They shot the film in an actual desert. (gerçek, güncel) Filmi gerçek bir çölde çektiler. I can't approve the plan. Ben planı onaylayamam. -------------------------------------------------I saw a funny commercial on TV last night. (reklam, ticari) Dün gece televizyonda komik bir reklam gördüm. Her kültürün gelenek ve görenekleri, o kültüre özgüdür.) -------------------------------------------------The definition of friendship includes trust, mutual understanding, and supporting between individuals. Arkadaşlığın tanımı, bireyler arasında güven, karşılıklı anlayış ve birbirlerini destekleme içerir. -------------------------------------------------- There are many commercial firms in New York. (reklam, ticari) New York'ta çok sayıda ticari firma vardır. The doctor will determine the cause of your headache. (belirlemek, kararlaştırmak) Doktor, baş ağrısının nedenini belirleyecek. -------------------------------------------------- Let's determine the date for the meeting tomorrow. (belirlemek, kararlaştırmak) Yarınki toplantı için tarihi kararlaştıralım. I appreciate your concern. (ilgi, ilgilendirmek) İlginize minnettarım. To tell the truth, It doesn't concern you at all. (ilgi, ilgilendirmek) Açıkçası, bu seni hiçte ilgilendirmez. -------------------------------------------------Everyone dies eventually. Herkes sonunda ölür. -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- I’m content with my current position. (şu anki, şimdiki) / (be content with: memnun olmak) (contented: memnun -s) Şu anki pozisyonumdan memnunum. I dropped excuse. (bahane, gerekçe) Bahaneyi bıraktım. I want to quit my current job. Ben şu anki işimi bırakmak istiyorum. -------------------------------------------------I'm not satisfied with my English ability. (be satisfied with: memnun olmak) (satisfied sıfat) İngilizce yeteneğimden memnun değilim. -------------------------------------------------This custom is unique to Turkey. (be unique to: özgü olmak / unique to: -e özgü -sıfat) Bu gelenek Türkiye’ye özgüdür. The customs and traditions of each culture are unique to that culture. -------------------------------------------------I can't express myself in English very well. (ifade etmek) İngilizcede kendimi çok iyi ifade edemem. -------------------------------------------------In fact, I was born in Mardin. (actually, basically, in fact: aslında) Aslında ben Martin'de doğdum. Birds can fly. That's a well-known fact. (fact: gerçek) Kuşlar uçabilir. Bu iyi bilinen bir gerçektir. -------------------------------------------------Obviously, I can't force you to do something you don't want to do. Açıkça-açıkçası, yapmak istemediğin bir şeyi yapmaya zorlayamam seni. Öğretmen, dersleri ne kadar iyi anladığımızı görmek için sınavlarımızı değerlendirir. -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- She worked hard to gain the trust of her clients. (kazanmak, edinmek) Meslektaşlarının güvenini kazanmak için sıkı çalıştı. Her humor/humour is infectious; she can make everybody laugh. (I make him cry: onu ağlatırım) (infectious: bulaşıcı) Onun mizahı bulaşıcıdır; herkesi güldürebilir. She gained experience in her new job. (kazanmak, edinmek) Yeni işinde deneyim kazandı. -------------------------------------------------- I hope to gain confidence in speaking English. (kazanmak, edinmek) İngilizce konuşmada özgüven kazanmayı umuyorum. I want to gain new knowledge in this class. (kazanmak, edinmek) Bu dersle yeni bilgi edinmek istiyorum. I've suddenly started to gain weight. Aniden kilo almaya başladım. -------------------------------------------------Tom wants to establish a business in his hometown." (kurmak) (iş kurmak: start a business) Tom, memleketinde bir iş kurmak istiyor. He likes to hunt. O avlamayı seviyor. -------------------------------------------------1. **"İdare etmek" Anlamında:** - İngilizce Cümle: "I can manage my time better with a schedule." - Türkçe Çeviri: "Zamanımı bir programla daha iyi idare edebilirim." 2. **"Yönetmek" Anlamında:** - İngilizce Cümle: "She manages a successful business." - Türkçe Çeviri: "O, başarılı bir işi yönetiyor." 3. **"Başarmak / Üstesinden Gelmek " Anlamında:** I hope to establish a new friendship during this English course. (kurmak) Bu ingilizce eğitimi süresince yeni bir arkadaşlık kurmayı umuyorum. - İngilizce Cümle: "With determination, they can manage any challenge." -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- I got a good grade in English. (not, sınıf, değerlendirmek) Ben İngilizcede iyi bir not aldım. Excuse me, is there a toilet nearby? (yakınlarda, civarda, çevrede -zarf) Affedersiniz, yakında bir tuvalet var mı? He dropped out when he was in the 7th grade. (not, sınıf, değerlendirmek) 7. sınıftayken okulu bıraktı. -------------------------------------------------- The teacher grades our tests to see how well we understand the lessons. (not, sınıf, değerlendirmek) - Türkçe Çeviri: "Azimle, onlar herhangi bir zorluğun üstesinden gelebilirler." I would like to retract my previous statement. (previous model) Önceki ifademi geri almak/geri çekmek istiyorum. -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- (Operate: cihaz,makine çalıştırmak / ameliyat yapmak / işletme, şirket işletmek, bilgisayar,program işletmek) I refuse to be ignored any longer. (reddetmek) (any longer: daha fazla, artık zarf) (be ignored: yok sayılmak / kulak asılmamak,verilmemek / göz ardı edilmek / umursanmamak / görmezden gelinmek) Daha fazla görmezden gelmeyi reddediyorum. I don't know how to operate this computer. Bu bilgisayarı nasıl çalıştıracağımı bilmiyorum. The surgeon will operate on the patient tomorrow. Cerrah, yarın hastaya ameliyat yapacak. They operate a chain of successful restaurants in the city. Şehirde başarılı bir restoran zincirini işletiyorlar. Engineers operate the software to test. Mühendisler, yazılımı test etmek için işletirler. -------------------------------------------------Rest: dinlenmek, gerisi, geri, geri kalan, mola Take a rest: dinlenmek, mola vermek What's the rest of your name? İsminin gerisi ne? Rest belongs to my mom. Geri kalan anneme ait. Let's take a short rest. Kısa bir mola verelim -------------------------------------------------They work together to produce a weekly podcast on science and technology. (üretmek) Bilim ve teknoloji üzerine haftalık bir podcast üretmek için birlikte çalışıyorlar. -------------------------------------------------How did he react to the bad news? (react to: tepki göstermek) Kötü habere nasıl tepki verdi? How did everyone react? Herkes nasıl tepki verdi? -------------------------------------------------Don't say something you'll regret later. (pişman olmak) İleride pişman olacağın bir şey söyleme. Don't do something you'll regret later. İleride pişman olacağın bir şey yapma. He will regret it sooner or later. Önünde sonunda pişman olacaktır. -------------------------------------------------They refused to release the thieves. (serbest birakmak / salmak / salivermek / Piyasaya Sürmek / Yayımlamak) Hırsızları serbest bırakmayı reddettiler. Don't release that dog. O köpeği serbest bırakmayın. I cannot release that information. It is private. O bilgiyi yayınlayamam. O özel. They will release a new movie next week. Onlar gelecek hafta yeni bir filmi piyasaya sürecekler. Can you release the balloons into the sky? Balonları gökyüzüne salabilir misin? The singer will release a new song on Friday. Şarkıcı, Cuma günü yeni bir şarkıyı yayımlayacak. Please release the information to the public. Lütfen bilgileri halka açıklayın. In a traffic sign, a green light represents ‘go’. Trafik levhasında yeşil ışık 'git' anlamını temsil eder. -------------------------------------------------The restaurant has a reputation for serving delicious food." (ün, şöhret, itibar, nam) Restoran, lezzetli yemekleri servis etme konusunda bir itibara sahiptir. I’m destined to suffer. (destined -s : kaderinde var olan, alnında yazılı. (be destined: alnına yazılmak, kaderinde olmak Acı çekmek, kaderimdir/kaderimde var olandır/alnımda yazılıdır. -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- We asked people some questions for our survey. (araştırma, anket) Anketimiz için insanlara bazı sorular sorduk.) They decided to settle in a small town after retiring." (yerleşmek) / settle into: alışmak) Emekli olduktan sonra küçük bir kasabada yerleşmeye karar verdiler. According to a survey, most people enjoy spending time outdoors. Bir araştırmaya/ankete göre, çoğu insan dışarıda zaman geçirmeyi seviyor. She found a job and started to settle into her new city life. İş buldu ve yeni şehir yaşamına alışmaya başladı -------------------------------------------------- "The family hoped to settle in a peaceful neighborhood." Aile, huzurlu bir mahallede yerleşmeyi umuyordu.) -------------------------------------------------He has made a significant decision. (önemli) Önemli bir karar aldı. -------------------------------------------------In the first stage of learning a new language, we focus on basic vocabulary." (aşama) Yeni bir dil öğrenmenin ilk aşamasında, temel kelime dağarcığına odaklanırız. The cake has three stages: mixing, baking, and frosting. (aşama) Pastanın üç aşaması vardır. -------------------------------------------------How much more must we suffer? (acı çekmek) Daha ne kadar acı çekmek zorundayız? A warm shower is my quick treatment for feeling better. (tedavi/davranış,muamele) Sıcak bir duş, kendimi daha iyi hissetmek için hızlı bir tedavi. My grandma's chicken soup is my go-to treatment for a cold. t's like a treatment. Büyükannemin tavuk çorbası, benim soğuk algınlığı için tercih ettiğim tedavidir. Sanki bir tedavi gibi. I'm not accustomed to such treatment. Böyle bir davranışa/muamleye alışık değilim. -------------------------------------------------I had some trouble with the work. (sorun, problem, dert) İşle ilgili biraz sorunum var. Here comes trouble. İşte bela geliyor. I have trouble remembering names. İsimleri hatırlama sorunum var. I'm often in trouble. Çoğunlukla başım belada. -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- "Unity at work is essential for achieving common goals and success." (uyum, birlik) (achieve: başarmak / elde etmek / ulaşmak) İşte birlik, ortak hedeflere ulaşmak ve başarı elde etmek için önemlidir. Open your mouth wide. (wide: geniş -s , geniş bir şekilde / iyice -z) Ağzınızı geniş açın. -------------------------------------------------- The road became wide as we approached the city center." (approach: yanaşmak, yaklaşmak) Şehir merkezine yaklaştıkça yol genişledi. Unlike most people, I find joy in doing household chores." (-in aksine / benzemeyen / farkli olarak) (find joy -in- : mutluluk duymak) Çoğu insanın aksine, ben ev işleri yapmaktan mutluluk duyarım.) -------------------------------------------------- -------------------------------------------------- Evet, "I have specialized myself" ifadesi dilbilgisel açıdan doğru değildir. "Specialize" zaten bir kişinin belirli bir alanda uzmanlaşması anlamına gelir, bu nedenle "myself" eklenmesi gerekmez. Doğru ifade şu şekilde olacaktır: I got up late as usual. (usual: alışılmış, olağan) Ben her zamanki gibi geç kalktım. This morning I got up later/earlier than usual. Bu sabah her zamankinden daha geç/erken kalktım. I followed my usual routine in the morning." Sabahları alışılmış rutinimi takip ettim.) He ordered his usual coffee at the café." Kafede her zamanki kahvesini sipariş etti. The kids played their usual games in the backyard. Çocuklar bahçede her zamanki oyunlarını oynadılar. -------------------------------------------------We talked about a variety of topics. ( variety of :çeşitli / variety:çeşitlilik) Biz çeşitli konular hakkında konuştuk. This store has a variety of spices. Bu mağaza çeşitli baharatlara sahiptir. Variety is the spice of life. Çeşitlilik hayatın lezzetidir. a "I have specialized in [alan adı]." (Örneğin: "I have specialized in family law.") be forced to f. mecbur kalmak