Uploaded by Ferit Yılmaz Ayhan

Mevlana'ya Göre İnsan ve Kamil İnsan Olma

advertisement
Mevlâna'ya Göre İnsanın Mahiyeti ve
Kâmil İnsan Olma
M ehm et N ecm ettin BARDAKÇI*
ÖZ
M e v lâ n a , e n m ü k e m m e l v a rlık o la r a k y a r a tıla n i n s a n a b ü y ü k d e ğ e r
v e r m iş tir . K e n d i ö z ü n ü n fa r k ın a v a r ıp a s lın ı id râ k e d e n in s a n , y ü c e
A lla h 'ın h u z u r u n d a sa y g ıy la e ğ ilir v e b a ş k a la r ın ın e k s ik le r in i g ö r ü p
k u s u r la r ıy la u ğ ra ş m a z . M e v lâ n a , b ilg e lik , s e v g i v e h o ş g ö r ü g ib i a h lâ k î
iy ilik leri ş a h s ı n d a to p la y a n in s a n - ı k â m ili n e y ile s e m b o liz e e d e r .
A n a h ta r K elim eler: M e v lâ n a , in s a n , se v g i, h o ş g ö r ü , in s a n - ı k â m il.
ABSTRACT
The Substance and Maturity of Human Beings
according to Mevlana
M e v la n a a p p r e c ia t e s t h e e x i s t e n c e o f h u m a n b e i n g a s t h e m o s t p e r fe c t
c r e a t u r e . B y r e a liz in g h is o w n s e lf a n d u n d e r s t a n d in g its g e n e s is , t h e
h u m a n b e i n g s r e s p e c t t o G o d , a n d d o n o t d e a l w ith t h e e r r o r s a n d
w r o n g d o in g s o f t h e o t h e r s . M e v la n a s y m b o liz e s in san -ı k âm il ( t h e m a tu r e
h u m a n ) c h a r a c t e r iz e d b y w is d o m , lo v e a n d t o l e r a n c e w ith r e e d flu te .
K ey W ords: M e v la n a , h u m a n b e in g , lo v e , t o l e r a n c e , i n s a n - ı k a m il
Giriş
V
arlık âleminin yaratılış sebebi olan insan1, ilahi bir cevhere sahip
olması yönüyle gaye varlıktır. Bir taraftan fizik diğer taraftan metafizik
âlemin unsurlarını kendisinde barındırdığı için eşref-i mahlûkât
olarak isimlendirilmiştir. Onun bu ikili yönü kendisini diğer varlıkların
üzerine çıkardığından Allah’ın halifesi olarak görevlendirilmiştir.
* Doç Dr., SDÜ İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, ISPARTA, e-p osta: b ard akci@ ilah iyat.sdu .ed u.tr
1
Sözlükte "e-n -s" kök fiilinden tü retilen "ins" ve "insan" kelim esi, insanlık nevine ait bir ş a ­
hıs, kabile, grup, insan topluluğu, bir şeyin ortaya çıkm ası, vahşiliğin zıddı olan m edenîlik,
yakınlık, sevim li olm ak, alışm ak, göz b eb eğ i, siyah nokta, parm ak ucu, düşünm ek ve işitm ek
an lam ların a gelir. Bu m analardan çıkan so n u ca göre insan, vahşiliği terk ed en , m ed e n î olan,
yakınlık duyduğu şey lere a lışa b ile n bir varlıktır. el-C evherî, es-Sıhah, (I-VI), Kahire 1982, III,
90 4 -9 0 6 ; Rağıb el-Isfahân î, Müfredâtü Elfâzı'l-Kur'an, tahkik: Safvân Adnân Dâvûdî, BeyrutDım aşk 1997,94; İbn Fâris, Mucemu M akâyısı'l-Luğa, I, 145; İbn Manzûr, L is a n u lA r a b , I, 147-150;
M uham m ed Ali et-T ehânevî, Keşşâfu Istılahâtı'l-Fünûn, (I-II), Editör: Refik el-A cem , Beyrut 1996,
I, 277-280.
Mehmet
4" р
Necmettin
BARDAKÇI
Erdem
2
2о50
İslâm düşüncesinde insanla ilgili ilk bilgiler Kur'an'da görülür. İnsanın
daha çok ruh yönüne dikkat çeken Kur’an onu, bir taraftan "zayıf olarak
yaratılmış"2, "nankör"3, "aceleci"4, "çok cimri"5, "tartışmaya çok düşkün"6,
"çok zalim, çok cahil"7 ve "hırslı"8; diğer taraftan "Rabbine doğru çabalayıp
duran"9, "üstün ve onurlu"10, "ilim ve hikmet verilen"11 ve "en güzel biçimde
yaratılan"12olarak nitelendirmektedir.
Bu ve benzeri ayetlerin ışığında bir insan anlayışı geliştiren Mevlâna,
tasavvufî düşüncesinde "Kendini bilen Rabbini bilir" sözünden hareketle,
insana ve insanlığa büyük önem vermiştir. Yaratılış bakımından kendini
bilen erdemli insanların, ilim-amel bütünlüğü içinde olgunlaşıp kâmil insan
olmalarının yollarını göstermiştir.
1. Kendini Bilen İnsan
Tasavvufî düşüncede insanı tanıyıp sırlarını keşfetmek Hakk’a vuslatın ön
şartı kabul edilir.13 Bu düşünce, Mesnevî ikliminden beslenen Şeyh Gâlib
(ö.1214/1799)’in bir beytinde şöyle dile getirilir:
H o ş c a b a k z â tın a k im z ü b d e -i â l e m s i n s e n
M e r d ü m -i d îd e -i ek v â n o la n  d e m s in s e n 14
Ulaştığı bilgiyle kendini tanıyan ve ötekilerin de kendinin aynası olduğunu
fark eden insan, yaratılış gayesine uygun davranış sergiler. Kendisiyle birlikte
ötekinin de hak, hukuk ve nimet paylaşımı konularındaki eşitliğini kabul
eder. Âlemdeki her şeyin Allah’ın irâdesi, kudreti ve bilgisi çerçevesinde
cereyan ettiği şuuruyla Allah katında en üstün ve değerli insanın kendisi için
istediğini başkası için de isteyen kimse olduğu bilinciyle hareket eder.
2
N isa su resi, 4/28.
3
İbrahim Su resi, 14/34; İsrâ su resi, 17/67; Hac su resi, 22/16; Şû râ suresi, 42/48; Zuhruf suresi,
43/15; Âdiyat suresi, 100/6.
4
İsrâ suresi, 17/11.
5
İsrâ suresi, 17/100.
6
Kehf su resi, 18/54.
7
Ahzâb suresi, 33/72.
8
M eâric suresi, 70/19.
9
İnşikâk suresi, 84/6.
10 İsrâ su resi 17/70.
11 N isa su resi 4/113.
12 Tîn suresi, 95/4.
13 O sm an Türer, "Tasavvufî D üşünced e İnsan", Tasavvuf, Yıl: 2, Sayı:5, Ocak 2001 Ankara, 9-15.
14 N aci Okçu, Şeyh Gâlib (Hayatı, Edebî Kişilği, Eserleri, Şiirlerinin Umumi Tahlili ve Divanının Tenkitli
Metni), Ankara 1993, c. I, s. 31 8 -3 2 0 . Tercî-i bend.
Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma
V
f i
Erdem
3
Hz. Âdem (as)’den beri dünyamıza milyarlarca insan, binlerce kabile ve
millet gelmiştir. Bunlardan bir kısmı ilim ve irfan sahibi olmuş, çoğunluğu
ise cehaletin karanlıklarında kaybolmuştur. Çalışıp gayret ederek bilgi ve
hikmeti elde eden insan, yeni medeniyetler kurmuştur. Bunu gerçekleştirirken
gönlünü ve idrâkini ihmal etmemiştir. Çünkü insanın iç dünyasını besleyen
ve ilimden daha özel bir anlam içeren mârifet, düşünüp tefekkür etmek,
bir şeyi olduğu gibi, eşyayı hakikati üzere idrâk etmektir.15 Bu bakımdan
insanın kendi hakikatini bilip idrâk etmesi, Allah’ın melekûtunu ve güzel
muâmelesini bilmesi olan irfân ve mârifetullah sahibi olmak, tarih boyunca
insan için önemli bir gaye olmuştur.16
İnsanın kendini bilmesinden daha güzel bir erdem olmadığı bilincinde
olan Mevlâna, dış görünüşe göre hüküm veren filozofların insanı küçük âlem
ve hakîm-i ilâhi şeklinde isimlendirdiğini, sûfîlerin ise insanı büyük âlem
olarak gördüklerini belirtir. Bu bakımdan onun görünüşünden çok içyüzüne
bakmanın gerekliliğini vurgular:
E y in s a n , s e n g ö r ü n ü ş t e m a d d î v a r lığ ın la "k ü ç ü k b ir â le m " s in . F a k a t
m â n e n , g e r ç e k v a r lığ ın la , "b ü y ü k b ir â le m " s in .
G ö r ü n ü ş te b ir a ğ a c ın d a lı, m e y v e n in a s lı, te m e lid ir . Ç ü n k ü y e m iş d a ld a
b u lu n u r . F a k a t h a k ik a tte , o d a l, o m e y v e iç in v a r o lm u ş tu r .
M e y v e e l d e e t m e ğ e b ir m e y li v e ü m id i o lm a s a y d ı, b a h ç ıv a n h iç a ğ a ç
d ik e r m iy d i?
Ö y le i s e g ö r ü n ü ş t e m e y v e , a ğ a ç t a n m e y d a n a g e liy o r d a , h a k ik a tte o
a ğ a ç m e y v e ç e k ir d e ğ in d e n d o ğ m u ş tu r .17
İnsanın kendi değerinin farkına varmasına büyük önem veren Mevlâna,
Bağdatlı bir mirasyedinin rüyasında Mısır’da büyük bir hazine görüp onun
peşine düşmesini ve Mısır’da yaşadığı olayların ardından asıl hazinenin
kendi içinde gizli olduğunu öğrenişini anlattığı bir hikâyede, insanın
kendinin farkına varması üzerinde durur. Allah’ın insana verdiği nimetlerin
değişik şekillerde tecellî ettiğini vurgulayarak, zehiri panzehirle, nûru ateşle
gizlediğini ifade eder. Bu sebeple Allah’ın lutfunu da kahrını da hoş görüp
gönülden kabul ederek insanlara tevâzû ile yaklaşmak gerekir.18
Kendi aslî cevherinin farkına varan insan, Allah’ın yüceliği karşısında
saygıyla eğilip onu sevecektir. Bu, bazen bir öğütle, bazen bir şiirle, bazen de
bir resimle gerçekleşebilir. Nitekim bu anlayış, Konya’da yaşayan Aynüddevle
15 Râğıb el-Isfah ân î, 561; Seyyid Şerif Cürcânî, Kitâbu't-Ta'rîfât, Kahire 1991, 249.
16 Râğıb el-Isfah ân î, 561.
17 M evlâna, Mesnevî, çeviren: Şefik Can, İstan b u l 1995, c. IV, 521-524.
18 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 4 2 0 6 -4 3 6 0 .
50
2008
4
Mehmet
р
Necmettin
BARDAKÇI
Erdem
4
50
2008
isimli gayr-i Müslim bir ressamın Mevlâna vasıtasıyla insanlığının farkına
varmasını sağlamıştır. İstanbul’da sergilenen Hz. İsa ve Meryem’e ait
muhteşem iki resme hayran olan Aynüddevle, bu resimleri gizlice yerinden
alıp Konya’ya getirir. Mevlâna ile dostluğu olan Aynüddevle, bir gün çarşıda
onunla karşılaştığında, Mevlâna onun hal ve hatırını sorar. Aynüddevle
başından geçenleri anlatınca Mevlâna resimleri görmek istediğini söyler ve
o da hemen onları getirir. Bir süre resimlere bakan Mevlâna şöyle der:
-B u iki re s im ; A y n ü d d e v le ’n in b iz e o la n
s e v g is i s a m im i d e ğ ild ir, o
y a la n c ı b ir â ş ık tır , d iy o rla r.
Aynüddevle, bu nasıl olur? Diye sorunca Mevlâna:
-S e n
y e rd e
ve
g ö k te
s e r g ile n m e k te
o la n
bu
kadar
c a n lı
r e s m in
r e s s a m ın ı n b ir e s e r i s i n . S e n i n y a r a tıc ın ı b ıra k ıp c a n s ız v e m a n a s ız b ir
r e s m e â ş ık o lm a n d o ğ ru m u d u r?
Diyerek onun resimle ressam arasındaki farkı görmesini sağlamış,
Aynüddevle de tevbe edip İslâmiyet’le şereflenmiştir.19
İnsanın kendini tanımasının ötekine karşı tutum ve davranışlarına olumlu
etki edeceğini
belirten Mevlâna, kendini tanımayanların
başkalarının
kusurlarıyla uğraşacaklarını vurgular. Ona göre eğer halk kendi kusur ve
ayıplarını görseydi, diğer insanlarla ilgilenecek vakit bulamazdı.20
Tasavvufî makâm ve hâlleri aşıp kesrette vahdeti müşâhede eden Mevlâna,
kin, nefret, kibir, gurur, benlik ve şöhret gibi kötü huy ve kaygılardan uzak
bir insan-ı kâmil olarak faklı mezhep ve dinleri vahdet denizinin dalgaları
olarak değerlendirip Sünnî-Alevî, Müslim-gayri Müslim herkese tevâzû
ve hoşgörüyle yaklaşmıştır. İnsanların yaptığı aşırılıkları müsamaha ile
karşılamış, onları incitmeden mütevâzı davranarak gönüllerini kazanmıştır.21
O bu tarz hareket etmeyi insanların atasının bir olduğunu ve hiç kimsenin
ötekine takvâ dışında bir üstünlüğünün olmadığını vurgulayan şu Kur'an
mesajından almıştır:
E y in s a n la r! B iz sizi b ir erk e k le b ir k a d ın d a n y arattık . Sizi b irb irin izi
ta n ıy a s ın ız d iy e k a v im le r v e k a b ile le r h a lin e g etird ik . K u şk u su z A llah
k a tın d a e n ü s tü n o la n ın ız , d e rin b ir so ru m lu lu k b ilin c iy le O ’n a k arşı say g ı
d u y a n ın ız d ır. A lla h h e r şey i b ilir v e h e r ş e y d e n h a b e rd a rd ır .22
19 A hm ed Eflâkî, Ariflerin Menkıbeleri (Menâkıbu'l-ârifin), çeviren: T ahsin Yazıcı 3. baskı İstanbul
1995, II, 124-125.
20 M evlâna, Mesnevî, II, 8 8 1 -8 8 2 .
21 Şefik Can, Mevlâna Hayatı, Şahsiyeti ve Fikirleri, İstanbul 1995, 100.
22 H ucurât su resi 49/13.
Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma
V
fi
Erdem
5
Allah’ın âlemdeki aynası olan insanı manevî emanetin taşıyıcısı olarak
gören Mevlâna, din ayrımı yapmaksızın herkese saygı göstermiştir. Öteki
dinlerin mensuplarına saygı göstermesi, bütün dinleri İslâmiyet ile aynı ve
bir gördüğü anlamına gelmemektedir. Öteki dinlerin varlığını kabul etmekle
birlikte, onlara inananların da insan oldukları düşüncesinden hareketle
farklı din mensuplarını da sevip saymaktadır. Dinlerin hakikati bir olsa da
ibadet şekillerinde ve geleneklerinde farklılıklar vardır. Önemli olan bu
farklılıkları idrâk ederek onlarla tanışıp İslâmiyet’in güzelliklerini tevâzû
ve nezâketini sunabilmektir. Bunu da vuslata erip Allah’ı görüyormuş gibi
davranış sergileyen insan-ı kâmil yapabilir.
2. Kâmil İnsan
İslâm tasavvufunda "insan-ı kâmil" olarak idealleştirilen insana büyük değer
verilmiştir. Sûfîlere göre insan-ı kâmil, mükemmelliğinin ve tamlığının son
sınırındaki insanî nefistir. Bir yandan insan, öte yandan âlemin ilk örneğidir.
Allah isminin bir tecellî ve tezâhür yeri, yaratılışın gayesi ve Allah’ın yer
yüzündeki halifesidir. Âlemin özü ve aynasıdır. Hem Allah’ın hem de âlemin,
hem rububiyetin hem de ubudiyetin özelliklerini taşıdığı için Allah ile âlem
arasında bir berzahtır.
İnsan-ı kâmil anlayışının bir tezahürü olan Hakikat-i Muhammediyye veya
Nûr-ı Muhammedî terimi, III/IX. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanmıştır.
Vahdet-i vücûd düşüncesiyle yakından alâkalı olan bu terim, bir nur, bir
hakikat veya bir öz olup Hz. Muhammed (sav)’in mânevî şahsiyetinde
sembolleşmektedir.23 Bu anlayışa göre insan-ı kâmilin en güzel örneği aynı
zamanda bir beşer olan Hz. Muhammed (sav)’dir.
Sûfîler, âlemin yapısı bütün girift ayrıntılarıyla bir minyatür şeklinde
insanda yansıdığı için insanı küçük âlem, kâinatı büyük âlem olarak
isimlendirmişlerdirr. Onlara göre küçük âlem olan insan büyük âlem olan
kâinatın ruhu ve sebebidir. Büyük âlemde olan her şeyin benzeri küçük
âlemde de olduğu için insan kâinatın bir hülâsasıdır.24Bu bakımdan Hakk en
mükemmel biçimde insanda tecellî eder. Bu da ancak Hakk’ın en mükemmel
tecellîsinin mazharı olan insan-ı kâmilde vuku bulur. Âlemin zübdesi
olan insan-ı kâmilde âlemde var olan şeylerin somut ferdî suretleri değil
hakikatleri mevcuttur. Bu açıdan insan-ı kâmil Hakk’ın varlık âlemindeki
halifesidir.25
23 M eh m et Dem irci, "Nûr-ı M uham m edî", DEÜlFDergisi I, İzmir 1983, 239-245.
24 M uhyiddin İbnü’I-Arabî, el-Fütûhâtü'l-Mekkiyye, Kahire 1293 h., I, 153-155.
25 M uhyiddin İbnü’l-Arabî, Füsûsü'l-Hikem, M ısır 1946, 31-33; Toshihiko Izutsu, İbnü'l-Arabî'nin
50
2008
4
Mehmet
р
Necmettin
BARDAKÇI
Erdem
6
50
2008
İnsan-ı Kâmil adlı bir eser yazan Abdülkerim el-Cîlî (ö.832/1428) "insan-ı
kâmili, evvelinden âhirine kadar eflâk-ı vücûdun ve merâtib-i vücûdiyyenin
kendi üstünde döndüğü "kutub" olarak görür. Bu anlamda insan-ı kâmil,
vücûdun evveli olmayan zamanından ebedü’l-âbâda kadar mümted olmak
üzere şey-i vâhiddir." 26
İslâm tasavvufunda yaratıkların en şereflisi olan ve kemâli isteyen bir
kimse için bütün mertebeleri aşarak Hakikat-i Muhammediyye’ye ulaşmak
bir idealdir. Bu sebeple sûfîler ferdî manada insan-ı kâmil olabilme idealini
sürekli canlı tutmuşlardır. Bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, ahde vefâ,
sevgi ve hoşgörü gibi tüm ahlâkî iyiliklerin sembolü olan insan-ı kâmil,
Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanıp insanlığın ortak değerleriyle hareket eder. Kevnî
manada âlemdeki en mükemmel varlık olan insanı, ferdî manada da kemâle
erdirebilmek için bilgiyi hayata geçirerek, ilim-amel bütünlüğü içinde olgun
bir davranış sergiler.
Mevlâna
Kur'an’ın
bir yorumu
olarak nitelendirdiği
Mesnevî nin
ilk
beyitlerinde, içi temizlenmiş olan ney ile mâsivâdan arınan insan-ı kâmili
anlatır. Ruhlar âleminden alınıp dünyaya en güzel biçimde halife olarak
gönderilen insan, tıpkı kamışlıktan kesilerek asıl yurdundan ayrılan ve ney
yapılan kamış misali hep geldiği vatanın özlemini dile getirmektedir:27
D in le n e y d e n d u y n e le r s ö y le r s a n a
D erd i v a rd ır a y r ılık la r d a n y a n a ,
K e s tile r sa z lık iç in d e n d e r b e n i;
D in le r, a ğ la r: H e m k a d ın h e m e r b e n i.
Fusûs'undaki Anahtar Kavramlar, çeviren: Ahm ed Yüksel Ö zem re, İstan bu l 1998, 317, 313, 332.
İbnü’I-Arabî insan-ı kâm ili açıklarken zikrettiği "Allah  dem ’i kendi sû reti üzere yarattı."
(Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, I, 379, 1215 nolu hadis; Süyûtî, el-C âm iu’s-Sağir, I, 532, 3928 nolu ha­
dis) hadisindeki zam irin A llah’a râci olduğunu ifade ed er ve bu görüşü "rahm an suretinde"
h adisinin d esteklediğin i belirtir. O na göre bu durum fark m akâm ı olarak düşünüldüğünde
m an a "Allah’ın suretin de", cem m akâm ı olarak düşünülürse "Hak m akâm ında kulun varlığı,
yani kulun sureti" şeklinde olur. Â dem ’den kasted ilen , eşyanın zuhuruna se b e p olan, bütün
m evcudatın kend isinde top landığı, âlem in ruhu ve zübd esi kılınan insan-ı kâm ildir. İsim ve
sıfatlar âlem i, n isp et ve izafet kabilind en olup âlem lerin R abbi m erteb esin e d elâlet eder. Bu
m erteb en in tafsil ed ilm iş şekli âlem ; özü ise  dem ’dir. Âlem isim lerin aynası; Âdem ise müsem m an ın aynasıdır. İşte bu m an a seb e b iy le "Allah T eâlâ  dem ’i kendi sureti üzere yarattı"
buyrulm uştur. Allah  dem ’i hakikat su retin d e yaratm ıştır. Cem âlem in d e O ’nun için bir suret
tasavvur ed ilem ez. Su ret ancak fark â lem in d e olur. İbnü’1-Arabî, el-Fütûhâtül-M ekkiyye, I, 136­
137; A. Avni Konuk, Füsûsul-H ikem Tercüme ve Şerhi, (I-IV), Hazırlayanlar: M. T ahralı-S. Eraydın,
İstan b u l 1987-1990, IV, 137; İsm ail Fen n î Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabi, Hazırlayan: M us­
tafa Kara, İstanbul 1991, 33-39.
26 Abdülkerim el-C îlî, İnsan-ı Kâmil, Çeviren: Abdülaziz M ecdi Tolun, (Hazırlayanlar: Selçuk Eray­
dın, Ekrem Dem irli, A bdullah Kartal), İstanbul 1998, 345-346.
27 M ustafa Kara, "M evlâna, M esn evî ve Ney", Ney'e Dâir, Konya 2006, s. 15.
Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma
Erdem
7
G ö ğ s ü g ö z g ö z a y rılık d e l s in d e b ir,
S e n o g ü n b e n d e n iş it ö z le m n e d ir .
H er k im a s lın d a n u z a k d ü ş s ü n : A rar
"A sl"a d ö n m e k ç in b ir u y g u n g ü n a r a r .28
Kamışın ney olması ile insanın kemâle ermesi arasındaki benzerlik,
Mevlâna’nın insan-ı kâmili neyle sembolleştirmesine zemin hazırlamıştır.
Kızgın demirle dağlanan ney gibi insan da maddî unsurunu teşkil eden toprağı
ve suyu terk etmek suretiyle ilahi ruhu görüp nûra gark olarak aşk ateşiyle
yanıp olgunlaşır. Kamışlıktan kesilen bir kamışın ney haline gelmesi için
üzerinde uzun süre emek harcamak gerekir. Her kamıştan ney yapılmadığı
gibi, herkesin yaptığı ney de mükemmel değildir. Kamış ney yapımına uygun,
usta mâhir olmalıdır. Ney olacak kamışın ilahi nefesi kabul edecek hale
gelmesi için içini boşaltıp temizlemelidir. Neyle benzer bir yol takip eden
insan-ı kâmil, doğuştan kabiliyetli ve bir mürşid-i kâmilin rehberliğinde
çetin bir tasavvufî eğitim sürecinden geçerek olgunlaşır. Kamış iyi bir usta
elinde mükemmel bir ney haline gelirken, insanın kendi iradesiyle azimle ve
sabırla seyr-ü sülûku tatbik etmeden sadece bir mürşide bağlanması yeterli
değildir.29 Benlik bağlarından sıyrılıp gönlü Hakk sevgisiyle dolan insan
kemâle erince, çevresindekilere ilim irfan ışıkları saçan bir insan-ı kâmil
olur.
Mevlâna, ney ile sembolize ettiği insan-ı kâmilin kendinden, benliğinden
sıyrıldığında sırlarla dolduğunu, yokluğa bürünmesine rağmen eşyanın
hakikatini bildiğini şöyle vurgular:
E y n e y ! N e d e h o ş b ü t ü n s ırla rı b iliy o r s u n
E y n e y ! B ü lb ü l g ib i s e n d e ç o k fe ry â d e d iy o r s u n
K e n d in d e n b i l e h a b e r in y o k a m a g ö z o lm u ş s u n
K e n d in d e n s ıy r ılıp ç ık ın c a s ır la r la d o l m u ş s u n .30
Mevlâna, damlada gizlenmiş bir deniz, zerreye sığınmış bir güneşe
benzettiği insan-ı kâmili 31 büyük âlemin yansıması olarak görür. Ona
kozmik bir varlık olarak bakarak insanlık cevherini kâinatın odak noktası
yapar. Mahiyet itibariyle böyle yüce bir değere sahip olan insan, şayet kendi
varlığının ve cevherinin farkında değilse, yazık olmuş gitmiştir.32Mevlâna bu
düşüncesini şu beyitlerde dile getirir:
28 M evlâna, Mesnevî, c.I, 1-4.
29 M eh m et Dem irci, Mevlâna'dan Düşünceler, Konya 2006, ss. 106-109.
30 M evlâna, Divân-ı Kebîr, Hazırlayan: Abdülbâki G ölpınarlı, Ankara 1992, c. II, 3929-3937.
31 M evlâna, Mesnevî, c. II, 1395.
32 İsm ail Yakıt, Batı Düşüncesi ve Mevlâna, İstan b u l 1993, s. 36.
50
2008
Mehmet
Necmettin
BARDAKÇI
Erdem
8
50
2008
S e n b a ş t a n b a ş a d e n iz s in , ıs la k lığ ı n e i s t e r s i n ki?
S e n ta m a m ıy la v a r lık s ın , y o k lu ğ u n e a r a r s ın ki?
E y p a r la k ay, to z u n e y a p a c a k s ın ?
A y b ile , s e n i n y ü z ü n e b a k a r d a sa ra r ır.
S e n h o ş s u n , g ü z e ls in , h e r tü rlü h o ş lu ğ u n m a d e n is in .
N e d e n ş a r a b a m in n e t e d e r s in ki?
B a ş ın d a "B iz in s a n o ğ u lla r ın ı u lu la d ık " ta c ı,
B o y n u n d a "B iz s a n a K e v s e r ır m a ğ ın ı v e rd ik g e r d a n lığ ı" var.
İ n s a n c e v h e r d ir , g ö k o n a a ra z d ır.
H e r ş e y fe r ’id ir, h e r ş e y d e n m a k s a t o d u r.
E y a k ılla r, te d b ir le r , fik ir le r k u lu k ö le s i o la n b e y ,
M a d e m k i b ö y le s in , k e n d in i n e d e n b ö y le u c u z a s a t ıy o r s u n ? 33
İnsan-ı kâmili insanların kalplerindeki hastalıkları tedavi eden bir hekim
olarak gören Mevlâna, onların devâ bulmaz hastalıklara kapılanları ücretsiz
iyileştirdiklerini ve bu tedâvî usûlünü Allah’ın kendilerine ilhâm ettiğini
vurgular. Mânevî hastalıkların hekimi olan bu ârifler, en büyük kalp hastalığı
olan insanların gönüllerindeki mâsivâyı terk etmelerini sağlayarak Allah’a
eriştirirler. Bu bakımdan onların sözlerine kulak verip Allah’ın lütuf ve
feyzine kavuşmak gerekir.34
Mevlâna, böyle bir görev üstlenen bir mürşidin insanlarla özellikle de
dostlarla ilişkilerinde sözlerine dikkat etmesine büyük önem vermiştir.
Çünkü söz insanın ağzından çıkıncaya kadar insanın esiri iken, ağızdan
çıktıktan sonra insan sözün esiri olmaktadır. Bu bakımdan sözlerin kırıcı
olmaması ve gönülleri imar edici olmasına özen göstermelidir:
D o s tla r la k o n u ş u r k e n ç o k d ik k a tli v e ih tiy a tlı o lm a lıd ır . Ç ü n k ü s ö z v a rd ır
k e s k in k ılıç g ib id ir; d o s t lu ğ u k e s e r , ö ld ü rü r . K a lp te te d â v is i im k â n s ız
y a r a la r a ç a r .
B ir
sö z
de
v a rd ır
ki
ilk b a h a r
m e v s im i
g ib id ir .
H er
ta r a fı
s ü s le r ,
g ü z e lle ş tir ir , s a y ıs ız y a r a r la r s a ğ l a r .35
Mevlâna insanları din ve inançlarından ötürü küçümsememeyi, Yahudi,
Hristiyan ve Allah’ı inkâr eden kâfirlere bile hakaret etmemeyi öğütler.
Çünkü şu anda kâfir olan bir kişinin yarın ne olacağı bilinemez. Belki de
bir süre sonra Müslüman olabilir. İnsanın ömrünün ne zaman ve nasıl
biteceğini Allah’tan başkası bilemeyeceğine göre, herkese karşı insanlık
gereği alçakgönüllü davranmalıdır.36
33 M evlâna, Mesnevî, c. V, 3 5 7 1 -3576.
34 M evlâna, Mesnevî, c. III, 27 0 1 -2 7 3 0 .
35 M evlâna, Mesnevî, c. III, 265-266.
3 6 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 24 5 0 -2 4 5 2 .
Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma
V
fi
Erdem
9
Mevlâna kemâl noktasına ulaşan bir insanın her şeyiyle Hakka teslim olup
beşeriyet sıfatlarından sıyrılması gerektiğini şöyle ifade eder:
E y g e n ç ; g ü n a h yü kü o lm a y a n k işi ş e y h tir . Y a y g ib i, H ak k o n u e l i n e
a lm ış tır ! O n d a n g e le n h e r şe y i k a b u l e t m iş t ir .
B ir k im s e d e b e ş e r i y e t s ıfa t la r ın d a n b ir te k kıl b i l e k a ls a , o k işi a r ş a
g ö k le r e m e n s u p d e ğ ild ir. Y a n i A lla h ’ın h a s k u lla r ın d a n d e ğ ild ir .37
Mevlâna samimi bir sûfînin, gönlünü bulanıklıktan kurtarıp saf olmayı
isteyen kişi olduğunu vurgulayarak, kaba bir yün elbise, yamalı bir cübbe
giyip ağır ağır yürümekle sûfî olunamayacağını belirtir.38 Gerçek mürşidin
Hakk yolundan haber vereceğini, sözünün de yüzünün de nûr olacağını,
onun dudaklarından dökülen hakikat şarabını tatmayanların sahte şeyhlerin
peşine takılacaklarını ifade eder.39 Sahte şeyhlerin de kendilerini en üst
makâmda gördüklerini şöyle vurgular:
S a h t e ş e y h le r , ş u d a v u llu , b a y r a k lı h a m k iş ile r g ib i; "B iz im ö t e le r d e n ,
y o k lu k y u rd u n d a n h a b e r im iz v a rd ır. B iz y o k lu k y o lu n u n u la k la rıy ız ."
D iy e b a ğ ır ıp ç a ğ ırırla r .
O n la r d ü n y a y a ş e y h lik la fın ı y a y m ış la r , k e n d ile r in i B â y e z id -i B i s t â m î
s a n m ış la r d ır .
K e n d i k e n d ile r in i H a k k y o lu n d a y ü rü y o r s a n m ış la r , H ak k ’a u la ş tık la r ın ı
id d ia e t m i ş l e r , H a k k y u rd u n d a m e c l is k u rm u ş la rd ır.
O n la r ın b u s a ç m a s ö z le r in e k u la k a s m a , o n la r ın tit r e y iş in e v e y ü z le rin in
r e n g in e b a k !
C e n â b -ı H akk; "N iy e tle r i y ü z le r in d e g ö r ü n ü r d u ru r." D iy e b u y u rd u .
Bu görü n en
ş e y le r, v e rd iğ i h a b e r e z ıt d ü ş ü y o r. Ç ü n k ü in s a n ş e r le
y o ğ r u lm u ş tu r .40
Ş u n u b il ki h ü n e r, a t e ş i a p a ç ık g ö r m e k tir . Y o k s a d u m a n ın tü tt ü ğ ü y e rd e
a t e ş var, d e m e k d e ğ ild ir .41
İnsanlar iman bakımından olduğu gibi, tasavvufî derinlik açısından da
derece derecedir. Tasavvufî makâmların en üstünde bulunan Allah dostlarına
kutup ve gavs denir. Mevlâna insanı-ı kâmili bazen kutup olarak isimlendirip
onu akla ve aslana, halkı ise diğer organlara benzetir. Halkın rızıklanmasını,
onların kutba olan saygı ve sevgisine bağlar:
K u tu p a s l a n g ib id ir; işi a v la n m a k tır . G e ri k a la n h a lk is e , o n u n a rtığ ıd ır.
G ü c ü n y e t t i ğ in c e k u tb u razı e t m e y e ç a lış ; o n u n is te k le r in i y e r in e g e tir
37 M evlâna, Mesnevî, c. III, 1789, 1798.
38 M evlâna, Mesnevî, c. V, 363-364.
39 M evlâna, Mesnevî, c. IV, 2484, 2 5 1 9 -2522.
40 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2 5 4 7 -2 5 4 9 , 2564 -2 5 6 6 .
41 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2505.
50
2008
Mehmet
Necmettin
BARDAKÇI
Erdem
10
50
2008
ki, o k u v v e tle n s in d e v a h ş i h a y v a n la rı a v la s ın
O z a h m e te d ü ş ü p in c in ir s e h a lk g ıd a s ız k a lır. Ç ü n k ü h a lk ın rız ık la n m a s ı,
a k lın e li v e y a r d ım ı ile d ir.
H a lk ın v e c d i, m a n e v î h e y e c a n ı, g ö n ü l g ıd a s ı a n c a k o n u n a rtığ ıd ır.
G ö n lü n e ğ e r av is tiy o r s a , b u n u iyi d ü ş ü n .
K u tu p , a k la b e n z e r ; h a lk i s e te n d e k i u z u v la r g ib id ir . B e d e n i n te r b iy e s i,
id â r e s i a k la b a ğ lıd ır , a k lın e lin d e d ir .
K u tb u n
z a y ıflığ ı
te n
z a y ıflığ ın d a n
o lu r ,
rû h
z a y ıflığ ın d a n
o lm a z !
D a y a n ık sız lık , ç ü rü k lü k g e m id e o lu r , N û h ’t a o lm a z !
K u tu p o k im s e y e d e r le r ki, k e n d i e t r a fın d a d ö n e r d o la ş ır ; g ö k le r d e
o n u n e t r a fın d a d ö n e r .42
Mevlâna gönül gözü kapalı insanları yarasalara benzeterek, onların kâmil
insanlardaki, Allah dostu velîlerdeki Hakkın nûrunu göremeyeceklerini
belirtir. Ona göre şeriatın da, takvânın da canı olan insan-ı kâmile Allah
mârifeti bağışlamıştır. Sırları açan da odur, açılan sırlar da. Dünyanın yetim
kaldığını söyleyen basiretsizlerin bilgisizce söyledikleri sözlere rağmen
Allah’ın yüceltip üstün kıldığı insan-ı kâmil bugünümüzün de yarınımızın
da padişahıdır:43
İ s te r iyi o ls u n , is t e r k ö tü o ls u n , is t e r y e r in d e , is t e r y e rs iz o ls u n , k u tb a
k a r şı in a t e d e n in H a k k ’a g e t i r e c e k b ir b e l g e s i y o k tu r. İn a tç ı b u h u s u s ta
h iç b ir z a m a n h a k lı ç ık m a y a c a k tır.
Ç ü n k ü b iz o n u y ü c e lttik , ü s t ü n k ıld ık , ö z rü d e , b e lg e y i d e a r a d a n
k a ld ır d ık .44
Her devirde Allah dostu velîler bulunur. Gerçek velîler gönül gözü açık
olanlar tarafından bilinebilir. Ancak, körün malını çalan hırsızı bilemeyişi
gibi, kendilerine delilik süsü vererek gizleyenleri tanımak mümkün değildir.45
Gerçek velîleri tanımayanların yanı sıra, kemâle ulaşmada bir yol olan aşk
hakkında ileri geri söz eden ve âşıkları kınayanlara aldırış etmeyen Mevlâna,
onların
aşkı bilmedikleri için sözlerine güvenilemeyeceğini
belirterek
yalanlarını yüzlerine vurur. Bu tür insanların aşk yoluyla vuslata eren bu aşk
padişahı kâmil insanlar hakkındaki sözlerinin kocaman bir yalandan ibaret
olduğunu şöyle dile getirir:
A şk p a d iş a h ın ın v e fâ s ı y o k tu r d iy o rla r; y a la n .
S e n i n g e c e n in s a b a h ı y o k tu r, g ü n d ü z ü g ö r e m e z s in d iy o rla r; y a la n .
42 M evlâna, Mesnevî, c. IV, 23 3 9 -2 3 4 5 .
43 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 2 0 8 0 -2 0 9 4
44 M evlâna, Mesnevî, c. VI, 26 2 4 -2 6 2 5 .
45 M evlâna, Mesnevî, c. II, 2 3 4 4 -2352.
Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma
Erdem
11
D iy o rla r ki: A şk iç in n e d iy e ö ld ü r ü y o r s u n k e n d in i, b e d e n y o k o ld u k ta n
s o n r a h a y a t yo k ; y a la n .
A şk y ü z ü n d e n g ö z y a ş ı d ö k m e n a b e s , g ö z ü n ü y u m d u n m u g ö r m e k ,
b u lu ş m a k y o k d iy o rla r; y a la n .
D iy o rla r ki: Ş u z a m a n g e ç ip g itti, b iz d e z a m a n ım ız ı d o ld u rd u k m u c a n ,
o y a n a g itm e z , b u n a im k â n yok; y a la n .
H a y â le
k a p ıla n la r ,
h a y â ld e n
g e ç e m e y e n le r ,
p e y g a m b e r le r in
b ü tü n
h ik â y e le r i d ü z m e , h a y â ld e n i b a r e t d iy o rla r; y a la n .
D o ğ ru y o lu tu tm a y a n la r d iy o rla r ki: K u lu n , T a n rı k a p ıs ın a v a r m a s ı
m ü m k ü n d e ğ il; y a la n .
G ö n ü l s ırr ın ı b i lm e y e n le r d iy o rla r ki: G a y b s ırr ın ı T a n r ı, k u lu n a v a s ıt a s ız
s ö y le m e z ; y a la n .
D iy o rla r ki: K u la g ö n ü l s ırr ın ı a ç m a z la r , lü t fe d ip k u lu g ö ğ e a lm a z la r ;
y a la n .
B a lç ık ta n m e y d a n a g e le n
in s a n , g ö k e h liy le â ş i n â o la m a z d iy o rla r;
y a la n .
D iy o rla r ki: T e r te m iz c a n , ş u y u v a d a n a ş k k a n a d ıy la u ç u p h a v a la n a m a z ;
y a la n .
H a lk ın z e r re z e rre iy iliğ in e , k ö t ü lü ğ ü n e o g e r ç e k g ü n e ş , m ü k â fa t v e c e z â
v e rm e z d iy o rla r; y a la n .
S u s ; e ğ e r b ir is i s a n a h a rfsiz , s e s s iz s ö z o la m a z d e r s e , d e ki; y a la n .46
Mevlâna’ya göre yoksulluğa bürünen bir kâmil velî, Allah’ın kendisine
açtığı sırlara vâkıftır.47 Kemâl mertebesine erişip irşad makamına yükselen
bir mürşid, kendi çocukları hükmünde olan halka öğüt verirken onların
seviyelerine göre hitap edip anlayacağı dilden konuşarak gönüllerini imar
eder.48 Gönüllerinde aşk ve samimiyet olmayan nice irfansız bilginler sahip
oldukları bilgiden kendileri faydalanamazken, bu güzel vasıfları kendinde
toplayan bir ârif-i billah olan Mevlâna, ilâhî aşkın bir göstergesi olan
insan sevgisini ve hoşgörüyü hayat tarzı yapmıştır. Bir insan-ı kâmil olan
Mevlânâ’nın hayat felsefesini onun şu sözü özetlemektedir:
Ö m rü m ü n m a h s u lü ü ç s ö z d ü r h e m a n
H a m id im , p iş d im v e y a n d ım e l - a m a n 49
4 6 M evlâna, Divân-ı Kebîr, c. II, 31 1 6 -3 1 2 4 , 88 0 -8 8 3 .
47 M evlâna, Mesnevî, c. II, 32 1 5 -3 2 1 8 .
48 M evlâna, Mesnevî, c. II, 33 1 7 -3 3 1 9 .
49 Bediuzzam an Firuzanfer, Mevlâna Celâleddin Rûmî, çeviren: Feridun Nâfiz Uzluk, İstan b u l 1997,
s.37.
50
2008
4
Mehmet
р
Necmettin
BARDAKÇI
Erdem
12
50
2008
Sonuç
Mevlâna, birçok kültür ve medeniyete beşiklik yapan Anadolu’da sevgi pınarı
ile susayana Kevser, yolunu kaybedene ışık olmuştur. Tevhid esasına dayalı
İslâmiyet, Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinin yanı sıra Türk, Arap ve İran ile
Yunan ve Bizans kültürlerine olan vukûfiyeti ona Doğu ve Batı medeniyetleri
arasında bir köprü olma görevi yüklemiştir.
"Kendini bilen Rabbini bilir" sözünü özümseyen Mevlâna, insanın kendi
değerinin farkına varmasına büyük önem vermiştir. Kendi aslî cevherinin
farkına varan insanın, Allah’ın yüceliği karşısında saygıyla eğilip O ’nu
seveceğini belirtmiştir. İnsanın kendini tanımasının ötekine karşı tutum ve
davranışlarına olumlu etki edeceğini, kendini tanımayanların başkalarının
kusurlarıyla uğraşacaklarını vurgulamıştır. Allah’ın âlemdeki aynası olan
insanı manevî emânetin taşıyıcısı olarak görüp din ayrımı yapmaksızın
herkese saygı göstermiştir.
Âlemin özü ve aynası olan insan-ı kâmil, mükemmelliğinin ve tamlığının
son sınırındaki insanî nefistir. Bir yandan insan, öte yandan âlemin ilk
örneğidir. Allah isminin bir tecellî ve tezâhür yeri, yaratılışın gayesi ve
Allah’ın yer yüzündeki halifesidir. Bilgelik, merhamet, cömertlik, isâr, sevgi
ve hoşgörü gibi tüm ahlâkî iyiliklerin sembolüdür.
Mevlâna, ney sembolüyle anlattığı insanı kâmili damlada gizlenmiş bir
denize, zerreye sığınmış bir güneşe benzetir ve büyük âlemin bir yansıması
olarak görür. Ona kozmik bir varlık olarak bakarak insanlık cevherini kâinatın
odak noktası yapar. Kutup olarak isimlendirdiği insanı-ı kâmili akla ve
aslana, halkı ise diğer organlara benzetir. Halkın rızıklanmasını onların
kutba olan saygı ve sevgisine bağlar. İnsan-ı kâmilin kendinden, benliğinden
sıyrıldığında sırlarla dolduğunu, yokluğa bürünmesine rağmen eşyanın
hakikatini bildiğini vurgular.
Mevlâna’nın düşünceleri, insanı bir yönüyle Allah’a, bir yönüyle de âleme
bağlamaktadır. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan insan, hem Allah’a
karşı sorumluluklarını yerine getirmekte, hem de toplumda örnek insan
olmaktadır. Bu yüzden insanı tam merkeze alan Mevlâna, insan hürriyetine
büyük önem vermiş, insanın benliğini geliştirip insanî "ene"yi en yüksek
noktaya çıkarmıştır.
Kaynaklar
A b d ü lk e r im
e l-C îlî, İn sa n -ı K âm il, Ç e v ire n : A b d ü la z iz M e c d i T o lu n , (H a z ır la y a n la r :
S e lç u k E r a y d ın , E k re m D e m ir li, A b d u lla h K a r ta l), İ s ta n b u l 1 9 9 8 , 3 4 5 - 3 4 6 .
A h m e d E flâ k î, A riflerin M en kıb eleri (M e n â k ıb u l-â r ifîn ), ç e v ir e n : T a h s in Y a z ıcı 3. b a s k ı
İ s ta n b u l 1 9 9 5 , II, 1 2 4 -1 2 5 .
C an , Şefik, M evlâna H a y a tı, Ş a h siy eti ve Fikirleri, İs ta n b u l 1995, 100.
Mevlâna’ya Göre İnsanın Mahiyeti ve Kâmil İnsan Olma
Erdem
13
D e m ir c i, M e h m e t," N û r -ı M u h a m m e d î" , D E Ü İF D e rg isi I, İzm ir 1 9 8 3 , 2 3 9 - 2 4 5
D e m ir c i, M e h m e t, M ev lân a'd an D üşün celer, K o n y a 2 0 0 6 , s s . 1 0 6 -1 0 9 .
F iru z a n fe r, B e d iu z z a m a n , M ev lâ n a C elâleddin R û m î, ç e v ir e n : F e rid u n N âfiz U zluk, İ s t a n ­
b u l 1 9 9 7 , s .3 7 .
K a ra , M u s ta fa , "M e v lâ n a , M e s n e v î v e N ey ", N ey'e D âir, K o n y a 2 0 0 6 , s. 15.
M e v lâ n a , M esnevî, ç e v ir e n : Ş e fik C a n , İ s ta n b u l 1 9 9 5 , c . IV, 5 2 1 - 5 2 4 .
M e v lâ n a , M esnevî, II, 8 8 1 - 8 8 2 .
M e v lâ n a , M esnevî, c.I, 1-4.
M e v lâ n a , D ivân-ı K ebîr, H a z ırla y a n : A b d ü lb â k i G ö lp ın a r lı, A n k a ra 1 9 9 2 , c. II, 3 9 2 9 - 3 9 3 7 .
M e v lâ n a , M esnevî, c. V, 3 5 7 1 - 3 5 7 6 .
M u h y id d in İ b n ü ’I-A ra b î, e l-F ü tû h â tü 'l-M ek k iy y e, K a h ir e 1 2 9 3 h ., I, 1 5 3 -1 5 5 .
O k ç u , N a c i, Ş ey h G âlib (H a y a tı, E d e b î K işilği, E serleri, Şiirlerinin U m u m i Tahlili ve D îvanının
Tenkitli M etn i), A n k a ra 1 9 9 3 , c. I, s. 3 1 8 - 3 2 0 . T e r c î-i b e n d .
R â ğ ıb e l- I s f a h â n î, 5 6 1 ; S e y y id Ş e r if C ü rc â n î, K itâbu 't-T a'rîfât, K a h ir e 1 9 9 1 , 2 4 9 .
T ü re r, O s m a n , "T a sa v v u fî D ü ş ü n c e d e İ n s a n ", Tasavvuf, Y ıl: 2, S a y ı:5 , O c a k 2 0 0 1 A n k ara,
9 -1 5 .
Y a k ıt, İ s m a il, B a tı D üşün cesi ve M ev lâ n a , İ s ta n b u l 1 9 9 3 , s. 36.
50
2008
Download