Vekâleti herhangi bir yalanlamaya gitmemiştir.
5 Ağustos 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan “Müşterek Pazar İçin Türk
Talebi” başlıklı yazıda Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusunu mektup aracılığıyla
31 Temmuz’da yaptığını Türk kamuoyuna duyurmuştur:
Bu camiaya girmek için 31 Temmuzda baş idareci Hallstein’a
mektupla müracaatta bulunduğumuz ifade ediliyor. Avrupa Müşterek
Pazarı’nın bir idarecisi bugün Türkiye’nin bu iktisadi camia ile ortaklık
kurmak için müracaatta bulunduğunu söylemiştir. İdareciye göre Türk
Hükümeti bu hususta 31 Temmuzda Müşterek Pazarın Alman baş
idarecisi Walter Hallstein’a bir mektup yazmıştır. Bununla beraber,
Avrupa İktisadi Camiası, Türkiye’ye atfedilen teşebbüsü henüz resmen
açıklamamıştır. Müracaatın Müşterek Pazar Vekiller Konseyi tarafından
tasvip edilmesi lazımdır 15.
Türkiye’nin Avrupa Müşterek Pazarı’na müracaatı aynı gün Vakit Gazetesi’nde de
kendine yer bulmuştur. Vakit Gazetesi, Yunanistan’ın müracaatının kabul edildiğini de
yazısına eklemiştir16.
6 Ağustos 1959 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Türkiye’nin AET’ye müracaatı
“Avrupa Pazarı ve Türkiye” başlığıyla duyurulmuş ve Türkiye’nin üyeliği için kararın
Eylül 1959’da Belçika’da gerçekleşecek olan Vekiller Konseyi’nde verileceği
açıklanmıştır. Bu haberde ayrıca Avrupa Müşterek Pazarı’nın Türkiye’nin dış ticareti
açısından önemli olduğunun altı çizilmiş ve müracaatın yerinde olduğu ifade
edilmiştir17. Aynı tarihte “Avrupa Pazarına Üyeliğimiz Katileşiyor” başlığını atan Vakit
Gazetesi ise haberinde şu cümlelere yer vermiştir:
İhracatımızın yüzde 40’ı bu memleketlerle yapılmakta, ithalatımızın
yüzde 35’i bu memleketlerden olmaktadır. Bu bakımlardan Türkiye’nin
dış ticareti bakımından bu memleketlerin teşkil ettikleri bir birliğe girmesi
hayati ehemmiyeti haiz görülmektedir. Ancak prensip olarak bu teşkilata
kabulümüz kararlaştırıldıktan sonra şartlarımız bildirilecektir. Avrupa
Müşterek Pazarı’na dâhil altı memleket yaptıkları anlaşmalarda 12-15
senelik bir müddet zarfında gümrük hudutlarını birbirlerine açacaklar, bu
altı memleket tek gümrük ülkesi haline gelecektir 18.
15
“Müşterek Pazar İçin Türk Talebi”, Cumhuriyet, 05 Ağustos 1959, s.5.
“Avrupa Müşterek Pazarına Gireceğiz”, Vakit, 05 Ağustos 1959, s.1.
17
“Avrupa Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 06 Ağustos 1959, s.3.
18
“Avrupa Pazarına Üyeliğimiz Katileşiyor”, Vakit, 06 Ağustos 1959, s.1.
16
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
53
Müşterek Pazar’a girmek için Türkiye’nin müracaatta bulunduğuna dair
Associated Press ajansının verdiği haber, Hariciye Vekâleti yetkilileri tarafından 7
Ağustos 1959 tarihinde Zafer Gazetesi’nde çıkan aşağıdaki yazı ile teyit edilmiştir:
“Türkiye’nin umumiyetle, Avrupa’da her sahadaki entegrasyon
hareketlerine taraftar olduğu malumdur. Geçen sene sonunda, Avrupa’da
bütün O.E.C.E. memleketlerini içine alacak bir serbest mübadele
bölgesinin tesisi mümkün olamayınca, daha önce kurulmuş olan Müşterek
Pazar grubundan başka, iki ay evvel, bir de Küçük Serbest Mübadele
Bölgesi adı altında İngiltere, İskandinav Devletleri, Portekiz, İsviçre ve
Avusturya’dan müteşekkil ikinci bir grup kurulmuştur. Bu iki grubun
dışında kalan Türkiye, Yunanistan, İzlanda, İrlanda ve İspanya’dan
mürekkep diğer O.E.C.E. azası memleketler de, şüphesiz bu iki grupla
münasebetlerini tetkike başlamışladır. Bilindiği üzere Yunanistan’ın
Müşterek Pazar’a katılmak için geçen ay yaptığı müracaat, prensip
itibariyle kabul edilmiştir. Giriş şartları, muhtemelen Eylül ayında
müzakere edilip karara bağlanacaktır. Türkiye de, ticari ve iktisadi
münasebetlerinin mahiyeti icabı, aynı camiaya katılmaya karar vermiş
bulunmaktadır 19.
Bu arada Libre Belgique adlı ve güçlü bir okuyucu kitlesine sahip olan
muhafazakâr Belçika gazetesi 10 Ağustos 1959 tarihli yazısında, Türkiye ve
Yunanistan’ın “Avrupa İktisadi Camiasına” dâhil edilmelerinin henüz olanaksız
olduğunu belirten görüşlere yer vermiştir20. Bir anlamda Belçikalı gazetenin bakış açısı,
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’nın kalkınmasında Türkiye’nin ve
Yunanistan’ın birer engel olacağı iddiasını yansıtmıştır. Çünkü ekonomik olarak güçsüz
olan Türkiye ve Yunanistan, Avrupa’nın kalkınmasında bir yük taşımayacak, aksine bir
yük olacaktır.
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusu ardından Türk basınına yansıyan bir
diğer haberde ise, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a üye olması ile birlikte Avrupa Yatırım
Bankası’ndan kredi temin edebileceği ifade edilmiştir21.
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusunun ertesi günlerinde Alman İktisat
Bakanı Ludwig Erhard Türkiye’yi ziyaret etmiş; bu ziyarette Türkiye’nin “Avrupa
İktisadi Camiası” yani Müşterek Pazar’a yaptığı müracaat ile ilgili oturumların da
yapılacağı gazetelere yansımıştır22. Hürriyet’in haberine göre Türkiye’nin Müşterek
Pazara katılması konusunda yapılan oturum bir buçuk saatten fazla sürmüştür23.
Erhard’ın gelişi Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girişine bir destek vermek olarak
anlamlandırılabilir.
19
“Müracaatımıza Dair Haber Dün Teyid Edildi”, Zafer, 07 Ağustos 1959, s.1.
“Avrupa Müşterek Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 11 Ağustos 1959, s.1.
21
“Avrupa Yatırım Bankası Bize Kredi Açıyor”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 1959, s.1.
22
“Ludwig Erhard İstanbul’da”, Zafer, 18 Ağustos 1959, s.1.
23
“Erhard’ın Arzusu: Almanya Yardımı ile Türkiye’nin Zirai Sahada Kalkınması”, Hürriyet, 20
Ağustos 1959, s.1.
20
54
KAAN GAYTANCIOĞLU
20 Ağustos 1959’da dönemin Ticaret Vekili Hayrettin Erkmen, İzmir Fuarı
açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Avrupa Müşterek Pazarı’na girmek için
çalışmalarına hız verdiğini açıklamıştır24.
23 Ağustos 1959’da basına yansıyan haberler Alman İktisat Bakanı Erhard’ın
ziyareti sonucu açıklanan Türk-Alman Ortak Bildirisi ile ilgili olmuştur. Bu bildiride
Müşterek Pazar hakkında öne çıkan haberlerin ortak noktasında Almanya’nın
Türkiye’ye bu süreçte yardım edeceği yer almıştır25. Alman İktisat Bakanı Erhard ise
ziyareti sonrası Müşterek Pazar hakkında şunları söylemiştir:
(…) Türkiye’nin Müşterek Pazar’a iştiraki mevzuunu burada
mütalaa ettik. Bildiğiniz gibi, Türkiye ve Yunanistan Müşterek Pazar’a
katılmak üzere müracaat etmiştir. Türkiye’nin bu talebini Almanya yalnız
anlayışla karşılamakla kalmamış, katılmanın bir zaruret olduğu kanaati
ile bunun tahakkuku yolunda icap eden muhitlerde kendi imkanları
dahilinde söz söylemeyi tavassutta bulunmayı da kendi için zevkli bir
vazife saymıştır. İstanbul konuşmalarında meselelerimiz iki safha halinde
mütalaa edilmiştir. Tek hamlede Türkiye’nin devam ettirmekte olduğu
gayretleri neticesinde Avrupa iktisadi entegrasyonuna katılması yolları
aranmış, bunun tahakkuku çareleri gözden geçirilmiş, bu katılma
gerçekleştikten sonra da iki taraflı mahiyette göreceği yardımların imkan
ve derecesi tespit edilmiştir. Bu vaadde Almanya elinden geldiği nispette
yardımda bulunmayı kabul etmiştir(…)26.
Bu dönemde Alman İktisat Bakanı’nın Türkiye’ye gelişi, Türkiye’yi Müşterek
Pazar üyeliği yolunda umutlandırmıştır. Demokrat Parti, Almanya ve Müşterek Pazar’ın
diğer üyelerinin desteği ile ekonomik olarak çıkış yolunu bulacağını düşünmüştür.
Müşterek Pazar’a müracaat haberi basına çok sade bir şekilde yansımıştır. Bu
durumun, Türkiye’nin Müşterek Pazar hakkındaki bilgisinin az olmasından
kaynaklandığı söylenebilir. Fakat günün koşulları gereği Avrupa Müşterek Pazarı’nın
bu kadar genişleyip derinleşeceğini ve sonunda bir Avrupa Birliği’ne dönüşeceğini de
bu dönemde kimse tahmin edememiştir. Bu yüzden Türkiye’nin Müşterek Pazar için
“bekleyelim görelim” bakış açısı, müracaatın basın tarafından pek önemsenmemesini
beraberinde getirmiştir.
Müşterek Pazar’a Türk Basınından Bakış
Müşterek Pazar’a başvurumuz, Türk Basınında kendisine yer bulmuş ve bazı köşe
yazarları tarafından değerlendirilmiştir. Değerlendirmelerin büyük bir kısmında başvuru
24
“Liberasyon Yolu ile İthalat Arttırılacak”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959, s.1.
“Türk-Alman Müşterek Tebliği”, Zafer, 23 Ağustos 1959, s.4.- “Almanya Yardım Yapacak”,
Milliyet, 23 Ağustos 1959, s.1.- “Yarım Milyar Dolarlık Yatırım Yapılıyor”, Hürriyet, 23
Ağustos 1959, s.1.
26
“Misafir Nazırın Basın Toplantısı”, Zafer, 23 Ağustos 1959, s.4.- “Erhard Yatırım
Programımızı Destekliyor”, Akşam, 23 Ağustos 1959, s.1.- “Alman İktisat Bakanı Erhard’ın
Açıklaması”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 1959, s.5.- “Alman İktisat Nazırı Dün Gitti”, Tercüman,
23 Ağustos 1959, s.4.
25
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
55
olumlu bulunmuştur. Taranılan basın içinde, ilk değerlendirmenin Cumhuriyet Gazetesi
yazarı Mazhar Kunt’tan geldiği görülmüştür.
Mazhar Kunt’a göre Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusu yerinde olmuştur.
Genel olarak Müşterek Pazar’a üyelik çerçevesinde ülkede iki farklı sesin
yükseldiğinden bahseden Kunt, bu taraflardan birini “Avrupa’nın kaliteli mallarının”
ülkede yok satacağını ve “ticaret açığının kapanacağı yerde büyüyeceğini” savunanların
oluşturduğunu ifade etmiştir. Kunt, ülkede bazı kesimlerin ise ciddi bir şekilde
başvurunun olumlu olduğunu düşündüklerini iddia etmiş ve bu başvuruyla Yunanistan
ile rekabet ortamının sağlanabileceğini savunanları ülkedeki diğer ses olarak
göstermiştir. Kunt yazısından ayrıca şunlara değinmiştir:
Avrupa Müşterek Pazar’ını teşkil eden devletler camiası ile ortaklık
kurmak üzere müracaatta bulunmuş olmamız hadiseden henüz haberdar
olmayan büyük bir kütle üzerinde çok müsait tesirler uyandırmıştır.
Haber esasen bir müddetten beri ortalıkta ağızdan ağza dolaşmakta idi.
Fakat buna ihtimal vermeyenler çoktu. İleri sürdükleri sebepler de
yabana atılacak gibi değildi. Bunlara göre böyle bir iltihak vukuunda
sanayimiz atalete uğrayacak, Avrupa’nın kaliteli mamulü piyasamızı
istila edecek ve ticaret açığı kapanacağı yerde gittikçe büyüyecekti. Aksi
fikirde olanlar ise Avrupa Müşterek Pazar’ına iltihakımızı zaruri
görmekte idiler. Ve bu zaruret bilhassa Yunanistan’ın bu yolda yaptığı
müracaattan sonra artık önünden kaçınılmaz bir hal almıştı. Hakikatte
bizce de bu pazara katılmamız elzemdi. Çünkü Yunanistan’ın buraya
girmesinden sonra komşumuzun memleketimizde benzeri olan mahsulleri
kolaylıkla ihraç edebilirken bizimkilere bu rüçhan tanınmayacaktır 27.
Dönemin Hürriyet Gazetesi yazarı Memduh Yaşa da Müşterek Pazar’a
başvurumuz ile ilgili Mazhar Kunt’un görüşlerine yakın yazılar yazmıştır. Yaşa,
Yunanistan’ın Müşterek Pazar’a girişi ile birlikte Türkiye’nin pazar payını kapayacağını
ve Türkiye’nin bu birlikten ayrı kalmasıyla ekonomik olarak güçsüzleşeceğini aşağıdaki
cümleleriyle iddia etmiştir:
Türkiye ile Yunanistan birçok maddelerin fakat bilhassa tütün ile
kuru üzüm ihracında birbirleri ile rakip vaziyettedirler. Yunanistan
Müşterek Pazar’a girmekle daha şimdiden pazarın diğer memleketlerine
tanınan %20 nispetindeki gümrük resmi tenzilat nispeti her yıl artacak, on
iki sene sonunda %100’e varacaktır. Yani 12 sene sonra Almanya,
Fransa, İtalya ve Beneluks memleketlerine ihraç olunacak Yunan menşeli
mallardan hiçbir vergi ve resim alınmayacaktır. Bu vaziyet, söz konusu
memleketlerde Yunan mallarının satışını fevkalade kolaylaştıracak, aynı
mahiyetteki Türk mallarının sürümünü ise güçleştirecektir. Türkiye,
Müşterek Pazar’ın altı memleketine geniş mikyasta ihracat yapmaktadır.
Müşterek Pazar memleketleri ve bunlardan bilhassa Almanya ihraç
mallarımızın başlıca müşterisidir. İhracatımızın 1957’de % 33,1’i (229
27
Mazhar Kunt, “Avrupa Müşterek Pazarı”, Cumhuriyet, 06 Ağustos 1959: s.3.
56
KAAN GAYTANCIOĞLU
milyon TL), 1958’de % 31,3’ü (302 milyon TL) Müşterek Pazar
memleketlerine yapılmıştır. Bu itibarla, Müşterek Pazar’a bizimle aynı
maddeler ihracatçısı ve dış piyasalarda başlıca rakibimiz olan bir
memleketin girmesi fevkalade önemi haiz bir mesele olarak mütalaa
edilmelidir.
Diğer taraftan Müşterek Pazar ile Küçük Serbest Ticaret
Bölgesi’nin karşılıklı mücadeleyi daha dostane münasebetler içinde
yapmak ve gelecekte Avrupa’yı iktisadi bakımdan birliğe kavuşturmak
istedikleri takdirde birbirlerine karşılıklı gümrük tavizleri tanımaları
ihtimal dâhilindedir. Bu takdirde Yunanistan, Küçük Serbest Ticaret
Bölgesi’nde de bize nispetle daha müsait şartlara sahip olacaktır 28.
Aydemir Balkan, “Avrupa-Sovyetler Yaklaşması, Avrupa’nın Kaderi ve Biz”
başlıklı yazısında Fransa ile Almanya’nın “el ele vererek” Avrupa’da birlik kurmak
istediğini ve iktisadi anlamda bunun gerçekleşmesinin mümkün olabileceğinin de altını
çizmiştir. İngiltere’nin dışlandığını da ifade eden Balkan, “Avrupa Camiası”nın
gücünden bahsetmiştir29.
Dönemin Cumhuriyet Gazetesi yazarı Esat Tekeli, 18 Ağustos 1959 tarihinde
yazdığı “Avrupa Müşterek Pazarı ve Biz…” başlıklı yazısında Avrupa Müşterek
Pazarı’ndan bahsetmiş, Müşterek Pazar’ın kuruluşunu ve işleyişini anlatmıştır. Tekeli,
Türkiye’nin bu konuda iyice düşünmeden hareket etmemesini önermiş ve Türkiye’nin
Yunanistan’a “ayak uydurma hatasından sakınmasını” tavsiye etmiştir:
İktisadi bir birliğe dahil olmak, bir politika işi değildir. Vakıa dış
politika işleri de münhasıran menfaat ve hesaba dayanmakla beraber,
iktisadi işler, rakama müstenit ince hesaplara muhtaçtır. Biz de Müşterek
Pazara girmekten edineceğimiz menfaatle katlanacağımız zararı
karşılaştırarak ona göre hareket etmek zaruretindeyiz. Avrupa’nın
sanayici memleketlerinin sınai istihsallerinin bir müddet sonra
memleketimizde gümrüksüz girmesi, milli sanayimiz için rekabet
imkanının ortadan kaldıracağı için çok ehemmiyetli bir zarardır. Buna
karşı zirai istihsal ihracatımızın sürümünde bazı kolaylıklara mazhar
olmak bir menfaat sayılır. Bahsettiğimiz zarar, beklenecek menfaate aşağı
yukarı denk gelir mi? Bunu ithal ve ihracat rakamları üzerinde
hesaplamadan bir karar vermek, bizi hata ve zarara götürür. Avrupa
Müşterek Pazarına zarara uğramadan katılmanın çaresi yok değildir.
Müşterek Pazar anlaşmalarında iktisaden gelişmemiş, deniz aşırı bazı
memleketler için müsaade ve muafiyetler kabul edilmiştir. Buna benzer
müsaadeler bizim için de kabul edilirse mesele kalmaz. Bu pazara dahil
olmak iktisadi kalkınma gayretlerimizle yakından ilgilidir. Altılar arasına
28
Memduh Yaşa, “Yunanistan Müşterek Pazara Girdikten Sonra”, Hürriyet, 07 Ağustos 1959:
s.2.
29
Aydemir Balkan, “Avrupa-Sovyetler Yaklaşması, Avrupa’nın Kaderi ve Biz…”, Cumhuriyet,
13 Ağustos 1959: s.2.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
57
kayıtsız şartsız katılmak, yıllardan beri iştiyakını taşıdığımız iktisadi
kalkınmamızı kökünden baltalayacak kadar ağır neticeler verebilir. Bu
sebepten hesaplarımızı ve tetkiklerimizi iyi yaparak büyük bir hataya
düşmekten ve hele Yunanistan’a ayak uydurma hatasından sakınmalıyız
30
.
Esat Tekeli’nin görüşlerini üyelik konusunda temkinli olmak çerçevesinde
değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü Türkiye, bu dönemde üyelik için acele ile karar
vermiştir. Bir anlamda AET’nin ne olup olmadığı çok fazla düşünülmemiştir31. Fakat
başvuru hamlesinin pek düşünülmese de doğru olduğu söylenebilir. Çünkü yeni
bütünleşmeye başlayan ve gelişmek isteyen bu Birliğe üyelik için ilk başvuranlar
arasında yer almanın doğru bir atak olacağı düşünülebilir. Ayrıca Demokrat Parti
Hükümeti de ekonomik darboğazdan bir an önce kurtuluşunun da “can simidi” olarak
görülebilirdi. Dolayısıyla başvuru kararı çok eleştirilse de; karar doğruydu, ama
zamanlama biraz yanlıştı.
André François Poncet, “Avrupa’nın Birleşmemiş Devletleri” adlı yazısında
Avrupa’daki Altılar ile Yediler arasındaki rekabete değinmiş ve bu fikir ayrılığın iyi
olmadığını belirtmiştir32. Buna benzer bir yazı da Handelsblatt Gazetesi’nden gelmiştir.
Gazete İngiltere’nin başını çektiği Küçük Serbest Bölge projesini Avrupa’nın
birleşmesinin önündeki engel olarak göstermiştir33. Sami Kohen’e göre bu ayrılıkta De
Gaulle de önemli bir rol oynamıştır. Kohen’e göre, De Gaulle Fransa’sı siyasi, askeri ve
iktisadi sahalarda Batı ittifakını zedeleyen bir politika gütmüştür34.
Müşterek Pazar ile ilgili ilk yazısından iki hafta sonra, Memduh Yaşa, Türkiye’nin
Müşterek Pazara müracaatı ile düşüncelerini “Türkiye Müşterek Pazar’a Katılmalı Mı?
başlığıyla bir kez daha belirtme gereği duymuştur. Yaşa’ya göre Türkiye’de Müşterek
Pazar’a karşı olanların en önemli endişesi, “genç sanayinin” Avrupalıların güçlü
sanayilerince “ezilecek” olmasından kaynaklanmaktadır. Yaşa, Türkiye’nin Müşterek
Pazar’a birdenbire ve kayıtsız şartsız katılımının böyle sonuçlar doğurabileceğini
savunmuş fakat ülke içinde yabancılarla yarışabilecek güçte işletmelere sahip
olduğumuzun altını da çizmiştir. Yaşa, yazısında Türkiye’nin Avrupa Müşterek
Pazar’ına girmesini Türkiye’nin yararına gören bir çerçeve çizmiştir:
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a katılması birdenbire ve kayıtsız
şartsız olduğu takdirde tasavvur edilen neticelerin bazı sanayi
işletmelerimiz için doğmasından şüphe edilemez. Gayri tabi şartlar içinde
doğmuş, her türlü aşırı himaye tedbirleri altında ve rekabet ihtimalleri
dışında çalışmış bir kısım sanayimiz güneşe ve havaya çıkmaya
mütehammil değillerdir. Buna mukabil mümasil yabancı işletmelerle eşit
30
Esat Tekeli, “Avrupa Müşterek Pazarı ve Biz”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 1959: s.2.
Bozkurt,op. cit., 2001: 260.
32
André François Poncet, “Avrupa’nın Birleşmemiş Devletleri”, Hürriyet, 19 Ağustos 1959: s.2.
33
“Avrupa İktisadi İşbirliğini Kuvvetlendirmek İçin Kaybedilecek Zaman Kalmamıştır”, Vakit,
02 Ağustos 1959, s.3.
34
Sami Kohen, “De Gaulle’ün Borusu…”, Milliyet, 20 Ağustos 1959: s.2.
31
58
KAAN GAYTANCIOĞLU
rekabet şartları içinde yarışabilecek sanayi müesseselerimiz sanıldığı
kadar az değildir. Bunlar Müşterek Pazar içinde daha geniş bir piyasaya,
daha ileri tekniğe ve ham maddeleriniz daha ucuz ve rahat tedarik etmek,
dolayısıyla gelişmek imkanına da kavuşmuş olacaklardır. Birincileri
yalnız Müşterek Pazar içinde değil, fakat dış ticaretini az çok
serbestleştirilmiş Türkiye içinde de bizim için halli müşkül bir problem
olmaktan kurtulamayacaklardır. Şartlar ne olursa olsun bunlar,
Türkiye’nin dışında ve içinde normal iktisadi münasebetler kurma
teşebbüslerine karşı daima dikileceklerdir. Otuz senedir işlenen çeşitli
hatalar “Sanayinin bu millet için olduğu” hakikatini geniş miktarda
unutturmuş, birçok kafalarda “Milletin bu sanayi için” her türlü mihnete
katlanması gerektiği inancını yerleştirmiştir. Kaldı ki sadece sanayiye ait
problemler dolayısıyla değil, fakat paramız dış değerinin istikrarı, zirai
maddelere ait daha önemli meseleler, yatırım politikamız vs. dolayısıyla
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a katılması, Roma Antlaşması’nın ihtiva
ettiği intikal devresinde derpiş edilenlerden farklı kayıt ve şartlarla
mümkün olabilecektir. Bizzat Anlaşmada, az gelişmiş üyelerin veya
üyelerin sahip bulundukları az gelişmiş mıntıkaların geliştirilmesini göz
önünde bulunduran hükümler yer almış, bunu sağlayacak müesseseler
kurulmuştur 35.
“Müşterek Pazar’ın Mahzurları” başlığıyla 21 Ağustos 1959’da Cumhuriyet
Gazetesi’nde çıkan bir haberde yerli sanayinin “himayesiz kalacağı” ve “ağır bir darbe”
yiyeceği vurgulanmıştır. Buna rağmen ülkede Müşterek Pazar’a Türkiye’nin
girmesinden yana olanların da çoğunluğu oluşturduğu belirtilmiştir:
Yerli sanayinin himayesiz kalması ve ağır darbe yemesi ihtimali
mevcut görülüyor.
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmesi meselesi bilhassa ticari
mahfilde günün meselesi olmaya devam etmektedir. Bu çevrelerde ifade
edildiğine göre, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmesinin memleket
ekonomisine sağlayacağı faydalar arasında, bilhassa Avrupa Yatırımlar
Bankası’ndan kredi temini imkanı bulunmaktadır. Müşterek Pazar
memleketleri kendi aralarında Avrupa Yatırımlar Bankası adı ile bir
banka kurmuşlardır. Şayet Türkiye Müşterek Pazar’a girerse, bu
bankadan geniş kredi temin etmesi mümkün olacaktır. Müşterek Pazar’a
girmemizin mahzurlarına gelince, bunların en başında tatbik edilecek
müşterek tarifenin, yerli sanayiyi himayesiz bırakarak, ağır bir darbe
yemesine sebep olabilmesi ihtimali bulunmaktadır. Ayrıca, Türkiye hem
coğrafi hem iktisadi bakımdan, Müşterek Pazar üyesi diğer devletlere
nazaran özellik göstermektedir. Bu da bir mahzur olarak mütalaa
edilmektedir.
35
Memduh Yaşa, “Türkiye Müşterek Pazar’a Katılmalı Mı?”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959: s.2.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
59
Bununla beraber, genel olarak Müşterek Pazar’a Türkiye’nin
girmesi fikrine taraftar olanlar ekseriyettedir 36.
Peyami Safa, Tercüman Gazetesi’ndeki köşesinden, “Müşterek Pazar bugün için
büyük faydalar, yarın için daha büyük imkânlarla doludur. Türkiye’nin iktisadi
kalkınmasında da kuvvetli amillerden biri olabilir” diyerek Türkiye’nin Avrupa
Müşterek Pazarı’na girmesinden yana taraf olmuş ve Türkiye için geleceğin Müşterek
Pazar’da olduğunu savunmuştur. Safa, yazısında ayrıca Alman İktisat Bakanı Erhard’ın
Türkiye’nin Müşterek Pazar’a müracaatı hakkında söylediklerine de yer vermiştir37.
Nadir Nadi, Müşterek Pazar ile ilgili yazısını, 17-22 Ağustos 1959’da Türkiye’yi
ziyaret eden Alman İktisat Bakanı Erhard’ın gidişinden sonra yazmıştır. Nadi, yazısında
daha çok ziyaret sonrası yayınlanan Türk-Alman Tebliği üzerine yoğunlaşmıştır.
Türkiye’nin gerçekten Avrupalı olmasını savunan Nadi, bunun ancak Türkiye’nin özgür
iradesi ile demokratik bir ortamda olabileceğinin de altını çizmiştir. Nadi, “Nasıl
Kalkınsak” başlıklı yazısında özellikle Demokrat Parti iktidarına yüklenmiştir:
…Yalnız bir Avrupalı, ya da hür dünyalı olmaya içten, yürekten
kararlı mıyız? İşte mesele burada itiraf edelim ki şimdiye dek D.P.
iktidarının tuttuğu yol bu hususta içerisini ve dışarısını tereddütten
kurtarılabilecek derecede aydınlık olmamıştır. Avrupalı ve hür dünyalı
sayılmak için Avrupa ve hür dünya devletlerinden kredi almak yetmez.
Ben Avrupalıyım demek, hatta ekonomik gidişini onlarınkine uydurmaya
çalışmak yetmez. Bildiride de ima yolu ile belirtildiği gibi, politik ve
sosyal yönler ile de Türkiye’yi Avrupa bütününe katmak, bu uğurda çaba
harcamak gerekir. DP İktidarına yüklenen Nadi, D.P.’nin iktidara
gelmeden önceki yapısından çok uzak olduğunu ve baskıcı bir rejim
uyguladığının altını çizmiştir. Fakat Avrupalı olmanın da yararının altını
şu cümlelerle çizmiştir: …Türkiye, her cephesi ile Avrupalılaşmaya
gayret etmezse, bir köşede unutulup kalmaya mahkumdur. Dostlarımızın
yardımı, ancak kendi tutumumuzda samimi davranırsak bize yararlı
olabilecektir 38.
29 Ağustos 1959’da Esat Tekeli, “Son Günlerin Olaylarına Bakış” başlığıyla bir
yazı yazmıştır. Tekeli, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girişinin, Türkiye’yi Almanya’nın
bir pazarı haline getireceğini iddia etmiş ve bunun Almanların çıkarına olacağını
savunmuştur:
Avrupa Müşterek Pazar’ına iştirakimiz meselesinin en ruhlu noktası
olan Türk sanayinin himayesi hususu, ne Erhard’ın, ne de Dış İşleri
Bakanımızın izahlarında aydınlatılmamıştır. Bir gazetenin yazdığına göre
Erhard bu meseleyi, Yani Türk sanayinin korunması meselesini de
görüştük, Fakat çok geniş olduğu için şimdi izah edemeyeceğim” demiş.
Dışişleri Bakanımız ise, gümrük resimlerinin Müşterek Pazar’a dahil
36
“Müşterek Pazar’ın Mahzurları”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 1959, s.1.
Peyami Safa, “Müşterek Pazar ve Türkiye”, Tercüman, 24 Ağustos 1959: s.1.
38
Nadir Nadi, “Nasıl Kalkınsak”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 1959: s.1.
37
60
KAAN GAYTANCIOĞLU
memleketler arasında kaldırılmasının tedrici olacağından bahsediyor.
Gerçekten gümrük resimleri 10-15 yıllık bir intikal devresi zarfında
kalkacaktır. Fakat biz Almanya, Fransa ve İtalya gibi sanayici
memleketlere ayak uydurabilir miyiz? Bu Batı Avrupa memleketleri ile
bizim aramızda sınai istihsal alanında mesafe yok mudur? Hatta bu
mesafe, bir bakıma göre asırla ifade edilebilecek kadar uzun değil midir?
Böyle olunca milli sanayimiz gümrük resmi alırken dayanamadığı
yabancı rekabetine, gümrük resmi kalktıktan sonra nasıl mukavemet
edebilecektir? Sayın Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a
iştiraki muayyen şartlarla olacak, diyor. Bu muayyen şartlar nedir ve
sınai istihsalimizi korumaya ne derece hadimdir? Bu noktalar bilinmiyor
ve izah da edilmemiş bulunuyor. Gümrük Birliği meselesi o kadar
mühimdir ki Fransa, Müşterek Pazar anlaşmasını imzalamadan, Pazar
iştirak hususunda Fransız Meclisi’nden prensip kararı almaya lüzum
görmüştü. Bizim için böyle bir birliğe iştirak, daha ziyade hayati bir
meseledir. Bu durumda acaba bu meselenin Büyük Millet Meclisinde
münakaşasına imkan hazırlamak daha isabetli olmaz mı? Şayet bu
iştirakte, bizim için ağır mükellefiyetler yüklemeyecek ve sınai
istihsalimize zarar vermeyecek hususi ve istisnai şartlar temin
edilebilecekse bu noktanın halk efkarına açıklanması ve tekeffül edilmesi
icap etmez mi? Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmesi, Almanya’ya
Türkiye’de daha serbest bir sürüm yeri temin edeceği için Almanların
menfaatine uyan bir şeydir. Buna karşı Avrupa iktisadi bütünlüğüne
hizmet için Türkiye eğer fedakârlıkta bulunacaksa, bu fedakarlığın
manasını ve faydasını anlamak güçtür. Herhalde iktisadi kalkınma
davamızla yakından ilgili olan bu Müşterek Pazar’a iştirak meselesini, en
ziyade ve hatta münhasıran kendi menfaatimiz ve devamlı menfaatimiz
bakımından gözden geçirmeden bir karara varmak hatalı olacaktır 39.
Esat Tekeli, Türkiye’nin Müşterek Pazar (Ortak Pazar) ile bütünleşmesinin ileride
Türk ekonomisinin kalkınmasını engelleyeceğini ileri sürmüş, hatta daha sonraki
dönemlerde Esat Tekeli’nin görüşleri “Onlar Ortak, Biz Pazar” ifadelerinin de
başlangıcını oluşturmuştur.
Feridun Ergin, Müşterek Pazarın dışında kalmanın pahalılık yaratacağını, düşük
hayat seviyesi doğuracağını ve döviz sıkıntısına yol açabileceğini savunmuş ve bu
pazara girişin Türkiye için nadir bir fırsat olduğunun altını çizmiştir:
(…)Hükümet tarafından yapılan müracaatı tereddütle karşılayan iş
adamlarına rastlanmaktadır. Müteaddit kimseler, ithalat vergileri
indirilir ve gümrük kapıları ardına kadar açılırsa, milli sanayinin
sarsılabileceğini ileri sürmektedirler.
(…)Yaşayabilmek için gümrük himayesine muhtaç bulunan sanayi
şubeleri her memlekette mevcuttur. Türkiye’deki durumun hususiyeti, bu
39
Esat Tekeli, “Son Günlerin Olaylarına Bakış”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 1959: s.2.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
61
çeşit sanayinin diğer yerlerden fazla olmasıdır. Fakat Müşterek Pazar’a
girilir girilmez, kendi ayakları üzerinde yürüyemeyecek istihsal kollarının
mukadderatlarına terk edileceği düşünülmemelidir. Elbet bunlara uzun
bir intibak müddeti bırakılacak, vergi muafiyetleri tanınacak ve müsait
şartlarla kredi açılacaktır. Düşük verimli iş sahalarındaki sermayelerin
mühim zararlara maruz kalmaksızın tasfiyeye tabi tutulması ve daha
müsait faaliyet kollarına aktarılması, Müşterek Pazar projesinde dikkate
alınmış hususlardandır.
(…)Financial Times gazetesine göre, Türkiye’nin Müşterek Pazar
meselesinde karşılaşabileceği en mühim engellerden biri, iş adamlarının
zihniyetiyle alakalıdır. Yabancılar Türk sanayicilerinin rasyonel işletme
prensiplerine gereken ehemmiyeti vermediklerine kani gözükmektedirler.
Böyle bir intibahın uyanmasına sebep, belki de darlık yıllarında döviz
tahsisleri çıkartmaya ve kredi açtırmaya muvaffak olmuş bazı
müteşebbislerin ampirik usullerle fabrika kurmak ve çalıştırmak
istemeleridir. Financial Times’in yazısını okuduğum vakit, sadece zihniyet
meselesinin bir memleket kaderi üzerinde mühim rol oynayabileceğine
ihtimal vermemiştim. Lakin meseleyi tetkik edince, teşhisin tamamıyla
yani yüzde yüz haksız sayılamayacağını gösteren emarelerle karşılaştım.
(…)Fakat her şeye rağmen, hükümet tarafından yapılan teşebbüsün
müspet netice vermesini memleket hesabına temenni ediyoruz. Zira
Müşterek Pazarın dışında kalmak pahalılığın, düşük hayat seviyesinin ve
döviz sıkıntısının gayri muayyen müddet uzayıp gitmesine sebebiyet
verebilir. Bürokrasinin yenilmesi ve rasyonel işletme usullerinin
kökleştirilmesi her ne kadar güçlükler arz ederse de, bir zihniyet
inkılabının gerektireceği irade kuvvetini göstermek mecburen katılmamız
fedakarlıklar pahasına olsa bile, dünya ekonomisinin gidişine ayak
uydurmamıza imkan hazırlayacak nadir fırsatlardan birini teşkil edecektir
40
.
Sonuç
Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurusu basına hemen hemen aynı
şekillerde yansımıştır. Aynı haber kalıplarının ve aynı başlıkların kullanıldığı
görülmüştür. Bu konu hakkında çeşitli köşe yazarlarının makalelerinde, Türkiye’nin
başvurusunun genelde olumlu karşılandığı görülmektedir.
Türkiye’nin başvurusunu olumsuz bulanlar, Türk sanayisinin etkileneceğini öne
sürmüşler; başvuruyu olumlu bulanlar ise Yunanistan ile ticari rekabette bu hamlenin
doğru olduğunu iddia etmişlerdir. Bu dönemde Türkiye’nin EFTA ile AET arasında
kaldığı ve herhangi birini seçmek zorunda olması da basına yansıyan yazılar arasında
kendisine yer bulmuştur.
40
Feridun Ergin, “Müşterek Pazar ve Biz”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 1959: s.2.
62
KAAN GAYTANCIOĞLU
Türkiye’nin başvuru haberi ilk defa 30 Temmuz 1959 tarihli Akşam Gazetesi’nde
yayınlanmış ve hemen Dışişleri Bakanlığı tarafından ertesi günkü Zafer Gazetesi’nde
yalanlanmıştır. Bu dönemde Zafer Gazetesi, Demokrat Parti iktidarının çizgisinde
yazılar yayınlamayı tercih etmiştir. Bir anlamda Demokrat Parti’nin yarı-resmi yayın
organı şeklindedir.
30 Temmuz 1959 ile 31 Ağustos 1959 tarihleri arasındaki basın taramasında
dikkati çeken bir nokta bazı gazetelerin başvuru haberini hiç duyurmamış olmalarıdır.
Özellikle Milliyet ve Tercüman gazetelerini bu dönemki sayılarında Türkiye’nin
Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvuru yaptığı haberi yer almamıştır. Dönemin bu iki
önemli gazetesi, Türkiye’nin AET’ye başvurusunu önemsemediği ve bu yüzden
yakından takip edemediği söylenebilir.
Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurusu, Avrupa basınına da
yansımıştır. Avrupa basınında -birkaç istisna haricinde, başvuru gereksiz
bulunmamıştır. Hatta Türkiye’nin İngiltere’nin başını çektiği EFTA’yı tercih etmeyip
AET’yi tercih etmesi “sevinçle” karşılanmıştır41.
Hükümetin, başvurusu karşısında AET’den beklediği cevabı alması uzun
sürmemiştir. AET Bakanlar Konseyi 11 Eylül 1959’da aldığı karar ile Yunanistan ve
Türkiye’nin başvurularını kabul etmiştir.
Kaynakça
Kitap ve Makaleler
Feroz AHMAD, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Çev. Sedat Cem Karadeli, 2. Baskı,
İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007
A. BALKAN, “Avrupa-Sovyetler Yaklaşması, Avrupa’nın Kaderi ve Biz…”,
Cumhuriyet, 13 Ağustos 1959, s.2, 1959
Veysel BOZKURT, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bursa, Vipaş Yayınları, 2001
Şaban H. ÇALIŞ, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, 3. Baskı, Ankara, Nobel Yayın
Dağıtım, 2006
Hasan Berke DİLAN, Türkiye’nin Dış Politikası, İstanbul, Alfa Yayınları, 1998
F. ERGİN, “Müşterek Pazar ve Biz”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 1959, s.2, 1959
Çağrı ERHAN, Tuğrul ARAT, “AET’yle İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış
Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I,
7. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002
Sami KOHEN, “De Gaulle’ün Borusu…”, Milliyet, 20 Ağustos 1959, s.2, 1959,
Mazhar KUNT “Avrupa Müşterek Pazarı”, Cumhuriyet, 06 Ağustos 1959, s.3, 1959
Nadir NADİ, 1959, “Nasıl Kalkınsak”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 1959, s.1.
41
Erhan, Arat, op. cit., 2003: 819.
TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK
63
Andre Francois PONCET, “Avrupa’nın Birleşmemiş Devletleri”, Hürriyet, 19 Ağustos
1959, s. 2, 1959
Peyami SAFA, “Müşterek Pazar ve Türkiye”, Tercüman, 24 Ağustos 1959, s.1, 1959
Esat TEKELİ, “Avrupa Müşterek Pazarı Ve Biz”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 1959, s.2,
1959
Esat TEKELİ, “Son Günlerin Olaylarına Bakış”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 1959, s.2,
1959
M. YAŞA, “Yunanistan Müşterek Pazara Girdikten Sonra”, Hürriyet, 7 Ağustos 1959,
s.2, 1959
M. YAŞA, “Türkiye Müşterek Pazar’a Katılmalı Mı?”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959, s.2,
1959
Gazeteler
“Alman İktisat Bakanı Erhard’ın Açıklaması”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 1959.
“Alman İktisat Nazırı Dün Gitti”, Tercüman, 23 Ağustos 1959.
“Almanya Yardım Yapacak”, Milliyet, 23 Ağustos 1959.
“Avrupa İktisadi İşbirliğini Kuvvetlendirmek İçin Kaybedilecek Zaman Kalmamıştır”,
Vakit, 02 Ağustos 1959.
“Avrupa Müşterek Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 11 Ağustos 1959.
“Avrupa Müşterek Pazarına Alınmıyoruz”, Akşam, 30 Temmuz 1959.
“Avrupa Müşterek Pazarına Gireceğiz”, Vakit, 5 Ağustos 1959.
“Avrupa Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 6 Ağustos 1959.
“Avrupa Pazarı”, Zafer, 31 Temmuz 1959.
“Avrupa Pazarına Üyeliğimiz Katileşiyor”, Vakit, 6 Ağustos 1959.
“Avrupa Yatırım Bankası Bize Kredi Açıyor”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 1959.
“Erhard Yatırım Programımızı Destekliyor”, Akşam, 23 Ağustos 1959.
“Erhard’ın Arzusu: Almanya Yardımı ile Türkiye’nin Zirai Sahada Kalkınması”,
Hürriyet, 20 Ağustos 1959.
“Hariciye’nin Açıklaması”, Zafer, 2 Ağustos 1959.
“Liberasyon Yolu İle İthalat Arttırılacak”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959.
“Ludwig Erhard İstanbul’da”, Zafer, 18 Ağustos 1959
“Misafir Nazırın Basın Toplantısı”, Zafer, 23 Ağustos 1959.
“Müracaatımıza Dair Haber Dün Teyid Edildi”, Zafer, 7 Ağustos 1959.
“Müşterek Pazar İçin Türk Talebi”, Cumhuriyet, 05 Ağustos 1959.
“Müşterek Pazara Henüz Müracaat Edilmedi”, Akşam, 31 Temmuz 1959.
64
KAAN GAYTANCIOĞLU
“Müşterek Pazarın Mahzurları”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 1959.
“Türk-Alman Müşterek Tebliği”, Zafer, 23 Ağustos 1959.
“Yarım Milyar Dolarlık Yatırım Yapılıyor”, Hürriyet, 23 Ağustos 1959.
Ankara Avrupa SUPRANASYONAL
Çalışmaları Dergisi
BİR
8, No:2
(Yıl: 2009), s.65-87
TASARRUFCilt:
ŞEKLİ
OLARAK
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK
SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
∗
Ayşe İNAL
Tezcan DURNA∗∗
Özet
Bu çalışmada, Avrupa Birliği–Türkiye ilişkilerinin medyada temsili, haber üretim
süreçlerindeki dönüşüm dikkate alınarak incelenmektedir. AB ile ilişkiler ve haber
medyasında bu ilişkilerin kurulma ve tartışılma biçimleri ele alınırken, “ulusal çıkar”,
söylemsel alan içinde eklemlenme ve kırılmaların görünür olduğu kilit kavram olarak
öne çıkmaktadır. Çalışmada ulusal çıkarın tanımlanma biçimleri ve kavrama ilişkin
tanımlar, haber medyası tarafından alıntılanan ve dolaşıma sokulan kaynaklar ele
alınarak, 1990’dan günümüze uzanan süreç içindeki kısmi dönüşümün izleri takip
edilmiştir. İç siyasetteki hegemonik mücadele, AB ile ilişkiler söz konusu olduğunda,
önemi artarak, yeniden gündeme gelen ve ulusal çıkar kavramının içini dolduran
“insan hakları”, “azınlık hakları”, “ulusal bütünlük” ve “Kıbrıs” gibi temalar
çerçevesinde çözümlenmiştir.
Anahtar Sözcükler: Haber Medyası, Medyada Temsil, Avrupa Birliği, Ulusal
Çıkar, Milliyetçilik, İnsan Hakları, Kıbrıs Sorunu
Abstract
The study aims to analyse the media representation of the relations between
Turkey and the EU with a special focus on the transformation of the newsgathering
practices. In the press coverage of EU and Turkey-EU and Turkey’s national interest
emerges as the key concept representing the cleavages and articulations in political
discourses. The study discusses, the conception of the national interest, its definitions
and the news sources whose definitions are circulated by the news media. Therefore, the
∗
∗∗
Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi, Ankara
Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi, Ankara
66
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
study follows the paths of these transformation in the news media as of the 1990s are
followed. Hegemonic struggle in domestic politics is analysed by focusing on the
redefiniton of national interest and the problematic issues that frame this redefiniton as
‘human rights”, “minority rights”, “national integrity” and “Cyprus problem”.
Key Words: News Media, Media Representations, EU, National interest,
nationalism, human rights, Cyprus problem.
Giriş
Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik süreci ve bu sürecin haber medyasında1
yer alma biçimi, bir yandan siyasal söylemler dolayımıyla kurulan karşıtlıkları ve
kırılmaları içinde barındırırken diğer yandan medyanın yapılanmış haber toplama
pratiklerinde oluşan bir dönüşümü de temsil etmektedir. İktidar ilişkilerinde yaşanan
değişim ve söylemsel alan içinde görünür olan mücadele biçimlerinin günümüzde izini
sürebileceğimiz en uygun sembolik üretim/dolaşım alanlarından birinin medya
olduğunu dikkate aldığımızda, AB’ye üyelik sürecinin bu iki ayağı aslında bir ve aynı
şey olarak karşımıza çıkmaktadır. Hegemonik mücadele içinde rızanın oluşturulmasında
medyanın aktif ve biçimleyici rolü bizleri medya hakkında iki kademeli bir sorgulamaya
yönlendirmektedir. Bunlardan ilki, hangi söylemlerin, hangi anlamların medyada
dolaşıma girdiğini gün ışığına çıkartarak tartışmaya açmaksa, ikincisi metinlerde
görünür olan bu anlamların haber toplama pratikleri içinde nasıl derlendiği ve yeniden
üretildiğini ele alan örgütsel pratiklerdir.
AB’ye üyelik süreci başlangıcı gerilere uzansa da, 1995’de Gümrük Birliği’ne
üyelikle hızlanan ve sonrasında ivmenin artarak devam ettiği bir süreç olarak
düşünüldüğünde, bu süreçte iki paralel gelişmeyi gözlemek mümkündür. Bunlardan ilki,
siyasal söylemler içinde “ulusal çıkar” kavramının anlamları üzerinden gerçekleşen
siyasal mücadele, diğeri ise bu mücadeleye eşlik eden haber toplama pratiklerinde
yaşanan dönüşümdür. Başka sözcüklerle ifade edersek sembolik ve siyasal seçkinlerin
anlam üretim sürecinde iç içe geçen çıkarlarının temsilini AB’ne üyelik sürecinde Türk
medyasının tavır ve pratiklerinde gözlemlemek mümkündür.
Bu süreçte haber medyası nasıl bir yayıncılık anlayışı benimsedi? AB hakkında
okur ve izleyiciyi nasıl bilgilendirdi? Görüşmeler, AB’nin Türkiye’den beklentileri, bu
süreçte ortaya çıkan sorunlar hangi bakış açıları ve dünya görüşü dolayımı ile kuruldu?
Medya, okur ve izleyicisinin, biteviye uzayıp giden, arada bir “tökezleyen”, sonra yavaş
yavaş yürümeye devam eden bu üyelik sürecini tüm boyutları ile anlayabilmesini
sağlayacak bir yayıncılık anlayışı benimsedi mi? Medyadan üyelik sürecini takip eden
insanlar, Türkiye AB’ye üye olduğu takdirde kendi hayatlarında nasıl ve ne yönde bir
değişiklik olacağı konusunda fikir sahibi olabildiler mi?
AB’ye üyelik süreci ile ilişkili olarak bu gibi genel sorulardan yola çıktığımızda
öncelikle karşımıza çıkan haber toplama süreçlerindeki yapılanma ve bu yapılanmanın
1
Haber medyası kavramı, haber toplayıp yayan tüm kuruluşların genel adı olarak
kullanılmaktadır.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
67
iktidar seçkinlerine sağladığı ayrıcalıklı konumu sorgulamaya açmaktır. Bu sorgulamayı
yapmak için öncelikli olarak medyadaki yapısal yanlılık sorunları ve haber üretim
sürecindeki bu yanlılığın ortaya çıkardığı, sembolik üretimin niteliğine dair kuramsal
yaklaşımlar ele alınmış, arkasından AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tarihsel süreci
incelenmiştir. Bu tarihsel süreç içinde özellikle 1990’lardan günümüze medyada bir
uluslararası ilişkiler konusu olarak AB konusunun nasıl bir dönüşüme uğradığı, bu
dönüşüm sırasında hangi söylemsel eklemlenmeler ve kırılmalar yaşandığı medyadaki2
haberler, köşeyazıları ve yorumlardan yola çıkılarak incelenmiştir. Bu inceleme için
esas olarak İnal’ın “An Analysis of Turkish Daily Press: Event Selection, Text
Construction and News Production” adlı çalışması ile Durna’nın “Türk Basınında
Avrupa Birliği: Köşeyazılarında Adaylık Sürecinin Sunumu (3-24 Aralık 1999)” adlı
çalışmasından ağırlıklı olarak yararlanılmıştır. Temel inceleme konumuz, AB ve AB ile
Türkiye ilişkilerinin, iç siyasi süreçlerle ilişkilenme biçiminin haber medyasında nasıl
sunulduğu ve bu sunum sırasında karşımıza çıkan söylemsel eklemlenmelerdir.
Haber Üretim Süreci ve Bir Dış Politika Konusu Olarak Avrupa Birliği
Haber toplama süreci örgütlenmiş ve yapılanmış bir pratiktir ve haber toplayıp
yayan kuruluşların hemen hepsi benzer yapısal özellikler taşır. Bu örgüt yapısında ilk
göze çarpan belli uzmanlık alanlarının farklılaşmasıdır. Ekonomi muhabirleri,
parlamento muhabirleri, dış politika yazan muhabirler, polis adliye muhabirleri vb.
olarak karşımıza çıkan bu uzmanlık alanları, örgüt içi iş bölümünün ve zaman, mekân
sınırlılıklarını aşmaya yönelik arayışların bir sonucudur. Bu uzmanlaşmaya eşlik eden
bir diğer oluşum da belli haber değerleri üzerine ortaya çıkan uzlaşımdır. Yerleşik
gazetecilik pratikleri içinde, neyin hangi öncelikle haber olması gerektiği konusunda
sınırları çok belirgin olmasa da bir uzlaşım mevcuttur.
1990’ların başına kadar Türkiye’de habercilik yapan kuruluşlar içinde dış politika
kısmen ayrıcalıklı bir uzmanlık alanıydı. İnal’ın çalışması için yaptığı derinlemesine
görüşmelerde, dış politika muhabirleri, kendilerinin çalıştıkları örgüt içinde görece
özerk bir konumda olduklarını belirtmişlerdir.3 Örneğin, seçim öncesi kampanya
dönemlerinde, çalıştıkları gazetelerde, muhabirler bir süreliğine kendi uzmanlık
alanlarının dışına çıkartılarak seçim kampanyasını takip etmeye yönlendirilirlerken, dış
2
Bu çalışmada esas itibariyle haber medyası olarak nitelendirilen, söylemsel alan odak alınmıştır.
Medya kavramı, televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ortamındaki portallar vb. tümünü
kapsamaktadır. Ancak biz bu çalışmada esas olarak gazetelerdeki haberler, köşeyazıları ve
yorumları temel aldık. Ancak günümüzde karşı karşıya olduğumuz, tekelleşme sürecinde, bir
grubun televizyon kanalı, radyosu, gazetesi, dergisi, internet ortamında yayın yapan haber
portalları bulunmaktadır. Ve bu ortamda bir mecrada yayınlanan haber ya da köşe yazısı, bir
başka mecrada da yayınlanabilmektedir. Bununla beraber örneğin bir köşe yazarı ele aldığımız
konuyla ilgili olarak, köşesinde yazı yazarken, aynı zamanda aynı medya grubunun ya da bir
başka grubun televizyonunda yorum yapabilmekte, fikir beyan edebilmektedir. Bu nedenle
örneklem itibariyle medya kavramının içini dolduran televizyon ve gazetede üretilen söylemler
arasında çok da büyük bir fark kalmamaktadır. Ancak gene de bizim bu çalışmada esas itibariyle
basılı medyadaki haber, köşe yazısı ve yorumları temel aldığımızı anımsatmakta yarar vardır.
3
Ayşe İnal, An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton, Text Construction and News
Production, Basılmamış doktora tezi, Ankara, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992.
68
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
politika yazanların pek çoğu, merkezdeki yerlerini korumaya ve kendi konularında
haber yazmaya devam ettiklerini belirtmişlerdir.
1991 yılında derinlemesine görüşme yapılan dış politika muhabirlerinin hemen
hepsi, haberlerini oluştururken “Türkiye’nin ulusal çıkarlarına” öncelik verdiklerini
belirtmişlerdir. “Ulusal çıkar” kavramının nerede ve kimler tarafından tarif edildiği
konusu tartışma dışı kalırken, herkesin birleştiği tek bir tanımın üstü kapalı olarak
benimsendiği gözlenmiştir. Gazetecilerin “ulusal çıkar” kavramını kullanırken
vurguladıkları, Türkiye’nin resmi dış politikasıdır. Dış politika yazmanın çalıştığı örgüt
tarafından ayrıcalıklı bir uzmanlık konusu olarak görülmesi ve bununla çok ilişkili
olarak düşünülemese de, “ulusal çıkar” kavramının etrafında gelişen uzlaşma,
muhabirlerle haber kaynaklarının arasındaki ilişkilerin yapılanması irdelendiğinde daha
net biçimde anlaşılmaktadır.
Meslekte yeni olan bir muhabirin Dışişleri Bakanlığı’nın bürokrasisi içinde karar
alma konumunda olan kişilere ulaşabilmesi ve onlardan bilgi ve görüş alabilmesi kolay
değildir. Ancak, uzun yıllarını gazetecilik mesleğine vermiş muhabirler, masalarından
kalkmadan, bir telefonla bu yetkili kişilere erişebilmektedirler. Gazetecilikte pek çok
uzmanlık alanı için söyleyebileceğimiz şu önerme, belki de en çok dış politika
muhabirleri için geçerli olan önermedir. Profesyonelleşme ile birlikte gazeteciler ve
haber kaynakları arasındaki ilişkiler güçlenmekte ve gazetecilerin haber kaynaklarına
bağımlılığı o oranda artmaktadır. Bu kaynak bağımlılığı sonucunda gazeteciler,
herhangi bir sorunlu durumda telefonla istedikleri yetkili kişilere ulaşabilmekteyseler
de, onların kendilerine “sızdırdıkları” “off-the-record” bilgileri -bu ilişkiyi
sürdürebilmek adına- kamuya iletemezken, yine bu haber kaynakları onları doğrudan
arayarak belli bilgileri vermeleri üzerine, hakkında bilgi verilen konuları çoğu kez haber
yaparak kamuya iletmek zorunda kalmaktadırlar. Bu bağımlılık ilişkisi pek çok gazeteci
tarafından sorunlu bir durum olarak görülmemektedir. Tersine, güçlü kaynak ilişkileri
profesyonelleşmenin bir göstergesi, bir ayrıcalık olarak düşünülmektedir.
Fishman,4 gerek devlet gerekse özel sektör kuruluşlarının bürokratik işleyişi içinde
karar alma süreçlerinin yapılanma biçimine dikkat çekmiş ve bu kuruluşlardan haber
derleyen gazetecilerin haberi takip etme biçimlerinin bu yapılanmaya paralel bir
yapılanma içinde oluştuğunu vurgulamıştır. Pek çok durumda, Dışişleri Bakanlığının
bürokratik örgütlenme biçimi ve karar süreçlerinin bu örgütsel yapı içinde oluşması, o
gün gündemde olan konulara ilişkin haberlerin kimlere ulaşarak, hangi kaynaklarla
ilişkiye geçerek izleneceğini de belirlemektedir. Meslekte uzun süre çalışmış bir
muhabir dışişlerinde üst düzey bürokratlara kısa sürede erişim avantajını elde etmiştir.
Dolayısıyla rutin haber takip biçimlerinin dışına çıkıldığı durumlarda
profesyonelleşmenin muhabirler için avantajlı bir konum olduğu gözlenmektedir.
Dışişleri ile dış politika muhabirliğinin iç içe işleme biçimi, bize, bu gazetecilerin
“ulusal çıkardan” ne anladıklarını da kısmen açıklamaktadır.
4
M. Fishman, “Crime Waves as Ideology”, S. Cohen ve J. Young (Ed.), The Manufacture of
News, GB, St. Edmunsbury Press, 1988.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
69
Bu genel çerçeveden yola çıkarak AB ile ilgili haberlere dikkatimizi
yönelttiğimizde, bu haberlerin, Tuchman tarafından “süren haber” (continuous news)
olarak takip edilen haberler olduğunu söylemek mümkündür.5 Tuchman’ın haber
tipolojisi içinde yer alan, süren haberler gazetecilerin rutin takip içine aldıkları
haberlerdir. Devam eden mahkemeler, bütçe görüşmeleri gibi konular gazeteciler için
zamanlama açısından bir sorun oluşturmazlar. Hangi toplantıların hangi tarihte
yapılacağının bilinmesi ve haber toplayan kuruluşlar içinde kimlerin bu konuları takip
edeceğinin daha önceden belirlenmesi ile söz konusu konuların haberleştirilmesi günlük
rutin işleyiş içine kolayca yerleşir. Ancak takip edilen bu davalar veya görüşmeler
sonrasında alınan kararlar ve yapılan açıklamaların beklentileri sarstığı durumlarda,
gazeteciler rutin haber kaynakları tarafından yapılan açıklamalar ile yetinmeyip üst
düzey politikacılardan ve diğer haber kaynaklarından (bunlar çoğu zaman uzun süre dış
politika yazan gazeteciler ve konu ile ilgili akademisyenlerdir) görüş alarak konuyu
derinleştirme gereğini duymaktadırlar.
AB’ye üyelik sürecinde bu tür “kriz” durumlarıyla sıkça karşılaşılmıştır. Konunun
taşıdığı haber değerinin yüksek olması, bu tür kriz durumlarında çoğunlukla Başbakanın
ve Dışişleri Bakanının konu ile ilgili basın toplantıları ve açıklamaları ile zaten
gazetecilerin onların görüşlerine başvurmaksızın bilgilenmelerini beraberinde
getirmektedir. Yine AB üyesi farklı ülkelerin temsilcileri ve Dışişleri Bakanlarının
görüşlerine yer verilmesi sıkça başvurulan bir haber toplama biçimidir.
Görüşmeler ve AB tarafından oluşturulan rapor ve yapılan açıklamalar sonrasında
kaynak yelpazesi genişleyen haber takip biçimi bir süre sonra yerini rutin takibe
bırakmakta, konu bir sonraki toplantı ve görüşme öncesinde yine haber değeri
kazanmaya başlamaktadır. Biraz ironik bir benzetme olsa da AB haberlerinin Türk
basını için neredeyse deprem haberleri gibi olduğunu söylemek mümkündür. Bir sarsıntı
sonrasında konu gündeme taşınmakta ancak bir süre sonra konu haber değerini
yitirmektedir. Bu ara dönemlerde AB konusunu basının gündemine taşıyacak olan
kanal, üst düzey bazı politikacıların bu konuyu açıklamaları ile gündeme getirmeleridir
ki, politikacılar arasında, oldukça çetrefilli bir iç ve dış politika sorunu olan “üyelik
mücadelesi”ni kamuya anımsatmak hiç de rastlanan bir pratik olmamıştır.
Pekçok konuda olduğu gibi basının siyasal, ekonomik ve sembolik seçkinlerin
eylem ve söylemlerine doğru bükülmesi, diğer bir deyişle yapısal yanlılık sorunu6, AB
üyelik sürecinin haberleştirilmesinde daha da belirgin biçimde karşımıza çıkmaktadır.
Basın tarafından akredite haber kaynakları olarak adlandırılan bu kişiler7 işaret ettikleri
gibi ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları ilk elden tanımlayan kişilerdir. AB’nin
Türkiye’de yaşayan insanlar için “ne olduğunu”, üyelik gerçekleşirse yaşamlarının ne
5
Gaye Tuchman, Making News: A Study in the Construction of Reality, US, The Free Press,
1978.
6
Ayşe İnal, An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton ve Robert A. Hacket, “Bir
Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”, Ayşe İnal
(Çev.), İlef Yıllık. 1997-1998, 1998, s. 31-73.
7
Stuart Hall et al., Policing the Crisis: Mugging, the State and Law and Order, GB, Methuen,
1978.
70
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
yönde değişeceğini/gelişeceğini onlar için tanımlayan yine bu haber kaynaklarıdır.
Gazeteciler ise, yakın durdukları siyasetçilerin ve diğer seçkinlerin görüşlerini haber
yaparak ve bu görüşlerin içinden seçilmiş slogan açıklamaları manşete taşıyarak, haber
kaynaklarının kurdukları çerçeveleri yeniden üretmekte ve bu doğrultuda bir
“kamuoyu” oluşturmaktadırlar. İktidar konumundaki aktörlerin Türkiye’nin AB
üyeliğinin hangi ulusal çıkarlarla bütünleşip hangileri ile çatıştığı konusundaki
bildirimleri bir yandan Türkiye’nin “ulusal çıkarının” ne olduğunu tanımlarken, diğer
yandan AB konusundaki tartışmaların ana hatlarını ve eksenini belirlemektedir. Halkın
temel enformasyon kaynağının ana akım medya olduğunu akılda tutarsak, AB
konusunda oluşturulan kamuoyu ve çizilen çerçevenin, ne kadar önemli ve olduğu bir
kez daha ortaya çıkmaktadır.
Oldukça uzmanlık gerektiren bir sorun olan AB’ye üyelik konusunda, doğrudan
sokaktaki insanı yok sayarak akredite kaynakların görüşlerine başvurulması, pek çok
kişi tarafından kaçınılmaz ve doğru bir yaklaşım gibi yorumlanabilir. Dikkati çeken bir
başka husus da, Türk haber medyasının, bu süreçte, bir yandan tüm tarafların
görüşlerini “net bir biçimde temsil ediyor” (yansıtıyor) izlenimi uyandırırken, diğer
yandan soruna ilişkin görüşlerin kutuplaşmış (polarize) olduğunu vurgulamasıdır. Diğer
bir deyişle, yazılı ve görsel basında karşımıza çıkan, gazetecilerin AB yanlıları ve
karşıtları olarak adlandırdıkları antagonizmadır. 1990’lar boyunca ve 2000’li yılların
başında AB’ye üyeliği koşulsuz savunanlar, büyük medya kuruluşları tarafından
Türkiye’nin siyasal ve ekonomik çıkarlarının farkına varmış, geleceği gören, çağın
gereklerini anlamış, “dinozor” devletçi anlayıştan kopmuş kişiler olarak tanımlanırken,
karşıtlara tam tersi özellikler atfedilmiştir.
Ulusal medyanın AB’ye üyelik sürecini takip etme biçimini anlamak için sadece
rutin haber toplama pratikleri ve haber değerlerine değil, medyanın toplumsal iktidar
ilişkileri içindeki konumuna da yakından bakmamız gereklidir. 1980 sonrasındaki on yıl
içinde aile şirketlerinin kontrolünden çıkarak büyük sermaye ve finans sektörleri ile
bütünleşen medya kuruluşlarının, bu süreçlere eşlik eden mülkiyetteki yoğunlaşmalarla
birlikte büyük sermayenin ekonomik çıkarları doğrultusunda bir yayıncılık anlayışı
benimsemesi kaçınılmazdır. Bu süreçlerin bir iz düşümü, medya kuruluşlarındaki
işgücünün farklılaşmasında da gözlenmektedir. Çok az sayıda “star” gazetesinin, büyük
ücretler karşılığında, bir yayın kuruluşundan diğerine transfer edilmesi, muhabirlerin
sıradan vasıfsız işçiler gibi düşük ücretlerle, ve her an işlerini kaybetme tehdidi altında
çalışmalarını beraberinde getirmiştir. Yayın politikalarının belirlenmesinde söz sahibi
olan üst düzey yöneticilerin ve yıldızlaşmış profesyonel gazetecilerin kişisel çıkarları,
medya patronlarının çıkarları ile pek çok durumda örtüşmektedir. Sembolik üretime
katılanlar içindeki bu ayrışma, vasıfsız/sıradan muhabirleri rutin haber takibine mecbur
kılarken, özel konularla ilgili “özel haberleri” eski/profesyonel gazetecilere bırakmakta
ve bu oluşum onların medyadaki ayrıcalıklı konumlarını pekiştirmektedir.
Görüştüğümüz genç muhabirler çalıştıkları örgütlerde kendilerine özel haber yapma
şansı verilmediğini belirtmişler ve bu eğilimden şikâyetçi olmuşlardır.8 Haber
medyasındaki emek gücünün bu ikili yapısı, vasıfsız/sıradan muhabirleri rutin haber
8
Ayşe İnal, op. cit., 1998
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
71
takibi ile görevlendirirken, AB konusunda yaşanan herhangi bir kriz durumunda,
uzmanlaşmış/profesyonel, yönetici konumuna yükselmiş ve haber kaynakları ile sıkı
bağlar kurmuş olan eski gazeteciler haber takibinin ana eksenini belirlemektedirler.
Diğer bir deyişle, AB’ye üyelik sürecinde yaşanan kriz ortamlarında, rutin haber takibi
sekteye uğrarken, haber kaynakları ile sıkı bağlar kurmuş bulunan eski gazeteciler,
konuya ilişkin haberlerin ana eksenini belirlemektedir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, dış politika konularına ilişkin rutin haber takibi, Dış
işlerinin bürokrasisi ile haber toplayan kuruluşların örgüt yapıları arasında kurulan eş
güdümlü ilişkiler içinde belirlenmektedir. Diğer yandan, rutin takibi bozan kriz
durumlarında, konunun haber değeri artmakta ve takibi gerçekleştiren uzman, üst düzey
gazeteciler olmaktadır. Bu kişilerin haber kaynağı olarak başvurdukları siyasal ve
ekonomik seçkinlerin söylemleri, gazeteciler tarafından halka taşınmakta ve aşağıda
örneklerle tartışılacağı gibi meşrulaşmaktadır.
Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri: Tarihsel Süreç ve Haber Kaynaklarının
Dönüşümü
AB’ye üyelik sürecinin tarihsel gelişimine baktığımızda bu sürecin oldukça
gerilere uzandığını gözlememiz mümkündür. Öncelikle AB'nin kendi örgütlenmesine
ilişkin tarihsel arkaplana göz atmakta yarar vardır. AB bir “fikir” olarak tarihselliği
içinde takip edildiğinde, geçmişini 1648 yılında imzalanan Westphalia Anlaşması'na
kadar geri götürenlerin olduğu görülmektedir9. Ancak günümüzdeki anlamıyla AB
fikrinin, büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Almanya ile Fransa arasında
kurulan ve temel mantığını, Avrupa devletlerinin artık savaşmadan nasıl
yaşayabileceğine dair çözüm arayışı ile birlikte ekonomik bir entegrasyon hedefinin
oluşturduğu girişimlerin sonucu olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu
süreç, başında olduğu gibi günümüzde de bazı Avrupa’lı teknokratların itici gücü ve
kaygıları ile biçimlenmiştir. Başta ekonomik entegrasyon öngörülmekle beraber, bugün
öne çıkan hedef “demokratik” kriterlerle resmedilen siyasal hedeflerdir.10 Avrupalı
9
Halil İnalcık, “Türkiye ve Avrupa: Dün ve Bugün”, Doğu Batı, s.2, 1998, s. 11-30 ve Sergei
Latouche, Dünyanın Batılılaşması, T. Keşoğlu (Çev.), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1993.
10
AB ve AB ile Türkiye arasındaki aslında Osmanlı İmparatorluğu'na kadar giden ilişkileri uzun
uzun anlatmak, ne bu yazının işi ne de amacı dahilindedir. Ancak yazının bütünlüğü açısından
düşünürsek, bu süreci kısaca burada anımsatmakta da yarar bulunmaktadır. AB ilk olarak Avrupa
Kömür ve Çelik Topluluğu adıyla 1951 yılında kurulmuştur. Kurucuları olan Fransa ve
Almanya'nın dışında İtalya ve üç Benelüks ülkesi Hollanda, Belçika ve Lüksemburg da bu ilk
bütünleşme içinde yer almıştır. Bu birleşme girişimi bir anlamda Alsas Loren madenlerinin
savaşmadan paylaşılma formülü olarak değerlendirilir (Tekeli, İlkin, 1993: 42-43). 1958’de
yürürlüğe giren AET'nin öncelikli hedefi ekonomik entegrasyondur ve bu çerçevede, 1958-1968
yılları arasında bu amaca hizmet eden Gümrük Birliği aşama aşama ilerleyerek hayata geçmiştir
(Manisalı, 1996: 11). 1970'lerde İngiltere, Danimarka ve İrlanda'nın, 1981'de Yunanistan'ın,
1986'da İspanya ve Portekiz'in katılımıyla birlik, 12 üyeli bir ekonomik topluluk haline gelmiş;
1995'te üye sayısı Avusturya, İsveç ve Finlandiya'nın katılımıyla 15'e çıkmıştır. Özellikli 1991
yılındaki Maastricht Anlaşması birliğin ekonomik entegrasyonun ötesine geçme hedefini ortaya
koymuştur. Ancak esas kırılma 1993'te yapılan Kopenhag Zirvesi'nde ortaya çıkmıştır. Bu zirvede
AB'nin genişleme hedefinin doğuya doğru kaydırılmasının yanında, ekonomik kriterlerin ötesinde
72
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
teknokratların ya da seçkinlerin, siyaseti ve demokrasiyi sıklıkla bir “haklar kataloğuna”
indirgediğini de hatırlatmakta yarar bulunmaktadır.11 Kuşkusuz Avrupa’lı siyasal ve
sembolik seçkinlerin bu yaklaşımı, ister istemez Türkiye gibi AB ile halihazırda
müzakere sürecini yaşayan ve birliğe katılma ihtimali ya da en azından umudunu
taşıyan bir ülkenin siyasal aktörleri ile bu aktörlerin eylemlerini takip ederek haber
içerikleri oluşturan medyanın davranış ve tavrını da önemli ölçüde etkilemektedir. Öyle
ki bu davranış biçiminin izini, özellikle kataloglama şeklinde müzakereleri sürdüren
Türk siyasal aktörleri ile bunları haber yapan medyanın tartışma biçimlerinde sürmek
mümkündür.
1989 Aralık ayında yapılan AB Komisyon Toplantısının beş büyük ulusal gazetede
(Milliyet, Hürriyet, Sabah, Tercüman, Cumhuriyet) nasıl yer aldığına ilişkin çalışmada
gazetelerde öne çıkan temalara baktığımızda, Kıbrıs sorunu, azınlıklar ve Batı ile
Türkiye arasındaki çıkar farklılıkları gibi temaların öne çıktığı gözlenmiştir.12
Gazetelerde Başbakanın, Dışişleri Bakanının ve bazı Avrupa ülkelerince yapılan
açıklamaların temsil edilmiş ancak konunun Dışişlerinin uzman bürokratlarına
bırakılması gerektiği vurgulanmıştır. Gazetelerin genel eğilimi, Türkiye’nin dış
politikasına ilişkin bir sorunun iç politika sorunlarından farklı biçimde ele alınması
gerektiği yönündedir. Diğer bir deyişle iç politika sorunları tartışmaya açılabilir ancak,
iş Türkiye’nin dış politikasına gelince burada esas olan tutarlı bir tek sestir. Bu sesi de
tayin edecek olan Türkiye’nin ulusal çıkarlarıdır.
AB üyelik sürecindeki en önemli dönüşüm 1995’de Gümrük Birliği’ne üyelik ile
yaşanmıştır. Bu gelişmeyle birlikte, Türkiye’nin AB ile ilişkileri herhangi bir sıradan
ülkeyle (veya bir başka uluslararası kuruluşla) kurulan diplomatik ilişki biçiminin
ötesine geçmiş, özgün bir boyut kazanmıştır. Söz konusu dönüşüm, aynı zamanda ABTürkiye düzleminde tanımlanan “ulusal çıkar” anlayışında da önemli kırılmalara neden
olmuş, “ulusal çıkar” kavramı hala aynı sıklıkla kullanılmakla birlikte, kavramın
vurguları çeşitlenmiş, eklemlendiği söylemsel alan içinde oluşan çelişkili hegemonik
stratejilerin taşıyıcısı haline gelmiştir.
Eş zamanlı olarak, AB-Türkiye ilişkileri, medya tarafından, “kamuoyunun”
gündemine taşınmıştır. Zira Gümrük Birliği'ne katılım, sanki AB'ye katılım şeklinde
birliğe yeni katılacak olanlara siyasal kriterleri de yerine getirme hedefinin gösterileceği ipuçları
çıkmıştır. Bu süreç, bir anlamda Türkiye'nin halihazırda AB ile ilişkilerinin düzlemini ve
tartışılma biçimini de önceden belirlemiştir. Türkiye'nin AB ile ilişkileri de aslında resmi olarak
1959'daki başvurusuyla başlamıştır. Bu başvurunun ardından 12 Eylül 1963'de Ankara Anlaşması
imzalanmış ve Türkiye'ye için birliğe katılım adına hazırlık, geçiş ve son dönem şeklinde
tanımlanan üç aşamalı bir süreç belirlenmiştir (belgenet.com). Bu anlaşmadan sonra 1 Aralık
1964'te hazırlık dönemi başlamış, 16 Mayıs 1967'de ise Türkiye geçiş dönemi için AET'ye
başvuruda bulunmuştur (Tekeli, İlkin, 1993: 12; 1993a). 23 Kasım 1970'de imzalanan Katma
Protokol'ün ardından, 1 Ocak 1973'te geçiş dönemi uygulaması başlamış, ancak Türkiye için bu
süreç aradaki askeri darbeler nedeniyle kesintiye uğramıştır. Bu kesintili sürecin ardından 1987
yılında Özal sürpriz bir şekilde AT'ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş, bu başvuru, AB
komisyonu tarafından Türkiye'nin kriterleri karşılamadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.
11
Aykut Çelebi, Avrupa: Halkların Siyasal Birliği, İstanbul, Metis Yayınları, 2002, s. 9.
12
Ayşe İnal, op. cit., An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
73
sunulmuş, bu katılımın Türkiye’yi ekonomik olarak olumlu etkileyeceğine dair aşırı
iyimser bir tablo çizilmiştir. 1995’e ait bu iyimserlik, takip eden yıllarda, Türkiye'nin
Kopenhag Kriterlerini13 karşılama yönündeki yetersizliği nedeniyle sarsıntıya uğramış,
aşırı iyimserlik aniden aşırı bir kötümserlikle yer değiştirmiştir. Aslında Türkiye'nin AB
ile ilişkileri, hem zaman içinde, hem de konuya ilişkin yaklaşımlar açısından, aşırı
iyimserlikle aşırı kötümserlik arasında salınan bir pendulum gibidir. Bu salınımın
genişliği ve hızı, izlerini dış politikada sürdüğümüz siyasal mücadelelerin topografyası
içinde belirlenmektedir.
1 Ocak 1996 tarihinde gerçekleşen Gümrük Birliği’ne üyelik, Tansu Çiller
Hükümeti tarafından büyük bir siyasal “başarı” olarak tanımlanırken, bu başarı
medyanın her konuda olmasa bile en azından bu konuda- hükümet yanlısı tavrı ile halk
yığınları arasında meşruiyet kazandı. Gümrük Birliği’ne kabul edilme, dönemin
yürütme erki tarafından, enflasyonist politikalarla ekonomik olarak ezilen halk
yığınlarına bir kurtuluş, geleceğe ilişkin iyimser bir vaat, tünelin sonunda görülen gün
ışığı gibi tanımlandı. Bu tanımları medya çoğaltarak ve meşrulaştırarak halka maletti.
Sihirli iki anahtar vaadiyle iktidara gelmeyi başarmış bir siyasal partinin, yandaşlarına
sunabilecekleri “başarı” simgesi haline gelen Gümrük Birliği üyeliği, AB hakkında
fazla bilgi sahibi olmayan kitleler için gerçekten de tünelin sonundaki ışık oldu ve
gözleri o kadar kamaştırdı ki, neyin gelmekte olduğunu bir süre kimse göremedi. Bunu
gören ve halka da göstermek isteyenler, sürekli muhalefet eden, her gelişmeye olumsuz
yaklaşan, “gelenekçi devletçiler” olarak resmedildiler. Böylelikle Gümrük Birliği
Anlaşması’nın, içinde uzun vadede Türkiye’nin aleyhine unsurlar barındırdığını
hatırlatan sesler etkisizleştirildi ve boğuldu.
Gümrük Birliği ile halkın gündemine düşen AB, sarkaca iyimser boyutta ivme
kazandıran siyasetçiler ve iyimser görüşleri endişelerden çok temsil eden medya ile
birlikte aslında kimin nereden tutacağını bilmediği kaygan bir kavramsal top oldu. Bu
bağlam içinde “AB’ye üyelik süreci” dediğimiz zaman işaret etmek istediğimiz olgu
siyasal, ekonomik, kültürel boyutları ile ele alındığında oldukça karmaşık bir süreçtir.
AB’nin Türkiye’den beklentileri, Türkiye’deki farklı çıkar gruplarının üyelikten
beklentileri ve bu beklentilerin medyada temsil edilme biçimleri, medyadaki temsillerin
halk tarafından anlamlandırılma ve yorumlanma süreçleri ve bunların sonucunda
söylemsel alan içinde AB’ye yönelik farklı tavır ve tutumların ortaya çıkması, üyelik
sürecinin yapılaşmasının çok yönlülüğünü gözler önüne sermektedir. Üyelik süreci
ekonomik, siyasal, hukuksal ve kültürel boyutların karmaşık yapılaşmasından oluşan
dinamik bir süreçtir.
13
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan zirvede, AB’nin genişlemesinin merkezinin Doğu Avrupa
ülkeleri olacağı kabul edilmiş ve aday ülkelerin karşılaması için “siyasi, ekonomik ve topluluk
mevzuatının benimsenmesi” olmak üzere üç ayaklı kriterler benimsenmiştir. Bu kriterlerden
siyasi olan, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesi ve
korunmasını garanti eden kurumların varlığı şeklinde tanımlanırken, ekonomik olan, işleyen bir
Pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı
koyma kapasitesine sahip olma şeklinde tanımlanmaktadır. Topluluk mevzuatının benimsenmesi
ise, siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik
yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması şeklinde tanımlanmaktadır (belgenet.com)
74
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
Medyanın üyelik sürecindeki rolü, AB yanlısı ekonomik ve siyasal çıkar
gruplarının, diğer bir deyişle iktidar konumundaki ekonomik ve siyasal seçkinlerin
bakış açılarının meşruiyetini tesis etme açısından önemlidir. Türkiye’de yukarıda
belirttiğimiz gibi 1980’leri takip eden 10-15 yıl içinde medyanın büyük sermaye ve
finans sektörü ile bütünleşmesi sonrasında büyük medya kuruluşlarının yayın
politikalarında AB yanlısı bir tavır takınmalarını gözlemek şaşırtıcı değildir. AB’ye üye
olunduğu takdirde, Türkiye’de yaşamakta olan ve iş bulmakta zorlanan alt orta ve alt
sınıfların, hayatlarını dönüştürmelerine olanak sağlayacak fırsatları bulabileceklerine
ilişkin bir inanç taşımaları, doğrudan AB yanlısı siyasal ve ekonomik seçkinlerin
dillendirdikleri vaatler ve bu iyimser vaatlerin medya tarafından meşrulaştırılması
sürecinin bir sonucudur.
AB’nin, üyeliğin gerçekleşebilmesi için Türkiye’den beklentileri ise, geniş halk
yığınları için medyadan duydukları kadarı ile “öyledir”. Tarım kesiminin, esnaf ve
küçük sermaye gruplarının bu toplumsal ve ekonomik yapılaşma sürecinde hangi
olumlu/olumsuz kararlarla etkileneceklerine dair bilgileri, yine, çoğu durumda,
medyadan duydukları ile sınırlıdır. Ya da, kendi konumlarındaki olası dönüşümlere
ilişkin medyadan hiçbir şey duyamamaktadırlar. Dolayısıyla, üyelik sürecindeki
“yapısal reformlar”dan etkilenecek olan tarafların, bu reformların kendi yaşamlarında
neleri, hangi biçimlerde etkileyip dönüştüreceğine ilişkin fazla bilgi sahibi olduklarını
düşünmek için yeterli bir neden yoktur. Büyük medya kuruluşlarının AB’ye üyelik
sürecine ilişkin oluşturdukları olumlu “atmosfer” ve AB üyeliğinin Türkiye’de
yaşayanların tümü için olumlu bir gelişme olacağına ilişkin yaklaşımları, bu gelişmeler
hakkında çok da bilgi sahibi olamayan halkın, AB’ye bakış açısının temel eksenini
belirlemiştir.
Yukarıda değindiğimiz gibi “ulusal çıkar” kavramı AB ile Türkiye ilişkilerinde,
hâkim çıkarların meşruiyetini/hegemonyasını kurma sürecinde en önemli, eklemleyici
kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. AB konusu özelinde, 1995’e kadar Dışişleri
Bakanlığı bürokrasisi içinde tanımlanan ulusal çıkar Gümrük Birliği ile birlikte
doğrudan yürütmenin (Başbakan, Dışişleri Bakanı, Hükümet Sözcüsü) tanımları içinde
şekillenmiştir. Döneme bakıldığında, Türkiye’nin ulusal çıkarı, Gümrük Birliği’nin
getirdiği ekonomik çıkarlarla eşitlenirken, bu ekonomik çıkarların hangi toplumsal
katmanların çıkarı olduğu gerek o dönemin siyasal seçkinleri gerekse onların sözlerini
halka taşıyan medya tarafından sorgulanmamıştır. Dönemin büyük medya
kuruluşlarının dolayımı yaptıkları habercilikle ile artık dış politikanın uzman
bürokratlarının tanımlarından kurtulan ulusal çıkarlarımız, doğrudan siyasal erkin
(dönemin öne çıkan siyasal aktörlerinin) tanımları içinde şekillenirken, 1995’de
karşımıza çıkan denklem şöyledir: AB üyeliği = ulusal çıkarımız = ekonomik çıkarımız.
1999 Helsinki Zirvesi14 ile gelinen süreçte ekonomik çıkarlarımızın yanı sıra
siyasal çıkarlarımız da tartışmaya eklendi. Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde ulusal çıkar
14
Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde toplanan bu zirvede oybirliği ile aday üye olarak kabul
ve ilan edilmiştir. Buna göre Türkiye diğer aday ülkeler gibi bir “Katılım Öncesi Stratejisi”nden
yararlanacak ve topluluk programları ve ajansları ile birlikte, aday ülkeler ve Birlik arasında,
katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma imkânına sahip olacaktır (belgenet.com).
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
75
gene hâkim, belirleyen kavram olmaya devam etmekle birlikte, siyasal görüşleri farklı
olan farklı aktörler, kavramı kendi görüşleri içinde tanımlamaya başladılar. Başka bir
açıdan bakarsak, farklı tanımlar artık medyada görünür olmaya ve temsil edilmeye
başlandı. Örneğin bir yazara göre, idam cezasının kaldırılması ve bu sayede AB katılım
koşullarını karşılama durumu ulusal çıkara uygun bir yaklaşım olarak tanımlanırken, bir
diğer yazar için idam cezasının kaldırılması Abdullah Öcalan'ın idamını engelleyeceği
için teröre verilmiş bir taviz ve ulusal çıkara aykırı bir durum olarak
çerçevelendirilebilmekteydi.15 Medyada konuya ilişkin farklı yaklaşımların temsiline
ilişkin tartışmalara bir sonraki bölümde daha ayrıntılı örnekler verilecektir.
Helsinki Zirvesi ile birlikte temsile kavuşan farklı siyasal yaklaşımları
incelediğimizde, Türk siyasal ve toplumsal hayatında AB ile ilişkilerin genellikle çifte
duygululuk içinde kurulduğunu görüyoruz. Bir yandan AB, uluslararası alanda bir
“komplo sürecinin parçası olması” nedeniyle Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı
davranışlar içine girebilmekte, diğer yandan AB ve onun standartları her anlamda
istenen, erişilmesi gereken hedef olarak kurgulanmaktadır. Bu ikili duygu, hem
toplumda hem de medyadaki haber ve düşünce üretim sürecine sirayet etmiştir. Bir
yandan AB ve onun ekonomik ve yaşamsal standartları erişilmesi gereken hedef olarak
algılanırken, bu hedefe erişmek adına AB’nin tüm üyeleri için öngördüğü azınlık
hakları, anadilde yayıncılık, ceza yasasındaki düzeltmeler, siyasetin sivilleşmesi gibi
reform önerileri ve kriterleri, ülkenin ulusal bütünlüğü için tehdit olarak
algılanabilmektedir.16
Hesinki Zirvesi sonrasında ve Türkiye’den beklenen ekonomik ve siyasal
dönüşümler netleştikçe, AB’ye üyelik sorunu kutuplaşmış açıklamaların içine, artan bir
ivme ile sürüklendi. Medya tarafından “varsayılan kamuoyu” AB yanlıları ve karşıtları
olarak ikiye bölünürken, gerçekte bu bölünme, var olan siyasal, ekonomik ve sembolik
seçkinler arasında yaşanmakta idi. Ayrıca, farklılıkların karşıtlık ekseninde tarif
edilmesi tam da medyanın marifeti ile gerçekleştirildi. Medyanın aracılığı
(dolayımı/hegemonyayı tesisindeki aktif rolü) ile kamunun gündemine getirilen her
sorun gibi, AB’ye üyelik sorunu da, siyah beyaz ekseninde kutuplu açıklamaların
konusu oldu. Büyük medya kuruluşlarının ekonomi politikası içinde beyazı tutmaları
karşıt görüşlerin homojenleştirilerek dışlanmasını beraberinde getirirken, ara tonlar
(bunlar hiçbir zaman gri tonları değil, tayfadaki renk cümbüşü olarak görülmelidir) yok
sayıldı.
15
Tezcan Durna, “Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları: Helsinki Zirvesi 1999”, Çiler
Dursun (der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları, 2004, s. 259-289.
16
Bu aşk-nefret ilişkisi aslında Türk modernleşmesinin temelinde olan bir duygu olarak karşımıza
çıkmaktadır. Türk modernleşme pratiklerinde Batı bir yandan ulaşılması gereken ideal uygarlık
modeli, diğer yandan, kendisiyle mücadele edilen bir düşman imgesi etrafında kurgulanmıştır.
Bunun temelinde Batı karşısında girişilen bir kurtuluş savaşının etkisi olduğu bir vakıadır. Ancak
Batının işgalinden kurtulmak için bile Batı’ya benzemek gereği ironik biçimde, Türk
modernleşmesi içinde bu aşk-nefret duygusunu sürekli canlı tutmuş ve günümüze kadar sirayet
etmiştir. Bir yandan Batılı değerleri kabul ederek Batı ile mücadele etmek gereğinin altı
çizilirken, diğer yandan kendi olarak kalma kaygısı, Direk’e göre bir “başkada aynı kalmak”
deneyimi olarak tanımlanmaktadır (Direk, 2003).
76
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
Gümrük Birliği sonrası, öncesine kıyaslandığında, çok daha sıcak, toplantılar,
görüşmeler ve kararlarla biçimlenen bir süreçtir. AB’nin bizzat kendi içsel dinamikleri,
son 10-15 yıl, ekonomik birleşmenin yanında siyasal bütünleşmenin de büyük ölçüde
hedefler arasına girmeye başladığı ve bu yönde adımların atıldığı bir süreç olarak
değerlendirilmelidir. Bu anlamda 1993 Kopenhag Zirvesi ekonomik bütünleşmenin
yanında siyasal kriterlerin netleştiği zirve olarak karşımıza çıkar. Burada siyasi kriterler,
demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesi ve
korunmasını garanti eden kurumların varlığına işaret etmektedir. Bu kriterlerin yerine
getirilmemesi nedeniyle 1997 yılındaki Lüksemburg Zirvesi'nde17 Türkiye için bir
gelişme çıkmamıştır. Türkiye-AB ilişkileri açısından 1999 Helsinki Zirvesi tarihi ve
kritik bir zirve görünümündedir. Zira bu Zirvede Türkiye “aday üye” ilan edilmiştir. Bu
gelişmenin hemen ardından Türk kamuoyu ve medyası büyük bir iyimserlik içine
girmiş, gelişme neredeyse Türkiye Birliğe üye olmuş kadar önemsenmiştir. Bu adaylık
süreci tarihi önemi ve medyanın atfettiği aşırı iyimser hava nedeniyle ayrıca
incelenmeye değer görünmektedir.
1995 Gümrük Birliği ve 1999 AB aday ülkeliğine kabul sonrasında 2000’lere
iyimser bir atmosferle girilmiştir. Bu olumlu havanın tavana vurduğu 2002-2004
dönemi sonrasında AB’nin Türkiye’den beklediği siyasal ve ekonomik düzenlemelerin
yine beklenen hızla gerçekleştirilememesi, ama hepsinden önemlisi ABD’nin Irak’a
müdahalesi sonrasında ortaya çıkan “Kuzey Irak” sorunu üyelik sürecini sekteye
uğratmıştır. “Demokratikleşme” süreci içinde tartışmaya açılan ana dilde eğitim,
yayıncılık vb. konularda azınlıklara yeni hakların önünün açılması, bu kazanımlar
sonucu Türkiye’nin bölünebileceği endişesi ile bütünleşirken, siyasal partiler arasında
“ulusal çıkar” konusunda ciddi çatışmalara ve farklı tanımlara yol açmış ve bu tanımlar
medyada kısmen de olsa temsil edilmiştir.
AB’ye üyelik sürecinde bir dış politika sorunu olarak çatışan açıklamaların konusu
olan ilk sorun Kıbrıs sorunu olsa da ve bu sorun üzerine farklı “ulusal çıkar” tanımları
medyada temsile kavuşmuş olsa da, “ulusal bütünlük” sorunu hem iç hem dış politika
sorunu olarak Kıbrıs sorununu gölgede bırakmıştır. Gerek CHP gerekse MHP’nin
ulusalcı söylemleri ve AB’ye üyelik konusunda öne sürdükleri koşullar, AKP ve
muhalefet partileri arasında ulusal çıkarların ne olduğuna ilişkin bir mücadeleyi görünür
kılarken, medya bu çatışmaları halkın gündemine taşımıştır. Bugün, 1995’de çizilen ve
zaman zaman sarsıntıya uğrasa da 2004’e dek yaşanan AB’ye ilişkin olumlu algılama
yerini endişelere ve “milliyetçi hassasiyetlerin” öne çıktığı olumsuz yargılara büyük
ölçüde bırakmıştır. 2004 ve sonrasında yaşanan kırılmaları daha iyi anlayabilmek için
bunların öncesine, Helsinki Zirvesine dönmek yerinde olacaktır. Bu zirvenin medyada
17
1997 yılı sonunda toplanan zirvede, açıklanan “agenda 2000” belgesine göre,Doğu Avrupa
ülkelerinden altısı için katılım müzakerelerinin hemen başlamasına karar verilmiş, ikinci grup
ülkelerle de 2000 yılında müzakerelerin başlamasına karar verilmiştir. Türkiye her iki grubun
içine Kıbrıs’ta sınır sorunları olması ve azınlık haklarına saygı göstermemesi gerekçeleri ile dahil
edilmemiş, AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler bu süreç içinde neredeyse kopma noktasına
gelmiştir. Bununla beraber, Güney Kıbrıs Rum kesimine müzakere tarihi verilmesi, Türkiye’nin
AB’den iyice uzaklaşmasına da neden olmuştur (Uğur, 2000: 202-232).
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
77
temsili, daha sonra netleşecek olan kırılmalar hakkında ipuçları sergilemektedir.
Helsinki Zirvesi’nin medyada sunumu, bu sunum sırasında çizilen tablo, görüşlerine yer
verilen aktörler, öne çıkartılarak tartışma konusu yapılan kriterler incelendiğinde,
medyanın AB karşısındaki tutumu ve kamuyu bilgilendirme yönünde nasıl bir
habercilik yaptığı daha anlaşılır olacaktır.
Avrupa Birliği-Türkiye İlişkilerinin Medyada Sunumu ve Ulusal Çıkar
Tanımının Çerçevelendirilmesi 18
Son yıllarda AB kavramı Türkiye siyaseti için çok önemli bir turnusol kâğıdı işlevi
görmektedir. Bu durum en azından Gümrük Birliği'nden bu yana böyle
değerlendirilebilir. Gümrük Birliği'nden günümüze kadar da bu nitelikte önemli
değişmeler ve kırılmalar yaşanmıştır. Bu kırılmaların en önemli belirleyeni de
Kopenhag Zirvesi'nde alınan siyasi kriterler olarak karşımıza çıkar. Bu siyasi kriterlerin
AB-Türkiye ilişkileri düzleminde tartışılan ilerleme ve reform olarak da tanımlanan
temaları önemli ölçüde çerçevelediği ortadadır. Kopenhag Kriterleri’nin çerçevelediği
temalar, uluslararası diplomatik bir mevzu olarak değerlendirilmenin ötesine geçmiş bir
iç politika sorunu haline gelmiştir. Sonuç olarak AB sorunu, hayati bir mesele haline de
gelmiş ve kamuoyunun gündeminde bu şekilde tartışılır olmuştur. Bu nedenle Avrupa
Birliği’ne taraf ya da karşı olmak hegemonik açıdan merkezi bir eklemleyici unsur
haline de gelmiştir. Sonuç olarak, kurulan karşıtlığın kendisi, başka karşıtlıkları ve
mikro iktidar ilişkileri ile dil üzerinden giden iktidar mücadelesinin de ana eksenini
oluşturmuştur.
Bu bağlamda AB'ye karşı ya da taraf olmanın kendisi temelde Türk siyasal ve
toplumsal yaşamı ile medyasında, AB'nin belirli kriterleri etrafında ortaya çıkan belli
temalar çerçevesinde yapılanmaktadır. Söz konusu temaları üstten belirleyen, AB'nin
demokrasi ve siyaseti “haklar kataloguna” indirgeme19 eğilimidir. AB teknokratları
demokratik açılım olarak tanımladıkları bazı “siyasi ve insan haklarına dair ilerleme”
kriterlerini belirlerler, aday ülke de bu kriterleri sıklıkla “ev ödevi” olarak da tanımlanan
bir algı içinde benimser ve yapılması gerekenleri yerine getirir. Türkiye ile AB
ilişkilerinin bağlamı ise başlı başına kendi içinde özgünlük taşımaktadır. Bu özgünlüğü
belirleyen en önemli unsur ise, Türk siyasal ve toplumsal yaşamının en can alıcı
söylemsel oluşumlarından birisi olan “ulusal çıkar” tanımlamasıdır. Türkiye'nin
18
Yazının bu bölümü ağırlıklı olarak Tezcan Durna'nın 1999 Helsinki Zirvesi'ndeki Türkiye'nin
Aday üyeliğinin Türk basınında sunumunun incelendiği yüksek lisans tezinin verilerine
dayanmaktadır (ayrıntı için bkz. Durna, 2002; Durna, 2004). Bu çalışmada, Türkiye'nin AB'ye
aday üye ilan edildiği 10 Aralık'ta toplanan Helsinki Zirvesi'nin bir hafta öncesi ve iki hafta
sonrasını kapsayan bir dönem, Türk basınında incelenmiştir. İnceleme için seçilen gazeteler ve
seçilme gerekçeleri şöyledir: Milliyet ve Sabah hem söylem hem de sahiplik itibariyle ana akım
gazeteler olması nedeniyle, Radikal gazetesi sahiplik itibariyle ana akım olmakla beraber, hedef
kitlesi itibariyle liberal solcu olması nedeniyle, Cumhuriyet gazetesi ise ulusal sol bir söylem ve
hedef kitlesine sahip olması nedeniyle, Zaman gazetesi ise, hem söylem hem sahiplik ve hem de
hedef kitlesi itibariyle muhafazakar İslamcı bir yapıya sahip olması nedeniyle seçilmiştir.
Çalışmada söz konusu gazetelerin dönem içerisindeki köşeyazılarına bakılmış, konuyla ilgili
olarak toplam 403 köşeyazısı çözümlenmiştir.
19
Aykut Çelebi, op. cit., Avrupa: Halkların Siyasal Birliği, İstanbul, Metis Yayınları, 2002.
78
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
modernleşme serüveni içerisinde çok kritik bir noktaya yerleştirilen20 1999 Helsinki
sürecinde Türkiye kamuoyunda ve medyasında yapılan tartışmaların temel eksenini
ulusal çıkar tanımı oluşturmuştur.
Bu temaların işaret ettiği konular, özellikle Türkiye'nin uluslararası meseleleri
olmanın yanında iç siyasetini de ilgilendirdiği için, ulusal çıkar tanımının vurgusunu
genişletmiş ve çeşitlendirmiştir. Bunların en başında Türkiye'nin belki de kurulduğu
zamandan beri mutat konusu olan ve şu günlerde tartışmaları daha da yoğunlaşarak
devam eden Kürt sorunu eksenine yerleşen AB'nin “azınlık haklarına saygılı olmak”
kriteri gelmektedir. 1999 Helsinki Sürecinde ise bu sorun temelde idam cezasının
kaldırılması ve bu gelişmeden Abdullah Öcalan'ın da yararlanıp yararlanmayacağı
tartışmalarının içine yerleşmiş görünmektedir. Yine bu süreçte AB ile ilişkiler
düzleminde tartışılan temalardan bir diğeri de Kıbrıs konusudur. Her iki tema da AB ile
ilişkiler düzleminde ulusal çıkarı eklemleyen kavramları kurmaktadır.
Ulusal çıkar tanımı, AB'ye hem karşıt olmayı hem de taraf olmayı aynı düzlem
üzerine yerleştirmektedir. Bu tanımlama AB ile ilişkilerin hem boyutunu hem de kriz
anlarındaki tartışmaların çerçevesini belirleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hem normal bir biçimde süren ilişkilerin hem de krizli anların temel eklemleyici unsuru
ulusal çıkar tanımı olduğu için, iç siyasette ortaya çıkan söylemler, ister istemez
“milliyetçi” söylemlere eklemlenmektedir. Böylece habercilikte merkezi temsil sorunu
olan yapısal yanlılık eğilimi, bu eklemlenmeyi güçlendirmektedir. Zira, söz konusu AB
ile ilişkiler olunca ve bu ilişki belli temalar çerçevesinde “ulusal çıkar” algısı içinde
değerlendirilince, haber dilinde zaten varolan akredite kaynağa bağımlılık ve siyasal
aktörlerin durum tanımlarının ikincil bir tanımlayıcısı olma durumu pekişmektedir.
Haberlerde gözlenen bu durum köşeyazılarında da karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda işaret ettiğimiz iki kritik konunun dışında AB ile ilişkiyi ve üyelik
konusunu ulusal çıkar tanımına bağlayan önemli bir tema da, üye olunması halinde
Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal yaşamında ortaya çıkması beklenen olumlu
gelişmelerdir. Bu noktada, AB ve Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal durumları
istatistiksel dökümlerle örneklendirilerek, Türkiye'nin “olumsuz”, “geri” ve “karanlık”
tablosu karşısına AB ve daha önce üye olmuş Yunanistan, Finlandiya, İspanya ve İtalya
gibi ülkelerin “olumlu”, “müreffeh”, “gelişmiş” ve “steril” durum tanımları karşı
karşıya yerleştirilmektedir. Bu karşılaştırmalar dolayısıyla Türkiye’nin ulusal çıkarının
ne olduğuna ilişkin bir tartışma sürdürülmektedir.
Örneğin, Helsinki Zirvesi'nden Türkiye için çıkan adaylığı,
Hürriyet
Gazetesindeki yazısında “beş paralık” adaylık şeklinde değerlendiren Mümtaz Soysal'ın,
söz konusu değerlendirmesine Milliyet ve Zaman gazetelerinden aynı vurgularla eleştiri
gelmiştir. Milliyet gazetesinden Hasan Cemal “...Yeni bir dünya bu! Herkesin aynı
teknede yaşayabileceği, birlikte kazanabileceği barış ve demokrasi dünyası... Beş
paralık aklı olanlar dünün dünyasında yaşar gider. En iyisi onları kendi dünyalarına
bırakmaktır...”21 cümleleriyle, Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce ise “...Helsinki
20
21
Tezcan Durna, op. cit., Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları.
Hasan Cemal, “Beş Paralık Akıl!”, Milliyet, 14 Aralık 1999, s. 19.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
79
kararına kendi içimize dönerek bakacak olursak, tarihi sıçramamızı hızlandıracak bu
karar, geleneksel konumları sarsılacak olanları rahatsız etmişe benziyor. Bunların
sözcülüğünü bir zamanlar demokrasiye müdahaleye, fikri destek veren bir anayasa
profesörünün (üstelik Dışişleri Bakanlığı yapmış birisinin) destek vermesi ve Helsinki
kararını 'beş paralık adaylık' olarak nitelendirip, 'bu zillete nasıl katlanılıyor?' diye çok
tahrikçilik yapması calibi dikkattir...”22 cümleleriyle Soysal'ın değerlendirmesini
eleştirmekte, bu eleştiriyle Soysal, “eskide kalmış” ve “geleneksel konumu sarsılacak”,
“statükocu” bir kişi olarak tarif edilmektedir. Aslında burada Soysal, AB'nin Türkiye
için öngördüğü adaylığı, diplomatik açıdan başarısız ve içinde Türkiye açısından fazla
ödün barındırdığı için eleştiriyor olsa da bu eleştiriler, Soysal'a atfedilen “statükocu”
konumu nedeniyle etkisizleştirilmekte tartışma dışı bırakılmaktadır. Bu etkisizleştirme
sırasında uygulanan strateji, gene “ulusal çıkar” tanımına eklemlenmektedir. Zira
Soysal, yazarın iddiasına göre de Türkiye'nin AB'ye adaylığını “geleneksel konumu
sarsılacağı için” eleştirmekte, tam da bu nedenle Türkiye'nin ulusal çıkarı yerine kendi
kişisel konumunu güçlü tutmayı tercih etmektedir.
“Statüko ve statükocu” sözcükleri AB'ye adaylık sürecindeki gelişmeleri,
eleştirilerin iddialarını etkisizleştirmek için kullanılan çokvurgulu bir sözcük olarak
karşımıza çıkmaktadır. Statüko kelimesi, adı geçen gazetelerin hepsinde farklı kesimler
için kullanılmış olsa da, bir tek anlama sahiptir. Bu anlamın içeriğini maddeler halinde
şöyle sıralamak mümkündür:
1) AB’ye karşı olanlar statükocudur.
2) Bu kişiler AB adaylığı ya da üyeliğinden sonra varolan egemen konumlarını
kaybetmek korkusu nedeniyle, AB’ye karşı çıkmaktadırlar.
3) Bu kişiler var olan düzenden memnundurlar.
4) AB, gerçek bir özgürlük ortamı getirecek ve statükocuların gerçek yüzü o
zaman ortaya çıkacaktır.
Bu çıkarsamalardan anlaşılan odur ki, AB’ye öyle ya da böyle karşı olanların
gerekçeleri dinlenmeden, ya da pek fazla sorgulanmadan bir sözcüğün çerçevesinin
içine yerleştirilmekte, bu kişiler toplum çıkarlarına ve özgürlüklere karşı olan,
“sorumsuz”lar olarak tanımlanmaktadırlar. Böylece hem yine AB’ye adaylık süreci,
özgürlükler ve demokrasi bağlamında yüceltilen bir durum olarak algılanmakta, hem de
AB dolayısıyla, iç politikada bir iktidar mücadelesi sürdürülmektedir. Statükocu olarak
değerlendirilenler gazetelerin yayın politikaları ve yazarlarının sınıfsal uzlaşımlarına
göre yer değiştirmektedir.
Statükocu sözcüğü ile işaret ettiği kişi ya da çevreleri en net biçimde tanımlayan
gazete Zaman’dır. Bu gazetenin atıfta bulunduğu kişiler, Atatürkçülük adına “baskıcı”
rejimi savunanlar ve askerlerdir. Söz konusu tanım, Radikal, Sabah ve Milliyet
gazetelerinin köşe yazılarında da zaman zaman temsil edilmektedir. Bu gazeteler için de
AB'nin getireceği “özgürlük ve eşitlik” ortamı, halihazırdaki konumları sarsılacak
22
Hüseyin Gülerce, “28 Şubat’ın Biteceği Tarih…”, Zaman, 14 Aralık 1999, internet baskısı.
80
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
olanlar statükocudur. Atıf yapılan güçler söz konusu gazetelerin yazarlarına göre, bir
grup olmaktan ziyade kişilerden oluşmaktadır. Adı geçen gazeteler, süreçle ilgili olarak
açıkça orduyu hedef göstermemekle beraber yer yer imada bulunmakla
yetinmektedirler.
Cumhuriyet gazetesi yazarları ise sağcıları “statükocu” olarak adlandırmaktadırlar.
Cumhuriyet çevresi AB'yi eleştirse de, son aşamada AB sürecinin demokratik bir açılım
sağlayacağına inanmaktadır. İslamcı ve ana akım gazetelerden gelen eleştiriler,
neredeyse aynı şekilde Cumhuriyet çevresinden de bu çevrelere yöneltilmektedir. İronik
olan, her çevrenin AB'nin sağlayacağı demokratik açılımdan kuşku duymamasıdır. İç
siyasette anlamlar üzerinde sürdürülen mücadelenin platformunu bu ortak payda
oluşturmaktadır.
Bu süreçte karşımıza çıkan en sıcak tartışmalardan birisi de yukarda altını
çizdiğimiz gibi idam cezasının kaldırılması meselesidir. İdam cezasının kaldırılmasının
gerekip gerekmediği düzleminde kurulan tartışmada temel kriter, AB sürecine hem
karşı, hem taraf olan için Abdullah Öcalan'ın bu uygulamadan yararlanıp
yararlanmayacağı sorunudur. Her iki taraf için de esas konu Türkiye'nin ulusal çıkarı
olarak çerçevelenmektedir. Örneğin Zaman gazetesinde Nuh Gönültaş adındaki yazarın
“...Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, idam cezasının kesinlikle kaldırılmasından yana.
İdamın kaldırılmasının Abdullah Öcalan olayı ile aynı kavşakta bulunması ise Türkiye
için büyük talihsizlik. Ama Türkiye elbette bir kişiyi idam etme uğruna bütün bir
geleceğinden vazgeçemez...”23 cümleleri, idam cezasının kaldırılması gerekliliğini
“Türkiye”nin geleceği” düzlemine yerleştirmektedir. Burada Öcalan'ın bir insan olması
ve tam da bu nedenle idam cezasının kaldırılması uygulamasından onun da
yararlanabileceği konusu tamamen tartışma dışı bırakılmaktadır. Türkiye'nin önceliği bu
bağlamda Abdullah Öcalan'ın idam edilmesi değil, AB'nin kriterlerinden birisi olan
idam cezasını kaldırarak “geleceğini kurtarmak” olarak tarif edilmektedir. Bu noktada
iki yönlü bir anlamlandırma stratejisi karşımıza çıkmaktadır. Birincisi “her ne kadar
Öcalan idam edilmeyi hak etse de”, Türkiye “duygusallık” yapmadan idam cezasını
kaldırmalı ve AB'nin kriterlerini karşılamalıdır. İkincisi “Türkiye'nin geleceği” denildiği
zaman, AB'ye üye olmak arzusu “ulusal çıkar” çerçevesine yerleştirilmektedir. Bu
çerçevenin vurgusu da “Öcalan'ın idamı ve Türkiye'nin geleceği” karşıtlığı ile
güçlendirilmektedir. Burada insan hakları ve insanın ne olursa olsun yaşama hakkının
elinden alınmaması gerektiği konusu temel değil tali bir belirleyen olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu düzlemde Türkiye'nin yerine getireceği yükümlülükler, “bir yük”
olarak algılanmakta ve “ulusal çıkarı” için Türkiye'nin kerhen de olsa yerine getirmesi
gereken bir “ev ödevi” olarak kavranmaktadır.
İdam cezası ile Öcalan'ın idamı ve AB ilişkilerinin yerleştiği eksen incelenen tüm
gazetelerde hemen hemen aynıdır. Ancak AB'nin söz konusu kriterlerinin bazıları
özellikle azınlık hakları ile ilgili olanlar ve Kıbrıs sorununun çözümü konusu genellikle
AB sürecine eleştirel ve karşı konumdan bakanların tartışmalarının odak noktası haline
23
Nuh Gönültaş, “İnfazcı Basın, Adalet Bakanı’na Karşı”, Zaman, 24 Aralık 1999, internet
baskısı.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
81
gelen konulardır. Bu konularda AB’nin beklentilerini benimseyenler de, bu beklentilere
karşı çıkanlar da kendi düşüncelerinin meşruiyetini yaptıkları “ulusal çıkar” tanımına
oturtmaktadırlar. Böylece ulusal çıkar, iç siyasette tarafların hegemonyalarını
güçlendirmek için başvurdukları kilit kavram olmaktadır. Sonuç olarak “ulusal çıkar”,
vurgularında hegemonik mücadelenin sürdüğü bir kavram olmakta ve farklı siyasal
düşüncelere, farklı vurgularla eklemlenmektedir.
AB üyeliği düzleminde tartışılan Kıbrıs sorunu, önemli ve hala içinden
çıkılamamış konulardan biridir. Kıbrıs konusunda Türk medyasının genel olarak ne
olursa olsun çözüm yanlıları ve çözüm adına “ödün verilmemesi” gerektiğini
düşünenler olarak iki karşıtlık içinde konumlandıkları/konumlandırıldıkları ortaya
çıkmaktadır.24 Bu konumlanmada her iki taraf da argümanlarını ulusal çıkara
getirdikleri tanımlarla gerekçelendirmektedir. Zira “ne olursa olsun” Kıbrıs konusunun
çözülmesini isteyenler, mevzunun çözümünü AB'nin kriterlerinden birisi olarak
algılamakta ve bu sorunu, Türkiye'nin AB üyeliği yolundaki engellerden birisi olarak
algılamaktadırlar. Çünkü AB'nin üyelik müzakerelerine başlanması için temel
koşullarından birisi de aday ülkenin üye ülkelerden herhangi birisi ile sınır sorununun
olmaması gereğidir. Bu noktada Türkiye'nin Yunanistan'la hem de Güney Kıbrıs'la
“sınır sorunu” bulunmaktadır. Sorunun “ne olursa olsun” çözümünden yana olanların
gözünde Kıbrıs meselesi Türkiye'nin geleceğinin önündeki engel olarak kavranmakta ve
sorunun bir an önce çözülmesinin “ulusal çıkarlara” uygun bir davranış olacağı
savlanmaktadır. İşin ironik yanı hem adadaki sorunun “her ne olursa olsun”
çözümünden yana olanlar, hem de sorunun çözümü adına Türkiye'nin ada üzerindeki
“haklarından feragat etmemesi” gerektiğini savunanlar Türkiye’nin çıkarlarından yana
olduklarını iddia etmektedirler. Zira, her ne pahasına olursa olsun çözüm diyenlerin
savlarına karşı olanlar, AB'nin Türkiye'ye vaatte bulunup ödün koparma peşinde olduğu
görüşündedirler. İki yaklaşımın ekseninin de ulusal çıkara eklemlenmesi, “milliyetçi”
söylemin Türkiye modernleşme sürecinin bir parçası olarak kavrandığı AB
adaylığındaki tartışmalarda ne kadar merkezi bir yerinin olduğunu göstermektedir.
İncelediğimiz gazetelerdeki köşe yazarları, Türkiye’nin “ulusal çıkarını”
tanımlarken, halkın sesini/sözünü temsil ettikleri izlenimini vermektedirler. Halk
burada homojen bir bütünlük olarak tanımlanmakta ve sürece ilişkin söz söyleyen
yazarlar, halkın sözcüsü konumuna yerleşmekte ve bu konumdan güç alarak
konuşmaktadırlar. Halkın sesi konumu tüm temaların tartışılma çerçevesini de
belirlemektedir. Bu konumun gücü aynı zamanda AB üyeliğinin (aslında burada
adaylık) ülkenin tümü için ne kadar önemli olduğu vurgusu ile arttırılmaktadır. Halkın
sözcülüğünü yaparken kullanılan sözcüklerin vurgusu, tarihsel sürekliliğe de atıfta
bulunularak güçlendirilmektedir. Bunların en çarpıcı olanları ise “milletimizin
geleceği”, “gelecek kuşaklar”, “aydınlık gelecek”, “yarının Türkiye'si”, “toplumun
geneli”. “toplumun ta içi”, “Türk halkının bütün unsurları” “halkın coşkusu” gibi
24
Tezcan Durna, op. cit., Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları.
82
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
sözcük ve tamlamalardır.25 Gene bu sözcük ve tamlamalar göstermektedir ki, AB
sürecindeki tartışmalar, Türkiye siyasetinde hegemonya mücadelesinin eklemleyici
unsurudur. Üyelik tartışmalarının içine yerleşen “ulusal çıkar” tanımları, bu tartışmaları
aşarak, iç politikada milliyetçi söylemlerin meşruiyetini kurma yönünde itici bir unsur
olacaktır.
AB'ye ve AB'nin süreç içindeki tavrına olumsuz bakanlar da olumlu yaklaşanlar da
son aşamada sorunu ulusal çıkar eksenine yerleştirdiği için, ilişkinin krizli anlarında
ister istemez bir içe kapanmanın savunucusu haline de gelebilmektedirler. Zira
Türkiye'nin AB ile ilişkisi aynı zamanda çifte duygulu olduğu için, aşırı iyimser
olanların bile, son aşamada, “aşkları” pekâla “nefrete” dönüşebilecektir. Bu içe
kapanma durumunun bir diğer nedeni de, AB'nin kriterlerinden oluşan tüm temaların
dönüp dolaşıp bir amalgam kıvamındaki milliyetçi ideolojinin potası içinde
eritilmesidir. Bu amalgamın içinde “insan hakları”, “din ve vicdan özgürlüğü”,
“kimlikler siyaseti”, “onurlu uluslararası ilişkiler”, “ekonomik gelişme ve bireysel
refahın artması” gibi olumlu adlandırmalarla; “komplo teorisi”, “Batı'nın emperyalist
emelleri”, “bölünme korkusu” gibi olumsuz betimlemeler Janus’un iki yüzü gibidir. Bu
olumlu ve olumsuz anlamlandırmaların biraradalığı durumu, krizli anlarda Türk
toplumunun ve medyasının, AB’nin öne sürdüğü koşulları ve tavrını, Türk kimliğine
saldırı ve daha da ileri giderek, Türkiye'nin bölünmesini istemek olarak algılamasına
neden olabilmektedir. Bu algı, son aşamada ulusal çıkar düzleminde kurgulanan ilişkiyi,
yaygın söylemsel oluşumun milliyetçi söyleme demirlendiği noktada bir içe kapanmayı
ve AB'ye üyelik adına atılan tüm adımlardan bir vazgeçiş seçeneğini de beraberinde
getirebilmektedir.
Yukarıda köşe yazıları üzerinden AB’ye adaylık sürecine ilişkin yaptığımız
gözlemlerin yanında tartışmaların gazete haberlerindeki temsilleri de medyanın tavrını
anlamak açısından önemlidir. Gencel Bek26 Helsinki Zirvesi’nin basında (Hürriyet, Star
ve Sabah gazeteleri) temsili üzerine yaptığı çalışmada, AB’nin kültürel farklılıklar
taşımayan homojen bir bütünlük olarak düşünüldüğünü bulgulamıştır. Bu algı biz ve
onlar ikiliğinin inşasında önemli bir öğe olarak yorumlanabilir. Haberlerde söylemleri
dolaşıma sokulan seçkinler, Türk ve yabancı politikacılar, işadamları ve AB
bürokratlarıdır. Yukarıda değindiğimiz “iyimser bakış” Sabah ve Hürriyet’te
yansımasını bulmuş ve kamuda böyle bir olumlu bakış açısını inşa etmek üzere
yinelenen bir temaya dönüşmüştür. Bu gazeteler, süreci olumlu olarak yorumlayan ve
onayan görüşlere belirgin biçimde fazla yer verirken, medyanın siyasal ve ekonomik
iktidar ilişkileri içinde nasıl büküldüğünü de sergilemişlerdir. Helsinki Zirvesi’nin
medyada sunumunda başat belirleyici çerçevelerden biri Gümrük Birliği ile temelleri
25
Tezcan Durna, Türk Basınında Avrupa Birliği: Köşeyazılarında Adaylık Sürecinin
Sunumu (3-24 Aralık 1999), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002.
26
Mine Gencel Bek, “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının
Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi,
Ankara, Elips Yayınları, 2004, s. 255-259.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
83
atılan “ekonomik kazanımlardır”. Dönemin para politikaları, halktan “kemer sıkmayı
beklerken” gösterilen havuç, ekonomik entegrasyondur.
2004 sonrasında ivme kazanarak tartışmaların temel eksenine yerleşecek olan Kürt
sorununun izlerini bu dönemde Sabah gazetesinin haberlerinde sürmek mümkündür.
Kürt sorunu ve A. Öcalan’ın nasıl cezalandırılması gerektiği konusu, milliyetçi
çıkışların görünür olduğu sorunlar olmuştur.27 Gencel Bek, medyada AB konusunun
tartışıldığı haberlerde ekonomik değişimlerin “kazanç” olarak sunulduğunu, bunun
karşısında siyasal düzenlemelerin “dayatma ve koşul” olarak ele alındığını
belirtmektedir.28 Ayrıca çalışmanın önemli bir bulgusu da, kültürel dönüşümlere ilişkin
kimi taleplerin yumuşatılarak ve magazinel bir dille sunulmasıdır.
Yukarıda değindiğimiz gibi Türk medyasında yaşanan yapısal dönüşüm
sonrasında, ekonomik çıkarların öne çıkması ve halka sunulan vaatlerle
meşrulaştırılması ekonomi politik çerçeve içinden bakıldığında beklenen bir tavırdır.
Kültürel-siyasal alanda yapılması beklenen değişim ve dönüşümlerin ise söylemsel alan
içinde yeniden tanımlanması ve ideolojik açıdan meşrulaştırılması, bir yandan
medyanın temel hedefi değildir, diğer yandan da, AB’ye yönelik olumlu bakış açısını
zedelememek için tartışılması pek de tercih edilmeyen konulardır.
Helsinki Zirvesi sonrasında önemli bir olgu da, Kasım 2002’de AKP’nin tek
başına iktidar olması ile AB’nin daha güçlü bir biçimde iç siyasette tartışılan bir konu
ve hegemonyanın tesisinde kurucu öğelerden biri haline gelmesidir. AKP’nin parti
programında öne çıkan ve din ve vicdan özgürlüğü savunulurken atıfta bulunulan
“demokratik hak ve özgürlükler”, partinin AB’ye yönelik olumlu tavrını
şekillendirmiştir. Bu dönemde medyanın AB sürecini temsili, AKP politikalarını
benimseme/karşı çıkma ekseninde çerçevelenmiştir. Aralık 2004’te AB’nin Türkiye ile
katılım müzakerelerini başlatması sırasında da, medyanın buna benzer bir tavır
sergilediği gözlemlenmektedir.
Kejanlıoğlu ve Taş29,
2004 İlerleme Raporu’nun ve 2004 AB Brüksel
toplantısının, Zaman, Hürriyet ve Radikal gazetelerindeki sunumunu incelemişler ve
inceledikleri gazetelerde, Türkiye’nin, Avrupa’nın Türkiye’ye bakış açısından temsil
edilmesinin genel bir eğilim olduğunu vurgulamışlardır. İncelenen pek çok köşe
yazısının çerçevesini belirleyen akredite kaynaklar, Avrupa Komisyonu ve Avrupa
Parlamentosu’nun üyeleri yanı sıra Avrupalı liderlerin açıklamalarıdır. Basında, Avrupa
ve Türkiye betimlemelerine egemen olan yaklaşım “basının bir tür seferberlik içinde
Türkiye’nin (neredeyse) Avrupalı olduğuna (kendini?) inandırma çabası”dır.30
Araştırmacılar, incelenen gazetelerin gerekçeleri tartışmaksızın AB üyeliğini
27
Mine Gencel Bek,op. cit., “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının
Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.)
28
Mine Gencel Bek, op. cit., “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının
Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.), s.247
29
D. Beybin Kejanlıoğlu ve Oğuzhan Taş, "Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä.", Anu
Leinonen, Tuula Kojo, Mervi Nousiainen, Sampsa Peltonen& Lauri Tainio (der.), Turkki Euroopan rajalla?, Helsinki, Gaudeamus Helsinki University Pres, 2007, s. 91-111.
30
Ibid., D. Beybin Kejanlıoğlu ve Oğuzhan Taş, Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä.
84
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
destekleyen veya karşı çıkan aktörlerin görüşlerini temsil ettiklerini ve takım tutan
taraftarlar gibi duygusal öğesi ağır basan bir tutum oluşturduklarını belirtmişlerdir.
Araştırmanın bir başka dikkat çekici bulgusu da, incelenen üç gazetede görüşlerine
başvurulan aktörlerin % 85’inin Avrupalı liderler, AB bürokratları ve siyasetçileri
olmalarıdır. Türk siyasetçi ve bürokratların temsiline bakıldığında kabinenin (R. T.
Erdoğan ve A. Gül başta olmak üzere) % 75 ile başı çektiği gözlenmiştir. Kıbrıs sorunu,
Ermeni sorunu, Yunanistan’la ilişkiler ve Güneydoğu’da federasyona duyulan endişe
tartışılan temalar arasında öne çıkmaktadır.31 Gencel Bek ve Durna’nın sonuçlarının
aksine bu çalışma AB’nin, basında, homojen bir bütünlük olarak temsil edilmediğini
bulgulamıştır. İncelenen dönem dikkate alındığında AB içindeki farklı seslerin daha
belirgin olarak ortaya çıkması ve çatırdamaların sezilmesi bu sunumun nedenleri olarak
düşünülebilir. 2004’de milliyetçi görüşlerin eklemlendiği sorun, öncesinde de görünür
olduğu gibi Kıbrıs sorunudur. Ekonomik çıkarlar, yine çokça vurgulanmış ve
Türkiye’nin yüz küsur yıllık batılılaşma isteği tekrarlanan bir amaç olarak görünür
olmuştur.
Benzer bir çalışma örneklem genişletilerek gerçekleştirilmiş olsa idi, muhtemelen
milliyetçilik ekseninde farklılaşan ulusal çıkar tanımları daha net biçimde görünür olur
ve AB’ye yönelik olumlu bakış açısı yer yer bulanıklaşırdı. Yine de 2004’ü, 1996’da
başlayan ve 2002 ile doruklarına ulaşan fiestanın son yılı olarak okumak mümkündür.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, ABD’nin Irak işgali sonrasında yaşanan ve Türkiye’yi de
yakından ilgilendiren sorunlarla birlikte, bir yandan dış politika gündem değiştirirken,
diğer yandan, AB kriterleri, Türkiye’nin bölünme endişelerine merhem olmaktan çok
yaraya basılan tuz gibi görülmüştür. Bu yazının oluşturulduğu bu günlerde, Sarkozy’nin
Almanya’nın da desteği ile “Türkiye’nin üyelik sürecini” AB terminolojisi içinde
dönüştürme önerisi, İngiltere, İtalya, İspanya ve İsveç’in de karşı çıkmaması ile yeni bir
kriz oluşturmuştur. Basının soruna olası yaklaşımı AKP Hükümetinin tavrına paralel bir
tavır olmayı sürdüreceğini öngörmekteyiz. AKP ise, sıcak iç ve dış politika sorunları
içinde belirgileşen ulusalcı seslerin karşısında AB’ye üyelik sürecini kısmen de olsa
kamunun gündeminden çıkarma yönünde bir tavır benimseyecektir. Bu tavrı bir
anlamda AB'nin tavrı tetiklemekte; AKP hükümeti başlangıçta Hükümet politikasının
en merkezi noktasına yerleştirdiği AB sürecini soğumaya bırakarak bir anlamda
milliyetçi refleksleri bertaraf etme eğilimine girecektir.
2004 sonrasında artan AB karşıtlığı, kamunun gündemine milliyetçi söylemler
içine yerleşerek eklemlenmektedir. MHP ve CHP’nin üyelik konusunda öne sürdükleri
koşullar medya tarafından mercek altına alınarak ayrıntılı bir tartışmaya açılmazken,
AB yanlısı ve karşıtları arasındaki sert kırılma yeniden üretilmektedir. Medyada
“arabulucu”, kutuplaşma dışında kalan çözüm önerileri temsil edilmediği sürece, MHP
ve özellikle CHP’nin öne sürdüğü görüşler ve karşı çıktıkları öneriler, “milliyetçi
hassasiyetleri” körüklemekte, kamuya mal olurken taşıdıkları milliyetçi ton
sertleşmektedir. Biz ve onlar ikiliği üzerine kurulu düşünme biçimi, pek çok konuda
olduğu gibi AB konusunda da başat akıl yürütme biçimini oluşturmaktadır.
31
Ibid., D. Beybin Kejanlıoğlu ve Oğuzhan Taş, Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä.
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
85
Sonuç ve Değerlendirme
AB ile Türkiye ilişkilerinin medyada temsili ve bu temsilin izlerini sürerek
vardığımız sonuç, bize bu ilişkinin çok kırılgan bir noktada kurulduğunu
göstermektedir. Bu kırılganlık sadece Türk medyasının milliyetçi reflekslere
eklemlediği temalar çerçevesi ile izah edilemez. Kuşkusuz, Türkiye AB’nin katılım için
öngördüğü demokrasi ve insan haklarına dair kriterleri karşılamaktan bir hayli uzak
görünmektedir. Bunun için gereken adımların AB üyeliği beklentisiyle atıldığı bir
gerçektir. Ancak AB’nin zaman zaman değişen tavrı atılan bu adımları sürekli sekteye
uğratmakta, yerine getirilen ya da getirilecek kriterlerin bir komplo mantığı çerçevesine
yerleştirilmesine zemin hazırlamaktadır. AB’nin bu tavrının temelinde Türkiye’yi ne
olursa olsun kendi topluluk ideallerinden farklı ve çok başka bir toplum olarak
algılaması yatmaktadır. Her ne kadar farklılıklara ve azınlıklara saygı ideali taşısa da
Türkiye’nin kültürel değerlerine, AB’nin çok da saygı gösterdiği düşünülemez.
Böylece farklı kültürel kimlikleri, yaşam tarzlarını kabul etmekte zorlanan ve
çıkışı bunları dışlamakta bulan sadece Türk halkı değildir kuşkusuz.
AB üyeleri de, farklı tonlarda ve biçimlerde de olsa, Türkiye’nin kendilerinden
farklı bir kültür olduğunu görmekte zorlanmaktadırlar. Badiou’nun dediği gibi,
farklılıklara saygı duyuyoruz ama onlar bize benzediği sürece32 tarzındaki bir bakış
açısı insan haklarını bayrak yapan AB halklarının pek çoğunda da yaygın düşünme
biçimidir. AB’nin Türkiye’nin adaylığını benimsememesi neredeyse “dışlaması” burada
nasıl bir hayal kırıklığı yarattıysa, kendi ulusal, kültürel kimliklerini öne çıkartarak bir
Avrupa’lılık bilinci yerine ulusal devletlerin bir vatandaşı olmayı benimseyen bakış
açısı, AB anayasası için yapılan referandumlarda pek çok Avrupa’lı politikacı için hayal
kırıklığı olmuştur.
AB’nin Türk medyasında temsiline ilişkin her çalışma odaklandıkları dönemde
medyanın kamuları bilgilendirme ve biçimlendirme işlevine ilişkin önemli veriler
sağlamıştır. Ancak AB konusunun bir başka önemli boyutu da, boylamsal olarak
bakıldığında, Türk basınının benimsemiş olduğu dış politika haberciliğinin yapısındaki
dönüşümü çok iyi yansıtan bir konu oluşudur. 1990’ların başlarına kadar, Dışişleri
Bakanlığı’nın temel haber kaynağını oluşturduğu bir habercilik, biçim değiştirmiş ve
politikacıların sözünün egemen olduğu, onların tanımlarının yeniden kurulduğu bir
habercilik anlayışına doğru kaymıştır. 1991’de dış politika muhabirleri ile yaptığımız
derinlemesine görüşmelerde pek çok muhabir Turgut Özal’ın, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve
sonrasındaki ABD müdahalesi sırasında Bush’u arayarak, onunla yaptığı telefon
görüşmesini bütünüyle açıklamaması karşısında paralize olduklarını belirtmişlerdi. Bu
biçim, sadece dış politika yazan muhabirleri değil, doğrudan Dışişleri mensuplarını da
benzer bir şaşkınlığa sürüklemiştir. Zira o dönemde benimsenen yordam, siyasetçilerin
bürokratlarla birlikte eşgüdüm içinde karar oluşturması, basının da, bu kararları
bürokratlarla kurdukları ilişkiler yolu ile takip etmeleri idi. Bugün yürütmenin
tepesindekiler, ABD Başkanı ile herhangi bir konuda görüşseler ve istedikleri kadarını
32
Alain Badiou, Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Tuncay Birkan (çev.), İstanbul,
Metis Yayınları, 2004. s. 38.
86
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
açıklasalar, bu artık bir on beş yıl öncesine kıyasla çok daha az şaşırtıcı bir durum
olacaktır.
Kaynakça
Alain BADİOU, Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Tuncay Birkan
(çev.), İstanbul, Metis Yayınları, 2004
Aykut ÇELEBİ, Avrupa: Halkların Siyasal Birliği, İstanbul, Metis Yayınları, 2002
Ayşe İNAL, “Yazılı Basın Haberlerinde Yapısal Yanlılık Sorunu”, Toplum ve Bilim
Güz, s. 111-135, 1995
Ayşe İNAL, An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton, Text
Construction and News Production, Basılmamış doktora tezi, Ankara, ODTÜ,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995
Beybin D. KEJANLIOĞLU, Oğuzhan TAŞ, "Turkin ja EU:n suhteet Turkin
lehdistössä", Anu Leinonen, Tuula Kojo, Mervi Nousiainen, Sampsa Peltonen&
Lauri Tainio (ed.), Turkki - Euroopan rajalla?, Helsinki, Gaudeamus Helsinki
University Pres, s. 91-111, 2007
Erol MANİSALI, Gümrük Birliğinin Siyasal ve Ekonomik Bedeli, 2. Baskı, İstanbul,
Bağlam Yayınları, 1996
Gaye TUCHMAN, Making News: A Study in the Construction of Reality, US, The
Free Press, 1978.
Halil İNALCIK, “Türkiye ve Avrupa: Dün ve Bugün”, Doğu Batı. S. 2, s. 11-30, 1998
Hasan CEMAL, “Beş Paralık Akıl!”, Milliyet, 14 Aralık 1999, s. 19, 1999
Hüseyin GÜLERCE, “28 Şubat’ın Biteceği Tarih…”, Zaman, 14 Aralık 1999, internet
baskısı, 1999
İlhan TEKELİ, Selim İLKİN, Türkiye ve Avrupa Topluluğu I,
Yayıncılık, 1993
Ankara, Ümit
İlhan TEKELİ, Selim İLKİN, Türkiye ve Avrupa Topluluğu II, Ankara, Ümit
Yayıncılık, 1993a
Mehmet UĞUR, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bir Dayanak/İnandırıcılık İkilemi,
İstanbul, Everest Yayınları, 2000
Mark FISHMAN “Crime Waves as Ideology”, The Manufacture of News, S. Cohen ve
J. Young (Ed.), GB, St Edmunsbury Pres, 1988
Mine Gencel BEK, “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının
Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.), Haber, Hakikat ve İktidar
İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları, s. 255-259, 2004
Nuh GÖNÜLTAŞ, “İnfazcı Basın, Adalet Bakanı’na Karşı”, Zaman, 24 Aralık 1999,
internet baskısı, 1999
AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI
87
Robert A. HACKETT, “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası
Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”, Ayşe İnal (Çev.), İlef Yıllık. 1997-1998, s.
31-73, 1998
Sergei LATOUCHE, Dünyanın Batılılaşması, T. Keşoğlu (Çev.), İstanbul, Ayrıntı
Yayınları, 1993
Stuart HALL et al., Policing the Crisis: Mugging, the State and Law and Order, GB,
Methuen, 1978
Tezcan DURNA, “Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları: Helsinki Zirvesi 1999”,
Çiler Dursun (der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları,
s. 259-289, 2004
Tezcan DURNA, Türk Basınında Avrupa Birliği: Köşeyazılarında Adaylık
Sürecinin Sunumu (3-24 Aralık 1999), Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002
Zeynep DİREK, “Başkada aynı kalmak: Türk başkalığını felsefi olarak düşünmenin
yolları”, Toplum ve Bilim, s. 98, s. 20-32, 2003
www.belgenet.com.
88
AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA
Ankara Avrupa SUPRANASYONAL
Çalışmaları Dergisi
BİR
Cilt:ŞEKLİ
8, No:2OLARAK
(Yıl: 2009), s.89-107
TASARRUF
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION
PROCESS ON THE NATURE OF SOVEREIGNTY
Zerrin SAVAŞAN∗
Abstract
This article aims to question how the European integration process has affected
the nature of sovereignty and what its implications are for the EU and member states.
For this purpose, firstly, it clarifies what the sovereignty and sovereign state implies in
the traditional understanding of sovereignty. Secondly, it examines the historical
experience of the sovereign state in Europe and the emergence of European integration
in 1950s as a challenge to the traditional view. Thirdly, it evaluates the reinterpretation
of the sovereignty with a new concept, the concept of “Shared” sovereignty, emerged
in the European integration process. In the fourth part, it scrutinizes the EU with its
both supranational and intergovernmental characteristics discussing the question of
sovereignty between the EU and the member states. Afterwards, based on its
examination on the EU and shared sovereignty, it makes an overall analysis on the
change of the sovereignty through the impact of integration process. Finally,
summarizing the main points of its analysis, it underlines that, within the EU, consisting
of combination of both supranational and intergovernmental elements, it is no longer
possible to remain as a traditional sovereign state and to exercise its absolute powers.
Key Words: Sovereignty, Sovereign State, European Integration Process, Shared
Sovereignty, EU.
Özet
Bu makale, Avrupa Bütünleşme sürecinin, egemenliğin doğasını nasıl etkilediğini
ve bunun sonuçlarının AB ve üye devletler için ne olduğunu sorgulamayı
amaçlamaktadır. Bu amaçla, ilk olarak, geleneksel anlamda egemenlik ve egemen
devletin ne olduğu açıklanmaktadır. İkinci olarak, Avrupa’da egemen devlet
Research Asistant, CES/METÜ&Selçuk University and Ph.D. Student, Department of
International Relations/METU
∗
90
ZERRİN SAVAŞAN
tecrübesinin ve Avrupa Bütünleşme sürecinin 1950’lerde geleneksel görüşe meydan
okuma olarak ortaya çıkışını incelemektedir. Üçüncü olarak, egemenliğin, Avrupa
Bütünleşme süreci içinde ortaya çıkan yeni bir kavramla, “Paylaşılan” egemenlik
kavramıyla yeniden yorumlanmasını değerlendirmektedir. Dördüncü bölümde, AB ile
üye ülkeler arasındaki egemenlik meselesini tartışarak, AB’yi hem ulusüstü hem
devletlerarası özellikleri ile incelemektedir. Daha sonra, AB ve paylaşılan egemenlik
üzerindeki incelemesini temel alarak, egemenliğin, bütünleşme sürecinin etkisi ile
değişmesi üzerine genel bir analiz yapmaktadır. Son olarak, analizin ana noktalarını
özetleyerek, hem ulusüstü ve hem devletlerarası unsurların birleşiminden oluşan AB
içinde, artık geleneksel bir egemen devlet olarak kalmanın ve onun kesin yetkilerini
yerine getirmenin mümkün olmadığının altını çizmektedir.
Anahtar Kelimeler: Egemenlik, Egemen Devlet, Avrupa Bütünleşme Süreci,
Paylaşılan Egemenlik, AB.
Introduction
The sovereign state and the sovereignty still continues to be core dimensions of the
international order, as the international order is still predominantly designed by relations
between sovereign states. However, through recent developments, particularly with the
emergence of consequences of globalization, there seems a limitation in the powers of
sovereign states. This is because, in the new order, the states have to share their powers
with international organizations and the enforcement mechanisms of the global
economy.
The European integration process has facilitated the restrictions directed towards
sovereign states powers. The process, just at the beginning of its establishment, through
both the ECSC, including a High Authority and the EEC, including a supranational
Commission, presented a challenge to traditional view of sovereignty. Then, in the
period of its development as the European Union, as common policies advanced further,
it has produced further fundamental shifts in the traditional sovereignty. Through the
change emerged and developed in the state and sovereignty by the process, the state and
sovereignty in Europe has been reshaped. Thus, the nature of sovereignty has been
altered from its traditonal origins.
This article aims to examine how the European integration process has altered the
nature of sovereignty and what its implications has been for the EU and member states.
In order to examine the issue, it firstly begins with clarifying the concepts,
“sovereignty” and “sovereign state” in the traditional understanding. Yet, before
identifying the traditional principles of “sovereign state,” it focuses on the terms “state”
and “sovereignty” seperately to understand their meanings perfectly. After this
clarification on the meanings of the sovereignty and sovereign state, it scrutinizes the
historical experience of the sovereign state in Europe and the emergence of European
integration in 1950s as a challenge to the traditional understanding. In the third part, it
will evaluate the reinterpretation of the traditional sovereignty with a new concept
emerged in the European integration process i.e. “Shared” sovereignty. As the question
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
91
of sovereignty between the EU and states arises from this new concept of sovereignty,
in the fourth part, it will elaborately scrutinize the EU with its both supranational and
intergovernmental characteristics in which its relationship to the question of sovereignty
is addressed. Then, based on its examination on the EU and shared sovereignty, it will
reveal the impact of European integration process on the change of the sovereignty.
Finally, it will summarize the main points of its analysis and emphasize that it is no
longer possible to remain as a traditional sovereign state and to exercise its absolute
powers within the EU, as there is a distribution of authority between the EU and the
states.
The Traditional Understanding of Sovereignty
In order to question how the European integration process has made the
sovereignty different from its traditional origins, it is firstly essential to clarify what
“sovereignty” and “sovereign state” means in their traditional understandings. Yet,
before identifying the traditional principles of “sovereign state,” it is better to focus on
the terms “state” and “sovereignty” seperately to understand their meanings perfectly.
As regards the term “state,” first of all, it should be made clear which usage is
more probable, “the concept of nation-state” or “the concept of state” to explain the
European state. There seems two different perspectives about this issue. On the one
hand, there is a perspective which appears to accept a close relationship between the
two terms, “state” and the “nation-state.” To illustrate, Held explicitly argues that
“Modern states developed as nation states.”1 However, on the other hand, another view
notes that to use the term “nation-state” to explain the European state is problematic.
For example, Tilly clearly explains what makes it problematic in his book, titled as
European Revolutions.2 For Tilly, in practice, many so-called nation-states have
consisted of different nations reflecting different identities.3 Due to this fact, no
European state has ever actually became a nation-state. Indeed, Spain retained its
Basques and Catalans, the United Kingdom its Scots and Irish, France its Bretons, Italy
its French- and German- speaking regions, Sweden its Lapland.4 For him, the nation state has been heavily based on the historical experience of two Western European’s
states: Britain and France. Yet, they have also developed very different traditions on the
role of the nation-state and its basic functions, so they also “have never met the test.”5
Accordingly, the nation-state has remained an artificial concept which only states such
1
David Held, Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan
Governance, Cambridge, Polity Press, 1995, p.48.
2
Charles Tilly, European Revolutions (1492-1992), Oxford, Blackwell Publishing, 1993, pp.2151.
3
Here, it is necessary to remind the definition of ‘nation.’ Smith defines it as “a named human
population which shares myths and memories, a mass public culture, a designated homeland,
economic unity and equal rights and duties for all members.” Anthony D. Smith, Nations and
Nationalism in a Global Era, Cambridge, Polity Press, 1995, pp.56-57.
4
Charles Tilly, “Futures of European States,” Andrew Linklater (ed.), International Relations,
Critical Concepts in Political Science, London and Newyork, Routledge, 2000, p.1460.
5
Tilly, Charles, Coercion, Capital and European States, AD 990-1992, Cambridge, Blackwell
Publishing, 1992, p.3.
92
ZERRİN SAVAŞAN
as Sweden and Ireland could come only “closer” to the definition of a nation state.6
Based on these reasons, Tilly prefers to use the term ‘national-state’ (or “the
consolidated state”) instead of ‘nation-state’ to explain the European state. Indeed, it
seems more probable to use “the concept of state or national state” rather than using
“the concept of nation-state,” following Held’s definition to explain the European state.
As regards the term “state” or “national state,” it is quite possible to find different
definitions, as terms state and sovereignty are always controversial because of various
perceptions. To illustrate, while defining the state, Davies stresses its internal aspect,
but not its international aspect. He defines it as a centralised administration imposing
unitary system on its citizens over its territory. 7 However, Wallece addresses also its
international aspect involving external defence and the diplomacy.8 Habermas, on the
other hand, emphasizes the individual freedoms granted on the citizens by the state,
while determining two defining characteristics of the state.9 Despite these different
perceptions, the concept of state in the traditional understanding can be briefly defined
as a political entity which has a territory, government, people and a legitimate authority
or sovereignty over that territory and in the international order.10
According to this definition, the state has four main components: territory,
government, people and sovereignty. So, it has a linkage to the question of sovereignty.
In other words, to define a political entity as a state, it is essential for this state to have
the ability to exercise authority over its demarcated territorial area and its people, but
also having legitimacy and independence internationally.11 The concept of sovereignty
then asserts not only having the sole right to make decisions and enforce authority with
regard to a particular territory and population (internal sovereignty), but also being
subject to no other supreme authority in its international relations(external sovereignty-
6
Ibid., Tilly, Charles, p.3.
Norman Davies, Europe: A History, Oxford, Oxford University Press, 1996, p.715.
8
William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P.
Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, p.32.
9
Jürgen Habermas, “The European Nation-State: On the Past and Future of Sovereignty and
Citizenship,” Andrew Linklater (ed.), International Relations, Critical Concepts in Political
Science, London and Newyork, Routledge, 2000, pp. 2061-2078.
10
Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson, 2005, p.38.
11
William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P.
Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, p.32.
Wallece also seperates the concepts of ‘sovereignty and autonomy,’ as while he reveals autonomy
“as an informal and relative concept which should be assessed in comparative terms with
reference to external constraints and domestic vulnerabilities to outside developments,” he reveals
sovereignty “as a formal and absolute concept which should be assessed by economic, social and
security factors,” pp.22-23.
7
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
93
which Krasner calls “Westphalian sovereignty”).12, 13 Its external aspect then implies
that states have to avoid intervening in each other’s internal affairs.14
In short, to the traditional understanding, ‘sovereign state’ has both internal and
external aspects. As regards internal aspect, it has the right to apply common rules
uniformly to enforce authority in its internal matters. Regarding external aspect, to do
something, for example, to declare war to another state, it does not require the approval
of the other states and under no circumstances, it accepts interference to its internal
affairs. However, here, it is necessary to remember Mann’s view on this issue. For him,
a state has never had entirely the characteristics of the sovereignty in both internal and
also external fields. It has always constraints determined by economic and political
structures of both national and international systems. 15
Emergence of European Integration: A Challenge to the Traditional
Understanding
The sovereign state in Europe can be traced to the Peace of Westphalia of 1648
which provided the development of an international order consisting of sovereign
states.16 It gains full expression after the French Revolution in which the movements of
nationalism became stronger throughout Europe. In the nineteenth century, states
become strongest political entities in the international order. This is because, relative
stability in trade, benefiting from the framework of the international gold standard,
allows the self-regulating market to transcend national borders and work at the
international level.17 Stability helps to maintain both growth and low inflation.
Moreover, during the course of the nineteenth century, balance of power prevents the
occurence of any long and devastating war between the great powers for a century.18
However, in the twentieth century, nationalism increases further and it produces an
increase in attempts to strengthen military facilities among the great powers, such as
France, Germany, Austria-Hungary, Russia, and Britain. Thus, “Hundred Years’ Peace”
begins to collapse and its collapse gradually leads to the World War I.19
12
Stephen D. Krasner, “Sharing Sovereignty- New Institutions for Collapsed and Failing States,”
International Security, Vol. 29, No. 2, 2004, p. 87.
13
Stephen D. Krasner, “The Case For Shared Sovereignty,” Journal of Democracy, Vol. 16,
No. 1, 2005, p.70.
14
Ibid., p.71.
15
To Mann, state can never has entirely the characteristics of the sovereignty assumed by political
theory in both internal and also external fields, it has always limitations determined by economic
and political structures of both national and international systems. See Michael Mann, The
Sources of Social Power, Cambridge, Cambridge University Press, 1989.
16
David Held, Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan
Governance, Cambridge, Polity Press, 1995, pp.77-78.
17
Karl Polanyi, The Great Transformation, Boston, Beacon Press, 2001, pp.141-157.
18
Ibid., Karl Polanyi, pp.3-20 and Eric J. Hobsbawm, 1994, The Age of Extremes: The Short
Twentieth Century: 1914-1991, London, Michael Joseph, 1994, pp. 21-53.
19
Karl Polanyi, The Great Transformation, Boston, Beacon Press, 2001.
94
ZERRİN SAVAŞAN
At the end of the World War I, it is realized that the war does not solve any
problems, but results in further problems. Nevertheless, first of all, establishing a
peaceful world under a League of Nations is disappointed. In addition, Europe finds
itself in a period of economic instability and under the dominance of dictatorships.
Then, it faces with the collapse of democratic states, so the “fall of liberalism.”20
Indeed, in the period from 1918s to1920s, legislative assemblies are dissolved or
become ineffective in European states. This retreat of political liberalism accelerates
sharply after Adolf Hitler became Germany’s chancellor in 1933.21 After the European
war of 1939-41 came out and growed into the WW II, Europe is exposed by destruction
of fascism and the war.22 Because of the disasters which this “age of total war, 191445,” caused, just a few European states, the UK, Switzerland, Sweden and Iceland, does
not experience dictatorships or military occupations in this period.23 After this disasters’
decade, Europe enters into the period of repairing the destruction of wars in all aspects
of life.
In this period, the international order is based on “respect of sovereignty of states”
which is proclaimed in the UN Charter.24 However, at the same time, beginning with
1945s, the proper role of the sovereign state begins to be questioned. The European
states focuse on the ways of integration and cooperation instead of conflict and war.
Thus, European integration process appears as “a response to the conflict.”25 Indeed, the
states that formed the European Economic Community (EEC) in 1958 chose “to limit
(but not to eliminate) their own sovereignty[..]in favor of collective peace,” besides
economic integration and supranational governance.26 However, one of the important
European states, Britain, defending and asserting its sovereign independence, refuses to
contribute or take part in this new community.27 This path taken by Britain originates
20
Eric J. Hobsbawm, The Age of Extremes: The Short Twentieth Century: 1914-1991,
London, Michael Joseph, 1994.
21
Ibid., Eric J. Hobsbawm, pp.109-141.From 1933, when the USA recognized the USSR
officially, until 1947, when the two ideological camps confronted each other as enemies in the
cold war, there had been a sympathy in the USA towards the USSR. Between these years, also, all
other major players in the international area treated Germany similarly. To Hobsbawm, what
bonded all these national civil divisions into a single global war, both international and civil, was
the rise of Hitler Germany.
22
Norman Davies, Europe: A History, Oxford, Oxford University Press, 1996, pp.943-1122.
23
Ibid., Eric J. Hobsbawm, pp.109-141.
24
According to UN Charter Paragraph 1, the Organization is based on ‘the principle of the
sovereign equality of all its members.’
25
Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited,
2005, p.27.
26
Desmond Dinan, Europe Recast, A History of European Union, London, Lynne Rienner
Publishers, 2004, p.1.
27
A few years after the ECSC and the EEC, Britain set up the European Free Trade Assciation
(EFTA) with Austria, Denmark, Norway, Portugal, Sweden and Switzerland. EFTA involved no
loss of sovereignty. Once the British government saw that the EEC was actually working and its
economic performance was more than that of Britain, it applied to join the EEC in 1961, then,
five of the original seven members of EFTA joined the EC/EU. After De Gaulle’s departure from
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
95
from the fact that the ECSC including a High Authority and the EEC establishing a
supranational Commission present challenges to traditional sovereignty understanding.
Britain does not want challenges to its sovereignty as the “winner”of the WW II. 28 So,
it does not want to take part in the integration initiatives.
Overall, European integration, just at the begining of its establishment, commences
discussion on ‘sovereignty’ presenting challenges to traditional view of sovereignty.
Then, in the period of its development as the European Union, with the development of
common policies, the fundamental shifts begins to occur in the traditional sovereignty.
This entails reinterpretation and reassessment on the traditional principles of
sovereignty. The European Union has achieved to lead to a revision on traditional
interpretation of sovereignty through exchanging the traditional sovereignty by shared
sovereignty. Thus, “shared or pooled sovereignty,” comes to the agenda and
commences to be discussed within the Union.
A New Concept of Sovereignty: Shared Sovereignty
According to the notion of shared or pooled sovereignty, the European states pool
their resources and their decision-making in EU institutions. This implies that the EU
compromises the sovereignty of its member states through its supranational institutions.
It should be underlined that in this case, sovereignty has actually “not been tranferred,”
but has increasingly been “held in common.”29 That is, it has been pooled among states
and compromised by regulations and court decisions operating on “the principle of
mutual interference in each other’s internal affairs.”30
While it is commonly accepted that the EU has compromised the sovereignty of its
member states through the notion of pooled sovereignty, there are also different views
in the literature about this issue. To illustrate, both Milward and Moravcsik accept that
the states have limited their sovereignty through the EU. But, they also claim that it is
just for the states’ interests and controlled-directed by states through intergovernmental
mechanism. Milward in his major work The European Rescue of the Nation State
argues that states have always sought to defend their interests.31 32 So, they have
accepted integrating initiatives as long as they have supported beneficial social and
economic policies for the states. That is, they have accepted the limitation of their
sovereignty to acquire benefits to themselves. Milward gives the example of the CAP
and also refers to the Single European Market(SEM), ultimately leading to European
Monetary Union(EMU) and the single currency. His view is similar to that expressed by
politics (he vetoed its application for two times, in 1961 and in 1967), Britain became an EC
member in 1973.
28
Ibid., p.24.
29
William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies,
Vol.47, 1999, p.506.
30
Ibid, William Wallece, p.506.
31
Alan S. Milward, The European Rescue of the Nation-State, London, Routledge, 1992.
32
Alan S. Milward, “The Springs of Integration,” P. Gowan and Anderson, P. (ed.), The
Question of Europe, London, New York, Verso, 1997.
96
ZERRİN SAVAŞAN
Moravcsik in his work The Choice for Europe.33 In this work, Moravcsik also sees these
developments as major impulses towards greater integration. However, at the same
time, he claims that domestic economic interests mainly shaped states’ policies towards
them. Like Milward and Moravcsik, Simonis also stresses the continuing power and
control of the states on the EU.34 For Simonis, the opt-outs of the states clearly express
that there is a diversity in social, economic and political interests within the EU and that
each state aims to defend its own interests in order to influence European decision
making. So, for him, this diversity expresses that there is no movement towards the
transfer of national sovereignty within the EU, but towards the application of
“differentiated integration.”35
These views actually reveal that this new concept of sovereignty brings out the
question of sovereignty between the EU and member states. In order to discuss to what
extent sovereignty has shifted from member states towards the EU, it is essential here to
examine the EU with its both supranational and intergovernmental characteristics in
which its relationship to the question of sovereignty is addressed in more details.36
The Question of Sovereignty Between the EU and Member States
Before and immediately after World War II, the intergovernmental method is
dominated in Europe. This method gives rise to the establishment of some organisations
such as the Organisation for European Economic
Co-operation (OEES) and the
Council of Europe. Yet, these organisations does not include the transfer of sovereignty
from states.37 The European Union, on the other hand, has been based on the
“Community Method.”38 Through the Community method, it is founded on a
33
Andrew Moravscik, The Choice for Europe, Social Purpose and State Power From
Messina to Maastricht, London, UCL Press, 1998.
34
J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International
Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, pp. 50-58.
35
The ‘technique of differentiated integration’ (or ‘flexible integration’) has always been and still
is widely applied within Europe and it has been reinforced through safeguard mechanisms,
particularly as regards defence and foreign policy. See the details of it on CFSP, K. Blanck-Putz,
“Flexible Integration in the Common Foreign and Security Policy,” EU Constitutionalisation:
From the Convention to the Constitutional Treaty 2002–2005, Anatomy, Analysis,
Assessment, Lenka Rovná and Wolfgang Wessels (ed.), Prague, Europeum Institute for
European Policy, 2006.
36
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005.
Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, 2005,
p.27.
37
J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International
Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, pp. 50-53.
38
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005.
J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International
Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995. William Wallece, “Rescue or Retreat? The
Nation State in Western Europe, 1945-93,” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of
Europe, London, New York, Verso, 1997.
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
97
supranational base in which states transfer their sovereignty partly, but not entirely to an
international organization.39 Thus, it has combined traditional elements of
intergovernmental cooperation with a supranational dimension that makes it distinctive
from the traditional international organisations.
The Supranational Characteristics of the EU
As regards the supranational characteristics of the EU, first of all, the transfer of
some competences from the EU member states to the EU (exclusive-shared
competence) should be emphasized.40 Before 1990s, the EU’s supranational powers are
largely confined to create a well-functioning common market. However, especially,
beginning with 1980s, particularly in 1990s, the EU’s competences are expanded well
beyond the boundaries of the common market via the Single European Act (SEA) and
the Treaty of European Union(TEU). Even in the external relations field, the member
states’ powers have been restricted to act on their own, because the “implied powers
doctrine,” formulated by the ECJ during the 1970s, has taken the form of a
“parallelism” between internal and external Community competences.41
The EU has also its own institutions which are able to create, implement and
enforce law.42 Of these, the European Commission is at the heart of the supranational
dimension of the EU, together with the ECJ. It has to act in the interest of the whole
Union and not promote any state agenda. In other words, it “represents a Union, not just
a set of sovereign member states.”43 It is involved in virtually all EU policy processes,
as it has several roles in the EU (art.211-219 TEC). In fact, it has an external
representation role and also a legislative role in that it starts and draws up policy
39
J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International
Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, p.51.
40
Before some areas such as consumer or enviromental protection were explicitly listed in the
Treaty as Community competences, article 235, EEC Treaty effectively served as a basis for
action. For details see Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method
and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells,
P.I.E, 2005, pp.42-43.
41
‘Implied powers doctrine’ extends the external competences of the EU beyond those
established in the Treaty and it allows the EU institutions to act externally in matters which they
may regulate internally. See Peter Lang, The European Union Transformed, Community
Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe,
Bruxells, P.I.E, 2005. Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson
Education Limited, 2005, pp.42-43. Paul Magnette, What is the European Union? Nature and
Prospects, New York, Palgrave, Macmillan, 2005, p.51. M. Cremona, “External Relations and
External Competence: The Emergence of an Integrated Policy,” G. Bứrca and P. Craig (ed.), The
Evolution of EU Law, Newyork, Oxford University Press, 1999, pp.152-155 for details on
implied powers doctrine.
42
The institutions of the EU are evolving along with the evolution of European integration.
Besides the old ones, such as the European Economic and Social Committee, the Court of
Auditors, also new institutions and bodies have been created to cover new needs, such as the
Committee of the Regions and the European Central Bank.
43
Göran Therborn, “Europe in the Twenty-first Century: The World’s Scandinavia?” P. Gowan
and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, p.369.
98
ZERRİN SAVAŞAN
proposals. Its right to take the initiative in the EU’s legislative process is designed “to
protect the smaller member states against the dominance of the larger member states.”44
Therefore, whenever the Council wants to deviate from the Commission’s proposal, it
needs unanimity. It also has a monitoring role to ensure that the treaties of the EU are
respected, which enables it to be called as the “guardian of the treaties.” 45 It also issues
directives, regulations and opinions. Hence, it has a crucial role in determining the
direction of policy and the overall ambitions of the whole Union.
However, despite its scope for issuing regulations that are binding on all member
states, it is in narrow areas related to the existing treaties or directives. In addition, the
member states are able to attempt to undermine the Commission’s powers. To illustrate,
the Commission is competent to monitor aid that is granted by the member states to
economic activities on their territory, it can decide whether a proposed aid measure is
compatible with the rules or not. In 2000 and 2001, it adopted two decisions in which it
decided that aid meassures granted by Portugal to its pig framers were incompatible
with the common market. The member states tried to find ways of escaping from the
Commission’s enforcement actions. However, on June 29, 2004, declaring that the
Council of Ministers can not authorise an aid measure which the Commission has
already declared incompatible with the common market, the ECJ effectively protected
the Commission’s powers and annulled the member state’s attempt to disregard the
rules.46 This case illustrates not only that the member states try to find ways of escaping
from the Commission’s enforcement actions, also demonstrates that the EU has a strong
legal foundation.47
The European Court of Justice (ECJ) (with the Court of Instance) is in fact “the
most unequivocally supranational” of all EU institutions.48 It is responsible for
investigating possible breaches of the Treaties and of the EU law by the EU institutions
themselves (art.220- 245 TEC). So, it has to act impartial where national interests are
concerned. Since the first half of the 1960s, the Court has used the system of
preliminary rulings to establish a EU legal order. The two “building blocks” of the
Court’s legal order, the principles of direct effect and primacy of EU law, have been
created in the framework of preliminary questions.49 One of these principles, primacy of
44
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, p.59.
45
Ibid., p.59 and Nicholas Moussis, Guide to European Policies, Rixensart, European Study
Service, 2005, p.42, Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson
Education Limited, p.124.
46
Case C-110/02, 2004, Commission v. Council, ECR 2004.
47
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005,
pp.60- 61.
48
Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited,
2005, p.127.
49
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005,
pp.102,106.
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
99
EU law implies that EU law has precedence over every form of national law, so it can
be assessed as “the most radical infringement of the accepted concept of sovereignty.”50
Direct effect, on the other hand, means that individuals can rely on EU law before
national courts to challenge the law of their member state.51 So, like primacy principle,
this principle also involves the signs of shifts from traditional sovereignty.
The European Parliament is also worthnoting as one of the main institutions of the
EU, since it is “The only real multinational legislative assembly in the world,”
composing of elected representatives from the EU member states.52 Under the EU
Treaty framework, it has no formal powers to introduce legislation, its role is only
advisory (art.189-201 TEC). Nevertheless, it should be noted that it has gradually
increased its influence over the years through amendments of the treaties. In fact,
particularly the TEU’s creation of the co-decison procedure have joined the Parliament
in the decision-making process. Thus, through the co-decision procedure, in the creation
of secondary law in the form of regulations and directives, while the Commission has
the exclusive right to take the legislative initiative and the Council of the EU adopts the
legislative texts either by unanimity or by qualified majority voting, the European
Parliament is increasingly involved in the decision making-process.
The Intergovernmental Characteristics of the EU
The most important intergovernmental characteristic of the EU is about treaty
reform and enlargement with new member states.53 The formalisation of agreements in
these issues requires unanimity between the states and the ratification of the results by
all the member states in accordance with their respective constitutional requirements
(art. 236 TEC and art.49 TEU).
Moreover, the European Council is accepted as an intergovernmental institution
and a defender of the national interests, as its members, heads of member state (or
government), as contrary to the Commission, negotiate as representatives of their own
states.54 The Council creates ultimately new laws and deals with important issues which
can produce significant outcomes in terms of the direction of EU policy, such as treaty
reform, the accession of new member states, the principles of the CFSP, framing of a
common defence policy, the necessary conditions for the adoption of the single
50
William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies,
Vol.47, 1999, p.510. See also Case 6/64, 1964, Costa versus Enel, ECR 585.
51
Case 26/62, 1963, Van Gend en Loos, ECR 1.
52
Nicholas Moussis, Guide to European Policies, Rixensart, European Study Service, 2005,
p.44.
53
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005,
pp.30-31.
54
The executive authorities of the members states are under an obligation to inform the
Commission of the way in which they have interpreted European standards, and more generally of
the measures they have adopted to fulfil their obligations. For the steps of this detailed procedure,
see Paul Magnette, What is the European Union? Nature and Prospects, New York, Palgrave,
Macmillan, 2005, pp.58-61.
100
ZERRİN SAVAŞAN
currency..etc. So, it can be birefly called as “the architect of European construction.”55
The deliberations in its meetings (known as summits) have been published as
declarations, these documents have “undeniable political value, but no legal binding
force.”56 In the sphere of the CFSP, in addition to adopting common strategies, it can
also decide on joint actions, common positions, which bind politically, if not legally, the
EU member states.
The Council of the EU is also admitted as an intergovernmental body like the
European Council (art.202-210 TEC). It consists of many councils, each responsible for
different set of responsibilities or different policy areas like the General Affairs Council,
Council of Agriculture.. etc. Between meetings of these Councils, there are permanent
representations working as a kind of continual representation of state interests.57 It is
also the primary law-making institution, laws are created as directives or regulations.
Whereas directives are passed into national law by national parliaments within an
determined time frame, regulations are immediately binding and do not need to be
transposed by national parliaments. It adopts the legislative texts either by unanimity or
by qualified majority voting(QMV) of which scope has been expanded by EU Treaties
beginning by the TEU, in 1992. Here, it is necessary to mention the “Empty Chair”
crisis and “Luxembourg Compromise” which shifted decision-making toward
intergovernmentalism in late 1960s. Qualified majority voting should have entered into
force in 1966. However, in this year, the “Empty Chair” crisis occured when De Gaulle
objected to restrictions on the use of veto by EU Member States in the Council. He
withdrawed French representation in the Council, hoping to force other member states
to prevent the use of qualified majority voting. Thus, he brought the Community to a
halt by practising a seven-month “empty chair” policy starting in June 1965. The crisis
was resolved by the so-called “Luxembourg Compromise of January 1966” where right
of veto where national interests prevailed was confirmed.58 Then, the SEA of 1986
explicitly allowed QMV for the adoption of the Internal Market directives. The scope of
QMV was further expanded by the TEU. Yet, several important fields of Union action
remained under the unanimity rule. In many sensitive areas, EU Member States have
blocked the move to QMV in order to protect what they considered as their national
interests. The Treaty of Lisbon (art.9c) (before its creation, Constitutional Treaty (art. I23-25)) finally extended QMV as well. Consequently, more decisions in the Council
would be made by QMV. Yet, there are still exceptions including subjects that are
sensitive for sovereignty of states, such as tax, social security, foreign policy and
55
Nicholas Moussis, Guide to European Policies, Rixensart, European Study Service, 2005,
p.42, Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited,
p.39.
56
Ibid., Nicholas Moussis, p.39.
57
The heads of each delegation are members of the powerful Committee of Permanent
Representatives (COREPER) which acts as a permanent link betweeen Brussels and the member
states.
58
Desmond Dinan, Europe Recast, A History of European Union, London, Lynne Rienner
Publishers, 2004, p.104.
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
101
defence which will continue to require unanimity. So, it did not generalise decisionmaking by QMV to all aspects of ordinary legislative work.
Through these intergovernmental characteristics of the EU, the states continue to
be effective in every field of the EU, and thus they restrict the loss of their sovereignty.
The loss of sovereignty seems to be restricted also by the subsidiarity principle.
According to the Treaties (art.2 TEU and art.5 TEC), as clarified by the Edinburgh
Council of 1992,59 the subsidiarity principle, in the broad sense, covers three distinct
legal concepts. First one is “the principle of conferral (or the principle of attribution of
powers).” To this principle, the EU can act within the limits of the competences
conferred on it by the member states in the Treaties. Competences not conferred on the
EU in the Treaties remain with the member states, implying that “national powers are
the rule and those of the EU the exception.” The principle of subsidiarity,60 on the other
hand, means that in areas that do not fall within the EU’s exclusive competence, the EU
can take action only if it can be better achieved at EU level than at state level. The final
principle is “the principle of proportionality.” According to this, the content and form of
any action by the EU must not go beyond what is necessary to achieve the objectives of
the Treaties. So, the content and form of any action by the EU should be further
examined to determine precisely whether this is really required or whether other
sufficiently effective means can be used to attain the objectives of the Treaty.
Consequently, by means of these principles, the states continue to be quite effective in
the development of policies through the common institutions in which they participate,
as they have the possibility to choose the means that suit them best.61 In addition,
through the Treaty of Amsterdam (1999) and particularly the Treaty of Nice (2000), in
some areas, such as the CFSP and JHA, state authorities have had the opportunity to
intervene at all stages to defend their interests in the decision-making procedures.62
Change in the Nature of Sovereignty by the European Integration Process
The analysis on the intergovernmental characteristics of the EU demonstrates that
the states still continue to be effective in the EU policies through the subsidiarity
principle, unanimity vote and through intergovernmental institutions, the European
Council and the Council of the EU. Indeed, the EU states negotiate intergovernmentally
to pursue their policy objectives and they determine the EU policies according to their
policy choices. So, the SMP had the full support of the UK (Margaret Thatcher
government), despite the widespread impression that the UK has been usually
obstructive in any effort implying shift of sovereignty towards the Union. In addition,
59
Edinburgh European Council, “Presidency Conclusions,” 1992,
<http://europa.eu/european_council/conclusions/index_en.htm> (February 22, 2009).
60
An interinstitutional agreement sets out the procedures for implementing the principle of
subsidiarity, namely, Interinstitutional Agreement, OJ 329, 06.12.1993.
61
Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005,
pp.46-47. Paul Magnette, What is the European Union? Nature and Prospects, New York,
Palgrave, Macmillan, 2005, pp.53-58.
62
Peter Lang, op. cit., pp.12-14.
102
ZERRİN SAVAŞAN
the opt-outs of the states clearly express that each state aims to defend its own interests
to influence European decision making. In fact, in very recent period, the TEU’s
inclusion of the “opt-out” device allowed the UK to stand outside some of the
provisions of the Treaty. The UK (and also Denmark) were given opt-outs on the final
stage of EMU which involved adopting the single currency. The UK also opted out of
the Social Chapter, which contained provisions relating to employment and worker’s
rights. When, the Schengen Agreement was incorporated into the structures of the EU
by the Treaty of Amsterdam in 1997, the UK (and also Ireland) again remained outside
the agreement, thus benefited from a further opt-out, an “avant-garde” of European
states.63 The UK, particularly, argued that its right to control its boundries is a
fundamental necessity and a mark of its sovereignty against integration. The European
states still (also in the Treaty of Lisbon) have resisted to relinquish their sovereign
rights especially in some areas, such as JHA and Common Foreign Security Policy
(CFSP).64 They are apperantly not willing to constraint their sovereignty in these fields
to the EU, even if it is of a limited dimension. To illustrate, in the field of CFSP,
maintaining the principle of unanimity, they prefer to protect only their national
interests, not an autonomous “European interest.”65 Moreover, the exercise of activities
in this field inevitably relies on “progressive groups of a few,” so, according to their
political will and their financial and operational capacities.66 67
Despite all these providing an appearance like the states still maintain their
traditional sovereignty within the EU, the examination on the supranational elements of
the EU explicitly shows that the member states have, to a certain degree, lost their
traditional sovereignty in several respects. Indeed, they have lost it through the transfer
of several competences (even if limited in number) on a permanent basis to the EU,
through the supranational institutions, the Commission and the ECJ, the principles of
direct effect and primacy of EU law and decision-making processes at levels of the
creation of secondary law. Indeed, European sovereign states now are not only subject
to their national law, but also to European Union law. European Union law, through a
supranational institution’s decision, the decision of the ECJ, has precedence over every
form of national law (primacy of EU law) and can be relied on by states’ citizens before
national courts to challenge the law of their states. Moreover, the European
Commission, another supranational institution, issues regulations that are binding on all
63
J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International
Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, p.52.
64
The Treaty of Lisbon includes also a specific exemption that it does not apply to the domestic
law of the UK.
65
J.C. Qhrgaard, “International Relations or European Integration: Is the CFSP Sui Generis?,”
Rethinking European Union Foreign Policy, B. Torna and T. Christiansen (ed.), Manchester
and New York, Manchester University Press, 2004, pp.32-34.
66
K. Blanck-Putz, “Flexible Integration in the Common Foreign and Security Policy,” EU
Constitutionalisation: From the Convention to the Constitutional Treaty 2002–2005,
Anatomy, Analysis, Assessment, Lenka Rovná and Wolfgang Wessels (ed.), Prague, Europeum
Institute for European Policy, 2006, pp.240-256.
67
F. Cameron, “The Future of the Common Foreign and Security Policy,” 2003,
<http://www.watsoninstitute.org/bjwa/archive/9.2/EU/Cameron.pdf> (February 22, 2009), p.124.
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
103
member states, even if its legislative role is “secondary” to the European Council does
not have any legislative powers only decision-making powers and the Council of the
European Union. Particularly, EU Treaties beginning with TEU has extended the use of
majority voting in the Council and strengthened the Commission and the supranational
aspects of the EU. The member states thus no longer have the legal powers to act
independently in the fields covered by these limitations on sovereignty, even in the
external relations field due to the “implied powers doctrine.” Indeed, common policies
and common institutions have established high levels of interdependence among
themselves, so even in intergovernmental issues, they can not exercise the absolute
powers of a sovereign state, as interdependence requires a “more sustained cooperation.”68 Furthermore, in several fields, they require the approval of the other
member states and they have to accept their interference to their internal affairs.69
To sum up, the EU includes not only intergovernmental elements but also
supranational ones. Moreover, it operates not only as an economic union, a “common
market,” but also it goes towards a political union. So, it is governed by an extensive
body of rules, including both economic and political aspects, which is protected by an
effective judiciary mechanism, to which even national states are held liable.70 Within
this system, it is no longer possible to remain as a traditional sovereign state and to
exercise its absolute powers. Indeed, the European sovereign states no longer have
absolute authority over its demarcated territorial area and people and they are no longer
independent in their international affairs. This briefly means, they no longer protect
their traditional sovereignty. Nevertheless, this should not be understood as the states
are non-sovereign or the sovereignty merely belongs to the EU, not to the states.71 As
the examination on pooled sovereignty shows, both the EU and states have exclusive
competences in some fields. Yet, in areas in which the EU is endowed with exclusive
power, the exercise of sovereignty of the member states is transferred to the former.
That is, the member states delegate some of their decision-making powers on specific
matters of common interest to shared EU institutions.
In brief, there is a distribution of authority between the EU and the states and so an
explicit change in the nature of sovereignty.72 This change is “an inevitable and logical
response to changes” in the international sphere.73 Indeed, when it comes at the end of
68
Robert O. Keohane, “Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States,”
Journal of Common Market Studies, Vol.40, No.4, 2002, p.749.
69
William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies,
Vol.47, 1999, p.506.
70
Göran Therborn, “Europe in the Twenty-first Century: The World’s Scandinavia?” P. Gowan
and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997.
71
Evgeni Tanchev, “Sovereignty and Distribution of Authority in the Federations and in the
Constitution of the European Union,” International Seminar on The Impact of the Accession
to the EU on the New Member States’ and Candidates’ Domestic Law Orders, Ankara, 2004,
p.85.
72
Ibid., Evgeni Tanchev, p.87.
73
Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited,
2005, p.116.
104
ZERRİN SAVAŞAN
the 1960s, the European sovereign state lived its highest point, “its (final)
achievement.”74 From the end of 1960s, the economic and social developments
facilitated the constraints on the sovereign state. That is, the processes of globalization
taking place with regard to financial services, industry, the growth in the number and
size of multinational companies and technological revolution seriously limited the state
and its sovereign rights. Particularly “in the years between 1972 and 1984-85, “The
European sovereign state witnessed progressive limitations due to influences of some
major pressures like economic crises of 1974 and 1979, major change in the dominant
macro-economic paradigm from Keynesianism to monetarism and neo-liberalism, from
fiscal expansionism to restraint, from mercantilism to free trade throughout the 1980s,
the upheavals in Germany in 1989-90, the implosion of the old political order in Italy
after 1991..etc.75 All these pressures have combined and resulted in the retreat of
sovereign state in the international sphere.76 Among these pressures, the impact of
European integration which is “not fully appreciated” has been in fact the most
remarkable pressure, as it provided a new shape to the state and sovereignty in Europe
“redefining existing political arrangements, altering traditional policy networks,
triggerring institutional change [and] reshaping the opportunity structures of member
states and their major interests.”77 Through the change emerged and developed in the
state and sovereignty by European integration process, Europe, “the cradle of external
and unitary sovereignty,” now being as a Union, serves as “the model of co-operative
mutual interference.”78
Conclusion
This article aimed to question how European integration process has affected the
nature of sovereignty and what its implications are for the EU and states. For this
purpose, firstly, it examined what “sovereignty” and “sovereign state” means in the
traditional understanding. It began its examination focusing on the terms “state” and
“sovereignty” seperately to understand their meanings perfectly. Based on its
examination, it found that the concept of state has a linkage to the question of
sovereignty. In fact, for a state to be sovereign means having absolute authority over its
territory and people, but also having legitimacy in the eyes of other states and being
independent in international sphere.
74
Alan S. Milward, The European Rescue of the Nation-State, London, Routledge, 1992, p.28.
For similar reasons of the limitations on sovereignty in European states, see William Wallece,
“The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies, Vol.47, 1999, pp.511513 and William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P.
Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997,
pp.33-45.
76
W. Müler and V. Wright(ed.), The State in Western Europe, Retreat or Redefinition, Essex,
Portland, Or., Frank Cass, Ilford, 1994, pp.1-11.
77
Ibid., p.6.
78
Robert O. Keohane, “Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States,”
Journal of Common Market Studies, Vol.40, No.4, 2002, p.749. To Keohane, this is quietly
important as its success on this new model can be an example for troubled regions in which the
traditional understanding of state sovereignty emerges as a “source of conflict.”
75
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
105
After this clarification on the meanings of the sovereignty and sovereign state in
the traditional understanding, it focused on the emergence of European integration in
1950s as a challenge to the traditional understanding. In this part, it identified that
European integration, just at the beginning of its establishment, through both the ECSC,
including a High Authority and the EEC, including a supranational Commission,
presented a challenge to traditional view of sovereignty. Then, in the period of its
development as the European Union, because of the fundamental shifts in the traditional
notion of sovereignty, the traditional principles of sovereignty required reinterpretation
and reassessment.
In the third part, the article evaluated the reinterpretation of the traditional
sovereignty with a new concept emerged in the European integration process, “Shared”
or “Pooled” sovereignty. Through this evaluation on “Shared” or “Pooled” sovereignty,
it led to the fact that there are views in the literature claiming that the pooled
sovereignty has enabled the states an opportunity to defend and to serve better their
various national interests. These views showed the existence of the sovereignty question
between the EU and states.
In the subsequent part, it scrutinized the EU with its both supranational and
intergovernmental characteristics and addressed the question of sovereignty between the
EU and member states. In this part, it explored that through the intergovernmental
characteristics of the EU, that is to say, through the subsidiarity principle, unanimity
vote and through intergovernmental institutions, the European Council and the Council
of the EU, the states continue to be impressive in every field of the EU, and thus they
restrict the loss of their sovereignty. The examination on the supranational elements of
the EU, on the other hand, revealed that the member states have to a certain degree lost
their traditional sovereignty in several respects. Indeed, they have lost it through the
transfer of several competences to the EU, through the supranational institutions, the
Commission and the ECJ, the principles of direct effect and primacy of EU law and
decision-making processes at levels of the creation of secondary law.
Finally, based on its findings, it higlighted that there has been a clear change in the
nature of sovereignty by the European integration process and the “pooled or shared”
sovereignty has emerged as a characteristic feature of involvement with the EU. This
should not be understood as the states are non-sovereign or the sovereignty merely
belongs to the EU, not to the states. In only some areas, the member states delegate
some of their decision-making powers on specific matters of common interest to shared
EU institutions. However, this is enough to argue that within the EU, consisting of a
combination of both supranational and intergovernmental elements, the European states
no longer protect their traditional sovereignty and its absolute powers.
Bibliography
K. BLANCK-PUTZ, ‘Flexible Integration in the Common Foreign and Security Policy,’
EU Constitutionalisation: From the Convention to the Constitutional Treaty
2002–2005, Anatomy, Analysis, Assessment, in Lenka Rovná and Wolfgang
Wessels (eds.), Europeum Institute for European Policy, Prague, 2006
106
ZERRİN SAVAŞAN
G. BURCA, P.CRAIG, “The Evolution of EU Law”, Oxford University Press,
Newyork., 1999
F. CAMERON, ‘The Future of the Common Foreign and Security Policy,’ 2003,
Available at: http://www.watsoninstitute.org/bjwa/archive /9.2/EU/Cameron.pdf
(accession in April 2008).
M. CREMONA, ‘External Relations and External Competence: The Emergence of an
Integrated Policy,’ in Bứrca, G. & Craig, P.(eds.), The Evolution of EU Law,
Oxford University Press, Newyork, 1999
N.DAVIES, “Europe: A History”, Oxford University Press, Oxford, 1996
Desmond DINAN, “Europe Recast, A History of European Union”, Lynne Rienner
Publishers, London, 2004
Jürgen HABERMAS, ‘The European Nation-State: On the Past and Future of
Sovereignty and Citizenship,’ in Linklater, Andrew (ed.), International
Relations, Critical Concepts in Political Science, Vol.V, Routledge, London and
Newyork, pp. 2061-2078, 2000
D. HELD, “Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan
Governance”, Polity Press, Cambridge, 1995
Eric J. HOBSBAWM, “The Age of Extremes: The Short Twentieth Century: 19141991”, London, 1994
Robert O. KEOHANE, ‘Ironies of Sovereignty: The European Union and the United
States,’ JCMS, Vol.40, No.4, pp.743-765, 2002
Stephen D. KRASNER, ‘Sharing Sovereignty- New Institutions for Collapsed and
Failing States,’ International Security, Vol. 29, No. 2, pp. 85–120, 2004
Stephen D.KRASNER, ‘The Case For Shared Sovereignty,’ Journal of Democracy,
Vol. 16, No. 1, pp. 69-83, 2005
Peter LANG, “The European Union Transformed, Community Method and Institutional
Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe”, P.I.E, Bruxel,
2005
Paul MAGNETTE, “What is the European Union? Nature and Prospects”, Palgrave,
Macmillan, New York, 2005
Michael MANN, “The Sources of Social Power”, Cambridge University Press,
Cambridge, 1989
Alan S. MILWARD, “The European Rescue of the Nation-State”, Routledge, London,
1992
Alan S. MILWARD, ‘The Springs of Integration in Gowan, P. and Anderson, P. (ed.),
The Question of Europe, Verso, London, New York, 1997
Adrew MORAVSCIK Andrew, “The Choice for Europe, Social Purpose and State
Power From Messina to Maastricht”, UCL Press, London, 1998
THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE
107
Nicholas MOUSSIS, “Guide to European Policies (11th ed.), European Study” Service,
Rixensart, 2005
W. MULLER, V. WRIGHT, The State in Western Europe, Retreat or Redefinition(ed.),
Portland, Or., Frank Cass, Ilford, Essex, 1994
Karl POLANYI, “The Great Transformation” (with a foreword by J.Stiglitz), Beacon
Press, Boston, 2001
J.C. QHRGAARD, ‘International Relations or European Integration: Is the CFSP Sui
Generis?,’Rethinking European Union Foreign Policy, in Tonra, B. and
Christiansen, T.(eds.), Manchester University Press, Manchester and New York,
2004
Anthony D. SMITH, “Nations and Nationalism in a Global Era”, Polity Press,
Cambridge, 1995
J.B.D. SIMONIS, ‘European Integration and the Erosion of the Nation-State,’
International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, pp. 50-58, 1995
Simon SWENEY, “Europe, the State and Globalization”, Pearson, Longman, 2005
Evgeni TANCHEV, ‘Sovereignty and Distribution of Authority in the Federations and
in the Constitution of the European Union,’ International Seminar on The
Impact of the Accession to the EU on the New Member States’ and
Candidates’ Domestic Law Orders, Ankara, pp.81-94, 2004
Göran THERBORN, “Europe in the Twenty-first Century: The World’s Scandinavia?’
in Gowan, P. and Anderson, P. (ed.), The Question of Europe, Verso, London,
New York, 1997
Charles TILLY, “Coercion, Capital and European States”, AD 990-1992, Blackwell
Publishing, Cambridge, 1992
Charles TILLY, “European Revolutions (1492-1992)”, Blackwell Publishing, Oxford,
1993
TILLY, Charles, 2000, ‘Futures of European States,’ in Linklater, Andrew (ed.),
International Relations, Critical Concepts in Political Science, Vol.IV,
Routledge, London and Newyork, pp.1458-1466.
William WALLECE , ‘Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 194593,’ in Gowan, P. and Anderson, P. (ed.), The Question of Europe, Verso,
London, New York, 1997
William WALLECE, ‘The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,’ Political
Studies, Vol.47, pp.503-521, 1999
108
ZERRİN SAVAŞAN
Ankara AvrupaSUPRANASYONAL
Çalışmaları Dergisi
Cilt: 8,
No:2 (Yıl:
2009), s.109-143
BİR TASARRUF
ŞEKLİ
OLARAK
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE
EUROPEAN TRANSPARENCY INITIATIVE∗
Dilek YİĞİT∗*
Abstract
Because the European Union as a supranational organisation is not
predominantly based on representative mechanism there have been concerns about
democratic quality of its decision-making process and legitimacy of its political order.
This paper discusses why the European Union suffers from a democratic deficit and to
what extent the European Transparency Initiative succesfully addresses the democratic
deficit in the Union.
Key Words: Democratic deficit, theory of democracy, transparency, civil society
Özet
Supranasyonel bir kuruluş olan Avrupa Birliği’nin karar organlarının, büyük
ölçüde temsili demokrasiye istinat etmiyor olması, Birliğin karar-alma mekanizmasının
demokratik kalitesi ve Birliğin meşruiyeti konusunda kaygılara neden olmaktadır. Bu
makale, Avrupa Birliği’nde demokrasi açığının nedenleri üzerinde dururken, Avrupa
Şeffaflık Girişimi’nin, demokrasi açığı sorununu ne ölçüde çözebileceğini analiz
etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Demokrasi açığı, demokrasi teorisi, şeffaflık, sivil toplum
Introduction
The European integration process by which the member states delegate more
powers to the European Union over time and the Union’s sui generis institutional
structure which is not similar to neither the international organizations’ structure nor the
national states’ institutional structure give rise to debates on whether the European
∗
The present article is a revised version of the author’s MA Dissertation at University of Essex,
in 2008.
∗∗
Dr, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik
İlişkiler Anabilim Dalından mezun,
110
DİLEK YİĞİT
governance is democratic and decisions taken by the European institutions are
legitimate.
The democratic quality of the Union, in fact, is assessed through comparing the
Union with a nation state and equating democracy with representative democracy. Thus,
if the Union is viewed through lens of representative democracy, the conclusion reached
is that the Union suffers from a democratic deficit as the system of political
representation is inedaquate in the Union, that is, the Union lacks a system of
responsible government, European elections fought on European issues and Europewide political parties.
According to representative democracy, what justifies a political order and makes
the will of all expressed is electoral mechanism, that is, “inputs are primarily voiced
through elections and, within the electoral process, through parties”1. Nevertheless, that
is not the case in the European Union.
In this regard, the question we face is of how the Union is legitimated. The Union
seeks to legitimate itself through arrangements that embody democratic deliberation and
tries to encourage civil society participation in its decision-making process. In this
context, transparency as a condition to “compel deliberation and force everyone to
determine, before he acts, what he shall say if called to account for his actions”2 might
be a tool for producing input legitimacy of the Union.
The basic question of this article is that to what extent the European Transparency
Initiative succesfully addresses the democratic deficit in the Union.
In the section 2 of the article, reasons for the democratic deficit in the European
Union are analysed. In the section 3, theory of democracy and the bases of deliberative
democracy are analysed in order to shed light on why the European Union tries to
enhance its democratic quality through arrangements which embody participation and
why deliberative democracy is considered to better match the Union rather than
representative democracy. The section 4 deals with transparency as a condition for
effective deliberation in the Union and as a tool for providing input legitimacy for the
Union. In the section 5, civil society participation in the European decision-making
process is explored through giving European environment policy as an example.
Democratic Deficit in the European Union
Literature on the democratic deficit in the European Union reveals the differences
in views with respect to whether the Union suffers from the democratic deficit.
I shall classify the arguments about the democratic deficit into three groups. The
arguments in the first group claiming that there is a democratic deficit in the European
1
P. Mair, “Popular Democracy and the European Union Polity”, European Governance Papers,
No.C-05-03, 2005, <http://www.connex-network.org/pdf/egp-connex-C-05-03.pdf>, accessed on
07.07.2008, p.17.
2
J. S. Mill, Considerations on Representative Government, South Bend, Gateway, 1962,
p.214.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
111
Union rely on an abstract model of democracy and tend to equate Community
institutions with familiar national institutions.
With regard to the Commission, two factors are considered to be the reasons for
the democratic deficit in the Union. First, members of the Commission are not elected
directly by citizens. Second, the Commission as an agenda setter determines the
direction in which the European Union moves. Follesdal and Hix indicate that:
“The Commission is neither a government nor a bureaucracy, and is
appointed through an obscure procedure rather than elected by one
electorate directly or indirectly.” 3
As regards the European Parliament, the European Parliament’s limited role in the
European decision-making compared to national parliaments’ competences in national
decision-making processes is seen as another reason for the democratic deficit in the
Union.
The first group arguments also give more importance to the role of elections and
electoral accountability for democratic legitimacy. Although members of the European
Parliament have been elected directly by citizens of the member states since 1979, the
European Parliament elections are regarded as second-order national contests because
elections are fought on national issues rather than European issues.4 For this reason, an
absence of European elections fought on European issues is claimed as a source of the
democratic deficit in the Union. These kinds of arguments suggest that the powers of
the European Parliament as the source of legitimacy should be increased, veto power of
each member states should be kept in the Council, popularly elected executives and a
pluralistic system of interest representation should be established for more democracy in
the Union.5
Contrary to the arguments in the first group, the arguments in the second group
claim that there is no a democratic deficit, but a credibility crisis in the European Union.
The main defender of this argument, Majone holds that the member states have
delegated regulatory policy competences to the European level, the European Union is a
regulatory agency as a fourth branch of government, hence the European Union policymaking should not be democratic in the usual meaning of the term.6 Majone asserts that
the solution to a credibility crisis is procedural and the European Union needs more
transparent decision-making, technical expertise and greater professionalism, ex post
review by courts and ombudsman, rules protecting the rights of minority and better
3
A. Follesdal, S. Hix, “Why There is a Democratic Deficit in the EU: A Response to Majone and
Moravscik”, Journal of Common Market Studies, Vol.44, No.3,2006, p.536.
4
S. Hix, “Dimensions and Alignments in European Union Politics: Cognitive Constraints and
Partisan Responses”, European Journal of Political Research, Vol.35, No.1, 1999, pp. 69-106.
5
G. Majone, “Europe’s Democratic Deficit: The Questions of Standards”, European Law
Journal, Vol.4, No.1, 1998, p.6.
6
G. Majone, “The European Community: An ‘Independent Fourth Branch of
Government’?”, EUI Working Paper SPS No. 94/17, Florence, European University Institute,
1993.
112
DİLEK YİĞİT
scrutiny by private actors, the media, parliamentarians.7 Alongside with Majone,
Moravcsik challenges the arguments that there is a democratic deficit through arguing
that decisions in the European Council and the Council of Ministers are accountable to
national citizens in as much as the national parliaments and national media scrutinise
what national government ministers’ do in Brussels. He also criticises the arguments
that the Commission is beyond the control of the European Parliament through arguing
that powers of the European Parliament have been increased in the legislative process
and in the selection of the Commission. In this context, the Parliament’s veto of the first
proposed line-up of the Barroso Commission in October 2004 is an example of
increased power of the European Parliament.8
With regard to the question on whether the European decisions are based on the
will of European people, Moravcsik asserts that a system of checks-and-balances
ensures that the consensus is required for any policies to be agreed, no single set of
private interests can dominate the European Union decision-making process. Moravcsik
indicates that the European Union policy-making process is more transparent than most
domestic systems of government. For Moravcsik, interest groups, the media, national
politicians, private citizens can access to documents about the European Union policymaking easier than access to information in member states.9
The arguments in the third group deal with the fact that the European Union is
neither a national state nor an international organization. According to these arguments,
the European Union lacks a so called demos and it is a polity-in-the-making,
consequently the standards of democratic governance should not be applied at the level
of Europe. In this regard, Weale holds that:
“In many ways, the conception of democracy associated with the
nation state, though tolerable in a way that it balanced competing values,
was based upon a particular conception of democracy couched in terms
of majoritarian popular will-formation through party competition. Since
this version of democracy can not be a model for EU democracy (given
that the conditions for its realization do not obtain), we need to
reformulate the notion of democratic legitimacy itself in terms drawn
from other strands of democratic theory.” 10
Similarly, Bellamy and Warleigh argue that democratic legitimacy can not be
obtained in the Union by modelling the European Union institutions on institutions of
the nation state. 11
7
Follesdal and Hix, 2006, op. cit., p.538
Ibid, Follesdal and Hix, p.539-540.
9
Ibid., Follesdal and Hix, p.540.
10
A. Weale, “Democratic Theory and the Constitutional Politics of the European Union”,
Journal of European Public Policy, 4(4), 1997, p.668.
11
R. Bellamy, A. Warleigh, (eds.) Citizenship and Governance in the European Union,
London, Continuum, 2001, p.10.
8
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
113
Certainly, the arguments in the third group mainly focus on how to assess whether
the European Union suffers from the democratic deficit rather than to come to the
conclusion if there is a democratic deficit or not in the Union. Mair interprets these
arguments and puts that;
“If Europe doesn’t fit the standard interpretation of democracy, then
we should change that standard interpretation. Rather than adapting
Europe to make it more democratic, it makes more sense to adapt the
notion of democracy to make it more European.” 12
Indeed, the arguments that the Union suffers from the democratic deficit is more
common among scholars’ debates. Thus, the Union of which system of political
representation is inadequate has to deal with legitimacy crisis as legitimacy is
considered to derive from fair and free elections and elected parliamentary bodies.
If the European Union suffers from the legitimacy crises, how the legitimacy of
the Union can be enhanced ought to be discussed. In this context, “vectors”13 by which
the European Union legitimacy can be described and “distinction between input and
output legitimacy”14 provide a framework for searching for an answer to the question of
to what extent transparency is a remedy for enhancing the legitimacy of the Union.
The first “vector” of legitimacy is indirect legitimacy which means the legitimacy
of the European Union depends on the legitimacy of the member states. The second
“vector” is parliamentary legitimacy, from the perspective of this “vector”, “dual
legitimation by a Council of governments and a directly elected Parliament may be the
only way of achieving popular sovereignty in a political system...”15 The third “vector”
is technocratic legitimacy, which underlines that the Union is legitimated by its ability
to meet citizens’ needs. Lord and Magnette hold that “European institutions are
technically able to improve the welfare of the overwhelming majority of citizens in
terms of their own felt preferences.”16 Another “vector” is procedural legitimacy which
means legitimacy can be obtained by meeting certain criteria such as transparency and
consultation of interest parties.
Scharpf17 identifies two distinct and complementary perspectives of legitimacy;
Input-oriented and output-oriented legitimizing beliefs. He defines input-oriented
legitimacy as:
“Input-oriented democratic thought emphasizes ‘government by the
people’. Political choices are legitimate if and because they reflect the
12
Mair, 2005, op. cit., p.19.
M. Jachtenfuchs, et al. “Which Europe? Conflicting Models of a Legitimate European Political
Order”, European Journal of International Relations, Vol.4, No.4,1998, pp.409-445.
14
F. W. Scharpf, Governing in Europe: Effective and Democratic?,Oxford, Oxford University
Press, 1999.
15
C. Lord, P. Magnette., “E Pluribus Unum? Creative Disagreement about Legitimacy in the
EU”, Journal of Common Market Studies, Vol.42, Number 1,2004, p.185.
16
Ibid, p.186.
17
Scharpf, op. cit., 1999.
13
114
DİLEK YİĞİT
’will of the people’-that is, if they can be derived from the authentic
preferences of the members of a community.”
He defines output –oriented legitimacy as:
“By contrast, the output perspective emphasizes ‘government for the people’.
Here, political choices are legitimate if and because they effectively promote the
common welfare of the constituency in question”
Scharpf underlines that:
“They differ significantly in their preconditions and in their
implications for the democratic legitimacy of European governance, when
each is considered by itself... input-oriented authenticity can not mean
spontaneous and unanimous approval, nor can output-oriented
effectiveness be equated with omnipotence”
and he also stresses that “input- oriented arguments often rely simultaneously on
the rhetoric of ‘participation’ and of ‘consensus’. 18
The “vectors” and elements of input and output legitimacy are summarised in the
table 1
Table 1: Input and Output Legitimacy Under the Four Vectors19
Input
EU policies are legitimate to the
extent they are based on the
following:
Indirect
Authorization by states
Parliamentary
Elections
Technocratic
Expertise
Procedural
Due process and observance of
given rights
(Source: Lord and Magnette, 2004, p.188)
Output
EU policies are legitimate to the
extent they deliver the following:
State preference
Voters preference
Efficiency
Expanded rights
In the sense of indirect legitimacy of the European Union, Follesdal says that
legitimacy can be regarded as a concept of legality and underlines:
“Democratic member states have revocably transferred limited parts of
their sovereignty by treaty, forming a de facto European constitutional
order in order to better achieve their goals by coordinated action...The
Union’s authority is illegitimate when such limits are surpassed.” 20
18
Ibid., F. W. Scharpf, p.6-26.
Lord and Magnette (2004:188) underlines that “none of the foregoing vectors of legitimacy
exists in pure form in the present EU”
20
A. Follesdal, “Survey Article:The Legitimacy Deficits of the European Union”, The Journal of
Political Philosophy, Volume 14, Number 4, 2006, p. 445.
19
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
115
This argument is close to Maastricht decision of the German Constitutional Court.
With regard to the decision of the German Constitutional Court, Scharpf indicates that:
“The court pointed out that democratic legitimacy does depend on
processes of political influence and control deriving from ‘the people’
which, under the circumstances, had to be indirectly derived from the
peoples and parliaments of the member states.” 21
However, Schmitter argues that “...in such a complex and still contingent polity, it
becomes rather difficult to discern who is loaning and who is borrowing legitimacy-and
for what purpose.” 22
In the context of parliamentary legitimacy, that the Union lacks a representative
mechanism based on elections as an element of input legitimacy arises the legitimacy
problem in the Union.
In the context of technocratic legitimacy, an element of input legitimacy is
expertise. Costa and his colleagues indicate that “It is well known fact that the
institutional actors seek to legitimize their actions through their expertise and their
capacity to carry out ‘effective’ public policies.”23 Besides, Kassim and
Dimitrakopoulos put that the Commission’s legitimacy comes from its technical
expertise24 and Lord and Magnette give the European Central Bank as an example, of
which legitimacy comes from expertise even though it “faces no one dominant electoral
cycle.” 25 Expertise is also an important element for participation as participants bring
“much-needed expertise and implementation capacity to the political process.”26
It is apparent that enhancing the democratic quality and legitimacy of the Union27
through civil society participation fall into the concept of procedural legitimacy. This
approach is much closer to theory of deliberative democracy, according to which
participation and transparency produce legitimising effect. Thus, legitimacy through
participation is obtained by respecting the principle of transparency as an element of
input legitimacy.
21
Scharpf, op. cit., 1999, p.10.
P. C. Schmitter, What Is There To Legitimize In The European Union...And How Might
This Be Accomplished?, Jean Monnet Working Paper No.6/01, 2001.
23
O. Costa, et.al. “Introduction:Diffuse control mechanisms in the European Union:towards a
new democracy?”, Journal of European Public Policy, 10:5, 2003, p.667.
24
H. Kassim, D.G. Dimitrakopoulos, “The Commission and the Future of Europe”, Journal of
European Public Policy, 14:8, 2007, p.1265.
25
Lord and Magnette, 2004, p.186.
26
S. Borras, T. Conzelmann, “Democracy, Legitimacy and Soft Modes of Governance in the
EU:The Empirical Turn, Journal of European Integration, Vol.29, No.5, 2007, p.532.
27
Scharpf, infact, argues that “all discourses that attempt to draw on input-oriented legitimizing
arguments can only exacerbate the perception of an irremediable European democratic
deficit...input-oriented arguments could never carry the full burden of legitimizing the exercise of
governing power” Scharpf, op. cit., 1999, p.187-188.
22
116
DİLEK YİĞİT
Theory of Democracy and the Bases of Deliberative Democracy
Weale28 defines democracy as “a form of government in which public policy
depends in a systematic, if sometimes indirect, way upon public opinion” while
underlining there are various ways in which democracy is thought and it takes variety of
forms. As suggested by Catt,29 there are three models of democracy: participatory,
direct and representative. Catt defines participatory democracy as “the people rule by
collectively discussing what issues need to be debated and talking about possible
solutions until they agree on the best solution or option for the group.” and defines
direct democracy as “democracy involves all of the people in deciding individual issues
but this time they vote on specific questions that are posed for them, most commonly in
a referendum.”30 Direct democracy is thought to be applicable to the small-scale nationstate. Fishkin31 cites Aristotle who argued that democracy was limited to states where
all citizens could come together and listen a speaker in order to indicate that how
important the size of nations is for the practice of democracy. The consequence of
impossibility of direct democracy in the large-scale nation states where all citizens can
not come together is a transformation of democracy.
Dahl speaks of three great transformations which democracy has undergone over
time. 32 The first is the transformation of non-democratic city states into democracies.
The second is the idea of democracy transferred from the city state to the national state.
Hence, representative democracy is a consequence of the second transformation. In the
third transformation taking place now, the nation states lost much of their political,
economic, social and cultural autonomy because of the development of transnational
systems.
In representative democracy which is a consequence of the second transformation
of democracy, elected persons are given the task of making decisions for the people.
The importance of the model of representative democracy derives from that
representative democracy is a workable way to practice democracy in the much larger
scale. Catt underlines Mill’s argument that representation is the greatest modern
invention because it made democracy feasible. 33
Regarding representative democracy, Weale puts that:
“In the representational model of democracy...the emphasis is upon
seeing the legislature as broadly representative of varieties of political
opinion. In consequence, representational systems typically have a
relatively large number of political parties competing for office, shared
executive authority, broad representation on legislative committees and
28
A. Weale, Democracy, New York, Palgrave Macmillan, 2007.
H. Catt, Democracy in Practice, London, Routledge, 1999.
30
Ibid., p.13.
31
J. S. Fishkin, Democracy and Deliberation, USA, Yale University Press, 1991.
32
R. A. Dahl, “A Democratic Dilemma: System Effectiveness versus Citizen Participation”,
Political Science Quarterly, Vol.109, No.1,1994, p.25-27.
33
Ibid., Catt, 1999, p.14.
29
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
117
and emphasis upon compromise among competing opinions in the
construction of governing coalitions.” 34
Yet, representative democracy is challenged in the post modern age. Even though
representative democracy is the most familiar form of democracy, deliberative
democracy has been the dominant theme in the literature on democracy over the last
two decades. The domination of deliberative democracy in the literature does not mean
that deliberative democracy is regarded as an alternative to representative democracy.
Deliberative democracy ought to be regarded as a complementary to representative
democracy as a means for improving the quality of decisions and enhancing
legitimacy of the political order.35
I consider that there are two main reasons for the domination of deliberative
democracy in the literature on democracy over the last two decades.
First is the argument that sole electoral mechanism36 is not enough for producing
normatively binding political decisions and elections may not define the popular will,37
hence, deliberation is regarded as a remedy for the problems attributed to representative
democracy.
The second is the postnational age within which the national states delegate more
powers to the international and supranational organizations, of which institutional
structures and decision-making processes are not based on representative model,
consequently deliberation is seen as a means to strengthen democratic quality of
transnational decision-making processes.
34
Weale, op. cit., 2007, p. 131.
Gargarella underlines the relationship between representative democracy and deliberative
democracy in obtaining impartial decisions. He says that, according to the Founding Fathers of
the USA, “impartial decisions required careful deliberation among representatives of the whole
society. In brief, their ‘formula’ for securing impartiality was ‘full representation plus
deliberation’. R. Gargarella, “Full Representation, Deliberation, and Impartiality”, in
Deliberative Democracy, ed. J. Elster, United Kingdom, Cambridge University Press 1998,
p.260.
36
Knight and Johnson indicate that “Political theorists of various persuasions are critical of
democratic institutional arrangements that rely solely or even primarily on electoral mechanisms,
that is, on ways of aggregating individual interests or preferences...They insist that aggregation
needs to be supplemented and perhaps entirely supplanted by institutional arrangements that
embody and enhance democratic deliberation.” J. Knight, J. Johnson, “Aggregation and
Deliberation: On the Possibility of Democratic Legitimacy”, Political Theory, Vol.22,
No.2,1994, p. 277.
37
According to social choice theory, there are two sorts of difficulty with voting. First, voting is
unstable as electoral outcomes are subject to manipulation or agenda control. Second, voting is
ambiguous as different methods of counting votes yield different outcomes and there is no way to
determine which method represents the popular will in a most correct manner. See Knight and
Johnson, op. cit., 1994.
35
118
DİLEK YİĞİT
Knight and Johnson define deliberation as “...idealized process consisting of fair
procedures within which political actors engage in reasoned argument for the purpose of
resolving political conflict.”38
This definition leads to important point that is the process within which
preferences of political actors are argued and also can be changed, hence, deliberation
might increase the likelihood that consensus would be reached.
Regarding the process of deliberation, McGann points out that:
“...It is possible that the process of deliberation will lead to people
changing their ultimate values, allowing consensus on the matters under
question... in addition deliberative democrats argue that deliberation
forces participants to adopt more reasonable argument... in many
circumstances deliberation is constitutive of what is reasonable. That is to
say, we can only say what a reasonable decision is after deliberation
about it.” 39
More precisely, deliberative theorists establish a link between the deliberation
process and the source of legitimacy. Regarding the role of deliberation in the context of
legitimacy, Eriksen and Fossum claim that:
“Without some kind of agreement and mutual understanding, a
representative system such as a parliamentary one will be severely
hampered in its ability to produce decisions, and those reached will be
challenged on legitimacy grounds. In open societies political solutions
have to be defended vis-a-vis the citizens in public debate. Outcomes will
not be accepted unless they can be backed up by good reasons, as citizens
require, and are expected to require, reasons of a certain quality.” 40
Whereas deliberative democracy rests on the assumption that legitimacy derives
from the popular will on which representative democracy also rests, deliberative
democracy differs from representative democracy on how the popular will is expressed.
While according to representative democracy, what makes legitimacy possible is
election, deliberative democracts state that not only election but also public forum,
discussion and participation provide the evidence of the popular will.
Deliberative democracy regards the process of formation of the will as a source of
legitimacy, not the sole process in which predetermined wills are aggregated, whereas
election which is regarded as a source of legitimacy by representative democracy is
based on the predetermined will. In this context, Manin and his colleagues argue that
38
J. Knight, J. Johnson, op. cit., 1994, p. 285.
A. McGann, The Logic of Democracy: Reconciling Equality, Deliberation, and Minority
Protection, Michigan, USA, The University of Michigan Press, 2006, p.119-120.
40
E. O. Eriksen, J.E. Fossum, “Post-national Integration”, in Democracy In The European
Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E. Fossum, London,
Routledge,2000.
39
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
119
“the source of legitimacy is not the predetermined will of individuals, but rather the
process of its formation, that is, deliberation itself.”41
As for a role which civil society plays in deliberative democracy, the question of
why civil society is claimed to be necessary for deliberative democracy ought to be
answered and the account of the separation between the public sphere and the private
sphere ought to be given.
Huber and her colleagues who regard democracy as a matter of power and power
sharing hold that the balance of power between state and civil society and the balance of
power within society are shaped by the structure of the state and state-society
relations.42 In order to underline the importance of civil society for democracy, they
claim that:
“The structure of the state and state-society relations are critically
important to the chances for democracy. The state needs to be strong and
autonomous enough to ensure the rule of law and avoid being the captive
of the interests of dominant groups. However, the power of the state needs
to be counterbalanced by the organizational strength of civil society to
make democracy viable.”43
Hirst defines the public sphere as “sphere is based on representative government
and the rule of law; its purpose is both to govern and to protect the private sphere” and
defines the private sphere as “..sphere is that of individual action, contract, and market
exchange, protected by and yet independent of the state. Lawful association in civil
society is a private matter.” 44 In fact, it ought not to be thought that the boundary
between the two spheres is clear. Even though the civil society is conceived as a private
sphere,45 it play a role in public sphere. Holzhacker states that:
“The discussions among citizens and civil society, political parties
and the electorate, civil society organizations and decision makers, may
create a broad dialogue in the public sphere which enriches the
democratic, representative system.”46
41
B. Manin, et al, “On Legitimacy and Political Deliberation”, Political Theory, Vol.15, No.3,
1987, pp.351-352.
42
E. Huber, et al. “The Paradoxes of Contemporary Democracy:Formal, Participatory, and Social
Dimensions”, Comparative Politics, Vol.29, No.3, 1997, p.325.
43
Ibid, p.325.
44
P. Hirst, From Statism to Pluralism, London, UCL Press, 1997, p.116.
45
Hirst (1997) criticises a conception of civil society as a private sector independent from the
state, he claims that “civil society must no longer be viewed as a “private”sphere, it needs to take
on elements of “publicity”...” With regard to the question of the public sphere, Eriksen and
Fossum (2002) underline the difference between strong public which refers to institutionalized
deliberations such as a parliamentary assembly and weak or general publics refers to the
deliberation sphere outside political system such as civil society.
46
R. Holzhacker, “Democratic Legitimacy and the European Union”, Journal of European
Integration, 29:3, 2007, p.261.
120
DİLEK YİĞİT
It ought to be indicated here that there must not be necessarily a contradiction
between the government and civil society, Huber and his colleagues underline that:
“It is fundamentally mistaken to view the relation between state
action and the self-organization of society as a “trade-off”-the more of
one the less of the other. To the contrary, associations in civil society
have tended to grow ...as the state took on new tasks in society.”47
Regarding the civil society in deliberative democracy, Michalowitz indicates that:
“Deliberative democracy theory maintains that a democratic
decision emerges from deliberation amongst those affected by the
decision or issue in question, i.e., members of civil society debate an issue
and arrive at a solution that is acceptable to all members as the most
conducive to the common good...the concept of civil society plays a
particular role for deliberative democracy as the space within which
pubic reasoning takes place...”48
That is to say, the reason for civil society participation is necessary for deliberative
democracy is that participation of civil society in the decision-making process is
regarded as a means to contribute to formation of the popular will and to justification
for decisions taken, hence civil society participation enriches the democratic quality of
the decision-making process.
However, it is worth indicating in this context that Habermas considers that an
influence from an active civil society should be mediated through representative
institutions to guarantee that decisions satisfy equality and discursive rationality. 49
Transparency in the European Union’s Decision-Making
Prior to arguing why transparency is one of the central issues for the quality of
democracy in the European Union, the different aspects of transparency ought to be
given. The first aspect of transparency is access to documents and information, the
second aspect is knowledge on who takes decisions and how decisions are taken. The
third aspect of transparency refers to comprehensibility and accessibility, the fourth
aspect of transparency is concerned with consultation. The final aspect is the duty to
give reasons.50 To make distinction among different aspects of transparency helps us to
see to which of these aspects the European Union gives priority and which of them is
regarded as a reason for the democratic deficit in the Union.
47
Huber, et.al., op. cit., 1997, p. 328.
I. Michalowitz, “Analysing Structured Paths of Lobbying Behaviour:Why Discussing the
Involvement of Civil Society Does not solve the EU’s Democratic Deficit”, European
Integration, Vol.26, No.2, 2004, p.151.
49
J. Habermas, Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory of Law and
Democracy, Cambridge, MIT Press, 1996.
50
D. Chalmers, et al., European Union Law, Cambridge, The United Kingdom, Cambridge
University Press, 2006, p.317.
48
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
121
Chalmers and his colleagues indicate that there are five arguments for why
transparency is important. The administrative argument that with greater transparency
comes greater accuracy and objectivity in record keeping. The constitutional argument
posits that the legal and constitutional roles of the European Parliament and the
European Court of Justice, national bodies are supported by greater transparency. The
legal argument underlines the necessity of transparency to make citizens informed on
their legal rights. The policy argument posits that greater transparency leads to better
decision-making and opens the decision-making process to public and media scrutiny,
and the political argument asserts greater transparency makes citizens meaningfully
participate in a policy making process.51
Though the transparency as an umbrella term covers a variety of issues, attention
has been given mainly to access to documents in the European Union. Therefore access
to documents and information in the European Union should not be seen as a reason for
the democratic deficit. How to make citizens informed on who takes decisions and how
decisions are taken in the European governance, how comprehensibility is provided and
what consultation procedure ought to be were ignored although the Treaties changing
the Founding Treaties of the European Communities made the European legal structure
and procedures of the decision-making more complicated for citizens. That the
European integration process goes further and the member states delegate more power
to the European institutions over time makes the European governance less transparent
and more complex whereas increasing competences of the European institutions raises
expectations of more transparency and accountability. The fourth and the fifth aspects
of transparency mostly related to deliberation have not received necessary attention. It
can be argued that giving more attention to these aspects of transparency enables
interested parties to come together to decide matters of common interest.
The first visible attempt to promote transparency in the European governance is
the 2001 White Paper. Although the extent to which the White Paper is important step
in promoting transparency is a contentious issue, Sloat underlines that “one of its
biggest achievements has been placing the ideas of good governance and better policymaking on the European agenda.”52
In the wake of the White Paper, a Communication on the minimum standards for
consultation was adopted in December 2002, which defines the minimum standards
applied to consultations on the Commission’s major policy proposals listed in the
Commission’s Annual Programme and consultations on Green Papers.
Whereas Sabel and Zeitlin53 consider that pressure for more transparency
originated from the Nordic countries in the European Union after Sweden and Finland
51
Ibid., D. Chalmers, et al., p.317-318.
A. Sloat, “The Preparation of the Governance White Paper”, Politics, Vol 23(2), 2003,p. 134.
53
C. F Sabel, J. Zeitlin, Learning from Difference:The New Architecture of Experimentalist
Governance in the European Union, European Governance Papers (EUROGOV), No. C-07-02,
2007, http://www.connex-network.org/eurogov/pdf/egp-connex-C-07-02.pdf, accessed on
07.07.2008.
52
122
DİLEK YİĞİT
entered the European Union in 1995, the main issue triggering the debates on
transparency was the resignation of the Santer Commission in 1999. This resignation is
the main impetus behind the 2001 White Paper. Indeed, the resignation of the Santer
Commission received public attention and encouraged citizens to know who does what
in the Union and underlined the importance of transparency for accountability of the
European institutions.
In the 2001 White Paper, it is indicated that;
“The White Paper proposes opening up the policy-making process
to get more people and organizations involved in shaping and delivering
EU policy. It promotes greater openness, accountability and
responsibility for all those involved. This should help people to see how
Member States, by acting together within the Union, are able to tackle
their concerns more effectively.”54
to underline the importance of openness to get people and organizations involved
in the policy-making.
In this context, the Commission underlines in the White Paper that :
“Democracy depends on people being able to take part in public
debate. To do this, they must have access to reliable information on
European issues and be able to scrutinise the policy process in its various
stages.”55
What the Commission provides for better involvement and more openness are set
out in the White Paper Paper as follows:56
“- Up-to-date, on-line information on preparation of policy through
all stages of decision-making,
- Establish a more systematic dialogue with representatives of
regional and local governments through national and European
associations at an early stage in shaping policy,
- Bring greater flexibility into how Community legislation can be
implemented in a way which takes account of regional and local
conditions,
- Establish and publish minimum standards for consultation on EU
policy,
- Establish partnership arrangements going beyond the minimum
standards in selected areas committing the Commission to additional
54
Commission of the European Communities (2001) European Governance: A White Paper,
COM (2001) 428 final, Brussels, p.3.
55
Ibid., Commission, 2001, p.11.
56
Ibid., Commission, 2001, p. 4.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
123
consultation in return for more guarantees of the openness and
representativity of the organisations consulted.”
Obviously, what the Commission tries to do is to search for a tool for improving
the quality of democracy in the Union. In so doing, the Commission underlines what is
required for the quality of European democracy is transparency as a basic condition for
quality of deliberation and as an element of input legitimacy.
Besides, establishing a link between citizens and the European institutions became
one of the priorities to enhance the democratic quality of decision-making process. With
the aim of establishing this link, what is needed is to make the European governance
open to general public. Thus, a basic precondition for establishing a link between the
Union and its citizens is transparency which is also a central issue to deliberative
democracy, as publicity is seen as “one of the purifying elements of politics”57
Regarding to the importance of transparency in deliberation, Friedrich puts
forward that:
“Deliberation is normatively conducive to democracy if it is
organised in a transparent and open way that is inclusive to all those
voices that are concerned by a particular policy. The interactions must be
based on mutual justification and result in a reasoned responsiveness.”58
Naurin underlines that:
“...deliberative theorists hypothesise that transparency and publicity will promote
a shift away from self-interested bargaining towards arguing with public-regarding
justifications...”59
In order to promote transparency in the Union, the European Transparency
Initiative was launched as a package in 2005 to promote transparency in the decisionmaking process.
Kallas vice president of the European Commission and the Commissioner for
Administrative Affairs, Audit and Anti-Fraud holds that European Transparency
Initiative is needed to ensure a proper functioning of the decision making process, to
gain the trust of the public and to protect policymakers against themselves.60 According
57
A. Gutmann, D.Thompson, Democracy and Disagreement. Why Moral conflict can not be
Avoided in Politics, and What Should Be Done About It, Cambridge Mass., Harvard
University Press, 1996, p.95.
58
D. Friedrich, Old Wine in New Bottles?: The Actual and Potential Contribution of Civil
Society Organizations to Democratic Governance in Europe, Reconstituting Democracy in
Europe Working Paper 2007/08, 2007, p.12. <www.reconproject.eu>, accessed on 04.07.2008
59
D. Naurin, “Why increasing transparency in the European Union will not make lobbyists
behave any better than they already do”, European Union Studies Association EUSA,
Biennial Conference, Austin, Texas, 2005, p.4.
60
S. Kallas, “The Need for a European Transparency Initiative”, SPEECH/05/130, Nottingham,
2005, <http://ec.europa.eu>, accessed on 03.07.2008.
124
DİLEK YİĞİT
to Kallas, legitimacy and accountability are guaranteed when European institutions are
exposed to transparency and European people are allowed to know who does what.
The first goal of the European Transparency Initiative is to provide a more
structured framework for the activities of interest representatives (lobbying). Lobbying
is defined by the European Commission as “all activities carried out with the objective
of influencing the policy formulation and decision-making processes of the European
institutions.”61 The European Commission indicates that lobbying is a legitimate part of
the democratic system and lobbyists can draw attention of European institutions to
important issues. The Commission also underlines that undue influence should not be
exerted on the European institutions and which input lobby groups provide to the
European institutions, who they represent, what their mission, how they are funded must
be clear to the public. The Commission have certain concerns about whether lobbying
activities go beyond legitimate representation while considering interest representations
through lobbies is an essential part of the democratic system. With regard to concerns
about lobbying activities, Kalas suggests that transparency of lobbying activities is
deficient in comparison to their impact62 and he also underlines that if lobbying is
designed to extract special monopoly privileges or rights, it is harmful to society
overall.63
Due to concerns about lobbying activities, the European Commission gives great
importance to outside scrutiny and regards it as a deterrent against improper lobbying.
For the Commission, outside scrutiny is implemented by the existing policy on
transparency based on two different categories of measures: First, the information
regarding to relations between interests representatives and the Commission is provided
to the public. Second, there are rules which govern the conduct of those being lobbied
and of the lobbyists.64 The Commission considers greater transparency in lobbying
activities is necessary and a credible system could consist of a voluntary registration
system for lobbyists to register, a common code of conduct for all lobbyists and a
system of monitoring and sanctions to be applied in case of breach of the code of
conduct and/or incorrect registration.65 As of 08.08.2008 there were 249 interest
representatives in the register in the context of the European Transparency Initiative.66
In this regard, the European Transparency Initiative indicates apparently that
transparency is believed to be a measure against improper lobbying.
61
Commission of the European Communities (2006) Green Paper: European Transparency
Initiative, COM (2006) 194 final, Brussels, p.3-5.
62
Kallas, op. cit., 2005.
63
S. Kallas, “The European Transparency Iniative”, SPEECH/07/491, Brussels, 2007b,
<http://ec.europa.eu>, accessed on 03.07.2008.
64
Commission, 2006, p.6.
65
Ibid., Commission, 2006, p.10.
66
This information is obtained on 08.08.2008 in the European Commission’s web page,
http://webgate.ec.europa.eu.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
125
The second goal of the European Transparency Initiative is to receive feedback on
the Commission’s minimum standards for consultation. The Commission defines
consultation as “processes through which the Commission wishes to trigger input from
interested parties for the shaping of policy prior to a decision by the Commission.” and
defines interested parties as “all who wish to participate in consultations run by the
Commission, whether they are organizations or private citizens.” 67
The second goal of the European Transparency Initiative may be regarded as an
attempt to solve a facet of the democratic deficit question, that is the European Union is
too remote and secretive. The transparent framework for consultation is considered to
be a tool for making the European Union closer to people through providing opportunity
for interested parties to have a voice in the European decision-making process. With
respect to the consultations in the European decision- making process, Kallas points out
that they do not want to create an additional layer between the decision-makers and
citizens and there will not be consultation privileges. 68
The third goal of the European Transparency Initiative is mandatory disclosure of
information about the beneficiaries of Union funds under shared management. In
respect of mandatory disclosure of information, the Commission wants to raise
awareness of the use made of European Union money and to provide information on
how European Union funds are spent.69 The problem the Commission faces is that the
majority of the European Union budget is spent in partnership with the member states
and disclosures of information are subject to member states’ discreation. The
Commission underlines that the existing legal framework prevents the Commission
from publishing information on beneficiaries.70
The third goal of the European Transparency Initiative is related to providing
accountability on the management of European funds, that is, it towards another aspect
of the democratic deficit as democracy requires accountability of officials and citizens,
which is a universal tenet of democratic theory.71 Accountability refers to being
answerable to citizens and having to account for actions, inactions and their
consequences. Accountability is achieved when citizens have information on what
actors do and have opportunity to assess the match behaviors and rules regulating
behaviours, outcomes and processes. Naurin underlines
“Transparency is believed to strengthen public confidence in
political institutions and increase the possibilities of citizens of holding
decision-makers accountable for their actions.” 72
67
Ibid., Commission, 2006, p. 11.
S.
Kallas, “European Transparency Initiative”, SPEECH/07/17, Madrid, 2007a
<http://ec.europa.eu>, accessed on 03.07.2008.
69
Commission, op. cit., 2006, p.12.
70
Ibid., Commission, 2006, p.13.
71
J. G. March, J. P. Olsen, Democratic Governance, New York, The Free Press, 1995, p.162.
72
Naurin, 2005.
68
126
DİLEK YİĞİT
The European Transparency Initiative can contribute to the democratic quality of
the Union in two ways. First, it can be a remedy for deficiencies of the Union in terms
of parliamentary legitimacy as transparency is an element of input legitimacy in the
context of procedural legitimacy. Second, the European Transparency Initiative ought to
be regarded as a tool for improving the quality of participation as transparency “exposes
injustice, corruption, and general dirty dealing that might otherwise go unnoticed”73
Civil Society Participation in the European Union Decision-Making
That the decision-making process of the European Union does not rely on
predominantly representative mechanism implies that legitimacy of the European Union
does not derive from the popular will expressed through elections. Thus, there is a
question which we face is that how the will of European people ought to be expressed.
Civil society participation in the European decision-making process may make the
will of European people expressed and contribute positively to enhancing the legitimacy
of the Union.74
The concept of civil society is defined in the context the separation of spheres
between state and society. Pietrzyk argues that:
“What makes civil society “civil” is the fact that it is a sphere within
which citizens may freely organise themselves into groups and
associations at various levels in order to make the formal bodies of state
authority adopt policies consonant with their perceived interests.”75
The Commission defines civil society based on the terminology of the Economic
and Social Committee as:
“Civil society includes the following: trade unions and employers
organisations (social partners); non-governmental organisations;
professional associations; charities; grass-roots organisations;
organisations that involve citizens in local and municipal life with a
particular contribution from churches and religious communities.”76
Concerning what kind of role civil society plays in the Union, Armstrong
underlines that civil society may play a role as a bridge between society and the
European Union and he holds that the problem the European governance faces is the
gap between society and the structures of transnational governance.77 It should be
emphasised that Armstrong’s belief is based on the argument that the European
73
S. Chambers, “Behind Closed Doors: Publicity, Secrecy, and the Quality of Deliberation”, The
Journal of Political Philosophy, Volume 12, Number 4, 2004, p. 390.
74
Schmitter underlines that participation is no panacea and says “it may contribute to enhancing
the legitimacy of the EU, but only if it is “seconded” by reforms in the institutions of its
government.” Schmitter, op. cit., 2001, p.10.
75
D.I. Pietrzyk “Democracy or Civil Society”, Politics, Vol 23(1),2003, p.38-39.
76
Commission, op. cit., 2001.
77
K. A. Armstrong, “Rediscovering Civil Society: The European Union and the White Paper on
Governance”, European Law Journal, Vol.8, No.1, 2002, p.104.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
127
integration has been the product of supranational technocratic decision-making process
in which elite political actors participate.
From the perspective of the deliberative democratic theory, civil society
participation is a means of public deliberation and an arena for preference-shaping. That
is, if the Union wants to enhance the democratic quality of its decision-making through
deliberation, encouraging civil society to participate in the decision-making process
should be priority for the Union.
Eriksen says that the European Union is more conducive to deliberation than other
political systems because of its supranational nature.78
Regarding this issue, Friedrich underlines that
“...the example of the EU demonstrates that the increasing
competences of the European Parliament have not smoothed the unease
about the EU’s democratic legitimacy. The participation of civil society
organization is only one, but potentially important element in a mix of
democratic elements in modern politics.”79
Since the late 1990’s, civil society participation has received more attention as a
means of justifying decisions regarding the Union’s future. The Convention for the
drafting of the Charter on Fundamental Rights established based on the European
Council decision on October 1999 in Tampere and the European Convention established
by the Laeken Declaration on the future of the European Union on December 2001 were
open to the representatives of civil society.
The most visible attempt seeking to encourage civil society participation in the
Union decision-making process is the 2001 White Paper which recorded that:
“Civil society plays an important role in giving voice to the
concerns of citizens and delivering services that meet people’s
needs...Civil society increasingly sees Europe as offering a good platform
to change policy orientations and society. This offers a real potential to
broaden the debate on Europe’s role. It is a change to get citizens more
actively involved in achieving the Union’s objectives and to offer them a
structured channel for feedback, criticism and protest.”80
More specifically, the European Commission refers the concept of consultation
several times in the White Paper. This makes Michalowitz consider that, from the
perspective of a deliberative democracy, what the Commission aims is not to create a
space for public reasoning, the Commission aims a dialogue between the European
institutions and civil society in which these groups consult.81 Drawing on Michalowitz’s
78
E. O. Eriksen, “Deliberative Supranationalism in the EU” in Democracy In The European
Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E. Fossum, London,
Routledge, 2000.
79
Friedrich, op. cit., 2007, p.9.
80
Commission, op. cit., 2001, p.14-15.
81
Michalowitz, op. cit., 2004, p.151.
128
DİLEK YİĞİT
view, if the Commission aims to develop a dialogue rather than a deliberative arena
within which preferences are debated with reasons and participants can persuade each
other and influence their preferences, it might be said that the White Paper fell short of
satisfying the conditions of deliberative democracy.
A further measure seeking to regulate civil society participation is the 2002
Consultation Standards. The 2002 Consultation Standards recorded that:
-“All communications relating to consultation should be clear and
concise, and should include all necessary information to facilitate
responses,
-When defining the target groups in a consultation process, the
Commission should ensure that relevant parties have an opportunity to
express their opinions,
-The Commission should ensure adequate awareness-raising
publicity and adapt its communication channels to meet the needs of all
target audiences. Without excluding other communication tools, open
public consultations should be published on the Internet and announced
at the “single access point”,
-The Commission should provide sufficient time for planning and
responses to invitations and written contributions. The Commission
should strive to allow at least 8 weeks for reception of responses to
written public consultations and 20 working days notice for meetings,
-Receipt of contributions should be acknowledged. Results of open
public consultation should be displayed on websites linked to the single
access point on the Internet.”82
The 2002 Consultation Standards were issued in the hope that these standards
ensure all relevant parties are consulted. Indeed, these standards are procedural and are
not directly related to how the quality of consultation is enhanced. The most striking
feature of Consultation Standards is that standards indicate how the Commission has
been tried to institutionalise and regulate civil society participation in the policymaking process.
Friedrich says that “participation of civil society organizations requires some
institutional means and commitment by the political institutions to democratic
participation.”83 In the light of Friedrich’s thought, it may be indicated that the
European Commission tries to not only provide institutional means but also guarantee
of its commitment to civil society participation.
82
Commission of the European Communities Communication From The Commission:
Towards a reinforced culture of consultation and dialogue –General principles and
minimum standards for consultation of interested parties by the Commission, COM (2002)
704 final, 2002, Brussels.
83
Friedrich, op. cit., 2007, p.10.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
129
Greenwood underlines the role of the Consultation Standards in strengthening
democracy in the Union through indicating that:
“Procedural democracy at EU level has developed apace in recent
years, with systems designed to be actioned by organized civil society,
including access to information and transparency measures, and a
comprehensive set of procedures for consultation.”84
In order to see how consultation takes place in the decision-making process, the
European Union’s environment policy can be given as an example. The European
Commission starts the consultation process with giving the background of the issue
subject to consultation and indicating what has been done by the Union so far in the
web-page of Environment Directorate-General (DG), and asks several questions
regarding the issue to stakeholders and/or general public. When the consultation process
is closed, contributions are published and the Commission starts to prepare a report on
the issue.
Within the period between 30.11.2000 and 31.07.2008, 77 consultation processes
took place. Details of 77 consultation processes are given in Appendix. Although the
Commission does not give the information on the number of participants in each of
consultation processes, drawing on the data given by the Commission it is seen that
number of participants varies greatly according to subject. While in the process of
“Public consultation on an EU System for the Environment Technology Verification”,
the Commission received 139 responses, in the process of “Public Consultation on Your
Voice-Invasive Alien Species-A European Concern”, the Commission receives 880
responses. Yet in the process of “Creosote stakeholder consultation”, the Commission
received only 53 responses.
Moreover, certain consultation processes were kept open to not only European
Union citizens and organizations, but also third countries’ citizens and institutions. For
example, in the consultation process called “Your attitude towards trade in seal
products”, the Commission received 73,153 answers in 160 countries.85
As of August 2008, four consultation processes related to European environment
policy took place.
84
J. Greenwood, Interest Representation In The European Union, 2nd ed., New York, Palgrave
Macmillan, 2007, p. 208-209..
85
The number of responses received by the Commission in consultation processes were collected
according to information given by the Commission in the Commission’s web-page,
<http://ec.europa.eu/environment/consultations_en.htm.>
130
DİLEK YİĞİT
Table 2: Open Consultations (as of 22.08.2008) Related to European Environment
Policy
Title & Description
Target Group
Stakeholder consultation on adaptation to scientific and technical progress
under Directive 2002/95/EC of the European Parliament and of the
Council on the restriction of the use of certain hazardous substances in
electrical and electronic equipment for the purpose of a possible
amendment of the Annex.
Stakeholders
Towards a comprehensive and ambitious post-2012 climate change
agreement
General public,
Stakeholders
Deforestation and its impact on climate change and biodiversity loss
General public,
Stakeholders
General public,
Stakeholders
Review of the Recommendation on Minimum criteria for
Environmental Inspections
(Source: http:/ec.europa.eu/environment/consultations-en.htm)
The principal importance of the consultation processes derives from the fact that
the European institution aggregating responses and opinions of stakeholders and general
public is the Commission which has monopoly in starting the decision-making process.
Although the Commission consults the stakeholders and general public in the
decision-making process, it does not give any clear idea on what kind of process it
envisages. That is, we have to draw a distinction between a consultation process in
which preferences with reasons are aggregated and a deliberation process within which
preferences are debated and persuasion is possible. Obviously, the latter, deliberative
model rather than former can be a cure for the deficiencies of the Union in sense of
representation.
Indeed, there are at least two reasons to doubt that civil society participation in the
European Union is strong. The first is related to the European governance. Answering to
the question of why civil society participation in the European governance can not be
strong requires to analyse what features of any governance encourage civil society
participation. Therefore, I use Magnette’s argument in the European context. Magnette
says that there are two sets of factors playing important role in participation of civil
society: The institutional structure and the polarity of the party system.86 According to
this argument, the institutional clarity of a political system encourages participation and
the polarity of the party system simplifies the electoral choice and makes citizens
understand complex political issues through simplified discourses. Drawing on this
argument, it may be considered that the European Union’s complex decision-making
86
P. Magnette, European Governance and Civic Participation: Can the European Union be
politicised?, This paper is a part of contributions to the Jean Monnet Working Paper No.6/01,
2001.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
131
procedure and a lack of Europe-wide political parties discourage civil society
participation.
In this context, Magnette indicates that:
“The Community method hides political conflicts, the monopoly of
initiative conferred upon the Commission procedures consensus oriented
decision-making... The Community method, based on a long process of
informal negotiation and the elaboration of compromise before political
discussions take place, is a very powerful disincentive for political
deliberation. Citizens who do not understand both what the issues at
stake, and what the choices that could be made, actually are, and who
also fail to see what the impact of their participation could achieve, are
not likely to be active.”87
Obviously, the European Union governance is deprived of the factors encouraging
civil society participation.
The second reason for that civil society participation can not be strong in the
Union is related to what kind of civil society the European Union can have. As
Armstrong88 indicates, we can regard civil society either as the sum of its national parts
located within nation states and national cultures, or as a transnational developing
across states. If European civil society must be conceived as a transnational in the sense
that organizations develop across states and as a sphere of shared cultures, an absence of
European identity arises a problem, for conceiving civil society as a transnational
establishes a link between the promoting civil society participation and formation of
European identity.
Armstrong underlines that civil society is subject to three processes which are
“Europeanisation”, “autonomisation”, and “governmentalisation”.89 According to him,
“Europenisation” is a process by which civil society actors organise in transnational
structure and have a voice in European governance. “Autonomisation” refers to process
by which transnational structures develop their strategies independently from the
control of constituency members. “Governmentalisation” refers to external pressures
from government for making change to the organisational structures and the internal
self-organisation of civil society. Nonetheless, there is no empirical evidence that these
processes have started in the Union. In this context, Michalowitz claims that “if civil
society participation can help resolve the democratic deficit, the possibility to
Europeanise civil society must be a priority.”90
It may be considered if there can be unintended results of building transnational
European civil society although it is admitted that building transnational civil society
87
Ibid, P. Magnette, 2001, p.7.
K.A. Armstrong, op. cit., 2002, p.113.
89
Ibid., K. A. Armstrong, 2002, p.114-115.
90
Michalowitz, 2004, p.155.
88
132
DİLEK YİĞİT
can contribute to strengthening the democratic quality of European decision-making
process. With regard to this issue, Armstrong underlines that:
“First there is a static problem that the voices of national civil
society actors may be lost or excluded as civil society becomes
Europeanised. Second, there is a more dynamic problem that legitimation
through transnational civil society can not make up on the transnational
swings what is lost on the national roundabouts of the erosion of national
structures of representative and participative democracy.” 91
Although the European Union as a post-national case for application of
deliberative democracy seeks to enhance the democratic quality of its decision-making
process and the legitimacy of its political order through civil society participation, its
attempts do not concern how to build transnational European civil society and how to
increase the quality of consultation. There is no strong evidence that the Commission
aims to develop a procedure within which deliberation takes place more than
consultation.
Conclusion
The democratic quality of the European Union as a transnational organisation has
been a matter of debates on how democracy should be in the postnational age. Although
we see significant differences in views with regard to the democratic deficit in the
European Union, the democratic quality of the Union is mainly assessed through
comparison the Union with a nation state and equation democracy with representative
democracy. From the view of representative democracy, the political representation in
the Union is inadequate because of the lack of responsible government, elections fought
on European issues for the European Parliament and Europe-wide political parties,
therefore the Union is deprived of parliamentary legitimation.
The European Union tries to reduce the effects of its deficiencies in terms of
parliamentary legitimacy through enhancing procedural legitimacy and technocratic
legitimacy, both of which require the observance of participation and transparency.
Thus, the European Transparency Initiative addresses the European democratic
deficit in two ways. First, transparency as an element of input legitimacy enhances the
quality of participation by forcing participants to argue with the reasons, proposal and
claim, hence strengthens procedural legitimacy of the Union. Second, transparency as a
factor encouraging participation also gives an opportunity to participants to bring their
expertise to the decision-making process, consequently strengthens technocratic
legitimacy of the Union.
91
K.A.Armstrong, op. cit., 2002, p.115.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
133
Appedix 1: Closed Consultations Related to European Environment Policy
Title & Description
Stakeholder consultation on the adaptation to
scientific and technical progress under
Directive 2002/95/EC of the European
Parliament and of the Council on the
restriction of the use of certain hazardous
substances in electrical and electronic
equipment for the purpose of a possible
amendment of the Annex.93
Consultation on revision of the cars/CO2
labelling
Creosote stakeholder consultation
Public consultation on Your Voice ‘Invasive
Alien Species-A European Concern’
WEEE stakeholder consultation-Invitation for
comments on policy options
Stakeholder consultation on adaption to
scientific and technical progress under
Directive 2002/95/EC of the European
Parliament and of the Council
Public consultation on the Green Paper on
urban Transport Sustainable Urban Transport
Plans-preparatory document
Your attitude towards trade in seal products
2nd stakeholder consultation on the review of
Directive 2002/95/EC (‘RoHS)
Public consultation the draft Implementation
Report 2005-2007.
Public consultation on an EU System for the
Environmental Technology Verification
Call for evidence on the Economics
of Biodiversity Loss
Public consultation on the INSPIRE Draft
Implementing Rules for Metadata
Public consultation "Living with climate
change in Europe"
Public consultation on the Commission's
92
93
Target Group
Stakeholders
Responses
Received by the
Commission92
n.a.
General public
n.a.
Stakeholders
Stakeholders,
General public
Stakeholders
53
880
Stakeholders
n.a.
Stakeholders,
General public
n.a.
Stakeholders,
General public
Stakeholders
73,153
Stakeholders,
General public
Stakeholders,
General public
Interested stakeholders
in Europe and
worldwide, including
government, academic,
private sector, scientific,
NGO and other experts
n.a.
n.a.
n.a.
139
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders,
General public
Stakeholders,
More than 200
Responses are collected from various reports of the Commission.
The issue can be subject of consultation processes taking place at different times.
44
134
Green Paper on
better ship dismantling
Public consultation on the action
plans on sustainable consumption
and production and on sustainable industrial
policy
Stakeholder consultation on Adaptation to
scientific and technical progress under
Directive 2002/95/EC on the restriction of the
use of certain hazardous substances in
electrical and electronic equipment for the
purpose
of a possible amendment of the annex
Public consultation on the implementation of
the renewed strategy to reduce CO2 emissions
from passenger cars and
light-commercial vehicles
Green Paper on Market
Based Instruments
IPPC
Review
Internet
Consultation
Stakeholders Questionnaire
Review of Directive 2002/95/EC on the
restriction of the use of certain hazardous
substances in electrical and electronic
equipment
Capturing and storing CO2 undergroundShould we be concerned?
Additional Options to Combat
Illegal Logging
Ecolabel revision
Revision of the EU Eco-Management and
Audit Scheme Regulation EC N° 761/2001
(EMAS)
Adaptation to scientific and technical progress
under Directive 2002/95/EC on the restriction
of the use of certain hazardous substances in
electrical and electronic equipment for the
purpose
of a possible amendment of the annex
Adaptation to scientific and technical progress
under Directive 2000/53/EC on end-of-life
vehicles for the purpose of a possible
amendment of Annex II to this Directive
Possible amendment of Annex II to Directive
2000/53/EC on end-of-life vehicles (Issue of
certain spare parts for vehicles put on the
market after 1 July 2003).
94
DİLEK YİĞİT
General public
Stakeholders,
General Public
658
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
Stakeholders
41 from
organisations94
28 from
individuals
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders, citizens
787
Stakeholders
93
Stakeholders
Stakeholders
n.a.
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
Responses given by organisations and individuals are collected depending on the information
given by the Commission.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
New draft regulation of the European
Commission to implement the Globally
Harmonised System of Classification and
Labelling of Chemicals (GHS)
Community Implementation Plan of the
Stockholm Convention on Persistent Organic
Pollutants (POPs)
Revision of Directive 86/609/EEC on the
protection of animals used for experimental
and other scientific purposes
Review of the EU strategy to reduce CO2
emissions and improve fuel efficiency from
cars
Have your say on the White Paper on a
European Communication Policy
Sixth Environment Action Programme midterm review
Directive 2001/18/EC on the deliberate
release in the environment of GMOs Questionnaire on experiences with the
implementation of the Directive
Adaptation to scientific and technical
progress under Directive 2002/95/EC of the
European Parliament and of the Council on
the restriction of the use of certain hazardous
substances in electrical and electronic
equipment for the purpose of a possible
amendment of the annex
Simplifications on the Directive related to
waste from the titanium dioxide industry
Adaptation to scientific and technical
progress under Directive 2002/95/EC on the
restriction of the use of certain hazardous
substances in electrical and electronic
equipment for the purpose of a possible
amendment of the annex.
Communication on Halting the Loss of
Biodiversity by 2010 and beyond
SCENIHR opinion on how to assess the
potential risks of nanotechnologies
Adaptation to scientific and technical
progress under Directive 2002/95/EC on the
restriction of the use of certain hazardous
substances in electrical and electronic
equipment for the purpose of a possible
amendment of the annex
Soil Thematic Strategy
The European City – improving the quality of
135
Stakeholders
n.a.
General public+ Experts
n.a.
General public+ Experts
42,655 replies
from 25 Member
States, as well as
third countries
283 expert
replies
1215
General public
Stakeholders,
citizens
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
4
Stakeholders
n.a.
Stakeholders, General
Public, Experts
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
General Public
Stakeholders
n.a.
n.a.
n.a.
70
136
your environment
Proposal for a Floods Directive "Reducing the
risks of floods in Europe"
Final Public Consultation: The sustainable
use of pesticides in Europe
Thematic Strategy on the Protection and
conservation of the Marine Environment
Reducing the Climate Change Impact of
Aviation
Monitoring and Reporting Guidelines under
the EU Emissions Trading Scheme
New legal instrument for prevention,
preparedness and response to disasters.
Directive 91/689/EEC on hazardous waste
Directive 75/439/EEC on waste oils
Adaptation to scientific and technical
progress under Directive 2002/95/EC on the
restriction of the use of certain hazardous
substances in electrical and electronic
equipment for the purpose
of a possible amendment of the annex
Assessing the actions to be undertaken as part
of the Thematic Strategy on the Sustainable
Use of Natural Resources
Air Pollution: What Do You Think?
Action on Climate Change Post 2012
Review of the European Sustainable
Development Strategy
Extended Impact Assessment on the Thematic
Strategy on the Prevention and recycling of
waste
Information on teak garden furniture and
mobile telephones
Methodology to assess the environmental
impacts of products
Possible amendment of the Annex of
Directive 2002/95/EC on the restriction of the
use of certain hazardous substances in
electrical and electronic equipment (RoHS)
Development of an EU strategy on mercury
95
DİLEK YİĞİT
Stakeholders
General Public,
Stakeholders
General Public
General Public
261 from 33
different
countries
(amongst these
all 25 EU
Member States)
1772
133
Stakeholders
5564 from
individuals
198 from
organisations
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
Stakeholders
n.a.
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
n.a.
General Public
n.a.
All stakeholders
General public and
experts
Stakeholders
n.a.
n.a.
All stakeholders
involved with these
products
Experts
n.a.
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
54 95
n.a.
Responses received are collected according to the information given by the Commission.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
137
“Towards a Thematic Strategy on the Urban
Environment"
Preparations of a revision of certain entries of
annex II of Directive 2000/53/EC on end-of
life vehicles
Towards a thematic strategy on the prevention
and recycling of waste
Community institutions,
stakeholders
Stakeholders
2,807
Stakeholders
n.a.
Reactions to the Communication
on the future Thematic Strategy o
on Sustainable use of Pesticides
European Parliament,
the Council,
the Economic and Social
Committee as well as all
other interested parties
Stakeholders
1772 (total
number-this
process took
place as two
steps, numbers
of responses of
each step are not
available)
n.a.
Stakeholders
60
General Public
n.a.
Stakeholders
n.a.
Stakeholders
Interested parties
n.a.
13996
Interested parties
n.a.
Stakeholders in civil
protection/disaster
prevention
Experts from national
administrations, local
and regional authorities,
representatives of
economic operators,
environmental NGOs
and consumer
associations
Experts from national
administrations, local
and regional authorities,
representatives of
economic operators,
environmental NGOs
n.a.
On the Road to Sustainable Production Progress in implementing Council Directive
96/61/EC concerning integrated pollution
prevention and control
Integration of environmental aspects into
standardisation
Draft chemicals legislation (the REACH
System)
INSPIRE
Environmental Technology Action Plan
Revision of Directive 91/157/EEC on
batteries
Financing Natura 2000
Working document on Civil protection
Aarhus Convention and Community
institutions:Consultation of interested parties
on a working documents on the application to
Community institutions of the Aarhus
Convention on access to environmental
information, public participation and access to
justice in environmental matters
Access to justice in environmental matters
(Aarhus Convention:
Consultation of interested parties on two
successive working documents on access to
justice in environmental matters
96
n.a.
n.a.
n.a.
Responses received are collected according to the information given by the Commission.
138
Environmental Liability:
Consultation of interested parties on a
Working Document on the Prevention and
Restoration of Significant Environmental
Damage (Environmental Liability)
Environmental issues of PVC:
In the Green Paper the Commission invited
all interested parties to discuss and comment
on this document before the end of November
2000.
DİLEK YİĞİT
and consumer
associations
Public
Public
n.a.
More than
32.500
(Source: http:/ec.europa.eu/environment/consultations-en.htm)
Bibliography
K. A. ARMSTRONG, “Rediscovering Civil Society: The European Union and the
White Paper on Governance”, European Law Journal, Vol.8, No.1, pp.102-132,
2002
T. AUBERGER, K. ISZKOWSKI, “Democratic Theory and the European Union:
Focusing on “Interest” or “Reason”?”Journal of European Integration, Vol.29,
No.3, pp. 271-284, 2007
G. BAKER, “Civil Society and Democracy:The Gap Between Theory and Possibility”,
Politics, 18 (2), pp.81-87, 1998
R. BELLAMY, A. WARLEIGH (eds.), Citizenship and Governance in the European
Union, Continuum, London, 2001
S. BORRAS, T. CONZELMANN, “Democracy, Legitimacy and Soft Modes of
Governance in the EU:The Empirical Turn, Journal of European Integration,
Vol.29,No.5, pp.531-543, 2007
H. CATT, Democracy in Practice, London, Routledge, 1999
D. CHALMERS et al., European Union Law, the United Kingdom, Cambridge
University Press, 2006
S. CHAMBERS, “Behind Closed Doors: Publicity, Secrecy, and the Quality of
Deliberation”, The Journal of Political Philosophy, Volume 12, Number 4,
p.389-410, 2004
M. CINI, “European Commission reform and the origins of the European Transparency
Initiative”, Journal of European Public Policy, 15:5, p.743-760, 2008
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
139
C. CROMBEZ, “Legislative Procedures in the European Community”, British Journal
of Political Science, Vol.26, No.2, p.199-228, 1996
P.J.CONGE, “Review: The Concept of Political Participation: Toward a Definition”,
Comparative Politics, Vol.20, No.2, p.241-249, 1988
O. COSTA et.al., “Introduction: Diffuse control mechanisms in the European
Union:towards a new democracy?”, Journal of European Public Policy, 10:5,
p.666-676, 2003
R.A.DAHL, “Pluralism Revisited”, Comparative Politics, Vol.10, No.2, p.191-203,
1978
R.A. DAHL, Dilemmas of Pluralist Democracy, Yale University Pres, 1982
R.A. DAHL, “A Democratic Dilemma: System Effectiveness versus Citizen
Participation”, Political Science Quarterly, Vol.109, No.1, p.23-34, 1994
O. DE SCHUTTER, “Europe in Search of its Civil Society”, European Law Journal,
Vol.8, No.2, p.198-217, 2002
R. EISING, “Interest Groups and the European Union”, in European Union Politics, 2
nd. ed. Michelle Cini, Oxford, Oxford University Press, p.202-221, 2007
E.O. ERIKSEN, “Deliberative Supranationalism in the EU” in Democracy In The
European Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E.
Fossum, London, Routledge, p.42-64, 2000
E.O. ERIKSEN, J. E. FOSSUM, “Post-national Integration”, in Democracy In The
European Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E.
Fossum, London, Routledge, p.1-28, 2000
E.O. ERİKSEN, J. E. FOSSUM, “Democracy through Strong Publics in the European
Union?”, Journal of Common Market Studies, Vol.40, No.3, p.401-424, 2002
E.O. ERİKSEN, J. E. FOSSUM, “Europe in Search of Legitimacy: Strategies of
Legitimation Assessed”, International Political Science Review, 25, p.435-459,
2004
J. ELSTER, “Introduction: Historical Background” in Deliberative Democracy ed. J.
Elster, United Kingdom, Cambridge University Press, p.1-18, 1998
J.D. FEARON, “Deliberation and Discussion” in Deliberative Democracy, ed. J.
Elster, United Kingdom,Cambridge University Press, p.44-68, 1998
J.S.FISHKIN, Democracy and Deliberation, USA, Yale University Press, 1991
A. FOLLESDAL, “Survey Article:The Legitimacy Deficits of the European Union”,
The Journal of Political Philosophy, Vol.14, No.4, p.441-468, 2006
A. FOLLESDAL, S. HIX, “Why There is a Democratic Deficit in the EU: A Response
to Majone and Moravscik”, Journal of Common Market Studies, Vol.44, No.3,
p.533-562, 2006
140
DİLEK YİĞİT
D. FRIEDRICH, Old Wine in New Bottles?:The Actual and Potential Contribution
of Civil Society Organizations to Democratic Governance in Europe,
Reconstituting Democracy in Europe Working Paper 2007/08, 2007,
www.reconproject.eu, accessed on 04.07.2008
R. GARGARELLA, “Full Representation, Deliberation, and Impartiality”, in
Deliberative Democracy, ed. J. Elster, United Kingdom, Cambridge University
Press, p.260-280, 1998
J. GREENWOOD, Interest Representation In The European Union, 2nd ed., New
York, Palgrave Macmillan, 2007
S. GREWAL, “The Paradox of Integration: Habermas and the Unfinished Project of
European Union”, Politics, Vol 21(2), p.114-123, 2001
A. GUTMANN, D. THOMPSON, Democracy and disagreement. Why moral
conflict can not be avoided in politics, and what should be done about it,
Cambridge Mass., Harvard University Press, 1996
A. GUTMANN, D. THOMPSON, Why Deliberative Democracy, Princeton, Princeton
University Pres, 2004
J. HABERMAS, Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory of
Law and Democracy, Cambridge, MIT Pres, 1996
P. HIRST, From Statism to Pluralism, London, UCL Press, 1997
S. HIX, “Dimensions and Alignments in European Union Politics: Cognitive
Constraints and Partisan Responses”, European Journal of Political Research,
Vol.35, no.1, p. 69-106, 1999
R. HOLZHACKER, “Democratic Legitimacy and the European Union”, Journal of
European Integration, 29:3, p.257-269, 2007
E. HUBER et al., “The Paradoxes of Contemporary Democracy: Formal, Participatory,
and Social Dimensions”, Comparative Politics, vol.29, no.3, p.323-342, 1997
M. JACHTENFUCHS et al., “Which Europe? Conflicting Models of a Legitimate
European Political Order”, European Journal of International Relations, vol.4,
no.4, p.409-445, 1998
H. KASSIM, D. G. DIMITRAKOPOULOS, “The Commission and the Future of
Europe”, Journal of European Public Policy, 14:8, p.1249-1270, 2007
R.S. KATZ, “Models of Democracy: Elite Attitudes and the Democratic Deficit in the
European Union”, European Union Politics, 2; 53, p.53-79, 2001
J. KNIGHT, J. JOHNSON, “Aggregation and Deliberation: On the Possibility of
Democratic Legitimacy”, Political Theory, Vol.22, No.2, p. 277-296, 1994
C. LORD, P. MAGNETTE, “E Pluribus Unum? Creative Disagreement about
Legitimacy in the EU”, Journal of Common Market Studies, vol.42, no.1,
p.183-202, 2004
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
141
J.R. LUCAS, Democracy and Participation, England, Penquin Books, 1976
P. MAGNETTE, European Governance and Civic Participation: Can the European
Union be politicised?, This paper is a part of contributions to the Jean Monnet
Working Paper No.6/01, 2001
P. MAGNETTE, “European Governance and Civic Participation: Beyond Elitist
Citizenship?”, Political Studies, 51, p.144-160, 2003
P. MAIR, Popular Democracy and the European Union Polity, European
Governance Papers, No.C-05-03, 2005, http://www.connex-network.org/pdf/egpconnex-C-05-03.pdf, accessed on 07.07.2008.
G. MAJONE, “The European Community: An ‘Independent Fourth Branch of
Government’?”, EUI Working Paper SPS No. 94/17, Florence, European
University Institute, 1993
G. MAJONE, “Europe’s Democratic Deficit: The Questions of Standards”, European
Law Journal, vol.4, no.1, p.5-28, 1998
G. MAJONE, “The Credibility Crisis of Community Regulation”, Journal of Common
Market Studies, vol.38, no.2, p.273-302, 2000
B. MANIN et al, “On Legitimacy and Political Deliberation”, Political Theory, vol.15,
no.3, p.338-368, 1987
J. G. MARCH, J. P. OLSEN, Democratic Governance, New York, The Free Press,
1995
A. MCGANN, The Logic of Democracy: Reconciling Equality, Deliberation, and
Minority Protection, USA, The University of Michigan, 2006
I. MICHALOWITZ, “Analysing Structured Paths of Lobbying Behaviour: Why
Discussing the Involvement of Civil Society Does not solve the EU’s Democratic
Deficit”, European Integration, vol.26, no.2, p.145-170, 2004
J. S. MILL, Considerations on Representative Government, South Bend, Gateway,
1962
A. MORAVCSIK, “In Defense of the Democratic Deficit”, Journal of Common
Market Studies, 40(4), p.603-624, 2002
D. NAURIN, “Why increasing transparency in the European Union will not make
lobbyists behave any better than they already do”, European Union Studies
Association EUSA, Biennial Conference, Austin, Texas, 2005
K. NEUNREITHER, “Political Representation in the European Union: a common
whole, various wholes, or just a hole?” in European Integration after
Amsterdam, ed. K. Neunreither and A. Wiener, Oxford, Oxford University Press,
2000
J. NEYER, “The Deliberative Turn In Integration Theory”, Journal of European
Public Policy, 13:5, p. 779-791, 2006
142
DİLEK YİĞİT
D. I. PIETRZYK, “Democracy or Civil Society”, Politics, Vol 23(1), p.38-45, 2003
B. ROSAMOND, “New Theories of European Integration”, in European Union
Politics 2 nd. ed. Michelle Cini, Oxford, Oxford University Press, p.117-136, 2007
C. F. SABEL, J. ZEITLIN, Learning from Difference:The New Architecture of
Experimentalist Governance in the European Union, European Governance
Papers
(EUROGOV),
No.
C-07-02,
2007,
http://www.connexnetwork.org/eurogov/pdf/egp-connex-C-07-02.pdf, accessed on 07.07.2008.
F. W. SCHARPF, Governing in Europe:Effective and Democratic?, Oxford, Oxford
University Press, 1999
S. K. SCHMIDT, “Only an Agenda Setter?:The European Commission’s Power over
the Council of Ministers”, European Union Politics, 1:37, p.37-61, 2000
P. C. SCHMITTER, What Is There To Legitimize In The European Union...And
How Might This Be Accomplished?, This paper is a part of contributions to the
Jean Monnet Working Paper No.6/01, 2001
A. SLOAT, “The Preparation of the Governance White Paper”, Politics, Vol 23(2),
p.128-136, 2003
E. VINK, “Multi-level Democracy: Deliberative or Agonistic? The Search for
Appropriate Normative Standards”, Journal of European Integration, vol.29,
no.3, p.303-322, 2007
A. WEALE, “Democratic Theory and the Constitutional Politics of the European
Union”, Journal of European Public Policy, 4(4), p 665-669, 1997
A. WEALE, Democracy, New York, Palgrave Macmillan, 2007.
A. WEALE, New Governance and Public Reasoning-Towards a Better Quality of
EU Deliberation, New Government Policy Brief 19, 2008
J. H. H WEILER et al., European Democracy and Its Critique Five Uneasy Pieces,
EUI Working Paper RSC No.95/11, 1995
Official Documents
Commission of the European Communities, 2001, European Governance: A White
Paper, COM (2001) 428 final, Brussels.
Commission of the European Communities, 2002, Communication From The
Commission:Towards a reinforced culture of consultation and dialogue –
General principles and minimum standards for consultation of interested
parties by the Commission, COM (2002) 704 final, Brussels.
Commission of the European Communities, 2006, Green Paper: European
Transparency Initiative, COM (2006) 194 final, Brussels.
S. KALLAS, The Need for a European Transparency Initiative, SPEECH/05/130,
Nottingham, 2005, http://ec.europa.eu, accessed on 03.07.2008.
THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY
143
S. KALLAS, European Transparency Initiative, SPEECH/07/17, Madrid, 2007a,
http://ec.europa.eu, accessed on 03.07.2008.
S. KALLAS, The European Transparency Iniative, SPEECH/07/491, Brussels,
2007b, http://ec.europa.eu, accessed on 03.07.2008.
The
European
Transparency
Initiative,
http://ec.europa.eu/commission_
barroso/kallas/transparency-en.htm, accessed on 30.06.2008.
144
DİLEK YİĞİT
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ
GENEL YAYIN İLKELERİ
1. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi'ne gönderilecek olan yazılar, işlediği konuya yeni
bir boyut getirecek şekilde özgün ve daha önce hiçbir yayın organında yayınlanmamış
ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır.
2. Gönderilen makalelerin yayınlanmasından sonra dergi yayın kurulu tarafından uygun
görüldüğü takdirde, tüm yayın hakları Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları
Araştırma Uygulama Merkezi’ne (ATAUM) aittir.
3. Yayınlanan makalelerden alıntı yapılması halinde kaynak belirtilmesi zorunludur.
Makalelerin tamamının kullanılması derginin iznine bağlıdır.
4- Makaleler Türkçe, Almanca, Fransızca ya da İngilizce dillerinden birinde yazılabilir.
5. Sunulan makale önce derginin editörlük kıstaslarını karşılayıp karşılamadığının
görülmesi için Yayın Kurulu tarafından incelenir. Kıstasları karşılayan makale hakeme
gönderilir. Kıstasları karşılamayan makale, istenen düzeltmeler için yazara geri
gönderilir.
6. Makale hakeme gönderildikten sonra, hakem, hakem raporu kıstasları çerçevesinde
makaleyi iki ay içinde değerlendirir ve kararını gönderir. Hakem kararına göre, makale,
yayınlanmaya uygun bulunabilir, makalede bazı düzeltmeler istenebilir ya da makale
yayınlanmaya uygun bulunmayabilir. Bundan sonra yazar, en kısa sürede, ekinde hakem
raporlu bir yazı ile karar hakkında bilgilendirilir.
7. Yayınlanan makalenin sorumluluğu yazara aittir. Makaledeki hiçbir görüş dergiye
veya ATAUM’a yüklenemez.
8. Yayınlansın ya da yayınlanmasın hiçbir makale iade edilmez.
9. Yazarlar, yazılarını (makalelerini, kitaplarını vb.), 9. maddenin altındaki “Yazarlık
Formu”nu eksiksiz doldurarak ve istenilen diğer belgelerle birlikte, Ankara Üniversitesi
Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590
Cebeci/ANKARA
adresine
posta
yoluyla
göndermeleri
ve
ayrıca,
senemogl@education.ankara.edu.tr veya dsezgen@ankara.edu.tr adresine de elektronik
posta olarak göndermeleri gerekmektedir. Eksik evrak ile gönderilen makaleler, işleme
alınamamaktadır.
Makale/Kitap Yayınlama ve Yazar Formu üzerine tıklayarak indirebilirsiniz.
10- Yazılar/makaleler, Microsoft Word programında, Times New Roman karakterinde
yazılacaktır. Satır aralığı 1,5 olmalıdır. Metin için 12 punto, dipnotlar için 10 punto
kullanılacaktır.
145
11. Makale, dipnotlar dahil 6.000 ila 10.000 kelime arasında olmalıdır.
12. Kitap incelemeleri 1500-2000 kelime arasında olmalıdır.
13. Olay incelemeleri dipnotlar dahil 3000-5000 kelime arasında olmalıdır.
14. Makale, Türkçe dilinde yazılmışsa Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelime,
Yayın Kurulu tarafından kabul edilen başka bir dilde (İngilizce, Almanca, Fransızca)
yazılmışsa, Türkçe ve yazıldığı dilde özet ve anahtar kelime eklenmelidir. Özetlerin her
birinde ortalama 125’er kelime olmalı, anahtar kelimeler ise 5’er adedi geçmemelidir.
15. Makalelerde en fazla üçlü altbaşlık sistemi kullanılacaktır. İlk altbaşlık koyu, ikinci
altbaşlık koyu ve italik yazılmalıdır. Üçüncü altbaşlık sadece italik olmalıdır.
Altbaşlıklarda harf ya da rakam kullanılmamalıdır.
16. Makale içinde çift tırnak kullanılmalıdır.
17- Makalenin yazılmasında kullanılan kaynakçaya ilk atıf, dipnot yazım ilkelerinde
belirtilen örnekler çerçevesinde yapılacaktır. Makalenin sonraki sayfalarında, aynı
kaynağa yapılan atıflarda ise yazarın soyadı ile Ibid., op.cit. vb. Latince terimler
kullanılacaktır.
“Dipnot Yazım İlkeleri”ne üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.
18- Yayınlanan makalelerin yazarlarına ilgili mevzuat çerçevesinde telif ücreti
ödenecektir.
19- Yayınlanan makalelerin 10 adet tıpkı basım ve 1 adet dergi yazara ücretsiz olarak
verilecektir.
146
THE GENERAL PUBLICATION PRINCIPLES OF THE
ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES
1. All papers sent to the journal should be original enough as they will bring a new
dimension to the topic in which they study and should not have been published or
presented to the editorial board of other publications in any kind.
2. If presented paper’s publication is approved by the Review’s Editorial Board, the
Ankara University ATAUM holds all publication rights of the paper.
3. Any other publication and paper that have used some parts of papers published in the
Ankara Review of European Studies as quotations should give the source paper of these
quotations in their bibliography. The complete usage of paper is a subject to the
permission of the review.
4. The language of papers to be presented to the review could be in Turkish, English,
French and German.
5. Presented paper will first be reviewed by the editorial board to see whether the paper
meets the editorial criterias of the review. The paper that meets the criterias will be sent
to the referee. Paper that do not meet the criterias will be sent back to the author for the
requested corrections.
6. After the sending of the paper to the referee, the referee will asses the paper in the
framework of the terms of referee report and send his decision about the paper within
two months. In the referee’s decision, the paper may be found eligible to the publication
or some corrections may be requested on the paper or the paper may be found ineligible
for the publication. Then the author is immediately informed about the decision in
writing with a copy of referee report.
7. The responsibility of the published papers belongs to the authors. All opinions in the
papers can not be ascribed to the review or ATAUM
8. All papers either published or not are not returned.
9. Authors who would like to sent their papers, books, etc. to ATAUM for the
publication assessment should fill up “The Author Form” and send it with other
requested document with their papers or books etc. by post to the following address:
Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın
Koordinatörlüğü 06590 Cebeci /ANKARA. They should also e-mail the form, requested
documents and their papers or books etc. to one of the following e-mail addresses:
senemogl@education.ankara.edu.tr or dsezgen@ankara.edu.tr . All applications with
incomplete document will not be admitted.
Please click on “The Author Form”
147
10. Papers should be written in one of the Windows for Word programmes with a 1.5
line matter and in the Times New Roman character. The size of the letters will be 12
points, for the text and 10 points, for the foot notes.
11. The total words at the paper including the foot notes should be between 6000 and
10.000 words.
12. The total words in the book reviews should be between 1500 and 2000 words.
13. The total words in the case studies should be between 3000 and 5000 words.
14. If the paper is written in Turkish, abstract and keywords a Turkish abstract and key
words and also an abstract and key words in the original language of the paper should
be added to the paper. Each abstract should comprise 125 words in average and the
number of key words both in Turkish and in original language should not be more than
5 words.
15. In the papers, maximum three subtitle system will be used. The first subtitle should
be bold the second subtitle should be bold and italic and the third subtitle should be
italic in character. Letters or numbers should not be used in the subtitle.
16. Quotation marks should be used in the paper.
17. In the first quotations for the bibliography used in the preparation of the papers, a
foot note procedure will be used in the framework of the Footnote Writing Principles.
In the following pages if the quotation is made to the same bibliography, the family
name of the author and terms in latin such as Ibid., op.cit,etc. will be used. All
quotations to the sources used in the writing of the paper will be made through footnotes
procedure in the framework of the examples given in the footnote writing principles
link.
You may download “Footnote Writing Principles”
18. Copy right priced will be paid to the author in the framework of the reliated
legistation.
19. The author will be given 10 (ten) blue print of his/her paper separately and also 1
(one) review that his/her paper has been published free of charge.
148
ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ
DİPNOT YAZIM İLKELERİ
A-TEK YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE
i-Kitap:
Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge
Kitabevi, 2001, s. 55.
ii-Makale:
Gökhan Çetinsaya, “Essential Friends and Natural Enemıes: The Hıstorıc Roots of
Turkish-Iranian Relations”, Middle East Review of International Affairs, Cilt 7, No3,
2003, s. 116-132.
B-İKİ YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE
i-Kitap:
Gülten Kazgan ve Natalya Ulçenko, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya, İstanbul,
Bilgi, 2003, s. 32.
ii-Makale:
Thomas G. Mahnken ve James R. FitzSimonds, “Revolutionary Ambivalance:
Understanding Officer Attitudes Toward Transformation”, International Security, Cilt
28, No 2 ,2003, s.122-135.
C-ÜÇTEN FAZLA YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE
i-Kitap:
Mehmet Gönlübol et al, Olaylarla Türk Dış Politikası, 1919-1995, Ankara
Siyasal Kitabevi, 1996, s. 129.
ii-Makale:
David Dranove et al., “Is More Information Better? The Effects of “Report Cards” on
Health Care Providers”, Journal of Political Economy, Cilt 11, No 3, 2003, s. 25.
D- KİTAPTA MAKALE
Joseph Turow, “A Mass Communication Perspective on Entertainment Industries”,
James Curan ve Michael Gurevitch (der.), Mass Media and Society, Londra, Edward
Arnold, 1991, s. 160-167.
149
E- GAZETE YAZISI
Yazarı Belli Gazete Yazısı
Hasan Cemal, “Fiyasko ve Çıkış Yolu”, Milliyet, 18 Aralık 2003, s. 7.
Yazarı belli olmayan gazete yazıları:
“Başbakan Washington Yolcusu”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2003, s. 8.
Yazarı belli olmayan resmi ya da özel yayınlar, raporlar vb.
Enerji Teknolojileri Politikası Çalışma Grubu Raporu, Ankara, TÜBITAK, Mayıs
1998, s. 35.
ARŞİV BELGELERİ
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Hususi Kalem, 33218, 10 Aralık 1943.
İNTERNETTEN ALINAN KAYNAKLAR
Mustafa Aydın, “ABD Dünyadan Ne İstiyor”, 23 Mart 2003,
<http://www.haberanaliz.comldetay.php?detayid=325> (19 Aralık 2003), s. 1.
YÜKSEK LİSANS-DOKTORA TEZLERİ
Mustafa Pulat, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası: Türkiye’nin Avrupa
Savunmasındaki Geleceği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002, s. 10.
SÖYLEŞİ
İlber Ortaylı, Ankara, 10 Ekim 2003, kişisel görüşme.
150
REVIEW OF EUROPEAN STUDIES
FOOT NOTE ORTHOGRAPHY PRINCIPLES
A – FOR A BOOK OR A PAPER WITH ONE AUTHOR
i – For a Book :
Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
ii – For a Paper :
Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
B - FOR A BOOK OR A PAPER WITH TWO AUTHORS
i – For a Book :
Author, Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
ii – For a Paper :
Author, Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
C - FOR A BOOK OR A PAPER WITH THREE OR MORE THAN THREE
AUTHORS
i – For a Book :
Author, et al, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
ii – For a Paper :
Author, et al, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. .
Ç – FOR A PAPER IN A BOOK
Author, “Title of article”, Author of book ed., Title of book, Location, Publisher, Year,
p. …. .
D – FOR AN ARTICLE ON A NEWSPAPER
With Author or Without Author, ‘Title of article’, Title of Magazine, Day Month Year,
p. .. .
E – FOR AN OFFICIAL OR FOR A SPECIAL ARTICLES OR REPORTS
WITHOUT AN AUTHOR
Title of article or report, Location, Publisher, Year, p. …. .
F – FOR A ARCHIVAL DOCUMENT
Title of document, Number of the document, Day Month Year.
G – FOR THE BIBLIOGRAPHY DOWNLOADED FROM THE INTERNET
Author “Title of article”, <addres of the webpage>, (Retrieved Day Month), p. … .
151
H – FOR A GRADUATE AND FOR A DOCTORATE THESIS
Author, Title of thesis, Thesis type, Location, Year, p. …. .
I – INTERVIEW
Author, Location, thesis, Day Month Year, interview
152
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE
UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ
MAKALE/KİTAP YAYINLAMA VE YAZAR FORMU
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE
UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜNE
Merkezinizin
Ankara
Avrupa
Çalışmaları
Dergisinde/Merkezinizce
yayınlanmasını istediğim “……………......................................................................……
……………………………………………….…….” başlıklı makalemin/kitabımın,
bütün sayfalarını paraflı ve son sayfasını da imzalı bir şekilde dilekçem ekinde
sunuyorum.
Makalemin/kitabımın bütün sorumluluğu tarafıma aittir. Makalemdeki/kitabımdaki
bütün kaynakları andım. Makalemi/kitabımı başka bir yerde yayınlatmadım ve
yayınlanmak üzere göndermedim. Makalemdeki/kitabımdaki görüşlerin dergiyi ya da
Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğünü bağlamadığı
konusunda bilgilendirildim.
Makalem (yayınlanacak kitap için yazarlık ücreti ödenmemektedir) yayınlandığı
takdirde, adıma tahakkuk edecek yazarlık ücretinin ..........................................................
Bankası ................................................. Şubesi ………………………………………….
nolu hesabıma yatırılması için gereğini saygılarımla arz ederim.
........./........./200......
...............................................
(Ad, Soyad, İmza)
EKLER :
1- Makale/Kitap (1 adet-……………. sayfa)
2- İngilizce ve Türkçe Özet Çıktısı (1’er adet)
3- Makalenin/Kitabın tamamı ile İngilizce ve Türkçe Özetin, Kaynakça Listesinin
(Makale verenler için) İçinde Bulunduğu CD (1 adet)
İngilizce Adı : ....................................................................................................................
Anahtar Kelimeler (Türkçe) :..........................................................................................
Anahtar Kelimeler (İngilizce) :................................…………………………................
Vergi Kimlik Numarası ve Dairesi ..................................................................................
T.C.(Nüfus Cüzdanı) Kimlik Numarası : .......................................................................
Bağlı Olduğu Kurum/Birim :…………………………………………………………...
Adres:..................................................................................................................................
………………….................................................................................................................
Telefon: Ev:................................................... İş :...............................................................
Fax :................................................ E-posta:...........................@......................
Makalenin/Kitabın Kelime ve Sayfa Sayısı :………...….. Kelime, ……………. Sayfa
153
ANKARA UNIVERSITY
EUROPEAN UNION RESEARCH CENTRE
PAPER/BOOK PUBLICATION AND AUTORSHIP FORM
TO THE ANKARA UNIVERSITY EUROPEAN
UNION RESEARCH CENTRE DIRECTORATE
I present my application form with my enclosed paper/book that I have initialed all
pages
and
signed
the
last
page
entitled
“………………………………………………………..…………………………………
……………………………………………………………………………………………
………………………………………………………..” that I request to publish at your
Center’s academic periodical publication titled Ankara Review of European Studies.
I have the all responsibility of my paper/book. In the footnotes you can find all
printed academic essays, books that I have used in this paper/book. I did not publish my
paper/book at another publication firm/house and I did not send it to another publication
firm/house to publish. I am fully acknowledged that all opinions at my paper/book can
not be acribed to the review or ATAUM
If my paper (is not paid for book) is published, I ask to do my autorship payment
to my account number ………………………………………………………. at the
……………… Branch of …………………………………………………….Bank.
........./........./200......
................................................
(Name, Surname, Signature)
ENCLOSED :
1- Paper/Book (1 copy-……………. pages)
2- English and Turkish Summary Output (1 copy in each language)
3- One CD should consist of English and Turkish summary of paper, biblography (for
paper) and full text of the paper/book
Keywords (in Turkish) :....................................................................................................
Keywords (in English) :.....................................................................................................
Turkish Identity Card Number or Passport Number : .................................................
Tax Identity Number and Tax Office : ...........................................................................
Employer Institution :……..…………………………………………………………….
Address: ….........................................................................................................................
………………….................................................................................................................
Telephone: Home:................................................. Work :...............................................
Fax :................................................ E-Mail:...........................@....................................
Word and Page number of paper/book :……….……….. Word, ….....………. Page
154
HAKEM LİSTESİ
Dr. Selma ACUNER
Yrd.Doç.Dr.Sinem A. AÇIKMEŞE
Dr.Atay AKDEVELİOĞLU
Doç.Dr.Birol AKGÜN
Prof.Dr.Nesrin ALGAN
Yrd.Doç.Dr.Nail ALKAN
Doç.Dr.Gökçen ALPKAYA
Dr. Kerem ALTIPARMAK
Prof.Dr.Tuğrul ARAT
Prof.Dr.Bilal ARIK
Prof.Dr.A.Füsun ARSAVA
Prof.Dr.Orhan ATAKOL
Prof.Dr.Berrin ATAMAN
Prof. Dr. Nurşin G. ATEŞOĞLU
Prof.Dr.Mustafa AYDIN
Prof. Dr. Serap AYHAN
Prof.Dr.H.Sertaç BAŞEREN
Yrd.Doç.Dr.Veysel BAŞPINAR
Doç.Dr.Sanem BAYKAL
Prof.Dr.Nurettin BİLİCİ
Yrd.Doç.Dr.Mehmet BİLİR
Prof.Dr.Ömer BOZKURT
Dr.Tolga CANDAN
Doç.Dr.Funda CANTEK
Prof.Dr.Bülent ÇAPLI
Doç.Dr.Tayfun ÇINAR
Prof.Dr.Aykut ÇOBAN
Doç.Dr.Feyzan H. Ş. ÇELİK
Dr. Esra DARDAĞAN
Yrd.Doç.Dr.Erdem DENK
Doç.Dr.Turgut DEMİRTEPE
Prof.Dr.İ.Ethem DERMAN
Doç.Dr.Çağlayan DİNÇER
Dr.Bülent DURU
Prof.Dr.Atilla ERALP
Doç.Dr.Seyhan ERDOĞDU
Prof.Dr.Şafak Naci EREL
Prof.Dr.Gülcan ERAKTAN
Prof.Dr.Çağrı ERHAN
Prof.Dr.Cem EROĞUL
(TOBB-ETÜ Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Selçuk Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Gazi Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(TOBB-ETÜ Üniversitesi)
(Gazi Üniversitesi)
(Atılım Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Yıldız Teknik Üniversitesi)
(TOBB-ETÜ Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Hacettepe Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Gazi Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(USAK)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
155
Doç.Dr.Melek FIRAT
Yrd.Doç.Dr.Şenay GÖKBAYRAK
Prof.Dr.Birgül Ayman GÜLER
Prof.Dr.Naci GÜNDOĞAN
Prof.Dr.Nurşin A.GÜNEY
Prof. Dr. Can HAMAMCI
Yrd.Doç.Dr.Funda KESKİN
Prof.Dr.Mehmet Ali KISAKÜREK
Doç.Dr.Yalçın KARATEPE
Doç.Dr.Ayşegül KİBAROĞLU
Prof.Dr.Haluk KABAALİOĞLU
Doç.Dr.Sevilay KAHRAMAN
Doç.Dr.A.Argun KARACABEY
Doç.Dr.Kamer KASIM
Dr. Onur KARAHANOĞULLARI
Prof.Dr.Tahsin KESİCİ
Prof.Dr.Cem KILIÇ
Prof.Dr.İsmail KIRCA
Doç.Dr.Burça KIZILIRMAK
Prof.Dr.Aykut KİBRİTÇİOĞLU
Prof.Dr.Hasan KÖNİ
Yrd.Doç.Dr.Ahmet Haşim KÖSE
Prof.Dr.Orhan MORGİL
Doç.Dr.Azu OĞUZ
Doç.Dr.Emine OLHAN
Prof.Dr.Baskın ORAN
Yrd.Doç.Dr.Gamze ÖZ
Doç.Dr.Çınar ÖZEN
Yrd.Doç.Dr.Özlem ÖZKANLI
Yrd.Doç.Dr.Alev ÖZKAZANÇ
Dr. Korkut ÖZKORKUT
Yrd.Doç.Dr.Metin ÖZUĞURLU
Prof.Dr.Necdet SERİN
Dr.Murat SEVİNÇ
Dr.Burcu SÜMER
Prof.Dr.Nurhan SÜRAL
Doç.Dr.Hasan ŞAHİN
Doç.Dr.Kemal ŞENOCAK
Dr.Burak TANGÖR
Doç.Dr.Hakan TAŞDEMİR
Doç.Dr.Fatih TAYFUR
Doç.Dr.Ercüment TEZCAN
Prof.Dr.Nahit TÖRE
Erhan TÜRBEDAR
156
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Anadolu Üniversitesi)
(Yıldız Teknik Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Yeditepe Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(Abant İzzet Baysal Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(TOBB-ETÜ Üniversitesi)
(Gazi Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Bahçeşehir Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Hacettepe Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
(TODAİE)
(Gazi Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Galatasaray Üniversitesi)
(Atılım Üniversitesi)
(TEPAV)
Doç.Dr.Mustafa TÜRKEŞ
Doç.Dr.Nuri YURDUSEV
Doç. Dr. Ali ULUSOY
Dr.Erkan UYSAL
Prof.Dr.İlhan UZGEL
Prof.Dr.Mehmet ÜNAL
Doç.Dr.Nuran YILDIZ
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(Orta Doğu Teknik Üniv.)
(Ankara Üniversitesi)
(Başkent Üniversitesi)
(Ankara Üniversitesi)
157
158
Download