Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt/ 8 Yayın Sahibinin Adı Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Adına Sahibi Prof. Dr. Çağrı ERHAN Editörler Prof. Dr. Çağrı ERHAN (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Burça KIZILIRMAK(Ankara Üniversitesi) Editör Yardımcısı Uzm. Deniz SENEMOĞLU (Ankara Üniversitesi) Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Uzm. Dr. Mehmet Kaya UYSAL (Ankara Üniversitesi) Yayın İdare Merkezi Adresi Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Cebeci Kampüsü 06590 ANKARA e-posta: senemogl@education.ankara.edu.tr mkuysal@politics.ankara.edu.tr web: http//www.ataum.ankara.edu.tr Yayın İdare Merkezi Telefonu 0 (312) 362 07 80 – 362 07 62 Faks 0 (312) 320 50 61 Yayının Türü Yerel Süreli Yayın Basımcının Adı Ankara Üniversitesi Basımevi İncitaşı Sokak No.10 06510 Beşevler – Ankara Basımcının Telefonu 0 (312) 213 66 55 Basım Tarihi/Yeri 25/12/2009 – Ankara Sayı/2 Yıl /2009 Danışma Kurulu Prof. Dr. Belgin AKÇAY (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Birol AKGÜN (Selçuk Üniversitesi) Prof. Dr. Tuğrul ARAT (TOBB, ETÜ) Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN (Bahçeşehir Ü.) Prof. Dr. Füsun ARSAVA (Atılım Üniversitesi) Prof. Dr. Mustafa AYDIN (TOBB, ETÜ) Doç. Dr. Ersel AYDINLI (Bilkent Üniversitesi) Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (ODTÜ) Prof. Dr. Ali BOZER (Çankaya Üniversitesi) Prof. Dr. Ömer BOZKURT (TODAİE) Dr. Başak ÇALI (UCL) Doç. Dr. Aykut ÇELEBİ (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Mitat ÇELİKPALA (TOBB, ETU) Doç. Dr. Selçuk ÇOLAKOĞLU (Adnan Menderes Ü.) Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU (Galatasaray Üniversitesi) Prof. Dr. Muzaffer DARTAN (Marmara Üniversitesi) Prof. Dr. Alois ECKER (Viyana Üniversitesi) Doç. Dr. Candan ATEŞ EKŞİ (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Gülcan ERAKTAN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Atila ERALP (ODTÜ) Prof. Dr. Haluk GÜNUĞUR Doç. Dr. Kostas IFANTIS (Atina Üniversitesi) Prof. Dr. Kemal KİRİŞÇİ (Boğaziçi Üniversitesi) Doç. Dr. Gökhan KOÇER (Karadeniz Teknik Ü.) Prof. Dr. Marianne KRÜGER-POTRATZ (Münster Ü.) Yrd. Doç. Dr. Gamze AŞÇIOĞLU ÖZ (ODTÜ) Doç. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara Üniversitesi) Prof. Dr. Philip ROBINS (Oxford Üniversitesi) Prof. Dr. Kenji TAKITA (Tokyo Chuo Üniversitesi) Doç. Dr. Hakan TAŞDEMİR (Gazi Üniversitesi) Prof. Dr. Nahit TÖRE (Çankaya Üniversitesi) Prof. Dr. Mehmet UĞUR (Greenwich Üniversitesi) Yayın Kurulu Uzm. Erhan AKDEMİR (Ankara Üniversitesi) Doç. Dr. Sanem BAYKAL (Ankara Üniversitesi) Yrd. Doç. Dr. Erdem DENK (Ankara Üniversitesi) Uzm. Ceran ARSLAN OLCAY (Ankara Üniversitesi) Zerrin SAKARYA (Ankara Üniversitesi) Demet H. SEZGEN (Ankara Üniversitesi) ISSN 1303 - 2518 Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından yılda iki kez yayınlanan hakemli bir dergidir. Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler yazarlarına aittir. Tüm hakları saklıdır. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, ULAKBİM, World Political Science Abstracts, International Political Science Abstracts (IPSA) ve PAIS International tarafından taranmaktadır. ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ . Yıl: 2009 Cilt: 8, Sayı: 2 ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler / ANKARA Tel: 0 (312) 213 66 55 Basım Tarihi: 25/ 12 / 2009 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ Yıl: 2009 Cilt: 8, Sayı: 2 İÇİNDEKİLER Sertan AKBABA Measuring EU Actorness Through CFSP and ESDP: Civilian Power EU 1 Feza Sencer ÇÖRTOĞLU Avrupalılaşma Sürecinde AB Çevre Politikası ve Yerindenlik İlkesi 29 Kaan GAYTANCIOĞLU Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na Üyelik Başvurusu’nun Basına Yansımaları 47 Ayşe İNAL, Tezcan DURNA AB’ye Üyelik Sürecinde Türk Medyası 65 Zerrin SAVAŞAN The Impact of European Integration Process on the Nature of Sovereignty 89 Dilek YİĞİT The Democratic Deficit and the European Transparency Initiative 109 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ (2009) ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES Year: 2009 Volume: 8, Number: 2 CONTENTS Sertan AKBABA Measuring EU Actorness Through CFSP and ESDP: Civilian Power EU 1 Feza Sencer ÇÖRTOĞLU European Union Environmental Policy and Subsidiarity Principles in the Process of Europeanisation 29 Kaan GAYTANCIOĞLU Reflections of Turkey’s Membership Application to EC on the Media 47 Ayşe İNAL, Tezcan DURNA The Media in Turkey During the Period of EU Membership 65 Zerrin SAVAŞAN The Impact of European Integration Process on the Nature of Sovereignty 89 Dilek YİĞİT The Democratic Deficit and the European Transparency Initiative 109 ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES (2009) Ankara Review of European Studies Volume / 8 Number / 2 Owner on behalf of the Ankara University European Union Research Center Prof. Dr. Çağrı ERHAN Editors Prof. Dr. Çağrı ERHAN (Ankara University) Assoc Prof. Dr. Burça KIZILIRMAK (Ankara University) Co-Editor Deniz SENEMOĞLU (Ankara University) Director of Publication Dr. Mehmet Kaya UYSAL (Ankara University) Address and Communication Details Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Cebeci Kampusu 06590 ANKARA e-mail: senemogl@education.ankara.edu.tr mkuysal@politics.ankara.edu.tr web: http//www.ataum.ankara.edu.tr Tel: +90 (312) 362 07 80 – 362 07 62 Fax: +90 (312) 320 50 61 Type of Publication Periodical Printing House Ankara Üniversitesi Basımevi İncitaşı Sok. No: 10 06510 Beşevler - Ankara Tel:+90.312.213 66 55 Date and Place of Publication 25/12/ 2009 - Ankara Year / 2009 Advisory Board Prof. Dr. Belgin AKÇAY (Ankara University) Assoc. Prof. Dr. Birol AKGÜN (Selçuk University) Prof. Dr. Tuğrul ARAT (TOBB, ETU) Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN (Bahçeşehir U.) Prof. Dr. Füsun ARSAVA (Atılım University) Prof. Dr. Mustafa AYDIN (TOBB, ETU) Assoc. Prof. Dr. Ersel AYDINLI (Bilkent University) Prof. Dr. Hüseyin BAĞCI (METU) Prof. Dr. Ali BOZER (Çankaya University) Prof. Dr. Ömer BOZKURT (TODAIE) Dr. Başak ÇALI (UCL) Assoc. Prof. Dr. Aykut ÇELEBİ (Ankara University) Assoc. Prof. Dr. Mitat ÇELİKPALA (TOBB, ETU) Assoc. Prof. Dr. Selçuk ÇOLAKOĞLU (Adnan Menderes U.) Prof. Dr. Muzaffer DARTAN (Marmara University) Prof. Dr. Beril DEDEOĞLU (Galatasaray University) Prof. Dr. Alois ECKER (Wien University) Assoc. Prof. Dr. Candan ATEŞ EKŞİ (Gazi U.) Prof. Dr. Gülcan ERAKTAN (Ankara University) Prof. Dr. Atila ERALP (METU) Prof. Dr. Haluk GÜNUĞUR Assoc. Prof. Dr. Kostas IFANTIS (Athens University) Prof. Dr. Kemal KİRİŞÇİ (Boğaziçi University) Assoc. Prof. Dr. Gökhan KOÇER (Karadeniz Technical U.) Prof. Dr. Marianne KRÜGER-POTRATZ (Münster University) Assist. Prof. Dr. Gamze AŞÇIOĞLU ÖZ (METU) Assoc. Prof. Dr. Çınar ÖZEN (Ankara University) Prof. Dr. Philip ROBINS (Oxford University) Prof. Dr. Kenji TAKITA (Tokyo Chuo University) Assoc. Prof. Dr. Hakan TAŞDEMİR (Gazi University) Prof. Dr. Nahit TÖRE (Çankaya University) Prof. Dr. Mehmet UĞUR ( Greenwich University) Editorial Board Erhan AKDEMİR (Ankara University) Assoc. Prof. Dr. Sanem BAYKAL (Ankara University) Assist. Prof. Dr. Erdem DENK (Ankara Üniversity) Ceran ARSLAN OLCAY (Ankara University) Zerrin SAKARYA (Ankara University) Demet H. SEZGEN (Ankara University) ISSN 1303 - 2518 Articles published in this series represent solely the views of the authors and not necessarily the Ankara University European Union Research Centre and its staff. All rights reserved. Ankara Review of European Studies is abstracted and indexed in ULAKBİM World Political Science Abstract, International Political Science Abstracts (IPSA) and PAIS International. BİR Ankara Avrupa SUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi TASARRUFCilt: ŞEKLİ 8 No:OLARAK 2 (Yıl: 2009), s.1-28 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU Sertan AKBABA∗ Abstract The European Union Foreign Security and Defense policies have always been a strategic issue for the Union. The Union has been debating on these policies since the beginning of the 70’s which is the period of time coincides with the introduction of the European Political Coorperation (EPC) Today the discussion mostly centers on the Common Foreign and Security Policy (CFSP) which is the successor of EPC, and the European Security and Defense Policy (ESDP) which was in fact derived from the CFSP itself. There are two main points of debate behind these discussions. The first is whether the Union has the capability and strength to act in a civilian, normative or military capacity. The second question is will both the CFSP and ESDP be successful enough to assert the strength of the EU on the international stage. The main discussion within this paper assumes that the EU is in fact an active force, although it manifests some shortcomings which are that the EU lacks a clear and stable political and institutional identity. To address the second point of debate, this article focuses on how the EU might be evaluated (as a civilian, normative or military power) with its increasing powers in today’s globalizing world. The only way of quantifying the Union’s increase in power is through the detailed analysis of its civilian and military capabilities. Key Words: EU Identity and Actorness, Common Foreign and Security Policy, European Security and Defence Policy, Civilian and Military Crises Management Özet Avrupa Birliği (AB) bütünleşme sürecinde dış, güvenlik ve savunma politikaları önceliğini daima koruyacaktır. 1970’lerden bu yana Avrupa Siyasi İşbirliği (ASİ) adı PhD candidate, European Union Institute of Marmara University, Department of EU Politics and International Relations. ∗ 2 SERTAN AKBABA altında başlayan bu alanlardaki işbirliği günümüze kadar bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Günümüzde hararetli tartışmaların ortasında bulunan en önemli gelişme ise ASİ içinden doğan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (ODGP) ile ODGP içinden yaratılan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) alanlarıdır. Bu gelişmelerin yarattığı bir başka tartışma konusu ise Avrupa’nın ne tür bir güç olduğunun irdelenmesidir. Bu makalede ele alınan konulardan ilki AB’nin aktif bir uluslararası güç olduğu fakat siyasi ve kurumsal bir kimlik oluşturamadığı sorunudur. Bugünün küresel dünyasında AB’nin bir sivil güç mü yoksa normatif ya da askeri bir güç olma yolunda ilerleyip ilerlemediği tartışılmaktadır. Bu nedenle makalenin ikinci tartışma noktası AB’nin ne tür bir güç olduğu sorusunun irdelenmesi ve AB’nin giderek güçlenen bu nüfuzunun sivil ve askeri yeteneklerinin irdelenmesiyle ölçülebileceğidir. Anahtar Kelimeler: AB Kimliği, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası, Sivil ve Askeri Kriz Yönetimi. Introduction Indeed, the goal of the EU becoming an international actor is not a subject of current debate. In fact, the logic behind the establishment of the European Economic Community (EEC) was not only the laying down of a protectionist peace, but more importantly the establishment of a working peace. The latter was the ultimate aim which is one of the assumptions of the functionalist theory. 1 And within today’s context, the EU is working towards fulfilling its objectives within the foreign and security policy realms where it is still dealing with some of its shortcomings. Certainly these sensitive areas, labeled as high politics, do not make it easy for states to cooperate. Due to their importance, every state refrains from any act which might result in a limitation against its sovereignty. This is the main difficulty among the Member States of the EU in establishing reconciliation. This process, especially in the realm of decision-making, forces countries to shape their policies to calculate every detail for reaching their national objectives and to end up with the least harm possible. Actually, this calculation of relative gains is the main obstacle the Union faces within the realms of CFSP and ESDP. But the changing international environment, especially after the Second World War shows that security and defense alliances are a necessity for countries to seek cooperation and coordination in their defense and security policies, as no country has the ability to deal with newly evolving threats on its own. It is well known that this need for cooperation has been underlined with great importance in the European Security Strategy in 2003. But the question appears to be, will the Union be successful enough to improve its capacity in acting as a force, not only for the sake of its own interests but more importantly doing its work for bringing peace and security to our world, through creating the right perception both inside and outside the Union. From inside, what is actually meant is the lack of an institutional and political identity, and from an outside view, how this would be perceived by others. As there is an ongoing integration process giving birth to new policy innovations. The situation here is actually multifaceted; the first problem appears 1 A. David Mitrany, Working Peace System, Chicago, Quadrangle Books, 1966. MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 3 to be the lack of the Union’s identity, and the second is, the introduction of new mechanisms such as the ESDP, which actually leads to misunderstandings by sending wrong signals towards 3rd parties. This is the main theme within this paper, which is to focus on whether the Union should become a military power, is it really militarizing or should remain just as a civilian power. Besides the analysis of the concepts mentioned above, this paper focuses on the impacts of the military means (used or to be used in the future) on the Union’s civilian notion. Certainly before questioning these concepts, there is a need to have a few words on the Union’s CFSP and the absence of its political identity in order to understand the evolution of the ESDP and today’s debated civilian or military power EU. The foreign policy realm of the EU integration process dates back to the signing of the Treaty of Rome. Certainly the aim of the treaty was to develop a single market between the six Member States by removing the barriers for free trade between them, which was then named as the European Economic Community (EEC). Certainly this desire of the Union also covered external dimensions which were laid down within the Rome treaty.2 For instance, how the legal basis of association agreements or negotiations with third parties were to be established etc. These steps taken within the EEC directly opened the way for the Community to be represented in the international arena. This could be implemented through acting as a single unit and establishing the ability to speak with one voice. Starting with such a view, the foreign policy of the EEC, which is now labeled as the Common Foreign and Security Policy (CFSP) under the second pillar of the EU, has been derived from the Community’s economic concerns and objectives, which gave birth to a foreign policy dimension in the mid- 1970’s called the European Political Cooperation (EPC). Certainly being nothing more than a consultation mechanism, the importance of the EPC comes from being the first step within this realm (although there were previous attempts which came out with failure3). Actually it was an important step towards forming a political dimension, namely foreign policy, to address the need of the Community’s economic relations, which still take first priority due to their success. But when it comes to the other side of the coin the frequently asked question is, where the political (CFSP) side of the community’s foreign policy is actually headed. That is why the issue within this framework appears to be so complicated. The lack of conciliation among the Member States of the Union prevents it from developing a strong and stable presence in the international environment. That is why, this paper questions the Union’s actorness separately from its identity with the questions of does an actor need an institutional identity within today’s 2 Articles 181a, 182- 188 of the Treaty of Rome, Consolidated version of the Treaty establishing the European Community, Official Journal of the European Communities C 325/33, 2002. 3 Before the EPC, there were two attempts for establishing political cooperation among the Member States. These were the Pleven Plan (1950), and the Fouchet Plans (1961, 1962). The former had the aim of creating a European Defence Community, while the latter was about establishing an intergovernmental European Political Union, with the idea of what De Gaulle named ‘Europe des Patries’. Due to the divergence of interests the Plans were abandoned. See, Simon Duke, The Elusive Quest for European Security, London, 2000, Macmillan. 4 SERTAN AKBABA global world, or can such post- national forces be successful in settling themselves within today’s international arena. Where is this ramification leading towards which started with foreign and lead to security, and finally to defense components within the Union. The EU, as always expressed, has been successful within the economic realm which is the main reason why the Union itself was established. Creating a single market with removing the barriers between the Member States and establishing the economic and Monetary Union (EMU) can be defined as a victory for the Member States. This successful economic unification has certainly laid the foundation for acting as a single unit, which will eventually have the ability to speak with one voice on economic and monetary issues in the international environment. Of course the EU gains this strength from having adopted a common commercial policy and a single currency which makes it more powerful in the international arena. Due to one of the highest levels of GDP – nearly 9.6 trillion euros per year ranking right after the US – and with its increasing population – nearly 455 million – the Union has become the most important trade bloc in the world.4 Besides all these successes in the foreign economic policy realm, when it comes to the CFSP, the Union is still facing the same difficulties that it has had since the very beginning of the CFSP. Taking new steps within these policies certainly requires an integrated approach both with the institutions, policy making, policy makers, interests etc. Practicing Actorness Without a Political Identity When starting to analyze the European Union’s actorness or its process of becoming an actor on the world scene, the first aspect one might start exploring is the Union’s identity. The first question which comes to mind is: does the EU have a political or an institutional identity? How might we define this formation? Is it enough to name this entity as a regional trade association of nation states, or as a liberal institution which has promised to safeguard democratic values and human rights? What is that notion which defines this entity, which is labeled as sui generic due to its nature? Is it the multi level governance interacting at the sub-national, national and at supranational level? Or is it, its elective shape shifting from a society-centered vision to a state-centered one, or just the opposite? Although some scholars strictly criticize the Union remaining as a limited treatybased organization, the EU integration process, which dates back to the 1950’s, has shown that it has never been and will never be a framework entity. On the other hand, it is also evident that the EU is still far away from creating its political identity. The Union lacks political traditions, doctrines which might guide it through the stages of building its institutional identity, not only for the sake of its relations with the outside world but also for the good of its citizens. The main argument is that this lack of identity stems from multi–speed Europe and the differentiated integration giving birth to the abstention of certain Member States, these abstentions prevent the Union from achieving closer 4 Charlotte Bretherton and John Vogler, The European Union as a Global Actor, New York, Routledge, 2006, p.62 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 5 cooperation, especially in the areas of foreign and security policy, on which this article will focus. The EU operates as a ‘multi – level governance’ system especially within the Community pillar but when it comes to the intergovernmental CFSP, although there are certain interactions among certain institutions, such as the Member States Foreign Ministries, Policy Planning and Early Warning Unit (PPEWU), Permanent Representatives Committee (COROPER) etc. the final say is up to the European Council, in which decisions are shaped through processes like the Member States convincing each other, bargaining, coalition buildings, logrolling etc. And decisions taken through these processes, although may result with positive outcomes, do not help the Union strengthening its presence. Bretherton & Vogler have defined presence as ‘‘not denoting purposive external action, rather it is a consequence of being’’.5 Presence, in a point of my view is more about finding the right spot, the reason, in which to flourish on a stable and sole identity. ‘Presence’ according to Hill ‘‘emphasizes outside perceptions of the EU and the significant effects it has on both the psychological and operational environments of third parties’’.6 Or Hettne & Söderbaum put it as ‘‘an actor must be subjectively conscious about its presence and prepared to make use of it in accordance with its objectives’’.7 It is obvious that the Union proves its presence more or less in different locations around the world. However the point is, although reflecting this presence in different locations, the EU shortfalls of what kind of presence it is actually practicing towards third parties? This question will be detailed below alongside with the concept of actorness. Building identity actually depends on building institutions, which must act with consistency to fulfill the missions and objectives for implementing preferences and interests. This is not about the way in which certain tools are implemented or employed; it is actually about the first phase of reflecting presence with a single voice. Additionally, Mitzen underlines the importance of identity as ‘‘actors need stable identities to be actors or agents at all’’.8 That is why there is a need to make a separation between the Union’s identity and actorness. It is evident that the EU is on its way becoming an important international actor, but the crux of the matter is whether the EU will be able to fulfill its actorness without a stable institutional or political identity. Identity here rests on certain traditions, myths or discourses; on the other hand, actorness is the practice of these traditions and norms, etc. The question which comes to mind is, is the identity of the EU, an outcome of a political will, shared understandings, reflection of identities, or is it a process of utility, purely about fulfilling national or 5 Charlotte Bretherton and John Vogler, op cit., p.27 Cited in, Roy H. Ginsberg, ‘‘Conceptualizing the European Union as an International Actor: Narrowing the Theoretical Capability – Expectations Gap’’, Journal of Common Market Studies, 1999, Vol. 37, No.3, p. 448. 7 Björn Hettne and Frerdik Söderbaum, ‘‘Civilian Power or Soft Imperialism? The EU as a Global Actor and the Role of Interregionalism, European Foreign Affairs Review, 2005, Vol.10, No: 4, p.537. 8 Jennifer Mitzen, ‘‘Anchoring Europe’s civilizing identity: habits, capabilities and ontological security’’, Journal of European Public Policy, 2006, Vol. 13, No: 2, p. 271. 6 6 SERTAN AKBABA common interests, which Manners labels as ‘‘goal-driven instrumentalism’’.9 Bretherton and Vogler put it forward as ‘‘The relationship between identities, interests and behavior, however, is neither simple nor linear’’.10 In support of debating at this point, there is a need to look at the terms ‘actor’ and ‘actorness’. Briefly, according to International law, only the states with sovereignty are able to sign treaties, become a party of international organizations and be recognized by others within the international framework. These states are the only ones named as actors on the world scene11. A similar approach can be also seen within the neo-realist theory with its state-centric assumption. But on the other hand, there are certainly different International Relations (IR) theories and their approaches to the concept of actorness. For instance if we are to move on through a constructivist or transnationalist approach they are considered as more inclusive in labeling international organizations, cartels, NGO’s etc. as actors within the international system. But actually none of them gives a full explanation or a clue about where the EU stands within this IR system of actorness. Not being a state but actually offering more than an ordinary organization, for example Messner’s (2007) poetic description of the EU structure as ‘‘no longer merely the sum of nation states, more than an association of states, but still clearly not a federal state…’’12 explains the complexity of the EU. So the question is where might we locate the EU with its sui generic structure? This complexity of this structure is why one should refrain from seeking a theoretical base within this framework. The only way to determine the EU’s actorness is, by analyzing both the EU’s institutional structure and the way the Union interacts with the rest of the world. In fact, the Union being unique in its structure is another point which has to be explained, as there is no such other entity around the world like the EU. That is why there is no possibility of making any comparison to other entities on whether the integration of the EU will be successful or not. That is why other scholars like Richard Rosecrance (1997) define the EU as a ‘‘new type of international actor’’13 where the Union is only to be compared with itself. If we are to detail the concept of institutional identity alongside the concept of actorness in relation to the EU, it will be useful to examine the other criteria in addition to presence. According to Caporaso and Jupille (1998), these are; autonomy, recognition, authority and, cohesion.14 Alongside with the requirements of legitimacy, 9 Ian Manners, ‘‘The European Union as a Normative Power: A Response to Thomas Diez’’, Millenium: Journal of International Studies, 2006, Vol. 35, No.1, p.177 10 Charlotte Bretherton and John Vogler, op cit., p.37 11 Charlotte Bretherton and John Vogler, op cit., p.14. 12 Dirk Messner, ‘‘The European Union: Protagonist in a Multilateral World Order or Peripheral Power in the Asia-Pacific Century?’’ , IPG I/2007, <http://library.fes.de/pdf-files/ipg/ipg-20071/03_a_messner_gb.pdf > (04.05.2009) 13 Richard Rosecrance, ‘‘Paradoxes of European Foreign Policy The European Union: A New Type of International Actor’’, EUI Working Papers, RSC 97/64 14 Cited in, Roy H. Ginsberg, op.cit., p. 447 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 7 which are representation, accountability, identity and recognition15, all these criteria are singled out within this paper under; representation, acceptance/recognition and ‘‘capabilities’’.16 Although supporting the argument of the EU being an important major power, I will not refrain from making certain criticisms. If we are to forget the Union’s behavior of act or action with its failures and successes for a moment and just concentrate on the concept of representation, which is an important aspect covering coherence and consistency, it can be seen that the EU is facing problems within this area. Consistency in law is defined as ‘‘the absence of contradictions; coherence on the other hand refers to positive connections.’’17 So we may ask how the Union might fit this definition within its representation, as it does not seem it will be able to maintain its representation through a six months’ rotating presidency where each state holding the presidency is trying to meet its own national priorities. Another hindrance to maintaining its representation is the EU’s High Representative, who has been restricted within a narrow framework. Finally, the turf wars, where different actors or institutions seek more active roles within the institutional framework cause contradictions in the representation of the EU. So even if we put ‘acting as a single unit’ aside, the EU is not even able to ‘speak with one voice’ in a full motion. The famous example still given to this problem is Kissinger’s statement within the 1970’s as ‘‘who can I call when I want to speak to Europe’’.18 The EU is still suffering from not being able to make a distinction among its institutions, such as the post of High Representative addressed within the CFSP pillar or the post of commissioner responsible for external relations within the community pillar and besides the Rotation of the Presidency still leads to a certain contradiction.19 The problem occurs because the different pillars cover different policy areas and different institutions appointed in dealing with them, which can be defined as supranationalism vs. intergovernmentalism within the EU context. This is the most important reason why some scholars are having difficulty identifying the EU as an actor and therefore refrain from using the term actor, finding it more suitable to label the EU as a political union or 15 Ronald Holzhacker, ‘‘Democratic Legitimacy and the European Union’’, European Integration, 2007, Vol. 29, No.3 p.259 16 Hill (1996) argues that true actorness requires not only a clear identity and a self- contained decision-making system, but also practical capabilities to have effective policies. Cited in, Roy H. Ginsberg, op.cit., p.447-448 17 Simon Duke, ‘‘Consistency as an issue in EU External Activities’’, European Institute of Public Administration Working Paper 99/W/06, <http://aei.pitt.edu/542/01/99w06.pdf> (15.02.2009), p. 3. 18 Cornelia Beyer, ‘‘The European Union as a Security Policy Actor- the case of Counterterrorism’’, 2006, <http://www.bisa.ac.uk/2006/pps/beyer2.pdf> (10.01.2009), p.6 19 Daniel Thym, ‘‘Reforming Europe’s Common Foreign and Security Policy’’, European Law Journal, Vol.10, No.1 2004, p. 9. 8 SERTAN AKBABA a passive pole or a strategic actor20 or on the other hand simply and loosely as a post modern force.21 It is best to move to another criteria, acceptance, which is something the EU has to overcome urgently both from inside and outside, if it is willing, for deeper integration. The debate about acceptance and recognition needs a closer look at the views from both outside and inside. By inside, it is the view of the community or society, and by outside the view from third parties towards that entity searching legitimacy. The problems occurring inside the community can be summarized as such: the Union is still not capable of explaining the integration process to its citizens, and although stressing several times that the integration and the EU must come closer to the man on the street, it seems the EU is not capable of doing so. The EU, with its complex structure and institutions, still stands far away from the EU citizens, who perceive the EU as lacking accountability and transparency. The most important symbol of the gap between the EU and its citizens can be seen when the Member States hold referendums for the ratification of the treaties. Any support coming directly from the community would directly affect the strength and presence of the Union in its external relations. For instance, although receiving remarkable support (public opinion favoring CFSP: 68 %, public opinion favoring ESDP: 75%, Eurobarometer, 2006)22 for strengthening and developing both CFSP and ESDP from the community, the EU lacks the ability to respond to these high expectations. The views expressed from the outside are perhaps more useful than views expressed from the inside. When the subject of external relations, namely foreign policy, came on to the agenda of the Community in the mid 1970’s with the introduction of the European Political Cooperation (EPC), it certainly attracted attention as soon as it was established. The most well-known example was the Euro-Arab Dialogue, in which the EU desired a more active role due to the conflicts occurring in the region. But the transformation of the EPC to the CFSP actually did not bring true innovation or prestige to the Union’s foreign relations. Thirdly, the capabilities of the Union have to be analyzed when debating the actorness of the EU. The tools and the mechanisms the EU employs towards third parties can be classified under three groups. These are the economic, political and military instruments which the Union employs. The economic instruments, which the EU employs very successfully, can be categorized as framework, coercion and regulatory tools. These tools, which fall under the competence of the community pillar, appear to be the most functional and the Union does not hesitate or refrain from expanding its hegemony through the use of them. The framework mechanism consists 20 Charlotte Wagnsson, ‘‘The EU as strategic actor, pragmatic‘re-actor’ or passive pole?’’ Paper presented at third Pan-European Conference on EU Politics 21-23 September 2006, Istanbul, <http://www.jhubc.it/ecpr-istanbul/virtualpaperroom/029.pdf> (22.12.2008), p.7 21 Hanns Maull, ‘‘Europe and the new balance of global order’’, International Affairs 81/4, 2005, pp. 778-779. 22 Public opinion in the EU, Standard Eurobarometer Survey 66, Autumn 2006, <http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb66/eb66_highlights_en.pdf> (15.01.2009), pp. 22 – 25. MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 9 of trade, partnership, financial and technical assistance agreements signed between the EU and third parties. These two mechanisms, framework and coercion, can be defined through the EU’s conditionality, which is about employing the carrots and the sticks towards third parties. On the other hand, the regulatory mechanism is more about the EU’s role in international organizations, making it more effective in negotiating laws and regulations. For instance, this can be seen in the role of the Commission having the right to negotiate on behalf of the EU’s Member States in the World Trade Organization (WTO). The use of these mechanisms by the EU gives it an advantage when interacting with third countries. This success in the trade and economic realms results in acting as ‘a single unit’ and having the ability to ‘speaking with one voice’ on economic and monetary issues in the international environment. According to Smith, this is because the first pillar which is responsible for economic issues has been given international status; however the other pillars of the EU have not been given this authority.23 Besides the economic tools listed above, the EU also has political and military mechanisms, which can be employed in its relations with the outside world. The success of the use of these mechanisms certainly is open to discussion and this success, or lack thereof, in my opinion deserves certain critiques. First of all, the political or legal instruments used within this realm are the joint actions, common positions and common strategies, which fall under a shared competence within the realm of CFSP. Once agreed upon, all these instruments are binding on all Member States. But the point to be underlined here is that, the decision making within this area is intergovernmentalism, where it is up to the Member States to adopt any decision. This certainly weakens the Union’s character resulting mostly in differentiated integration. Not being capable of reaching common decisions, even after a lengthy and rigorous bargaining process, leads to certain opting-outs by Member States, which instigates clashes between common and national interests, resulting mostly in an ‘every state for itself approach’. Another issue within the CFSP realm is the opportunistic behavior of the EU. Instead of developing certain tools or mechanisms under the CFSP, or making use of its common positions and common strategies, the EU takes the shortcut by including its political interests into the trade or partnership agreements with third countries. This certainly ends up with subordinating the CFSP and attributing importance to its foreign economic policy. As explained above any trade or partnership agreement to be signed between the Union and a third party includes special clauses to be implemented by that third party, for instance strengthening democracy, human rights or the rule of law. These political aspirations are likely to increase. For example, as agreed in 2003, the non-proliferation of weapons of mass destruction is included in all trade agreements by the EU, in which the third party must obey. Certainly all these democratic principles and the Union’s aspiration of spreading them are welcomed by the international community, but the question is how they are employed and serve to strengthen the Union’s identity. Although receiving positive outcomes and increasing its powers with this shift in policy areas, the ‘cross-pillar regime’ of the EU prevents the Union from 23 Hazel Smith, European Union Foreign Policy What it is and What is does, London, Pluto Pres, 2006, p.2 10 SERTAN AKBABA strengthening its institutional and political identity. In fact this is the point where actually the issue becomes complicated, as the problem of the institutional identity or failure of the EU, is an internal and institutional disability. As according to my opinion, the EU is already an actor certainly giving reference to mostly its economic successes which can not be underestimated. But when it comes to the political and diplomatic side of the situation the EU lacks consensus in responding to certain causes around the world due to the divergence of the Member States interests as well as the multiple actors (institutions) within the EU. For a better understanding, there is a need to detail the 3 pillar structure of the EU. The Treaty on the EU (TEU) introduced the 3 pillar structure, which consists of the Community Pillar, the CFSP and, justice and home affairs (renamed as the Police and Judicial Cooperation in Criminal Matters). The crux of matter at this point, is that, each of the three pillars listed above have a foreign policy dimension. Each one of these includes different actors, institutions and decision-making methods. For instance the community pillar consists of the Union’s foreign economic policy. This type of foreign policy refers to the Union’s relations with third parties in the realm of common commercial policy, development policy (where only involves trade) and other areas for instance within today’s context humanitarian aid, educational partnerships, environmental issues etc. which fall in the community pillar of the EU. The EU is very successful within this area where the EU institutions having exclusive competences and the Member States enjoying a reconciliation among themselves for fulfilling goals in common. The EU signing agreements with third parties for instance, the Lome Convention (1975) which was replaced by the Cotonou agreement (2003) with the African Caribbean and Pacific states, partnership and cooperation agreements with Ukraine, Moldova, Armenia and Georgia which also cover an educational partnership dimension, association agreements with the European Economic Area countries24 all have shown different levels of success. The second pillar of the community foreign policy is the CFSP. There are some criticisms to be made as mentioned above the success of foreign economic policy can not be witnessed within the CFSP field. Located as the second pillar with the TEU and based on an intergovernmental bargaining process there are some shortcomings where the Union is still not capable of fulfilling. The CFSP and the ESDP here are the elements to be analyzed in order for detailing the success of the EU as an international actor. Certainly it must be marked here that the EU has an important rank within the international arena where its role can not be underestimated, but it is also obvious that the CFSP is not able to meet the demands from both inside and outside the community. 25 The coordination among the three pillars in certain cases is so closely related that they can not be distinguished. The main reason for this is the institutional framework, where 24 Christopher Piening, Global Europe, The European Union in World Affairs, Colorado, Lynne Rienner Publishers, Inc., 2007, Table 1.2. 25 Martin Holland, ‘‘Bridging the Capability- Expectations Gap: A case study of the CFSP Joint Action on South Africa’’, Journal of Common Market Studies, Vol.33, No. 4, 1995, p. 557. MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 11 some institutions namely the Commission being involved in the process where competence actually falls within the Member States. On the other hand the community foreign policy in specific areas covers either of the first and second pillars or in some cases in fact all the three of them. For instance the well known sample is the so called ‘petersberg tasks’ taken into the Amsterdam Treaty refers to the three pillars of the EU. Covering humanitarian, combat forces, crises management and peacekeeping dimensions; it falls into competence of the all three pillars of the EU26, which in a point of my view is the main obstacle for the EU strengthening its political identity. In addition to the aforementioned pillars, starting with the St. Malo Declaration in 1998, it is clear that the EU is on its way developing military means to be employed when dealing with crises around the world, which has been developed under the CFSP and later became known as the ESDP. The well known Rapid Reaction Force (RRF) has been established for use in conflict ridden regions. The criticism to be made about the RRF is about the way it is employed, which is all about the Union’s identity, giving birth to the question of, do the civilian or military missions reflect a common EU identity? Since 2003 the Union has launched 15 missions in different parts of the world, 10 of which are actually civilian crises management operations. The civilian / military dilemma will be discussed further within this paper. However, the point which has to be marked here is that these crises management operations, known as ‘joint actions’ by the EU, are not so joint after all, at least in the phase of implementation. When analyzing these missions, one might come across a single state’s hegemony in these operations, which is usually about a Member State having deep interests in that country or region in which the operation has been launched. So the question appears: how ‘European’ are these operations? Are they actually ‘European’, that is, do they involve multiple Member States, or are they purely French/British European? There are examples of this French/British initiative, such as, the EUFOR TCHAD mission which was maintained under a great majority of French forces and civilian personnel, or the EUPOL Afghanistan mission which was primarily under German leadership, or even operations including contributors from non-EU Member States. How could these arrangements provide positive contributions for an entity searching a common political identity? In addition to its search for political identity, the EU is showing progress in developing its institutional identity. Certainly, the EU itself is aware of how complex its institutional framework is becoming, and that is why, when the Treaty of Lisbon (ToL) was introduced, the Articles within the Treaty which first drew attention were related with strengthening the Union’s institutional identity, which would result in overcoming the Union’s lack of coherence and consistency. When analyzed in detail, these innovations within the ToL can be summarized as the introduction of a permanent President within the European Council, who would facilitate the EU’s ability to ‘speak with a single voice’ to a certain degree (ToL, Article 9B, paragraph 5). Another innovation introduced by the ToL, probably more considerable than the permanent 26 Annegret Bendiek, ‘‘Cross- Pillar Security Regime Building in the European Union: Effects of the European Security Strategy of December 2003’’, European Integration Online Papers (EIoP) Vol. 10, No.9 2006, p. 9. 12 SERTAN AKBABA President, is the modification of the ‘High Representative (HR) of the Union for Foreign Affairs and Security Policy’, who would hold the responsibilities of both the High Representative and the Commissioner for External Relations. The modified HR will have the responsibilities of ‘‘conduct security and foreign policy on behalf of the Council’’ (ToL, Article 9E, paragraph 2) and ‘‘conduct of political dialogue with third parties, and shall express the Union’s position in International Organizations and at intergovernmental conferences’’ (ToL, Article 13A, paragraph 2). Clearly, this appointment would be known as ‘double – hatted’ and would be of great help combining the Union’s ‘cross-pillar regime’ into a single body, which in a point of my view is the most important obstacle the Union, must overcome. If the ToL is ratified successfully, that is if it does not share the same fate as the Constitutional Treaty, it will gather momentum in the Union’s institutional identity. This identity building is also something about the EU’s vision which is suffering between concepts like civilian, normative, military, or militarizing etc. Distinct from the concept of actorness, is the more important issue of whether the EU is a civilian, normative or a military power that directly reflects its identity. It is evident that the EU is expanding its policies both through widening and deepening. But the sticky point appears to be, will the EU manage the implementation of these policies as a single unit within a reliable and acute manner? Leaving aside the institutional structure of the EU, the paper will now focus on how these components of the EU reflect a vision to the outside world, as a civilian, normative or as a militarizing EU power Circling Around the EU Power Concepts: Civilian, Normative or Military? As discussed above the EU’s actorness certainly reflects a vision towards the outside world, which is debated highly among scholars, about whether the Union is a civilian, normative, military or even a militarizing power. If we were to talk about a state’s security or defense policy it would be actually based on military elements and means but when it comes to soft power EU or civilian/normative? We might see that the debate on matters covered under defense and security concepts does not always lead to purely military means. As within the ESDP there is a great expansion of instruments to be applied to crises both civilian and military. In order to be clear, my point of my view is that, the EU is a civilian power rather than normative or military. In order not to cause any contradictions, the terms civilian, military and normative power have to be laid down for a deeper understanding. The civilian concept introduced by Duchêne (1973) defines the EU (then the EEC) relying itself on purely soft mechanisms, namely economic.27 According to Karen Smith ‘‘civilian, means nonmilitary and includes economic, diplomatic and cultural policy instruments, and 27 See, Duchêne, F. ‘The European Community and the Uncertainties of Interdependence’ in Kohnstamm, M. And Hager, W. (eds.), A Nation Writ Large? Foreign - Policy Problems before the European Community, 1973, London, Macmillan. MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 13 military, means involving the use of armed forces’’.28 On the contrary to Smith, Hanns Maull argues that ‘‘an actor may use military instruments and still can be a civilian power’’.29 He further stresses that ‘‘civilian powers concentrate on non- military, primarily economic means to secure goals, but retain military power to safeguard other means of international interaction’’.30 There are definitions made by Twitchett (1976) and Maull (1990) on the civilian power concept, which Manners emphasizes is ‘‘being the centrality of economic power to achieve national goals; the primacy of diplomatic co- operation to solve international problems; and the willingness to achieve international progress’’.31 This definition makes reference to a civilian type of actorness, built on civilian means, which also underline, in my point of view, in which the EU remains successful, making use of its economic successes, and favoring diplomacy through the consciousness of playing with words (a concept known as euphemism), rather than playing with arms. The ‘civilian ends’, the EU tasks, is strengthening international cooperation, solidarity, the diffusion of equality, and justice32. If the EU is committed to the aforementioned ends, then what differs from being civilian to normative? It is actually the means, and the way in which the EU employs them towards 3rd parties. This is about using ‘‘material assets and physical power’’33 in the civilian concept, or the ‘‘non-material, contagion of norms through imitation and attraction’’34 in normative. Although Manners has put forward five distinctions between the concepts normative and civilian, the most important in a point of my view, is the aforementioned clarification on how the EU employs its ends. The discussion will be further below through the analysis of normative power EU. Leaving the Military concept to be discussed below with the questions of how military and successful is the Union in carrying out its crises management tools, now the paper will concentrate on the EU being a normative power or not. Normative power according to Manners is ‘‘neither military nor purely economic, but one that works through ideas and opinions’’35 he further stresses, the importance of the EU trying to spread the norms, which it has built its integration on. Arguing, the Union is a civilian power, but on the other hand acknowledging that civilian powers rely on soft power, does cause a contradiction. According to Nye (2004) soft power is having ‘‘the ability 28 Karen E. Smith, ‘‘Still civilian power EU?’’, European Foreign Policy Unit Working Paper, 2005/1, <http://www.lse.ac.uk/Depts/intrel/pdfs/EFPU%20Working%20Paper%202005-1.pdf> (08.02.2009), p.1 29 Ibid., Karen E. Smith, p.7. 30 Ibid., Karen E. Smith, p.7. 31 Ian Manners, ‘‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms?’’, Journal of Common Market Studies, 2002, Vol. 40, No: 2, p. 236- 237. 32 Maull (1990) & Duchene (1973) cited in Karen E. Smith, ‘‘Still Civilian Power EU’’, op.cit., p.3 33 Ian Manners, 2006, op.cit., p.176 34 Ibid., Ian Manners, p.176 35 Thomas Diez, ‘‘Constructing the Self and Changing Others: Reconsidering Normative Power Europe’’, Journal of International Studies, 2005, Vol. 33, No: 33, p.615. 14 SERTAN AKBABA to get what you want through attraction rather than coercion or payments’’36, this is what most scholars put forward when defining the EU as a normative power. It mostly rests on the awards (political, symbolic or material) employed by the Union towards third countries or regions, in which it safeguards its foreign and security concerns. From this point of view, it could be argued that being normative rests on both multilateralism and international law in which those universal norms and principles could be spread and guaranteed. But what exactly has to be underlined here is, within this normative ends, there is a dilemma of norms versus interests. The questions here appear to be, firstly, how compliant is the EU in practicing those norms or principles it has promised to safeguard? And, secondly, does the EU practice in spreading those values, norms etc. the same way with all the 3rd parties which it has relations with? An answer to the above questions requires the debate of which logic of action shapes the EU’s relations, is it the logic of consequentiality or the logic of appropriateness? In other words, is it either the sum of ‘costs and benefits’ or ‘norms and rules’? Appropriateness includes rules of both normative and cognitive components. March & Olsen define these rules as ‘‘being followed because they are seen as natural, rightful, expected and legitimate’’.37 Acting appropriately ‘‘is to proceed according to the institutionalized practices of a collectivity, based on mutual, and often tacit, understandings of what is true, reasonable, natural, right and good’’.38 On the other hand, the logic of consequentiality puts forward, certain preconditions which determine the action to be taken. These are being aware of capabilities, analysis of several options, and calculation of the costs and benefits. The question is whether the EU follows this appropriate action? Is it really those norms, values or morals which stimulate the EU to take action, or purely the calculation of interests? In a point of my view, the EU, decides/shapes its relations with the logic of consequentiality rather than appropriateness. If an empirical underpinning is to be made, it is obvious that the EU has different agendas through its bilateral or multilateral agreements. According to Hettne & Söderbaum, the EU’s relations with East Asia through the Asia- Europe Meeting (ASEM) is ‘‘symmetrical, in which the EU does not seek to impose such norms and practices on the Asian counterpart’’39, however, the EU’s relations with the Mercosur states is rather asymmetrical, in which the EU, besides economic relations, imposes certain norms (democracy, human rights etc.) towards the 36 Cited in Hiski Haukkala, ‘‘The EU as a Regional Normative Hegemon: The Case of European Neighbourhood Policy’’, Central and East European International Studies Association (CEEISA) 4th Convention, 2006, <http://www.ceeisaconf.ut.ee/orb.aw/class=file/action=preview/id=164113/Haukkala.pdf> (05.07.2009), p.6 37 James G.March and Johan P. Olsen, ‘‘The Logic of Appropriateness’’, Arena Working Paper, 04/09, Centre for European Studies, <http://www.arena.uio.no/publications/wp04_9.pdf> (15.07.2009), p.3 38 Ibid., James G.March and Johan P. Olsen, p.4. 39 Björn Hettne and Frerdik Söderbaum, op.cit., p. 548 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 15 Mercosur states. This is certainly about interests vs. norms. Hettne & Söderbaum put it forward as ‘‘the interests of the strongest’’40 namely ‘soft imperialism’. Leaving aside whether the EU is a soft or hard power, it is more worthy to lay down how the Union softens or hardens its ends in an instrumentalist manner when it comes to fulfilling long term goals. There are several examples which could be laid down to weaken the normative power argument in the EU discourse. For instance, the EU’s response to the results of the democratic elections in Austria (2000), in which the Alliance For the future of Austria found a seat in the coalition government, was entirely undemocratic. Another example of such hypocrisy was the Union’s response or lets say lack of response (even in the realm of discourse) to Pakistan when Pervez Masharraf came to power with a coup d’etat in 1999. There are similar examples which could be listed reflecting the Union’s normative or non-normative vision. Some scholars acknowledge this behavior of the EU in the framework of norms vs. interests dilemma, as defined in Wolfers ‘‘milieu vs. possession goals’’.41 Scholars like Tocci, defines this as the EU trying to fulfill milieu goals which are ‘‘essentially concerned with the wider environment within which international relations unfold’’.42 According to these approaches the Union is exercising these norms for the benefit of itself and of the partners which share the same values. That is why they do not reflect certain self interests. Another point within this self and common interest dilemma is, when the Member States of the Union realize that using the EU label is inevitable, they certainly make a strong use of it through Europeanizing their long term goals from national to the EU level. When analyzing these objectives, it can be seen that, there is a transformation of self interests into common interests accepted by the rest of the Member States. However, what about possession goals? Besides protecting the universal values jointly with other organizations, what about the interests of the EU throughout its agreements or relations? For instance Smith argues ‘‘the EU’s enlargement policy contains both milieu and possession goals’’.43 Similarly, the Euro-Mediterranean Partnership also includes norms as well as interest. Besides establishing (at least aiming to) an area of security and stability, the EU is expanding its area of influence, namely room for maneuver. To some degree, it might be admitted with the Union’s normative vision employed both inside and outside the Union. But singling out normative power as a separate way of acting does not make any sense in which the EU is incapable of fulfilling. At the utmost, normative could only be a part of being a civilian power, which remains as a mechanism to be used when serving the benefits of the ones exercising them, just as how Thomas Diez defines ‘civilian power’ within this context or labeled as ‘‘a norm 40 Ibid., Björn Hettneard and Frerdik Söderbaum, p. 547 See Arnold Wolfers, “The Goals of Foreign Policy”, (Chapter Five) Discord and Collaboration: Essays on International Politics, 1962, Baltimore: The Johns Hopkins Pres. 42 Nathalia Tocci, ‘‘Profiling Normative Foreign Policy: The EU and its Global Partners’’, CEPS Working Document, No. 279/ 2007, <http://shop.ceps.eu/BookDetail.php?item_id=1578> (25.01.2009), p.4 43 Karen E. Smith, op.cit., p.7 41 16 SERTAN AKBABA exporting ‘civilian’ power’’.44 That is why Smith has put forward the argument that, ‘being’ and ‘exercising’ normative power requires a clarification.45 It is obvious that the EU exercises normative ends, but as a result this does not make it a normative power. There are even marginal approaches among scholars in classifying EU institutions on one hand as normative and on the other as civilian. Certainly there is a complex relation between the institutions of the EU which can be acknowledged when it comes to external relations, but the situation is not actually the argument of having different characters, but is mostly the divergence of discourses. That is why the ‘normative’ concept of the EU should be treated as a ‘normative vision’ as an installment within the civilian power EU, rather than normative power. In a point of my view, the EU being ‘normative’ and ‘power’ is not a suitable wording, in which does not fulfill each other. Non- Military, Militarizing or Military- (Power) EU? Acknowledging normative within the civilian context, the paper will concentrate on the dilemma of civilian / military power EU with the questions of, does the military components of the Union harm its civilian notion, are they actually necessary, and if so, for what? If we are to analyze the EU within this context, it could be seen that the EU throughout its integration process is built on civilian notions and principles. Recent developments within the military concept have opened up this debate. The evolution of the ESDP to some degree has an important impact on EU’s civilian notion. Absorbing the mechanisms of the Western European Union (Petersberg missions) and developing new tools (Rapid Reaction Force) for carrying out missions abroad do harm the civilian notion of the EU. That is why, there is a need in analyzing the EU crises management tools for figuring out the military means of the Union in practice. The question is, does the EU employ these tools as a coercive mission, or are they used for rendering those principles it is safeguarding as a multilateral force. It is clear that, the developments within the military realm are for preserving peace and resolving conflicts. The missions employed by the Union are defensive rather than offensive. These missions have the goal of humanitarian aid and peacekeeping, but the point here is that, becoming more and more relying on these tools and making a clear distinction between the civilian and military crises management will certainly cause a contradiction and will deserve a reconsideration of the Union’s civilian or military power dichotomy. The developments of the military capabilities mentioned above are important signs of the militarization of the EU. That is why; there is a need to clarify the concepts ‘military’ and ‘militarizing’. Smith defines ‘military actor’, ‘‘which uses military means, relies on coercion to influence other actors for pursuing military or militarized ends, through an undemocratic foreign policy process ’’.46 It is evident that the EU is not a military power (at least for now). The aforementioned definition of ‘military actor’ 44 Andrea Ciambra, ‘‘Normative Power Europe: theory and practice of EU norms. The case of Macedonia’’, Jean Monnet Working Papers, No.64, <http://www.fscpo.unict.it/EuroMed/jmwp64.pdf> (18.12.2008), p.11 45 Karen E. Smith, op.cit., p.1 46 Smith, op.cit., p.5 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 17 makes it clear that the EU is not such kind of an actor. Nevertheless then how can one define the developments within the ESDP? The concept ‘militarizing’ has been put forward in demonstrating the military means developed under the ESDP. That is, there is a need to make an analysis of those means. So what are these military capabilities, which in a point of my view do negate the EU’s civilian notion? Initiated with the Helsinki European Council (1999), the aim of the EU was at first to gather ‘‘60,000 troops, 100 ships and 400 aircraft, deployable within 60 days and sustainable for one year’’.47 These ambitions (later became known as European Union Force) (EUFOR) were fulfilled more or less during the following years, which were even reinforced with the Headline Goal 2010. The EU also started practicing EUFOR in operations. Firstly replacing NATO led SFOR and IFOR as EUFOR Althea in Bosnia and Herzegovina, EUFOR Tchad in Chad, and EUFOR DR Congo in Democratic Republic of Congo. Certainly each of these operations has their own specific characteristic, due to the amount of troops, timing, the Member States contributions etc. Besides EUFOR, what was underlined in the Helsinki Headline Goal 2010 was the obligation of establishing ‘smaller response elements’ (later what became EU Battle groups48) (BG’s) at short notice. Both EUFOR and EU BG’s have been fully deployable from the 1st January 2007. The former is established with a big capacity of large amounts of troops, while the latter is more towards crises requiring immediate response with small groups of troops. However, what is to be noted is that, these operations mentioned above are purely military operations conducted by the EU. Apart from EUFOR and EU BG’s, the EU has launched the European Gendarmerie Force (EGF) in 2006. EGF is established with the agreement of five49 Member States of the EU. The EGF is a European intervention force, which will militarize police functions and specialize in crises management.50 Another question at this point is does the Union need developing such military means. The EU which is often named as been built on the Kantian pacifism certainly needs preserving this notion. Certainly this is actually under questioning after Bull’s (1982) contribution of ‘‘a civilian power cannot be a pacifist power or a neutral power 47 Jolyon Howorth, Security and Defence Policy in the European Union, New York, Palgrave Macmillan, 2007, p.103. 48 The battle groups are based on the principle of multinationality and may be formed by a framework nation or by a multinational coalition of Member States for an autonomous EU operation. In all cases, interoperability and military effectiveness will be key criteria. A battle group is associated with a deployable force headquarters and pre-identified operational and strategic enablers, such as strategic lift and logistics. Member States may also contribute niche capabilities, providing specific elements with added value to the battle groups. The battle groups are sustainable for 30 days in initial operations, extendable to 120 days, if re-supplied appropriately. EU Council Secretariat, Factsheet, ‘‘EU Battlegroup’’, Feb.2007, p.2, <http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/Battlegroups_February_07-factsheet.pdf> (01.08.2009) 49 France, Italy, The Netherlands, Portugal and Spain 50 <http://www.eurogendfor.org/referencetexts/EGF%20Treaty%20english%20version. pdf> (03.08.2009) 18 SERTAN AKBABA in the 20th century and beyond’’.51 But, what if the EU becomes a military force, or use purely military means, which according to some scholars ‘can be of a civilian type if it promotes human rights and democratic principles’. According to my opinion, civilian means or using civilian elements still lead to become powerful, and that, instead of developing such tools (military) the Union should concentrate on soft elements for instance indirect ways of reaching goals within the realms of security and defense. The (de) securitization concept by Waever (1996) explains as how important security concerns might be eliminated through different approaches which mostly rely on discourses or namely language of security. For Waever, security is ‘‘a ‘self referential’ practice not a question of measuring the seriousness of various threats…’’.52 For instance, Jones (1999) puts it forward as ‘‘To desecuritize an issue is to remove it from the realm of the politics of survival and thus to render it amenable to more cooperative forms of behavior’’.53 The EU on one hand is trying to create a ‘ring of friends’ through its well known Neighborhood Policy and Euro- Mediterranean Dialogue, which covers positive discourses and a cooperative manner, but on the other hand, the EU is also working towards strengthening its military means through not being satisfied with the European Security and Defence Identity (ESDI) under the North Atlantic Treaty Organization (NATO) and, moving towards strengthening its ESDP unilaterally, which contradicts with itself. Starting with the Amsterdam treaty, the Union is now under such a contradiction that, nearly all official documents under the CFSP pillar include wordings such as; deployable forces, defense capability, aircraft carrier, battle groups etc. which do harm its civilian notion even if we put aside the ongoing missions and operations conducted by the Union. That is why the Union should avoid from such developments both in the realm of discourse and practice. Otherwise it is creating confusion, in which gives birth to different perceptions as a civilian, military or as a militarizing kind of force. And once the EU is addressed as a military kind of force, it will be evaluated in the same basket as the US, which would even worsen the Union’s relations with 3rd parties. This is about the EU (for now) which is trying to reach certain goals through soft mechanisms (regulatory, coercive or framework) but in the future, if the Union continues developing its ESDP tools, weather it will be used or not, will cause negative impacts in its relations. For instance, Stavridis (2001) building on Bull’s work, puts it forward as ‘‘sanctions should not only be seen as an alternative to military action but as a first step towards the extreme case of using force’’.54 This kind of a misperception in 3rd countries or regions towards the EU will certainly cause a reconsideration of the nature of the EU and its integration process. These kinds of developments will be 51 Stelios Stavridis, ‘‘Why the ‘Militarising’ of the European Union is strengthening the concept of a ‘Civilian Power Europe’’, 2001/17, EUI Working Papers, <http://www.iue.it/RSCAS/WPTexts/01_17.pdf> (11.02.2009), p.18 52 Ole Waever, ‘‘European Security Identities’’, Journal of Common Market Studies, 1996, Vol. 34, No.1, pp. 106-107. 53 Richard Wyn Jones, Security, Strategy, and Critical Theory, 1999, Lynee Rienner Publishers, p.109 54 Stavridis, op cit., p. 16. MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 19 questioned both in and outside the Union. When analyzing the concepts civilian and military, it is often referenced to the impact of outside relations and interactions. But within an entity like the EU, what is more important is how this impact will be evaluated internally in the Union. Differently from civilian, becoming a military force brings together serious doubts. Any misuse of military means gives birth to different problems. If we were to talk about a state, any such kind of problems would probably end up with the removal of that authority from office in that country. But when it comes to an entity like the Union, it comes to mind of how all this will end up within the EU. Matlary has made the critic of ‘‘using military force does not go down well with democratic publics when the issue is not one of existential survival…’’.55 If nowadays debating whether the Union is acting in a military or a militarizing capacity, the concern which has been mentioned above would likely come to debate as well. The citation made above about the ‘milieu goals’ of the Union which is defined as; ‘‘essentially concerned with the wider environment within which international relations unfold’’56, is something very important on how the EU’s militarizing process will be evaluated within that international environment. I do not agree with the argument of the military power EU, but taking further steps in making progress towards militarizing itself, do negates its civilian notion. And actually when compared with other systemic actors such as US, Russia or even China in the realm of military means, it could be examined that each of them has a great use of power through their military mechanisms (implementation, tools, arms etc.). Debating their strength of military capabilities starts with analyzing their military doctrines or national security strategies, in which, it is clearly identified how they acknowledge or address threats against their security, and the procedures they follow in eliminating them. Comparing these aforementioned actors and their behaviors with the Union, it could be seen from the very beginning that, even in the realm of addressing threats differs from the ones listed above. No matter how or when the EU will increase its military capabilities, what is more important, appears to be the perception of a common political thought/will in security and defense, which would back up the capabilities of the Union, and transforming the EU more than what is nowadays debated as a ‘strategic actor’.57 The EU insists on dealing with security concerns should be the work of multilateral institutions and what international law points out. But this is only a way to be preferred when dealing with crises management or threats; it is not the way in putting forward a common security and defense policy. On the other hand, the actors listed above are closer to the belief of international law and multilateralism being insufficient in dealing with certain threats. The use of military forces is always at hand in which 55 Janne Haaland Matlary, ‘‘When Soft Power Turns Hard: Is an EU Strategic Culture Possible? 2006, Security Dialogue, Vol. 37 (1), p.106 56 Tocci, op cit., p.4. 57 The concept ‘strategic actor’ here is used according to the definition made by Hyde-Price, as; both the ability to threaten the use of force through coercive diplomacy and the ability to actually deploy such force. Adrian Hyde-Price, ‘‘European Security, Strategic Culture and, the Use of Force’’, European Security, 2004, 13 (4) 323 – 343. 20 SERTAN AKBABA they do not hesitate using. Such examples can be laid down as the US invasion of Iraq, or more recently the Russian military intervention to Georgia etc. For a more detailed analysis, the EU’s increasing military role and its mechanisms will be discussed below within the framework of crises management. The questions put forward within this framework are, is the military crises management of the Union solely military, should it be, or would a congruent relation between civilian and military crises management be of good help for reflecting the Union’s civilian actorness. Civilian and Military Crises Management: A Distinct, Why Not Holistic? The evolution of ESDP starting from 1999 resulted with the EU handling both civilian and military crises management. The distinction made between the civilian and military crises management tools are harming the Union’s civilian notion. Civilian crises management when compared to military crises management remains successful. Certainly the reason behind this success of civilian means is the nature (decisionmaking) in operating civilian missions easier when compared to military crises management. This is where civilian crises management differs from military, as it falls under the competence of both the first and the second pillar, and military crises management is maintained under the intergovernmental second pillar only. Howorth puts forward that ‘‘Civilian crises management covers a much broader range of instruments than the military component of ESDP and involves a much greater degree of institutional flexibility, since it calls on agencies from all three ‘pillars’ of the EU’’.58 It is not a surprise that the EU is receiving success in its civilian operations, as the vision of the EU which is argued in this paper, is built on a civilian notion, which is still to sum degree preserved. By using the wording of preserve what is meant is that, the EU should sustain its civilian vision rather than military. Ian Manners (2004) argues that otherwise the EU would cause a contradiction with itself. And if it is to carry out military operations these should be maintained under U.N mandate only.59 Actually the confusion here is two footed, the first problem is what Christopher Hill points clearly as the ‘‘capabilities – expectations gap’’60 in which the EU falls short, due to its limited sources, instruments and the ability in using them, and on the other hand the civilian or military power dilemma still causing a diffusion. Certainly there are some elements of military means evolving within the ESDP which are acknowledged and can not be underestimated, but reaching those means (such as the Rapid Reaction Force for military crises management) does not refer being and handling military crises management within a full motion in practice; from pre to post crises era. The reason of criticizing the military operations of the EU within a harsh view is not just because of the EU’s lack, in responding to them rather very unsuccessfully, but it is, because the 58 Howorth, op.cit., p.93 Ian Manners, ‘‘Normative Power Europe Reconsidered: From Civilian to Military power: the EU at crossroads?’’, CIDEL Workshop, Oslo 22-23 October 2004, <http://www.arena.uio.no/cidel/WorkshopOsloSecurity/Manners.pdf> (27.01.2009), p.20 60 Christopher Hill, ‘‘The Capability – Expectations Gap, or Conceptualizing Europe’s International Role, Journal of Common Market Studies, Vol. 31, No.3, 1993, p. 315. 59 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 21 EU should refrain from any unilateral act covering purely military means. Then why not avoiding embarrassment? It is not necessary becoming military to be a global actor. Carr emphasizes that ‘‘Political action must be based on a coordination of morality and power’’.61 And that is why; the Union must never subordinate its humanitarian feature. The missions should be built on ‘‘one mandate, one mission head, and one mission structure’’62. That is why; the paper puts forth the argument of why not integrating civilian and military means in a single framework, with a single political-strategic aim. In a point of my view the civilian and military concepts should not be distinguished as they are reinforced by each other. Biscop (2006) names this as a holistic approach. The holistic concept identifies, on one hand integrating civilian and military means in crises management, and on the other refers to the EU working close with other organizations (U.N, NATO, OECD) within its crises management63 in which it seeks a cooperative manner, and multilateralism, which is defined as negotiated order but developing and strengthening military crises management tools and dissociating them separately from civilian mechanisms would sooner or later push the EU towards a unilateral act, and a kind of an imposed order. That is why; in a point of my view military means must be integrated with civilian and moreover even subordinated by civilian means. According to scholars like Lindborg (2002)64 and Nowak (2006)65 the civilian crises concept has evolved through the experience the EU had faced during the crises in the western Balkans (namely Kosovo) as the issue was not only to be handled by military means but also supporting the construction of the region afterwards was one of the ultimate goal for the EU (like keeping an eye on the region).66 However if the issue is to be considered within a general framework, the EU has developed as a civilian actor up to the late 1990’s on the international stage. But especially starting with the St. Malo Declaration the issue is now debated over the civilian or military power concepts. If we are to look inside the EU, there is a divergence among the Member States, as for instance, on one hand UK 61 Robert Nalbanov, ‘‘Battle of Two Logics: Appropriateness and Consequentiality in Russian Interventions in Georgia’’, Caucasian Review of International Affairs, Vol.3 (1) Winter 2009, <http://cria-online.org/6_3.html> (02.08.2009) 62 The ‘one mandate, one mission head, and one mission structure’ is retrieved from Blair’s approach in analyzing the SSR mission in Guinea Bissau, where military and civilian personnel work together. Stephanie Blair, ‘‘Towards Integration? Unifying Military and Civilian ESDP Operations’’, European Security Review, ISIS, No.44, May 2009, <http://www.isiseurope.org/pdf/2009_artrel_272_esr44-civmil-integration.pdf> (01.08.2009), p.3 63 Sven Biscop, ‘‘The international Security Engagement of the European Union- Courage and Capabilities for a more active EU’’, International Policy Analysis Unit, Report from the first European Strategic Forum, Warsaw, 2006 pp. 4-6. 64 Chris Lindborg, ‘‘European Approaches to Civilian Crises Management’’, British American Security Information Council, Basic Special Report, 2002, <http://www.basicint.org/pubs/Research/2002ccm.pdf> (25.12.2008) 65 Agnieszka Nowak, ‘‘Civilian Crises Management within ESDP’’in Civilian crises management: the EU way Chaillot Paper, No.90, (ed.) by Agnieszka Nowak June 2006, Institute for Security Studies. 66 Ibid., Agnieszka Nowak, p. 18. 22 SERTAN AKBABA and France pushing towards for a more active ESDP in which they do also differ on this military means, such as UK favoring to focus on crises management, and France willing for a collective defense and contrary to both of them, Germany standing closer for a civilian power EU. Because of this divergence among the Member States, the Union still lacks a civilian or military doctrine which can guide it through its responses to crises. Ian Manners defines this, as the lack of culturation, capabilities and conciliation between the Member States.67 This lack certainly is rooted in the Member States interests, each favoring a different kind of dimension in the integration process, for instance: integrationists, Atlanticists or neutrals. Certainly the aim of this paper is not discussing the divergence of approaches towards military power EU, instead, is the need for integrating civilian and military means all together. However, more important than compromising on a doctrine, the point is how these means are developing. Matlary, making reference to Clausewitz & Brodie, puts forward that; …war as an instrument of policy, war as a political tool. The clue to an EU strategic culture is to understand that ‘war’ in this context will mean the military tool integrated with other tools. The ongoing work on civil-military integration, the stress on crises management and a ‘European way of war’ point in the direction of a carefully framed use of force.68 The aforementioned definition made by Matlary is certainly a positive approach towards explaining the need of integrating civilian and military means, but how will this ‘European way of war’ result? In addition to the evolution of these crises management civilian or military, the EU has repeated several times that certain threats can not be handled only with military means, and this is why some scholars have the opinion that especially in the future operations, there will be increasingly joined up and joint operations including civilian and military means simultaneously.69 According to Howorth ‘‘without the complementary deployment of civilian instruments of crises management, the application of naked military power can often lead to failure’’.70 The developments within the Union are also proving these arguments, for instance the establishment of the Civilian Military Cell (CivMil Cell) under the EU Military Staff in 2003, showed the need of more united civilian and military units.71 For the sake of relations, especially with partner USA, this is actually what the EU needs to fulfill, which is another reason that some politicians and scholars put forward when criticizing the Union’s military means which will result damaging the transatlantic relations. It is well known that when analyzing crises management under civilian means there is a wide range of tools falling under different groupings. The classification made by the Union, is built on six headings, shortly these are named as political measures, sanctions, possible crises actions & related EC instruments, specialized sectoral 67 Manners, op cit., pp. 2-4. Matlary, op.cit., p.112 69 Gerard Quille, & Giovanni Gasparani & Roberto Menotti & Nicoletta Pirozzi ‘‘Developing EU Civil Military coordination: The role of the new Civilian Military Cell’’, Joint report by ISIS Europe and CEMISS, (ed.) Stephen Pullinger 2006, p.14. 70 Howorth, op.cit., p.93 71 Catriona Gourlay, ‘‘European Union Procedures and Resources for Crises Management’’, International Peacekeeping, Vol.11, No.3, 2004 p. 404. 68 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 23 assistance instruments, CFSP actions in third countries and long term geographical assistance instruments. In fact these tools are also classified under the period of crises which they are deployed to, for instance dealing with pre, active or post crises operations.72 Certainly for a more tidy and short explanation we may classify these instruments as Political, Economic and Specialized assistance instruments. In fact the most important dimension within the civilian crises management is, the EU’s pursuit of establishing both capacity and capability to act before such crises or conflicts occur, known as preventive activities.73 Since 2003 the EU has started using its instruments in launching 15 missions in different parts of the world in which 10 of these are civilian crises management operations.74 These civilian missions were built with a divergence of different objectives, from civil protection, to police forces or from monitoring missions to supporting civil administration. Finally it is important to underline that nearly all Member States of the Union have contributed in some way for the successes to be achieved in civilian crises management, which is something that can not be seen in military crises management, which are being mostly maintained under the monopoly of one or two Member States (namely United Kingdom and France). But in civilian operations it could be witnessed that there is more accepted consensus among the states each contributing with different tools and mechanisms for the success of the missions. Actually integrating civilian and military crises management within a single framework would be of great help for the EU in defining its actorness, as a civilian power, which I acknowledge should be clearly identified. This would fade away the confrontation of civilian or military power EU, which is the ongoing dilemma weakening the Union’s identity. Conclusion This paper has tried to evaluate the identity of the EU alongside with its increasing role in the international order. The paper labels the Union as an important actor through making a distinction between actorness and identity. The EU has a certain degree of influence in world affairs, but the lack of the Union’s actorness, is the absence of a stable political identity. Being an entity consisting of a sum of multiple actors, which are the Member States plus the institutions of the Union, certainly makes it difficult to maintain or even establish stable political traditions or discourses. It is obvious that the EU is using its economic relations as a tool for fulfilling its political interests around the 72 European Commission, Conflict Prevention and Crises Management Unit, ‘Civilian Instruments for EU Crises Management’, 2003, <http://ec.europa.eu/external_relations/cfsp/doc/cm03.pdf> (19.01.2009) 73 European Council, ‘Civilian Headline Goal 2008’, Brussels, 2004, DG E IX, <http://register.consilium.eu.int/pdf/en/04/st15/st15863.en04.pdf> (01.12.2008) 74 ‘European Security and Defense Policy: the civilian aspects of crisis management’, EU Council Secretariat, 2007, <http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/Background_JPO_2007Civilian_aspects_compressed.pdf> (01.12.2008) 24 SERTAN AKBABA world. But the problem is the way they are implemented in which the CFSP is to a certain degree overshadowed. Certainly considering the EU as an important civilian power, it is also obvious that there is a need for increasing its act both within the institutional and procedural framework. It is evident that the EU integration is not on a halt and with its dynamic character will continue expanding its policies, borders, institutions etc. which could be acknowledged as slowing down its integration towards a political unity. Welcoming more and more Member States obviously is the most important obstacle in front of achieving this unity. Certainly this ongoing dynamic process, which is also defined as a process of social learning in policy – making, is another aspect weakening the identity of the Union. The interaction among the politicians and institutions both at national and supranational level are into a mutual effect shaping the policy making and implementing procedures, which do carry different political motives from each party. This structure certainly makes it difficult reflecting a strong presence. Even in the ad hoc working groups or informal meetings this policy shaping can be witnessed. These are all related with the EU’s complex structure which affects its actorness in the international arena. The paper considers the Union as an international actor, a civilian power, although reflecting a different kind of character when compared to others. Another point, the paper underlines is how the Union will maintain deepening its actorness with an unstable and changeable identity. The paper considers the EU as a civilian actor, which must act in consistency when developing policies in the foreign and security realms. This consistency must be furthered in a civilian vision through putting forward civilian means rather than military. As even if we put aside the Union’s practice in military means, the ongoing discourse and debates on military or militarizing EU harms its civilian notion, which this paper has tried to make an overall analysis. To sum up, certain developments in military means should not be singled out from civilian means in crises management. There is certainly a must in integrating them in order to avoid any offensive perception which might be loaded to the Union’s international presence. As defined within the paper, facing the realities both in its internal and external relations the EU is continuously gains experience for taking further steps in developing its legal personality. The Union to sum degree, thanks to Europeanization and Brusselization has managed overcoming certain obstacles. But this personality will become truly evident when the policy– making (within the realms of CFSP & ESDP) of the Union will not become subordinated by the Member States of the EU. A convergence in this national versus common interests urgently needs attention in establishing a common identity, which will end up with strengthening the Union’s actorness. MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 25 Bibliography Annegret BENDIEK, ‘‘Cross- Pillar Security Regime Building in the European Union: Effects of the European Security Strategy of December 2003’’, European Integration Online Papers (EIoP), Vol. 10, No.9, 2006 Cornelia BEYER, ‘‘The European Union as a Security Policy Actor- the case of Counterterrorism’’, 2006, <http://www.bisa.ac.uk/2006/pps/beyer2.pdf> (10.01.2009) Sven BISCOP, “The international Security Engagement of the European UnionCourage and Capabilities for a more active EU’’, International Policy Analysis Unit, Report from the first European Strategic Forum, 2006, Warsaw Stephanie BLAIR, “Towards Integration? Unifying Military and Civilian ESDP Operations’’, European Security Review, ISIS, No.44, May, 2009, <http://www.isis-europe.org/pdf/2009_artrel_272_esr44-civmil-integration.pdf> (01.08.2009) Charlotte BRETHERTON, John VOGLER, The European Union as a Global Actor, New York, Routledge, 2006 Andrea CIAMBRA, “Normative Power Europe: theory and practice of EU norms. The case of Macedonia’’, Jean Monnet Working Papers, No.64, 2008, <http://www.fscpo.unict.it/EuroMed/jmwp64.pdf> (18.12.2008) Thomas DIEZ, ‘‘Constructing the Self and Changing Others: Reconsidering Normative Power Europe’’, Journal of International Studies, Vol. 33, No: 33, 2005 F. DUCHÊNE, ‘The European Community and the Uncertainties of Interdependence’ in Kohnstamm, M. And Hager, W. (eds.), A Nation Writ Large? Foreign - Policy Problems before the European Community, London, Macmillan, 1973 Simon DUKE, ‘‘Consistency as an issue in EU External Activities’’, European Institute of Public Administration Working Paper 99/W/06, 2009, <http://aei.pitt.edu/542/01/99w06.pdf> (15.02.2009) Simon DUKE, The Elusive Quest for European Security, London, Macmillan, 2000 EU Council Secretariat, ‘‘EU Battlegroup’’, Factsheet, Feb.2007, <http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cmsUpload/Battlegroups_February_07factsheet.pdf> (01.08.2009) European Commission, Conflict Prevention and Crises Management Unit, ‘Civilian Instruments for EU Crises Management’, 2003, <http://ec.europa.eu/external_relations/cfsp/doc/cm03.pdf> (19.01.2009) European Council, ‘Civilian Headline Goal 2008’, Brussels, 2004, DG E IX, <http://register.consilium.eu.int/pdf/en/04/st15/st15863.en04.pdf> (01.12.2008) 26 SERTAN AKBABA European Security and Defense Policy: the civilian aspects of crises management’, EU Council Secretariat, 2007, <http://www.consilium.europa. eu/uedocs/cmsUpload/Background_JPO_2007-Civilian_aspects_compressed. pdf> (01.12.2008) Roy GINSBERG, “Conceptualizing the European Union as an International Actor: Narrowing the Theoretical Capability – Expectations Gap’’, Journal of Common Market Studies, Vol. 37, No.3, 1999 Catriona GOURLAY, ‘‘European Union Procedures and Resources for Crises Management’’, International Peacekeeping, Vol.11, No.3, 2004 Hiski HAUKKALA, ‘‘The EU as a Regional Normative Hegemon: The Case of European Neighbourhood Policy’’, Central and East European International Studies Association (CEEISA) 4th Convention, 2006, <http://www.ceeisaconf.ut.ee/orb.aw/class=file/action=preview/id=164113/Haukk ala.pdf> (05.07.2009) Björn HETTNE, Söderbaum FRERDIK, ‘‘Civilian Power or Soft Imperialism? The EU as a Global Actor and the Role of Interregionalism, European Foreign Affairs Review, Vol.10, No: 4, 2005 Christopher HILL, ‘‘The Capability – Expectations Gap, or Conceptualizing Europe’s International Role, Journal of Common Market Studies, Vol. 31, No.3, 1993 Martin HOLLAND, ‘‘Bridging the Capability- Expectations Gap: A case study of the CFSP Joint Action on South Africa’’, Journal of Common Market Studies, Vol.33, No. 4, 1995 Jolyon HOWORTH, Security and Defence Policy in the European Union, New York, Palgrave Macmillan, 2007 Ronald HOLZHACKER, ‘‘Democratic Legitimacy and the European Union’’, European Integration, Vol. 29, No.3, 2007 Adrian HYDE-PRICE, ‘‘European Security, Strategic Culture and, the Use of Force’’, European Security, 13 (4), 2004 Richard Wyn JONES, Security, Strategy, and Critical Theory, Lynee Rienner Publishers, 1999 Chris LINDBORG, ‘‘European Approaches to Civilian Crises Management’’, British American Security Information Council, Basic Special Report, 2002, <http://www.basicint.org/pubs/Research/2002ccm.pdf> (25.12.2008) Ian MANNERS, ‘‘The European Union as a Normative Power: A Response to Thomas Diez’’, Millenium: Journal of International Studies, Vol. 35, No.1, 2006 Ian MANNERS, ‘‘Normative Power Europe: A Contradiction in Terms?’’, Journal of Common Market Studies, Vol. 40, No: 2, 2002 MEASURING EU ACTORNESS THROUGH CFSP AND ESDP: CIVILIAN POWER EU 27 Ian MANNERS, ‘‘Normative Power Europe Reconsidered: From Civilian to Military power: the EU at crossroads?’’, CIDEL Workshop, Oslo 22-23 October 2004, <http://www.arena.uio.no/cidel/WorkshopOsloSecurity/ Manners.pdf> (27.01.2009) James G. MARCH, OLSEN Johan P., ‘‘The Logic of Appropriateness’’, Arena Working Paper, 04/09, Centre for European Studies, 2009, <http://www.arena.uio.no/publications/wp04_9.pdf> (15.07.2009) Janne Haaland MATLARY, ‘‘When Soft Power Turns Hard: Is an EU Strategic Culture Possible?, Security Dialogue, Vol. 37 (1), 2006 Hanns MAULL, ‘‘Europe and The New Balance of Global Order’’, International Affairs 81/4, 2005 MESSNER Dirk, ‘‘The European Union: Protagonist in a Multilateral World Order or Peripheral Power in the Asia-Pacific Century?’’, IPG I/2007, 2007, <http://library.fes.de/pdf-files/ipg/ipg-2007-1/03_a_messner_gb.pdf>, (04.05.2009) David MITRANY, “A Working Peace System”, Chicago, Quadrangle Books, 1966 Jennifer MITZEN, ‘‘Anchoring Europe’s Civilizing Identity: Habits, Capabilities and Ontological Security’’, Journal of European Public Policy, Vol. 13, No: 2, 2006 Robert NALBANOV, ‘‘Battle of Two Logics: Appropriateness and Consequentiality in Russian Interventions in Georgia’’, Caucasian Review of International Affairs, Vol.3 (1) Winter, 2009, <http://cria-online.org/6_3.html> (02.08.2009) Agnieszka NOWAK, ‘‘Civilian Crises Management within ESDP’’in Civilian Crises Management: The EU Way”, Chaillot Paper, No.90, (ed.) by Agnieszka Nowak, 2006 Christopher PIENING, Global Europe, The European Union in World Affairs, Colorado, Lynne Rienner Publishers, Inc., 2007 Public opinion in the EU, Standard Eurobarometer Survey 66, Autumn 2006, <http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb66/eb66_highlights_en.pdf> (15.01.2009) Gerard QUILLE, Gasparani GIOVANNI, Roberto MENOTTI, Nicoletta PIROZZI, ‘‘Developing EU Civil Military Coordination: The Role of the New Civilian Military Cell’’, Joint report by ISIS Europe and CEMISS, (ed.) Stephen Pullinger, 2006 Richard ROSECRANCE, ‘‘Paradoxes of European Foreign Policy The European Union: A New Type of International Actor’’, EUI Working Papers, RSC 97/64 Hazel SMITH, European Union Foreign Policy What it is and What is does, London, Pluto Press, 2006 28 SERTAN AKBABA Karen E. SMITH, ‘‘Still civilian power EU?’’, European Foreign Policy Unit Working Paper, 2005/1, <http://www.lse.ac.uk/Depts/intrel/pdfs/EFPU %20Working%20Paper%202005-1.pdf> (08.02.2009) Stelios STAVRIDIS, ‘‘Why the ‘Militarising’ of the European Union is Strengthening the Concept of a ‘Civilian Power Europe’’, 2001/17, EUI Working Papers, <http://www.iue.it/RSCAS/WP-Texts/01_17.pdf> (11.02.2009) Daniel THYM, ‘‘Reforming Europe’s Common Foreign and Security Policy’’, European Law Journal, Vol.10, No.1, 2004 Nathalia TOCCI, ‘‘Profiling Normative Foreign Policy: The EU and its Global Partners’’, CEPS Working Document, No. 279/ 2007, <http://shop.ceps.eu/BookDetail.php?item_id=1578> (25.01.2009) Treaty Establishing the European Gendarmerie Force, <http://www.eurogendfor.org/referencetexts/EGF%20Treaty%20english%20versi on.pdf> (03.08.2009) Treaty of Rome, Articles 181a, 182- 188 of the Consolidated version of the Treaty Establishing the European Community, Official Journal of the European Communities, C 325/33, 2002. Ole WAEVER, ‘‘European Security Identities’’, Journal of Common Market Studies, Vol. 34, No:1, 1996 Charlotte WAGNSSON, ‘‘The EU as strategic actor, pragmatic‘re-actor’ or passive pole?’’ Paper presented at third Pan-European Conference on EU Politics, 2123 September 2006, Istanbul, <http://www.jhubc.it/ecpristanbul/virtualpaperroom/029.pdf> (22.12.2008) Arnold WOLFERS, “The Goals of Foreign Policy”, (Chapter Five) Discord and Collaboration: Essays on International Politics, Baltimore: The Johns Hopkins Press, 1962 Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 8, No:2 (Yıl: 2009), s.29-46 AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK (SUBSIDIARITY) İLKESİ Feza Sencer ÇÖRTOĞLU∗ Özet Avrupalılaşma sürecinin AB siyasal sistemi ile gerçek anlamda tanışmasını önce Avrupa Tek Senedi ve daha sonra Maastricht Antlaşması’nın imzalanması ile tarihlendirebiliriz. Aynı dönem içinde çok katmanlı yönetişim modeli de, Avrupalılaşma süreci ile birlikte yükselişe geçmiştir. Avrupalılaşma sürecinin bu şekilde önem kazanması AB Çevre Politikasının gelişimine de hizmet etmiştir. Yerindenlik ilkesi de AB siyasal sürecinde esasen AB Çevre Politikasının daha etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacından doğmuştur. Bunun sonucunda da Avrupalılaşma süreci, AB Çevre Politikası ve Yerindenlik İlkesi arasında karmaşık bir ilişki başlamıştır. Avrupalılaşma sürecinin başında, yerindenlik ilkesi AB Çevre Politikasının etkinliği için AB üst yapısı ve yerel hükümetlere daha fazla otorite sağlanması gerektiği şeklinde tanımlanmak istenirken, Avrupalılaşma sürecinin çevre politikası üzerine önceden öngörülemeyen etkisi sonucunda, özellikle yerel hükümetlerin AB Çevre Politikasına katılımları zorlaşmış ve Avrupalılaşma süreci, yerindenlik ilkesine, AB Çevre Politikası için başlangıçta öngördüğünün tersi bir rol yüklemiştir. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği Çevre Politikası, Avrupalılaşma Süreci, Yerindenlik İlkesi, Çok-Katmanlı Yönetişim Modeli. Abstract The introduction of Europeanisation process within European Union political system in a real manner can be dated back initially to the Single European Act and then to the Maastricht Treaty. The new period also signifies the rise of multi-layered governance system in line with Europeanisation. The growing importance of Europeanisation process also entails to the development of EU Environmental Policy. The Subsidiarity principle was born in EU political process as a result of the implementation concerns about EU Environmental policy. As a consequence, the complex relationship has begun among Europeanisation process, EU Environmental ∗ Uzman, Dr., Ankara Üniversitesi 30 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU policy and subsidiarity principle. In the beginning of Europeanisation, subsidiarity principle wanted to be defined as attribution to more authority to supreme authority of EU and devolution of more power to local governments; however the unexpected result of Europeanisation has made local governments difficult to participate in EU Environmental Policy. So Europeanisation undertakes subsidiarity principle with a new role for EU Environmental policy in contrast to a previous one. Key Words: European Union Environmental Policy, Europeanisation Process, Subsidiarity Principle, Multi-Layered Governance Model. Giriş ‘Avrupalılaşma’ süreci son yıllarda Avrupa Birliği’nin (AB) Bütünleşmesi üzerine çalışan araştırmacılar açısından önemli bir çalışma konusu haline gelmiştir. Bunun nedenleri arasında Bütünleşme sonucunda, AB siyasal sisteminin yanı sıra, üye devletlerin siyasal süreçlerine olan etkisini inceleme ihtiyacı gelmektedir. Bu çalışmada ise, Avrupalılaşma sürecinin Avrupa Birliği Çevre Politikasının gelişiminde oynadığı rol ve yerindenlik ilkesi ile ilişkisi mercek altına alınmaktadır. AB Çevre Politikası, Avrupalılaşma sürecinin gelişiminden fayda sağlayarak son yıllarda büyük önem kazanmıştır. Buna karşılık AB Çevre Politikasının uygulanmasının getirdiği kendine özgü zorluklar, Avrupalılaşma sürecinin ortaya koyduğu çeşitli ilkelerin üye devletlerce ortak bir şekilde yorumlanmasını engellemektedir. Bu ilkelerin başında yerindenlik ilkesi yer almaktadır. Yerindenlik ilkesi, Avrupalılaşma süreci ile birlikte AB Çevre Politikası’nda yer edinmesine karşılık, AB Çevre Politikası’nın uygulanmasındaki zorluklar nedeniyle, ilkenin yorumu başlangıçtaki rotasından farklı bir yol izlemek zorunda kalmıştır. Başlangıçta Avrupalılaşma süreci, yerindenlik ilkesinin yorumlanmasında AB Çevre Politikasında Komisyon gibi üst yapı kurumlarının ve üye devletlerde de yerel yönetimlerin daha fazla rol alması amacını vurgularken, sonraki gelişmeler sonucunda süreç beklenmeyen bir şekilde tersine etki yaratmıştır. Uygulamada yaşanan zorluklar nedeniyle süreç üye devletlerde merkezi otoriteleri daha da güçlendirerek, özellikle yerel yönetimlerin AB Çevre Politikasındaki rollerinin kısıtlandığı bir ortamın oluşmasına yol açmıştır. Avrupalılaşma Sürecinin Tanımlanması Avrupalılaşma sürecine, konu ile ilgili akademisyenlerce çeşitli şekillerde tanımlamalar getirilmektedir. Bunların arasında Stephen George1, Avrupalılaşmayı özetle “Avrupa Birliği’ne üyelik sonucunda, üye devletlerin ulusal politikalarının üzerindeki güçlü bir etki” olarak açıklamaktadır. Burada George Avrupalılaşmanın etkisini tek yönlü olarak açıklayarak, üye devletin siyasal sisteminin AB’den güçlü bir şekilde etkilenerek değişime uğradığını belirtmektedir. Buna benzer şekilde ancak daha 1 Stephen George, “The Europeanisation of UK Politics and Policy-Making: the Effect of European Intagration on the UK”, Quenn’s Papers on Europeanisation, no 8, 2001, p.1. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 31 da özele inerek Bulmer ve Burch2 Avrupalılaşmayı, “Avrupa bütünleşme sürecinin ulusal düzeyde özellikle üye devletin idari kurumları üzerindeki etkisini tanımlayan bir araç” olarak betimlemektedir. Bu düşünceye göre, Avrupalılaşmanın etkisini en çok ulusal yönetimlerin üzerinde görmek mümkündür. Bulmer ve Radaelli3 ise Avrupalılaşmayı bir seri politika süreci ile açıklamaktadır. Politika süreci; a) Politikanın düzenlenmesi, b) Değerlerin ve inançların yaygınlaştırılması, c) Resmi ve resmi olmayan kuralların, politik değerler dizisinde, siyasal yapılarda ve kamu politikalarında yer alması olarak açıklanmaktadır. Süreç kısaca tasarlanan politikanın pratiğe konulması olarak özetlenmektedir. George, Bulmer, Burch ve Radaelli’den farklı bir yaklaşım getiren Bomberg ve Peterson4 ise, Avrupalılaşmanın sadece tek taraflı etki eden bir süreç olmadığını savunmaktadır. AB bütünleşme sürecinin yalnızca üye devletleri etkilemediğini, üye devletlerinde AB üst yapısına yönelik çeşitli etkilerinin bulunduğunu, bundan dolayı da sürecin aslında tek yönlü değil, iki yönlü olarak işlediğini ortaya koymaktadır. Buna göre Avrupa’nın bütünleşmesi üye devletlerin “ulusal politikalarını (çevre politikası gibi), siyasetlerini (ulusal siyasal söylem) ve ulusal kurumlarını” etkilemektedir fakat aynı zamanda üye devletler de Avrupa’nın bütünleşmesini kendi ulusal çıkarlarına göre şekillendirmektedir. Avrupalılaşma sürecinde görülen AB üst yapısı ve üye devletlerin karşılıklı etkileşimi kendisini, AB Çevre Politikası içinde yerindenlik ilkesinin farklı şekillerde yorumlanmasında da göstermektedir. Avrupalılaşma Süreci ve AB Çevre Politikasının Gelişimi Avrupa Birliği’nde Avrupalılaşma sürecinin ivme kazanmasının arkasındaki en büyük etmenin, AB politikalarının üye devletlerdeki uygulanma etkinliğinin arttırılması ve bu amaçla da uluslarüstü bir otorite olarak AB’nin, ulusal hükümetlerin otoritelerine karşı yetkisinin güçlendirilmesi düşüncesi olduğunu savunabiliriz. Bu yaklaşımın arkasındaki mantığı ise; uluslarüstü otorite olarak AB’nin, üye devletlerin kendi iç dinamiklerinin yol açtığı sınırlamalar yüzünden çeşitli konularda etkin politika geliştiremediklerinde, bu durumda AB’nin kendi üst otoritesini kullanarak daha etkin politika üretebilmesinin hedeflenmesi olarak açıklayabiliriz. Bir AB politikasının geçerli bir şekilde tasarlanabilmesi ve daha sonra üye devletlerde etkin bir şekilde uygulanabilmesinin gerekliliği, Avrupalılaşma sürecinin gelişimi için bir teşvik olmuştur. Buradan hareketle etkinlik endişesi, AB’nin 2 Simon Bulmer ve Martin Burch, “Coming to Terms with Europe: Europeanisation, Whitehall and the Challenge of Devolution”, Quenn’s Papers on Europeanisation, no 9, 2000, p.2. 3 Simon Bulmer ve Claudio M. Radaelli, “The Europeanisation of National Policy?”, Quenn’s Papers on Europeanisation, no 1, 2004, p.4. 4 Elizabeth Bomberg ve John Peterson, “Policy Transfer and Europeanization: Passing the Heineken Test?” Quenn’s Papers on Europeanisation, no 2, 2000, p.2. 32 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU uluslarüstü bir yapı olarak güçlenmesine hizmet etmesinin yanında, aynı zamanda üye devletlerin politika sahalarına girerek onların bu sahadaki otoritelerine ‘ortak’, çeşitli durumlarda da onların otoritelerini ‘azaltma’ amacının güdülmesine yol açmıştır. Bu da AB içinde ulusal hükümetlerden özerk olarak, kendi otoritesini elinde tutan güçlü kurumlara sahip olunmasını gerektirmektedir. Bu amaç doğrultusunda da, diğer bir deyişle daha etkin karar alabilmek ve bunu uygulayabilmek gayesiyle, AB’nin uluslarüstü karakteri zaman içerisinde güçlenmiştir. Uluslarüstü yapının güçlendirilmesi, AB politikalarının etkinliği için bir ön koşul olarak görülmüştür. Bu sebeple başlıca AB Kurumları olan Komisyon, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Toplulukları Adalet Divanı gibi kurumlar, sözü edilen Avrupalılaşma sürecinde giderek otoritelerini arttırmışlardır. Bu durum ise AB üst-yapısı ile üye devletler arasında zaman zaman gerilime yol açabilmektedir. Üye devletler, etkinlik uğruna kendi siyasal alanlarında doğacak egemenlik kaybına karşı çıkmakta, buna karşılık AB uluslarüstü yapısını oluşturan kurumlar da etkinlik için daha fazla otorite talep etmektedir. 1985 yılında AB Komisyonunun Beyaz Kitap (White Book) yayınlayarak Tek Pazarın tamamlanması gerektiğini dile getirmesi, Avrupa Tek Senedi’nin (Single European Act) imzalanmasına doğru giden yolda önemli bir adım olmuştur. Böylece ‘Avrupa Tek Senedi’ (1987) ve daha sonra ‘Maastricht Antlaşması’ (1993) imzalanarak AB için yeni bir dönemin sayfaları açılmıştır. Bu yeni dönem ile birlikte ‘Avrupalılaşma süreci’ ve ‘AB Çevre Politikasının’ AB gündemine güçlü bir şekilde oturduğu görülmektedir. Bu yeni dönem ile birlikte hem Avrupa Birliği’nin, hem de üye devletlerin siyasal süreçleri gelişmelerden dolayı derinden etkilenmeye başlamıştır. Bu gelişmeler arasında, ‘ağırlıklı oy çokluğu sisteminin’ AB karar alma süreçlerine uygulanmaya başlanması, AB’nin ulus-üstü yapısının güçlenmesine imkân tanımış ve üye devletlerin karar-alma alanındaki egemenliklerini sınırlamaya başlamıştır. Üye devletlere kararalma mekanizmasında büyük güç veren ‘oy-birliği sistemi’, bir başka anlatımla veto gücünün kullanımının belirli konulara indirgenmesi, üye devletlerin egemenlik kaybına, aynı zamanda ise AB üst yapısının gelişimine hizmet etmiştir. Avrupalılaşma sürecinin ilerlemesi, AB’nin bütünleşmesini açıklamada en geçerli teorik model olarak görülen ‘hükümetler-arası yönetişim’ (inter-governmental governance) yaklaşımının öneminin inişe geçişine de sebep olmuştur. Hükümetler-arası yönetişim modelinin bütünleşmenin sadece üye devletlerin kontrolünde gerçekleşen bir süreç olarak gören yaklaşımının yanında, yeni dönemde ‘çok-katmanlı yönetişim’ (multi-level governance) modelinin öne çıkışına tanıklık edilmektedir. Bu modelin kuramsal kurucularından Gary Marks’ın5 belirttiği gibi, karmaşık AB siyasal sürecinde hala ulusal hükümetler en belirleyici aktörler konumunda bulunsalar bile, ulus-üstü ve yerel aktörlerde politika sürecinde etki sahibi olmaya başlamıştır. 5 Gary Marks, “European Integration from the 1980s: State Centric v. Multilevel Governance”, Journal of Common Market Studies, vol 34, no 3, 1996, Alıntı yapan Clive Archer, The European Union: Structure and Process, London, Continuum, 2000, p.33. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 33 Avrupa Tek Senedi ve Maastricht Antlaşması ile başlayan yeni dönem de, AB Çevre Politikası da yeni bir evreye geçmiştir. Mengi ve Algan’ın6 belirttiği gibi Avrupa Tek Senedi’nden önce AB Çevre Politikasının önemi diğer ekonomi politikalarının yanında oldukça geri planda kalmaktaydı. Buna karşılık Avrupa Tek Senedi (ATS) ile çevre politikası AB içerisinde önemli bir politika sahası haline gelmiştir. ATS ile Kurucu Roma Antlaşması’nda yer bulan 130r, 130s ve 130t Maddeleri AB Çevre Politikası için sağlam bir yasal zemin inşa etmiştir. Avrupa Tek Senedi’nde ‘çevre’ ile ilgili bölüm yer alana kadar, AB Çevre Politikası’nın sağlam bir ‘yasal temeli’ bulunmamaktaydı. 1985 yılında Avrupa Toplulukları Adalet Divanı tarafından alınan karar ile çevrenin korunmasının Topluluğun önemli amaçlarından birisi olduğu mütalâası, 1986 yılında Avrupa Tek Senedi ile kurucu antlaşmaya ‘7 Numaralı Çevre’ ile ilgili bölümün eklenmesi ile tamamlanmıştır. ATS ile birlikte Topluluk çevresel konularda yasal ehliyet elde etmiştir. Daha sonra Maastricht Antlaşması ile de bu yasal zemin daha da güçlü bir kaideye oturtulmuştur. Avrupa Tek Senedi’nde çevre politikalarına verilen önemin temelinde, ‘Tek Pazar’ içerisinde alınan çevresel önlemlerin sonucunda, üye devletlerin arasında meydana gelebilecek ticaretin önünde ‘görülmeyen duvarların’ oluşması endişesi, bundan dolayı da Tek Pazar kurallarının uyumunun üye devletler arasında zarar görmesi kaygısı bulunmaktaydı7. ATS ile yaşanan bir diğer değişim ise, üye devletlerin karar-alma sürecinde bağlı oldukları oy verme kurallarında da değişikliğe gidilmesi ve AB Çevre Politikası karar alma mekanizmasının iki kategoriye ayrılmasıdır. ‘Ticaret’ ile ilgili çevresel önlemlerde karar alma da ‘nitelikli oy çokluğu’ sistemi uygulanmaya başlanırken, ‘geleneksel çevre koruma’ ile ilgili konularda ise karar almada ‘oy birliği’ sistemi devam etmiştir. Yeni dönemin bir diğer önemli köşe taşı Maastricht Antlaşması, AB’nin Çevre Politikası konusunda politika düzenleme alanındaki etkinliğini güçlendirerek, ‘çevreyi dikkate alan sürdürülebilir büyümeyi AB’nin temel amaçlarından’8 biri olarak ortaya koymuştur. Antlaşmada ‘yerindenlik’ ilkesinin, çevre politikasının yanı sıra, diğer bütün politika sahalarında da uygulanmasına karar verilmiştir. Nitelikli oy çokluğu sistemi, hemen bütün çevresel konular için standart bir süreç haline getirilmiş ve ‘ortak-karar’ (co-decision) sistemi Avrupa Parlamentosuna yasa taslaklarının düzeltilmesi sürecine katılımı konusunda daha fazla güç vermiştir9. Peterson ve Bomberg’e10 göre ‘ortakkarar’ sisteminin kullanılmaya başlanması, Avrupa Parlamentosunun siyasal süreçteki rolünü yenilemiştir. Özellikle Avrupa Parlamentosunda yer alan sektörel komitelerin 6 Ayşegül Mengi ve Nesrin Algan, Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel Sürdürülebilir Gelişme: AB ve Türkiye Örneği, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003, s.189-190. 7 John Peterson ve Elizabeth Bomberg, Decision-Making in the European Union, London, Macmillan, 1999, p. 177. 8 Maastricht Antlaşması Madde 2. 9 John McCormick, “Environmental Policy” (193-210), Laura Crom, Desmond Dinan, Neill Nugent (der.), Developments in the European Union, New York, St. Martin’s Press, 1999, s. 195. 10 John Peterson ve Elizabeth Bomberg, Decision-Making in the European Union, London, Macmillan, 1999, s. 44. 34 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU önemi artmıştır. Bunların arasında ‘Çevre ve Tüketici İşleri Komitesi’ çeşitli sektörel ağların içine girerek, Komisyon tarafından sürekli olarak danışılan bir organ haline gelmiştir. Bu şekilde de Komite siyasi tartışmaların içinde kendine yer bulabilmektedir. Bütün bu gelişmelere rağmen, Konsey yine de üye devletlerin hükümetlerini en üst şekilde temsil eden kurum olarak AB içerisinde esas gücü elinde bulundurmaktadır. Avrupalılaşma Sürecinde AB Çevre Politikası-Yerindenlik İlkesi İlişkisi Avrupa Tek Senedi’nin (ATS) AB siyasal sistemine getirdiği bir diğer önemli yenilik ise ‘yerindenlik’ ilkesi olmuştur. Yerindenlik ilkesinin hem Avrupalılaşma süreci hem de AB Çevre Politikası açısından önemine karşılık, ilkenin yorumlanmasında AB üst yapısı ile üye devletler arasında çeşitli farklılıklar görülmektedir. Yerindenlik ilkesi, Avrupa Tek Senedi’yle birlikte AB siyasal sürecine tanıştırılmasından beri oldukça muğlâk bir ifade taşımaktadır. Bütün bu muğlâklığa rağmen ATS ile başlayan yeni dönem, Avrupalılaşma süreci, AB Çevre Politikası ve yerindenlik ilkesi arasında ki üçlü bir etkileşime tanıklık etmektedir. AB üst yapısı Avrupalılaşma sürecinde, AB Çevre Politikasının daha etkin bir karar mekanizması ile oluşturulan kararlar çerçevesinde, daha etkin bir şekilde uygulanmasını öngörerek yerindenlik ilkesini yorumlamak isterken, buna karşılık üye devletler kendi siyasal sistemlerine uygun bir şekilde yerindenlik ilkesini yorumlayarak uygulamak istemektedir. Sonuçta ise AB Çevre Politikasının üye devletlerde uygulanmasında yaşanılan zorluklar, bu konudaki asıl belirleyici öğe olmaktadır. Avrupalılaşma Sürecinde Yerindenlik İlkesinin Açılımı Yerindenlik ilkesinin ‘Avrupa Tek Senedi’ ile AB siyasal sürecine girişinden itibaren tanımı konusunda AB üst-yapısı ve üye devletler arasında farklılık bulunmaktadır. Bu tanımlamadaki farklılık kendisini özellikle AB Çevre Politikasında göstermektedir. Üye devletler yerindenlik ilkesini kendi çevre yönetimlerine göre tanımlamak istemektedir. Yerindenlik ilkesinin farklı şekillerde tanımlanması aslında üye devletler ve Komisyon arasındaki politika sürecindeki rekabetin bir örneğidir. Bu rekabet kendisini yerindenlik ilkesinin tanımlanmasında da göstermektedir. Komisyon yerindenlik ilkesini kendi ulus-üstü otoritesini güçlendirecek şekilde Avrupalılaştırmak istemekte, buna karşılık üye devletler ise kendi ulusal siyasal süreçlerinde egemenliklerinin azalmasına karşı çıkmakta ve yerindenlik ilkesinin kendi siyasal sistemlerine uygun bir şekilde Avrupalılaşmasını istemektedir. Bu çekişme nedeniyle, McCormick’in11 işaret ettiği gibi, yerindenlik ilkesi AB içerisinde oldukça muğlâk bir şekilde tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre AB ancak “önerilen eylemin amaçları gerektiği şekilde üye devletler tarafından yerine getirilemezse, dolayısıyla bu amaç Topluluk tarafından daha iyi bir şekilde yerine getirilecekse” faaliyete geçebilecektir. Bu ifade gerçektende oldukça yoruma açıktır ve 11 John McCormick, The European Union: Politics and Policies, Oxford, Westview Press, 1996, p.203. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 35 Peterson ile Bomberg’in12 belirttiği gibi “diğer bütün anayasal prensiplerde olduğu gibi yerindenlik ilkesi yasal olarak yorumlanmaya ve anlamının ortaya koyulabilmesi için siyasal diyaloga” ihtiyacı bulunmaktadır. Yerindenlik ilkesinin AB siyasal sürecine girmesi nispeten yeni olmasına rağmen, aslında ilkenin geçmişi oldukça eskidir. Yerindenlik ilkesinin kökeni ‘Katolik Sosyal Doktrini’ne’ dayanmaktadır. Katolik Sosyal Doktrini’nde yerindenlik ilkesi, en yüksek seviyede bulunan hükümet tarafından, daha alt seviyede bulunan hükümetlere ilişkilerini sosyal bir özerklik içerisinde yürütmelerini sağlama yetkisinin verilmesi şeklinde uygulanmıştır. AB siyasal sürecinde ise, Franklin ve Wilke’nin13 belirttiği gibi yerindenlik ilkesi Avrupa Tek Senedi’nde çevre politikası için ortaya koyulduğunda, Topluluk mevzuatının gelişimi ve giderek artan hacmi sonucu artık hükümet etmenin ulusal düzey yerine, Topluluk düzeyinde daha uygun olacağı öngörülmüştür. Ancak Streeck’in14 de açıkladığı gibi Maastricht’ten sonraki dönemde bu prensip aşağı düzeydeki hükümetlerin, yani ulusal hükümetlerin imtiyazını koruyarak, AB’nin yüksek otoritesini ikinci plana atmıştır. Buna göre AB’nin yüksek otoritesi alt derecedeki hükümetlere (ulusal hükümetlere) ancak bu hükümetler AB politikalarının yürütülmesi konusunda etkin olamadıkları zaman müdahale edebilecektir. Bu yorum daha sonra İngiltere’nin Maastricht Antlaşması’na olan itirazları sonucunda daha da değişikliğe uğramıştır15. Bu yeni tanıma ‘laissez-faire’ doktrini eklenmiş ve tanımda alt düzeyde bulunan hükümetler (ulusal hükümetler) politikaların yürütülmesinde etkin olamasalar bile, yüksek otorite olan AB’nin müdahalesine yine alt düzeyde bulunan hükümetler karar verebilir şeklinde yorumda değişikliğe gidilmiştir. Yerindenlik ilkesinin muğlâk yorumu, 1992 yılında Edinburg’da yapılan Avrupa Konseyi toplantısında yerindenlik ilkesinin kullanımı için bir takım temel esaslar ve kılavuz çizgiler hazırlanmasına yol açmıştır. Daha sonra bu esaslar ve kılavuz çizgiler Amsterdam Antlaşması’na (1997) bir protokol olarak eklenmiştir. Bu kapsamda Shaw, Nadin ve Seaton16 yerindenlik ilkesinin Amsterdam Antlaşması’nda iki aşamalı bir test olarak sunulduğunu belirtmektedir. Buna göre birinci aşamada AB kendisinin konu üzerindeki yetkisini, bir başka deyişle, AB kurumlarının üye devletlerin yerine davranmalarının daha yerinde olacağını kanıtladıktan sonra, ikinci aşamada ‘orantılılık’ ilkesi (proportionality) kullanıma sokulmaktadır. Orantılılık ilkesine göre, AB’nin önerdiği eylemin düzeyinin gerekli olduğunun haklı çıkarılması gerekmektedir. Bu 12 John Peterson ve Elizabeth Bomberg, Decision Making in the European Union, London, Macmillan, 1999, p.57. 13 Michael Franklin ve John Wilke, Britain’s Future in Europe, London, Pinter Publishers, 1990, p.83. 14 Wolfgang Streeck, “Neo-Voluntarism: A New European Social Policy Regime”, Derleyen Gary Marks ve Philippe Schmitter, Governance in the European Union, London, Sage Publications, 1996, p.79. 15 Vaughne Miller, International Affairs and Defence Section, House of Commons Library, Research Paper, no 00/78, 29 Eylül 2000, p.3. 16 David Shaw, Vincent Nadin ve Kim Seaton, “The Application of Subsidiarity in the Making of European Environmental Law”, European Environment, vol: 10, 2000, p.88-89. 36 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU demektir ki “Topluluk tarafından öngörülen herhangi bir eylem, Antlaşmanın amaçlarının elde edilmesi için gerekli olan düzeyden ileriye gidemez”. Orantılılık ilkesi bu şekilde Birliğin üye devletlerin onaylamayacağı eylemleri yapmasını önlemek amacıyla bir sigorta olarak düşünülmüştür. Yukarıda da belirtildiği gibi Edinburg’da yapılan Avrupa Konseyi zirvesi, yerindenlik ilkesinin kullanımı için çeşitli açıklamalar getirmiştir. Bunlar şu şekilde sıralanabilir; a) Topluluk eylemleri ulusal karar-alma sistemine yeterli hareket alanı bırakmak zorundadır. b) İyi oluşturulmuş ulusal düzenlemeler dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır. c) Üye devletlere alt standartlar konulmalı ancak bu yapılırken ulusal yüksek standartlara izin verilmelidir. ç) Topluluk sadece gereken ölçüde yasama faaliyeti yapmalıdır ve yönergeler (directives) tüzüklere (regulations) tercih edilmelidir. Yönergeler de detaylı önlemler şeklinde değil, genel ulaşılacak amacı belirleyen çerçeve yönergeler olarak düzenlenmelidir. Yönerge ve tüzük arasındaki farklılık bazı durumlarda azalsa da, gerçekte bunlar birbirinden farklı yasal araçlardır. Tüzükler ulusal mevzuata doğrudan yansıtılmakta fakat yönergeler ulusal mevzuata esneklik sağlamaktadır. Bu açıdan yönergeler tek yönlü kuralları önlemek için tüzüklere tercih edilmektedir. Çerçeve yönergeler ise yönergelerin daha da esnek şeklini oluşturmakta, üye devletlere ulaşılması gereken genel amaçlar, genel kurallar olarak sunulmaktadır. Bu bağlamda Jeppesen de17 Komisyonun yerindenlik ilkesi ile uyum içerisinde yönergeleri bir araç olarak kullanmak niyetinde olduğunu belirtmektedir. Böylece Komisyon üye devletlerce sonuçlandırılacak amaçları çizmekte ve aynı zamanda üye devletlere bu amaçlara ulaşmada hangi yöntemleri seçecekleri konusunda özgürlük tanımaktadır. Yerindenlik ilkesinin üye devletlerce nasıl kendi siyasal sistemlerine göre yorumlandığını, Jordan ve Jeppesen18 İngiltere ve Almanya örneğini vererek ortaya koymaktadır. 1991 yılında Maastricht Antlaşması’nın görüşüldüğü hükümetler-arası konferans sırasında İngiltere ve Almanya bu ilkeyi birbirlerinden oldukça farklı şekillerde yorumlamışlardır. İngiltere Hükümeti yerindenlik ilkesini AB’nin ulusal politika alanına dâhil olmaması gerektiği şeklinde, öbür yanda ise Alman Hükümeti kendi sistemine uygun olarak gördüğü yerindenlik ilkesini mümkün olduğu kadar Almanya’da olduğu gibi yerel düzeyde yerel hükümetlerine güç aktarımına izin verdiği şeklinde yorumlamıştır. Bu iki zıt kutbun oluşması sonucunda ise Maastricht 17 Tim Jeppesen, “EU Environmental Policy in the 1990’s: Allowing Greater National Leeway ?”, European Environment, vol: 10, 2000, p.97-98. 18 Andrew Jordan ve Tim Jeppesen, “EU Environmental Policy: Adapting to the Principle of Subsidiarity?”, European Environment, vol: 10, 2000, p.66-67. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 37 Antlaşmasında19 İngiliz ve Alman hükümetleri arasında uzlaşma sağlanmaya çalışılmıştır. Bu şekilde merkezi ve merkezi olmayan yönetim eğilimlerinin arasında bir uzlaşmaya gidilmesine rağmen, AB’nin daha derin olarak bütünleşmesine karşı bir kamuoyu tepkisinin oluşması sonucunda, yerindenlik ilkesinin yorumunda yukarıda daha önce değinildiği gibi İngilizlerin liberal yorumu ağır basmaya başlamıştır. Bu yorum sonucunda yerindenlik ilkesi, AB’nin ulusal hükümetler üzerindeki yetkisini mümkün olduğu kadar en alt düzeye indirgemek şeklinde ele alınmıştır. Yerindenlik ilkesinin bu şekilde AB üst yapısını sınırlayıcı olarak kullanılması eğilimi sonucunda, yetkisini kanıtlama zorunluluğu AB’ye verilmiş ve yetkinliğini ispatlaması istenmiştir. Golub20 yerindenlik ilkesinin liberal bir şekilde yorumlanması sonucunda, daha sonraki süreçte AB’nin çevre ile ilgili önerilerinin İngiltere’nin geleneksel siyasal üslubuna uygun olarak hazırlanmaya başlandığını belirterek, buna örnek olarak ‘Bütünleştirilmiş Kirlilik Önleme ve Kontrolü Önerisi’ni21 (1993) göstermektedir. Golub, İngiliz Hükümeti’nin bu öneriyi desteklemesinin nedenini, İngiltere’nin 1990 yılında kendi ülkesinde de benzer düzenlemeler yapmış olmasına bağlamaktadır. İlkenin bu liberal yorumu sonucunda, Somsen22 günümüzde yasal araçların, düzenleyici tekniklerin ve araçların seçiminde yerindenlik ilkesinin, Komisyonun çevre politikasının uygulanmasında en az derecede sorumluluk alması şeklinde kullanıldığını belirtmektedir. Bursens23’in ortaya koyduğu gibi “yerindenlik ilkesi, AB’nin dikkatini başlıca üye devletlerin mevzuatının uyumlaştırılmasına vermesine” yol açmaktadır. Bu da bir bakıma AB karar-alma mekanizmasının neden daha güçlü bir şekilde Avrupalılaştığını da geçerli bir şekilde açıklamaktadır. AB Çevre Politikasının Avrupalılaşması ve Yerindenlik Avrupalılaşma sürecinde başlangıçta AB Çevre Politikasının üye devletlerde daha etkin bir şekilde uygulanabilmesi için, yerindenlik ilkesi ile Birlik üst yapısının ve üye devletlerin yerel yönetimlerinin, AB siyasal sürecinde daha aktif olmaları tasarlanmıştır. Buna karşılık daha sonra AB Çevre Politikasının uygulanmasındaki zorluklar nedeniyle, Avrupalılaşma süreci tersine bir etki yaratarak, yerindenlik ilkesinde ulusal merkezi otoritelerin daha öne çıkması sonucunu doğurmuştur. 19 Maastricht Antlaşması Madde 3b Jonathan Golub, “British Sovereignity and the Development of EC Environmental Policy”, Environmental Politics, vol: 5, no 4, 1996, p.718-719. 21 Integrated Pollution Prevention and Control Proposal 22 Han Somsen, “Dynamics, Process and Instruments of Environmental Decision-Making in the European Union” (161-205), Derleyen Tim Jewell ve Jenny Steele, Law in Environmental Decision-Making: National, European and International Perspectives, Clarendon Press, Oxford, 1998. p. 205. 23 Peter Bursens, “Environmental Interest Representation in Belgium and the EU: Professionalisation and Division of Labour within a Multi-Level Governance Setting”, Environmental Politics, vol: 6, no 4, 1997, p.57. 20 38 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU Avrupalılaşma süreci, AB Çevre Politikasının etkinliği üzerine çalışan araştırmacılar için önemli bir analiz aracı sağlamıştır. Bu konudaki araştırmacılar Avrupalılaşma seviyesinin yeterli oranda gerçekleştiği üye devletlerde, AB Çevre Politikasının da daha etkin bir şekilde uygulandığı sonucunu çıkarmaktadır. Bu yaklaşımı benimseyen Knill24 üye devletlerde farklı düzeylerde gerçekleşen Avrupalılaşmanın üye devletlerin ulusal sistemleri üzerindeki etkisini incelemiştir. AB politikalarının etkin bir şekilde uygulanma düzeyi Knill25 tarafından, “AB yasaları tarafından tanımlanan amaçları yerine getirebilmek için ulusal düzeyde ulus-üstü önlemlerin pratik kullanımı ve resmi olarak kuralların yansıtılma seviyesi” olarak ortaya koyulmaktadır. Knill’e göre politikaların uygulanması incelenirken ‘adaptasyon baskısı’ önemli bir analitik kavram özelliği taşımaktadır. Burada adaptasyon baskısı “AB’nin talepleri ile ulusal yapılar arasındaki kurumsal uyuşmazlık seviyesi” olarak ortaya koyulmaktadır. Knill26 bu adaptasyon baskısını temel olarak üç seviyede açıklamaktadır. Bu üç seviyede meydana gelen baskıya göre politikanın uygulanması başarı veya başarısızlık ile sonuçlanmaktadır. Sözü edilen ayırıma göre ilk seviye ‘yüksek adaptasyon baskısıdır’. Buna göre AB’den bir üye devlete yüksek adaptasyon baskısının bulunduğu bir durumda, politikanın uygulanmasının başarısızlık ile sona ermesi büyük olasılıktır. Bunun nedeni de AB’nin üye ülkedeki ‘ulusal kurumların öz yapıları ve pratiklerinde’ değişiklik yapılmasını talep etmesi ve bunun da gerçekleşmesinin mümkün olmaması, bundan dolayı da AB politikalarının uygulama aşamasında etkin olamayacağından ötürüdür. İkinci seviye ise ‘düşük adaptasyon baskısıdır’. Buna göre ulusal sistemler üzerinde düşük seviyede adaptasyon baskısı bulunması durumunda, AB politikaları ve ulusal sistemler arasında bir mutlak uyum olduğu kabul edilmekte, böylece ulusal sistemin yapısında ve pratiklerinde bir değişim talebi bulunmamaktadır. Bu durumda uygulama da başarı olası görünmektedir. Ara bir seviye olan ‘orta adaptasyon baskısında’ ise AB, ulusal sistemlerde sadece öz idari geleneklerde bir değişiklik yapılmasını talep etmekte, öz yapıların kendisinde bir değişiklik öngörmemektedir. Sonuçta yüksek adaptasyon baskısına göre politika uygulamada daha fazla, buna karşılık düşük adaptasyon baskısına göre uygulamada daha az başarı beklenmektedir. Düşük adaptasyon baskısında üye devlet, AB’den gelen uygulama taleplerini kolaylıkla mevcut kurumlarında önemli değişiklikler yapmadan karşılayabilmektedir. Öbür taraftan üye devletler üzerinde yüksek veya orta seviyede adaptasyon baskısının bulunması durumunda, idari değişiklikler yapılması gerekmektedir. Özellikle yüksek adaptasyon baskısının bulunması durumunda, ulusal sistemde radikal değişiklikler yapılması gerekmekte ve mevcut idari yapıda politikanın uygulanması neredeyse 24 Christoph Knill, “The National Impact of European Union Regulatory Policy: Three Europeanization Mechanisms”, European Journal of Political Research, vol: 41, 2002, p.256. 25 Christoph Knill, “European Policies: The Impact of National Administrative Traditions”, Journal of Public Policy, vol: 18, no 1, 1998, p. 2. 26 Knill, European Policies:..., p.7. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 39 mümkün görünmemektedir. Knill’e27 göre AB politikalarının ulusal idarelerin özüne meydan okuduğu durumlarda, başarısız uygulama sonuçlarının doğması büyük bir olasılıktır. Bunun nedeni de öz değerlerin kurumsal çerçeve içerisinde, derinlerde kökleşmiş olmasında yatmaktadır. Öz değerlerde radikal bir değişiklik yapılmasını talep eden politikaların olduğu gibi uygulanması durumunda, muhtemel sonucun AB taleplerini karşılayamayan eksik, doğru olmayan veya sembolik adaptasyonlar olacağı belirtilmektedir. Knill’in bu düşüncesi Haverland28 tarafından da ele alınarak, bu konuya farklı bir yaklaşım açısı getirilmiştir. Haverland, Knill’in tersine yüksek adaptasyon baskısının her zaman başarısızlık ile sonuçlanmayacağını ön görmektedir. Haverland buna örnek olarak ‘ambalaj atığı yönergesinin’ uygulanmasını göstermektedir. Haverland bu yönergenin uygulanmasının, Knill’in ‘yüksek adaptasyon baskısında AB politikalarının uygulanmasında başarısızlık olacağı’ öngörüsüne tezat oluşturduğu görüşündedir. ‘Ambalaj Atığı’ Yönergesi’nin uygulanması esnasında İngiltere üzerinde yüksek adaptasyon baskısı ve Almanya üzerinde düşük adaptasyon baskısı bulunmasına rağmen, bu yönerge İngiltere’de başarı ile uygulanmış ancak Almanya’da uygulamada başarısızlık meydana gelmiştir. Haverland’a göre yönergenin her ne kadar İngiltere’nin geleneksel yönetim tarzına ters hükümleri bulunsa da kurallara uygun bir şekilde uygulanmıştır. Börzel29 ‘uygulamada adaptasyon baskısına’ farklı bir yaklaşım getirmektedir. Bu yaklaşıma göre uygulamada yetersizlikler her üye ülkede meydana gelebilir. Bütün üye devletlerin AB politikaları ile idari ve yasal sistemleri arasında ‘uyumsuzluk’ (misfit) meydana gelebilir. Börzel AB politikaları ve üye devletlerin idari ve yasal sistemleri arasında uyumsuzluk olduğu zaman, üye devlet üzerinde harici bir baskının idari ve yasal sistemde değişiklikler talep edeceğini tıpkı Knill gibi ortaya koymaktadır. Bu idari ve yasal değişikliğin ise siyasal ve maddi olarak yüksek maliyetler taşıdığını bundan dolayı da kamu otoritelerinin bu yüksek maliyeti taşımak konusunda isteksiz davrandığını açıklamaktadır. Bütün bunlara rağmen Börzel ulusal sistemlerde değişikliklere karşı olunsa bile, idari ve yasal reformların ‘çekiş ve itiş’ faktörü ile gerçekleştirilebileceğini öngörmektedir. Bu düşünceye göre AB’den gelen harici baskının yanı sıra, çevre politikasının uygulanmasında üye devletlerdeki ‘iç’ (domestic) aktörler örneğin sivil toplum örgütleri, uygulamadaki başarı için büyük önem taşımaktadır. Eğer merkezi idare sistemi üzerinde reform yapması için bir iç baskı yok ise, o zaman AB politikasının uygulamasında başarısızlığının meydana gelmesi büyük bir olasılıktır. Avrupalılaşma sürecinin çevresel ve diğer sivil toplum örgütleri üzerindeki olumlu etkisi göz önüne alındığı takdirde bu düşünce ilk bakışta geçerli olarak görünse de, yine 27 Knill, European Policies:..., s.8. Markus Haverland, “National Adaptation to European Integration: The Importance of Institutional Veto Points”, Journal of Public Policy, cilt 20, no 1, 2000, s. 84. 29 Tanja Börzel, “Why There is No Southern Problem. On Environmental Leaders and Laggards in the European Union”, Journal of European Public Policy, vol: 7, no 1, Mart 2000, p.148. 28 40 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU de sivil toplum örgütlerinin ortaya koyduğu iç baskının gücü çok dikkatle ele alınmalıdır. Bu açıdan Ward ve Lowe’nin30 çalışması bize bu konuya yaklaşımda yardımcı olmaktadır. Ward ve Lowe yaptıkları araştırmada, İngiliz çevre gruplarının AB kurumlarından çok, ulusal hükümet ile olan ilişkilerine değer verdiklerini görmüş, dahası çevreci baskı gruplarının çoğunun Avrupa kurumları ile sınırlı bir ilişki içinde bulunduklarını belirtmiştir. Buradan yola çıkarak AB’nin Avrupalılaşma sürecinde çevre politikalarının uygulanmasında, üye devletler üzerinde sivil toplum örgütleri yolu ile bir iç baskı yaratmak istemesi mümkündür ancak bunun gerçekleşmesi için koşulların ne kadar uygun olduğu sorusu akla gelmektedir. Knill Avrupalılaşma sürecinde çevre politikasının uygulanmasında, bir diğer önemli faktör olarak ‘kurumsal veto noktalarını’ incelemektedir. Knill’e31 göre İngiltere örneğinde “idari reformların yerine getirilmesi ve uygulanması kapasitesi, İngiltere’de az sayıdaki kurumsal veto noktasının olması ve İngiliz siyasal sistemindeki merkezi hükümetin güçlü konumu sayesinde yeterli ölçüde bulunmaktadır”. Buna göre eğer bir üye devlette yapılacak reformlara karşı çok sayıda kurumsal veto noktasının bulunması durumunda, aynı şekilde AB politikalarının da uygulanması da bir o kadar zor olmaktadır. Knill’in bu yaklaşımı Jordan’ın konu ile ilgili verdiği örnek ile de örtüşmektedir. Jordan32 İngiltere Çevre Müdürlüğü’nün (Department of Environment)33 Avrupa Tek Senedi görüşmeleri sırasında önceleri ATS’de yer alan ‘nitelikli oy çokluğu’ sisteminin çevresel konularda kullanımına karşı çıktığını, daha sonra ise merkezi hükümetin AB pazarının derinleşmesinin İngiltere’ye olan yararlarını kaybetmemek için Çevre Müdürlüğü’nü ikna etmesi sonucunda, Müdürlüğün nitelikli oy çokluğu sisteminin kullanımına karşı olan tutumunu değiştirdiğini ve çevre politikasının Avrupalılaşmasına karşı bundan sonra bir veto noktası oluşturmadığını açıklamaktadır. Liefferink ve Jordan’ın AB’de 10 üye devlette yaptıkları ulusal çevre politikalarının Avrupalılaşması çalışması, bize Avrupalılaşmanın üye devletler üzerindeki etkisini incelemek açısından büyük katkıda bulunmaktadır. Liefferink ve Jordan34 Avusturya, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, İrlanda, Hollanda, İspanya, İsveç ve İngiltere’yi kapsayan çalışması sonucunda Avrupalılaşma sürecinin üye devletlerin ‘siyasal içerik’ ile ilgili konuları etkilediğini ve bunun içinde yer alan politika araçları, standartlar gibi konuların Avrupalılaşmadan en çok etkilenen konular 30 Stephen Ward ve Philip Lowe, “National Environmental Groups and Europeanisation: A Survey of the British Environmental Lobby”, Environmental Politics, vol: 7, no 4, 1998, p.163164. 31 Christoph Knill, “European Policies: The Impact of National Administrative Traditions”, Journal of Public Policy, vol: 18, no 1, 1998, p.14. 32 Bakınız Andrew Jordan, “National Environmental Ministries: Managers or Ciphers of European Union Environmental Policy?”, Public Administration, vol: 79, no 3, 2001. 33 1997 yılından beri İngiltere Çevre Müdürlüğü, Çevre, Ulaşım ve Bölgeler Müdürlüğü (Department of the Environment, Transport and the Regions) olarak adlandırılmaktadır. 34 Duncan Liefferink ve Andrew Jordan, “An ‘Ever Closer Union’ of National Policy? The Convergence of National Environmental Policy in the European Union”, Quenn’s Papers on Europeanisation, no 10, 2002, p.3. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 41 olduğunu belirtmektedir. Buna karşılık üye devletlerin siyasal kurumlarının ve bunların siyasal üsluplarının Avrupalılaşmanın etkisinden uzak kaldıkları ortaya konulmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Avrupalılaşmanın etkisi hukuki düzenlemeler üzerinde daha etkin olmasına rağmen, politikanın uygulanmasında farklı bir görüntü belirmektedir. Yönergelerin uygulanmasında birincil derecede önem sahip olan siyasal kurumlar ve bunların siyasal üslupları üzerinde Avrupalılaşmanın etkisi oldukça sınırlı kalmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi Liefferink ve Jordan35, Avrupalılaşmanın üye devletler üzerindeki etkisini siyasal içerik (policy content), siyasal üslup (policy style) ve siyasal yapı (policy structure) olmak üzere üç farklı ama birbirini tamamlayan boyutta incelemiştir. Birinci boyut olan siyasal içerikte ‘önleyici yaklaşım’ bir başka deyişle kirliliğin sonuçlarını daha sonra onarmak yerine kirliliği kaynağında engellemek yaklaşımı, 1983 yılındaki ‘Üçüncü Çevre Eylem Planından’ beri AB Çevre Politikasında önemli bir görüş oluşturmuştur. Bunun sonucunda 1980’ler ve 1990’larda pek çok çevresel yönerge, önleyici yaklaşımı öne çıkararak düzenlenmiştir. Böylece hava ve su koruma konusunda bir çok emisyon sınırlaması getirilmiştir. Bunun dışında birçok idari yöntemde AB tarafından gündeme alınmıştır. Bunlar arasında ‘Çevresel Etki Değerlendirme’ (ÇED) ve ‘Çevresel Bilgiye Erişim’ (ÇBE) belli başlı örnekler olarak gösterilebilir. Yukarıda anlatılan siyasal içeriğin üye devletlerde Avrupalılaşması farklı düzeylerde gerçekleşmiş ve genel olarak bakıldığı zaman Almanya, Hollanda, İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler önleyici yaklaşımı kendi siyasal içeriklerine İngiltere, İrlanda, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelere nazaran daha başarılı uyarlamıştır. Liefferink ve Jordan36, siyasal içerikte ki bu farklı Avrupalılaşma düzeylerini daha önce anlatılan Börzel’in ‘uygunsuzluk’ (misfit) yaklaşımından giderek açıklamaktadır. Buna göre önleyici yaklaşım bazı ulusal sistemlere uyumsuzluk göstermekte ve bundan dolayı uygulamada farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak önleyici yaklaşımı savunan ‘su ve hava kirliliği’ yönergeleri, İrlanda ve İngiltere gibi bu tür yaklaşıma uzak pratikleri olan ülkelere uyumsuzluk göstermiş ancak bu yönergelerin düzenlenmesinde önemli pay sahibi olan ülkelere kolaylıkla uyum göstermiştir. Bu ortaya çıkan uyumsuzluk sonucunda İngiltere, Finlandiya, Fransa ve Yunanistan gibi ülkeler yaptıkları ulusal düzenlemelerde nispeten daha az açık kirlilik standartları uygulamışlardır. Liefferink ve Jordan yine de bu farklılıklara rağmen, Avrupalılaşmanın üye devletlerin siyasal içeriklerinde uyum sağladığını ve üye devletlerin endüstri sektöründeki kirlilik sınırları ve paket atıklarındaki yeniden kullanım hedefleri gibi konularda ortak çevresel standartlarının oluştuğunu belirtmektedir. Buradan hareketle Avrupalılaşmanın etkisi en görünür ve geçerli şekilde üye devletlerin siyasal içeriklerinde görülmektedir. Siyasal üslup boyutunu incelediğimiz zaman ise, Liefferink ve Jordan’a37 göre üye devletlerin siyasal üslubunda önemli olarak nitelendirilecek bir değişim söz konusu 35 Liefferink ve Jordan, An ‘Ever Closer..., p.7. Liefferink ve Jordan, “The Europeanisation of National Environmental Policy: A Comparative Analysis”, GAP Working Paper Series, no 14, 2002, p. 7. 37 Liefferink ve Jordan, The Europeanisation of National, p.10. 36 42 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU değildir. AB tarafından öngörülen önleyici yaklaşım, Avrupalılaşma sürecinde üye devletlerin geleneksel reaksiyon tarzını yani önceden önlem alma yerine, sorun ortaya çıktıktan sonra çözüm üretme üslubunda fazla bir değişikliğe yol açmamıştır. Örneğin İngiltere, Yunanistan ve İspanya gibi üye devletlerin siyasal üsluplarında bir değişiklik olmamıştır. Siyasal yapı da ise Liefferink ve Jordan’a38 göre yine Avrupalılaşma açısından siyasal yapı kurumlarında önemli olarak değerlendirilebilecek bir değişim yoktur. Buna rağmen başta üye devletlerin Çevre Bakanlıkları olmak üzere merkezi hükümetlerin Avrupalılaşma süreci ile konumlarını güçlendirdikleri görülmektedir. AB üst-yapı alanında alınan çevresel kararların başlıca bütün üye devletlerin çevre bakanlarının toplandığı ‘Çevre Konseyinde’ görüşülmesi, çevre bakanlıklarına ulusal çevre konularını temsil etmede öncelikli bir rol tanımıştır. Böylece diğer bakanlıklar ile olan anlaşmazlıklarda, çevre bakanlığının konumu ortak hükümet tavrını belirlediği için güçlenmiştir. Bunun dışında yine Liefferink ve Jordan’a39 göre Avrupalılaşma süreci merkezi hükümetin güçlenmesine yardımcı olmuştur. Bu durum sadece İngiltere gibi “çevresel alanda geleneksel yerel esnekliğe sahip olan bir üniter devlet” için değil, aynı zamanda Almanya gibi federal yapıya sahip bir devlet içinde geçerlidir. Yerel hükümetler zorlukla AB sürecine katılım gösterebilmektedir. Örneğin AB içerisinde yerel hükümetlerin katılımı için en fazla kurumsallaşmış platform olan ‘Bölgeler Komitesi’ (the Committee of the Regions) bile yerel hükümetlerin sisteme katılımı için yeterli olamamaktadır. Bu yetersiz katılımın nedeni iki şekilde açıklanmaktadır. Birincisi AB’nin çok-katmanlı karmaşık siyasal süreci yerel aktörlerin daha etkin rol almasını engellemektedir. İkincisi ve daha geçerli görüleni ise ulusal hükümetlerin AB Mevzuatını uygulamada başlıca sorumluluğa sahip olmalarıdır. AB’nin oldukça detaylı teknik kararları bölgesel veya yerel otoritelerin bu teknik standartları yorumlamasını sınırlamakta ve onların üzerinde büyük baskı oluşturmaktadır. Üye devletin mevzuatına geçirilen teknik standartlar, ulusal hükümeti en önemli uygulayıcı aktör konumuna getirmektedir. Göreceli olarak Avrupalılaşmanın siyasal içerik üzerindeki daha fazla olan etkisi, AB üst-yapısının politikaların düzenlenmesi açısından daha güçlü olduğunu kanıtlamaktadır. Avrupalılaşma birçok yönden çevresel standartlar açısından üye devletlerde bir birlik sağlamıştır. Ancak politikaların uygulanmasında bunun tam tersi bir durum geçerlidir. Avrupalılaşmanın siyasal yapı ve üslup üzerindeki çok sınırlı olan etkisi, henüz Avrupalılaşmanın üye devletlerin uygulamaya yönelik siyasal sistemlerine etkin bir şekilde nüfuz edemediğini göstermektedir. Buradaki en dikkat değer durum ise yerindenlik ilkesinin Avrupalılaşmasındadır. Bu durum bir kez daha AB’nin karar alma ve daha sonra uygulama safhalarının ne kadar farklı özellikler taşıdığını da gözler önüne sermektedir. Avrupalılaşma sürecinin başlangıç aşamasında yerindenlik ilkesi, AB üst yapısının çevre politikasında daha güçlü kılınması düşüncesi ile AB siyasal sistemine sunulmuştur. Bunun yanında AB’de 38 39 Liefferink ve Jordan, An ‘Ever Closer…., p. 9. Liefferink ve Jordan, The Europeanisation of National, p. 9. AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 43 kararların mümkün olduğu kadar yerel düzeydeki hükümetlerin katılımıyla alınması ve uygulamada yerel yönetimlerin söz sahibi olması öngörüsü de yine yerindenlik ilkesi için yapılmıştır. AB politika düzenleme alanının Avrupalılaşmasına rağmen, AB politika uygulama alanının çok sınırlı olarak Avrupalılaşması, paradoksal bir şekilde başlangıçtaki düşüncenin tersi bir sonuca neden olmuştur. Avrupalılaşma sürecinde AB Çevre Politikası için ortak teknik standartların oluşturulması sonucunda, bu standartların uygulanmasında yerel otoriteler çeşitli nedenlerle devre dışı kalmaktadır. Bunun yerine yerindenlik ilkesinin çıkış noktasının tam tersi olarak ulusal hükümetler uygulamada daha da güç kazanmışlardır. Bu da yerindenlik ilkesinin üye devletlerce kendi siyasal sistemlerine göre yorumlamasının yanı sıra, AB’nin karmaşık siyasal süreci ve çevre politikasının uygulamasındaki zorlukların neden olduğu bir netice olmuştur. Sonuç AB’nin Bütünleşmesi bir diğer anlatımla Avrupalılaşma süreci, sadece üye devletlerin ulusal politikalarını, kurumlarını çeşitli derecelerde etkilemekle kalmamakta, buna karşılık üye devletlerde AB’yi kendi siyasal sistemlerine uygun bir yapıda olması için etkilemeye çaba harcamaktadır. Böylece Avrupalılaşma sürecinde birbirlerini etkilemeye çalışan iki taraf arasında karşılıklı bir ilişkiye tanıklık edilmektedir. Benzer etkileşim AB Çevre Politikasında Birlik üst-yapısı ve üye devletler arasında da kendini göstermektedir. Bunun en güzel örneklerinden birisi, Avrupalılaşma süreci ile eş zamanlı olarak önem kazanan AB Çevre Politikasının etkin bir şekilde uygulanması için ortaya atılan yerindenlik ilkesinin yorumlanmasında görülmektedir. Yerindenlik ilkesinin, AB siyasal sürecine Avrupa Tek Senedi ile girmesinden itibaren yorumlanmasında çeşitli farklılıklar görülmektedir. Bu durum yukarıda açıklanan Avrupalılaşma süreci ile hem Birlik üst yapısının üye devletleri, hem de üye devletlerin AB Kurumlarını etkileme çabalarını bir kez daha ortaya koymaktadır. AB Çevre Politikasının daha etkin bir şekilde uygulanabilmesi için ortaya koyulan yerindenlik ilkesi, başlangıçta Birlik üst yapı kurumlarına ve üye devletlerin yerel yönetimlerine daha fazla yetki verilmesi şeklinde yorumlanmak istenmiştir. Ancak yapılan bu yorumlamaya başta İngiltere olmak üzere kendi siyasal yapısı buna uymayan üye devletler tarafından karşı çıkılmış ve yerindenlik ilkesi son aşamada üye devletlerin siyasal alanlarındaki imtiyazlarına dokunulmadan yorumlanmıştır. Bu şekilde Avrupalılaşma sürecinin sadece üye devletlerin siyasal yapısını etkilemediği, aynı zamanda üye devletlerin de AB siyasal sistemini nasıl etkilediği belirginleşmektedir. Avrupalılaşma süreci ile AB Çevre Politikasının daha etkin bir şekilde uygulanabilmesi için, yerindenlik ilkesinin üye devletlerin yerel yönetimlerinin AB siyasal sürecine katılımlarını sağlamak şeklinde yorumlanması düşüncesi, yine aksi bir sonuç ile karşılaşmıştır. AB Çevre Politikasında Avrupalılaşma süreci, siyasal sistemin daha çok siyasal içeriğini, bir diğer deyişle çevre mevzuatını etkilemesi sonucunda, oldukça gelişmiş çevre standartları oluşturulmuştur. Buna karşılık mevzuatın öngördüğü standartların uygulanması çok teknik ve karmaşık bir konu olduğundan dolayı, bunların uygulanabilmesi yerel yönetimlerden çok ancak merkezi hükümetler eliyle 44 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU gerçekleştirilebilmektedir. Böylece Avrupalılaşma sürecinin önceden çevre politikasında yerindenlik ilkesi için savunduğu görüş açısının tam tersi bir durum ortaya çıkarak, çevre politikasının uygulanmasının getirdiği zorluklar yerel hükümetlerin AB siyasal sürecine katılımlarını sınırlamaktadır. Kaynakça Elizabeth BOMBERG, John PETERSON, “Policy Transfer and Europeanization: Passing the Heineken Test?”, Queen’s Papers on Europeanisation, no:2/2000, 2000, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers) Tanja BÖRZEL, “Why There is No Southern Problem. On Environmental Leaders and Laggards in the European Union”, Journal of European Public Policy, vol.7, no 1, March 2000, p. 141-162 Simon BULMER, Martin BURCH, “Coming to Terms with Europe: Europeanisation, Whitehall and the Challenge of Devolution” Queen’s Papers on Europeanisation, no 9/2000, p.1-27, 2000, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers). Simon BULMER, Claudio RADAELLİ, “The Europeanisation of National Policy?” Queen’s Papers on Europeanisation, no 1/2004, p.1-22, 2004, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers). Peter BURSENS, “Environmental Interest Representation in Belgium and the EU: Professionalisation and Division of Labour within a Multi-Level Governance Setting”, Environmental Politics, vol.6, no.4, p.51-75, 1997 Michael FRANKLIN, John WILKE Britain’s Future in Europe, London, Pinter Publishers, 1990 Stephen GEORGE, “The Europeanisation of UK Politics and Policy-Making: the Effect of European Integration on the UK” Queen’s Papers on Europeanisation, no 8/2001, p.1-8, 2001, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers). Jonathan GOLUB, “British Sovereignity and the Development of EC Environmental Policy”, Environmantal Politics, vol. 5, no 4, Winter 1996, p.700-728, 1996 Markus HAVERLAND, “National Adaptation to European Integration: The Importance of Institutional Veto Points” Journal Of Public Policy, vol. 20, no 1, p.83-103, 2000 Tim JEPPESEN, “EU Environmental Policy in the 1990s: Allowing Greater National Leeway?” European Environment, vol. 10, p.96-105, 2000 Andrew JORDAN, Tim JEPPESEN, “EU Environmental Policy: Adapting to the Principle of Subsidiarity?” European Environment, vol.10, p. 64-74, 2000 Andrew JORDAN, “National Environmental Ministries: Managers or Ciphers of European Union Environmental Policy? Public Administration, vol.79, no 3, 2001, p.643-663, 2001 AVRUPALILAŞMA SÜRECİNDE AB ÇEVRE POLİTİKASI VE YERİNDENLİK 45 Christoph KNILL, “European Policies: The Impact of National Administrative Traditions”. Journal of Public Policy, vol. 18, no.1, p.1-28, 1998 Christoph KNILL, “The National Impact of European Union Regulatory Policy: Three Europeanization Mechanisms”, European Journal of Political Research, vol. 41, p. 255-280, 2002 Duncan LIEFFERINK, Andrew JORDAN “An ‘Ever Closer Union’ of National Policy? The Convergence of National Environmental Policy in the EU”, Queen’s Papers on Europeanisation, no 10/2002, p.1-15, 2002, (http://qub.ac.uk/ies/onlinepapers). Duncan LIEFFERINK, Andrew JORDAN, “The Europeanisation of National Environmental Policy: A Comparative Analysis”. GAP Working Paper Series, no 2002/14, p.1-18, 2002 Gary MARKS, “European Integration from the 1980s: state centric v. Multilevel Governance,” Journal of Common Market Studies, vol. 34, no 3, 1996, Alıntı yapan Clive ARCHER, The European Union: Structure and Process, London, Continuum, p.33, 2000 John McCORMICK, The European Union: Politics and Policies, Oxford, Westview Press, 1996. McCORMICK, John, “Environmental Policy”, (193-210) Derleyen Laura CROM, Desmond, 1996 Neill NUGENT DINAN, Developments in the European Union, New York, St. Martin’s Pres, 1999 Ayşegül MENGİ, Nesrin ALGAN, Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel Sürdürülebilir Gelişme: AB ve Türkiye Örneği, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2003 Vaughne MILLER, “The Danish Referendum on Economic and Monetary Union”, House of Commons, International Affairs and Defence Section, Research Paper, 00/78, 29 Eylül 2000, p.1-24, 2000 John PETERSON, Elizabeth BOMBERG, Decision-Making in the European Union, London, Macmillan, 1999 David SHAW, Vincent NADIN, Kim SEATON, “The Application of Subsidiarity in the Making of European Environmental Law” European Environment, vol.10, p.8595, 2000 Han SOMSEN, “Dynamics, Process and Instruments of Environmental DecisionMaking in the European Union”, Derleyen Tim JEWELL ve Jenny STEELE, Law in Environmental Decision-Making: National, European and International Perspectives, p.161-205, Oxford, Clarendon Pres, 1998 Wolfgang STREECK, “Neo-Voluntarism: A New European Social Policy Regime” Governance in the European Union, Derleyen Gary MARKS ve Philippe SCHMITTER, London, Sage Publications, 1996 46 FEZA SENCER ÇÖRTOĞLU Stephen WARD, Philip LOWE, “National Environmental Groups and Europeanisation: A Survey of the British Environmental Lobby”, Environmental Politics, vol. 7, no 4, p.155-165, 1998 Ankara Avrupa SUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi BİR Cilt: 8, No:2OLARAK (Yıl: 2009), s.47-64 TASARRUF ŞEKLİ TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK BAŞVURUSU’NUN BASINA YANSIMALARI Kaan GAYTANCIOĞLU∗ Özet Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Federal Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg tarafından 1957’de kurulmuştur. Ekonomik temeller üzerine kurulan AET’ye Yunanistan’ın 15 Temmuz 1959’da başvurusu üzerine dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin de üyelik başvurusunda bulunması için harekete geçmiştir. Zorlu, Celal Bayar ve Adnan Menderes ile görüşüp, Amerika Birleşik Devletleri’nin de olurunu aldıktan sonra başvuru belgesini hazırlamış ve 31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin AET’ye üyelik için başvurmasını sağlamıştır. Başvuru, kamuoyundan gizlenmiştir. Çünkü AET’nin başvuruyu olası reddi, sıkıntılı günler geçiren Demokrat Parti’nin (DP) muhalefete karşı güç kaybetmesine neden olabilecektir1. Fakat başvuruyla ilgili haberlerin basında sıkça yer alması üzerine Hükümet, DP’nin yarı-resmi yayın organı niteliğindeki Zafer Gazetesinde 7 Ağustos 1959’da yayınlanan “Müracaatımıza Dair Haber…” başlıklı haberle, başvuruyu Türk kamuoyuna duyurmuştur. Bu çalışma, Türkiye’nin AET’ye üyelik başvurusunun Türk basınına yansımalarını ortaya koymayı hedeflemektedir. Bu dönemdeki Türk basını taranmış olup, gazete başlıkları incelenmiş ve köşe yazarlarının Türkiye’nin AET’ye üyelik başvurusuna yaptıkları yorumlar analiz edilmeye çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Avrupa Ekonomik Topluluğu, Demokrat Parti, Üyelik Başvurusu, Zafer Gazetesi, Yunanistan. Abstract European Economic Community (EEC) was established in 1957 by West Germany, France, Italy, Belgium, Nederland and Luxembourg after the Second World War. ∗ Öğretim Görevlisi, Namık Kemal Üniversitesi. 1 Çağrı Erhan, Tuğrul Arat, “AET’yle İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, 7. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2003, s.819. 48 KAAN GAYTANCIOĞLU Foreign Minister of the term, Fatin Rüştü Zorlu, took action to apply for membership of Turkey to EEC which was established on economic basis, after Greece’s apply in 15 June 1959. Zorlu supplied Turkey’s membersip application to EEC after taking permission from United States of America and meeting with Celal Bayar and Adnan Menderes. Application was kept secret from public opinion. Because potential rejection of application to EEC, could cause power loss for Democratic Party who was facing on hard times to opposition group. Nevertheless, government announced the membership application to Turkish public opinion with the title of this news: “Müracaatımıza Dair Haber…”. This paper aims to explain the reflections of Turkey’s application to EEC in the Turkish media by researching tities of Turkish newspapers, comments of Turkish newspapers’ columnists. Key Words: European Economic Community, Democratic Party, Membership Application, Zafer Newspaper, Greece. Giriş 1699 Karlofça Antlaşması ile Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu, öncelikle askeri konularda Avrupa’yı örnek almaya yönelmiştir. Sultan III. Ahmet, Lale Devri olarak bilinen dönemde askeri konuda reform hareketinin öncülüğünü yapmış fakat orduya Avrupa yöntemlerini benimsetme çabaları, ulema-yeniçeri ittifakı tarafından engellenmiştir2. İşte bu dönemden Osmanlı İmparatorluğu yıkılıncaya kadar geçen sürede Avrupa, askeri, ekonomik ve siyasi konularda model alınmış, bir anlamda Avrupalı ülkeler arasına girilmeye ve Avrupalılar gibi olunmaya çalışılmıştır. 29 Ekim 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulunca, Mustafa Kemal Atatürk’ün de dış politika tercihi Batılı ülkelerden yana olmuştur. Bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk’ün dış politika ilkeleri “Tam Bağımsızlık”, “Ulusal Egemenlik” ve “Batılılaşmak” ekseninde olup Türkiye ile Avrupalı devletler arasında ilişkilerin geliştirilmesini esas almıştır3. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti, iç ve dış etkenlerce belirlenen yeni konjonktürde, bir kez daha çok partili bir siyasal yaşama geçiş kararı almış ve Batılı ekonomilere uyum için gereken adımları atmaya başlamıştır. İşte tam bu dönemlerde 1957’de kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvuru gündeme gelmiştir. Ekonomik temeller üzerine kurulan AET’ye Yunanistan’ın 15 Temmuz 1959’da başvurusu üzerine dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin de üyelik başvurusunda bulunması için harekete geçmiştir. Zorlu, Celal Bayar ve Adnan Menderes ile görüşüp, Amerika Birleşik Devletleri’nin de olurunu aldıktan sonra 2 Feroz Ahmad, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Çev.Sedat Cem Karadeli, 2. Baskı, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007, s.26. 3 Hasan Berke Dilan, Atatürk Dönemi Türkiye’nin Dış Politikası, İstanbul, Alfa Yayınları, 1998, s.4. TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 49 başvuru belgesini hazırlamış ve 31 Temmuz 1959’da Türkiye’nin AET’ye üyelik için başvurmasını sağlamıştır. Çalışma, Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) başvurusunun Türk basınına yansımalarını içermektedir. Konunun sınırlandırılması bakımından çalışma, 30 Temmuz 1959 ile 31 Ağustos 1959 tarihlerini kapsamaktadır. Bu tarihler arasında Zafer, Akşam, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, Tercüman ve Vakit gazeteleri taranmış ve Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurumuz hakkındaki haberler ve yorumlar incelenmiştir. Başvuru’nun Basına Yansıması ve Diğer Gelişmeler (30 Temmuz 1959 -31 Ağustos 1959) Türkiye, 1950’lerin ikinci yarısında, ekonomik ve siyasal şartlarda yaşadığı sıkıntı nedeniyle zor günler geçirdiği için, Avrupa’da yükselmekte olan bütünleşme hareketine önceleri kayıtsız kalmıştır4. Bu yüzden basında da Avrupa’daki bütünleşme hareketi kendisine pek yer bulamamıştır. Önceki dönemlerde Avrupa’daki oluşumlara üyeliği bir fırsat olarak gören Türkiye, bu harekete ilk başlarda sıcak bakmamıştır. Fakat Türkiye, iç politikada yaşadığı bunalıma ve Avrupa’daki bütünleşme hareketinin geleceğinin belirsizliğine rağmen 1959 yılından itibaren tarihsel, ideolojik, ekonomik ve siyasal etkenlerden kaynaklanan bir güdüyle AET’yle (çalışmanın çoğu kısmında “Müşterek Pazar” ismi kullanılacaktır) yakın ilişkiye geçme yollarını aramaya başlamıştır5. Bu dönemden itibaren Türkiye’de Müşterek Pazar’a başvuru gündeme gelmeye başlamıştır. Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurmak için harekete geçmesini hızlandıran etken ise Yunanistan’ın başvuru haberinin Ankara’ya ulaşması olmuştur. Dışişleri Bakanlığı’nda ekibiyle yapmış olduğu fikir alışverişi sonrasında, dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu bir an önce, Çok Taraflı Ekonomik İşler Genel Müdürü’nü, gerekli hazırlıkların yapılması için görevlendirmiştir6. Konu ilk ve son kez olmak üzere 30 Temmuz 1959’da, yani başvurudan sadece bir gün önce Bakanlar Kurulu’na getirilmiştir. Cumhurbaşkanı Celal Bayar dışında toplantıda dönemin Başbakanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte Maliye Bakanı Hasan Polatkan, Devlet Bakanı Samet Ağaoğlu, Ticaret Bakanı Hayrettin Erkmen gibi bazı bakanlarla, ilgili bürokratlar da yer almışlardır. Başvuru için yapılacak girişime Samet Ağaoğlu dışında kimse itirazda bulunmamıştır7. Bir anlamda başvuru kararı “tepeden inme” yöntemlerle alınmıştır8. Toplantı yapılmadan önce başvuru haberi çoktan basına sızdırılmıştır. Bundan sonra gazetelerde başvuru haberleri ardı ardına çıkmaya başlamıştır. Türkiye’nin AET’ye başvurduğu ve başvurusunun daha sonra görüşüleceği haberi ilk olarak; 30 Temmuz 1959 tarihli Akşam Gazetesi’nde yer almıştır. Bu haberde, 4 Ibid., Erhan, Arat, 2003, s.811. Ibid., Erhan, Arat, 2003, s.813. 6 Şaban Çalış, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, 3. Baskı, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2006, s.70. 7 Çalış, op. cit., 2006: 70. 8 Veysel Bozkurt, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bursa, Vipaş Yayınları, 2001, s.261. 5 50 KAAN GAYTANCIOĞLU Türkiye’nin, Yunanistan ile aynı tarihte Müşterek Pazar’a üyelik için müracaat ettiğini, bunun karşılığında Yunanistan’ın kabul edilip Türkiye’nin müracaatının konuşulmadığı iddia edilmiştir. “Avrupa Müşterek Pazarı’na Alınmıyoruz” başlıklı yazıda dönemin ekonomisinin müracaatın kabul edilmesini geciktirdiği şu cümlelerle yer bulmuştur: “Belçika’nın başkenti Brüksel’de toplanan Avrupa Müşterek Pazarı Dışbakanlar Konseyi muhtelif konular arasında Türkiye ile Yunanistan’ın teşkilata alınmaları talebini görüşmüştür. (…)Yunanistan, altı memleketin (Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) dâhil bulunduğu Avrupa Müşterek Pazarı devletlerine Türkiye ile aynı zamanda müracaat etmişti. İngiliz gazetesi Manchester Guardian’ın yazdığına göre Fransa’nın desteği ile Yunanistan birliğe hemen kabul edilmiştir. Fakat Türkiye’nin müracaatının görüşülmesi bazı sebepler yüzünden geri bırakılmıştır. Konseye yakın çevrelerden ifade edildiğine göre Türkiye’nin iktisadi durumu istikrar kesbetmeden birliğe alınmayacaktır…9. Akşam’ın bu haberi hemen ertesi gün, Dışişleri Bakanlığı’nın (Çalışmanın çoğu kısmında “Hariciye Vekâleti” ismi kullanılacaktır) Zafer Gazetesi’nde yayınladığı bir bildiri ile yalanlanmıştır. Bu dönemde Zafer Gazetesi, iktidarın adeta “sesi” olmuştur. “Henüz Müracaat Etmediğimiz Pazar Hakkında Yayınlanan Asılsız Haber” başlıklı haberde Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmek için herhangi bir girişim yapmadığı Zafer Gazetesi’nde çıkan bu bildiride dile getirilmiştir: Dünkü Akşam gazetesinde “Avrupa Müşterek Pazar’ına alınmıyoruz”, başlıklı bir yazı intişar etmiştir. Doğru olmayan bu haber dolayısıyla aşağıdaki açıklamanın yapılmasına lüzum görülmüştür: Avrupa serbest mübadele bölgesi tesisi hususunda Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı içinde cereyan eden müzakereler müsbet bir neticeye varamayınca, bir yandan daha önce Fransa, İtalya, Almanya ve Benelüks memleketlerinin kurduğu Müşterek Pazar, diğer yandan mezkûr teşkilatın geriye kalan azasından İngiltere, İsveç, Avusturya, Portekiz ve İskandinav devletlerinin bir küçük serbest mübadele bölgesi ihdasına karar verdikleri malumdur. Bu vaziyet muvacehesinde aynı teşkilat azasından Türkiye, Yunanistan, İspanya, İzlanda ve İrlanda gibi az gelişmiş memleketler de bu iki grup arasında kalmıştır. (…)Halen bahis konusu iki grup arasında bulunmakta olan Türkiye her iki grupla da temas halinde olup, kalkınmasının temini esbabının istikmaline çalışmaktadır. Fakat ne birinci, ne de ikinci gruba girmek hususunda henüz herhangi bir müracaat yapmamıştır. Binaenaleyh Türkiye’nin talebinin reddedildiği haberi tamamıyla asılsızdır. Müttefikimiz Yunanistan ise yaptığı müracaatlardan Türkiye’yi bilhassa haberdar etmektedir. Aldığımız resmi 9 “Avrupa Müşterek Pazarına Alınmıyoruz”, Akşam, 30 Temmuz 1959, s.1. TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 51 malumata göre, Yunanistan Eylül’de Müşterek Pazar ile müzakerelere girişecektir 10. Hariciye Vekâleti’nin başvuru haberini yalanlaması veya bir süre gizlemesinin çeşitli nedenleri olduğu söylenebilir. Fakat en önemli neden, AET’nin başvuruyu reddetmesi halinde muhalefetin bunu kullanabileceği endişesinden kaynaklanmıştır11. Bir anlamda Menderes Hükümeti, Brüksel’den “müspet” cevap alıncaya kadar konuyu kamuoyundan gizlemek istemiştir12. Hariciye Vekâleti’nin Akşam’ın haberini yalanlaması üzerine, 31 Temmuz 1959 günü Akşam Gazetesi “Avrupa Müşterek Pazarı’na Alınmıyoruz” ifadesini “Müşterek Pazara Henüz Müracaat Edilmedi” başlığıyla düzeltmiştir. Haberde, Türkiye’nin, Altılar (Fransa, F.Almanya, İtalya, Lüksemburg, Hollanda ve Belçika) ve Yediler (İngiltere, İsviçre, Avusturya, Portekiz, Danimarka, Norveç ve İsveç) ismi verilen iki grupla da temas halinde olduğu ve durumu analiz ederek ülke için hayırlısını seçeceği belirtilmiştir. Henüz iki gruba da girmek için herhangi bir talepte bulunulmadığı, dolayısıyla Türkiye’nin talebinin reddedilmiş olmasının da mümkün olmadığı ifade edilmiştir13. Türkiye’nin Müşterek Pazar’a kabul edilmediğine dair bir yazı da 1 Ağustos 1959’da Yenigün Gazetesi’nden “O.E.C.E.’ye Bağlı Devletlerden Yalnız Türkiye, Avrupa Müşterek Pazarı Dışında Kalıyor” başlığıyla yayımlanmıştır. Bunun üzerine Hariciye Vekâleti, yine “yarı-resmi” yayın organı niteliğindeki Zafer Gazetesi’nde bu haberi yalanlama gereği duymuştur: Ankara’da münteşir Yenigün Gazetesi’nin dünkü nüshasında “O.E.C.E.”ye bağlı devletlerden yalnız Türkiye, Avrupa Müşterek Pazarı dışında kalıyor” başlıklı bir yazı çıkmıştır. Halbuki, Türkiye’den başka İrlanda, İzlanda ve İspanya’da henüz ne Müşterek Pazara, ne de küçük serbest mübadele bölgesine dâhil değildir. Yunanistan’a gelince: Bu devletin Müşterek Pazar’a iltihakı talebi prensip itibariyle kabul edilmiş ise de iltihak şartlarının müzakerelerine henüz başlanmamıştır. Esasen bu hakikat Vekâletimizce evvelki gün başka bir gazetenin yanlış haberi üzerine neşredilen tebliğde açıkça belirtilmiştir. Bu tebliğin bizzat Yenigün Gazetesi’nin dünkü nüshasında neşredilmiş bulunduğunu da bilvesile hatırlatmak isteriz 14. Yenigün ve Akşam Gazetelerinin ardı ardına çıkardıkları haberlerle, iktidarı, Müşterek Pazar’a müracaat için yönlendirmek istedikleri düşünülebilir. Çünkü haberlerde Yunanistan’ın üyeliği sıkça işlenmiş ve Türkiye’nin ekonomik olarak bu durumdan zararlı çıkacağının altı çizilmiştir. Belki de müracaat haberlerinin bu kadar 10 “Henüz Müracaat Etmediğimiz Pazar Hakkında Yayınlanan Asılsız Haber”, Zafer, 31 Temmuz 1959, s.1. 11 Erhan, Arat, 2003: 819. 12 Çalış, 2006: 73. 13 “Müşterek Pazara Henüz Müracaat Edilmedi”, Akşam, 31 Temmuz 1959, s.1. 14 “Hariciye’nin Açıklaması”, Zafer, 02 Ağustos 1959, s.1. 52 KAAN GAYTANCIOĞLU çok dolaşmasında, iktidardaki Müşterek Pazar yanlılarının etkisi olduğu da söylenebilir. Zaten toplantı yapılmadan önce basına başvuru haberi gizlice sızdırılmıştır. Diğer yandan, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvuru haberi resmi olarak ilk defa Associated Press tarafından duyurulmuştur. Bunun üzerine Türkiye’deki gazeteler birer birer Türkiye’nin Müşterek Pazar başvurusunu gündeme taşımışlardır. Bu haberler karşısında Hariciye Vekâleti herhangi bir yalanlamaya gitmemiştir. 5 Ağustos 1959 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan “Müşterek Pazar İçin Türk Talebi” başlıklı yazıda Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusunu mektup aracılığıyla 31 Temmuz’da yaptığını Türk kamuoyuna duyurmuştur: Bu camiaya girmek için 31 Temmuzda baş idareci Hallstein’a mektupla müracaatta bulunduğumuz ifade ediliyor. Avrupa Müşterek Pazarı’nın bir idarecisi bugün Türkiye’nin bu iktisadi camia ile ortaklık kurmak için müracaatta bulunduğunu söylemiştir. İdareciye göre Türk Hükümeti bu hususta 31 Temmuzda Müşterek Pazarın Alman baş idarecisi Walter Hallstein’a bir mektup yazmıştır. Bununla beraber, Avrupa İktisadi Camiası, Türkiye’ye atfedilen teşebbüsü henüz resmen açıklamamıştır. Müracaatın Müşterek Pazar Vekiller Konseyi tarafından tasvip edilmesi lazımdır 15. Türkiye’nin Avrupa Müşterek Pazarı’na müracaatı aynı gün Vakit Gazetesi’nde de kendine yer bulmuştur. Vakit Gazetesi, Yunanistan’ın müracaatının kabul edildiğini de yazısına eklemiştir16. 6 Ağustos 1959 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde Türkiye’nin AET’ye müracaatı “Avrupa Pazarı ve Türkiye” başlığıyla duyurulmuş ve Türkiye’nin üyeliği için kararın Eylül 1959’da Belçika’da gerçekleşecek olan Vekiller Konseyi’nde verileceği açıklanmıştır. Bu haberde ayrıca Avrupa Müşterek Pazarı’nın Türkiye’nin dış ticareti açısından önemli olduğunun altı çizilmiş ve müracaatın yerinde olduğu ifade edilmiştir17. Aynı tarihte “Avrupa Pazarına Üyeliğimiz Katileşiyor” başlığını atan Vakit Gazetesi ise haberinde şu cümlelere yer vermiştir: İhracatımızın yüzde 40’ı bu memleketlerle yapılmakta, ithalatımızın yüzde 35’i bu memleketlerden olmaktadır. Bu bakımlardan Türkiye’nin dış ticareti bakımından bu memleketlerin teşkil ettikleri bir birliğe girmesi hayati ehemmiyeti haiz görülmektedir. Ancak prensip olarak bu teşkilata kabulümüz kararlaştırıldıktan sonra şartlarımız bildirilecektir. Avrupa Müşterek Pazarı’na dâhil altı memleket yaptıkları anlaşmalarda 12-15 senelik bir müddet zarfında gümrük hudutlarını birbirlerine açacaklar, bu altı memleket tek gümrük ülkesi haline gelecektir 18. 15 “Müşterek Pazar İçin Türk Talebi”, Cumhuriyet, 05 Ağustos 1959, s.5. “Avrupa Müşterek Pazarına Gireceğiz”, Vakit, 05 Ağustos 1959, s.1. 17 “Avrupa Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 06 Ağustos 1959, s.3. 18 “Avrupa Pazarına Üyeliğimiz Katileşiyor”, Vakit, 06 Ağustos 1959, s.1. 16 TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 53 Müşterek Pazar’a girmek için Türkiye’nin müracaatta bulunduğuna dair Associated Press ajansının verdiği haber, Hariciye Vekâleti yetkilileri tarafından 7 Ağustos 1959 tarihinde Zafer Gazetesi’nde çıkan aşağıdaki yazı ile teyit edilmiştir: “Türkiye’nin umumiyetle, Avrupa’da her sahadaki entegrasyon hareketlerine taraftar olduğu malumdur. Geçen sene sonunda, Avrupa’da bütün O.E.C.E. memleketlerini içine alacak bir serbest mübadele bölgesinin tesisi mümkün olamayınca, daha önce kurulmuş olan Müşterek Pazar grubundan başka, iki ay evvel, bir de Küçük Serbest Mübadele Bölgesi adı altında İngiltere, İskandinav Devletleri, Portekiz, İsviçre ve Avusturya’dan müteşekkil ikinci bir grup kurulmuştur. Bu iki grubun dışında kalan Türkiye, Yunanistan, İzlanda, İrlanda ve İspanya’dan mürekkep diğer O.E.C.E. azası memleketler de, şüphesiz bu iki grupla münasebetlerini tetkike başlamışladır. Bilindiği üzere Yunanistan’ın Müşterek Pazar’a katılmak için geçen ay yaptığı müracaat, prensip itibariyle kabul edilmiştir. Giriş şartları, muhtemelen Eylül ayında müzakere edilip karara bağlanacaktır. Türkiye de, ticari ve iktisadi münasebetlerinin mahiyeti icabı, aynı camiaya katılmaya karar vermiş bulunmaktadır 19. Bu arada Libre Belgique adlı ve güçlü bir okuyucu kitlesine sahip olan muhafazakâr Belçika gazetesi 10 Ağustos 1959 tarihli yazısında, Türkiye ve Yunanistan’ın “Avrupa İktisadi Camiasına” dâhil edilmelerinin henüz olanaksız olduğunu belirten görüşlere yer vermiştir20. Bir anlamda Belçikalı gazetenin bakış açısı, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa’nın kalkınmasında Türkiye’nin ve Yunanistan’ın birer engel olacağı iddiasını yansıtmıştır. Çünkü ekonomik olarak güçsüz olan Türkiye ve Yunanistan, Avrupa’nın kalkınmasında bir yük taşımayacak, aksine bir yük olacaktır. Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusu ardından Türk basınına yansıyan bir diğer haberde ise, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a üye olması ile birlikte Avrupa Yatırım Bankası’ndan kredi temin edebileceği ifade edilmiştir21. Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusunun ertesi günlerinde Alman İktisat Bakanı Ludwig Erhard Türkiye’yi ziyaret etmiş; bu ziyarette Türkiye’nin “Avrupa İktisadi Camiası” yani Müşterek Pazar’a yaptığı müracaat ile ilgili oturumların da yapılacağı gazetelere yansımıştır22. Hürriyet’in haberine göre Türkiye’nin Müşterek Pazara katılması konusunda yapılan oturum bir buçuk saatten fazla sürmüştür23. Erhard’ın gelişi Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girişine bir destek vermek olarak anlamlandırılabilir. 19 “Müracaatımıza Dair Haber Dün Teyid Edildi”, Zafer, 07 Ağustos 1959, s.1. “Avrupa Müşterek Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 11 Ağustos 1959, s.1. 21 “Avrupa Yatırım Bankası Bize Kredi Açıyor”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 1959, s.1. 22 “Ludwig Erhard İstanbul’da”, Zafer, 18 Ağustos 1959, s.1. 23 “Erhard’ın Arzusu: Almanya Yardımı ile Türkiye’nin Zirai Sahada Kalkınması”, Hürriyet, 20 Ağustos 1959, s.1. 20 54 KAAN GAYTANCIOĞLU 20 Ağustos 1959’da dönemin Ticaret Vekili Hayrettin Erkmen, İzmir Fuarı açılışında yaptığı konuşmada, Türkiye’nin Avrupa Müşterek Pazarı’na girmek için çalışmalarına hız verdiğini açıklamıştır24. 23 Ağustos 1959’da basına yansıyan haberler Alman İktisat Bakanı Erhard’ın ziyareti sonucu açıklanan Türk-Alman Ortak Bildirisi ile ilgili olmuştur. Bu bildiride Müşterek Pazar hakkında öne çıkan haberlerin ortak noktasında Almanya’nın Türkiye’ye bu süreçte yardım edeceği yer almıştır25. Alman İktisat Bakanı Erhard ise ziyareti sonrası Müşterek Pazar hakkında şunları söylemiştir: (…) Türkiye’nin Müşterek Pazar’a iştiraki mevzuunu burada mütalaa ettik. Bildiğiniz gibi, Türkiye ve Yunanistan Müşterek Pazar’a katılmak üzere müracaat etmiştir. Türkiye’nin bu talebini Almanya yalnız anlayışla karşılamakla kalmamış, katılmanın bir zaruret olduğu kanaati ile bunun tahakkuku yolunda icap eden muhitlerde kendi imkanları dahilinde söz söylemeyi tavassutta bulunmayı da kendi için zevkli bir vazife saymıştır. İstanbul konuşmalarında meselelerimiz iki safha halinde mütalaa edilmiştir. Tek hamlede Türkiye’nin devam ettirmekte olduğu gayretleri neticesinde Avrupa iktisadi entegrasyonuna katılması yolları aranmış, bunun tahakkuku çareleri gözden geçirilmiş, bu katılma gerçekleştikten sonra da iki taraflı mahiyette göreceği yardımların imkan ve derecesi tespit edilmiştir. Bu vaadde Almanya elinden geldiği nispette yardımda bulunmayı kabul etmiştir(…)26. Bu dönemde Alman İktisat Bakanı’nın Türkiye’ye gelişi, Türkiye’yi Müşterek Pazar üyeliği yolunda umutlandırmıştır. Demokrat Parti, Almanya ve Müşterek Pazar’ın diğer üyelerinin desteği ile ekonomik olarak çıkış yolunu bulacağını düşünmüştür. Müşterek Pazar’a müracaat haberi basına çok sade bir şekilde yansımıştır. Bu durumun, Türkiye’nin Müşterek Pazar hakkındaki bilgisinin az olmasından kaynaklandığı söylenebilir. Fakat günün koşulları gereği Avrupa Müşterek Pazarı’nın bu kadar genişleyip derinleşeceğini ve sonunda bir Avrupa Birliği’ne dönüşeceğini de bu dönemde kimse tahmin edememiştir. Bu yüzden Türkiye’nin Müşterek Pazar için “bekleyelim görelim” bakış açısı, müracaatın basın tarafından pek önemsenmemesini beraberinde getirmiştir. Müşterek Pazar’a Türk Basınından Bakış Müşterek Pazar’a başvurumuz, Türk Basınında kendisine yer bulmuş ve bazı köşe yazarları tarafından değerlendirilmiştir. Değerlendirmelerin büyük bir kısmında başvuru 24 “Liberasyon Yolu ile İthalat Arttırılacak”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959, s.1. “Türk-Alman Müşterek Tebliği”, Zafer, 23 Ağustos 1959, s.4.- “Almanya Yardım Yapacak”, Milliyet, 23 Ağustos 1959, s.1.- “Yarım Milyar Dolarlık Yatırım Yapılıyor”, Hürriyet, 23 Ağustos 1959, s.1. 26 “Misafir Nazırın Basın Toplantısı”, Zafer, 23 Ağustos 1959, s.4.- “Erhard Yatırım Programımızı Destekliyor”, Akşam, 23 Ağustos 1959, s.1.- “Alman İktisat Bakanı Erhard’ın Açıklaması”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 1959, s.5.- “Alman İktisat Nazırı Dün Gitti”, Tercüman, 23 Ağustos 1959, s.4. 25 TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 55 olumlu bulunmuştur. Taranılan basın içinde, ilk değerlendirmenin Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mazhar Kunt’tan geldiği görülmüştür. Mazhar Kunt’a göre Türkiye’nin Müşterek Pazar’a başvurusu yerinde olmuştur. Genel olarak Müşterek Pazar’a üyelik çerçevesinde ülkede iki farklı sesin yükseldiğinden bahseden Kunt, bu taraflardan birini “Avrupa’nın kaliteli mallarının” ülkede yok satacağını ve “ticaret açığının kapanacağı yerde büyüyeceğini” savunanların oluşturduğunu ifade etmiştir. Kunt, ülkede bazı kesimlerin ise ciddi bir şekilde başvurunun olumlu olduğunu düşündüklerini iddia etmiş ve bu başvuruyla Yunanistan ile rekabet ortamının sağlanabileceğini savunanları ülkedeki diğer ses olarak göstermiştir. Kunt yazısından ayrıca şunlara değinmiştir: Avrupa Müşterek Pazar’ını teşkil eden devletler camiası ile ortaklık kurmak üzere müracaatta bulunmuş olmamız hadiseden henüz haberdar olmayan büyük bir kütle üzerinde çok müsait tesirler uyandırmıştır. Haber esasen bir müddetten beri ortalıkta ağızdan ağza dolaşmakta idi. Fakat buna ihtimal vermeyenler çoktu. İleri sürdükleri sebepler de yabana atılacak gibi değildi. Bunlara göre böyle bir iltihak vukuunda sanayimiz atalete uğrayacak, Avrupa’nın kaliteli mamulü piyasamızı istila edecek ve ticaret açığı kapanacağı yerde gittikçe büyüyecekti. Aksi fikirde olanlar ise Avrupa Müşterek Pazar’ına iltihakımızı zaruri görmekte idiler. Ve bu zaruret bilhassa Yunanistan’ın bu yolda yaptığı müracaattan sonra artık önünden kaçınılmaz bir hal almıştı. Hakikatte bizce de bu pazara katılmamız elzemdi. Çünkü Yunanistan’ın buraya girmesinden sonra komşumuzun memleketimizde benzeri olan mahsulleri kolaylıkla ihraç edebilirken bizimkilere bu rüçhan tanınmayacaktır 27. Dönemin Hürriyet Gazetesi yazarı Memduh Yaşa da Müşterek Pazar’a başvurumuz ile ilgili Mazhar Kunt’un görüşlerine yakın yazılar yazmıştır. Yaşa, Yunanistan’ın Müşterek Pazar’a girişi ile birlikte Türkiye’nin pazar payını kapayacağını ve Türkiye’nin bu birlikten ayrı kalmasıyla ekonomik olarak güçsüzleşeceğini aşağıdaki cümleleriyle iddia etmiştir: Türkiye ile Yunanistan birçok maddelerin fakat bilhassa tütün ile kuru üzüm ihracında birbirleri ile rakip vaziyettedirler. Yunanistan Müşterek Pazar’a girmekle daha şimdiden pazarın diğer memleketlerine tanınan %20 nispetindeki gümrük resmi tenzilat nispeti her yıl artacak, on iki sene sonunda %100’e varacaktır. Yani 12 sene sonra Almanya, Fransa, İtalya ve Beneluks memleketlerine ihraç olunacak Yunan menşeli mallardan hiçbir vergi ve resim alınmayacaktır. Bu vaziyet, söz konusu memleketlerde Yunan mallarının satışını fevkalade kolaylaştıracak, aynı mahiyetteki Türk mallarının sürümünü ise güçleştirecektir. Türkiye, Müşterek Pazar’ın altı memleketine geniş mikyasta ihracat yapmaktadır. Müşterek Pazar memleketleri ve bunlardan bilhassa Almanya ihraç mallarımızın başlıca müşterisidir. İhracatımızın 1957’de % 33,1’i (229 27 Mazhar Kunt, “Avrupa Müşterek Pazarı”, Cumhuriyet, 06 Ağustos 1959: s.3. 56 KAAN GAYTANCIOĞLU milyon TL), 1958’de % 31,3’ü (302 milyon TL) Müşterek Pazar memleketlerine yapılmıştır. Bu itibarla, Müşterek Pazar’a bizimle aynı maddeler ihracatçısı ve dış piyasalarda başlıca rakibimiz olan bir memleketin girmesi fevkalade önemi haiz bir mesele olarak mütalaa edilmelidir. Diğer taraftan Müşterek Pazar ile Küçük Serbest Ticaret Bölgesi’nin karşılıklı mücadeleyi daha dostane münasebetler içinde yapmak ve gelecekte Avrupa’yı iktisadi bakımdan birliğe kavuşturmak istedikleri takdirde birbirlerine karşılıklı gümrük tavizleri tanımaları ihtimal dâhilindedir. Bu takdirde Yunanistan, Küçük Serbest Ticaret Bölgesi’nde de bize nispetle daha müsait şartlara sahip olacaktır 28. Aydemir Balkan, “Avrupa-Sovyetler Yaklaşması, Avrupa’nın Kaderi ve Biz” başlıklı yazısında Fransa ile Almanya’nın “el ele vererek” Avrupa’da birlik kurmak istediğini ve iktisadi anlamda bunun gerçekleşmesinin mümkün olabileceğinin de altını çizmiştir. İngiltere’nin dışlandığını da ifade eden Balkan, “Avrupa Camiası”nın gücünden bahsetmiştir29. Dönemin Cumhuriyet Gazetesi yazarı Esat Tekeli, 18 Ağustos 1959 tarihinde yazdığı “Avrupa Müşterek Pazarı ve Biz…” başlıklı yazısında Avrupa Müşterek Pazarı’ndan bahsetmiş, Müşterek Pazar’ın kuruluşunu ve işleyişini anlatmıştır. Tekeli, Türkiye’nin bu konuda iyice düşünmeden hareket etmemesini önermiş ve Türkiye’nin Yunanistan’a “ayak uydurma hatasından sakınmasını” tavsiye etmiştir: İktisadi bir birliğe dahil olmak, bir politika işi değildir. Vakıa dış politika işleri de münhasıran menfaat ve hesaba dayanmakla beraber, iktisadi işler, rakama müstenit ince hesaplara muhtaçtır. Biz de Müşterek Pazara girmekten edineceğimiz menfaatle katlanacağımız zararı karşılaştırarak ona göre hareket etmek zaruretindeyiz. Avrupa’nın sanayici memleketlerinin sınai istihsallerinin bir müddet sonra memleketimizde gümrüksüz girmesi, milli sanayimiz için rekabet imkanının ortadan kaldıracağı için çok ehemmiyetli bir zarardır. Buna karşı zirai istihsal ihracatımızın sürümünde bazı kolaylıklara mazhar olmak bir menfaat sayılır. Bahsettiğimiz zarar, beklenecek menfaate aşağı yukarı denk gelir mi? Bunu ithal ve ihracat rakamları üzerinde hesaplamadan bir karar vermek, bizi hata ve zarara götürür. Avrupa Müşterek Pazarına zarara uğramadan katılmanın çaresi yok değildir. Müşterek Pazar anlaşmalarında iktisaden gelişmemiş, deniz aşırı bazı memleketler için müsaade ve muafiyetler kabul edilmiştir. Buna benzer müsaadeler bizim için de kabul edilirse mesele kalmaz. Bu pazara dahil olmak iktisadi kalkınma gayretlerimizle yakından ilgilidir. Altılar arasına 28 Memduh Yaşa, “Yunanistan Müşterek Pazara Girdikten Sonra”, Hürriyet, 07 Ağustos 1959: s.2. 29 Aydemir Balkan, “Avrupa-Sovyetler Yaklaşması, Avrupa’nın Kaderi ve Biz…”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 1959: s.2. TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 57 kayıtsız şartsız katılmak, yıllardan beri iştiyakını taşıdığımız iktisadi kalkınmamızı kökünden baltalayacak kadar ağır neticeler verebilir. Bu sebepten hesaplarımızı ve tetkiklerimizi iyi yaparak büyük bir hataya düşmekten ve hele Yunanistan’a ayak uydurma hatasından sakınmalıyız 30 . Esat Tekeli’nin görüşlerini üyelik konusunda temkinli olmak çerçevesinde değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü Türkiye, bu dönemde üyelik için acele ile karar vermiştir. Bir anlamda AET’nin ne olup olmadığı çok fazla düşünülmemiştir31. Fakat başvuru hamlesinin pek düşünülmese de doğru olduğu söylenebilir. Çünkü yeni bütünleşmeye başlayan ve gelişmek isteyen bu Birliğe üyelik için ilk başvuranlar arasında yer almanın doğru bir atak olacağı düşünülebilir. Ayrıca Demokrat Parti Hükümeti de ekonomik darboğazdan bir an önce kurtuluşunun da “can simidi” olarak görülebilirdi. Dolayısıyla başvuru kararı çok eleştirilse de; karar doğruydu, ama zamanlama biraz yanlıştı. André François Poncet, “Avrupa’nın Birleşmemiş Devletleri” adlı yazısında Avrupa’daki Altılar ile Yediler arasındaki rekabete değinmiş ve bu fikir ayrılığın iyi olmadığını belirtmiştir32. Buna benzer bir yazı da Handelsblatt Gazetesi’nden gelmiştir. Gazete İngiltere’nin başını çektiği Küçük Serbest Bölge projesini Avrupa’nın birleşmesinin önündeki engel olarak göstermiştir33. Sami Kohen’e göre bu ayrılıkta De Gaulle de önemli bir rol oynamıştır. Kohen’e göre, De Gaulle Fransa’sı siyasi, askeri ve iktisadi sahalarda Batı ittifakını zedeleyen bir politika gütmüştür34. Müşterek Pazar ile ilgili ilk yazısından iki hafta sonra, Memduh Yaşa, Türkiye’nin Müşterek Pazara müracaatı ile düşüncelerini “Türkiye Müşterek Pazar’a Katılmalı Mı? başlığıyla bir kez daha belirtme gereği duymuştur. Yaşa’ya göre Türkiye’de Müşterek Pazar’a karşı olanların en önemli endişesi, “genç sanayinin” Avrupalıların güçlü sanayilerince “ezilecek” olmasından kaynaklanmaktadır. Yaşa, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a birdenbire ve kayıtsız şartsız katılımının böyle sonuçlar doğurabileceğini savunmuş fakat ülke içinde yabancılarla yarışabilecek güçte işletmelere sahip olduğumuzun altını da çizmiştir. Yaşa, yazısında Türkiye’nin Avrupa Müşterek Pazar’ına girmesini Türkiye’nin yararına gören bir çerçeve çizmiştir: Türkiye’nin Müşterek Pazar’a katılması birdenbire ve kayıtsız şartsız olduğu takdirde tasavvur edilen neticelerin bazı sanayi işletmelerimiz için doğmasından şüphe edilemez. Gayri tabi şartlar içinde doğmuş, her türlü aşırı himaye tedbirleri altında ve rekabet ihtimalleri dışında çalışmış bir kısım sanayimiz güneşe ve havaya çıkmaya mütehammil değillerdir. Buna mukabil mümasil yabancı işletmelerle eşit 30 Esat Tekeli, “Avrupa Müşterek Pazarı ve Biz”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 1959: s.2. Bozkurt,op. cit., 2001: 260. 32 André François Poncet, “Avrupa’nın Birleşmemiş Devletleri”, Hürriyet, 19 Ağustos 1959: s.2. 33 “Avrupa İktisadi İşbirliğini Kuvvetlendirmek İçin Kaybedilecek Zaman Kalmamıştır”, Vakit, 02 Ağustos 1959, s.3. 34 Sami Kohen, “De Gaulle’ün Borusu…”, Milliyet, 20 Ağustos 1959: s.2. 31 58 KAAN GAYTANCIOĞLU rekabet şartları içinde yarışabilecek sanayi müesseselerimiz sanıldığı kadar az değildir. Bunlar Müşterek Pazar içinde daha geniş bir piyasaya, daha ileri tekniğe ve ham maddeleriniz daha ucuz ve rahat tedarik etmek, dolayısıyla gelişmek imkanına da kavuşmuş olacaklardır. Birincileri yalnız Müşterek Pazar içinde değil, fakat dış ticaretini az çok serbestleştirilmiş Türkiye içinde de bizim için halli müşkül bir problem olmaktan kurtulamayacaklardır. Şartlar ne olursa olsun bunlar, Türkiye’nin dışında ve içinde normal iktisadi münasebetler kurma teşebbüslerine karşı daima dikileceklerdir. Otuz senedir işlenen çeşitli hatalar “Sanayinin bu millet için olduğu” hakikatini geniş miktarda unutturmuş, birçok kafalarda “Milletin bu sanayi için” her türlü mihnete katlanması gerektiği inancını yerleştirmiştir. Kaldı ki sadece sanayiye ait problemler dolayısıyla değil, fakat paramız dış değerinin istikrarı, zirai maddelere ait daha önemli meseleler, yatırım politikamız vs. dolayısıyla Türkiye’nin Müşterek Pazar’a katılması, Roma Antlaşması’nın ihtiva ettiği intikal devresinde derpiş edilenlerden farklı kayıt ve şartlarla mümkün olabilecektir. Bizzat Anlaşmada, az gelişmiş üyelerin veya üyelerin sahip bulundukları az gelişmiş mıntıkaların geliştirilmesini göz önünde bulunduran hükümler yer almış, bunu sağlayacak müesseseler kurulmuştur 35. “Müşterek Pazar’ın Mahzurları” başlığıyla 21 Ağustos 1959’da Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan bir haberde yerli sanayinin “himayesiz kalacağı” ve “ağır bir darbe” yiyeceği vurgulanmıştır. Buna rağmen ülkede Müşterek Pazar’a Türkiye’nin girmesinden yana olanların da çoğunluğu oluşturduğu belirtilmiştir: Yerli sanayinin himayesiz kalması ve ağır darbe yemesi ihtimali mevcut görülüyor. Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmesi meselesi bilhassa ticari mahfilde günün meselesi olmaya devam etmektedir. Bu çevrelerde ifade edildiğine göre, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmesinin memleket ekonomisine sağlayacağı faydalar arasında, bilhassa Avrupa Yatırımlar Bankası’ndan kredi temini imkanı bulunmaktadır. Müşterek Pazar memleketleri kendi aralarında Avrupa Yatırımlar Bankası adı ile bir banka kurmuşlardır. Şayet Türkiye Müşterek Pazar’a girerse, bu bankadan geniş kredi temin etmesi mümkün olacaktır. Müşterek Pazar’a girmemizin mahzurlarına gelince, bunların en başında tatbik edilecek müşterek tarifenin, yerli sanayiyi himayesiz bırakarak, ağır bir darbe yemesine sebep olabilmesi ihtimali bulunmaktadır. Ayrıca, Türkiye hem coğrafi hem iktisadi bakımdan, Müşterek Pazar üyesi diğer devletlere nazaran özellik göstermektedir. Bu da bir mahzur olarak mütalaa edilmektedir. 35 Memduh Yaşa, “Türkiye Müşterek Pazar’a Katılmalı Mı?”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959: s.2. TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 59 Bununla beraber, genel olarak Müşterek Pazar’a Türkiye’nin girmesi fikrine taraftar olanlar ekseriyettedir 36. Peyami Safa, Tercüman Gazetesi’ndeki köşesinden, “Müşterek Pazar bugün için büyük faydalar, yarın için daha büyük imkânlarla doludur. Türkiye’nin iktisadi kalkınmasında da kuvvetli amillerden biri olabilir” diyerek Türkiye’nin Avrupa Müşterek Pazarı’na girmesinden yana taraf olmuş ve Türkiye için geleceğin Müşterek Pazar’da olduğunu savunmuştur. Safa, yazısında ayrıca Alman İktisat Bakanı Erhard’ın Türkiye’nin Müşterek Pazar’a müracaatı hakkında söylediklerine de yer vermiştir37. Nadir Nadi, Müşterek Pazar ile ilgili yazısını, 17-22 Ağustos 1959’da Türkiye’yi ziyaret eden Alman İktisat Bakanı Erhard’ın gidişinden sonra yazmıştır. Nadi, yazısında daha çok ziyaret sonrası yayınlanan Türk-Alman Tebliği üzerine yoğunlaşmıştır. Türkiye’nin gerçekten Avrupalı olmasını savunan Nadi, bunun ancak Türkiye’nin özgür iradesi ile demokratik bir ortamda olabileceğinin de altını çizmiştir. Nadi, “Nasıl Kalkınsak” başlıklı yazısında özellikle Demokrat Parti iktidarına yüklenmiştir: …Yalnız bir Avrupalı, ya da hür dünyalı olmaya içten, yürekten kararlı mıyız? İşte mesele burada itiraf edelim ki şimdiye dek D.P. iktidarının tuttuğu yol bu hususta içerisini ve dışarısını tereddütten kurtarılabilecek derecede aydınlık olmamıştır. Avrupalı ve hür dünyalı sayılmak için Avrupa ve hür dünya devletlerinden kredi almak yetmez. Ben Avrupalıyım demek, hatta ekonomik gidişini onlarınkine uydurmaya çalışmak yetmez. Bildiride de ima yolu ile belirtildiği gibi, politik ve sosyal yönler ile de Türkiye’yi Avrupa bütününe katmak, bu uğurda çaba harcamak gerekir. DP İktidarına yüklenen Nadi, D.P.’nin iktidara gelmeden önceki yapısından çok uzak olduğunu ve baskıcı bir rejim uyguladığının altını çizmiştir. Fakat Avrupalı olmanın da yararının altını şu cümlelerle çizmiştir: …Türkiye, her cephesi ile Avrupalılaşmaya gayret etmezse, bir köşede unutulup kalmaya mahkumdur. Dostlarımızın yardımı, ancak kendi tutumumuzda samimi davranırsak bize yararlı olabilecektir 38. 29 Ağustos 1959’da Esat Tekeli, “Son Günlerin Olaylarına Bakış” başlığıyla bir yazı yazmıştır. Tekeli, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girişinin, Türkiye’yi Almanya’nın bir pazarı haline getireceğini iddia etmiş ve bunun Almanların çıkarına olacağını savunmuştur: Avrupa Müşterek Pazar’ına iştirakimiz meselesinin en ruhlu noktası olan Türk sanayinin himayesi hususu, ne Erhard’ın, ne de Dış İşleri Bakanımızın izahlarında aydınlatılmamıştır. Bir gazetenin yazdığına göre Erhard bu meseleyi, Yani Türk sanayinin korunması meselesini de görüştük, Fakat çok geniş olduğu için şimdi izah edemeyeceğim” demiş. Dışişleri Bakanımız ise, gümrük resimlerinin Müşterek Pazar’a dahil 36 “Müşterek Pazar’ın Mahzurları”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 1959, s.1. Peyami Safa, “Müşterek Pazar ve Türkiye”, Tercüman, 24 Ağustos 1959: s.1. 38 Nadir Nadi, “Nasıl Kalkınsak”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 1959: s.1. 37 60 KAAN GAYTANCIOĞLU memleketler arasında kaldırılmasının tedrici olacağından bahsediyor. Gerçekten gümrük resimleri 10-15 yıllık bir intikal devresi zarfında kalkacaktır. Fakat biz Almanya, Fransa ve İtalya gibi sanayici memleketlere ayak uydurabilir miyiz? Bu Batı Avrupa memleketleri ile bizim aramızda sınai istihsal alanında mesafe yok mudur? Hatta bu mesafe, bir bakıma göre asırla ifade edilebilecek kadar uzun değil midir? Böyle olunca milli sanayimiz gümrük resmi alırken dayanamadığı yabancı rekabetine, gümrük resmi kalktıktan sonra nasıl mukavemet edebilecektir? Sayın Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin Müşterek Pazar’a iştiraki muayyen şartlarla olacak, diyor. Bu muayyen şartlar nedir ve sınai istihsalimizi korumaya ne derece hadimdir? Bu noktalar bilinmiyor ve izah da edilmemiş bulunuyor. Gümrük Birliği meselesi o kadar mühimdir ki Fransa, Müşterek Pazar anlaşmasını imzalamadan, Pazar iştirak hususunda Fransız Meclisi’nden prensip kararı almaya lüzum görmüştü. Bizim için böyle bir birliğe iştirak, daha ziyade hayati bir meseledir. Bu durumda acaba bu meselenin Büyük Millet Meclisinde münakaşasına imkan hazırlamak daha isabetli olmaz mı? Şayet bu iştirakte, bizim için ağır mükellefiyetler yüklemeyecek ve sınai istihsalimize zarar vermeyecek hususi ve istisnai şartlar temin edilebilecekse bu noktanın halk efkarına açıklanması ve tekeffül edilmesi icap etmez mi? Türkiye’nin Müşterek Pazar’a girmesi, Almanya’ya Türkiye’de daha serbest bir sürüm yeri temin edeceği için Almanların menfaatine uyan bir şeydir. Buna karşı Avrupa iktisadi bütünlüğüne hizmet için Türkiye eğer fedakârlıkta bulunacaksa, bu fedakarlığın manasını ve faydasını anlamak güçtür. Herhalde iktisadi kalkınma davamızla yakından ilgili olan bu Müşterek Pazar’a iştirak meselesini, en ziyade ve hatta münhasıran kendi menfaatimiz ve devamlı menfaatimiz bakımından gözden geçirmeden bir karara varmak hatalı olacaktır 39. Esat Tekeli, Türkiye’nin Müşterek Pazar (Ortak Pazar) ile bütünleşmesinin ileride Türk ekonomisinin kalkınmasını engelleyeceğini ileri sürmüş, hatta daha sonraki dönemlerde Esat Tekeli’nin görüşleri “Onlar Ortak, Biz Pazar” ifadelerinin de başlangıcını oluşturmuştur. Feridun Ergin, Müşterek Pazarın dışında kalmanın pahalılık yaratacağını, düşük hayat seviyesi doğuracağını ve döviz sıkıntısına yol açabileceğini savunmuş ve bu pazara girişin Türkiye için nadir bir fırsat olduğunun altını çizmiştir: (…)Hükümet tarafından yapılan müracaatı tereddütle karşılayan iş adamlarına rastlanmaktadır. Müteaddit kimseler, ithalat vergileri indirilir ve gümrük kapıları ardına kadar açılırsa, milli sanayinin sarsılabileceğini ileri sürmektedirler. (…)Yaşayabilmek için gümrük himayesine muhtaç bulunan sanayi şubeleri her memlekette mevcuttur. Türkiye’deki durumun hususiyeti, bu 39 Esat Tekeli, “Son Günlerin Olaylarına Bakış”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 1959: s.2. TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 61 çeşit sanayinin diğer yerlerden fazla olmasıdır. Fakat Müşterek Pazar’a girilir girilmez, kendi ayakları üzerinde yürüyemeyecek istihsal kollarının mukadderatlarına terk edileceği düşünülmemelidir. Elbet bunlara uzun bir intibak müddeti bırakılacak, vergi muafiyetleri tanınacak ve müsait şartlarla kredi açılacaktır. Düşük verimli iş sahalarındaki sermayelerin mühim zararlara maruz kalmaksızın tasfiyeye tabi tutulması ve daha müsait faaliyet kollarına aktarılması, Müşterek Pazar projesinde dikkate alınmış hususlardandır. (…)Financial Times gazetesine göre, Türkiye’nin Müşterek Pazar meselesinde karşılaşabileceği en mühim engellerden biri, iş adamlarının zihniyetiyle alakalıdır. Yabancılar Türk sanayicilerinin rasyonel işletme prensiplerine gereken ehemmiyeti vermediklerine kani gözükmektedirler. Böyle bir intibahın uyanmasına sebep, belki de darlık yıllarında döviz tahsisleri çıkartmaya ve kredi açtırmaya muvaffak olmuş bazı müteşebbislerin ampirik usullerle fabrika kurmak ve çalıştırmak istemeleridir. Financial Times’in yazısını okuduğum vakit, sadece zihniyet meselesinin bir memleket kaderi üzerinde mühim rol oynayabileceğine ihtimal vermemiştim. Lakin meseleyi tetkik edince, teşhisin tamamıyla yani yüzde yüz haksız sayılamayacağını gösteren emarelerle karşılaştım. (…)Fakat her şeye rağmen, hükümet tarafından yapılan teşebbüsün müspet netice vermesini memleket hesabına temenni ediyoruz. Zira Müşterek Pazarın dışında kalmak pahalılığın, düşük hayat seviyesinin ve döviz sıkıntısının gayri muayyen müddet uzayıp gitmesine sebebiyet verebilir. Bürokrasinin yenilmesi ve rasyonel işletme usullerinin kökleştirilmesi her ne kadar güçlükler arz ederse de, bir zihniyet inkılabının gerektireceği irade kuvvetini göstermek mecburen katılmamız fedakarlıklar pahasına olsa bile, dünya ekonomisinin gidişine ayak uydurmamıza imkan hazırlayacak nadir fırsatlardan birini teşkil edecektir 40 . Sonuç Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurusu basına hemen hemen aynı şekillerde yansımıştır. Aynı haber kalıplarının ve aynı başlıkların kullanıldığı görülmüştür. Bu konu hakkında çeşitli köşe yazarlarının makalelerinde, Türkiye’nin başvurusunun genelde olumlu karşılandığı görülmektedir. Türkiye’nin başvurusunu olumsuz bulanlar, Türk sanayisinin etkileneceğini öne sürmüşler; başvuruyu olumlu bulanlar ise Yunanistan ile ticari rekabette bu hamlenin doğru olduğunu iddia etmişlerdir. Bu dönemde Türkiye’nin EFTA ile AET arasında kaldığı ve herhangi birini seçmek zorunda olması da basına yansıyan yazılar arasında kendisine yer bulmuştur. 40 Feridun Ergin, “Müşterek Pazar ve Biz”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 1959: s.2. 62 KAAN GAYTANCIOĞLU Türkiye’nin başvuru haberi ilk defa 30 Temmuz 1959 tarihli Akşam Gazetesi’nde yayınlanmış ve hemen Dışişleri Bakanlığı tarafından ertesi günkü Zafer Gazetesi’nde yalanlanmıştır. Bu dönemde Zafer Gazetesi, Demokrat Parti iktidarının çizgisinde yazılar yayınlamayı tercih etmiştir. Bir anlamda Demokrat Parti’nin yarı-resmi yayın organı şeklindedir. 30 Temmuz 1959 ile 31 Ağustos 1959 tarihleri arasındaki basın taramasında dikkati çeken bir nokta bazı gazetelerin başvuru haberini hiç duyurmamış olmalarıdır. Özellikle Milliyet ve Tercüman gazetelerini bu dönemki sayılarında Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvuru yaptığı haberi yer almamıştır. Dönemin bu iki önemli gazetesi, Türkiye’nin AET’ye başvurusunu önemsemediği ve bu yüzden yakından takip edemediği söylenebilir. Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na başvurusu, Avrupa basınına da yansımıştır. Avrupa basınında -birkaç istisna haricinde, başvuru gereksiz bulunmamıştır. Hatta Türkiye’nin İngiltere’nin başını çektiği EFTA’yı tercih etmeyip AET’yi tercih etmesi “sevinçle” karşılanmıştır41. Hükümetin, başvurusu karşısında AET’den beklediği cevabı alması uzun sürmemiştir. AET Bakanlar Konseyi 11 Eylül 1959’da aldığı karar ile Yunanistan ve Türkiye’nin başvurularını kabul etmiştir. Kaynakça Kitap ve Makaleler Feroz AHMAD, Bir Kimlik Peşinde Türkiye, Çev. Sedat Cem Karadeli, 2. Baskı, İstanbul, Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007 A. BALKAN, “Avrupa-Sovyetler Yaklaşması, Avrupa’nın Kaderi ve Biz…”, Cumhuriyet, 13 Ağustos 1959, s.2, 1959 Veysel BOZKURT, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bursa, Vipaş Yayınları, 2001 Şaban H. ÇALIŞ, Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri, 3. Baskı, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2006 Hasan Berke DİLAN, Türkiye’nin Dış Politikası, İstanbul, Alfa Yayınları, 1998 F. ERGİN, “Müşterek Pazar ve Biz”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 1959, s.2, 1959 Çağrı ERHAN, Tuğrul ARAT, “AET’yle İlişkiler”, Baskın Oran (ed.), Türk Dış Politikası, Kurtuluş Savaşı’ndan Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt I, 7. Baskı, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002 Sami KOHEN, “De Gaulle’ün Borusu…”, Milliyet, 20 Ağustos 1959, s.2, 1959, Mazhar KUNT “Avrupa Müşterek Pazarı”, Cumhuriyet, 06 Ağustos 1959, s.3, 1959 Nadir NADİ, 1959, “Nasıl Kalkınsak”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 1959, s.1. 41 Erhan, Arat, op. cit., 2003: 819. TÜRKİYE’NİN AVRUPA EKONOMİK TOPLULUĞU’NA ÜYELİK 63 Andre Francois PONCET, “Avrupa’nın Birleşmemiş Devletleri”, Hürriyet, 19 Ağustos 1959, s. 2, 1959 Peyami SAFA, “Müşterek Pazar ve Türkiye”, Tercüman, 24 Ağustos 1959, s.1, 1959 Esat TEKELİ, “Avrupa Müşterek Pazarı Ve Biz”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 1959, s.2, 1959 Esat TEKELİ, “Son Günlerin Olaylarına Bakış”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 1959, s.2, 1959 M. YAŞA, “Yunanistan Müşterek Pazara Girdikten Sonra”, Hürriyet, 7 Ağustos 1959, s.2, 1959 M. YAŞA, “Türkiye Müşterek Pazar’a Katılmalı Mı?”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959, s.2, 1959 Gazeteler “Alman İktisat Bakanı Erhard’ın Açıklaması”, Cumhuriyet, 23 Ağustos 1959. “Alman İktisat Nazırı Dün Gitti”, Tercüman, 23 Ağustos 1959. “Almanya Yardım Yapacak”, Milliyet, 23 Ağustos 1959. “Avrupa İktisadi İşbirliğini Kuvvetlendirmek İçin Kaybedilecek Zaman Kalmamıştır”, Vakit, 02 Ağustos 1959. “Avrupa Müşterek Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 11 Ağustos 1959. “Avrupa Müşterek Pazarına Alınmıyoruz”, Akşam, 30 Temmuz 1959. “Avrupa Müşterek Pazarına Gireceğiz”, Vakit, 5 Ağustos 1959. “Avrupa Pazarı ve Türkiye”, Hürriyet, 6 Ağustos 1959. “Avrupa Pazarı”, Zafer, 31 Temmuz 1959. “Avrupa Pazarına Üyeliğimiz Katileşiyor”, Vakit, 6 Ağustos 1959. “Avrupa Yatırım Bankası Bize Kredi Açıyor”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 1959. “Erhard Yatırım Programımızı Destekliyor”, Akşam, 23 Ağustos 1959. “Erhard’ın Arzusu: Almanya Yardımı ile Türkiye’nin Zirai Sahada Kalkınması”, Hürriyet, 20 Ağustos 1959. “Hariciye’nin Açıklaması”, Zafer, 2 Ağustos 1959. “Liberasyon Yolu İle İthalat Arttırılacak”, Hürriyet, 21 Ağustos 1959. “Ludwig Erhard İstanbul’da”, Zafer, 18 Ağustos 1959 “Misafir Nazırın Basın Toplantısı”, Zafer, 23 Ağustos 1959. “Müracaatımıza Dair Haber Dün Teyid Edildi”, Zafer, 7 Ağustos 1959. “Müşterek Pazar İçin Türk Talebi”, Cumhuriyet, 05 Ağustos 1959. “Müşterek Pazara Henüz Müracaat Edilmedi”, Akşam, 31 Temmuz 1959. 64 KAAN GAYTANCIOĞLU “Müşterek Pazarın Mahzurları”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 1959. “Türk-Alman Müşterek Tebliği”, Zafer, 23 Ağustos 1959. “Yarım Milyar Dolarlık Yatırım Yapılıyor”, Hürriyet, 23 Ağustos 1959. Ankara Avrupa SUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi BİR 8, No:2 (Yıl: 2009), s.65-87 TASARRUFCilt: ŞEKLİ OLARAK AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI ∗ Ayşe İNAL Tezcan DURNA∗∗ Özet Bu çalışmada, Avrupa Birliği–Türkiye ilişkilerinin medyada temsili, haber üretim süreçlerindeki dönüşüm dikkate alınarak incelenmektedir. AB ile ilişkiler ve haber medyasında bu ilişkilerin kurulma ve tartışılma biçimleri ele alınırken, “ulusal çıkar”, söylemsel alan içinde eklemlenme ve kırılmaların görünür olduğu kilit kavram olarak öne çıkmaktadır. Çalışmada ulusal çıkarın tanımlanma biçimleri ve kavrama ilişkin tanımlar, haber medyası tarafından alıntılanan ve dolaşıma sokulan kaynaklar ele alınarak, 1990’dan günümüze uzanan süreç içindeki kısmi dönüşümün izleri takip edilmiştir. İç siyasetteki hegemonik mücadele, AB ile ilişkiler söz konusu olduğunda, önemi artarak, yeniden gündeme gelen ve ulusal çıkar kavramının içini dolduran “insan hakları”, “azınlık hakları”, “ulusal bütünlük” ve “Kıbrıs” gibi temalar çerçevesinde çözümlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Haber Medyası, Medyada Temsil, Avrupa Birliği, Ulusal Çıkar, Milliyetçilik, İnsan Hakları, Kıbrıs Sorunu Abstract The study aims to analyse the media representation of the relations between Turkey and the EU with a special focus on the transformation of the newsgathering practices. In the press coverage of EU and Turkey-EU and Turkey’s national interest emerges as the key concept representing the cleavages and articulations in political discourses. The study discusses, the conception of the national interest, its definitions and the news sources whose definitions are circulated by the news media. Therefore, the ∗ ∗∗ Doç. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi, Ankara Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi, Ankara 66 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA study follows the paths of these transformation in the news media as of the 1990s are followed. Hegemonic struggle in domestic politics is analysed by focusing on the redefiniton of national interest and the problematic issues that frame this redefiniton as ‘human rights”, “minority rights”, “national integrity” and “Cyprus problem”. Key Words: News Media, Media Representations, EU, National interest, nationalism, human rights, Cyprus problem. Giriş Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)’ne üyelik süreci ve bu sürecin haber medyasında1 yer alma biçimi, bir yandan siyasal söylemler dolayımıyla kurulan karşıtlıkları ve kırılmaları içinde barındırırken diğer yandan medyanın yapılanmış haber toplama pratiklerinde oluşan bir dönüşümü de temsil etmektedir. İktidar ilişkilerinde yaşanan değişim ve söylemsel alan içinde görünür olan mücadele biçimlerinin günümüzde izini sürebileceğimiz en uygun sembolik üretim/dolaşım alanlarından birinin medya olduğunu dikkate aldığımızda, AB’ye üyelik sürecinin bu iki ayağı aslında bir ve aynı şey olarak karşımıza çıkmaktadır. Hegemonik mücadele içinde rızanın oluşturulmasında medyanın aktif ve biçimleyici rolü bizleri medya hakkında iki kademeli bir sorgulamaya yönlendirmektedir. Bunlardan ilki, hangi söylemlerin, hangi anlamların medyada dolaşıma girdiğini gün ışığına çıkartarak tartışmaya açmaksa, ikincisi metinlerde görünür olan bu anlamların haber toplama pratikleri içinde nasıl derlendiği ve yeniden üretildiğini ele alan örgütsel pratiklerdir. AB’ye üyelik süreci başlangıcı gerilere uzansa da, 1995’de Gümrük Birliği’ne üyelikle hızlanan ve sonrasında ivmenin artarak devam ettiği bir süreç olarak düşünüldüğünde, bu süreçte iki paralel gelişmeyi gözlemek mümkündür. Bunlardan ilki, siyasal söylemler içinde “ulusal çıkar” kavramının anlamları üzerinden gerçekleşen siyasal mücadele, diğeri ise bu mücadeleye eşlik eden haber toplama pratiklerinde yaşanan dönüşümdür. Başka sözcüklerle ifade edersek sembolik ve siyasal seçkinlerin anlam üretim sürecinde iç içe geçen çıkarlarının temsilini AB’ne üyelik sürecinde Türk medyasının tavır ve pratiklerinde gözlemlemek mümkündür. Bu süreçte haber medyası nasıl bir yayıncılık anlayışı benimsedi? AB hakkında okur ve izleyiciyi nasıl bilgilendirdi? Görüşmeler, AB’nin Türkiye’den beklentileri, bu süreçte ortaya çıkan sorunlar hangi bakış açıları ve dünya görüşü dolayımı ile kuruldu? Medya, okur ve izleyicisinin, biteviye uzayıp giden, arada bir “tökezleyen”, sonra yavaş yavaş yürümeye devam eden bu üyelik sürecini tüm boyutları ile anlayabilmesini sağlayacak bir yayıncılık anlayışı benimsedi mi? Medyadan üyelik sürecini takip eden insanlar, Türkiye AB’ye üye olduğu takdirde kendi hayatlarında nasıl ve ne yönde bir değişiklik olacağı konusunda fikir sahibi olabildiler mi? AB’ye üyelik süreci ile ilişkili olarak bu gibi genel sorulardan yola çıktığımızda öncelikle karşımıza çıkan haber toplama süreçlerindeki yapılanma ve bu yapılanmanın 1 Haber medyası kavramı, haber toplayıp yayan tüm kuruluşların genel adı olarak kullanılmaktadır. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 67 iktidar seçkinlerine sağladığı ayrıcalıklı konumu sorgulamaya açmaktır. Bu sorgulamayı yapmak için öncelikli olarak medyadaki yapısal yanlılık sorunları ve haber üretim sürecindeki bu yanlılığın ortaya çıkardığı, sembolik üretimin niteliğine dair kuramsal yaklaşımlar ele alınmış, arkasından AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tarihsel süreci incelenmiştir. Bu tarihsel süreç içinde özellikle 1990’lardan günümüze medyada bir uluslararası ilişkiler konusu olarak AB konusunun nasıl bir dönüşüme uğradığı, bu dönüşüm sırasında hangi söylemsel eklemlenmeler ve kırılmalar yaşandığı medyadaki2 haberler, köşeyazıları ve yorumlardan yola çıkılarak incelenmiştir. Bu inceleme için esas olarak İnal’ın “An Analysis of Turkish Daily Press: Event Selection, Text Construction and News Production” adlı çalışması ile Durna’nın “Türk Basınında Avrupa Birliği: Köşeyazılarında Adaylık Sürecinin Sunumu (3-24 Aralık 1999)” adlı çalışmasından ağırlıklı olarak yararlanılmıştır. Temel inceleme konumuz, AB ve AB ile Türkiye ilişkilerinin, iç siyasi süreçlerle ilişkilenme biçiminin haber medyasında nasıl sunulduğu ve bu sunum sırasında karşımıza çıkan söylemsel eklemlenmelerdir. Haber Üretim Süreci ve Bir Dış Politika Konusu Olarak Avrupa Birliği Haber toplama süreci örgütlenmiş ve yapılanmış bir pratiktir ve haber toplayıp yayan kuruluşların hemen hepsi benzer yapısal özellikler taşır. Bu örgüt yapısında ilk göze çarpan belli uzmanlık alanlarının farklılaşmasıdır. Ekonomi muhabirleri, parlamento muhabirleri, dış politika yazan muhabirler, polis adliye muhabirleri vb. olarak karşımıza çıkan bu uzmanlık alanları, örgüt içi iş bölümünün ve zaman, mekân sınırlılıklarını aşmaya yönelik arayışların bir sonucudur. Bu uzmanlaşmaya eşlik eden bir diğer oluşum da belli haber değerleri üzerine ortaya çıkan uzlaşımdır. Yerleşik gazetecilik pratikleri içinde, neyin hangi öncelikle haber olması gerektiği konusunda sınırları çok belirgin olmasa da bir uzlaşım mevcuttur. 1990’ların başına kadar Türkiye’de habercilik yapan kuruluşlar içinde dış politika kısmen ayrıcalıklı bir uzmanlık alanıydı. İnal’ın çalışması için yaptığı derinlemesine görüşmelerde, dış politika muhabirleri, kendilerinin çalıştıkları örgüt içinde görece özerk bir konumda olduklarını belirtmişlerdir.3 Örneğin, seçim öncesi kampanya dönemlerinde, çalıştıkları gazetelerde, muhabirler bir süreliğine kendi uzmanlık alanlarının dışına çıkartılarak seçim kampanyasını takip etmeye yönlendirilirlerken, dış 2 Bu çalışmada esas itibariyle haber medyası olarak nitelendirilen, söylemsel alan odak alınmıştır. Medya kavramı, televizyon, radyo, gazete, dergi, internet ortamındaki portallar vb. tümünü kapsamaktadır. Ancak biz bu çalışmada esas olarak gazetelerdeki haberler, köşeyazıları ve yorumları temel aldık. Ancak günümüzde karşı karşıya olduğumuz, tekelleşme sürecinde, bir grubun televizyon kanalı, radyosu, gazetesi, dergisi, internet ortamında yayın yapan haber portalları bulunmaktadır. Ve bu ortamda bir mecrada yayınlanan haber ya da köşe yazısı, bir başka mecrada da yayınlanabilmektedir. Bununla beraber örneğin bir köşe yazarı ele aldığımız konuyla ilgili olarak, köşesinde yazı yazarken, aynı zamanda aynı medya grubunun ya da bir başka grubun televizyonunda yorum yapabilmekte, fikir beyan edebilmektedir. Bu nedenle örneklem itibariyle medya kavramının içini dolduran televizyon ve gazetede üretilen söylemler arasında çok da büyük bir fark kalmamaktadır. Ancak gene de bizim bu çalışmada esas itibariyle basılı medyadaki haber, köşe yazısı ve yorumları temel aldığımızı anımsatmakta yarar vardır. 3 Ayşe İnal, An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton, Text Construction and News Production, Basılmamış doktora tezi, Ankara, ODTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1992. 68 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA politika yazanların pek çoğu, merkezdeki yerlerini korumaya ve kendi konularında haber yazmaya devam ettiklerini belirtmişlerdir. 1991 yılında derinlemesine görüşme yapılan dış politika muhabirlerinin hemen hepsi, haberlerini oluştururken “Türkiye’nin ulusal çıkarlarına” öncelik verdiklerini belirtmişlerdir. “Ulusal çıkar” kavramının nerede ve kimler tarafından tarif edildiği konusu tartışma dışı kalırken, herkesin birleştiği tek bir tanımın üstü kapalı olarak benimsendiği gözlenmiştir. Gazetecilerin “ulusal çıkar” kavramını kullanırken vurguladıkları, Türkiye’nin resmi dış politikasıdır. Dış politika yazmanın çalıştığı örgüt tarafından ayrıcalıklı bir uzmanlık konusu olarak görülmesi ve bununla çok ilişkili olarak düşünülemese de, “ulusal çıkar” kavramının etrafında gelişen uzlaşma, muhabirlerle haber kaynaklarının arasındaki ilişkilerin yapılanması irdelendiğinde daha net biçimde anlaşılmaktadır. Meslekte yeni olan bir muhabirin Dışişleri Bakanlığı’nın bürokrasisi içinde karar alma konumunda olan kişilere ulaşabilmesi ve onlardan bilgi ve görüş alabilmesi kolay değildir. Ancak, uzun yıllarını gazetecilik mesleğine vermiş muhabirler, masalarından kalkmadan, bir telefonla bu yetkili kişilere erişebilmektedirler. Gazetecilikte pek çok uzmanlık alanı için söyleyebileceğimiz şu önerme, belki de en çok dış politika muhabirleri için geçerli olan önermedir. Profesyonelleşme ile birlikte gazeteciler ve haber kaynakları arasındaki ilişkiler güçlenmekte ve gazetecilerin haber kaynaklarına bağımlılığı o oranda artmaktadır. Bu kaynak bağımlılığı sonucunda gazeteciler, herhangi bir sorunlu durumda telefonla istedikleri yetkili kişilere ulaşabilmekteyseler de, onların kendilerine “sızdırdıkları” “off-the-record” bilgileri -bu ilişkiyi sürdürebilmek adına- kamuya iletemezken, yine bu haber kaynakları onları doğrudan arayarak belli bilgileri vermeleri üzerine, hakkında bilgi verilen konuları çoğu kez haber yaparak kamuya iletmek zorunda kalmaktadırlar. Bu bağımlılık ilişkisi pek çok gazeteci tarafından sorunlu bir durum olarak görülmemektedir. Tersine, güçlü kaynak ilişkileri profesyonelleşmenin bir göstergesi, bir ayrıcalık olarak düşünülmektedir. Fishman,4 gerek devlet gerekse özel sektör kuruluşlarının bürokratik işleyişi içinde karar alma süreçlerinin yapılanma biçimine dikkat çekmiş ve bu kuruluşlardan haber derleyen gazetecilerin haberi takip etme biçimlerinin bu yapılanmaya paralel bir yapılanma içinde oluştuğunu vurgulamıştır. Pek çok durumda, Dışişleri Bakanlığının bürokratik örgütlenme biçimi ve karar süreçlerinin bu örgütsel yapı içinde oluşması, o gün gündemde olan konulara ilişkin haberlerin kimlere ulaşarak, hangi kaynaklarla ilişkiye geçerek izleneceğini de belirlemektedir. Meslekte uzun süre çalışmış bir muhabir dışişlerinde üst düzey bürokratlara kısa sürede erişim avantajını elde etmiştir. Dolayısıyla rutin haber takip biçimlerinin dışına çıkıldığı durumlarda profesyonelleşmenin muhabirler için avantajlı bir konum olduğu gözlenmektedir. Dışişleri ile dış politika muhabirliğinin iç içe işleme biçimi, bize, bu gazetecilerin “ulusal çıkardan” ne anladıklarını da kısmen açıklamaktadır. 4 M. Fishman, “Crime Waves as Ideology”, S. Cohen ve J. Young (Ed.), The Manufacture of News, GB, St. Edmunsbury Press, 1988. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 69 Bu genel çerçeveden yola çıkarak AB ile ilgili haberlere dikkatimizi yönelttiğimizde, bu haberlerin, Tuchman tarafından “süren haber” (continuous news) olarak takip edilen haberler olduğunu söylemek mümkündür.5 Tuchman’ın haber tipolojisi içinde yer alan, süren haberler gazetecilerin rutin takip içine aldıkları haberlerdir. Devam eden mahkemeler, bütçe görüşmeleri gibi konular gazeteciler için zamanlama açısından bir sorun oluşturmazlar. Hangi toplantıların hangi tarihte yapılacağının bilinmesi ve haber toplayan kuruluşlar içinde kimlerin bu konuları takip edeceğinin daha önceden belirlenmesi ile söz konusu konuların haberleştirilmesi günlük rutin işleyiş içine kolayca yerleşir. Ancak takip edilen bu davalar veya görüşmeler sonrasında alınan kararlar ve yapılan açıklamaların beklentileri sarstığı durumlarda, gazeteciler rutin haber kaynakları tarafından yapılan açıklamalar ile yetinmeyip üst düzey politikacılardan ve diğer haber kaynaklarından (bunlar çoğu zaman uzun süre dış politika yazan gazeteciler ve konu ile ilgili akademisyenlerdir) görüş alarak konuyu derinleştirme gereğini duymaktadırlar. AB’ye üyelik sürecinde bu tür “kriz” durumlarıyla sıkça karşılaşılmıştır. Konunun taşıdığı haber değerinin yüksek olması, bu tür kriz durumlarında çoğunlukla Başbakanın ve Dışişleri Bakanının konu ile ilgili basın toplantıları ve açıklamaları ile zaten gazetecilerin onların görüşlerine başvurmaksızın bilgilenmelerini beraberinde getirmektedir. Yine AB üyesi farklı ülkelerin temsilcileri ve Dışişleri Bakanlarının görüşlerine yer verilmesi sıkça başvurulan bir haber toplama biçimidir. Görüşmeler ve AB tarafından oluşturulan rapor ve yapılan açıklamalar sonrasında kaynak yelpazesi genişleyen haber takip biçimi bir süre sonra yerini rutin takibe bırakmakta, konu bir sonraki toplantı ve görüşme öncesinde yine haber değeri kazanmaya başlamaktadır. Biraz ironik bir benzetme olsa da AB haberlerinin Türk basını için neredeyse deprem haberleri gibi olduğunu söylemek mümkündür. Bir sarsıntı sonrasında konu gündeme taşınmakta ancak bir süre sonra konu haber değerini yitirmektedir. Bu ara dönemlerde AB konusunu basının gündemine taşıyacak olan kanal, üst düzey bazı politikacıların bu konuyu açıklamaları ile gündeme getirmeleridir ki, politikacılar arasında, oldukça çetrefilli bir iç ve dış politika sorunu olan “üyelik mücadelesi”ni kamuya anımsatmak hiç de rastlanan bir pratik olmamıştır. Pekçok konuda olduğu gibi basının siyasal, ekonomik ve sembolik seçkinlerin eylem ve söylemlerine doğru bükülmesi, diğer bir deyişle yapısal yanlılık sorunu6, AB üyelik sürecinin haberleştirilmesinde daha da belirgin biçimde karşımıza çıkmaktadır. Basın tarafından akredite haber kaynakları olarak adlandırılan bu kişiler7 işaret ettikleri gibi ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları ilk elden tanımlayan kişilerdir. AB’nin Türkiye’de yaşayan insanlar için “ne olduğunu”, üyelik gerçekleşirse yaşamlarının ne 5 Gaye Tuchman, Making News: A Study in the Construction of Reality, US, The Free Press, 1978. 6 Ayşe İnal, An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton ve Robert A. Hacket, “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”, Ayşe İnal (Çev.), İlef Yıllık. 1997-1998, 1998, s. 31-73. 7 Stuart Hall et al., Policing the Crisis: Mugging, the State and Law and Order, GB, Methuen, 1978. 70 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA yönde değişeceğini/gelişeceğini onlar için tanımlayan yine bu haber kaynaklarıdır. Gazeteciler ise, yakın durdukları siyasetçilerin ve diğer seçkinlerin görüşlerini haber yaparak ve bu görüşlerin içinden seçilmiş slogan açıklamaları manşete taşıyarak, haber kaynaklarının kurdukları çerçeveleri yeniden üretmekte ve bu doğrultuda bir “kamuoyu” oluşturmaktadırlar. İktidar konumundaki aktörlerin Türkiye’nin AB üyeliğinin hangi ulusal çıkarlarla bütünleşip hangileri ile çatıştığı konusundaki bildirimleri bir yandan Türkiye’nin “ulusal çıkarının” ne olduğunu tanımlarken, diğer yandan AB konusundaki tartışmaların ana hatlarını ve eksenini belirlemektedir. Halkın temel enformasyon kaynağının ana akım medya olduğunu akılda tutarsak, AB konusunda oluşturulan kamuoyu ve çizilen çerçevenin, ne kadar önemli ve olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Oldukça uzmanlık gerektiren bir sorun olan AB’ye üyelik konusunda, doğrudan sokaktaki insanı yok sayarak akredite kaynakların görüşlerine başvurulması, pek çok kişi tarafından kaçınılmaz ve doğru bir yaklaşım gibi yorumlanabilir. Dikkati çeken bir başka husus da, Türk haber medyasının, bu süreçte, bir yandan tüm tarafların görüşlerini “net bir biçimde temsil ediyor” (yansıtıyor) izlenimi uyandırırken, diğer yandan soruna ilişkin görüşlerin kutuplaşmış (polarize) olduğunu vurgulamasıdır. Diğer bir deyişle, yazılı ve görsel basında karşımıza çıkan, gazetecilerin AB yanlıları ve karşıtları olarak adlandırdıkları antagonizmadır. 1990’lar boyunca ve 2000’li yılların başında AB’ye üyeliği koşulsuz savunanlar, büyük medya kuruluşları tarafından Türkiye’nin siyasal ve ekonomik çıkarlarının farkına varmış, geleceği gören, çağın gereklerini anlamış, “dinozor” devletçi anlayıştan kopmuş kişiler olarak tanımlanırken, karşıtlara tam tersi özellikler atfedilmiştir. Ulusal medyanın AB’ye üyelik sürecini takip etme biçimini anlamak için sadece rutin haber toplama pratikleri ve haber değerlerine değil, medyanın toplumsal iktidar ilişkileri içindeki konumuna da yakından bakmamız gereklidir. 1980 sonrasındaki on yıl içinde aile şirketlerinin kontrolünden çıkarak büyük sermaye ve finans sektörleri ile bütünleşen medya kuruluşlarının, bu süreçlere eşlik eden mülkiyetteki yoğunlaşmalarla birlikte büyük sermayenin ekonomik çıkarları doğrultusunda bir yayıncılık anlayışı benimsemesi kaçınılmazdır. Bu süreçlerin bir iz düşümü, medya kuruluşlarındaki işgücünün farklılaşmasında da gözlenmektedir. Çok az sayıda “star” gazetesinin, büyük ücretler karşılığında, bir yayın kuruluşundan diğerine transfer edilmesi, muhabirlerin sıradan vasıfsız işçiler gibi düşük ücretlerle, ve her an işlerini kaybetme tehdidi altında çalışmalarını beraberinde getirmiştir. Yayın politikalarının belirlenmesinde söz sahibi olan üst düzey yöneticilerin ve yıldızlaşmış profesyonel gazetecilerin kişisel çıkarları, medya patronlarının çıkarları ile pek çok durumda örtüşmektedir. Sembolik üretime katılanlar içindeki bu ayrışma, vasıfsız/sıradan muhabirleri rutin haber takibine mecbur kılarken, özel konularla ilgili “özel haberleri” eski/profesyonel gazetecilere bırakmakta ve bu oluşum onların medyadaki ayrıcalıklı konumlarını pekiştirmektedir. Görüştüğümüz genç muhabirler çalıştıkları örgütlerde kendilerine özel haber yapma şansı verilmediğini belirtmişler ve bu eğilimden şikâyetçi olmuşlardır.8 Haber medyasındaki emek gücünün bu ikili yapısı, vasıfsız/sıradan muhabirleri rutin haber 8 Ayşe İnal, op. cit., 1998 AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 71 takibi ile görevlendirirken, AB konusunda yaşanan herhangi bir kriz durumunda, uzmanlaşmış/profesyonel, yönetici konumuna yükselmiş ve haber kaynakları ile sıkı bağlar kurmuş olan eski gazeteciler haber takibinin ana eksenini belirlemektedirler. Diğer bir deyişle, AB’ye üyelik sürecinde yaşanan kriz ortamlarında, rutin haber takibi sekteye uğrarken, haber kaynakları ile sıkı bağlar kurmuş bulunan eski gazeteciler, konuya ilişkin haberlerin ana eksenini belirlemektedir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, dış politika konularına ilişkin rutin haber takibi, Dış işlerinin bürokrasisi ile haber toplayan kuruluşların örgüt yapıları arasında kurulan eş güdümlü ilişkiler içinde belirlenmektedir. Diğer yandan, rutin takibi bozan kriz durumlarında, konunun haber değeri artmakta ve takibi gerçekleştiren uzman, üst düzey gazeteciler olmaktadır. Bu kişilerin haber kaynağı olarak başvurdukları siyasal ve ekonomik seçkinlerin söylemleri, gazeteciler tarafından halka taşınmakta ve aşağıda örneklerle tartışılacağı gibi meşrulaşmaktadır. Avrupa Birliği-Türkiye İlişkileri: Tarihsel Süreç ve Haber Kaynaklarının Dönüşümü AB’ye üyelik sürecinin tarihsel gelişimine baktığımızda bu sürecin oldukça gerilere uzandığını gözlememiz mümkündür. Öncelikle AB'nin kendi örgütlenmesine ilişkin tarihsel arkaplana göz atmakta yarar vardır. AB bir “fikir” olarak tarihselliği içinde takip edildiğinde, geçmişini 1648 yılında imzalanan Westphalia Anlaşması'na kadar geri götürenlerin olduğu görülmektedir9. Ancak günümüzdeki anlamıyla AB fikrinin, büyük ölçüde İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Almanya ile Fransa arasında kurulan ve temel mantığını, Avrupa devletlerinin artık savaşmadan nasıl yaşayabileceğine dair çözüm arayışı ile birlikte ekonomik bir entegrasyon hedefinin oluşturduğu girişimlerin sonucu olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu süreç, başında olduğu gibi günümüzde de bazı Avrupa’lı teknokratların itici gücü ve kaygıları ile biçimlenmiştir. Başta ekonomik entegrasyon öngörülmekle beraber, bugün öne çıkan hedef “demokratik” kriterlerle resmedilen siyasal hedeflerdir.10 Avrupalı 9 Halil İnalcık, “Türkiye ve Avrupa: Dün ve Bugün”, Doğu Batı, s.2, 1998, s. 11-30 ve Sergei Latouche, Dünyanın Batılılaşması, T. Keşoğlu (Çev.), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1993. 10 AB ve AB ile Türkiye arasındaki aslında Osmanlı İmparatorluğu'na kadar giden ilişkileri uzun uzun anlatmak, ne bu yazının işi ne de amacı dahilindedir. Ancak yazının bütünlüğü açısından düşünürsek, bu süreci kısaca burada anımsatmakta da yarar bulunmaktadır. AB ilk olarak Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adıyla 1951 yılında kurulmuştur. Kurucuları olan Fransa ve Almanya'nın dışında İtalya ve üç Benelüks ülkesi Hollanda, Belçika ve Lüksemburg da bu ilk bütünleşme içinde yer almıştır. Bu birleşme girişimi bir anlamda Alsas Loren madenlerinin savaşmadan paylaşılma formülü olarak değerlendirilir (Tekeli, İlkin, 1993: 42-43). 1958’de yürürlüğe giren AET'nin öncelikli hedefi ekonomik entegrasyondur ve bu çerçevede, 1958-1968 yılları arasında bu amaca hizmet eden Gümrük Birliği aşama aşama ilerleyerek hayata geçmiştir (Manisalı, 1996: 11). 1970'lerde İngiltere, Danimarka ve İrlanda'nın, 1981'de Yunanistan'ın, 1986'da İspanya ve Portekiz'in katılımıyla birlik, 12 üyeli bir ekonomik topluluk haline gelmiş; 1995'te üye sayısı Avusturya, İsveç ve Finlandiya'nın katılımıyla 15'e çıkmıştır. Özellikli 1991 yılındaki Maastricht Anlaşması birliğin ekonomik entegrasyonun ötesine geçme hedefini ortaya koymuştur. Ancak esas kırılma 1993'te yapılan Kopenhag Zirvesi'nde ortaya çıkmıştır. Bu zirvede AB'nin genişleme hedefinin doğuya doğru kaydırılmasının yanında, ekonomik kriterlerin ötesinde 72 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA teknokratların ya da seçkinlerin, siyaseti ve demokrasiyi sıklıkla bir “haklar kataloğuna” indirgediğini de hatırlatmakta yarar bulunmaktadır.11 Kuşkusuz Avrupa’lı siyasal ve sembolik seçkinlerin bu yaklaşımı, ister istemez Türkiye gibi AB ile halihazırda müzakere sürecini yaşayan ve birliğe katılma ihtimali ya da en azından umudunu taşıyan bir ülkenin siyasal aktörleri ile bu aktörlerin eylemlerini takip ederek haber içerikleri oluşturan medyanın davranış ve tavrını da önemli ölçüde etkilemektedir. Öyle ki bu davranış biçiminin izini, özellikle kataloglama şeklinde müzakereleri sürdüren Türk siyasal aktörleri ile bunları haber yapan medyanın tartışma biçimlerinde sürmek mümkündür. 1989 Aralık ayında yapılan AB Komisyon Toplantısının beş büyük ulusal gazetede (Milliyet, Hürriyet, Sabah, Tercüman, Cumhuriyet) nasıl yer aldığına ilişkin çalışmada gazetelerde öne çıkan temalara baktığımızda, Kıbrıs sorunu, azınlıklar ve Batı ile Türkiye arasındaki çıkar farklılıkları gibi temaların öne çıktığı gözlenmiştir.12 Gazetelerde Başbakanın, Dışişleri Bakanının ve bazı Avrupa ülkelerince yapılan açıklamaların temsil edilmiş ancak konunun Dışişlerinin uzman bürokratlarına bırakılması gerektiği vurgulanmıştır. Gazetelerin genel eğilimi, Türkiye’nin dış politikasına ilişkin bir sorunun iç politika sorunlarından farklı biçimde ele alınması gerektiği yönündedir. Diğer bir deyişle iç politika sorunları tartışmaya açılabilir ancak, iş Türkiye’nin dış politikasına gelince burada esas olan tutarlı bir tek sestir. Bu sesi de tayin edecek olan Türkiye’nin ulusal çıkarlarıdır. AB üyelik sürecindeki en önemli dönüşüm 1995’de Gümrük Birliği’ne üyelik ile yaşanmıştır. Bu gelişmeyle birlikte, Türkiye’nin AB ile ilişkileri herhangi bir sıradan ülkeyle (veya bir başka uluslararası kuruluşla) kurulan diplomatik ilişki biçiminin ötesine geçmiş, özgün bir boyut kazanmıştır. Söz konusu dönüşüm, aynı zamanda ABTürkiye düzleminde tanımlanan “ulusal çıkar” anlayışında da önemli kırılmalara neden olmuş, “ulusal çıkar” kavramı hala aynı sıklıkla kullanılmakla birlikte, kavramın vurguları çeşitlenmiş, eklemlendiği söylemsel alan içinde oluşan çelişkili hegemonik stratejilerin taşıyıcısı haline gelmiştir. Eş zamanlı olarak, AB-Türkiye ilişkileri, medya tarafından, “kamuoyunun” gündemine taşınmıştır. Zira Gümrük Birliği'ne katılım, sanki AB'ye katılım şeklinde birliğe yeni katılacak olanlara siyasal kriterleri de yerine getirme hedefinin gösterileceği ipuçları çıkmıştır. Bu süreç, bir anlamda Türkiye'nin halihazırda AB ile ilişkilerinin düzlemini ve tartışılma biçimini de önceden belirlemiştir. Türkiye'nin AB ile ilişkileri de aslında resmi olarak 1959'daki başvurusuyla başlamıştır. Bu başvurunun ardından 12 Eylül 1963'de Ankara Anlaşması imzalanmış ve Türkiye'ye için birliğe katılım adına hazırlık, geçiş ve son dönem şeklinde tanımlanan üç aşamalı bir süreç belirlenmiştir (belgenet.com). Bu anlaşmadan sonra 1 Aralık 1964'te hazırlık dönemi başlamış, 16 Mayıs 1967'de ise Türkiye geçiş dönemi için AET'ye başvuruda bulunmuştur (Tekeli, İlkin, 1993: 12; 1993a). 23 Kasım 1970'de imzalanan Katma Protokol'ün ardından, 1 Ocak 1973'te geçiş dönemi uygulaması başlamış, ancak Türkiye için bu süreç aradaki askeri darbeler nedeniyle kesintiye uğramıştır. Bu kesintili sürecin ardından 1987 yılında Özal sürpriz bir şekilde AT'ye tam üyelik başvurusunda bulunmuş, bu başvuru, AB komisyonu tarafından Türkiye'nin kriterleri karşılamadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. 11 Aykut Çelebi, Avrupa: Halkların Siyasal Birliği, İstanbul, Metis Yayınları, 2002, s. 9. 12 Ayşe İnal, op. cit., An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 73 sunulmuş, bu katılımın Türkiye’yi ekonomik olarak olumlu etkileyeceğine dair aşırı iyimser bir tablo çizilmiştir. 1995’e ait bu iyimserlik, takip eden yıllarda, Türkiye'nin Kopenhag Kriterlerini13 karşılama yönündeki yetersizliği nedeniyle sarsıntıya uğramış, aşırı iyimserlik aniden aşırı bir kötümserlikle yer değiştirmiştir. Aslında Türkiye'nin AB ile ilişkileri, hem zaman içinde, hem de konuya ilişkin yaklaşımlar açısından, aşırı iyimserlikle aşırı kötümserlik arasında salınan bir pendulum gibidir. Bu salınımın genişliği ve hızı, izlerini dış politikada sürdüğümüz siyasal mücadelelerin topografyası içinde belirlenmektedir. 1 Ocak 1996 tarihinde gerçekleşen Gümrük Birliği’ne üyelik, Tansu Çiller Hükümeti tarafından büyük bir siyasal “başarı” olarak tanımlanırken, bu başarı medyanın her konuda olmasa bile en azından bu konuda- hükümet yanlısı tavrı ile halk yığınları arasında meşruiyet kazandı. Gümrük Birliği’ne kabul edilme, dönemin yürütme erki tarafından, enflasyonist politikalarla ekonomik olarak ezilen halk yığınlarına bir kurtuluş, geleceğe ilişkin iyimser bir vaat, tünelin sonunda görülen gün ışığı gibi tanımlandı. Bu tanımları medya çoğaltarak ve meşrulaştırarak halka maletti. Sihirli iki anahtar vaadiyle iktidara gelmeyi başarmış bir siyasal partinin, yandaşlarına sunabilecekleri “başarı” simgesi haline gelen Gümrük Birliği üyeliği, AB hakkında fazla bilgi sahibi olmayan kitleler için gerçekten de tünelin sonundaki ışık oldu ve gözleri o kadar kamaştırdı ki, neyin gelmekte olduğunu bir süre kimse göremedi. Bunu gören ve halka da göstermek isteyenler, sürekli muhalefet eden, her gelişmeye olumsuz yaklaşan, “gelenekçi devletçiler” olarak resmedildiler. Böylelikle Gümrük Birliği Anlaşması’nın, içinde uzun vadede Türkiye’nin aleyhine unsurlar barındırdığını hatırlatan sesler etkisizleştirildi ve boğuldu. Gümrük Birliği ile halkın gündemine düşen AB, sarkaca iyimser boyutta ivme kazandıran siyasetçiler ve iyimser görüşleri endişelerden çok temsil eden medya ile birlikte aslında kimin nereden tutacağını bilmediği kaygan bir kavramsal top oldu. Bu bağlam içinde “AB’ye üyelik süreci” dediğimiz zaman işaret etmek istediğimiz olgu siyasal, ekonomik, kültürel boyutları ile ele alındığında oldukça karmaşık bir süreçtir. AB’nin Türkiye’den beklentileri, Türkiye’deki farklı çıkar gruplarının üyelikten beklentileri ve bu beklentilerin medyada temsil edilme biçimleri, medyadaki temsillerin halk tarafından anlamlandırılma ve yorumlanma süreçleri ve bunların sonucunda söylemsel alan içinde AB’ye yönelik farklı tavır ve tutumların ortaya çıkması, üyelik sürecinin yapılaşmasının çok yönlülüğünü gözler önüne sermektedir. Üyelik süreci ekonomik, siyasal, hukuksal ve kültürel boyutların karmaşık yapılaşmasından oluşan dinamik bir süreçtir. 13 22 Haziran 1993 tarihinde yapılan zirvede, AB’nin genişlemesinin merkezinin Doğu Avrupa ülkeleri olacağı kabul edilmiş ve aday ülkelerin karşılaması için “siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi” olmak üzere üç ayaklı kriterler benimsenmiştir. Bu kriterlerden siyasi olan, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını garanti eden kurumların varlığı şeklinde tanımlanırken, ekonomik olan, işleyen bir Pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olma şeklinde tanımlanmaktadır. Topluluk mevzuatının benimsenmesi ise, siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması şeklinde tanımlanmaktadır (belgenet.com) 74 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA Medyanın üyelik sürecindeki rolü, AB yanlısı ekonomik ve siyasal çıkar gruplarının, diğer bir deyişle iktidar konumundaki ekonomik ve siyasal seçkinlerin bakış açılarının meşruiyetini tesis etme açısından önemlidir. Türkiye’de yukarıda belirttiğimiz gibi 1980’leri takip eden 10-15 yıl içinde medyanın büyük sermaye ve finans sektörü ile bütünleşmesi sonrasında büyük medya kuruluşlarının yayın politikalarında AB yanlısı bir tavır takınmalarını gözlemek şaşırtıcı değildir. AB’ye üye olunduğu takdirde, Türkiye’de yaşamakta olan ve iş bulmakta zorlanan alt orta ve alt sınıfların, hayatlarını dönüştürmelerine olanak sağlayacak fırsatları bulabileceklerine ilişkin bir inanç taşımaları, doğrudan AB yanlısı siyasal ve ekonomik seçkinlerin dillendirdikleri vaatler ve bu iyimser vaatlerin medya tarafından meşrulaştırılması sürecinin bir sonucudur. AB’nin, üyeliğin gerçekleşebilmesi için Türkiye’den beklentileri ise, geniş halk yığınları için medyadan duydukları kadarı ile “öyledir”. Tarım kesiminin, esnaf ve küçük sermaye gruplarının bu toplumsal ve ekonomik yapılaşma sürecinde hangi olumlu/olumsuz kararlarla etkileneceklerine dair bilgileri, yine, çoğu durumda, medyadan duydukları ile sınırlıdır. Ya da, kendi konumlarındaki olası dönüşümlere ilişkin medyadan hiçbir şey duyamamaktadırlar. Dolayısıyla, üyelik sürecindeki “yapısal reformlar”dan etkilenecek olan tarafların, bu reformların kendi yaşamlarında neleri, hangi biçimlerde etkileyip dönüştüreceğine ilişkin fazla bilgi sahibi olduklarını düşünmek için yeterli bir neden yoktur. Büyük medya kuruluşlarının AB’ye üyelik sürecine ilişkin oluşturdukları olumlu “atmosfer” ve AB üyeliğinin Türkiye’de yaşayanların tümü için olumlu bir gelişme olacağına ilişkin yaklaşımları, bu gelişmeler hakkında çok da bilgi sahibi olamayan halkın, AB’ye bakış açısının temel eksenini belirlemiştir. Yukarıda değindiğimiz gibi “ulusal çıkar” kavramı AB ile Türkiye ilişkilerinde, hâkim çıkarların meşruiyetini/hegemonyasını kurma sürecinde en önemli, eklemleyici kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. AB konusu özelinde, 1995’e kadar Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi içinde tanımlanan ulusal çıkar Gümrük Birliği ile birlikte doğrudan yürütmenin (Başbakan, Dışişleri Bakanı, Hükümet Sözcüsü) tanımları içinde şekillenmiştir. Döneme bakıldığında, Türkiye’nin ulusal çıkarı, Gümrük Birliği’nin getirdiği ekonomik çıkarlarla eşitlenirken, bu ekonomik çıkarların hangi toplumsal katmanların çıkarı olduğu gerek o dönemin siyasal seçkinleri gerekse onların sözlerini halka taşıyan medya tarafından sorgulanmamıştır. Dönemin büyük medya kuruluşlarının dolayımı yaptıkları habercilikle ile artık dış politikanın uzman bürokratlarının tanımlarından kurtulan ulusal çıkarlarımız, doğrudan siyasal erkin (dönemin öne çıkan siyasal aktörlerinin) tanımları içinde şekillenirken, 1995’de karşımıza çıkan denklem şöyledir: AB üyeliği = ulusal çıkarımız = ekonomik çıkarımız. 1999 Helsinki Zirvesi14 ile gelinen süreçte ekonomik çıkarlarımızın yanı sıra siyasal çıkarlarımız da tartışmaya eklendi. Türkiye'nin AB ile ilişkilerinde ulusal çıkar 14 Türkiye, 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde toplanan bu zirvede oybirliği ile aday üye olarak kabul ve ilan edilmiştir. Buna göre Türkiye diğer aday ülkeler gibi bir “Katılım Öncesi Stratejisi”nden yararlanacak ve topluluk programları ve ajansları ile birlikte, aday ülkeler ve Birlik arasında, katılım süreci çerçevesinde yapılan toplantılara katılma imkânına sahip olacaktır (belgenet.com). AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 75 gene hâkim, belirleyen kavram olmaya devam etmekle birlikte, siyasal görüşleri farklı olan farklı aktörler, kavramı kendi görüşleri içinde tanımlamaya başladılar. Başka bir açıdan bakarsak, farklı tanımlar artık medyada görünür olmaya ve temsil edilmeye başlandı. Örneğin bir yazara göre, idam cezasının kaldırılması ve bu sayede AB katılım koşullarını karşılama durumu ulusal çıkara uygun bir yaklaşım olarak tanımlanırken, bir diğer yazar için idam cezasının kaldırılması Abdullah Öcalan'ın idamını engelleyeceği için teröre verilmiş bir taviz ve ulusal çıkara aykırı bir durum olarak çerçevelendirilebilmekteydi.15 Medyada konuya ilişkin farklı yaklaşımların temsiline ilişkin tartışmalara bir sonraki bölümde daha ayrıntılı örnekler verilecektir. Helsinki Zirvesi ile birlikte temsile kavuşan farklı siyasal yaklaşımları incelediğimizde, Türk siyasal ve toplumsal hayatında AB ile ilişkilerin genellikle çifte duygululuk içinde kurulduğunu görüyoruz. Bir yandan AB, uluslararası alanda bir “komplo sürecinin parçası olması” nedeniyle Türkiye’nin ulusal çıkarlarına aykırı davranışlar içine girebilmekte, diğer yandan AB ve onun standartları her anlamda istenen, erişilmesi gereken hedef olarak kurgulanmaktadır. Bu ikili duygu, hem toplumda hem de medyadaki haber ve düşünce üretim sürecine sirayet etmiştir. Bir yandan AB ve onun ekonomik ve yaşamsal standartları erişilmesi gereken hedef olarak algılanırken, bu hedefe erişmek adına AB’nin tüm üyeleri için öngördüğü azınlık hakları, anadilde yayıncılık, ceza yasasındaki düzeltmeler, siyasetin sivilleşmesi gibi reform önerileri ve kriterleri, ülkenin ulusal bütünlüğü için tehdit olarak algılanabilmektedir.16 Hesinki Zirvesi sonrasında ve Türkiye’den beklenen ekonomik ve siyasal dönüşümler netleştikçe, AB’ye üyelik sorunu kutuplaşmış açıklamaların içine, artan bir ivme ile sürüklendi. Medya tarafından “varsayılan kamuoyu” AB yanlıları ve karşıtları olarak ikiye bölünürken, gerçekte bu bölünme, var olan siyasal, ekonomik ve sembolik seçkinler arasında yaşanmakta idi. Ayrıca, farklılıkların karşıtlık ekseninde tarif edilmesi tam da medyanın marifeti ile gerçekleştirildi. Medyanın aracılığı (dolayımı/hegemonyayı tesisindeki aktif rolü) ile kamunun gündemine getirilen her sorun gibi, AB’ye üyelik sorunu da, siyah beyaz ekseninde kutuplu açıklamaların konusu oldu. Büyük medya kuruluşlarının ekonomi politikası içinde beyazı tutmaları karşıt görüşlerin homojenleştirilerek dışlanmasını beraberinde getirirken, ara tonlar (bunlar hiçbir zaman gri tonları değil, tayfadaki renk cümbüşü olarak görülmelidir) yok sayıldı. 15 Tezcan Durna, “Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları: Helsinki Zirvesi 1999”, Çiler Dursun (der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları, 2004, s. 259-289. 16 Bu aşk-nefret ilişkisi aslında Türk modernleşmesinin temelinde olan bir duygu olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk modernleşme pratiklerinde Batı bir yandan ulaşılması gereken ideal uygarlık modeli, diğer yandan, kendisiyle mücadele edilen bir düşman imgesi etrafında kurgulanmıştır. Bunun temelinde Batı karşısında girişilen bir kurtuluş savaşının etkisi olduğu bir vakıadır. Ancak Batının işgalinden kurtulmak için bile Batı’ya benzemek gereği ironik biçimde, Türk modernleşmesi içinde bu aşk-nefret duygusunu sürekli canlı tutmuş ve günümüze kadar sirayet etmiştir. Bir yandan Batılı değerleri kabul ederek Batı ile mücadele etmek gereğinin altı çizilirken, diğer yandan kendi olarak kalma kaygısı, Direk’e göre bir “başkada aynı kalmak” deneyimi olarak tanımlanmaktadır (Direk, 2003). 76 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA Gümrük Birliği sonrası, öncesine kıyaslandığında, çok daha sıcak, toplantılar, görüşmeler ve kararlarla biçimlenen bir süreçtir. AB’nin bizzat kendi içsel dinamikleri, son 10-15 yıl, ekonomik birleşmenin yanında siyasal bütünleşmenin de büyük ölçüde hedefler arasına girmeye başladığı ve bu yönde adımların atıldığı bir süreç olarak değerlendirilmelidir. Bu anlamda 1993 Kopenhag Zirvesi ekonomik bütünleşmenin yanında siyasal kriterlerin netleştiği zirve olarak karşımıza çıkar. Burada siyasi kriterler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunmasını garanti eden kurumların varlığına işaret etmektedir. Bu kriterlerin yerine getirilmemesi nedeniyle 1997 yılındaki Lüksemburg Zirvesi'nde17 Türkiye için bir gelişme çıkmamıştır. Türkiye-AB ilişkileri açısından 1999 Helsinki Zirvesi tarihi ve kritik bir zirve görünümündedir. Zira bu Zirvede Türkiye “aday üye” ilan edilmiştir. Bu gelişmenin hemen ardından Türk kamuoyu ve medyası büyük bir iyimserlik içine girmiş, gelişme neredeyse Türkiye Birliğe üye olmuş kadar önemsenmiştir. Bu adaylık süreci tarihi önemi ve medyanın atfettiği aşırı iyimser hava nedeniyle ayrıca incelenmeye değer görünmektedir. 1995 Gümrük Birliği ve 1999 AB aday ülkeliğine kabul sonrasında 2000’lere iyimser bir atmosferle girilmiştir. Bu olumlu havanın tavana vurduğu 2002-2004 dönemi sonrasında AB’nin Türkiye’den beklediği siyasal ve ekonomik düzenlemelerin yine beklenen hızla gerçekleştirilememesi, ama hepsinden önemlisi ABD’nin Irak’a müdahalesi sonrasında ortaya çıkan “Kuzey Irak” sorunu üyelik sürecini sekteye uğratmıştır. “Demokratikleşme” süreci içinde tartışmaya açılan ana dilde eğitim, yayıncılık vb. konularda azınlıklara yeni hakların önünün açılması, bu kazanımlar sonucu Türkiye’nin bölünebileceği endişesi ile bütünleşirken, siyasal partiler arasında “ulusal çıkar” konusunda ciddi çatışmalara ve farklı tanımlara yol açmış ve bu tanımlar medyada kısmen de olsa temsil edilmiştir. AB’ye üyelik sürecinde bir dış politika sorunu olarak çatışan açıklamaların konusu olan ilk sorun Kıbrıs sorunu olsa da ve bu sorun üzerine farklı “ulusal çıkar” tanımları medyada temsile kavuşmuş olsa da, “ulusal bütünlük” sorunu hem iç hem dış politika sorunu olarak Kıbrıs sorununu gölgede bırakmıştır. Gerek CHP gerekse MHP’nin ulusalcı söylemleri ve AB’ye üyelik konusunda öne sürdükleri koşullar, AKP ve muhalefet partileri arasında ulusal çıkarların ne olduğuna ilişkin bir mücadeleyi görünür kılarken, medya bu çatışmaları halkın gündemine taşımıştır. Bugün, 1995’de çizilen ve zaman zaman sarsıntıya uğrasa da 2004’e dek yaşanan AB’ye ilişkin olumlu algılama yerini endişelere ve “milliyetçi hassasiyetlerin” öne çıktığı olumsuz yargılara büyük ölçüde bırakmıştır. 2004 ve sonrasında yaşanan kırılmaları daha iyi anlayabilmek için bunların öncesine, Helsinki Zirvesine dönmek yerinde olacaktır. Bu zirvenin medyada 17 1997 yılı sonunda toplanan zirvede, açıklanan “agenda 2000” belgesine göre,Doğu Avrupa ülkelerinden altısı için katılım müzakerelerinin hemen başlamasına karar verilmiş, ikinci grup ülkelerle de 2000 yılında müzakerelerin başlamasına karar verilmiştir. Türkiye her iki grubun içine Kıbrıs’ta sınır sorunları olması ve azınlık haklarına saygı göstermemesi gerekçeleri ile dahil edilmemiş, AB ile Türkiye arasındaki ilişkiler bu süreç içinde neredeyse kopma noktasına gelmiştir. Bununla beraber, Güney Kıbrıs Rum kesimine müzakere tarihi verilmesi, Türkiye’nin AB’den iyice uzaklaşmasına da neden olmuştur (Uğur, 2000: 202-232). AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 77 temsili, daha sonra netleşecek olan kırılmalar hakkında ipuçları sergilemektedir. Helsinki Zirvesi’nin medyada sunumu, bu sunum sırasında çizilen tablo, görüşlerine yer verilen aktörler, öne çıkartılarak tartışma konusu yapılan kriterler incelendiğinde, medyanın AB karşısındaki tutumu ve kamuyu bilgilendirme yönünde nasıl bir habercilik yaptığı daha anlaşılır olacaktır. Avrupa Birliği-Türkiye İlişkilerinin Medyada Sunumu ve Ulusal Çıkar Tanımının Çerçevelendirilmesi 18 Son yıllarda AB kavramı Türkiye siyaseti için çok önemli bir turnusol kâğıdı işlevi görmektedir. Bu durum en azından Gümrük Birliği'nden bu yana böyle değerlendirilebilir. Gümrük Birliği'nden günümüze kadar da bu nitelikte önemli değişmeler ve kırılmalar yaşanmıştır. Bu kırılmaların en önemli belirleyeni de Kopenhag Zirvesi'nde alınan siyasi kriterler olarak karşımıza çıkar. Bu siyasi kriterlerin AB-Türkiye ilişkileri düzleminde tartışılan ilerleme ve reform olarak da tanımlanan temaları önemli ölçüde çerçevelediği ortadadır. Kopenhag Kriterleri’nin çerçevelediği temalar, uluslararası diplomatik bir mevzu olarak değerlendirilmenin ötesine geçmiş bir iç politika sorunu haline gelmiştir. Sonuç olarak AB sorunu, hayati bir mesele haline de gelmiş ve kamuoyunun gündeminde bu şekilde tartışılır olmuştur. Bu nedenle Avrupa Birliği’ne taraf ya da karşı olmak hegemonik açıdan merkezi bir eklemleyici unsur haline de gelmiştir. Sonuç olarak, kurulan karşıtlığın kendisi, başka karşıtlıkları ve mikro iktidar ilişkileri ile dil üzerinden giden iktidar mücadelesinin de ana eksenini oluşturmuştur. Bu bağlamda AB'ye karşı ya da taraf olmanın kendisi temelde Türk siyasal ve toplumsal yaşamı ile medyasında, AB'nin belirli kriterleri etrafında ortaya çıkan belli temalar çerçevesinde yapılanmaktadır. Söz konusu temaları üstten belirleyen, AB'nin demokrasi ve siyaseti “haklar kataloguna” indirgeme19 eğilimidir. AB teknokratları demokratik açılım olarak tanımladıkları bazı “siyasi ve insan haklarına dair ilerleme” kriterlerini belirlerler, aday ülke de bu kriterleri sıklıkla “ev ödevi” olarak da tanımlanan bir algı içinde benimser ve yapılması gerekenleri yerine getirir. Türkiye ile AB ilişkilerinin bağlamı ise başlı başına kendi içinde özgünlük taşımaktadır. Bu özgünlüğü belirleyen en önemli unsur ise, Türk siyasal ve toplumsal yaşamının en can alıcı söylemsel oluşumlarından birisi olan “ulusal çıkar” tanımlamasıdır. Türkiye'nin 18 Yazının bu bölümü ağırlıklı olarak Tezcan Durna'nın 1999 Helsinki Zirvesi'ndeki Türkiye'nin Aday üyeliğinin Türk basınında sunumunun incelendiği yüksek lisans tezinin verilerine dayanmaktadır (ayrıntı için bkz. Durna, 2002; Durna, 2004). Bu çalışmada, Türkiye'nin AB'ye aday üye ilan edildiği 10 Aralık'ta toplanan Helsinki Zirvesi'nin bir hafta öncesi ve iki hafta sonrasını kapsayan bir dönem, Türk basınında incelenmiştir. İnceleme için seçilen gazeteler ve seçilme gerekçeleri şöyledir: Milliyet ve Sabah hem söylem hem de sahiplik itibariyle ana akım gazeteler olması nedeniyle, Radikal gazetesi sahiplik itibariyle ana akım olmakla beraber, hedef kitlesi itibariyle liberal solcu olması nedeniyle, Cumhuriyet gazetesi ise ulusal sol bir söylem ve hedef kitlesine sahip olması nedeniyle, Zaman gazetesi ise, hem söylem hem sahiplik ve hem de hedef kitlesi itibariyle muhafazakar İslamcı bir yapıya sahip olması nedeniyle seçilmiştir. Çalışmada söz konusu gazetelerin dönem içerisindeki köşeyazılarına bakılmış, konuyla ilgili olarak toplam 403 köşeyazısı çözümlenmiştir. 19 Aykut Çelebi, op. cit., Avrupa: Halkların Siyasal Birliği, İstanbul, Metis Yayınları, 2002. 78 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA modernleşme serüveni içerisinde çok kritik bir noktaya yerleştirilen20 1999 Helsinki sürecinde Türkiye kamuoyunda ve medyasında yapılan tartışmaların temel eksenini ulusal çıkar tanımı oluşturmuştur. Bu temaların işaret ettiği konular, özellikle Türkiye'nin uluslararası meseleleri olmanın yanında iç siyasetini de ilgilendirdiği için, ulusal çıkar tanımının vurgusunu genişletmiş ve çeşitlendirmiştir. Bunların en başında Türkiye'nin belki de kurulduğu zamandan beri mutat konusu olan ve şu günlerde tartışmaları daha da yoğunlaşarak devam eden Kürt sorunu eksenine yerleşen AB'nin “azınlık haklarına saygılı olmak” kriteri gelmektedir. 1999 Helsinki Sürecinde ise bu sorun temelde idam cezasının kaldırılması ve bu gelişmeden Abdullah Öcalan'ın da yararlanıp yararlanmayacağı tartışmalarının içine yerleşmiş görünmektedir. Yine bu süreçte AB ile ilişkiler düzleminde tartışılan temalardan bir diğeri de Kıbrıs konusudur. Her iki tema da AB ile ilişkiler düzleminde ulusal çıkarı eklemleyen kavramları kurmaktadır. Ulusal çıkar tanımı, AB'ye hem karşıt olmayı hem de taraf olmayı aynı düzlem üzerine yerleştirmektedir. Bu tanımlama AB ile ilişkilerin hem boyutunu hem de kriz anlarındaki tartışmaların çerçevesini belirleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Hem normal bir biçimde süren ilişkilerin hem de krizli anların temel eklemleyici unsuru ulusal çıkar tanımı olduğu için, iç siyasette ortaya çıkan söylemler, ister istemez “milliyetçi” söylemlere eklemlenmektedir. Böylece habercilikte merkezi temsil sorunu olan yapısal yanlılık eğilimi, bu eklemlenmeyi güçlendirmektedir. Zira, söz konusu AB ile ilişkiler olunca ve bu ilişki belli temalar çerçevesinde “ulusal çıkar” algısı içinde değerlendirilince, haber dilinde zaten varolan akredite kaynağa bağımlılık ve siyasal aktörlerin durum tanımlarının ikincil bir tanımlayıcısı olma durumu pekişmektedir. Haberlerde gözlenen bu durum köşeyazılarında da karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda işaret ettiğimiz iki kritik konunun dışında AB ile ilişkiyi ve üyelik konusunu ulusal çıkar tanımına bağlayan önemli bir tema da, üye olunması halinde Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal yaşamında ortaya çıkması beklenen olumlu gelişmelerdir. Bu noktada, AB ve Türkiye'nin ekonomik ve toplumsal durumları istatistiksel dökümlerle örneklendirilerek, Türkiye'nin “olumsuz”, “geri” ve “karanlık” tablosu karşısına AB ve daha önce üye olmuş Yunanistan, Finlandiya, İspanya ve İtalya gibi ülkelerin “olumlu”, “müreffeh”, “gelişmiş” ve “steril” durum tanımları karşı karşıya yerleştirilmektedir. Bu karşılaştırmalar dolayısıyla Türkiye’nin ulusal çıkarının ne olduğuna ilişkin bir tartışma sürdürülmektedir. Örneğin, Helsinki Zirvesi'nden Türkiye için çıkan adaylığı, Hürriyet Gazetesindeki yazısında “beş paralık” adaylık şeklinde değerlendiren Mümtaz Soysal'ın, söz konusu değerlendirmesine Milliyet ve Zaman gazetelerinden aynı vurgularla eleştiri gelmiştir. Milliyet gazetesinden Hasan Cemal “...Yeni bir dünya bu! Herkesin aynı teknede yaşayabileceği, birlikte kazanabileceği barış ve demokrasi dünyası... Beş paralık aklı olanlar dünün dünyasında yaşar gider. En iyisi onları kendi dünyalarına bırakmaktır...”21 cümleleriyle, Zaman gazetesinden Hüseyin Gülerce ise “...Helsinki 20 21 Tezcan Durna, op. cit., Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları. Hasan Cemal, “Beş Paralık Akıl!”, Milliyet, 14 Aralık 1999, s. 19. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 79 kararına kendi içimize dönerek bakacak olursak, tarihi sıçramamızı hızlandıracak bu karar, geleneksel konumları sarsılacak olanları rahatsız etmişe benziyor. Bunların sözcülüğünü bir zamanlar demokrasiye müdahaleye, fikri destek veren bir anayasa profesörünün (üstelik Dışişleri Bakanlığı yapmış birisinin) destek vermesi ve Helsinki kararını 'beş paralık adaylık' olarak nitelendirip, 'bu zillete nasıl katlanılıyor?' diye çok tahrikçilik yapması calibi dikkattir...”22 cümleleriyle Soysal'ın değerlendirmesini eleştirmekte, bu eleştiriyle Soysal, “eskide kalmış” ve “geleneksel konumu sarsılacak”, “statükocu” bir kişi olarak tarif edilmektedir. Aslında burada Soysal, AB'nin Türkiye için öngördüğü adaylığı, diplomatik açıdan başarısız ve içinde Türkiye açısından fazla ödün barındırdığı için eleştiriyor olsa da bu eleştiriler, Soysal'a atfedilen “statükocu” konumu nedeniyle etkisizleştirilmekte tartışma dışı bırakılmaktadır. Bu etkisizleştirme sırasında uygulanan strateji, gene “ulusal çıkar” tanımına eklemlenmektedir. Zira Soysal, yazarın iddiasına göre de Türkiye'nin AB'ye adaylığını “geleneksel konumu sarsılacağı için” eleştirmekte, tam da bu nedenle Türkiye'nin ulusal çıkarı yerine kendi kişisel konumunu güçlü tutmayı tercih etmektedir. “Statüko ve statükocu” sözcükleri AB'ye adaylık sürecindeki gelişmeleri, eleştirilerin iddialarını etkisizleştirmek için kullanılan çokvurgulu bir sözcük olarak karşımıza çıkmaktadır. Statüko kelimesi, adı geçen gazetelerin hepsinde farklı kesimler için kullanılmış olsa da, bir tek anlama sahiptir. Bu anlamın içeriğini maddeler halinde şöyle sıralamak mümkündür: 1) AB’ye karşı olanlar statükocudur. 2) Bu kişiler AB adaylığı ya da üyeliğinden sonra varolan egemen konumlarını kaybetmek korkusu nedeniyle, AB’ye karşı çıkmaktadırlar. 3) Bu kişiler var olan düzenden memnundurlar. 4) AB, gerçek bir özgürlük ortamı getirecek ve statükocuların gerçek yüzü o zaman ortaya çıkacaktır. Bu çıkarsamalardan anlaşılan odur ki, AB’ye öyle ya da böyle karşı olanların gerekçeleri dinlenmeden, ya da pek fazla sorgulanmadan bir sözcüğün çerçevesinin içine yerleştirilmekte, bu kişiler toplum çıkarlarına ve özgürlüklere karşı olan, “sorumsuz”lar olarak tanımlanmaktadırlar. Böylece hem yine AB’ye adaylık süreci, özgürlükler ve demokrasi bağlamında yüceltilen bir durum olarak algılanmakta, hem de AB dolayısıyla, iç politikada bir iktidar mücadelesi sürdürülmektedir. Statükocu olarak değerlendirilenler gazetelerin yayın politikaları ve yazarlarının sınıfsal uzlaşımlarına göre yer değiştirmektedir. Statükocu sözcüğü ile işaret ettiği kişi ya da çevreleri en net biçimde tanımlayan gazete Zaman’dır. Bu gazetenin atıfta bulunduğu kişiler, Atatürkçülük adına “baskıcı” rejimi savunanlar ve askerlerdir. Söz konusu tanım, Radikal, Sabah ve Milliyet gazetelerinin köşe yazılarında da zaman zaman temsil edilmektedir. Bu gazeteler için de AB'nin getireceği “özgürlük ve eşitlik” ortamı, halihazırdaki konumları sarsılacak 22 Hüseyin Gülerce, “28 Şubat’ın Biteceği Tarih…”, Zaman, 14 Aralık 1999, internet baskısı. 80 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA olanlar statükocudur. Atıf yapılan güçler söz konusu gazetelerin yazarlarına göre, bir grup olmaktan ziyade kişilerden oluşmaktadır. Adı geçen gazeteler, süreçle ilgili olarak açıkça orduyu hedef göstermemekle beraber yer yer imada bulunmakla yetinmektedirler. Cumhuriyet gazetesi yazarları ise sağcıları “statükocu” olarak adlandırmaktadırlar. Cumhuriyet çevresi AB'yi eleştirse de, son aşamada AB sürecinin demokratik bir açılım sağlayacağına inanmaktadır. İslamcı ve ana akım gazetelerden gelen eleştiriler, neredeyse aynı şekilde Cumhuriyet çevresinden de bu çevrelere yöneltilmektedir. İronik olan, her çevrenin AB'nin sağlayacağı demokratik açılımdan kuşku duymamasıdır. İç siyasette anlamlar üzerinde sürdürülen mücadelenin platformunu bu ortak payda oluşturmaktadır. Bu süreçte karşımıza çıkan en sıcak tartışmalardan birisi de yukarda altını çizdiğimiz gibi idam cezasının kaldırılması meselesidir. İdam cezasının kaldırılmasının gerekip gerekmediği düzleminde kurulan tartışmada temel kriter, AB sürecine hem karşı, hem taraf olan için Abdullah Öcalan'ın bu uygulamadan yararlanıp yararlanmayacağı sorunudur. Her iki taraf için de esas konu Türkiye'nin ulusal çıkarı olarak çerçevelenmektedir. Örneğin Zaman gazetesinde Nuh Gönültaş adındaki yazarın “...Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, idam cezasının kesinlikle kaldırılmasından yana. İdamın kaldırılmasının Abdullah Öcalan olayı ile aynı kavşakta bulunması ise Türkiye için büyük talihsizlik. Ama Türkiye elbette bir kişiyi idam etme uğruna bütün bir geleceğinden vazgeçemez...”23 cümleleri, idam cezasının kaldırılması gerekliliğini “Türkiye”nin geleceği” düzlemine yerleştirmektedir. Burada Öcalan'ın bir insan olması ve tam da bu nedenle idam cezasının kaldırılması uygulamasından onun da yararlanabileceği konusu tamamen tartışma dışı bırakılmaktadır. Türkiye'nin önceliği bu bağlamda Abdullah Öcalan'ın idam edilmesi değil, AB'nin kriterlerinden birisi olan idam cezasını kaldırarak “geleceğini kurtarmak” olarak tarif edilmektedir. Bu noktada iki yönlü bir anlamlandırma stratejisi karşımıza çıkmaktadır. Birincisi “her ne kadar Öcalan idam edilmeyi hak etse de”, Türkiye “duygusallık” yapmadan idam cezasını kaldırmalı ve AB'nin kriterlerini karşılamalıdır. İkincisi “Türkiye'nin geleceği” denildiği zaman, AB'ye üye olmak arzusu “ulusal çıkar” çerçevesine yerleştirilmektedir. Bu çerçevenin vurgusu da “Öcalan'ın idamı ve Türkiye'nin geleceği” karşıtlığı ile güçlendirilmektedir. Burada insan hakları ve insanın ne olursa olsun yaşama hakkının elinden alınmaması gerektiği konusu temel değil tali bir belirleyen olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu düzlemde Türkiye'nin yerine getireceği yükümlülükler, “bir yük” olarak algılanmakta ve “ulusal çıkarı” için Türkiye'nin kerhen de olsa yerine getirmesi gereken bir “ev ödevi” olarak kavranmaktadır. İdam cezası ile Öcalan'ın idamı ve AB ilişkilerinin yerleştiği eksen incelenen tüm gazetelerde hemen hemen aynıdır. Ancak AB'nin söz konusu kriterlerinin bazıları özellikle azınlık hakları ile ilgili olanlar ve Kıbrıs sorununun çözümü konusu genellikle AB sürecine eleştirel ve karşı konumdan bakanların tartışmalarının odak noktası haline 23 Nuh Gönültaş, “İnfazcı Basın, Adalet Bakanı’na Karşı”, Zaman, 24 Aralık 1999, internet baskısı. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 81 gelen konulardır. Bu konularda AB’nin beklentilerini benimseyenler de, bu beklentilere karşı çıkanlar da kendi düşüncelerinin meşruiyetini yaptıkları “ulusal çıkar” tanımına oturtmaktadırlar. Böylece ulusal çıkar, iç siyasette tarafların hegemonyalarını güçlendirmek için başvurdukları kilit kavram olmaktadır. Sonuç olarak “ulusal çıkar”, vurgularında hegemonik mücadelenin sürdüğü bir kavram olmakta ve farklı siyasal düşüncelere, farklı vurgularla eklemlenmektedir. AB üyeliği düzleminde tartışılan Kıbrıs sorunu, önemli ve hala içinden çıkılamamış konulardan biridir. Kıbrıs konusunda Türk medyasının genel olarak ne olursa olsun çözüm yanlıları ve çözüm adına “ödün verilmemesi” gerektiğini düşünenler olarak iki karşıtlık içinde konumlandıkları/konumlandırıldıkları ortaya çıkmaktadır.24 Bu konumlanmada her iki taraf da argümanlarını ulusal çıkara getirdikleri tanımlarla gerekçelendirmektedir. Zira “ne olursa olsun” Kıbrıs konusunun çözülmesini isteyenler, mevzunun çözümünü AB'nin kriterlerinden birisi olarak algılamakta ve bu sorunu, Türkiye'nin AB üyeliği yolundaki engellerden birisi olarak algılamaktadırlar. Çünkü AB'nin üyelik müzakerelerine başlanması için temel koşullarından birisi de aday ülkenin üye ülkelerden herhangi birisi ile sınır sorununun olmaması gereğidir. Bu noktada Türkiye'nin Yunanistan'la hem de Güney Kıbrıs'la “sınır sorunu” bulunmaktadır. Sorunun “ne olursa olsun” çözümünden yana olanların gözünde Kıbrıs meselesi Türkiye'nin geleceğinin önündeki engel olarak kavranmakta ve sorunun bir an önce çözülmesinin “ulusal çıkarlara” uygun bir davranış olacağı savlanmaktadır. İşin ironik yanı hem adadaki sorunun “her ne olursa olsun” çözümünden yana olanlar, hem de sorunun çözümü adına Türkiye'nin ada üzerindeki “haklarından feragat etmemesi” gerektiğini savunanlar Türkiye’nin çıkarlarından yana olduklarını iddia etmektedirler. Zira, her ne pahasına olursa olsun çözüm diyenlerin savlarına karşı olanlar, AB'nin Türkiye'ye vaatte bulunup ödün koparma peşinde olduğu görüşündedirler. İki yaklaşımın ekseninin de ulusal çıkara eklemlenmesi, “milliyetçi” söylemin Türkiye modernleşme sürecinin bir parçası olarak kavrandığı AB adaylığındaki tartışmalarda ne kadar merkezi bir yerinin olduğunu göstermektedir. İncelediğimiz gazetelerdeki köşe yazarları, Türkiye’nin “ulusal çıkarını” tanımlarken, halkın sesini/sözünü temsil ettikleri izlenimini vermektedirler. Halk burada homojen bir bütünlük olarak tanımlanmakta ve sürece ilişkin söz söyleyen yazarlar, halkın sözcüsü konumuna yerleşmekte ve bu konumdan güç alarak konuşmaktadırlar. Halkın sesi konumu tüm temaların tartışılma çerçevesini de belirlemektedir. Bu konumun gücü aynı zamanda AB üyeliğinin (aslında burada adaylık) ülkenin tümü için ne kadar önemli olduğu vurgusu ile arttırılmaktadır. Halkın sözcülüğünü yaparken kullanılan sözcüklerin vurgusu, tarihsel sürekliliğe de atıfta bulunularak güçlendirilmektedir. Bunların en çarpıcı olanları ise “milletimizin geleceği”, “gelecek kuşaklar”, “aydınlık gelecek”, “yarının Türkiye'si”, “toplumun geneli”. “toplumun ta içi”, “Türk halkının bütün unsurları” “halkın coşkusu” gibi 24 Tezcan Durna, op. cit., Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları. 82 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA sözcük ve tamlamalardır.25 Gene bu sözcük ve tamlamalar göstermektedir ki, AB sürecindeki tartışmalar, Türkiye siyasetinde hegemonya mücadelesinin eklemleyici unsurudur. Üyelik tartışmalarının içine yerleşen “ulusal çıkar” tanımları, bu tartışmaları aşarak, iç politikada milliyetçi söylemlerin meşruiyetini kurma yönünde itici bir unsur olacaktır. AB'ye ve AB'nin süreç içindeki tavrına olumsuz bakanlar da olumlu yaklaşanlar da son aşamada sorunu ulusal çıkar eksenine yerleştirdiği için, ilişkinin krizli anlarında ister istemez bir içe kapanmanın savunucusu haline de gelebilmektedirler. Zira Türkiye'nin AB ile ilişkisi aynı zamanda çifte duygulu olduğu için, aşırı iyimser olanların bile, son aşamada, “aşkları” pekâla “nefrete” dönüşebilecektir. Bu içe kapanma durumunun bir diğer nedeni de, AB'nin kriterlerinden oluşan tüm temaların dönüp dolaşıp bir amalgam kıvamındaki milliyetçi ideolojinin potası içinde eritilmesidir. Bu amalgamın içinde “insan hakları”, “din ve vicdan özgürlüğü”, “kimlikler siyaseti”, “onurlu uluslararası ilişkiler”, “ekonomik gelişme ve bireysel refahın artması” gibi olumlu adlandırmalarla; “komplo teorisi”, “Batı'nın emperyalist emelleri”, “bölünme korkusu” gibi olumsuz betimlemeler Janus’un iki yüzü gibidir. Bu olumlu ve olumsuz anlamlandırmaların biraradalığı durumu, krizli anlarda Türk toplumunun ve medyasının, AB’nin öne sürdüğü koşulları ve tavrını, Türk kimliğine saldırı ve daha da ileri giderek, Türkiye'nin bölünmesini istemek olarak algılamasına neden olabilmektedir. Bu algı, son aşamada ulusal çıkar düzleminde kurgulanan ilişkiyi, yaygın söylemsel oluşumun milliyetçi söyleme demirlendiği noktada bir içe kapanmayı ve AB'ye üyelik adına atılan tüm adımlardan bir vazgeçiş seçeneğini de beraberinde getirebilmektedir. Yukarıda köşe yazıları üzerinden AB’ye adaylık sürecine ilişkin yaptığımız gözlemlerin yanında tartışmaların gazete haberlerindeki temsilleri de medyanın tavrını anlamak açısından önemlidir. Gencel Bek26 Helsinki Zirvesi’nin basında (Hürriyet, Star ve Sabah gazeteleri) temsili üzerine yaptığı çalışmada, AB’nin kültürel farklılıklar taşımayan homojen bir bütünlük olarak düşünüldüğünü bulgulamıştır. Bu algı biz ve onlar ikiliğinin inşasında önemli bir öğe olarak yorumlanabilir. Haberlerde söylemleri dolaşıma sokulan seçkinler, Türk ve yabancı politikacılar, işadamları ve AB bürokratlarıdır. Yukarıda değindiğimiz “iyimser bakış” Sabah ve Hürriyet’te yansımasını bulmuş ve kamuda böyle bir olumlu bakış açısını inşa etmek üzere yinelenen bir temaya dönüşmüştür. Bu gazeteler, süreci olumlu olarak yorumlayan ve onayan görüşlere belirgin biçimde fazla yer verirken, medyanın siyasal ve ekonomik iktidar ilişkileri içinde nasıl büküldüğünü de sergilemişlerdir. Helsinki Zirvesi’nin medyada sunumunda başat belirleyici çerçevelerden biri Gümrük Birliği ile temelleri 25 Tezcan Durna, Türk Basınında Avrupa Birliği: Köşeyazılarında Adaylık Sürecinin Sunumu (3-24 Aralık 1999), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002. 26 Mine Gencel Bek, “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları, 2004, s. 255-259. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 83 atılan “ekonomik kazanımlardır”. Dönemin para politikaları, halktan “kemer sıkmayı beklerken” gösterilen havuç, ekonomik entegrasyondur. 2004 sonrasında ivme kazanarak tartışmaların temel eksenine yerleşecek olan Kürt sorununun izlerini bu dönemde Sabah gazetesinin haberlerinde sürmek mümkündür. Kürt sorunu ve A. Öcalan’ın nasıl cezalandırılması gerektiği konusu, milliyetçi çıkışların görünür olduğu sorunlar olmuştur.27 Gencel Bek, medyada AB konusunun tartışıldığı haberlerde ekonomik değişimlerin “kazanç” olarak sunulduğunu, bunun karşısında siyasal düzenlemelerin “dayatma ve koşul” olarak ele alındığını belirtmektedir.28 Ayrıca çalışmanın önemli bir bulgusu da, kültürel dönüşümlere ilişkin kimi taleplerin yumuşatılarak ve magazinel bir dille sunulmasıdır. Yukarıda değindiğimiz gibi Türk medyasında yaşanan yapısal dönüşüm sonrasında, ekonomik çıkarların öne çıkması ve halka sunulan vaatlerle meşrulaştırılması ekonomi politik çerçeve içinden bakıldığında beklenen bir tavırdır. Kültürel-siyasal alanda yapılması beklenen değişim ve dönüşümlerin ise söylemsel alan içinde yeniden tanımlanması ve ideolojik açıdan meşrulaştırılması, bir yandan medyanın temel hedefi değildir, diğer yandan da, AB’ye yönelik olumlu bakış açısını zedelememek için tartışılması pek de tercih edilmeyen konulardır. Helsinki Zirvesi sonrasında önemli bir olgu da, Kasım 2002’de AKP’nin tek başına iktidar olması ile AB’nin daha güçlü bir biçimde iç siyasette tartışılan bir konu ve hegemonyanın tesisinde kurucu öğelerden biri haline gelmesidir. AKP’nin parti programında öne çıkan ve din ve vicdan özgürlüğü savunulurken atıfta bulunulan “demokratik hak ve özgürlükler”, partinin AB’ye yönelik olumlu tavrını şekillendirmiştir. Bu dönemde medyanın AB sürecini temsili, AKP politikalarını benimseme/karşı çıkma ekseninde çerçevelenmiştir. Aralık 2004’te AB’nin Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatması sırasında da, medyanın buna benzer bir tavır sergilediği gözlemlenmektedir. Kejanlıoğlu ve Taş29, 2004 İlerleme Raporu’nun ve 2004 AB Brüksel toplantısının, Zaman, Hürriyet ve Radikal gazetelerindeki sunumunu incelemişler ve inceledikleri gazetelerde, Türkiye’nin, Avrupa’nın Türkiye’ye bakış açısından temsil edilmesinin genel bir eğilim olduğunu vurgulamışlardır. İncelenen pek çok köşe yazısının çerçevesini belirleyen akredite kaynaklar, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun üyeleri yanı sıra Avrupalı liderlerin açıklamalarıdır. Basında, Avrupa ve Türkiye betimlemelerine egemen olan yaklaşım “basının bir tür seferberlik içinde Türkiye’nin (neredeyse) Avrupalı olduğuna (kendini?) inandırma çabası”dır.30 Araştırmacılar, incelenen gazetelerin gerekçeleri tartışmaksızın AB üyeliğini 27 Mine Gencel Bek,op. cit., “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.) 28 Mine Gencel Bek, op. cit., “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.), s.247 29 D. Beybin Kejanlıoğlu ve Oğuzhan Taş, "Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä.", Anu Leinonen, Tuula Kojo, Mervi Nousiainen, Sampsa Peltonen& Lauri Tainio (der.), Turkki Euroopan rajalla?, Helsinki, Gaudeamus Helsinki University Pres, 2007, s. 91-111. 30 Ibid., D. Beybin Kejanlıoğlu ve Oğuzhan Taş, Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä. 84 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA destekleyen veya karşı çıkan aktörlerin görüşlerini temsil ettiklerini ve takım tutan taraftarlar gibi duygusal öğesi ağır basan bir tutum oluşturduklarını belirtmişlerdir. Araştırmanın bir başka dikkat çekici bulgusu da, incelenen üç gazetede görüşlerine başvurulan aktörlerin % 85’inin Avrupalı liderler, AB bürokratları ve siyasetçileri olmalarıdır. Türk siyasetçi ve bürokratların temsiline bakıldığında kabinenin (R. T. Erdoğan ve A. Gül başta olmak üzere) % 75 ile başı çektiği gözlenmiştir. Kıbrıs sorunu, Ermeni sorunu, Yunanistan’la ilişkiler ve Güneydoğu’da federasyona duyulan endişe tartışılan temalar arasında öne çıkmaktadır.31 Gencel Bek ve Durna’nın sonuçlarının aksine bu çalışma AB’nin, basında, homojen bir bütünlük olarak temsil edilmediğini bulgulamıştır. İncelenen dönem dikkate alındığında AB içindeki farklı seslerin daha belirgin olarak ortaya çıkması ve çatırdamaların sezilmesi bu sunumun nedenleri olarak düşünülebilir. 2004’de milliyetçi görüşlerin eklemlendiği sorun, öncesinde de görünür olduğu gibi Kıbrıs sorunudur. Ekonomik çıkarlar, yine çokça vurgulanmış ve Türkiye’nin yüz küsur yıllık batılılaşma isteği tekrarlanan bir amaç olarak görünür olmuştur. Benzer bir çalışma örneklem genişletilerek gerçekleştirilmiş olsa idi, muhtemelen milliyetçilik ekseninde farklılaşan ulusal çıkar tanımları daha net biçimde görünür olur ve AB’ye yönelik olumlu bakış açısı yer yer bulanıklaşırdı. Yine de 2004’ü, 1996’da başlayan ve 2002 ile doruklarına ulaşan fiestanın son yılı olarak okumak mümkündür. Yukarıda belirttiğimiz gibi, ABD’nin Irak işgali sonrasında yaşanan ve Türkiye’yi de yakından ilgilendiren sorunlarla birlikte, bir yandan dış politika gündem değiştirirken, diğer yandan, AB kriterleri, Türkiye’nin bölünme endişelerine merhem olmaktan çok yaraya basılan tuz gibi görülmüştür. Bu yazının oluşturulduğu bu günlerde, Sarkozy’nin Almanya’nın da desteği ile “Türkiye’nin üyelik sürecini” AB terminolojisi içinde dönüştürme önerisi, İngiltere, İtalya, İspanya ve İsveç’in de karşı çıkmaması ile yeni bir kriz oluşturmuştur. Basının soruna olası yaklaşımı AKP Hükümetinin tavrına paralel bir tavır olmayı sürdüreceğini öngörmekteyiz. AKP ise, sıcak iç ve dış politika sorunları içinde belirgileşen ulusalcı seslerin karşısında AB’ye üyelik sürecini kısmen de olsa kamunun gündeminden çıkarma yönünde bir tavır benimseyecektir. Bu tavrı bir anlamda AB'nin tavrı tetiklemekte; AKP hükümeti başlangıçta Hükümet politikasının en merkezi noktasına yerleştirdiği AB sürecini soğumaya bırakarak bir anlamda milliyetçi refleksleri bertaraf etme eğilimine girecektir. 2004 sonrasında artan AB karşıtlığı, kamunun gündemine milliyetçi söylemler içine yerleşerek eklemlenmektedir. MHP ve CHP’nin üyelik konusunda öne sürdükleri koşullar medya tarafından mercek altına alınarak ayrıntılı bir tartışmaya açılmazken, AB yanlısı ve karşıtları arasındaki sert kırılma yeniden üretilmektedir. Medyada “arabulucu”, kutuplaşma dışında kalan çözüm önerileri temsil edilmediği sürece, MHP ve özellikle CHP’nin öne sürdüğü görüşler ve karşı çıktıkları öneriler, “milliyetçi hassasiyetleri” körüklemekte, kamuya mal olurken taşıdıkları milliyetçi ton sertleşmektedir. Biz ve onlar ikiliği üzerine kurulu düşünme biçimi, pek çok konuda olduğu gibi AB konusunda da başat akıl yürütme biçimini oluşturmaktadır. 31 Ibid., D. Beybin Kejanlıoğlu ve Oğuzhan Taş, Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä. AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 85 Sonuç ve Değerlendirme AB ile Türkiye ilişkilerinin medyada temsili ve bu temsilin izlerini sürerek vardığımız sonuç, bize bu ilişkinin çok kırılgan bir noktada kurulduğunu göstermektedir. Bu kırılganlık sadece Türk medyasının milliyetçi reflekslere eklemlediği temalar çerçevesi ile izah edilemez. Kuşkusuz, Türkiye AB’nin katılım için öngördüğü demokrasi ve insan haklarına dair kriterleri karşılamaktan bir hayli uzak görünmektedir. Bunun için gereken adımların AB üyeliği beklentisiyle atıldığı bir gerçektir. Ancak AB’nin zaman zaman değişen tavrı atılan bu adımları sürekli sekteye uğratmakta, yerine getirilen ya da getirilecek kriterlerin bir komplo mantığı çerçevesine yerleştirilmesine zemin hazırlamaktadır. AB’nin bu tavrının temelinde Türkiye’yi ne olursa olsun kendi topluluk ideallerinden farklı ve çok başka bir toplum olarak algılaması yatmaktadır. Her ne kadar farklılıklara ve azınlıklara saygı ideali taşısa da Türkiye’nin kültürel değerlerine, AB’nin çok da saygı gösterdiği düşünülemez. Böylece farklı kültürel kimlikleri, yaşam tarzlarını kabul etmekte zorlanan ve çıkışı bunları dışlamakta bulan sadece Türk halkı değildir kuşkusuz. AB üyeleri de, farklı tonlarda ve biçimlerde de olsa, Türkiye’nin kendilerinden farklı bir kültür olduğunu görmekte zorlanmaktadırlar. Badiou’nun dediği gibi, farklılıklara saygı duyuyoruz ama onlar bize benzediği sürece32 tarzındaki bir bakış açısı insan haklarını bayrak yapan AB halklarının pek çoğunda da yaygın düşünme biçimidir. AB’nin Türkiye’nin adaylığını benimsememesi neredeyse “dışlaması” burada nasıl bir hayal kırıklığı yarattıysa, kendi ulusal, kültürel kimliklerini öne çıkartarak bir Avrupa’lılık bilinci yerine ulusal devletlerin bir vatandaşı olmayı benimseyen bakış açısı, AB anayasası için yapılan referandumlarda pek çok Avrupa’lı politikacı için hayal kırıklığı olmuştur. AB’nin Türk medyasında temsiline ilişkin her çalışma odaklandıkları dönemde medyanın kamuları bilgilendirme ve biçimlendirme işlevine ilişkin önemli veriler sağlamıştır. Ancak AB konusunun bir başka önemli boyutu da, boylamsal olarak bakıldığında, Türk basınının benimsemiş olduğu dış politika haberciliğinin yapısındaki dönüşümü çok iyi yansıtan bir konu oluşudur. 1990’ların başlarına kadar, Dışişleri Bakanlığı’nın temel haber kaynağını oluşturduğu bir habercilik, biçim değiştirmiş ve politikacıların sözünün egemen olduğu, onların tanımlarının yeniden kurulduğu bir habercilik anlayışına doğru kaymıştır. 1991’de dış politika muhabirleri ile yaptığımız derinlemesine görüşmelerde pek çok muhabir Turgut Özal’ın, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve sonrasındaki ABD müdahalesi sırasında Bush’u arayarak, onunla yaptığı telefon görüşmesini bütünüyle açıklamaması karşısında paralize olduklarını belirtmişlerdi. Bu biçim, sadece dış politika yazan muhabirleri değil, doğrudan Dışişleri mensuplarını da benzer bir şaşkınlığa sürüklemiştir. Zira o dönemde benimsenen yordam, siyasetçilerin bürokratlarla birlikte eşgüdüm içinde karar oluşturması, basının da, bu kararları bürokratlarla kurdukları ilişkiler yolu ile takip etmeleri idi. Bugün yürütmenin tepesindekiler, ABD Başkanı ile herhangi bir konuda görüşseler ve istedikleri kadarını 32 Alain Badiou, Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Tuncay Birkan (çev.), İstanbul, Metis Yayınları, 2004. s. 38. 86 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA açıklasalar, bu artık bir on beş yıl öncesine kıyasla çok daha az şaşırtıcı bir durum olacaktır. Kaynakça Alain BADİOU, Etik: Kötülük Kavrayışı Üzerine Bir Deneme, Tuncay Birkan (çev.), İstanbul, Metis Yayınları, 2004 Aykut ÇELEBİ, Avrupa: Halkların Siyasal Birliği, İstanbul, Metis Yayınları, 2002 Ayşe İNAL, “Yazılı Basın Haberlerinde Yapısal Yanlılık Sorunu”, Toplum ve Bilim Güz, s. 111-135, 1995 Ayşe İNAL, An Analysis of Turkish Daily Press: Event Seleciton, Text Construction and News Production, Basılmamış doktora tezi, Ankara, ODTÜ, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1995 Beybin D. KEJANLIOĞLU, Oğuzhan TAŞ, "Turkin ja EU:n suhteet Turkin lehdistössä", Anu Leinonen, Tuula Kojo, Mervi Nousiainen, Sampsa Peltonen& Lauri Tainio (ed.), Turkki - Euroopan rajalla?, Helsinki, Gaudeamus Helsinki University Pres, s. 91-111, 2007 Erol MANİSALI, Gümrük Birliğinin Siyasal ve Ekonomik Bedeli, 2. Baskı, İstanbul, Bağlam Yayınları, 1996 Gaye TUCHMAN, Making News: A Study in the Construction of Reality, US, The Free Press, 1978. Halil İNALCIK, “Türkiye ve Avrupa: Dün ve Bugün”, Doğu Batı. S. 2, s. 11-30, 1998 Hasan CEMAL, “Beş Paralık Akıl!”, Milliyet, 14 Aralık 1999, s. 19, 1999 Hüseyin GÜLERCE, “28 Şubat’ın Biteceği Tarih…”, Zaman, 14 Aralık 1999, internet baskısı, 1999 İlhan TEKELİ, Selim İLKİN, Türkiye ve Avrupa Topluluğu I, Yayıncılık, 1993 Ankara, Ümit İlhan TEKELİ, Selim İLKİN, Türkiye ve Avrupa Topluluğu II, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1993a Mehmet UĞUR, Avrupa Birliği ve Türkiye, Bir Dayanak/İnandırıcılık İkilemi, İstanbul, Everest Yayınları, 2000 Mark FISHMAN “Crime Waves as Ideology”, The Manufacture of News, S. Cohen ve J. Young (Ed.), GB, St Edmunsbury Pres, 1988 Mine Gencel BEK, “Medya ve Avrupa Birliği’nin Temsili: Türkiye’nin AB Adaylığının Basındaki Sunumunun Analizi”, Çiler Dursun (Der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları, s. 255-259, 2004 Nuh GÖNÜLTAŞ, “İnfazcı Basın, Adalet Bakanı’na Karşı”, Zaman, 24 Aralık 1999, internet baskısı, 1999 AVRUPA BİRLİĞİ’NE ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRK MEDYASI 87 Robert A. HACKETT, “Bir Paradigmanın Önemini Yitirişi: Haber Medyası Çalışmalarında Yanlılık ve Nesnellik”, Ayşe İnal (Çev.), İlef Yıllık. 1997-1998, s. 31-73, 1998 Sergei LATOUCHE, Dünyanın Batılılaşması, T. Keşoğlu (Çev.), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1993 Stuart HALL et al., Policing the Crisis: Mugging, the State and Law and Order, GB, Methuen, 1978 Tezcan DURNA, “Köşeyazılarında Avrupa Birliği Tartışmaları: Helsinki Zirvesi 1999”, Çiler Dursun (der.), Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara, Elips Yayınları, s. 259-289, 2004 Tezcan DURNA, Türk Basınında Avrupa Birliği: Köşeyazılarında Adaylık Sürecinin Sunumu (3-24 Aralık 1999), Ankara, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2002 Zeynep DİREK, “Başkada aynı kalmak: Türk başkalığını felsefi olarak düşünmenin yolları”, Toplum ve Bilim, s. 98, s. 20-32, 2003 www.belgenet.com. 88 AYŞE İNAL, TEZCAN DURNA Ankara Avrupa SUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi BİR Cilt:ŞEKLİ 8, No:2OLARAK (Yıl: 2009), s.89-107 TASARRUF THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE OF SOVEREIGNTY Zerrin SAVAŞAN∗ Abstract This article aims to question how the European integration process has affected the nature of sovereignty and what its implications are for the EU and member states. For this purpose, firstly, it clarifies what the sovereignty and sovereign state implies in the traditional understanding of sovereignty. Secondly, it examines the historical experience of the sovereign state in Europe and the emergence of European integration in 1950s as a challenge to the traditional view. Thirdly, it evaluates the reinterpretation of the sovereignty with a new concept, the concept of “Shared” sovereignty, emerged in the European integration process. In the fourth part, it scrutinizes the EU with its both supranational and intergovernmental characteristics discussing the question of sovereignty between the EU and the member states. Afterwards, based on its examination on the EU and shared sovereignty, it makes an overall analysis on the change of the sovereignty through the impact of integration process. Finally, summarizing the main points of its analysis, it underlines that, within the EU, consisting of combination of both supranational and intergovernmental elements, it is no longer possible to remain as a traditional sovereign state and to exercise its absolute powers. Key Words: Sovereignty, Sovereign State, European Integration Process, Shared Sovereignty, EU. Özet Bu makale, Avrupa Bütünleşme sürecinin, egemenliğin doğasını nasıl etkilediğini ve bunun sonuçlarının AB ve üye devletler için ne olduğunu sorgulamayı amaçlamaktadır. Bu amaçla, ilk olarak, geleneksel anlamda egemenlik ve egemen devletin ne olduğu açıklanmaktadır. İkinci olarak, Avrupa’da egemen devlet Research Asistant, CES/METÜ&Selçuk University and Ph.D. Student, Department of International Relations/METU ∗ 90 ZERRİN SAVAŞAN tecrübesinin ve Avrupa Bütünleşme sürecinin 1950’lerde geleneksel görüşe meydan okuma olarak ortaya çıkışını incelemektedir. Üçüncü olarak, egemenliğin, Avrupa Bütünleşme süreci içinde ortaya çıkan yeni bir kavramla, “Paylaşılan” egemenlik kavramıyla yeniden yorumlanmasını değerlendirmektedir. Dördüncü bölümde, AB ile üye ülkeler arasındaki egemenlik meselesini tartışarak, AB’yi hem ulusüstü hem devletlerarası özellikleri ile incelemektedir. Daha sonra, AB ve paylaşılan egemenlik üzerindeki incelemesini temel alarak, egemenliğin, bütünleşme sürecinin etkisi ile değişmesi üzerine genel bir analiz yapmaktadır. Son olarak, analizin ana noktalarını özetleyerek, hem ulusüstü ve hem devletlerarası unsurların birleşiminden oluşan AB içinde, artık geleneksel bir egemen devlet olarak kalmanın ve onun kesin yetkilerini yerine getirmenin mümkün olmadığının altını çizmektedir. Anahtar Kelimeler: Egemenlik, Egemen Devlet, Avrupa Bütünleşme Süreci, Paylaşılan Egemenlik, AB. Introduction The sovereign state and the sovereignty still continues to be core dimensions of the international order, as the international order is still predominantly designed by relations between sovereign states. However, through recent developments, particularly with the emergence of consequences of globalization, there seems a limitation in the powers of sovereign states. This is because, in the new order, the states have to share their powers with international organizations and the enforcement mechanisms of the global economy. The European integration process has facilitated the restrictions directed towards sovereign states powers. The process, just at the beginning of its establishment, through both the ECSC, including a High Authority and the EEC, including a supranational Commission, presented a challenge to traditional view of sovereignty. Then, in the period of its development as the European Union, as common policies advanced further, it has produced further fundamental shifts in the traditional sovereignty. Through the change emerged and developed in the state and sovereignty by the process, the state and sovereignty in Europe has been reshaped. Thus, the nature of sovereignty has been altered from its traditonal origins. This article aims to examine how the European integration process has altered the nature of sovereignty and what its implications has been for the EU and member states. In order to examine the issue, it firstly begins with clarifying the concepts, “sovereignty” and “sovereign state” in the traditional understanding. Yet, before identifying the traditional principles of “sovereign state,” it focuses on the terms “state” and “sovereignty” seperately to understand their meanings perfectly. After this clarification on the meanings of the sovereignty and sovereign state, it scrutinizes the historical experience of the sovereign state in Europe and the emergence of European integration in 1950s as a challenge to the traditional understanding. In the third part, it will evaluate the reinterpretation of the traditional sovereignty with a new concept emerged in the European integration process i.e. “Shared” sovereignty. As the question THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 91 of sovereignty between the EU and states arises from this new concept of sovereignty, in the fourth part, it will elaborately scrutinize the EU with its both supranational and intergovernmental characteristics in which its relationship to the question of sovereignty is addressed. Then, based on its examination on the EU and shared sovereignty, it will reveal the impact of European integration process on the change of the sovereignty. Finally, it will summarize the main points of its analysis and emphasize that it is no longer possible to remain as a traditional sovereign state and to exercise its absolute powers within the EU, as there is a distribution of authority between the EU and the states. The Traditional Understanding of Sovereignty In order to question how the European integration process has made the sovereignty different from its traditional origins, it is firstly essential to clarify what “sovereignty” and “sovereign state” means in their traditional understandings. Yet, before identifying the traditional principles of “sovereign state,” it is better to focus on the terms “state” and “sovereignty” seperately to understand their meanings perfectly. As regards the term “state,” first of all, it should be made clear which usage is more probable, “the concept of nation-state” or “the concept of state” to explain the European state. There seems two different perspectives about this issue. On the one hand, there is a perspective which appears to accept a close relationship between the two terms, “state” and the “nation-state.” To illustrate, Held explicitly argues that “Modern states developed as nation states.”1 However, on the other hand, another view notes that to use the term “nation-state” to explain the European state is problematic. For example, Tilly clearly explains what makes it problematic in his book, titled as European Revolutions.2 For Tilly, in practice, many so-called nation-states have consisted of different nations reflecting different identities.3 Due to this fact, no European state has ever actually became a nation-state. Indeed, Spain retained its Basques and Catalans, the United Kingdom its Scots and Irish, France its Bretons, Italy its French- and German- speaking regions, Sweden its Lapland.4 For him, the nation state has been heavily based on the historical experience of two Western European’s states: Britain and France. Yet, they have also developed very different traditions on the role of the nation-state and its basic functions, so they also “have never met the test.”5 Accordingly, the nation-state has remained an artificial concept which only states such 1 David Held, Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan Governance, Cambridge, Polity Press, 1995, p.48. 2 Charles Tilly, European Revolutions (1492-1992), Oxford, Blackwell Publishing, 1993, pp.2151. 3 Here, it is necessary to remind the definition of ‘nation.’ Smith defines it as “a named human population which shares myths and memories, a mass public culture, a designated homeland, economic unity and equal rights and duties for all members.” Anthony D. Smith, Nations and Nationalism in a Global Era, Cambridge, Polity Press, 1995, pp.56-57. 4 Charles Tilly, “Futures of European States,” Andrew Linklater (ed.), International Relations, Critical Concepts in Political Science, London and Newyork, Routledge, 2000, p.1460. 5 Tilly, Charles, Coercion, Capital and European States, AD 990-1992, Cambridge, Blackwell Publishing, 1992, p.3. 92 ZERRİN SAVAŞAN as Sweden and Ireland could come only “closer” to the definition of a nation state.6 Based on these reasons, Tilly prefers to use the term ‘national-state’ (or “the consolidated state”) instead of ‘nation-state’ to explain the European state. Indeed, it seems more probable to use “the concept of state or national state” rather than using “the concept of nation-state,” following Held’s definition to explain the European state. As regards the term “state” or “national state,” it is quite possible to find different definitions, as terms state and sovereignty are always controversial because of various perceptions. To illustrate, while defining the state, Davies stresses its internal aspect, but not its international aspect. He defines it as a centralised administration imposing unitary system on its citizens over its territory. 7 However, Wallece addresses also its international aspect involving external defence and the diplomacy.8 Habermas, on the other hand, emphasizes the individual freedoms granted on the citizens by the state, while determining two defining characteristics of the state.9 Despite these different perceptions, the concept of state in the traditional understanding can be briefly defined as a political entity which has a territory, government, people and a legitimate authority or sovereignty over that territory and in the international order.10 According to this definition, the state has four main components: territory, government, people and sovereignty. So, it has a linkage to the question of sovereignty. In other words, to define a political entity as a state, it is essential for this state to have the ability to exercise authority over its demarcated territorial area and its people, but also having legitimacy and independence internationally.11 The concept of sovereignty then asserts not only having the sole right to make decisions and enforce authority with regard to a particular territory and population (internal sovereignty), but also being subject to no other supreme authority in its international relations(external sovereignty- 6 Ibid., Tilly, Charles, p.3. Norman Davies, Europe: A History, Oxford, Oxford University Press, 1996, p.715. 8 William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, p.32. 9 Jürgen Habermas, “The European Nation-State: On the Past and Future of Sovereignty and Citizenship,” Andrew Linklater (ed.), International Relations, Critical Concepts in Political Science, London and Newyork, Routledge, 2000, pp. 2061-2078. 10 Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson, 2005, p.38. 11 William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, p.32. Wallece also seperates the concepts of ‘sovereignty and autonomy,’ as while he reveals autonomy “as an informal and relative concept which should be assessed in comparative terms with reference to external constraints and domestic vulnerabilities to outside developments,” he reveals sovereignty “as a formal and absolute concept which should be assessed by economic, social and security factors,” pp.22-23. 7 THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 93 which Krasner calls “Westphalian sovereignty”).12, 13 Its external aspect then implies that states have to avoid intervening in each other’s internal affairs.14 In short, to the traditional understanding, ‘sovereign state’ has both internal and external aspects. As regards internal aspect, it has the right to apply common rules uniformly to enforce authority in its internal matters. Regarding external aspect, to do something, for example, to declare war to another state, it does not require the approval of the other states and under no circumstances, it accepts interference to its internal affairs. However, here, it is necessary to remember Mann’s view on this issue. For him, a state has never had entirely the characteristics of the sovereignty in both internal and also external fields. It has always constraints determined by economic and political structures of both national and international systems. 15 Emergence of European Integration: A Challenge to the Traditional Understanding The sovereign state in Europe can be traced to the Peace of Westphalia of 1648 which provided the development of an international order consisting of sovereign states.16 It gains full expression after the French Revolution in which the movements of nationalism became stronger throughout Europe. In the nineteenth century, states become strongest political entities in the international order. This is because, relative stability in trade, benefiting from the framework of the international gold standard, allows the self-regulating market to transcend national borders and work at the international level.17 Stability helps to maintain both growth and low inflation. Moreover, during the course of the nineteenth century, balance of power prevents the occurence of any long and devastating war between the great powers for a century.18 However, in the twentieth century, nationalism increases further and it produces an increase in attempts to strengthen military facilities among the great powers, such as France, Germany, Austria-Hungary, Russia, and Britain. Thus, “Hundred Years’ Peace” begins to collapse and its collapse gradually leads to the World War I.19 12 Stephen D. Krasner, “Sharing Sovereignty- New Institutions for Collapsed and Failing States,” International Security, Vol. 29, No. 2, 2004, p. 87. 13 Stephen D. Krasner, “The Case For Shared Sovereignty,” Journal of Democracy, Vol. 16, No. 1, 2005, p.70. 14 Ibid., p.71. 15 To Mann, state can never has entirely the characteristics of the sovereignty assumed by political theory in both internal and also external fields, it has always limitations determined by economic and political structures of both national and international systems. See Michael Mann, The Sources of Social Power, Cambridge, Cambridge University Press, 1989. 16 David Held, Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan Governance, Cambridge, Polity Press, 1995, pp.77-78. 17 Karl Polanyi, The Great Transformation, Boston, Beacon Press, 2001, pp.141-157. 18 Ibid., Karl Polanyi, pp.3-20 and Eric J. Hobsbawm, 1994, The Age of Extremes: The Short Twentieth Century: 1914-1991, London, Michael Joseph, 1994, pp. 21-53. 19 Karl Polanyi, The Great Transformation, Boston, Beacon Press, 2001. 94 ZERRİN SAVAŞAN At the end of the World War I, it is realized that the war does not solve any problems, but results in further problems. Nevertheless, first of all, establishing a peaceful world under a League of Nations is disappointed. In addition, Europe finds itself in a period of economic instability and under the dominance of dictatorships. Then, it faces with the collapse of democratic states, so the “fall of liberalism.”20 Indeed, in the period from 1918s to1920s, legislative assemblies are dissolved or become ineffective in European states. This retreat of political liberalism accelerates sharply after Adolf Hitler became Germany’s chancellor in 1933.21 After the European war of 1939-41 came out and growed into the WW II, Europe is exposed by destruction of fascism and the war.22 Because of the disasters which this “age of total war, 191445,” caused, just a few European states, the UK, Switzerland, Sweden and Iceland, does not experience dictatorships or military occupations in this period.23 After this disasters’ decade, Europe enters into the period of repairing the destruction of wars in all aspects of life. In this period, the international order is based on “respect of sovereignty of states” which is proclaimed in the UN Charter.24 However, at the same time, beginning with 1945s, the proper role of the sovereign state begins to be questioned. The European states focuse on the ways of integration and cooperation instead of conflict and war. Thus, European integration process appears as “a response to the conflict.”25 Indeed, the states that formed the European Economic Community (EEC) in 1958 chose “to limit (but not to eliminate) their own sovereignty[..]in favor of collective peace,” besides economic integration and supranational governance.26 However, one of the important European states, Britain, defending and asserting its sovereign independence, refuses to contribute or take part in this new community.27 This path taken by Britain originates 20 Eric J. Hobsbawm, The Age of Extremes: The Short Twentieth Century: 1914-1991, London, Michael Joseph, 1994. 21 Ibid., Eric J. Hobsbawm, pp.109-141.From 1933, when the USA recognized the USSR officially, until 1947, when the two ideological camps confronted each other as enemies in the cold war, there had been a sympathy in the USA towards the USSR. Between these years, also, all other major players in the international area treated Germany similarly. To Hobsbawm, what bonded all these national civil divisions into a single global war, both international and civil, was the rise of Hitler Germany. 22 Norman Davies, Europe: A History, Oxford, Oxford University Press, 1996, pp.943-1122. 23 Ibid., Eric J. Hobsbawm, pp.109-141. 24 According to UN Charter Paragraph 1, the Organization is based on ‘the principle of the sovereign equality of all its members.’ 25 Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, 2005, p.27. 26 Desmond Dinan, Europe Recast, A History of European Union, London, Lynne Rienner Publishers, 2004, p.1. 27 A few years after the ECSC and the EEC, Britain set up the European Free Trade Assciation (EFTA) with Austria, Denmark, Norway, Portugal, Sweden and Switzerland. EFTA involved no loss of sovereignty. Once the British government saw that the EEC was actually working and its economic performance was more than that of Britain, it applied to join the EEC in 1961, then, five of the original seven members of EFTA joined the EC/EU. After De Gaulle’s departure from THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 95 from the fact that the ECSC including a High Authority and the EEC establishing a supranational Commission present challenges to traditional sovereignty understanding. Britain does not want challenges to its sovereignty as the “winner”of the WW II. 28 So, it does not want to take part in the integration initiatives. Overall, European integration, just at the begining of its establishment, commences discussion on ‘sovereignty’ presenting challenges to traditional view of sovereignty. Then, in the period of its development as the European Union, with the development of common policies, the fundamental shifts begins to occur in the traditional sovereignty. This entails reinterpretation and reassessment on the traditional principles of sovereignty. The European Union has achieved to lead to a revision on traditional interpretation of sovereignty through exchanging the traditional sovereignty by shared sovereignty. Thus, “shared or pooled sovereignty,” comes to the agenda and commences to be discussed within the Union. A New Concept of Sovereignty: Shared Sovereignty According to the notion of shared or pooled sovereignty, the European states pool their resources and their decision-making in EU institutions. This implies that the EU compromises the sovereignty of its member states through its supranational institutions. It should be underlined that in this case, sovereignty has actually “not been tranferred,” but has increasingly been “held in common.”29 That is, it has been pooled among states and compromised by regulations and court decisions operating on “the principle of mutual interference in each other’s internal affairs.”30 While it is commonly accepted that the EU has compromised the sovereignty of its member states through the notion of pooled sovereignty, there are also different views in the literature about this issue. To illustrate, both Milward and Moravcsik accept that the states have limited their sovereignty through the EU. But, they also claim that it is just for the states’ interests and controlled-directed by states through intergovernmental mechanism. Milward in his major work The European Rescue of the Nation State argues that states have always sought to defend their interests.31 32 So, they have accepted integrating initiatives as long as they have supported beneficial social and economic policies for the states. That is, they have accepted the limitation of their sovereignty to acquire benefits to themselves. Milward gives the example of the CAP and also refers to the Single European Market(SEM), ultimately leading to European Monetary Union(EMU) and the single currency. His view is similar to that expressed by politics (he vetoed its application for two times, in 1961 and in 1967), Britain became an EC member in 1973. 28 Ibid., p.24. 29 William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies, Vol.47, 1999, p.506. 30 Ibid, William Wallece, p.506. 31 Alan S. Milward, The European Rescue of the Nation-State, London, Routledge, 1992. 32 Alan S. Milward, “The Springs of Integration,” P. Gowan and Anderson, P. (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997. 96 ZERRİN SAVAŞAN Moravcsik in his work The Choice for Europe.33 In this work, Moravcsik also sees these developments as major impulses towards greater integration. However, at the same time, he claims that domestic economic interests mainly shaped states’ policies towards them. Like Milward and Moravcsik, Simonis also stresses the continuing power and control of the states on the EU.34 For Simonis, the opt-outs of the states clearly express that there is a diversity in social, economic and political interests within the EU and that each state aims to defend its own interests in order to influence European decision making. So, for him, this diversity expresses that there is no movement towards the transfer of national sovereignty within the EU, but towards the application of “differentiated integration.”35 These views actually reveal that this new concept of sovereignty brings out the question of sovereignty between the EU and member states. In order to discuss to what extent sovereignty has shifted from member states towards the EU, it is essential here to examine the EU with its both supranational and intergovernmental characteristics in which its relationship to the question of sovereignty is addressed in more details.36 The Question of Sovereignty Between the EU and Member States Before and immediately after World War II, the intergovernmental method is dominated in Europe. This method gives rise to the establishment of some organisations such as the Organisation for European Economic Co-operation (OEES) and the Council of Europe. Yet, these organisations does not include the transfer of sovereignty from states.37 The European Union, on the other hand, has been based on the “Community Method.”38 Through the Community method, it is founded on a 33 Andrew Moravscik, The Choice for Europe, Social Purpose and State Power From Messina to Maastricht, London, UCL Press, 1998. 34 J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, pp. 50-58. 35 The ‘technique of differentiated integration’ (or ‘flexible integration’) has always been and still is widely applied within Europe and it has been reinforced through safeguard mechanisms, particularly as regards defence and foreign policy. See the details of it on CFSP, K. Blanck-Putz, “Flexible Integration in the Common Foreign and Security Policy,” EU Constitutionalisation: From the Convention to the Constitutional Treaty 2002–2005, Anatomy, Analysis, Assessment, Lenka Rovná and Wolfgang Wessels (ed.), Prague, Europeum Institute for European Policy, 2006. 36 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005. Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, 2005, p.27. 37 J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, pp. 50-53. 38 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005. J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995. William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997. THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 97 supranational base in which states transfer their sovereignty partly, but not entirely to an international organization.39 Thus, it has combined traditional elements of intergovernmental cooperation with a supranational dimension that makes it distinctive from the traditional international organisations. The Supranational Characteristics of the EU As regards the supranational characteristics of the EU, first of all, the transfer of some competences from the EU member states to the EU (exclusive-shared competence) should be emphasized.40 Before 1990s, the EU’s supranational powers are largely confined to create a well-functioning common market. However, especially, beginning with 1980s, particularly in 1990s, the EU’s competences are expanded well beyond the boundaries of the common market via the Single European Act (SEA) and the Treaty of European Union(TEU). Even in the external relations field, the member states’ powers have been restricted to act on their own, because the “implied powers doctrine,” formulated by the ECJ during the 1970s, has taken the form of a “parallelism” between internal and external Community competences.41 The EU has also its own institutions which are able to create, implement and enforce law.42 Of these, the European Commission is at the heart of the supranational dimension of the EU, together with the ECJ. It has to act in the interest of the whole Union and not promote any state agenda. In other words, it “represents a Union, not just a set of sovereign member states.”43 It is involved in virtually all EU policy processes, as it has several roles in the EU (art.211-219 TEC). In fact, it has an external representation role and also a legislative role in that it starts and draws up policy 39 J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, p.51. 40 Before some areas such as consumer or enviromental protection were explicitly listed in the Treaty as Community competences, article 235, EEC Treaty effectively served as a basis for action. For details see Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, pp.42-43. 41 ‘Implied powers doctrine’ extends the external competences of the EU beyond those established in the Treaty and it allows the EU institutions to act externally in matters which they may regulate internally. See Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005. Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, 2005, pp.42-43. Paul Magnette, What is the European Union? Nature and Prospects, New York, Palgrave, Macmillan, 2005, p.51. M. Cremona, “External Relations and External Competence: The Emergence of an Integrated Policy,” G. Bứrca and P. Craig (ed.), The Evolution of EU Law, Newyork, Oxford University Press, 1999, pp.152-155 for details on implied powers doctrine. 42 The institutions of the EU are evolving along with the evolution of European integration. Besides the old ones, such as the European Economic and Social Committee, the Court of Auditors, also new institutions and bodies have been created to cover new needs, such as the Committee of the Regions and the European Central Bank. 43 Göran Therborn, “Europe in the Twenty-first Century: The World’s Scandinavia?” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, p.369. 98 ZERRİN SAVAŞAN proposals. Its right to take the initiative in the EU’s legislative process is designed “to protect the smaller member states against the dominance of the larger member states.”44 Therefore, whenever the Council wants to deviate from the Commission’s proposal, it needs unanimity. It also has a monitoring role to ensure that the treaties of the EU are respected, which enables it to be called as the “guardian of the treaties.” 45 It also issues directives, regulations and opinions. Hence, it has a crucial role in determining the direction of policy and the overall ambitions of the whole Union. However, despite its scope for issuing regulations that are binding on all member states, it is in narrow areas related to the existing treaties or directives. In addition, the member states are able to attempt to undermine the Commission’s powers. To illustrate, the Commission is competent to monitor aid that is granted by the member states to economic activities on their territory, it can decide whether a proposed aid measure is compatible with the rules or not. In 2000 and 2001, it adopted two decisions in which it decided that aid meassures granted by Portugal to its pig framers were incompatible with the common market. The member states tried to find ways of escaping from the Commission’s enforcement actions. However, on June 29, 2004, declaring that the Council of Ministers can not authorise an aid measure which the Commission has already declared incompatible with the common market, the ECJ effectively protected the Commission’s powers and annulled the member state’s attempt to disregard the rules.46 This case illustrates not only that the member states try to find ways of escaping from the Commission’s enforcement actions, also demonstrates that the EU has a strong legal foundation.47 The European Court of Justice (ECJ) (with the Court of Instance) is in fact “the most unequivocally supranational” of all EU institutions.48 It is responsible for investigating possible breaches of the Treaties and of the EU law by the EU institutions themselves (art.220- 245 TEC). So, it has to act impartial where national interests are concerned. Since the first half of the 1960s, the Court has used the system of preliminary rulings to establish a EU legal order. The two “building blocks” of the Court’s legal order, the principles of direct effect and primacy of EU law, have been created in the framework of preliminary questions.49 One of these principles, primacy of 44 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, p.59. 45 Ibid., p.59 and Nicholas Moussis, Guide to European Policies, Rixensart, European Study Service, 2005, p.42, Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, p.124. 46 Case C-110/02, 2004, Commission v. Council, ECR 2004. 47 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, pp.60- 61. 48 Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, 2005, p.127. 49 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, pp.102,106. THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 99 EU law implies that EU law has precedence over every form of national law, so it can be assessed as “the most radical infringement of the accepted concept of sovereignty.”50 Direct effect, on the other hand, means that individuals can rely on EU law before national courts to challenge the law of their member state.51 So, like primacy principle, this principle also involves the signs of shifts from traditional sovereignty. The European Parliament is also worthnoting as one of the main institutions of the EU, since it is “The only real multinational legislative assembly in the world,” composing of elected representatives from the EU member states.52 Under the EU Treaty framework, it has no formal powers to introduce legislation, its role is only advisory (art.189-201 TEC). Nevertheless, it should be noted that it has gradually increased its influence over the years through amendments of the treaties. In fact, particularly the TEU’s creation of the co-decison procedure have joined the Parliament in the decision-making process. Thus, through the co-decision procedure, in the creation of secondary law in the form of regulations and directives, while the Commission has the exclusive right to take the legislative initiative and the Council of the EU adopts the legislative texts either by unanimity or by qualified majority voting, the European Parliament is increasingly involved in the decision making-process. The Intergovernmental Characteristics of the EU The most important intergovernmental characteristic of the EU is about treaty reform and enlargement with new member states.53 The formalisation of agreements in these issues requires unanimity between the states and the ratification of the results by all the member states in accordance with their respective constitutional requirements (art. 236 TEC and art.49 TEU). Moreover, the European Council is accepted as an intergovernmental institution and a defender of the national interests, as its members, heads of member state (or government), as contrary to the Commission, negotiate as representatives of their own states.54 The Council creates ultimately new laws and deals with important issues which can produce significant outcomes in terms of the direction of EU policy, such as treaty reform, the accession of new member states, the principles of the CFSP, framing of a common defence policy, the necessary conditions for the adoption of the single 50 William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies, Vol.47, 1999, p.510. See also Case 6/64, 1964, Costa versus Enel, ECR 585. 51 Case 26/62, 1963, Van Gend en Loos, ECR 1. 52 Nicholas Moussis, Guide to European Policies, Rixensart, European Study Service, 2005, p.44. 53 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, pp.30-31. 54 The executive authorities of the members states are under an obligation to inform the Commission of the way in which they have interpreted European standards, and more generally of the measures they have adopted to fulfil their obligations. For the steps of this detailed procedure, see Paul Magnette, What is the European Union? Nature and Prospects, New York, Palgrave, Macmillan, 2005, pp.58-61. 100 ZERRİN SAVAŞAN currency..etc. So, it can be birefly called as “the architect of European construction.”55 The deliberations in its meetings (known as summits) have been published as declarations, these documents have “undeniable political value, but no legal binding force.”56 In the sphere of the CFSP, in addition to adopting common strategies, it can also decide on joint actions, common positions, which bind politically, if not legally, the EU member states. The Council of the EU is also admitted as an intergovernmental body like the European Council (art.202-210 TEC). It consists of many councils, each responsible for different set of responsibilities or different policy areas like the General Affairs Council, Council of Agriculture.. etc. Between meetings of these Councils, there are permanent representations working as a kind of continual representation of state interests.57 It is also the primary law-making institution, laws are created as directives or regulations. Whereas directives are passed into national law by national parliaments within an determined time frame, regulations are immediately binding and do not need to be transposed by national parliaments. It adopts the legislative texts either by unanimity or by qualified majority voting(QMV) of which scope has been expanded by EU Treaties beginning by the TEU, in 1992. Here, it is necessary to mention the “Empty Chair” crisis and “Luxembourg Compromise” which shifted decision-making toward intergovernmentalism in late 1960s. Qualified majority voting should have entered into force in 1966. However, in this year, the “Empty Chair” crisis occured when De Gaulle objected to restrictions on the use of veto by EU Member States in the Council. He withdrawed French representation in the Council, hoping to force other member states to prevent the use of qualified majority voting. Thus, he brought the Community to a halt by practising a seven-month “empty chair” policy starting in June 1965. The crisis was resolved by the so-called “Luxembourg Compromise of January 1966” where right of veto where national interests prevailed was confirmed.58 Then, the SEA of 1986 explicitly allowed QMV for the adoption of the Internal Market directives. The scope of QMV was further expanded by the TEU. Yet, several important fields of Union action remained under the unanimity rule. In many sensitive areas, EU Member States have blocked the move to QMV in order to protect what they considered as their national interests. The Treaty of Lisbon (art.9c) (before its creation, Constitutional Treaty (art. I23-25)) finally extended QMV as well. Consequently, more decisions in the Council would be made by QMV. Yet, there are still exceptions including subjects that are sensitive for sovereignty of states, such as tax, social security, foreign policy and 55 Nicholas Moussis, Guide to European Policies, Rixensart, European Study Service, 2005, p.42, Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, p.39. 56 Ibid., Nicholas Moussis, p.39. 57 The heads of each delegation are members of the powerful Committee of Permanent Representatives (COREPER) which acts as a permanent link betweeen Brussels and the member states. 58 Desmond Dinan, Europe Recast, A History of European Union, London, Lynne Rienner Publishers, 2004, p.104. THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 101 defence which will continue to require unanimity. So, it did not generalise decisionmaking by QMV to all aspects of ordinary legislative work. Through these intergovernmental characteristics of the EU, the states continue to be effective in every field of the EU, and thus they restrict the loss of their sovereignty. The loss of sovereignty seems to be restricted also by the subsidiarity principle. According to the Treaties (art.2 TEU and art.5 TEC), as clarified by the Edinburgh Council of 1992,59 the subsidiarity principle, in the broad sense, covers three distinct legal concepts. First one is “the principle of conferral (or the principle of attribution of powers).” To this principle, the EU can act within the limits of the competences conferred on it by the member states in the Treaties. Competences not conferred on the EU in the Treaties remain with the member states, implying that “national powers are the rule and those of the EU the exception.” The principle of subsidiarity,60 on the other hand, means that in areas that do not fall within the EU’s exclusive competence, the EU can take action only if it can be better achieved at EU level than at state level. The final principle is “the principle of proportionality.” According to this, the content and form of any action by the EU must not go beyond what is necessary to achieve the objectives of the Treaties. So, the content and form of any action by the EU should be further examined to determine precisely whether this is really required or whether other sufficiently effective means can be used to attain the objectives of the Treaty. Consequently, by means of these principles, the states continue to be quite effective in the development of policies through the common institutions in which they participate, as they have the possibility to choose the means that suit them best.61 In addition, through the Treaty of Amsterdam (1999) and particularly the Treaty of Nice (2000), in some areas, such as the CFSP and JHA, state authorities have had the opportunity to intervene at all stages to defend their interests in the decision-making procedures.62 Change in the Nature of Sovereignty by the European Integration Process The analysis on the intergovernmental characteristics of the EU demonstrates that the states still continue to be effective in the EU policies through the subsidiarity principle, unanimity vote and through intergovernmental institutions, the European Council and the Council of the EU. Indeed, the EU states negotiate intergovernmentally to pursue their policy objectives and they determine the EU policies according to their policy choices. So, the SMP had the full support of the UK (Margaret Thatcher government), despite the widespread impression that the UK has been usually obstructive in any effort implying shift of sovereignty towards the Union. In addition, 59 Edinburgh European Council, “Presidency Conclusions,” 1992, <http://europa.eu/european_council/conclusions/index_en.htm> (February 22, 2009). 60 An interinstitutional agreement sets out the procedures for implementing the principle of subsidiarity, namely, Interinstitutional Agreement, OJ 329, 06.12.1993. 61 Peter Lang, The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe, Bruxells, P.I.E, 2005, pp.46-47. Paul Magnette, What is the European Union? Nature and Prospects, New York, Palgrave, Macmillan, 2005, pp.53-58. 62 Peter Lang, op. cit., pp.12-14. 102 ZERRİN SAVAŞAN the opt-outs of the states clearly express that each state aims to defend its own interests to influence European decision making. In fact, in very recent period, the TEU’s inclusion of the “opt-out” device allowed the UK to stand outside some of the provisions of the Treaty. The UK (and also Denmark) were given opt-outs on the final stage of EMU which involved adopting the single currency. The UK also opted out of the Social Chapter, which contained provisions relating to employment and worker’s rights. When, the Schengen Agreement was incorporated into the structures of the EU by the Treaty of Amsterdam in 1997, the UK (and also Ireland) again remained outside the agreement, thus benefited from a further opt-out, an “avant-garde” of European states.63 The UK, particularly, argued that its right to control its boundries is a fundamental necessity and a mark of its sovereignty against integration. The European states still (also in the Treaty of Lisbon) have resisted to relinquish their sovereign rights especially in some areas, such as JHA and Common Foreign Security Policy (CFSP).64 They are apperantly not willing to constraint their sovereignty in these fields to the EU, even if it is of a limited dimension. To illustrate, in the field of CFSP, maintaining the principle of unanimity, they prefer to protect only their national interests, not an autonomous “European interest.”65 Moreover, the exercise of activities in this field inevitably relies on “progressive groups of a few,” so, according to their political will and their financial and operational capacities.66 67 Despite all these providing an appearance like the states still maintain their traditional sovereignty within the EU, the examination on the supranational elements of the EU explicitly shows that the member states have, to a certain degree, lost their traditional sovereignty in several respects. Indeed, they have lost it through the transfer of several competences (even if limited in number) on a permanent basis to the EU, through the supranational institutions, the Commission and the ECJ, the principles of direct effect and primacy of EU law and decision-making processes at levels of the creation of secondary law. Indeed, European sovereign states now are not only subject to their national law, but also to European Union law. European Union law, through a supranational institution’s decision, the decision of the ECJ, has precedence over every form of national law (primacy of EU law) and can be relied on by states’ citizens before national courts to challenge the law of their states. Moreover, the European Commission, another supranational institution, issues regulations that are binding on all 63 J.B.D. Simonis, “European Integration and the Erosion of the Nation-State,” International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, 1995, p.52. 64 The Treaty of Lisbon includes also a specific exemption that it does not apply to the domestic law of the UK. 65 J.C. Qhrgaard, “International Relations or European Integration: Is the CFSP Sui Generis?,” Rethinking European Union Foreign Policy, B. Torna and T. Christiansen (ed.), Manchester and New York, Manchester University Press, 2004, pp.32-34. 66 K. Blanck-Putz, “Flexible Integration in the Common Foreign and Security Policy,” EU Constitutionalisation: From the Convention to the Constitutional Treaty 2002–2005, Anatomy, Analysis, Assessment, Lenka Rovná and Wolfgang Wessels (ed.), Prague, Europeum Institute for European Policy, 2006, pp.240-256. 67 F. Cameron, “The Future of the Common Foreign and Security Policy,” 2003, <http://www.watsoninstitute.org/bjwa/archive/9.2/EU/Cameron.pdf> (February 22, 2009), p.124. THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 103 member states, even if its legislative role is “secondary” to the European Council does not have any legislative powers only decision-making powers and the Council of the European Union. Particularly, EU Treaties beginning with TEU has extended the use of majority voting in the Council and strengthened the Commission and the supranational aspects of the EU. The member states thus no longer have the legal powers to act independently in the fields covered by these limitations on sovereignty, even in the external relations field due to the “implied powers doctrine.” Indeed, common policies and common institutions have established high levels of interdependence among themselves, so even in intergovernmental issues, they can not exercise the absolute powers of a sovereign state, as interdependence requires a “more sustained cooperation.”68 Furthermore, in several fields, they require the approval of the other member states and they have to accept their interference to their internal affairs.69 To sum up, the EU includes not only intergovernmental elements but also supranational ones. Moreover, it operates not only as an economic union, a “common market,” but also it goes towards a political union. So, it is governed by an extensive body of rules, including both economic and political aspects, which is protected by an effective judiciary mechanism, to which even national states are held liable.70 Within this system, it is no longer possible to remain as a traditional sovereign state and to exercise its absolute powers. Indeed, the European sovereign states no longer have absolute authority over its demarcated territorial area and people and they are no longer independent in their international affairs. This briefly means, they no longer protect their traditional sovereignty. Nevertheless, this should not be understood as the states are non-sovereign or the sovereignty merely belongs to the EU, not to the states.71 As the examination on pooled sovereignty shows, both the EU and states have exclusive competences in some fields. Yet, in areas in which the EU is endowed with exclusive power, the exercise of sovereignty of the member states is transferred to the former. That is, the member states delegate some of their decision-making powers on specific matters of common interest to shared EU institutions. In brief, there is a distribution of authority between the EU and the states and so an explicit change in the nature of sovereignty.72 This change is “an inevitable and logical response to changes” in the international sphere.73 Indeed, when it comes at the end of 68 Robert O. Keohane, “Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States,” Journal of Common Market Studies, Vol.40, No.4, 2002, p.749. 69 William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies, Vol.47, 1999, p.506. 70 Göran Therborn, “Europe in the Twenty-first Century: The World’s Scandinavia?” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997. 71 Evgeni Tanchev, “Sovereignty and Distribution of Authority in the Federations and in the Constitution of the European Union,” International Seminar on The Impact of the Accession to the EU on the New Member States’ and Candidates’ Domestic Law Orders, Ankara, 2004, p.85. 72 Ibid., Evgeni Tanchev, p.87. 73 Simon Sweney, Europe, the State and Globalization, Essex, Pearson Education Limited, 2005, p.116. 104 ZERRİN SAVAŞAN the 1960s, the European sovereign state lived its highest point, “its (final) achievement.”74 From the end of 1960s, the economic and social developments facilitated the constraints on the sovereign state. That is, the processes of globalization taking place with regard to financial services, industry, the growth in the number and size of multinational companies and technological revolution seriously limited the state and its sovereign rights. Particularly “in the years between 1972 and 1984-85, “The European sovereign state witnessed progressive limitations due to influences of some major pressures like economic crises of 1974 and 1979, major change in the dominant macro-economic paradigm from Keynesianism to monetarism and neo-liberalism, from fiscal expansionism to restraint, from mercantilism to free trade throughout the 1980s, the upheavals in Germany in 1989-90, the implosion of the old political order in Italy after 1991..etc.75 All these pressures have combined and resulted in the retreat of sovereign state in the international sphere.76 Among these pressures, the impact of European integration which is “not fully appreciated” has been in fact the most remarkable pressure, as it provided a new shape to the state and sovereignty in Europe “redefining existing political arrangements, altering traditional policy networks, triggerring institutional change [and] reshaping the opportunity structures of member states and their major interests.”77 Through the change emerged and developed in the state and sovereignty by European integration process, Europe, “the cradle of external and unitary sovereignty,” now being as a Union, serves as “the model of co-operative mutual interference.”78 Conclusion This article aimed to question how European integration process has affected the nature of sovereignty and what its implications are for the EU and states. For this purpose, firstly, it examined what “sovereignty” and “sovereign state” means in the traditional understanding. It began its examination focusing on the terms “state” and “sovereignty” seperately to understand their meanings perfectly. Based on its examination, it found that the concept of state has a linkage to the question of sovereignty. In fact, for a state to be sovereign means having absolute authority over its territory and people, but also having legitimacy in the eyes of other states and being independent in international sphere. 74 Alan S. Milward, The European Rescue of the Nation-State, London, Routledge, 1992, p.28. For similar reasons of the limitations on sovereignty in European states, see William Wallece, “The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,” Political Studies, Vol.47, 1999, pp.511513 and William Wallece, “Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 1945-93,” P. Gowan and P. Anderson (ed.), The Question of Europe, London, New York, Verso, 1997, pp.33-45. 76 W. Müler and V. Wright(ed.), The State in Western Europe, Retreat or Redefinition, Essex, Portland, Or., Frank Cass, Ilford, 1994, pp.1-11. 77 Ibid., p.6. 78 Robert O. Keohane, “Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States,” Journal of Common Market Studies, Vol.40, No.4, 2002, p.749. To Keohane, this is quietly important as its success on this new model can be an example for troubled regions in which the traditional understanding of state sovereignty emerges as a “source of conflict.” 75 THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 105 After this clarification on the meanings of the sovereignty and sovereign state in the traditional understanding, it focused on the emergence of European integration in 1950s as a challenge to the traditional understanding. In this part, it identified that European integration, just at the beginning of its establishment, through both the ECSC, including a High Authority and the EEC, including a supranational Commission, presented a challenge to traditional view of sovereignty. Then, in the period of its development as the European Union, because of the fundamental shifts in the traditional notion of sovereignty, the traditional principles of sovereignty required reinterpretation and reassessment. In the third part, the article evaluated the reinterpretation of the traditional sovereignty with a new concept emerged in the European integration process, “Shared” or “Pooled” sovereignty. Through this evaluation on “Shared” or “Pooled” sovereignty, it led to the fact that there are views in the literature claiming that the pooled sovereignty has enabled the states an opportunity to defend and to serve better their various national interests. These views showed the existence of the sovereignty question between the EU and states. In the subsequent part, it scrutinized the EU with its both supranational and intergovernmental characteristics and addressed the question of sovereignty between the EU and member states. In this part, it explored that through the intergovernmental characteristics of the EU, that is to say, through the subsidiarity principle, unanimity vote and through intergovernmental institutions, the European Council and the Council of the EU, the states continue to be impressive in every field of the EU, and thus they restrict the loss of their sovereignty. The examination on the supranational elements of the EU, on the other hand, revealed that the member states have to a certain degree lost their traditional sovereignty in several respects. Indeed, they have lost it through the transfer of several competences to the EU, through the supranational institutions, the Commission and the ECJ, the principles of direct effect and primacy of EU law and decision-making processes at levels of the creation of secondary law. Finally, based on its findings, it higlighted that there has been a clear change in the nature of sovereignty by the European integration process and the “pooled or shared” sovereignty has emerged as a characteristic feature of involvement with the EU. This should not be understood as the states are non-sovereign or the sovereignty merely belongs to the EU, not to the states. In only some areas, the member states delegate some of their decision-making powers on specific matters of common interest to shared EU institutions. However, this is enough to argue that within the EU, consisting of a combination of both supranational and intergovernmental elements, the European states no longer protect their traditional sovereignty and its absolute powers. Bibliography K. BLANCK-PUTZ, ‘Flexible Integration in the Common Foreign and Security Policy,’ EU Constitutionalisation: From the Convention to the Constitutional Treaty 2002–2005, Anatomy, Analysis, Assessment, in Lenka Rovná and Wolfgang Wessels (eds.), Europeum Institute for European Policy, Prague, 2006 106 ZERRİN SAVAŞAN G. BURCA, P.CRAIG, “The Evolution of EU Law”, Oxford University Press, Newyork., 1999 F. CAMERON, ‘The Future of the Common Foreign and Security Policy,’ 2003, Available at: http://www.watsoninstitute.org/bjwa/archive /9.2/EU/Cameron.pdf (accession in April 2008). M. CREMONA, ‘External Relations and External Competence: The Emergence of an Integrated Policy,’ in Bứrca, G. & Craig, P.(eds.), The Evolution of EU Law, Oxford University Press, Newyork, 1999 N.DAVIES, “Europe: A History”, Oxford University Press, Oxford, 1996 Desmond DINAN, “Europe Recast, A History of European Union”, Lynne Rienner Publishers, London, 2004 Jürgen HABERMAS, ‘The European Nation-State: On the Past and Future of Sovereignty and Citizenship,’ in Linklater, Andrew (ed.), International Relations, Critical Concepts in Political Science, Vol.V, Routledge, London and Newyork, pp. 2061-2078, 2000 D. HELD, “Democracy and the Global Order: From the Modern State to Cosmopolitan Governance”, Polity Press, Cambridge, 1995 Eric J. HOBSBAWM, “The Age of Extremes: The Short Twentieth Century: 19141991”, London, 1994 Robert O. KEOHANE, ‘Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States,’ JCMS, Vol.40, No.4, pp.743-765, 2002 Stephen D. KRASNER, ‘Sharing Sovereignty- New Institutions for Collapsed and Failing States,’ International Security, Vol. 29, No. 2, pp. 85–120, 2004 Stephen D.KRASNER, ‘The Case For Shared Sovereignty,’ Journal of Democracy, Vol. 16, No. 1, pp. 69-83, 2005 Peter LANG, “The European Union Transformed, Community Method and Institutional Evolution from the Schuman Plan to the Constitution for Europe”, P.I.E, Bruxel, 2005 Paul MAGNETTE, “What is the European Union? Nature and Prospects”, Palgrave, Macmillan, New York, 2005 Michael MANN, “The Sources of Social Power”, Cambridge University Press, Cambridge, 1989 Alan S. MILWARD, “The European Rescue of the Nation-State”, Routledge, London, 1992 Alan S. MILWARD, ‘The Springs of Integration in Gowan, P. and Anderson, P. (ed.), The Question of Europe, Verso, London, New York, 1997 Adrew MORAVSCIK Andrew, “The Choice for Europe, Social Purpose and State Power From Messina to Maastricht”, UCL Press, London, 1998 THE IMPACT OF EUROPEAN INTEGRATION PROCESS ON THE NATURE 107 Nicholas MOUSSIS, “Guide to European Policies (11th ed.), European Study” Service, Rixensart, 2005 W. MULLER, V. WRIGHT, The State in Western Europe, Retreat or Redefinition(ed.), Portland, Or., Frank Cass, Ilford, Essex, 1994 Karl POLANYI, “The Great Transformation” (with a foreword by J.Stiglitz), Beacon Press, Boston, 2001 J.C. QHRGAARD, ‘International Relations or European Integration: Is the CFSP Sui Generis?,’Rethinking European Union Foreign Policy, in Tonra, B. and Christiansen, T.(eds.), Manchester University Press, Manchester and New York, 2004 Anthony D. SMITH, “Nations and Nationalism in a Global Era”, Polity Press, Cambridge, 1995 J.B.D. SIMONIS, ‘European Integration and the Erosion of the Nation-State,’ International Journal of Social Economics, Vol. 22, No. 7, pp. 50-58, 1995 Simon SWENEY, “Europe, the State and Globalization”, Pearson, Longman, 2005 Evgeni TANCHEV, ‘Sovereignty and Distribution of Authority in the Federations and in the Constitution of the European Union,’ International Seminar on The Impact of the Accession to the EU on the New Member States’ and Candidates’ Domestic Law Orders, Ankara, pp.81-94, 2004 Göran THERBORN, “Europe in the Twenty-first Century: The World’s Scandinavia?’ in Gowan, P. and Anderson, P. (ed.), The Question of Europe, Verso, London, New York, 1997 Charles TILLY, “Coercion, Capital and European States”, AD 990-1992, Blackwell Publishing, Cambridge, 1992 Charles TILLY, “European Revolutions (1492-1992)”, Blackwell Publishing, Oxford, 1993 TILLY, Charles, 2000, ‘Futures of European States,’ in Linklater, Andrew (ed.), International Relations, Critical Concepts in Political Science, Vol.IV, Routledge, London and Newyork, pp.1458-1466. William WALLECE , ‘Rescue or Retreat? The Nation State in Western Europe, 194593,’ in Gowan, P. and Anderson, P. (ed.), The Question of Europe, Verso, London, New York, 1997 William WALLECE, ‘The Sharing of Sovereignty: The European Paradox,’ Political Studies, Vol.47, pp.503-521, 1999 108 ZERRİN SAVAŞAN Ankara AvrupaSUPRANASYONAL Çalışmaları Dergisi Cilt: 8, No:2 (Yıl: 2009), s.109-143 BİR TASARRUF ŞEKLİ OLARAK THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY INITIATIVE∗ Dilek YİĞİT∗* Abstract Because the European Union as a supranational organisation is not predominantly based on representative mechanism there have been concerns about democratic quality of its decision-making process and legitimacy of its political order. This paper discusses why the European Union suffers from a democratic deficit and to what extent the European Transparency Initiative succesfully addresses the democratic deficit in the Union. Key Words: Democratic deficit, theory of democracy, transparency, civil society Özet Supranasyonel bir kuruluş olan Avrupa Birliği’nin karar organlarının, büyük ölçüde temsili demokrasiye istinat etmiyor olması, Birliğin karar-alma mekanizmasının demokratik kalitesi ve Birliğin meşruiyeti konusunda kaygılara neden olmaktadır. Bu makale, Avrupa Birliği’nde demokrasi açığının nedenleri üzerinde dururken, Avrupa Şeffaflık Girişimi’nin, demokrasi açığı sorununu ne ölçüde çözebileceğini analiz etmektedir. Anahtar Kelimeler: Demokrasi açığı, demokrasi teorisi, şeffaflık, sivil toplum Introduction The European integration process by which the member states delegate more powers to the European Union over time and the Union’s sui generis institutional structure which is not similar to neither the international organizations’ structure nor the national states’ institutional structure give rise to debates on whether the European ∗ The present article is a revised version of the author’s MA Dissertation at University of Essex, in 2008. ∗∗ Dr, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Avrupa Birliği ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalından mezun, 110 DİLEK YİĞİT governance is democratic and decisions taken by the European institutions are legitimate. The democratic quality of the Union, in fact, is assessed through comparing the Union with a nation state and equating democracy with representative democracy. Thus, if the Union is viewed through lens of representative democracy, the conclusion reached is that the Union suffers from a democratic deficit as the system of political representation is inedaquate in the Union, that is, the Union lacks a system of responsible government, European elections fought on European issues and Europewide political parties. According to representative democracy, what justifies a political order and makes the will of all expressed is electoral mechanism, that is, “inputs are primarily voiced through elections and, within the electoral process, through parties”1. Nevertheless, that is not the case in the European Union. In this regard, the question we face is of how the Union is legitimated. The Union seeks to legitimate itself through arrangements that embody democratic deliberation and tries to encourage civil society participation in its decision-making process. In this context, transparency as a condition to “compel deliberation and force everyone to determine, before he acts, what he shall say if called to account for his actions”2 might be a tool for producing input legitimacy of the Union. The basic question of this article is that to what extent the European Transparency Initiative succesfully addresses the democratic deficit in the Union. In the section 2 of the article, reasons for the democratic deficit in the European Union are analysed. In the section 3, theory of democracy and the bases of deliberative democracy are analysed in order to shed light on why the European Union tries to enhance its democratic quality through arrangements which embody participation and why deliberative democracy is considered to better match the Union rather than representative democracy. The section 4 deals with transparency as a condition for effective deliberation in the Union and as a tool for providing input legitimacy for the Union. In the section 5, civil society participation in the European decision-making process is explored through giving European environment policy as an example. Democratic Deficit in the European Union Literature on the democratic deficit in the European Union reveals the differences in views with respect to whether the Union suffers from the democratic deficit. I shall classify the arguments about the democratic deficit into three groups. The arguments in the first group claiming that there is a democratic deficit in the European 1 P. Mair, “Popular Democracy and the European Union Polity”, European Governance Papers, No.C-05-03, 2005, <http://www.connex-network.org/pdf/egp-connex-C-05-03.pdf>, accessed on 07.07.2008, p.17. 2 J. S. Mill, Considerations on Representative Government, South Bend, Gateway, 1962, p.214. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 111 Union rely on an abstract model of democracy and tend to equate Community institutions with familiar national institutions. With regard to the Commission, two factors are considered to be the reasons for the democratic deficit in the Union. First, members of the Commission are not elected directly by citizens. Second, the Commission as an agenda setter determines the direction in which the European Union moves. Follesdal and Hix indicate that: “The Commission is neither a government nor a bureaucracy, and is appointed through an obscure procedure rather than elected by one electorate directly or indirectly.” 3 As regards the European Parliament, the European Parliament’s limited role in the European decision-making compared to national parliaments’ competences in national decision-making processes is seen as another reason for the democratic deficit in the Union. The first group arguments also give more importance to the role of elections and electoral accountability for democratic legitimacy. Although members of the European Parliament have been elected directly by citizens of the member states since 1979, the European Parliament elections are regarded as second-order national contests because elections are fought on national issues rather than European issues.4 For this reason, an absence of European elections fought on European issues is claimed as a source of the democratic deficit in the Union. These kinds of arguments suggest that the powers of the European Parliament as the source of legitimacy should be increased, veto power of each member states should be kept in the Council, popularly elected executives and a pluralistic system of interest representation should be established for more democracy in the Union.5 Contrary to the arguments in the first group, the arguments in the second group claim that there is no a democratic deficit, but a credibility crisis in the European Union. The main defender of this argument, Majone holds that the member states have delegated regulatory policy competences to the European level, the European Union is a regulatory agency as a fourth branch of government, hence the European Union policymaking should not be democratic in the usual meaning of the term.6 Majone asserts that the solution to a credibility crisis is procedural and the European Union needs more transparent decision-making, technical expertise and greater professionalism, ex post review by courts and ombudsman, rules protecting the rights of minority and better 3 A. Follesdal, S. Hix, “Why There is a Democratic Deficit in the EU: A Response to Majone and Moravscik”, Journal of Common Market Studies, Vol.44, No.3,2006, p.536. 4 S. Hix, “Dimensions and Alignments in European Union Politics: Cognitive Constraints and Partisan Responses”, European Journal of Political Research, Vol.35, No.1, 1999, pp. 69-106. 5 G. Majone, “Europe’s Democratic Deficit: The Questions of Standards”, European Law Journal, Vol.4, No.1, 1998, p.6. 6 G. Majone, “The European Community: An ‘Independent Fourth Branch of Government’?”, EUI Working Paper SPS No. 94/17, Florence, European University Institute, 1993. 112 DİLEK YİĞİT scrutiny by private actors, the media, parliamentarians.7 Alongside with Majone, Moravcsik challenges the arguments that there is a democratic deficit through arguing that decisions in the European Council and the Council of Ministers are accountable to national citizens in as much as the national parliaments and national media scrutinise what national government ministers’ do in Brussels. He also criticises the arguments that the Commission is beyond the control of the European Parliament through arguing that powers of the European Parliament have been increased in the legislative process and in the selection of the Commission. In this context, the Parliament’s veto of the first proposed line-up of the Barroso Commission in October 2004 is an example of increased power of the European Parliament.8 With regard to the question on whether the European decisions are based on the will of European people, Moravcsik asserts that a system of checks-and-balances ensures that the consensus is required for any policies to be agreed, no single set of private interests can dominate the European Union decision-making process. Moravcsik indicates that the European Union policy-making process is more transparent than most domestic systems of government. For Moravcsik, interest groups, the media, national politicians, private citizens can access to documents about the European Union policymaking easier than access to information in member states.9 The arguments in the third group deal with the fact that the European Union is neither a national state nor an international organization. According to these arguments, the European Union lacks a so called demos and it is a polity-in-the-making, consequently the standards of democratic governance should not be applied at the level of Europe. In this regard, Weale holds that: “In many ways, the conception of democracy associated with the nation state, though tolerable in a way that it balanced competing values, was based upon a particular conception of democracy couched in terms of majoritarian popular will-formation through party competition. Since this version of democracy can not be a model for EU democracy (given that the conditions for its realization do not obtain), we need to reformulate the notion of democratic legitimacy itself in terms drawn from other strands of democratic theory.” 10 Similarly, Bellamy and Warleigh argue that democratic legitimacy can not be obtained in the Union by modelling the European Union institutions on institutions of the nation state. 11 7 Follesdal and Hix, 2006, op. cit., p.538 Ibid, Follesdal and Hix, p.539-540. 9 Ibid., Follesdal and Hix, p.540. 10 A. Weale, “Democratic Theory and the Constitutional Politics of the European Union”, Journal of European Public Policy, 4(4), 1997, p.668. 11 R. Bellamy, A. Warleigh, (eds.) Citizenship and Governance in the European Union, London, Continuum, 2001, p.10. 8 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 113 Certainly, the arguments in the third group mainly focus on how to assess whether the European Union suffers from the democratic deficit rather than to come to the conclusion if there is a democratic deficit or not in the Union. Mair interprets these arguments and puts that; “If Europe doesn’t fit the standard interpretation of democracy, then we should change that standard interpretation. Rather than adapting Europe to make it more democratic, it makes more sense to adapt the notion of democracy to make it more European.” 12 Indeed, the arguments that the Union suffers from the democratic deficit is more common among scholars’ debates. Thus, the Union of which system of political representation is inadequate has to deal with legitimacy crisis as legitimacy is considered to derive from fair and free elections and elected parliamentary bodies. If the European Union suffers from the legitimacy crises, how the legitimacy of the Union can be enhanced ought to be discussed. In this context, “vectors”13 by which the European Union legitimacy can be described and “distinction between input and output legitimacy”14 provide a framework for searching for an answer to the question of to what extent transparency is a remedy for enhancing the legitimacy of the Union. The first “vector” of legitimacy is indirect legitimacy which means the legitimacy of the European Union depends on the legitimacy of the member states. The second “vector” is parliamentary legitimacy, from the perspective of this “vector”, “dual legitimation by a Council of governments and a directly elected Parliament may be the only way of achieving popular sovereignty in a political system...”15 The third “vector” is technocratic legitimacy, which underlines that the Union is legitimated by its ability to meet citizens’ needs. Lord and Magnette hold that “European institutions are technically able to improve the welfare of the overwhelming majority of citizens in terms of their own felt preferences.”16 Another “vector” is procedural legitimacy which means legitimacy can be obtained by meeting certain criteria such as transparency and consultation of interest parties. Scharpf17 identifies two distinct and complementary perspectives of legitimacy; Input-oriented and output-oriented legitimizing beliefs. He defines input-oriented legitimacy as: “Input-oriented democratic thought emphasizes ‘government by the people’. Political choices are legitimate if and because they reflect the 12 Mair, 2005, op. cit., p.19. M. Jachtenfuchs, et al. “Which Europe? Conflicting Models of a Legitimate European Political Order”, European Journal of International Relations, Vol.4, No.4,1998, pp.409-445. 14 F. W. Scharpf, Governing in Europe: Effective and Democratic?,Oxford, Oxford University Press, 1999. 15 C. Lord, P. Magnette., “E Pluribus Unum? Creative Disagreement about Legitimacy in the EU”, Journal of Common Market Studies, Vol.42, Number 1,2004, p.185. 16 Ibid, p.186. 17 Scharpf, op. cit., 1999. 13 114 DİLEK YİĞİT ’will of the people’-that is, if they can be derived from the authentic preferences of the members of a community.” He defines output –oriented legitimacy as: “By contrast, the output perspective emphasizes ‘government for the people’. Here, political choices are legitimate if and because they effectively promote the common welfare of the constituency in question” Scharpf underlines that: “They differ significantly in their preconditions and in their implications for the democratic legitimacy of European governance, when each is considered by itself... input-oriented authenticity can not mean spontaneous and unanimous approval, nor can output-oriented effectiveness be equated with omnipotence” and he also stresses that “input- oriented arguments often rely simultaneously on the rhetoric of ‘participation’ and of ‘consensus’. 18 The “vectors” and elements of input and output legitimacy are summarised in the table 1 Table 1: Input and Output Legitimacy Under the Four Vectors19 Input EU policies are legitimate to the extent they are based on the following: Indirect Authorization by states Parliamentary Elections Technocratic Expertise Procedural Due process and observance of given rights (Source: Lord and Magnette, 2004, p.188) Output EU policies are legitimate to the extent they deliver the following: State preference Voters preference Efficiency Expanded rights In the sense of indirect legitimacy of the European Union, Follesdal says that legitimacy can be regarded as a concept of legality and underlines: “Democratic member states have revocably transferred limited parts of their sovereignty by treaty, forming a de facto European constitutional order in order to better achieve their goals by coordinated action...The Union’s authority is illegitimate when such limits are surpassed.” 20 18 Ibid., F. W. Scharpf, p.6-26. Lord and Magnette (2004:188) underlines that “none of the foregoing vectors of legitimacy exists in pure form in the present EU” 20 A. Follesdal, “Survey Article:The Legitimacy Deficits of the European Union”, The Journal of Political Philosophy, Volume 14, Number 4, 2006, p. 445. 19 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 115 This argument is close to Maastricht decision of the German Constitutional Court. With regard to the decision of the German Constitutional Court, Scharpf indicates that: “The court pointed out that democratic legitimacy does depend on processes of political influence and control deriving from ‘the people’ which, under the circumstances, had to be indirectly derived from the peoples and parliaments of the member states.” 21 However, Schmitter argues that “...in such a complex and still contingent polity, it becomes rather difficult to discern who is loaning and who is borrowing legitimacy-and for what purpose.” 22 In the context of parliamentary legitimacy, that the Union lacks a representative mechanism based on elections as an element of input legitimacy arises the legitimacy problem in the Union. In the context of technocratic legitimacy, an element of input legitimacy is expertise. Costa and his colleagues indicate that “It is well known fact that the institutional actors seek to legitimize their actions through their expertise and their capacity to carry out ‘effective’ public policies.”23 Besides, Kassim and Dimitrakopoulos put that the Commission’s legitimacy comes from its technical expertise24 and Lord and Magnette give the European Central Bank as an example, of which legitimacy comes from expertise even though it “faces no one dominant electoral cycle.” 25 Expertise is also an important element for participation as participants bring “much-needed expertise and implementation capacity to the political process.”26 It is apparent that enhancing the democratic quality and legitimacy of the Union27 through civil society participation fall into the concept of procedural legitimacy. This approach is much closer to theory of deliberative democracy, according to which participation and transparency produce legitimising effect. Thus, legitimacy through participation is obtained by respecting the principle of transparency as an element of input legitimacy. 21 Scharpf, op. cit., 1999, p.10. P. C. Schmitter, What Is There To Legitimize In The European Union...And How Might This Be Accomplished?, Jean Monnet Working Paper No.6/01, 2001. 23 O. Costa, et.al. “Introduction:Diffuse control mechanisms in the European Union:towards a new democracy?”, Journal of European Public Policy, 10:5, 2003, p.667. 24 H. Kassim, D.G. Dimitrakopoulos, “The Commission and the Future of Europe”, Journal of European Public Policy, 14:8, 2007, p.1265. 25 Lord and Magnette, 2004, p.186. 26 S. Borras, T. Conzelmann, “Democracy, Legitimacy and Soft Modes of Governance in the EU:The Empirical Turn, Journal of European Integration, Vol.29, No.5, 2007, p.532. 27 Scharpf, infact, argues that “all discourses that attempt to draw on input-oriented legitimizing arguments can only exacerbate the perception of an irremediable European democratic deficit...input-oriented arguments could never carry the full burden of legitimizing the exercise of governing power” Scharpf, op. cit., 1999, p.187-188. 22 116 DİLEK YİĞİT Theory of Democracy and the Bases of Deliberative Democracy Weale28 defines democracy as “a form of government in which public policy depends in a systematic, if sometimes indirect, way upon public opinion” while underlining there are various ways in which democracy is thought and it takes variety of forms. As suggested by Catt,29 there are three models of democracy: participatory, direct and representative. Catt defines participatory democracy as “the people rule by collectively discussing what issues need to be debated and talking about possible solutions until they agree on the best solution or option for the group.” and defines direct democracy as “democracy involves all of the people in deciding individual issues but this time they vote on specific questions that are posed for them, most commonly in a referendum.”30 Direct democracy is thought to be applicable to the small-scale nationstate. Fishkin31 cites Aristotle who argued that democracy was limited to states where all citizens could come together and listen a speaker in order to indicate that how important the size of nations is for the practice of democracy. The consequence of impossibility of direct democracy in the large-scale nation states where all citizens can not come together is a transformation of democracy. Dahl speaks of three great transformations which democracy has undergone over time. 32 The first is the transformation of non-democratic city states into democracies. The second is the idea of democracy transferred from the city state to the national state. Hence, representative democracy is a consequence of the second transformation. In the third transformation taking place now, the nation states lost much of their political, economic, social and cultural autonomy because of the development of transnational systems. In representative democracy which is a consequence of the second transformation of democracy, elected persons are given the task of making decisions for the people. The importance of the model of representative democracy derives from that representative democracy is a workable way to practice democracy in the much larger scale. Catt underlines Mill’s argument that representation is the greatest modern invention because it made democracy feasible. 33 Regarding representative democracy, Weale puts that: “In the representational model of democracy...the emphasis is upon seeing the legislature as broadly representative of varieties of political opinion. In consequence, representational systems typically have a relatively large number of political parties competing for office, shared executive authority, broad representation on legislative committees and 28 A. Weale, Democracy, New York, Palgrave Macmillan, 2007. H. Catt, Democracy in Practice, London, Routledge, 1999. 30 Ibid., p.13. 31 J. S. Fishkin, Democracy and Deliberation, USA, Yale University Press, 1991. 32 R. A. Dahl, “A Democratic Dilemma: System Effectiveness versus Citizen Participation”, Political Science Quarterly, Vol.109, No.1,1994, p.25-27. 33 Ibid., Catt, 1999, p.14. 29 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 117 and emphasis upon compromise among competing opinions in the construction of governing coalitions.” 34 Yet, representative democracy is challenged in the post modern age. Even though representative democracy is the most familiar form of democracy, deliberative democracy has been the dominant theme in the literature on democracy over the last two decades. The domination of deliberative democracy in the literature does not mean that deliberative democracy is regarded as an alternative to representative democracy. Deliberative democracy ought to be regarded as a complementary to representative democracy as a means for improving the quality of decisions and enhancing legitimacy of the political order.35 I consider that there are two main reasons for the domination of deliberative democracy in the literature on democracy over the last two decades. First is the argument that sole electoral mechanism36 is not enough for producing normatively binding political decisions and elections may not define the popular will,37 hence, deliberation is regarded as a remedy for the problems attributed to representative democracy. The second is the postnational age within which the national states delegate more powers to the international and supranational organizations, of which institutional structures and decision-making processes are not based on representative model, consequently deliberation is seen as a means to strengthen democratic quality of transnational decision-making processes. 34 Weale, op. cit., 2007, p. 131. Gargarella underlines the relationship between representative democracy and deliberative democracy in obtaining impartial decisions. He says that, according to the Founding Fathers of the USA, “impartial decisions required careful deliberation among representatives of the whole society. In brief, their ‘formula’ for securing impartiality was ‘full representation plus deliberation’. R. Gargarella, “Full Representation, Deliberation, and Impartiality”, in Deliberative Democracy, ed. J. Elster, United Kingdom, Cambridge University Press 1998, p.260. 36 Knight and Johnson indicate that “Political theorists of various persuasions are critical of democratic institutional arrangements that rely solely or even primarily on electoral mechanisms, that is, on ways of aggregating individual interests or preferences...They insist that aggregation needs to be supplemented and perhaps entirely supplanted by institutional arrangements that embody and enhance democratic deliberation.” J. Knight, J. Johnson, “Aggregation and Deliberation: On the Possibility of Democratic Legitimacy”, Political Theory, Vol.22, No.2,1994, p. 277. 37 According to social choice theory, there are two sorts of difficulty with voting. First, voting is unstable as electoral outcomes are subject to manipulation or agenda control. Second, voting is ambiguous as different methods of counting votes yield different outcomes and there is no way to determine which method represents the popular will in a most correct manner. See Knight and Johnson, op. cit., 1994. 35 118 DİLEK YİĞİT Knight and Johnson define deliberation as “...idealized process consisting of fair procedures within which political actors engage in reasoned argument for the purpose of resolving political conflict.”38 This definition leads to important point that is the process within which preferences of political actors are argued and also can be changed, hence, deliberation might increase the likelihood that consensus would be reached. Regarding the process of deliberation, McGann points out that: “...It is possible that the process of deliberation will lead to people changing their ultimate values, allowing consensus on the matters under question... in addition deliberative democrats argue that deliberation forces participants to adopt more reasonable argument... in many circumstances deliberation is constitutive of what is reasonable. That is to say, we can only say what a reasonable decision is after deliberation about it.” 39 More precisely, deliberative theorists establish a link between the deliberation process and the source of legitimacy. Regarding the role of deliberation in the context of legitimacy, Eriksen and Fossum claim that: “Without some kind of agreement and mutual understanding, a representative system such as a parliamentary one will be severely hampered in its ability to produce decisions, and those reached will be challenged on legitimacy grounds. In open societies political solutions have to be defended vis-a-vis the citizens in public debate. Outcomes will not be accepted unless they can be backed up by good reasons, as citizens require, and are expected to require, reasons of a certain quality.” 40 Whereas deliberative democracy rests on the assumption that legitimacy derives from the popular will on which representative democracy also rests, deliberative democracy differs from representative democracy on how the popular will is expressed. While according to representative democracy, what makes legitimacy possible is election, deliberative democracts state that not only election but also public forum, discussion and participation provide the evidence of the popular will. Deliberative democracy regards the process of formation of the will as a source of legitimacy, not the sole process in which predetermined wills are aggregated, whereas election which is regarded as a source of legitimacy by representative democracy is based on the predetermined will. In this context, Manin and his colleagues argue that 38 J. Knight, J. Johnson, op. cit., 1994, p. 285. A. McGann, The Logic of Democracy: Reconciling Equality, Deliberation, and Minority Protection, Michigan, USA, The University of Michigan Press, 2006, p.119-120. 40 E. O. Eriksen, J.E. Fossum, “Post-national Integration”, in Democracy In The European Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E. Fossum, London, Routledge,2000. 39 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 119 “the source of legitimacy is not the predetermined will of individuals, but rather the process of its formation, that is, deliberation itself.”41 As for a role which civil society plays in deliberative democracy, the question of why civil society is claimed to be necessary for deliberative democracy ought to be answered and the account of the separation between the public sphere and the private sphere ought to be given. Huber and her colleagues who regard democracy as a matter of power and power sharing hold that the balance of power between state and civil society and the balance of power within society are shaped by the structure of the state and state-society relations.42 In order to underline the importance of civil society for democracy, they claim that: “The structure of the state and state-society relations are critically important to the chances for democracy. The state needs to be strong and autonomous enough to ensure the rule of law and avoid being the captive of the interests of dominant groups. However, the power of the state needs to be counterbalanced by the organizational strength of civil society to make democracy viable.”43 Hirst defines the public sphere as “sphere is based on representative government and the rule of law; its purpose is both to govern and to protect the private sphere” and defines the private sphere as “..sphere is that of individual action, contract, and market exchange, protected by and yet independent of the state. Lawful association in civil society is a private matter.” 44 In fact, it ought not to be thought that the boundary between the two spheres is clear. Even though the civil society is conceived as a private sphere,45 it play a role in public sphere. Holzhacker states that: “The discussions among citizens and civil society, political parties and the electorate, civil society organizations and decision makers, may create a broad dialogue in the public sphere which enriches the democratic, representative system.”46 41 B. Manin, et al, “On Legitimacy and Political Deliberation”, Political Theory, Vol.15, No.3, 1987, pp.351-352. 42 E. Huber, et al. “The Paradoxes of Contemporary Democracy:Formal, Participatory, and Social Dimensions”, Comparative Politics, Vol.29, No.3, 1997, p.325. 43 Ibid, p.325. 44 P. Hirst, From Statism to Pluralism, London, UCL Press, 1997, p.116. 45 Hirst (1997) criticises a conception of civil society as a private sector independent from the state, he claims that “civil society must no longer be viewed as a “private”sphere, it needs to take on elements of “publicity”...” With regard to the question of the public sphere, Eriksen and Fossum (2002) underline the difference between strong public which refers to institutionalized deliberations such as a parliamentary assembly and weak or general publics refers to the deliberation sphere outside political system such as civil society. 46 R. Holzhacker, “Democratic Legitimacy and the European Union”, Journal of European Integration, 29:3, 2007, p.261. 120 DİLEK YİĞİT It ought to be indicated here that there must not be necessarily a contradiction between the government and civil society, Huber and his colleagues underline that: “It is fundamentally mistaken to view the relation between state action and the self-organization of society as a “trade-off”-the more of one the less of the other. To the contrary, associations in civil society have tended to grow ...as the state took on new tasks in society.”47 Regarding the civil society in deliberative democracy, Michalowitz indicates that: “Deliberative democracy theory maintains that a democratic decision emerges from deliberation amongst those affected by the decision or issue in question, i.e., members of civil society debate an issue and arrive at a solution that is acceptable to all members as the most conducive to the common good...the concept of civil society plays a particular role for deliberative democracy as the space within which pubic reasoning takes place...”48 That is to say, the reason for civil society participation is necessary for deliberative democracy is that participation of civil society in the decision-making process is regarded as a means to contribute to formation of the popular will and to justification for decisions taken, hence civil society participation enriches the democratic quality of the decision-making process. However, it is worth indicating in this context that Habermas considers that an influence from an active civil society should be mediated through representative institutions to guarantee that decisions satisfy equality and discursive rationality. 49 Transparency in the European Union’s Decision-Making Prior to arguing why transparency is one of the central issues for the quality of democracy in the European Union, the different aspects of transparency ought to be given. The first aspect of transparency is access to documents and information, the second aspect is knowledge on who takes decisions and how decisions are taken. The third aspect of transparency refers to comprehensibility and accessibility, the fourth aspect of transparency is concerned with consultation. The final aspect is the duty to give reasons.50 To make distinction among different aspects of transparency helps us to see to which of these aspects the European Union gives priority and which of them is regarded as a reason for the democratic deficit in the Union. 47 Huber, et.al., op. cit., 1997, p. 328. I. Michalowitz, “Analysing Structured Paths of Lobbying Behaviour:Why Discussing the Involvement of Civil Society Does not solve the EU’s Democratic Deficit”, European Integration, Vol.26, No.2, 2004, p.151. 49 J. Habermas, Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory of Law and Democracy, Cambridge, MIT Press, 1996. 50 D. Chalmers, et al., European Union Law, Cambridge, The United Kingdom, Cambridge University Press, 2006, p.317. 48 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 121 Chalmers and his colleagues indicate that there are five arguments for why transparency is important. The administrative argument that with greater transparency comes greater accuracy and objectivity in record keeping. The constitutional argument posits that the legal and constitutional roles of the European Parliament and the European Court of Justice, national bodies are supported by greater transparency. The legal argument underlines the necessity of transparency to make citizens informed on their legal rights. The policy argument posits that greater transparency leads to better decision-making and opens the decision-making process to public and media scrutiny, and the political argument asserts greater transparency makes citizens meaningfully participate in a policy making process.51 Though the transparency as an umbrella term covers a variety of issues, attention has been given mainly to access to documents in the European Union. Therefore access to documents and information in the European Union should not be seen as a reason for the democratic deficit. How to make citizens informed on who takes decisions and how decisions are taken in the European governance, how comprehensibility is provided and what consultation procedure ought to be were ignored although the Treaties changing the Founding Treaties of the European Communities made the European legal structure and procedures of the decision-making more complicated for citizens. That the European integration process goes further and the member states delegate more power to the European institutions over time makes the European governance less transparent and more complex whereas increasing competences of the European institutions raises expectations of more transparency and accountability. The fourth and the fifth aspects of transparency mostly related to deliberation have not received necessary attention. It can be argued that giving more attention to these aspects of transparency enables interested parties to come together to decide matters of common interest. The first visible attempt to promote transparency in the European governance is the 2001 White Paper. Although the extent to which the White Paper is important step in promoting transparency is a contentious issue, Sloat underlines that “one of its biggest achievements has been placing the ideas of good governance and better policymaking on the European agenda.”52 In the wake of the White Paper, a Communication on the minimum standards for consultation was adopted in December 2002, which defines the minimum standards applied to consultations on the Commission’s major policy proposals listed in the Commission’s Annual Programme and consultations on Green Papers. Whereas Sabel and Zeitlin53 consider that pressure for more transparency originated from the Nordic countries in the European Union after Sweden and Finland 51 Ibid., D. Chalmers, et al., p.317-318. A. Sloat, “The Preparation of the Governance White Paper”, Politics, Vol 23(2), 2003,p. 134. 53 C. F Sabel, J. Zeitlin, Learning from Difference:The New Architecture of Experimentalist Governance in the European Union, European Governance Papers (EUROGOV), No. C-07-02, 2007, http://www.connex-network.org/eurogov/pdf/egp-connex-C-07-02.pdf, accessed on 07.07.2008. 52 122 DİLEK YİĞİT entered the European Union in 1995, the main issue triggering the debates on transparency was the resignation of the Santer Commission in 1999. This resignation is the main impetus behind the 2001 White Paper. Indeed, the resignation of the Santer Commission received public attention and encouraged citizens to know who does what in the Union and underlined the importance of transparency for accountability of the European institutions. In the 2001 White Paper, it is indicated that; “The White Paper proposes opening up the policy-making process to get more people and organizations involved in shaping and delivering EU policy. It promotes greater openness, accountability and responsibility for all those involved. This should help people to see how Member States, by acting together within the Union, are able to tackle their concerns more effectively.”54 to underline the importance of openness to get people and organizations involved in the policy-making. In this context, the Commission underlines in the White Paper that : “Democracy depends on people being able to take part in public debate. To do this, they must have access to reliable information on European issues and be able to scrutinise the policy process in its various stages.”55 What the Commission provides for better involvement and more openness are set out in the White Paper Paper as follows:56 “- Up-to-date, on-line information on preparation of policy through all stages of decision-making, - Establish a more systematic dialogue with representatives of regional and local governments through national and European associations at an early stage in shaping policy, - Bring greater flexibility into how Community legislation can be implemented in a way which takes account of regional and local conditions, - Establish and publish minimum standards for consultation on EU policy, - Establish partnership arrangements going beyond the minimum standards in selected areas committing the Commission to additional 54 Commission of the European Communities (2001) European Governance: A White Paper, COM (2001) 428 final, Brussels, p.3. 55 Ibid., Commission, 2001, p.11. 56 Ibid., Commission, 2001, p. 4. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 123 consultation in return for more guarantees of the openness and representativity of the organisations consulted.” Obviously, what the Commission tries to do is to search for a tool for improving the quality of democracy in the Union. In so doing, the Commission underlines what is required for the quality of European democracy is transparency as a basic condition for quality of deliberation and as an element of input legitimacy. Besides, establishing a link between citizens and the European institutions became one of the priorities to enhance the democratic quality of decision-making process. With the aim of establishing this link, what is needed is to make the European governance open to general public. Thus, a basic precondition for establishing a link between the Union and its citizens is transparency which is also a central issue to deliberative democracy, as publicity is seen as “one of the purifying elements of politics”57 Regarding to the importance of transparency in deliberation, Friedrich puts forward that: “Deliberation is normatively conducive to democracy if it is organised in a transparent and open way that is inclusive to all those voices that are concerned by a particular policy. The interactions must be based on mutual justification and result in a reasoned responsiveness.”58 Naurin underlines that: “...deliberative theorists hypothesise that transparency and publicity will promote a shift away from self-interested bargaining towards arguing with public-regarding justifications...”59 In order to promote transparency in the Union, the European Transparency Initiative was launched as a package in 2005 to promote transparency in the decisionmaking process. Kallas vice president of the European Commission and the Commissioner for Administrative Affairs, Audit and Anti-Fraud holds that European Transparency Initiative is needed to ensure a proper functioning of the decision making process, to gain the trust of the public and to protect policymakers against themselves.60 According 57 A. Gutmann, D.Thompson, Democracy and Disagreement. Why Moral conflict can not be Avoided in Politics, and What Should Be Done About It, Cambridge Mass., Harvard University Press, 1996, p.95. 58 D. Friedrich, Old Wine in New Bottles?: The Actual and Potential Contribution of Civil Society Organizations to Democratic Governance in Europe, Reconstituting Democracy in Europe Working Paper 2007/08, 2007, p.12. <www.reconproject.eu>, accessed on 04.07.2008 59 D. Naurin, “Why increasing transparency in the European Union will not make lobbyists behave any better than they already do”, European Union Studies Association EUSA, Biennial Conference, Austin, Texas, 2005, p.4. 60 S. Kallas, “The Need for a European Transparency Initiative”, SPEECH/05/130, Nottingham, 2005, <http://ec.europa.eu>, accessed on 03.07.2008. 124 DİLEK YİĞİT to Kallas, legitimacy and accountability are guaranteed when European institutions are exposed to transparency and European people are allowed to know who does what. The first goal of the European Transparency Initiative is to provide a more structured framework for the activities of interest representatives (lobbying). Lobbying is defined by the European Commission as “all activities carried out with the objective of influencing the policy formulation and decision-making processes of the European institutions.”61 The European Commission indicates that lobbying is a legitimate part of the democratic system and lobbyists can draw attention of European institutions to important issues. The Commission also underlines that undue influence should not be exerted on the European institutions and which input lobby groups provide to the European institutions, who they represent, what their mission, how they are funded must be clear to the public. The Commission have certain concerns about whether lobbying activities go beyond legitimate representation while considering interest representations through lobbies is an essential part of the democratic system. With regard to concerns about lobbying activities, Kalas suggests that transparency of lobbying activities is deficient in comparison to their impact62 and he also underlines that if lobbying is designed to extract special monopoly privileges or rights, it is harmful to society overall.63 Due to concerns about lobbying activities, the European Commission gives great importance to outside scrutiny and regards it as a deterrent against improper lobbying. For the Commission, outside scrutiny is implemented by the existing policy on transparency based on two different categories of measures: First, the information regarding to relations between interests representatives and the Commission is provided to the public. Second, there are rules which govern the conduct of those being lobbied and of the lobbyists.64 The Commission considers greater transparency in lobbying activities is necessary and a credible system could consist of a voluntary registration system for lobbyists to register, a common code of conduct for all lobbyists and a system of monitoring and sanctions to be applied in case of breach of the code of conduct and/or incorrect registration.65 As of 08.08.2008 there were 249 interest representatives in the register in the context of the European Transparency Initiative.66 In this regard, the European Transparency Initiative indicates apparently that transparency is believed to be a measure against improper lobbying. 61 Commission of the European Communities (2006) Green Paper: European Transparency Initiative, COM (2006) 194 final, Brussels, p.3-5. 62 Kallas, op. cit., 2005. 63 S. Kallas, “The European Transparency Iniative”, SPEECH/07/491, Brussels, 2007b, <http://ec.europa.eu>, accessed on 03.07.2008. 64 Commission, 2006, p.6. 65 Ibid., Commission, 2006, p.10. 66 This information is obtained on 08.08.2008 in the European Commission’s web page, http://webgate.ec.europa.eu. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 125 The second goal of the European Transparency Initiative is to receive feedback on the Commission’s minimum standards for consultation. The Commission defines consultation as “processes through which the Commission wishes to trigger input from interested parties for the shaping of policy prior to a decision by the Commission.” and defines interested parties as “all who wish to participate in consultations run by the Commission, whether they are organizations or private citizens.” 67 The second goal of the European Transparency Initiative may be regarded as an attempt to solve a facet of the democratic deficit question, that is the European Union is too remote and secretive. The transparent framework for consultation is considered to be a tool for making the European Union closer to people through providing opportunity for interested parties to have a voice in the European decision-making process. With respect to the consultations in the European decision- making process, Kallas points out that they do not want to create an additional layer between the decision-makers and citizens and there will not be consultation privileges. 68 The third goal of the European Transparency Initiative is mandatory disclosure of information about the beneficiaries of Union funds under shared management. In respect of mandatory disclosure of information, the Commission wants to raise awareness of the use made of European Union money and to provide information on how European Union funds are spent.69 The problem the Commission faces is that the majority of the European Union budget is spent in partnership with the member states and disclosures of information are subject to member states’ discreation. The Commission underlines that the existing legal framework prevents the Commission from publishing information on beneficiaries.70 The third goal of the European Transparency Initiative is related to providing accountability on the management of European funds, that is, it towards another aspect of the democratic deficit as democracy requires accountability of officials and citizens, which is a universal tenet of democratic theory.71 Accountability refers to being answerable to citizens and having to account for actions, inactions and their consequences. Accountability is achieved when citizens have information on what actors do and have opportunity to assess the match behaviors and rules regulating behaviours, outcomes and processes. Naurin underlines “Transparency is believed to strengthen public confidence in political institutions and increase the possibilities of citizens of holding decision-makers accountable for their actions.” 72 67 Ibid., Commission, 2006, p. 11. S. Kallas, “European Transparency Initiative”, SPEECH/07/17, Madrid, 2007a <http://ec.europa.eu>, accessed on 03.07.2008. 69 Commission, op. cit., 2006, p.12. 70 Ibid., Commission, 2006, p.13. 71 J. G. March, J. P. Olsen, Democratic Governance, New York, The Free Press, 1995, p.162. 72 Naurin, 2005. 68 126 DİLEK YİĞİT The European Transparency Initiative can contribute to the democratic quality of the Union in two ways. First, it can be a remedy for deficiencies of the Union in terms of parliamentary legitimacy as transparency is an element of input legitimacy in the context of procedural legitimacy. Second, the European Transparency Initiative ought to be regarded as a tool for improving the quality of participation as transparency “exposes injustice, corruption, and general dirty dealing that might otherwise go unnoticed”73 Civil Society Participation in the European Union Decision-Making That the decision-making process of the European Union does not rely on predominantly representative mechanism implies that legitimacy of the European Union does not derive from the popular will expressed through elections. Thus, there is a question which we face is that how the will of European people ought to be expressed. Civil society participation in the European decision-making process may make the will of European people expressed and contribute positively to enhancing the legitimacy of the Union.74 The concept of civil society is defined in the context the separation of spheres between state and society. Pietrzyk argues that: “What makes civil society “civil” is the fact that it is a sphere within which citizens may freely organise themselves into groups and associations at various levels in order to make the formal bodies of state authority adopt policies consonant with their perceived interests.”75 The Commission defines civil society based on the terminology of the Economic and Social Committee as: “Civil society includes the following: trade unions and employers organisations (social partners); non-governmental organisations; professional associations; charities; grass-roots organisations; organisations that involve citizens in local and municipal life with a particular contribution from churches and religious communities.”76 Concerning what kind of role civil society plays in the Union, Armstrong underlines that civil society may play a role as a bridge between society and the European Union and he holds that the problem the European governance faces is the gap between society and the structures of transnational governance.77 It should be emphasised that Armstrong’s belief is based on the argument that the European 73 S. Chambers, “Behind Closed Doors: Publicity, Secrecy, and the Quality of Deliberation”, The Journal of Political Philosophy, Volume 12, Number 4, 2004, p. 390. 74 Schmitter underlines that participation is no panacea and says “it may contribute to enhancing the legitimacy of the EU, but only if it is “seconded” by reforms in the institutions of its government.” Schmitter, op. cit., 2001, p.10. 75 D.I. Pietrzyk “Democracy or Civil Society”, Politics, Vol 23(1),2003, p.38-39. 76 Commission, op. cit., 2001. 77 K. A. Armstrong, “Rediscovering Civil Society: The European Union and the White Paper on Governance”, European Law Journal, Vol.8, No.1, 2002, p.104. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 127 integration has been the product of supranational technocratic decision-making process in which elite political actors participate. From the perspective of the deliberative democratic theory, civil society participation is a means of public deliberation and an arena for preference-shaping. That is, if the Union wants to enhance the democratic quality of its decision-making through deliberation, encouraging civil society to participate in the decision-making process should be priority for the Union. Eriksen says that the European Union is more conducive to deliberation than other political systems because of its supranational nature.78 Regarding this issue, Friedrich underlines that “...the example of the EU demonstrates that the increasing competences of the European Parliament have not smoothed the unease about the EU’s democratic legitimacy. The participation of civil society organization is only one, but potentially important element in a mix of democratic elements in modern politics.”79 Since the late 1990’s, civil society participation has received more attention as a means of justifying decisions regarding the Union’s future. The Convention for the drafting of the Charter on Fundamental Rights established based on the European Council decision on October 1999 in Tampere and the European Convention established by the Laeken Declaration on the future of the European Union on December 2001 were open to the representatives of civil society. The most visible attempt seeking to encourage civil society participation in the Union decision-making process is the 2001 White Paper which recorded that: “Civil society plays an important role in giving voice to the concerns of citizens and delivering services that meet people’s needs...Civil society increasingly sees Europe as offering a good platform to change policy orientations and society. This offers a real potential to broaden the debate on Europe’s role. It is a change to get citizens more actively involved in achieving the Union’s objectives and to offer them a structured channel for feedback, criticism and protest.”80 More specifically, the European Commission refers the concept of consultation several times in the White Paper. This makes Michalowitz consider that, from the perspective of a deliberative democracy, what the Commission aims is not to create a space for public reasoning, the Commission aims a dialogue between the European institutions and civil society in which these groups consult.81 Drawing on Michalowitz’s 78 E. O. Eriksen, “Deliberative Supranationalism in the EU” in Democracy In The European Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E. Fossum, London, Routledge, 2000. 79 Friedrich, op. cit., 2007, p.9. 80 Commission, op. cit., 2001, p.14-15. 81 Michalowitz, op. cit., 2004, p.151. 128 DİLEK YİĞİT view, if the Commission aims to develop a dialogue rather than a deliberative arena within which preferences are debated with reasons and participants can persuade each other and influence their preferences, it might be said that the White Paper fell short of satisfying the conditions of deliberative democracy. A further measure seeking to regulate civil society participation is the 2002 Consultation Standards. The 2002 Consultation Standards recorded that: -“All communications relating to consultation should be clear and concise, and should include all necessary information to facilitate responses, -When defining the target groups in a consultation process, the Commission should ensure that relevant parties have an opportunity to express their opinions, -The Commission should ensure adequate awareness-raising publicity and adapt its communication channels to meet the needs of all target audiences. Without excluding other communication tools, open public consultations should be published on the Internet and announced at the “single access point”, -The Commission should provide sufficient time for planning and responses to invitations and written contributions. The Commission should strive to allow at least 8 weeks for reception of responses to written public consultations and 20 working days notice for meetings, -Receipt of contributions should be acknowledged. Results of open public consultation should be displayed on websites linked to the single access point on the Internet.”82 The 2002 Consultation Standards were issued in the hope that these standards ensure all relevant parties are consulted. Indeed, these standards are procedural and are not directly related to how the quality of consultation is enhanced. The most striking feature of Consultation Standards is that standards indicate how the Commission has been tried to institutionalise and regulate civil society participation in the policymaking process. Friedrich says that “participation of civil society organizations requires some institutional means and commitment by the political institutions to democratic participation.”83 In the light of Friedrich’s thought, it may be indicated that the European Commission tries to not only provide institutional means but also guarantee of its commitment to civil society participation. 82 Commission of the European Communities Communication From The Commission: Towards a reinforced culture of consultation and dialogue –General principles and minimum standards for consultation of interested parties by the Commission, COM (2002) 704 final, 2002, Brussels. 83 Friedrich, op. cit., 2007, p.10. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 129 Greenwood underlines the role of the Consultation Standards in strengthening democracy in the Union through indicating that: “Procedural democracy at EU level has developed apace in recent years, with systems designed to be actioned by organized civil society, including access to information and transparency measures, and a comprehensive set of procedures for consultation.”84 In order to see how consultation takes place in the decision-making process, the European Union’s environment policy can be given as an example. The European Commission starts the consultation process with giving the background of the issue subject to consultation and indicating what has been done by the Union so far in the web-page of Environment Directorate-General (DG), and asks several questions regarding the issue to stakeholders and/or general public. When the consultation process is closed, contributions are published and the Commission starts to prepare a report on the issue. Within the period between 30.11.2000 and 31.07.2008, 77 consultation processes took place. Details of 77 consultation processes are given in Appendix. Although the Commission does not give the information on the number of participants in each of consultation processes, drawing on the data given by the Commission it is seen that number of participants varies greatly according to subject. While in the process of “Public consultation on an EU System for the Environment Technology Verification”, the Commission received 139 responses, in the process of “Public Consultation on Your Voice-Invasive Alien Species-A European Concern”, the Commission receives 880 responses. Yet in the process of “Creosote stakeholder consultation”, the Commission received only 53 responses. Moreover, certain consultation processes were kept open to not only European Union citizens and organizations, but also third countries’ citizens and institutions. For example, in the consultation process called “Your attitude towards trade in seal products”, the Commission received 73,153 answers in 160 countries.85 As of August 2008, four consultation processes related to European environment policy took place. 84 J. Greenwood, Interest Representation In The European Union, 2nd ed., New York, Palgrave Macmillan, 2007, p. 208-209.. 85 The number of responses received by the Commission in consultation processes were collected according to information given by the Commission in the Commission’s web-page, <http://ec.europa.eu/environment/consultations_en.htm.> 130 DİLEK YİĞİT Table 2: Open Consultations (as of 22.08.2008) Related to European Environment Policy Title & Description Target Group Stakeholder consultation on adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC of the European Parliament and of the Council on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the Annex. Stakeholders Towards a comprehensive and ambitious post-2012 climate change agreement General public, Stakeholders Deforestation and its impact on climate change and biodiversity loss General public, Stakeholders General public, Stakeholders Review of the Recommendation on Minimum criteria for Environmental Inspections (Source: http:/ec.europa.eu/environment/consultations-en.htm) The principal importance of the consultation processes derives from the fact that the European institution aggregating responses and opinions of stakeholders and general public is the Commission which has monopoly in starting the decision-making process. Although the Commission consults the stakeholders and general public in the decision-making process, it does not give any clear idea on what kind of process it envisages. That is, we have to draw a distinction between a consultation process in which preferences with reasons are aggregated and a deliberation process within which preferences are debated and persuasion is possible. Obviously, the latter, deliberative model rather than former can be a cure for the deficiencies of the Union in sense of representation. Indeed, there are at least two reasons to doubt that civil society participation in the European Union is strong. The first is related to the European governance. Answering to the question of why civil society participation in the European governance can not be strong requires to analyse what features of any governance encourage civil society participation. Therefore, I use Magnette’s argument in the European context. Magnette says that there are two sets of factors playing important role in participation of civil society: The institutional structure and the polarity of the party system.86 According to this argument, the institutional clarity of a political system encourages participation and the polarity of the party system simplifies the electoral choice and makes citizens understand complex political issues through simplified discourses. Drawing on this argument, it may be considered that the European Union’s complex decision-making 86 P. Magnette, European Governance and Civic Participation: Can the European Union be politicised?, This paper is a part of contributions to the Jean Monnet Working Paper No.6/01, 2001. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 131 procedure and a lack of Europe-wide political parties discourage civil society participation. In this context, Magnette indicates that: “The Community method hides political conflicts, the monopoly of initiative conferred upon the Commission procedures consensus oriented decision-making... The Community method, based on a long process of informal negotiation and the elaboration of compromise before political discussions take place, is a very powerful disincentive for political deliberation. Citizens who do not understand both what the issues at stake, and what the choices that could be made, actually are, and who also fail to see what the impact of their participation could achieve, are not likely to be active.”87 Obviously, the European Union governance is deprived of the factors encouraging civil society participation. The second reason for that civil society participation can not be strong in the Union is related to what kind of civil society the European Union can have. As Armstrong88 indicates, we can regard civil society either as the sum of its national parts located within nation states and national cultures, or as a transnational developing across states. If European civil society must be conceived as a transnational in the sense that organizations develop across states and as a sphere of shared cultures, an absence of European identity arises a problem, for conceiving civil society as a transnational establishes a link between the promoting civil society participation and formation of European identity. Armstrong underlines that civil society is subject to three processes which are “Europeanisation”, “autonomisation”, and “governmentalisation”.89 According to him, “Europenisation” is a process by which civil society actors organise in transnational structure and have a voice in European governance. “Autonomisation” refers to process by which transnational structures develop their strategies independently from the control of constituency members. “Governmentalisation” refers to external pressures from government for making change to the organisational structures and the internal self-organisation of civil society. Nonetheless, there is no empirical evidence that these processes have started in the Union. In this context, Michalowitz claims that “if civil society participation can help resolve the democratic deficit, the possibility to Europeanise civil society must be a priority.”90 It may be considered if there can be unintended results of building transnational European civil society although it is admitted that building transnational civil society 87 Ibid, P. Magnette, 2001, p.7. K.A. Armstrong, op. cit., 2002, p.113. 89 Ibid., K. A. Armstrong, 2002, p.114-115. 90 Michalowitz, 2004, p.155. 88 132 DİLEK YİĞİT can contribute to strengthening the democratic quality of European decision-making process. With regard to this issue, Armstrong underlines that: “First there is a static problem that the voices of national civil society actors may be lost or excluded as civil society becomes Europeanised. Second, there is a more dynamic problem that legitimation through transnational civil society can not make up on the transnational swings what is lost on the national roundabouts of the erosion of national structures of representative and participative democracy.” 91 Although the European Union as a post-national case for application of deliberative democracy seeks to enhance the democratic quality of its decision-making process and the legitimacy of its political order through civil society participation, its attempts do not concern how to build transnational European civil society and how to increase the quality of consultation. There is no strong evidence that the Commission aims to develop a procedure within which deliberation takes place more than consultation. Conclusion The democratic quality of the European Union as a transnational organisation has been a matter of debates on how democracy should be in the postnational age. Although we see significant differences in views with regard to the democratic deficit in the European Union, the democratic quality of the Union is mainly assessed through comparison the Union with a nation state and equation democracy with representative democracy. From the view of representative democracy, the political representation in the Union is inadequate because of the lack of responsible government, elections fought on European issues for the European Parliament and Europe-wide political parties, therefore the Union is deprived of parliamentary legitimation. The European Union tries to reduce the effects of its deficiencies in terms of parliamentary legitimacy through enhancing procedural legitimacy and technocratic legitimacy, both of which require the observance of participation and transparency. Thus, the European Transparency Initiative addresses the European democratic deficit in two ways. First, transparency as an element of input legitimacy enhances the quality of participation by forcing participants to argue with the reasons, proposal and claim, hence strengthens procedural legitimacy of the Union. Second, transparency as a factor encouraging participation also gives an opportunity to participants to bring their expertise to the decision-making process, consequently strengthens technocratic legitimacy of the Union. 91 K.A.Armstrong, op. cit., 2002, p.115. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 133 Appedix 1: Closed Consultations Related to European Environment Policy Title & Description Stakeholder consultation on the adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC of the European Parliament and of the Council on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the Annex.93 Consultation on revision of the cars/CO2 labelling Creosote stakeholder consultation Public consultation on Your Voice ‘Invasive Alien Species-A European Concern’ WEEE stakeholder consultation-Invitation for comments on policy options Stakeholder consultation on adaption to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC of the European Parliament and of the Council Public consultation on the Green Paper on urban Transport Sustainable Urban Transport Plans-preparatory document Your attitude towards trade in seal products 2nd stakeholder consultation on the review of Directive 2002/95/EC (‘RoHS) Public consultation the draft Implementation Report 2005-2007. Public consultation on an EU System for the Environmental Technology Verification Call for evidence on the Economics of Biodiversity Loss Public consultation on the INSPIRE Draft Implementing Rules for Metadata Public consultation "Living with climate change in Europe" Public consultation on the Commission's 92 93 Target Group Stakeholders Responses Received by the Commission92 n.a. General public n.a. Stakeholders Stakeholders, General public Stakeholders 53 880 Stakeholders n.a. Stakeholders, General public n.a. Stakeholders, General public Stakeholders 73,153 Stakeholders, General public Stakeholders, General public Interested stakeholders in Europe and worldwide, including government, academic, private sector, scientific, NGO and other experts n.a. n.a. n.a. 139 n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders, General public Stakeholders, More than 200 Responses are collected from various reports of the Commission. The issue can be subject of consultation processes taking place at different times. 44 134 Green Paper on better ship dismantling Public consultation on the action plans on sustainable consumption and production and on sustainable industrial policy Stakeholder consultation on Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the annex Public consultation on the implementation of the renewed strategy to reduce CO2 emissions from passenger cars and light-commercial vehicles Green Paper on Market Based Instruments IPPC Review Internet Consultation Stakeholders Questionnaire Review of Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment Capturing and storing CO2 undergroundShould we be concerned? Additional Options to Combat Illegal Logging Ecolabel revision Revision of the EU Eco-Management and Audit Scheme Regulation EC N° 761/2001 (EMAS) Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the annex Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2000/53/EC on end-of-life vehicles for the purpose of a possible amendment of Annex II to this Directive Possible amendment of Annex II to Directive 2000/53/EC on end-of-life vehicles (Issue of certain spare parts for vehicles put on the market after 1 July 2003). 94 DİLEK YİĞİT General public Stakeholders, General Public 658 Stakeholders n.a. Stakeholders Stakeholders 41 from organisations94 28 from individuals n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders, citizens 787 Stakeholders 93 Stakeholders Stakeholders n.a. n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. Responses given by organisations and individuals are collected depending on the information given by the Commission. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY New draft regulation of the European Commission to implement the Globally Harmonised System of Classification and Labelling of Chemicals (GHS) Community Implementation Plan of the Stockholm Convention on Persistent Organic Pollutants (POPs) Revision of Directive 86/609/EEC on the protection of animals used for experimental and other scientific purposes Review of the EU strategy to reduce CO2 emissions and improve fuel efficiency from cars Have your say on the White Paper on a European Communication Policy Sixth Environment Action Programme midterm review Directive 2001/18/EC on the deliberate release in the environment of GMOs Questionnaire on experiences with the implementation of the Directive Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC of the European Parliament and of the Council on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the annex Simplifications on the Directive related to waste from the titanium dioxide industry Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the annex. Communication on Halting the Loss of Biodiversity by 2010 and beyond SCENIHR opinion on how to assess the potential risks of nanotechnologies Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the annex Soil Thematic Strategy The European City – improving the quality of 135 Stakeholders n.a. General public+ Experts n.a. General public+ Experts 42,655 replies from 25 Member States, as well as third countries 283 expert replies 1215 General public Stakeholders, citizens Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders 4 Stakeholders n.a. Stakeholders, General Public, Experts Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. General Public Stakeholders n.a. n.a. n.a. 70 136 your environment Proposal for a Floods Directive "Reducing the risks of floods in Europe" Final Public Consultation: The sustainable use of pesticides in Europe Thematic Strategy on the Protection and conservation of the Marine Environment Reducing the Climate Change Impact of Aviation Monitoring and Reporting Guidelines under the EU Emissions Trading Scheme New legal instrument for prevention, preparedness and response to disasters. Directive 91/689/EEC on hazardous waste Directive 75/439/EEC on waste oils Adaptation to scientific and technical progress under Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment for the purpose of a possible amendment of the annex Assessing the actions to be undertaken as part of the Thematic Strategy on the Sustainable Use of Natural Resources Air Pollution: What Do You Think? Action on Climate Change Post 2012 Review of the European Sustainable Development Strategy Extended Impact Assessment on the Thematic Strategy on the Prevention and recycling of waste Information on teak garden furniture and mobile telephones Methodology to assess the environmental impacts of products Possible amendment of the Annex of Directive 2002/95/EC on the restriction of the use of certain hazardous substances in electrical and electronic equipment (RoHS) Development of an EU strategy on mercury 95 DİLEK YİĞİT Stakeholders General Public, Stakeholders General Public General Public 261 from 33 different countries (amongst these all 25 EU Member States) 1772 133 Stakeholders 5564 from individuals 198 from organisations n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders Stakeholders n.a. n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders n.a. General Public n.a. All stakeholders General public and experts Stakeholders n.a. n.a. All stakeholders involved with these products Experts n.a. n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders 54 95 n.a. Responses received are collected according to the information given by the Commission. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 137 “Towards a Thematic Strategy on the Urban Environment" Preparations of a revision of certain entries of annex II of Directive 2000/53/EC on end-of life vehicles Towards a thematic strategy on the prevention and recycling of waste Community institutions, stakeholders Stakeholders 2,807 Stakeholders n.a. Reactions to the Communication on the future Thematic Strategy o on Sustainable use of Pesticides European Parliament, the Council, the Economic and Social Committee as well as all other interested parties Stakeholders 1772 (total number-this process took place as two steps, numbers of responses of each step are not available) n.a. Stakeholders 60 General Public n.a. Stakeholders n.a. Stakeholders Interested parties n.a. 13996 Interested parties n.a. Stakeholders in civil protection/disaster prevention Experts from national administrations, local and regional authorities, representatives of economic operators, environmental NGOs and consumer associations Experts from national administrations, local and regional authorities, representatives of economic operators, environmental NGOs n.a. On the Road to Sustainable Production Progress in implementing Council Directive 96/61/EC concerning integrated pollution prevention and control Integration of environmental aspects into standardisation Draft chemicals legislation (the REACH System) INSPIRE Environmental Technology Action Plan Revision of Directive 91/157/EEC on batteries Financing Natura 2000 Working document on Civil protection Aarhus Convention and Community institutions:Consultation of interested parties on a working documents on the application to Community institutions of the Aarhus Convention on access to environmental information, public participation and access to justice in environmental matters Access to justice in environmental matters (Aarhus Convention: Consultation of interested parties on two successive working documents on access to justice in environmental matters 96 n.a. n.a. n.a. Responses received are collected according to the information given by the Commission. 138 Environmental Liability: Consultation of interested parties on a Working Document on the Prevention and Restoration of Significant Environmental Damage (Environmental Liability) Environmental issues of PVC: In the Green Paper the Commission invited all interested parties to discuss and comment on this document before the end of November 2000. DİLEK YİĞİT and consumer associations Public Public n.a. More than 32.500 (Source: http:/ec.europa.eu/environment/consultations-en.htm) Bibliography K. A. ARMSTRONG, “Rediscovering Civil Society: The European Union and the White Paper on Governance”, European Law Journal, Vol.8, No.1, pp.102-132, 2002 T. AUBERGER, K. ISZKOWSKI, “Democratic Theory and the European Union: Focusing on “Interest” or “Reason”?”Journal of European Integration, Vol.29, No.3, pp. 271-284, 2007 G. BAKER, “Civil Society and Democracy:The Gap Between Theory and Possibility”, Politics, 18 (2), pp.81-87, 1998 R. BELLAMY, A. WARLEIGH (eds.), Citizenship and Governance in the European Union, Continuum, London, 2001 S. BORRAS, T. CONZELMANN, “Democracy, Legitimacy and Soft Modes of Governance in the EU:The Empirical Turn, Journal of European Integration, Vol.29,No.5, pp.531-543, 2007 H. CATT, Democracy in Practice, London, Routledge, 1999 D. CHALMERS et al., European Union Law, the United Kingdom, Cambridge University Press, 2006 S. CHAMBERS, “Behind Closed Doors: Publicity, Secrecy, and the Quality of Deliberation”, The Journal of Political Philosophy, Volume 12, Number 4, p.389-410, 2004 M. CINI, “European Commission reform and the origins of the European Transparency Initiative”, Journal of European Public Policy, 15:5, p.743-760, 2008 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 139 C. CROMBEZ, “Legislative Procedures in the European Community”, British Journal of Political Science, Vol.26, No.2, p.199-228, 1996 P.J.CONGE, “Review: The Concept of Political Participation: Toward a Definition”, Comparative Politics, Vol.20, No.2, p.241-249, 1988 O. COSTA et.al., “Introduction: Diffuse control mechanisms in the European Union:towards a new democracy?”, Journal of European Public Policy, 10:5, p.666-676, 2003 R.A.DAHL, “Pluralism Revisited”, Comparative Politics, Vol.10, No.2, p.191-203, 1978 R.A. DAHL, Dilemmas of Pluralist Democracy, Yale University Pres, 1982 R.A. DAHL, “A Democratic Dilemma: System Effectiveness versus Citizen Participation”, Political Science Quarterly, Vol.109, No.1, p.23-34, 1994 O. DE SCHUTTER, “Europe in Search of its Civil Society”, European Law Journal, Vol.8, No.2, p.198-217, 2002 R. EISING, “Interest Groups and the European Union”, in European Union Politics, 2 nd. ed. Michelle Cini, Oxford, Oxford University Press, p.202-221, 2007 E.O. ERIKSEN, “Deliberative Supranationalism in the EU” in Democracy In The European Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E. Fossum, London, Routledge, p.42-64, 2000 E.O. ERIKSEN, J. E. FOSSUM, “Post-national Integration”, in Democracy In The European Union: Integration Through Deliberation, ed. E. O. Eriksen and J.E. Fossum, London, Routledge, p.1-28, 2000 E.O. ERİKSEN, J. E. FOSSUM, “Democracy through Strong Publics in the European Union?”, Journal of Common Market Studies, Vol.40, No.3, p.401-424, 2002 E.O. ERİKSEN, J. E. FOSSUM, “Europe in Search of Legitimacy: Strategies of Legitimation Assessed”, International Political Science Review, 25, p.435-459, 2004 J. ELSTER, “Introduction: Historical Background” in Deliberative Democracy ed. J. Elster, United Kingdom, Cambridge University Press, p.1-18, 1998 J.D. FEARON, “Deliberation and Discussion” in Deliberative Democracy, ed. J. Elster, United Kingdom,Cambridge University Press, p.44-68, 1998 J.S.FISHKIN, Democracy and Deliberation, USA, Yale University Press, 1991 A. FOLLESDAL, “Survey Article:The Legitimacy Deficits of the European Union”, The Journal of Political Philosophy, Vol.14, No.4, p.441-468, 2006 A. FOLLESDAL, S. HIX, “Why There is a Democratic Deficit in the EU: A Response to Majone and Moravscik”, Journal of Common Market Studies, Vol.44, No.3, p.533-562, 2006 140 DİLEK YİĞİT D. FRIEDRICH, Old Wine in New Bottles?:The Actual and Potential Contribution of Civil Society Organizations to Democratic Governance in Europe, Reconstituting Democracy in Europe Working Paper 2007/08, 2007, www.reconproject.eu, accessed on 04.07.2008 R. GARGARELLA, “Full Representation, Deliberation, and Impartiality”, in Deliberative Democracy, ed. J. Elster, United Kingdom, Cambridge University Press, p.260-280, 1998 J. GREENWOOD, Interest Representation In The European Union, 2nd ed., New York, Palgrave Macmillan, 2007 S. GREWAL, “The Paradox of Integration: Habermas and the Unfinished Project of European Union”, Politics, Vol 21(2), p.114-123, 2001 A. GUTMANN, D. THOMPSON, Democracy and disagreement. Why moral conflict can not be avoided in politics, and what should be done about it, Cambridge Mass., Harvard University Press, 1996 A. GUTMANN, D. THOMPSON, Why Deliberative Democracy, Princeton, Princeton University Pres, 2004 J. HABERMAS, Between Facts and Norms: Contributions to a Discourse Theory of Law and Democracy, Cambridge, MIT Pres, 1996 P. HIRST, From Statism to Pluralism, London, UCL Press, 1997 S. HIX, “Dimensions and Alignments in European Union Politics: Cognitive Constraints and Partisan Responses”, European Journal of Political Research, Vol.35, no.1, p. 69-106, 1999 R. HOLZHACKER, “Democratic Legitimacy and the European Union”, Journal of European Integration, 29:3, p.257-269, 2007 E. HUBER et al., “The Paradoxes of Contemporary Democracy: Formal, Participatory, and Social Dimensions”, Comparative Politics, vol.29, no.3, p.323-342, 1997 M. JACHTENFUCHS et al., “Which Europe? Conflicting Models of a Legitimate European Political Order”, European Journal of International Relations, vol.4, no.4, p.409-445, 1998 H. KASSIM, D. G. DIMITRAKOPOULOS, “The Commission and the Future of Europe”, Journal of European Public Policy, 14:8, p.1249-1270, 2007 R.S. KATZ, “Models of Democracy: Elite Attitudes and the Democratic Deficit in the European Union”, European Union Politics, 2; 53, p.53-79, 2001 J. KNIGHT, J. JOHNSON, “Aggregation and Deliberation: On the Possibility of Democratic Legitimacy”, Political Theory, Vol.22, No.2, p. 277-296, 1994 C. LORD, P. MAGNETTE, “E Pluribus Unum? Creative Disagreement about Legitimacy in the EU”, Journal of Common Market Studies, vol.42, no.1, p.183-202, 2004 THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 141 J.R. LUCAS, Democracy and Participation, England, Penquin Books, 1976 P. MAGNETTE, European Governance and Civic Participation: Can the European Union be politicised?, This paper is a part of contributions to the Jean Monnet Working Paper No.6/01, 2001 P. MAGNETTE, “European Governance and Civic Participation: Beyond Elitist Citizenship?”, Political Studies, 51, p.144-160, 2003 P. MAIR, Popular Democracy and the European Union Polity, European Governance Papers, No.C-05-03, 2005, http://www.connex-network.org/pdf/egpconnex-C-05-03.pdf, accessed on 07.07.2008. G. MAJONE, “The European Community: An ‘Independent Fourth Branch of Government’?”, EUI Working Paper SPS No. 94/17, Florence, European University Institute, 1993 G. MAJONE, “Europe’s Democratic Deficit: The Questions of Standards”, European Law Journal, vol.4, no.1, p.5-28, 1998 G. MAJONE, “The Credibility Crisis of Community Regulation”, Journal of Common Market Studies, vol.38, no.2, p.273-302, 2000 B. MANIN et al, “On Legitimacy and Political Deliberation”, Political Theory, vol.15, no.3, p.338-368, 1987 J. G. MARCH, J. P. OLSEN, Democratic Governance, New York, The Free Press, 1995 A. MCGANN, The Logic of Democracy: Reconciling Equality, Deliberation, and Minority Protection, USA, The University of Michigan, 2006 I. MICHALOWITZ, “Analysing Structured Paths of Lobbying Behaviour: Why Discussing the Involvement of Civil Society Does not solve the EU’s Democratic Deficit”, European Integration, vol.26, no.2, p.145-170, 2004 J. S. MILL, Considerations on Representative Government, South Bend, Gateway, 1962 A. MORAVCSIK, “In Defense of the Democratic Deficit”, Journal of Common Market Studies, 40(4), p.603-624, 2002 D. NAURIN, “Why increasing transparency in the European Union will not make lobbyists behave any better than they already do”, European Union Studies Association EUSA, Biennial Conference, Austin, Texas, 2005 K. NEUNREITHER, “Political Representation in the European Union: a common whole, various wholes, or just a hole?” in European Integration after Amsterdam, ed. K. Neunreither and A. Wiener, Oxford, Oxford University Press, 2000 J. NEYER, “The Deliberative Turn In Integration Theory”, Journal of European Public Policy, 13:5, p. 779-791, 2006 142 DİLEK YİĞİT D. I. PIETRZYK, “Democracy or Civil Society”, Politics, Vol 23(1), p.38-45, 2003 B. ROSAMOND, “New Theories of European Integration”, in European Union Politics 2 nd. ed. Michelle Cini, Oxford, Oxford University Press, p.117-136, 2007 C. F. SABEL, J. ZEITLIN, Learning from Difference:The New Architecture of Experimentalist Governance in the European Union, European Governance Papers (EUROGOV), No. C-07-02, 2007, http://www.connexnetwork.org/eurogov/pdf/egp-connex-C-07-02.pdf, accessed on 07.07.2008. F. W. SCHARPF, Governing in Europe:Effective and Democratic?, Oxford, Oxford University Press, 1999 S. K. SCHMIDT, “Only an Agenda Setter?:The European Commission’s Power over the Council of Ministers”, European Union Politics, 1:37, p.37-61, 2000 P. C. SCHMITTER, What Is There To Legitimize In The European Union...And How Might This Be Accomplished?, This paper is a part of contributions to the Jean Monnet Working Paper No.6/01, 2001 A. SLOAT, “The Preparation of the Governance White Paper”, Politics, Vol 23(2), p.128-136, 2003 E. VINK, “Multi-level Democracy: Deliberative or Agonistic? The Search for Appropriate Normative Standards”, Journal of European Integration, vol.29, no.3, p.303-322, 2007 A. WEALE, “Democratic Theory and the Constitutional Politics of the European Union”, Journal of European Public Policy, 4(4), p 665-669, 1997 A. WEALE, Democracy, New York, Palgrave Macmillan, 2007. A. WEALE, New Governance and Public Reasoning-Towards a Better Quality of EU Deliberation, New Government Policy Brief 19, 2008 J. H. H WEILER et al., European Democracy and Its Critique Five Uneasy Pieces, EUI Working Paper RSC No.95/11, 1995 Official Documents Commission of the European Communities, 2001, European Governance: A White Paper, COM (2001) 428 final, Brussels. Commission of the European Communities, 2002, Communication From The Commission:Towards a reinforced culture of consultation and dialogue – General principles and minimum standards for consultation of interested parties by the Commission, COM (2002) 704 final, Brussels. Commission of the European Communities, 2006, Green Paper: European Transparency Initiative, COM (2006) 194 final, Brussels. S. KALLAS, The Need for a European Transparency Initiative, SPEECH/05/130, Nottingham, 2005, http://ec.europa.eu, accessed on 03.07.2008. THE DEMOCRATIC DEFICIT AND THE EUROPEAN TRANSPARENCY 143 S. KALLAS, European Transparency Initiative, SPEECH/07/17, Madrid, 2007a, http://ec.europa.eu, accessed on 03.07.2008. S. KALLAS, The European Transparency Iniative, SPEECH/07/491, Brussels, 2007b, http://ec.europa.eu, accessed on 03.07.2008. The European Transparency Initiative, http://ec.europa.eu/commission_ barroso/kallas/transparency-en.htm, accessed on 30.06.2008. 144 DİLEK YİĞİT ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ GENEL YAYIN İLKELERİ 1. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi'ne gönderilecek olan yazılar, işlediği konuya yeni bir boyut getirecek şekilde özgün ve daha önce hiçbir yayın organında yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 2. Gönderilen makalelerin yayınlanmasından sonra dergi yayın kurulu tarafından uygun görüldüğü takdirde, tüm yayın hakları Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma Uygulama Merkezi’ne (ATAUM) aittir. 3. Yayınlanan makalelerden alıntı yapılması halinde kaynak belirtilmesi zorunludur. Makalelerin tamamının kullanılması derginin iznine bağlıdır. 4- Makaleler Türkçe, Almanca, Fransızca ya da İngilizce dillerinden birinde yazılabilir. 5. Sunulan makale önce derginin editörlük kıstaslarını karşılayıp karşılamadığının görülmesi için Yayın Kurulu tarafından incelenir. Kıstasları karşılayan makale hakeme gönderilir. Kıstasları karşılamayan makale, istenen düzeltmeler için yazara geri gönderilir. 6. Makale hakeme gönderildikten sonra, hakem, hakem raporu kıstasları çerçevesinde makaleyi iki ay içinde değerlendirir ve kararını gönderir. Hakem kararına göre, makale, yayınlanmaya uygun bulunabilir, makalede bazı düzeltmeler istenebilir ya da makale yayınlanmaya uygun bulunmayabilir. Bundan sonra yazar, en kısa sürede, ekinde hakem raporlu bir yazı ile karar hakkında bilgilendirilir. 7. Yayınlanan makalenin sorumluluğu yazara aittir. Makaledeki hiçbir görüş dergiye veya ATAUM’a yüklenemez. 8. Yayınlansın ya da yayınlanmasın hiçbir makale iade edilmez. 9. Yazarlar, yazılarını (makalelerini, kitaplarını vb.), 9. maddenin altındaki “Yazarlık Formu”nu eksiksiz doldurarak ve istenilen diğer belgelerle birlikte, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590 Cebeci/ANKARA adresine posta yoluyla göndermeleri ve ayrıca, senemogl@education.ankara.edu.tr veya dsezgen@ankara.edu.tr adresine de elektronik posta olarak göndermeleri gerekmektedir. Eksik evrak ile gönderilen makaleler, işleme alınamamaktadır. Makale/Kitap Yayınlama ve Yazar Formu üzerine tıklayarak indirebilirsiniz. 10- Yazılar/makaleler, Microsoft Word programında, Times New Roman karakterinde yazılacaktır. Satır aralığı 1,5 olmalıdır. Metin için 12 punto, dipnotlar için 10 punto kullanılacaktır. 145 11. Makale, dipnotlar dahil 6.000 ila 10.000 kelime arasında olmalıdır. 12. Kitap incelemeleri 1500-2000 kelime arasında olmalıdır. 13. Olay incelemeleri dipnotlar dahil 3000-5000 kelime arasında olmalıdır. 14. Makale, Türkçe dilinde yazılmışsa Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelime, Yayın Kurulu tarafından kabul edilen başka bir dilde (İngilizce, Almanca, Fransızca) yazılmışsa, Türkçe ve yazıldığı dilde özet ve anahtar kelime eklenmelidir. Özetlerin her birinde ortalama 125’er kelime olmalı, anahtar kelimeler ise 5’er adedi geçmemelidir. 15. Makalelerde en fazla üçlü altbaşlık sistemi kullanılacaktır. İlk altbaşlık koyu, ikinci altbaşlık koyu ve italik yazılmalıdır. Üçüncü altbaşlık sadece italik olmalıdır. Altbaşlıklarda harf ya da rakam kullanılmamalıdır. 16. Makale içinde çift tırnak kullanılmalıdır. 17- Makalenin yazılmasında kullanılan kaynakçaya ilk atıf, dipnot yazım ilkelerinde belirtilen örnekler çerçevesinde yapılacaktır. Makalenin sonraki sayfalarında, aynı kaynağa yapılan atıflarda ise yazarın soyadı ile Ibid., op.cit. vb. Latince terimler kullanılacaktır. “Dipnot Yazım İlkeleri”ne üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. 18- Yayınlanan makalelerin yazarlarına ilgili mevzuat çerçevesinde telif ücreti ödenecektir. 19- Yayınlanan makalelerin 10 adet tıpkı basım ve 1 adet dergi yazara ücretsiz olarak verilecektir. 146 THE GENERAL PUBLICATION PRINCIPLES OF THE ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES 1. All papers sent to the journal should be original enough as they will bring a new dimension to the topic in which they study and should not have been published or presented to the editorial board of other publications in any kind. 2. If presented paper’s publication is approved by the Review’s Editorial Board, the Ankara University ATAUM holds all publication rights of the paper. 3. Any other publication and paper that have used some parts of papers published in the Ankara Review of European Studies as quotations should give the source paper of these quotations in their bibliography. The complete usage of paper is a subject to the permission of the review. 4. The language of papers to be presented to the review could be in Turkish, English, French and German. 5. Presented paper will first be reviewed by the editorial board to see whether the paper meets the editorial criterias of the review. The paper that meets the criterias will be sent to the referee. Paper that do not meet the criterias will be sent back to the author for the requested corrections. 6. After the sending of the paper to the referee, the referee will asses the paper in the framework of the terms of referee report and send his decision about the paper within two months. In the referee’s decision, the paper may be found eligible to the publication or some corrections may be requested on the paper or the paper may be found ineligible for the publication. Then the author is immediately informed about the decision in writing with a copy of referee report. 7. The responsibility of the published papers belongs to the authors. All opinions in the papers can not be ascribed to the review or ATAUM 8. All papers either published or not are not returned. 9. Authors who would like to sent their papers, books, etc. to ATAUM for the publication assessment should fill up “The Author Form” and send it with other requested document with their papers or books etc. by post to the following address: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590 Cebeci /ANKARA. They should also e-mail the form, requested documents and their papers or books etc. to one of the following e-mail addresses: senemogl@education.ankara.edu.tr or dsezgen@ankara.edu.tr . All applications with incomplete document will not be admitted. Please click on “The Author Form” 147 10. Papers should be written in one of the Windows for Word programmes with a 1.5 line matter and in the Times New Roman character. The size of the letters will be 12 points, for the text and 10 points, for the foot notes. 11. The total words at the paper including the foot notes should be between 6000 and 10.000 words. 12. The total words in the book reviews should be between 1500 and 2000 words. 13. The total words in the case studies should be between 3000 and 5000 words. 14. If the paper is written in Turkish, abstract and keywords a Turkish abstract and key words and also an abstract and key words in the original language of the paper should be added to the paper. Each abstract should comprise 125 words in average and the number of key words both in Turkish and in original language should not be more than 5 words. 15. In the papers, maximum three subtitle system will be used. The first subtitle should be bold the second subtitle should be bold and italic and the third subtitle should be italic in character. Letters or numbers should not be used in the subtitle. 16. Quotation marks should be used in the paper. 17. In the first quotations for the bibliography used in the preparation of the papers, a foot note procedure will be used in the framework of the Footnote Writing Principles. In the following pages if the quotation is made to the same bibliography, the family name of the author and terms in latin such as Ibid., op.cit,etc. will be used. All quotations to the sources used in the writing of the paper will be made through footnotes procedure in the framework of the examples given in the footnote writing principles link. You may download “Footnote Writing Principles” 18. Copy right priced will be paid to the author in the framework of the reliated legistation. 19. The author will be given 10 (ten) blue print of his/her paper separately and also 1 (one) review that his/her paper has been published free of charge. 148 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ DİPNOT YAZIM İLKELERİ A-TEK YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Çağrı Erhan, Türk-Amerikan İlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, İmge Kitabevi, 2001, s. 55. ii-Makale: Gökhan Çetinsaya, “Essential Friends and Natural Enemıes: The Hıstorıc Roots of Turkish-Iranian Relations”, Middle East Review of International Affairs, Cilt 7, No3, 2003, s. 116-132. B-İKİ YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Gülten Kazgan ve Natalya Ulçenko, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya, İstanbul, Bilgi, 2003, s. 32. ii-Makale: Thomas G. Mahnken ve James R. FitzSimonds, “Revolutionary Ambivalance: Understanding Officer Attitudes Toward Transformation”, International Security, Cilt 28, No 2 ,2003, s.122-135. C-ÜÇTEN FAZLA YAZARLI KİTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Mehmet Gönlübol et al, Olaylarla Türk Dış Politikası, 1919-1995, Ankara Siyasal Kitabevi, 1996, s. 129. ii-Makale: David Dranove et al., “Is More Information Better? The Effects of “Report Cards” on Health Care Providers”, Journal of Political Economy, Cilt 11, No 3, 2003, s. 25. D- KİTAPTA MAKALE Joseph Turow, “A Mass Communication Perspective on Entertainment Industries”, James Curan ve Michael Gurevitch (der.), Mass Media and Society, Londra, Edward Arnold, 1991, s. 160-167. 149 E- GAZETE YAZISI Yazarı Belli Gazete Yazısı Hasan Cemal, “Fiyasko ve Çıkış Yolu”, Milliyet, 18 Aralık 2003, s. 7. Yazarı belli olmayan gazete yazıları: “Başbakan Washington Yolcusu”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2003, s. 8. Yazarı belli olmayan resmi ya da özel yayınlar, raporlar vb. Enerji Teknolojileri Politikası Çalışma Grubu Raporu, Ankara, TÜBITAK, Mayıs 1998, s. 35. ARŞİV BELGELERİ Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Hususi Kalem, 33218, 10 Aralık 1943. İNTERNETTEN ALINAN KAYNAKLAR Mustafa Aydın, “ABD Dünyadan Ne İstiyor”, 23 Mart 2003, <http://www.haberanaliz.comldetay.php?detayid=325> (19 Aralık 2003), s. 1. YÜKSEK LİSANS-DOKTORA TEZLERİ Mustafa Pulat, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası: Türkiye’nin Avrupa Savunmasındaki Geleceği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002, s. 10. SÖYLEŞİ İlber Ortaylı, Ankara, 10 Ekim 2003, kişisel görüşme. 150 REVIEW OF EUROPEAN STUDIES FOOT NOTE ORTHOGRAPHY PRINCIPLES A – FOR A BOOK OR A PAPER WITH ONE AUTHOR i – For a Book : Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . B - FOR A BOOK OR A PAPER WITH TWO AUTHORS i – For a Book : Author, Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . C - FOR A BOOK OR A PAPER WITH THREE OR MORE THAN THREE AUTHORS i – For a Book : Author, et al, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, et al, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . Ç – FOR A PAPER IN A BOOK Author, “Title of article”, Author of book ed., Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . D – FOR AN ARTICLE ON A NEWSPAPER With Author or Without Author, ‘Title of article’, Title of Magazine, Day Month Year, p. .. . E – FOR AN OFFICIAL OR FOR A SPECIAL ARTICLES OR REPORTS WITHOUT AN AUTHOR Title of article or report, Location, Publisher, Year, p. …. . F – FOR A ARCHIVAL DOCUMENT Title of document, Number of the document, Day Month Year. G – FOR THE BIBLIOGRAPHY DOWNLOADED FROM THE INTERNET Author “Title of article”, <addres of the webpage>, (Retrieved Day Month), p. … . 151 H – FOR A GRADUATE AND FOR A DOCTORATE THESIS Author, Title of thesis, Thesis type, Location, Year, p. …. . I – INTERVIEW Author, Location, thesis, Day Month Year, interview 152 ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ MAKALE/KİTAP YAYINLAMA VE YAZAR FORMU ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜNE Merkezinizin Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisinde/Merkezinizce yayınlanmasını istediğim “……………......................................................................…… ……………………………………………….…….” başlıklı makalemin/kitabımın, bütün sayfalarını paraflı ve son sayfasını da imzalı bir şekilde dilekçem ekinde sunuyorum. Makalemin/kitabımın bütün sorumluluğu tarafıma aittir. Makalemdeki/kitabımdaki bütün kaynakları andım. Makalemi/kitabımı başka bir yerde yayınlatmadım ve yayınlanmak üzere göndermedim. Makalemdeki/kitabımdaki görüşlerin dergiyi ya da Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğünü bağlamadığı konusunda bilgilendirildim. Makalem (yayınlanacak kitap için yazarlık ücreti ödenmemektedir) yayınlandığı takdirde, adıma tahakkuk edecek yazarlık ücretinin .......................................................... Bankası ................................................. Şubesi …………………………………………. nolu hesabıma yatırılması için gereğini saygılarımla arz ederim. ........./........./200...... ............................................... (Ad, Soyad, İmza) EKLER : 1- Makale/Kitap (1 adet-……………. sayfa) 2- İngilizce ve Türkçe Özet Çıktısı (1’er adet) 3- Makalenin/Kitabın tamamı ile İngilizce ve Türkçe Özetin, Kaynakça Listesinin (Makale verenler için) İçinde Bulunduğu CD (1 adet) İngilizce Adı : .................................................................................................................... Anahtar Kelimeler (Türkçe) :.......................................................................................... Anahtar Kelimeler (İngilizce) :................................…………………………................ Vergi Kimlik Numarası ve Dairesi .................................................................................. T.C.(Nüfus Cüzdanı) Kimlik Numarası : ....................................................................... Bağlı Olduğu Kurum/Birim :…………………………………………………………... Adres:.................................................................................................................................. …………………................................................................................................................. Telefon: Ev:................................................... İş :............................................................... Fax :................................................ E-posta:...........................@...................... Makalenin/Kitabın Kelime ve Sayfa Sayısı :………...….. Kelime, ……………. Sayfa 153 ANKARA UNIVERSITY EUROPEAN UNION RESEARCH CENTRE PAPER/BOOK PUBLICATION AND AUTORSHIP FORM TO THE ANKARA UNIVERSITY EUROPEAN UNION RESEARCH CENTRE DIRECTORATE I present my application form with my enclosed paper/book that I have initialed all pages and signed the last page entitled “………………………………………………………..………………………………… …………………………………………………………………………………………… ………………………………………………………..” that I request to publish at your Center’s academic periodical publication titled Ankara Review of European Studies. I have the all responsibility of my paper/book. In the footnotes you can find all printed academic essays, books that I have used in this paper/book. I did not publish my paper/book at another publication firm/house and I did not send it to another publication firm/house to publish. I am fully acknowledged that all opinions at my paper/book can not be acribed to the review or ATAUM If my paper (is not paid for book) is published, I ask to do my autorship payment to my account number ………………………………………………………. at the ……………… Branch of …………………………………………………….Bank. ........./........./200...... ................................................ (Name, Surname, Signature) ENCLOSED : 1- Paper/Book (1 copy-……………. pages) 2- English and Turkish Summary Output (1 copy in each language) 3- One CD should consist of English and Turkish summary of paper, biblography (for paper) and full text of the paper/book Keywords (in Turkish) :.................................................................................................... Keywords (in English) :..................................................................................................... Turkish Identity Card Number or Passport Number : ................................................. Tax Identity Number and Tax Office : ........................................................................... Employer Institution :……..……………………………………………………………. Address: …......................................................................................................................... …………………................................................................................................................. Telephone: Home:................................................. Work :............................................... Fax :................................................ E-Mail:...........................@.................................... Word and Page number of paper/book :……….……….. Word, ….....………. Page 154 HAKEM LİSTESİ Dr. Selma ACUNER Yrd.Doç.Dr.Sinem A. AÇIKMEŞE Dr.Atay AKDEVELİOĞLU Doç.Dr.Birol AKGÜN Prof.Dr.Nesrin ALGAN Yrd.Doç.Dr.Nail ALKAN Doç.Dr.Gökçen ALPKAYA Dr. Kerem ALTIPARMAK Prof.Dr.Tuğrul ARAT Prof.Dr.Bilal ARIK Prof.Dr.A.Füsun ARSAVA Prof.Dr.Orhan ATAKOL Prof.Dr.Berrin ATAMAN Prof. Dr. Nurşin G. ATEŞOĞLU Prof.Dr.Mustafa AYDIN Prof. Dr. Serap AYHAN Prof.Dr.H.Sertaç BAŞEREN Yrd.Doç.Dr.Veysel BAŞPINAR Doç.Dr.Sanem BAYKAL Prof.Dr.Nurettin BİLİCİ Yrd.Doç.Dr.Mehmet BİLİR Prof.Dr.Ömer BOZKURT Dr.Tolga CANDAN Doç.Dr.Funda CANTEK Prof.Dr.Bülent ÇAPLI Doç.Dr.Tayfun ÇINAR Prof.Dr.Aykut ÇOBAN Doç.Dr.Feyzan H. Ş. ÇELİK Dr. Esra DARDAĞAN Yrd.Doç.Dr.Erdem DENK Doç.Dr.Turgut DEMİRTEPE Prof.Dr.İ.Ethem DERMAN Doç.Dr.Çağlayan DİNÇER Dr.Bülent DURU Prof.Dr.Atilla ERALP Doç.Dr.Seyhan ERDOĞDU Prof.Dr.Şafak Naci EREL Prof.Dr.Gülcan ERAKTAN Prof.Dr.Çağrı ERHAN Prof.Dr.Cem EROĞUL (TOBB-ETÜ Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Selçuk Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (TOBB-ETÜ Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) (Atılım Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Yıldız Teknik Üniversitesi) (TOBB-ETÜ Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Hacettepe Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (USAK) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) 155 Doç.Dr.Melek FIRAT Yrd.Doç.Dr.Şenay GÖKBAYRAK Prof.Dr.Birgül Ayman GÜLER Prof.Dr.Naci GÜNDOĞAN Prof.Dr.Nurşin A.GÜNEY Prof. Dr. Can HAMAMCI Yrd.Doç.Dr.Funda KESKİN Prof.Dr.Mehmet Ali KISAKÜREK Doç.Dr.Yalçın KARATEPE Doç.Dr.Ayşegül KİBAROĞLU Prof.Dr.Haluk KABAALİOĞLU Doç.Dr.Sevilay KAHRAMAN Doç.Dr.A.Argun KARACABEY Doç.Dr.Kamer KASIM Dr. Onur KARAHANOĞULLARI Prof.Dr.Tahsin KESİCİ Prof.Dr.Cem KILIÇ Prof.Dr.İsmail KIRCA Doç.Dr.Burça KIZILIRMAK Prof.Dr.Aykut KİBRİTÇİOĞLU Prof.Dr.Hasan KÖNİ Yrd.Doç.Dr.Ahmet Haşim KÖSE Prof.Dr.Orhan MORGİL Doç.Dr.Azu OĞUZ Doç.Dr.Emine OLHAN Prof.Dr.Baskın ORAN Yrd.Doç.Dr.Gamze ÖZ Doç.Dr.Çınar ÖZEN Yrd.Doç.Dr.Özlem ÖZKANLI Yrd.Doç.Dr.Alev ÖZKAZANÇ Dr. Korkut ÖZKORKUT Yrd.Doç.Dr.Metin ÖZUĞURLU Prof.Dr.Necdet SERİN Dr.Murat SEVİNÇ Dr.Burcu SÜMER Prof.Dr.Nurhan SÜRAL Doç.Dr.Hasan ŞAHİN Doç.Dr.Kemal ŞENOCAK Dr.Burak TANGÖR Doç.Dr.Hakan TAŞDEMİR Doç.Dr.Fatih TAYFUR Doç.Dr.Ercüment TEZCAN Prof.Dr.Nahit TÖRE Erhan TÜRBEDAR 156 (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Anadolu Üniversitesi) (Yıldız Teknik Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Yeditepe Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (Abant İzzet Baysal Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (TOBB-ETÜ Üniversitesi) (Gazi Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Bahçeşehir Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Hacettepe Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) (TODAİE) (Gazi Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Galatasaray Üniversitesi) (Atılım Üniversitesi) (TEPAV) Doç.Dr.Mustafa TÜRKEŞ Doç.Dr.Nuri YURDUSEV Doç. Dr. Ali ULUSOY Dr.Erkan UYSAL Prof.Dr.İlhan UZGEL Prof.Dr.Mehmet ÜNAL Doç.Dr.Nuran YILDIZ (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (Orta Doğu Teknik Üniv.) (Ankara Üniversitesi) (Başkent Üniversitesi) (Ankara Üniversitesi) 157 158