Uploaded by Chiat Chang

Türk'ün Ateşle İmtihanı, Halide Edib Adıvar

advertisement
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
© 2007, Can Sanat Yay nlar Ltd. ti.
Tüm haklar sakl r. Tan m için yap lacak k sa al nt lar d nda yay nc n yaz izni olmaks n hiçbir yolla ço alt lamaz.
ngilizce 1. bas m: My Share in the Turkish Ordeal, 1928
Türkçe 1. bas m: 1962
Can Yay nlar ’nda 1. bas m: 2007
8. bas m: Mart 2013
E-kitap 1. sürüm Ocak 2014, stanbul
2013 tarihli 8. bas m esas al narak haz rlanm r.
Yay na haz rlayanlar: Mehmet Kalpakl - S. Ye im Kalpakl
Kapak tasar
: Ay e Çelem Design
ISBN 9789750719912
CAN SANAT YAYINLARI
YAPIM, DA ITIM, T CARET VE SANAY LTD.
.
Hayriye Caddesi No: 2, 34430 Galatasaray, stanbul
Telefon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33
www.canyayinlari.com
yayinevi@canyayinlari.com
Sertifika No: 10758
k
lic
ac
.c
tr
om
to
.c
re
C
k
lic
C
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
tr
ww
ww
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
HAL DE E B ADIVAR
TÜRK’ÜN ATE LE
MT HANI
ST KLÂL SAVA I HATIRALARI
ANI
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
Halide Edib Ad var’ n Can Yay nlar ’ndaki di er kitaplar :
Sinekli Bakkal, 2007
Ate ten Gömlek, 2007
Vurun Kahpeye, 2007
Handan, 2007
Mor Salk ml Ev, 2007
Yolpalas Cinayeti, 2008
Son Eseri, 2008
Tatarc k, 2009
Türkiye’de ark-Garp ve Amerikan Tesirleri, 2009
Kalp A
, 2010
Zeyno’nun O lu, 2010
Âkile Han m Soka , 2010
Çaresaz, 2011
Sevda Soka Komedyas , 2011
Kerim Usta’n n O lu, 2012
k
lic
ac
.c
tr
om
to
.c
re
C
k
lic
C
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
tr
ww
ww
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
HAL DE ED B ADIVAR, 1882’de stanbul’da do du. Üsküdar’daki Amerikan K z Koleji’nde okudu. 1908’de gazetelere yazmaya ba lad kad n haklar yla ilgili yaz lar ndan ötürü gericilerin dü manl
kazand . 31 Mart Ayaklanmas ras nda bir süre için M r’a kaçmak zorunda kald . 1909’dan sonra e itim alan nda görev alarak
retmenlik, müfetti lik yapt . Balkan Sava
llar nda hastanelerde çal . 1919’da Sultanahmet Meydan ’nda, zmir’in i galini protesto mitinginde etkili bir konu ma yapt . 1920’de Anadolu’ya kaçarak Kurtulu Sava ’na kat ld . Kendisine önce onba , sonra üstçavu rütbesi verildi. Sava izleyen y llarda Cumhuriyet Halk F rkas
ile siyasal görü ayr na dü tü. Ard ndan 1917’de evlendi i ikinci e i Adnan Ad var’la birlikte Türkiye’den ayr ld . 1939’a kadar d ülkelerde ya ad . O y llarda konferanslar vermek üzere Amerika’ya ve Mahatma Gandi taraf ndan Hindistan’a ça ld . 1939’da stanbul’a dönen Ad var, 1940’ta stanbul Üniversitesi’nde ngiliz
Filolojisi Kürsüsü Ba kan oldu, 1950’de Demokrat Parti listesinden ba ms z milletvekili seçildi. 1954’te istifa ederek evine çekildi ve 1964’te öldü.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Sunu
Halide Edib Ad var, çocukluk günlerinden 1918’e kadarki hat ralar Mor Salk ml Ev ba
yla kaleme alm . 1918’ den 1923 sonlar na kadar olan dönemi anlatt an lar n ikinci bölümünde yazar, Ulusal Kurtulu Sava
ras nda ya ad klar , gözlemlediklerini canl
ve etkileyici bir anlat mla okuyucuya sunuyor. Türk’ün Ate le mtihan , Kurtulu Sava ’n n Halide Onba
’n n, o günleri ya ayan bir ayd
n içten anlat yla yak n tarihimize k tutuyor.
lk olarak 1928’de Asia dergisinde My share in the Turkish ordeal (Türk’ün S nt Mücadelesindeki Pay m) ad yla ngilizce olarak tefrika edilir. Yap t, ayn l içinde kitap olarak da yay mlan r. Halide Edib, kitab n giri inde de yazd gibi, an lar önce ngilizce, sonra
Türkçe kaleme alm r. Yani, çeviri de ildirler. 1959’da Hayat dergisinde tefrika edilmeye ba lanan Türk’ün Ate le mtihan , ilk olarak 1962’de kitap olarak bas r.
Bu bask da, yap n yazar n hayattayken yap lan son bask (1962) esas al nm , gerekli görülen yerlerde di er bask lar yla kar la
lm r.
MEHMET KALPAKLI-S.YE M KALPAKLI
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Anlatacaklar m basit eylerdir. Türk’ün ate le imtihan esnas nda, o mücadelede yer alm olan Türklerin ve dü manlar n gençli i, gelecekte bunu okuduklar zaman, birbirlerinin kan na girdiren dü manl k perdesini y rtacak, göz göze gelecek, o eski kin ve nefret
harabesinin üstünde bir insanl k ve bar dünyas kuracaklard r.
Nas l Sinekli Bakkal ve hat rat n birinci cildini önce ngilizce, sonra Türkçe yazd msa hat rat n ikinci cildi olan ve 1918’den 1923 sonlar na kadar stiklal Sava ’n içine alan Türk’ün Ate le mtihan ’n da önce ngilizce, sonra Türkçe yazd m. Bunlar n hiçbiri tercüme
de ildir, fakat baz yerleri k sa, baz yerleri biraz uzun olmakla beraber, öz itibariyle ayn r. Bu hat ralar, stiklal Sava ’n haz rlayan zihniyetin, ba ka ba ka yönlerden, lehte ve aleyhte olan bütün fertlerin, en fazla, bir ruh tahlilinden ibarettir. Gerçi ba ca vakalar da içine
al nm sa da, bu hat ralar as l, bütün bir memleketin, üç y l sonunda zmir’e, nas l önüne geçilmez bir sel gibi beraberce akt
gösterir.
H.E.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
I. BÖLÜM
STANBUL’DA
Bayku nevbet çalar Efrâsiyâb tak nda,
Örümcek perdedârd r Kayser’in saray nda.
SADÎ-
ÎRÂZÎ
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
1
Millî Mücadele’yi haz rlayan hadiseler
30 Ekim 1918’den 19 May s 1919’a kadar
Benim o günlerde maddî ve manevî durumum, Mütareke 1 imza edilip de ttifak Kuvvetleri’nin 2 stanbul’a giri iyle memlekette hâs l olan 3 umumî hislerden ba ka de ildi. Herkes gibi ben de, 1914’ten itibaren geçen hadiselerin tesiriyle yorgun,
n ve
can mdan b kk n bir vaziyetteydim. Osmanl mparatorlu u çökmü tü. Fakat bu korkunç çöküntü alt nda ezilenler sadece Birinci Büyük Dünya Sava ’na Türkiye’yi sokan ttihatç lar de ildi. uras da eklemek isterim ki, o sava a girsek de, girmesek de
mparatorluk’un devam edemeyece ine, ben, o günlerde de inanm m. Bununla beraber gelece i görebilen bir siyaset takip edebilseydik, belki o günün ani ve korkunç ak betine u ramazd k. Her hâlde, o gün mparatorlu un ölümü apaç k bir hakikatti.
Esasen, bir taraftan Türkiye’deki az nl klar aras nda Bat devletlerinin y llarca devam eden haz rl klar oldu u kadar, Abdülhamid devrinde ba layan muhtelif ve kar kl taller 4 ve bilhassa tehcirler 5 de bu neticeyi bir gün getirecekti.
Birinci Dünya Sava ’n n sonunda Rusya “hors de combat”, yani sava sahnesinin d nda kalm . Bundan dolay ngiltere, Fransa ve belki talya, zaferlerinin büyük ganimetine namzettiler. talya hissesini, bir dereceye kadar, Avusturya’dan alm .
Ötekiler, Osmanl mparatorlu u’nu nüfuz bölgelerine ay rarak, onlar n üstünde hâkimiyetlerini yürütmek suretiyle hisselerini almak istiyorlard uras bir hakikattir ki, Türkiye’de Müttefiklerin ahlâkça üstünlü üne ve onlar n insan haklar , adalet gibi büyük
sözlerine inanm olanlar dahi, bunlar Türkiye’ye tatbik edeceklerinden emin de ildiler. O günlerde Wilson’un on dört prensibi 6 amatayla ilân edilince bütün dünyada büyük bir tesir yapt ve Türklerin ço unlukta olduklar yerlerde, istiklâllerine
dokunulmayaca zann 7 hâs l oldu. Bu görü lere inanan Türk ayd nlar , Müttefiklerin hiç olmazsa iki eyden sak nacaklar na inan yorlard . Bu eylerden birincisi uydu: Türkiye’nin do usunda ve bat nda bir Ermenistan kurmaya te ebbüs etmeyecekler.
Çünkü, Ermeni tehcir ve k talinden önce de buralarda Ermeni nüfusu en az %2, en çok da %20’yi geçmemi ti. kincisi; Yunanl lara Orta Do u’da yer vermeyecekler. Çünkü, böyle bir te ebbüsün bu iki millet aras nda kanl bir mücadele açaca
muhakkakt . E er, Müttefikler bu iki eyden kaç nm olsayd lar, bugünün tarihi bamba ka bir ekilde geli ecekti.
Büyük Sava n sonunda, Türkiye’deki millî hislerin bilânçosu muhtelif bak mlardan yap labilir:
Ben kendim, bu tarihte bamba ka eylerle me guldüm. Evvelâ, Türk Oca ’ndaki 8 yeni idare heyeti 9 üyesi s fat yla tüzü ün baz maddelerini de tirmeye çal yordum. 10 Üzerinde en fazla çal
z nokta, birkaç doktorla beraber bir “Köycülük”
te ekkülü meydana getirmekti. 11
Mütarekeden birkaç hafta evvel, Talât Pa a kabinesi istifa etti. zzet Pa a kabinesi, Mondros’ta Amiral Galthorpe ile müzakereye giri ti. zzet Pa a ile Rauf Bey 12 (o zaman Bahriye Naz ) Türk mümessili 13 olarak 30 Ekim 1918’de Mütareke’yi
imzalad lar.
Müttefik kuvvetlerinin stanbul’a giri i ile bir k m az nl klar sokaklarda bar içinde ya amaya al
olan Türk vatanda lar na çok kötü muamele etmeye ba lad lar. Bu aral k etrafta dola an dedikodular n en kuvvetlisi Senegalli askerler hakk ndayd .
Ortada dola an bir söylentiye göre, sokakta Türk kad nlar
yorlar, Türk çocuklar kesip ak am yeme i olarak yiyorlarm . Tabiî, bu bir söylentiden ibaretti. Yaln
u var ki, Müttefik kuvvetleri, küçük bahanelerle, durmadan Türkleri tevkif 14 ediyor,
cezalara çarpt yor ve bazan da Müttefik merkezlerinde fena hâlde dövüyorlard . Evler zorla sahiplerinin elinden al yor, içeridekiler d ar ya at yordu. Müttefik tercümanlar n umumiyetle az nl klardan olmas , tabiî onlara kar çok kötü bir his
uyand yordu. Bu durum, bilhassa sakin ya amaya al
olan stanbullular çileden ç kar yordu. Fesler, kad n peçeleri y rt yor ve bütün bunlara kar
ehir halk çok vakur ve sakin davran yordu. Burada unu da ilâve etmek gerekir ki, Türkler her türlü
haks zl , hatta fenal affedebilirler, fakat onurlar na dokunuldu u zaman mesele bütün bütün de ir.
Türk bas Müttefiklerin sansürü alt nda oldu u için, bu olaylar gazetelerde pek az yer al yor ve bu yüzden mübalâ al 15 söylentiler a zdan a za dola yordu.
Kolonel Heathcote Smythe, ngiliz Genel Karargâh ’ n n en kudretli ahsiyetiydi. Bu adam, bir gün stanbul’un hapishanelerini tefti e gitmi ti. Bizim o günkü hapishanelerimizin çok feci bir durumda oldu unu kabul etmek lâz md r. Ne var ki, buralara
az nl klar kadar Türkler de girerdi. Ayn zamanda buradaki mahpuslar 16 aras nda siyasîler yer almazd . Daha ziyade adam öldürme ve di er suçlardan oraya gelmi lerdi. uras dikkate de er ki, Türkiye’de daima siyasî suçlular idama mahkûm olmakla
beraber, adam öldürenlerin çok az bu cezay görürler. Kolonel, az nl klara mensup bütün mahpuslar o gün hemen serbest b rakt rd . Bunlar n aras nda kendi ailesinden iki ki iyi öldüren bir Ermeni oldu u gibi, Tokatl yan’ n önünde Hayri Pa a’n n o lunu
tabanca ile sinsice vuran bir Rum da vard . Bugünlerde Türklerin hiçbiri silâh ta mamakla beraber H ristiyanlar n hepsine silâh verilmi ti. te bundan dolay , bilhassa Fatih ve Aksaray gibi büyük bir k sm yang ndan harabeye dönmü yerlerde çok ac
vakalar oluyordu.
Bu aral k, harpten sonra her eye kar kay ts z ve yeis 17 içinde görünen Türk gençli inde bir uyanma oldu una dikkat ettim. Bu devirde Ocak’ta geçen birkaç konu may iyi hat rlar m. Birkaç zabit 18 tilâf Kuvvetleri’ nin 19 böyle anar iye elveri li
bulunmalar na hayretlerini gösterdiler; birkaç sivil de bütün askerlerin aleyhinde bulundu. Bir tanesi, bilhassa iyi hat rlar m, Garp medeniyeti denilen eyin o zamana kadar daha insanî oldu unu söyledikten sonra, Bol evizm’e 20 kar tek tampon olan bizlere
bu muamelelerini çok iddetle tenkit etti ve içlerinde insanl k olmasa bile kafalar nda daha ileriyi gören bir zekâ bulundu una beyhude 21 inanm oldu unu söyledi.
Halk aras nda dola p herkesi dinlerken kad nlar n memleket meselesinde erkeklerden daha hassas olduklar na inand m. Hepsi birden tehlikeyi anlam lar. Çünkü onlar, siyasî sebepleri anlamasalar bile, yurtlar n tehlikeye girmesine kar derhal
isyan ediyorlard . Beyo lu taraf ndaki yüksek sosyete kad nlar tilâf Kuvvetleri’nin bu hareketine kar halk aras nda uyanan öfkeyi tilâf zabitlerini davet ederek onlara anlatmaya çal yorlard . Dansl partiler veriliyor ve tilâf ordular n zabitleri elde
edilmek isteniyordu. Belki bu zabitlerin üzerinde bir tesir yapm lard . Bunun görünürdeki neticesi birkaç evlenme ile nihayet buldu. Ben, kendim bu partilerden daima uzak kald m. Daha çok, halk aras nda dola yordum ve görüyordum ki, çok
konu mamakla beraber, Türk kad nlar hislerini kudretle ifade ediyorlard .
Bu devre ait bu gibi sahnelere, en çok, tramvaylarda ve vapurlarda ahit olunuyordu. Bunlar n baz lar anlatmak isterim. Buradaki az nl k kad nlar bilhassa en a
fa mensup olanlard . Bunlar daima ikinci mevki bileti ald klar hâlde mutlak
birincide otururlard .
Biz, o zaman Bebek’te oturdu umuz için, stanbul’a inerken çok zaman vapura binerdik. Bir gün, iyi hat rlar m, sar esvapl bir kad n yan kamaraya gelerek kad nlar ite kaka s
p oturdu. Biletçi, biletinin ikinci mevki bileti oldu unu söyledi i zaman
— Ben ngilizlerle Frans zlar n himayesindeyim; hiçbir zaman birinci mevki bileti almam, diye ba p biletçiye epeyce hakaret etti.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Biletçi gayet sakin bir ekilde:
kinci mevki kamara da var, sizi oraya göndereyim, dedi. Kad n birdenbire azarak (belki biraz da sinir hastas yd ) biletçinin yüzüne tükürmeye kalkt , yumruklar kafas na indirmeye ve a za al nmayacak küfürler savurmaya ba lad . Ama biletçi onu
yine de ç kard .
On dakika sonra, bir polis ve bir müfetti le içeriye girdi. Kad n ba yordu:
— Biletçinin beni dövdü ünü söyleyiniz! Müfetti bunun do ru olup olmad
kad nlardan nezaketle sorunca, aralar ndan iki üç ki i bir a zdan:
— O, biletçiyi dövdü, dediler.
Müfetti kad
ar kard . Fakat herkes daha yerine oturmadan kad n tekrar geldi ve Rumca a za al nmayacak küfürlere ba lad . Aralar nda Rumca bilen bir Giritli kad n heyecana geldi. Biraz sonra bütün kad nlar sövü meye ba lad . Ben,
meselenin kötüye varaca
dü ünerek d ar ya ç kt m, müfetti i ça rd m. Bu defa müfetti kad kolundan tuttu, sürükledi. Müfetti , az nl klardan olmas na ra men vazifesini yapmay biliyordu. Fakat ç karken kad n tekrar dine, imana sövmesinden
dolay , o zamana kadar bir kö ede oturan bir ihtiyar kad n birdenbire bay ld . Çantamdaki kolonya ile ba
, bileklerini ovdum; biraz sükûnet buldu, fakat durmadan a yordu:
— O lum ne der? Frans zlar n yan nda irtibat zabiti. Gayet nazik olduklar söylüyor. Benim gibi ak saçl ve be vakit namaz nda bir kad n dinine küfür edildi ini duyarsa ne yapabilir?
Ben bundan sonra hep ikinci mevkiye, bilhassa denize bakan tarafa gidiyordum. Birinci mevkideki bütün çeki meleri çok so ukkanla seyretmi olan ben, güvertedeki vaziyet kar
nda da çileden ç kmaya ba lad m. Burada, umumiyetle, siyah çar afl ,
fakat peçeleri kalk k i çi kad nlar otururdu. Bir ey söylemezlerdi. Bana daima aralar nda yer verirlerdi. Fakat bu d taki sessizliklerine ra men, Türk milletinin muhtemel ak betini en çok onlar n hissetmemi oldu unu sezdim.
Bu irket vapurlar nda, Bebek’ten gelirken umumiyetle tilâf Kuvvetleri’nin Bo aziçi’ndeki donanmalar n önünden geçerdik. Beni bu manzara o kadar sarst ve belki de bunu yüzümden belli etmi olaca m ki, yan mdaki, eli i ten kat la
bir kad n
elimi tutup:
— Bu da geçer, dedi.
te bu tesir alt nda, stanbul’daki evime ta nmaya karar verdim. Bebek’te oturmam n ba ca sebeplerinden biri, küçük ya ta olan o ullar n Robert College’e gitmeleriydi. Fakat, çocuklar
stanbul’dan Bebek’e gitmelerini tercih edecek kadar
irademi kaybetmi tim.
Burada ba ka bir olay anlataca m ki, bu, Türk’ü uur alt bir kuvvetle stiklâl Sava ’na sevk eden âmillerden 22 biridir. Bu defa, stanbul semtinde, Eminönü’den son tramvaya binerek ablam n evine gidecektim. Biletçi galiba az nl klardand . S raya
bakmadan içeriye az nl klar al yor, Türk kad nlar itiyordu. Vakit çok geçti. Sokak fenerlerinin alt nda duran ihtiyar kad nlar n yüzlerinde, bana ac gelen bir ey vard . Ben tramvaydayd m. Kap ya giderek bir ihtiyar kad içeriye çektim ve ona yerimi
vermek istedim. Biletçi buna o kadar k zd ki, bilet kutusuyla beni itti ve sövmeye ba lad . Ben daha a
açmaya vakit bulmadan, erkeklerin oturdu u taraftan, perde aç ld ve kudretli bir ses öfkeyle ba rd :
— O kad na küfür etmeyi b rak, yoksa vuraca m! Döndüm, bakt m. Uzun boylu,
man, orta ya bir Türk subay idi. Eli pantolonunun cebindeydi. Orada da tabanca var m yd , yok muydu bilmiyorum. Fakat, bu, k sa burunlu, büyük gözlü adam n
yüzünü hiç unutmad m. Biletçi o kadar korkmu tu ki, polis ça rmaya bile cesaret edemedi. Tramvay stanbul’un sessiz ve karanl k sokaklar ndan sükûnetle geçti. Acaba kimdi? Bu yeis ve felâket aras nda, hiç bilmedi i bir kad korumak için, kendini
tehlikeye atan bu adama kar içimde ebedî bir minnet uyand . Türbe’de tramvaydan indi im zaman dizlerim titriyordu.
Galiplerin dar görü ü ve siyasetleri neticesinde hâs l olan iç durumumuza kar hepimizin isyan , akl ba nda ve durumu anlayan bir Bat ile konu tu umuz zaman biraz de irdi. “Adalet duygular olmasa, yaln z sa duyular olsa, hareketlerini
muhakkak de tirirler,” diyorduk. Ben, kendim rk ve din ayr
na bakmadan bu amatal politika dünyas nda daima insanlar n birli ine inan yordum. Bu sebepten Bat lar aras nda bizim gibi dü ünen birisini görünce, içimde bir ümit uyan yor, fakat çok
sürmeden sönüp gidiyordu. Bunlar n aras nda, ilk gördü üm ve ad hat rlayamad m bir ngiliz miralay 23 vard ki, onu K z Koleji’nde, tarih hocas olan Doktor Miller adl kad nla çay içerken görmü tüm. Makedonya’da sava
ve Türk köylüsüne kar
büyük bir sevgi besliyordu. Dü üncesinde de, hareketinde de bir Türk’ten farkl de ildi. Geçici bir sükûn veren bir Bat da Mister Philip Browne’d . Türkiye’ye mütarekeden sonra, Amerikan mümessili olarak gelmi ti. Hat rat n birinci cildinde, ben
talebeyken bu adam n Robert College’de hoca oldu undan bahsetmi tim. Kendisi ayn zamanda Ba kan Wilson’un on dört maddelik prensiplerine iman etmi lerdendi. 24 Türk olan her eyi seviyordu. Dünyadaki zihniyetin yirmi milyon halka kar ald
vaziyete muhalifti. Mister Philip Browne, 1908’den evvel Damat Ferit Pa a’n n 25 dostuymu , 1918 Aral k ay nda Pa a’y görerek Türk milleti nam na vaziyet almas tavsiye etmi . Abdülhamid devrinde liberal ve demokrat olan Ferit Pa a, imdi tekrar
Sultan Vahideddin’in ahs nda bir mutlak yet kurmaya çal yordu.
leri görü ün en büyük emaresini 26 bu devirde Dr. Gates bir yaz yla ifade ediyordu. Kendisi çok ate li bir H ristiyan’d ve Ermenilerin can dostuydu. Durumu tetkik için Adana’ya ve civar na giderek dola . Döndü ü zaman, Ermenistan’ n bu kadar küçük
bir az nl kla Türkiye’nin güneyinde kurulamayaca
aç kça belirtti. Tabiî, buna kar Ermeni bas çok iddetli bir dil kulland . Ne yaz k ki, Dr. Gates sözlerini Paris’te haz rlanan Bar Konferans ’nda dinletemedi.
Türkiye’yi aralar nda payla may dü ünen Bat politikac lar memleketimizin iç durumundan çok cesaret al yorlard . Hiçbir zaman Türkiye bu kadar parçalanmaya ve yok olmaya elveri li görünmemi ti. Padi ah kendine kuvvet verebilecek herhangi bir
yabanc devletle birle mek istiyor, bilhassa ngilizlerin himayesine taraftar oluyordu. Tarihimizde aptal, sarho ve kötü padi ahlara tesadüf edilmemi de ildir. Fakat Osmanl hanedan ndan hiçbiri s rf kendi kudreti ve rahat için memlekette bir yabanc
egemenli i istemi de ildir. Bununla beraber, galip devletlerden biriyle i birli i yaparak memleketi kurtarmak fikrinde olan vatanseverler de vard r. Bilhassa ttihat ve Terakki’nin muhalifi olan tilâf Partisi aras nda akl ba nda oldu u muhakkak insanlar
vard r. Bu devrede Padi ah, Meclis’i kapatmay dü ünüyordu. Mustafa Kemal Pa a’y elde ederek Parlamento’yu kapatmak ve ard ndan bir mutlak yet kurmak istiyordu.
zzet Pa a kabinesi dü üp de Tevfik Pa a kabinesi iktidara gelince Meclis’i kapatmak meselesi kuvvetle canland . Meclis’in ço unlu u bu devrede ttihatç idi ve harbe girdikleri için, efkâr- umûmiyye 27 onlar n aleyhindeydi. uras gariptir ki, Millet
Meclis’i olan bir memlekette o meclis ne kadar yanl hareket ederse etsin, halk yine onu meclissiz hükûmete tercih eder. te bundan dolay r ki, tilâfç larla ttihatç lar da halk n gözünden dü mü lerdir.
Tevfik Pa a, Meclis’i kapatt . O devirde, Mustafa Kemal Pa a’y sevmeyenler Padi ah’ n bu hareketini Mustafa Kemal Pa a’dan cesaret alarak yapt
ileri sürdüler. 1926 Nisan ’nda, Mustafa Kemal Pa a’n n Milliyet’te yay mlad hat ralar ndan baz
parçalar n meâlini 28 almak do ru olur:
Kendisi orada, F nd kl ’ya (Millet Meclisi binas na) ilk defa gitti ini ve mebuslarla konu tu unu anlat r ve Tevfik Pa a’n n kabinesine güvenoyu vermemelerini tavsiye etti ini söyler. Buna ra men Tevfik Pa a’ya güvenoyu verilmi ve o cuma günü
Mustafa Kemal Pa a, Padi ah’la konu mu tur. Bu uzun mülâkattan bahsederken, Mustafa Kemal Pa a, Padi ah’ n ordudaki zabit ve kumandanlar n kendisine kar olup olmad klar sordu unu söyler.
stanbul’a birkaç gün önce dönmü olan Mustafa Kemal Pa a böyle bir aleyhtarl a sebep olmad
söylemi se de, Padi ah böyle bir eyin gelecekte de olup olmayaca
sormu . Mustafa Kemal Pa a buna ne cevap verdi ini söylemiyor. Fakat,
anla lan Padi ah’ n ifade etmemekle beraber, gelecekte Mustafa Kemal Pa a’n n orduyu kendi aleyhine çevirmemesini sa lad hissi uyan yor. Bu mülâkat bir saat sürmü .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bu tarihî cuma günü, Mustafa Kemal Pa a ile konu urken Padi ah, hekimi Re at Pa a’y Rauf Bey’e göndererek onunla da konu mak istedi ini söylemi . Rauf Bey, o zaman Bahriye Naz de ildi.
— Benim vaziyetim mes’ûl 29 bir adam vaziyeti de il. Ben alelâde bir vatanda m, Zat- Ha metleri’ne söyleyecek hiçbir eyim yoktur. Fakat beni bir subay s fat ile görmek isterlerse, emrederler, demi ve gitmemi tir.
Mustafa Kemal Pa a’n n bu mülâkat ndan iki gün sonra Meclis kapat lm ve Mustafa Kemal Pa a da Padi ah’a ordunun bu hareketi tasvip edece ini söyledi i hakk nda rivayetlerin döndü ünü i itmi tir.
Ayn zamanda millî bir hareket, memleketlerinde bir Ermenistan kurulmas ihtimaline kar
ark’ta iddetli surette uyanm . Kâz m Karabekir Pa a, 30 o zaman, memleketimizde tek hat say labilir Türk ordusunun ba nda bulunuyordu. Kendisi, ayn
zamanda, tilâf Kuvvetleri’nin arkî Anadolu’da bir Ermenistan kurmalar ihtimaline kar halk silâhland yordu. O tarihte, zmir’de henüz Yunan ordusu yoktu. Fakat ark’taki kuvvetli hareket Padi ah’ korkutmu , Mustafa Kemal Pa a’y , Kâz m Karabekir
Pa a’n n bu tehlikeli iste ini önlemek için oraya göndermi ti. Mustafa Kemal Pa a, ark kuvvetlerimizin umumî müfetti i olarak 1919 Nisan ’nda do uya gönderildi.
Benim ve herkesin Mustafa Kemal Pa a hakk ndaki fikrimiz bu devrede öyle ifade edilebilir: Çanakkale’de Anafartalar kahraman , Padi ah’ n Yâveri 31 ve harikulâde bir zekâ ve ihtiras olan bir insan diye tan yordu. Ben kendisini birkaç defa Bab âli’de
görmü tüm. ahsiyeti ve iradesi, inkâr edilemeyecek bir görünü ü vard . Do u Anadolu’ya, oradaki kuvvetleri yat rmaya gönderdiklerini i itti im zaman ihtiras hakk ndaki fikirlere hiç inanmad m. Türk’ün istiklâlini koruyacak bir vaziyet ald ktan sonra,
Türk milletinin kendisine en büyük mevkii verece ini tabiî görüyordum.
Bütün dünyada kuvvetli bir tesir yapan ve yenilmi milletlere biraz ümit veren Wilson Prensipleri bizde de büyük tesir yapt ve stanbul’da Wilson Prensipleri Cemiyeti, tan nm yazarlar ve avukatlar taraf ndan kuruldu. Galiplerin yenilen milletlere hiçbir
taviz vermeyecekleri hissediliyordu. Taksim facias na u rayan Türkiye, tabiî olarak, dikkatini Wilson gibi hiçbir ülkeye göz dikmeyen adam n taraf na çevirdi. Gazete mümessilleri Vakit Matbaas ’nda toplanarak Paris’te bulunan Wilson’a bir muht ra
göndermeye karar verdiler. Bu muht ran n esas : Amerika’n n Türkiye’ye evvelâ muayyen 32 bir zaman için bar temin etmesi, yani taarruzdan korunmas sa lamas , ayn zamanda Türkiye’ye iktisadî yard mda bulunmas , bu y llar esnas nda Türkiye’ye
mütehass slar 33 göndererek yeni bir rejim kurmas ve iç kalk nmay sa lamas ndan ibaretti. Cemiyet, 1918 y Kas m ay nda kuruldu. ki ay içinde de ortadan kalkt . Çünkü, Do u Anadolu ta ba lang çtan beri bunun aleyhindeydi.
Erzurum’da, 1919’da, Ruslar n Ermeni Generali Antranik, halk göçe zorlayan k taller yapt rm . Amerika’n n sadece bizim Ermenilere kar daha önceden (ta Abdülhamid zaman ndan beri) yapm oldu umuz k tal ve tehcirlerden dolay tamamen
Ermeni taraftar oldu u görülüyordu. Bundan dolay , Do u Anadolu, Amerika’y tehlikeli görüyordu. Halk n Amerika’ya kar bu devirdeki hislerini Erzurum Kongresi’ndeki 34 bir hadise ifade eder. Burada, Mustafa Kemal Pa a, Türk topraklar üzerinde gözü
olmayan büyük bir devletin bize iktisadî, teknik ve siyasî yard m etmesi lüzumundan söz etmi ti. O zaman ngiltere, Fransa, hatta talya da Türk topraklar
gal etmi bulunduklar ndan, bu teklifin Amerika’y kastetti i hissediliyordu. Erzurum Kongresi’nde
Do u Anadolu’ yu temsil edenlerden biri aya a kalkarak Mustafa Kemal Pa a’n n hangi devleti kastetti ini sormu tu. Siyasî meselelerde çok hassas olan Mustafa Kemal Pa a, Do u Anadolu’nun Amerika’ya kar hislerini sezdi i için hangi devleti
kastetti ini söylememi ti.
Bütün bu kar k meseleler aras nda bir de yetimhanelerdeki Türk çocuklar meselesi vard . Bu, feci bir vaziyet almaktayd . Vaktiyle öldürülen Ermenilerin çocuklar baz Türk yetimevlerine götürülmü , Müslüman ve Türk olarak kaydedilmi lerdi. Bunun
bir misalini hat ralar n birinci cildinde Ayin Tura Yetimevi’nde geçen bir hadise münasebetiyle anlatm m. imdi de Ermeniler ayn eyi yap yor, ana babalar öldürülen yahut göçe zorlanan Türk çocuklar toplayarak Ermeni yetimevlerinde Ermeni
çocu u olarak kaydediyorlard . Bunlardan birincisi Ermeni Kilisesi’nin Kumkap ’da toplad Türk çocuklar n bulundu u yerdir. Bu durum kar
nda Amerikal lar da Bebek’te Near East Relief Center (Yak n Do u’ya Yard m Merkezi) ad alt nda bir
müessese kurmu lard . Orada hangi çocuklar n Türk ve Müslüman, hangilerinin Ermeni oldu unu ay rt edeceklerdi. Çocuklara iyi muamele edilmesine ra men birçok Türk çocu u Ermeni olarak kaydedilmi ti. Bu Bebek’teki müesseseyi tetkike Nakiye
Han m bizim taraf zdan memur edilmi ti. Fakat o da, Türk çocuklar n kay tlar harp esnas nda yanm yahut kaybolmu oldu undan, bir ey yapmaya muvaffak olamayarak bu i ten çekildi.
1. Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918): Birinci Dünya Sava sonunda Osmanl Devleti ile tilaf Devletleri aras nda imzalanan anla ma. Bu antla mayla stanbul’un i gal edilmesi ve ordunun da
2. ttifak Devletleri: Birinci Dünya Sava ’n
lmas kabul edilmi tir.
karan ve tilaf Devletleri’ne kar sava an Almanya, Avusturya-Macaristan devletlerine verilen ad. Sonradan Osmanl Devleti ve Bulgaristan da bu birli e kat ld .
3. Meydana gelen.
4. Topluca öldürmeler.
5. Göç ettirmeler.
6. ABD’nin 28. ba kan Woodrow Thomas Wilson, ülkesini Birinci Dünya Sava ’na sokmakla beraber ünlü On Dört Madde’yle bar görü melerine temel haz rlam ve Paris Bar Konferans ’nda Milletler Cemiyeti’nin önde gelen savunucusu olmu tur.
7. San .
8. Türk Oca : 1912’de kurulmu bir sivil toplum örgütü. Mehmed Emin Yurdakul, Hamdullah Suphi Tanr över, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi ünlü ayd nlar da bu örgütün içinde yer alm
.
9. Yönetim kurulu.
10. Bilhassa Türk Oca ’na, Türk gelenek ve kültürünü benimsemi olan az nl klar da almak. Çünkü, Ocak’
rkç
a kaymas na engel olmak istiyordum. Üye olarak almaya Ocak’ ikna edememekle beraber Komitas gibi sanatkârlar davet ediyorduk. (Y.N.)
11. Bu fikir üzerinde tesir yapan muhtelif eyler vard . Amerika’da Jane Addams’ n kurmu oldu u Hull House faaliyeti; Edmond Desmoulin’in mektebinin yay nlar takip eden ve bir küçük hareket haline gelen fikir. Bu fikrin siyasi taraf yoktu. Bunu yapmak isteyenler yeni bir Türkiye kurmak gayesini
güdenlerdi. Çünkü, 1908’den beri bütün ilerleme ve ink lap taraftar olan partiler ve hükümetler, a
yukar rf üst tabakayla me gul idiler. Yeni Türkiye kurabilmek için, ço unlu u ziraatla me gul olan köylüleri dikkate almak gerekiyordu. Bunu yapabilmek için, fertler aras nda hayatlar bu i e verecek
idealistler laz md . Buna en fazla doktorlar taraftard lk seçti imiz yer Tav anl ’d r. Dört doktor, küçük sa k merkezleri açarak i e ba lad lar. Bunlar n ilk ikisi Hasan Ferit’le Re it Galip’tir. (Y.N.)
12. Rauf Bey (Rauf Orbay): Balkan Sava
13. Temsilcisi.
14. Tutukluyor.
15. Abart .
16. Tutuklular.
ras nda gösterdi i kahramanl klarla Hamidiye Kahraman olarak an lan Orbay, 1942-44 y llar aras nda Londra büyükelçili i yapt .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
17. Keder.
18. Subay.
19. tilaf Devletleri: Birinci Dünya Sava ’n
karan ttifak Devletleri’ne kar birle en Fransa, ngiltere, Rusya’ya verilen ortak ad.
20. Bol evizm: Rus Sosyal Demokrat Partisi sol kanad taraf ndan öne sürülen ö reti. Proleterya devriminin ideolojisi.
21. Bo una.
22. Etkenlerden.
23. Albay .
24. nanm lardand .
25. Damat Ferit Pa a: Osmanl sadrazam . Sevr Antla mas ’n imzalad , Anadolu’da kurtulu için sava anlar asi ve e
ya ilan etti, Talât ve Cemal pa alar
26. Belirtisini.
27. Kamuoyu.
28. Anlam .
29. Sual olunmu , sorumlu.
30. Kâz m Karabekir: Millî Mücadele kahramanlar ndan. Asker, devlet adam .
31. Yard mc .
32. Belirli.
33. Uzmanlar.
34. Erzurum Kongresi: Kurtulu Sava ’n n hemen ba nda, 23 Temmuz 1919’da Erzurum Sultanisi’de toplanan kongre.
yaben idama mahkûm ettirdi.
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
2
zmir’in i gali ve iç karga al k
15 May s 1919’dan 16 Mart 1920’ye kadar
15 May s 1919 facias ndan sonra, Millî Mücadele’ nin nas l haz rland
saca anlatmak faydal olur.
stanbul’da, bütün memleketten gelen sâiklerle 35 bir hayli cemiyet kurulmu tu. Ba lang çta bunlar, ihtilâlci de ildiler. Do udaki cemiyetler aras nda Karadeniz ve Erzurum en canl görünüyordu. Çünkü, liman Trabzon olmak art yla o bölgede bir
Ermenistan kurulmas dü ünülüyordu. Yak n olan Bar Konferans ’nda bu mesele görü ülecekti. Yaln
u var ki, bu Karadeniz bölgesi co rafya bak ndan ve ayn zamanda halk n ihtilâlci ruhundan dolay , orada bir Ermenistan kurulmas için, yeni bir
gal ordusunun gelmesi gerekti.
Kilikya, 36 Frans zlar taraf ndan i gal edilmi ve Frans zlar n Ermenilerden bir asker kuvveti toplamalar büyük bir k zg nl k yaratm ve ayn zamanda kanl olaylara yol açm .
Antalya’y talyanlar i gal etmi lerdi. Yabanc bir i gal kuvveti olmalar ndan dolay ho görünmemekle beraber, talyanlar n halk za kar davran lar en medenîsiydi.
Trakya ve Mezopotamya’da da Türkler baz cemiyetler kurmu lard . Evvelâ, zmir’de Nureddin Pa a, ayet oras gal edilirse, mukavemet etmeye 37 karar vermi ti. Nureddin Pa a’n n oradan al nmas büyük bir endi e uyand rd . 1920 y olaylar için
haz rlanan bir hayli siyasî birlikler kuruldu.
stanbul’da, Hürriyet ve tilâf 38 parçalan yordu. Bunlar birkaç partiye ayr lm lard . Bu yeni partiler stanbul’ da mütevaz bir evde toplanarak Esad Pa a’n n himayesinde bir millî kongre meydana getirdiler. Bunlar n faaliyetini, “Topland lar, oturdular,
konu tular ve da ld lar,” vecizesiyle ifade edebiliriz.
O günlerde, Türklerin görü ünü harice 39 bildirmek çok güçtü. Burada Amerikan muhabirlerinin ve baz ahsiyetlerinin do ru dü üncelerine çok ey borçluyuz. Bunlar sayesinde Bat ’da Türklere kar verilen pe in hükümlere ra men, bizim görü ümüz
Bat ’ya s zmaya ba lad .
Karakol ad ta yan bir gizli birlik en önemlisi ve en iyi netice verenidir. Bunun reisi Kara Vas f Bey’di. Ufak tefek, esmer ve sa r olan bu adam çok büyük hizmetler görmü tür. Bir çocuk kadar saf gözleri ve konu mas onun manevî ve insanî
vas flar derhal aç a vururdu. 1908’den itibaren bir hayli ihtilâlci Türk liderleri tan
m ve y llarca Millî Mücadele’nin en nazik devirlerini ya am m. Fakat hiçbir zaman, Vas f Bey kadar prensiplerine sad k insana rastlamam m. ahsî öhret onu
hiçbir prensibinden ay ramazd . Derdi ki:
— Milletimizi kurtarabilecek olan ey kolayl kla elde edilecek bir ba ar de ildir; ancak manevî kudretimiz, hürriyet a
z, hak ve adalete inanc z bizi kurtarabilir.
Gerçi bu adam n ad en az bugün geçerse de, bence gelecek Türkiyesi’nin en gerçek bir yurtsever örne idir. Onun istedi i hür bir iç irade kurmak ve hiçbir yabanc kuvvete dayanmamakt .
Karakol ile münasebetim hayli drama benzeyen bir toplant da olmu tur. Benim oraya gitmemi, tabiî çok dikkatli ve gizli bir ekilde temin etmi lerdi. Gider gitmez kar kar ya geldi im ilk sima Kaymakam Kemal Bey (Kemaleddin Sami Pa a) 40 oldu. Bu
adam, Suriye’de mekteplere ve yetimevlerine çok yard m etmi ti. Hemen kar kar ya oturduk, bir kâ t üzerine millî maksad
tesbite çal k. Tabiî, o, memleketin co rafî durumunu çok iyi biliyordu. Ço u zabit olan bir hayli genç Türklerin üphe
götürmez ço unlukta olduklar yerlere gideceklerdi. Bu, Türkiye’yi payla maya haz rlanan tilâf Kuvvetleri’nin planlar na kar halk uyand rmak ve haz rlamak için yap lm .
Kara Vas f Bey, bu te ekkülün 41 ruhu, Kemaleddin Sami ise eli kolu ve idare cihaz n ba yd . O, istilâ kuvvetleriyle yak ndan temasta ve ayn zamanda el alt ndan Anadolu’ya silâh kaç rtmak yollar temin etmekteydi. Hatta, ngiliz ve Frans z
kuvvetlerinin depolar ndaki bir hayli silâh , kap lar, gemiciler ve orada çal an ba ka kimseler vas tas yla elde edip Anadolu’ya göndertirdi. Bunlar n aras nda 320 makineli tüfek, 1500 tüfek, 1 top, 200 sand k mermi, 10 000 üniforma vesaire Anadolu’ya
kaç lm . Kemaleddin Sami, stanbul’da Onuncu F rka Kumandan oldu u zaman, bütün gün vazifesini gördükten sonra geceleri de ihtilâli haz rlard . Gece yar ndan sonra Üsküdar taraf na geçerek muhtelif birliklerle temasa geçer, haz rlan rd ve
ekseriya gece saat ikiden sonra 42 bize gelir ve derdi ki:
— Dr. Adnan, 43 o kadar yorgunum ki, yatsam vücudum kendini yataktan yere at yor.
Yaz lar m, konu malar m, muhtelif ah s ve gruplarla temaslar m beni o kadar i gal ediyordu ki, mütemadiyen 44 de en hükûmetlerle hiç ilgilenmiyordum. Tek bildi im ey, bu hükûmetlerin tarafs z yahut da maksad za taraftar olup olmad klar yd .
Tabiî, Hürriyet ve tilâf iktidarda oldu u zaman benim vazifem de güçle iyordu.
16 May s 1919 sabah nda, kolejdeki hocam Miss Dodd bana telefon etti:
— Sen misin, Halide? Bu zmir meselesine çok can m s ld .
zmir mi? Ne oldu zmir’e?
— Yunanl lar i gal ettiler.
— Ya! Bunu der demez telefonu kapatt m. Bu olay n teferruat 45 yine telefonla muhtelif dostlar bana bildirdiler. zmir’i Yunan ordusu tilâf Kuvvetleri’nin donanmalar himayesinde 15 May s’ta i gal etmi ti. Vali zzet Bey de dahil, memurlar
Kordonboyu’na sürükleyerek “Zito Venizelos!” 46 diye ba rmaya mecbur etmi ler. Buna boyun e meyenleri Kordon’da saatlerce yürüterek üstlerini ba lar parçalam lard . Bir hayli kanl vakalar da olmu tu. Bu vakalar esnas nda ehit olanlar n say
hayli yüksektir. Hatta, askerler ve baz kumandanlar da buna dahildir. Fakat i in hayret edilecek taraf , bunun tilâf donanmas n gözü önünde yap lmas idi. te Mister Lloyd George’un 47 “Türkleri medenîle tirece iz,” diye gönderdi i ordu ne yaz k ki,
medenîle tirmek hareketine böyle ba lam r. Türk efkâr
ndan ç karan i te bu ilk zmir hadisesidir. 48
Ben, zmir’in i galinden sonra, hemen hemen bu mesele hakk nda bir kimse ile konu mam m. Fakat stiklâl Mücadelesi hissi bende bir çe it mukaddes cinnet hâlini alm . Art
ah s olarak ya am yordum. Bu millî, mukaddes cinnetin bir
parças ndan ibarettim. 1922’de zmir’i ald
z güne kadar benim için hayatta ba ka hiçbir eyin ehemmiyeti kalmam .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
zmir’in i galinden iki gün sonra, Üsküdar’da, K z Koleji’nde, daha önce vermi oldu um sözü yerine getirerek konu acakt m. Kolej’de her milletin mümessili konu acakt . Tabiî, konu sadece e itime ait idi.
Konferans salonu h ncah nç doluydu. Bütün mümessiller muazzam tezahürat aras nda konu tular. Frans z ve ngiliz zabitlerinin üniformalar
l p ld ve yüzleri galibiyet sevinciyle ma rur görünüyordu. H ristiyan az nl k talebe, tabiî, çok memnundu.
Nihayet, siyahlar giyinmi bir küçük insan, sahanl a ç kan merdivenlere yava yava rman rken, herkes ona bak yordu. O, bendim.
Söyleyeceklerimi haz rlam de ildim. Ancak, bu merdivenlerden ç karken dü ünmeye çal yordum. Ç kar ç kmaz, az nl kta olan Türk talebesinin gözlerinin bana endi e ile çevrildi ini hissettim. Bu gözlerin her biri bana birer mesaj yolluyor, âdeta o
anda beni memleketten ay rm yordu. Evet, karalara bürünmü Türkiye! Yüzü sapsar , omuzlar çökmü , gözleri elem içinde. Fakat, o galiplerin kuvvet ve sevincinden daha kudretliydi. Çünkü, zulme u ram milletinin haklar na imân etmi ti. O gün, o
Halide, o merdivenleri ç karken, sonunun bir sahanl k de il, bir idam sehpas olmas ve bu suretle inand mukaddes maksat u runda ölmeyi istiyordu.
zmir’den hiç bahsetmedim. Tahsilin, insanlar benzerlerine kar insanca bir duygu ve davran a göre yo urmad takdirde beyhude oldu unu söyledim. Konu urken kafam n içinde zmir’in i gali ve eski Romal lar n insanlar parçalatan e lenceleri
geçiyordu. Kafam n içindeki bu hayal beni o kadar sarsm
ki, alk lar bile duymad m. Sadece hat rlad m, uzun boylu, geni omuzlu ngiliz üniformal bir adam n kar mda durup benimle konu mas yd . Bu adam ngiltere’nin Yak
ark’taki
alâkas zl ndan bahsettikten sonra dedi ki:
— We have bitten off more than we can chew already. 49
Bu, General Long idi. Yüzündeki o mert ifade kendisine bir ey söylememe mâni oldu. Fakat içimden diyordum ki: “Türkiye sahiden çi nenemeyecek kadar büyük lokmad r. ngiltere, lokman n kenarlar Yunanistan’a çi netmek istiyor.”
Ertesi gün, Türk Oca ’ndan telefon ettiler. Bir ses:
zmir k talini protesto etmek üzere, hemen gel! Bu maksatla bir miting haz rl yoruz. Bütün talebe birlikleri buna dahildir. Ocak’ n reisi o zaman Ferit Bey’di.
Ocak’ta bütün gençler heyecan içindeydiler. Bir tanesi:
— Cebimde otuz lira olsa hemen zmir da lar na ç kaca m, dedi. O günlerde da a ç kmak iste i hepimizin içinde vard . Bundan hemen sonra, ne Padi ah’ n zavall siyaseti ne de tilâf ordular bir sürü genci zmir’e gitmekten men edebilirdi.
Bu toplant n ilk maksad bir protestodan ibaretti. Fakat, Ferit Bey, Zat- âhâne’ye bir heyet gönderilerek millî unsurlardan müte ekkil bir kabinenin kurulmas istemelerini teklif ediyordu. Ferit Bey, kendisini o zaman Dahiliye Naz olan merhum Ali
Kemal ça rtt için, mitingden evvel gitti. Buradaki konu may kimin yapmas gerekti i meselesinde herkeste bir tereddüt hâs l oldu. Sinirlilik son dereceyi bulmu tu.
— Ben konu urum, dedi im zaman, herkes çok sevindi ve ilk miting yerinin Fatih olmas na karar verildi. Bu, tilâf hava kuvvetlerinin mütemadiyen her hangi toplant üzerinde uçtu u günlere tesadüf eder. Gerçi, ben, 1908’den sonra bir hayli kapal
salonlarda konu mu isem de, hiçbir zaman aç kta konu mu de ildim. Çünkü, 1908’deki sokak kalabal klar n acayip konu malar bana biraz fena tesir etmi ti. Bununla beraber ruh hâletim beni o gün dü ünmekten menetti.
Halk, Fatih Belediyesi’nin önünde toplanm . Balkondan konu ulacakt . Sesimi kalabal n hepsine i ittirmek mümkün olabilecek mi, diye dü ünürken dramatik bir olay bana bu endi emi unutturdu. Binan n üzerinde ay-y ld zl rm bayraklar
rüzgârda sallan rken, onun alt nda da, yani balkonun demir parmakl ndan a
ya do ru bir siyah örtü sark lm .
Demir parmakl n siyah örtüsü üzerinde bir insan denizi ile kar kar ya gibiydim. Kalabal n ortas nda askerler ve zabitler vard . Onlar n etraf nda ço u genç olmak üzere, siyah çar afl kad nlar vard . Hepsi nutku bekliyordu. Ayn zamanda da beyaz
sar kl lar, k rm fesliler, birkaç tane de apkal vard . Fakat insan, kalabal n kar
nda, ne oldu unun fark na bile varm yor. Çünkü parlayan gözler, söyleyece ini insana ilham ediyordu. Hepimizin içinde haklar za ve kudretimize imân etmek gayesi
vard lk cümlem: “Gece en karanl k ve ebedî göründü ü zaman gün
en yak nd r,” oldu. Konu urken, sesim ta kar mdaki Uçak ehitleri An ’na çarp p geri geliyordu. Garip bir tesadüf olarak, i te bu ehitler An sesimi bu kalabal a duyuruyordu.
Ben ne söyledimse hepsini bu gözlerden ilham alarak söyledim. O kadar birbirimize dalm k ki, a
lara inen iki ngiliz uça
n fark na bile varmad k. Uçaklardan bir tanesi kalabal n sa taraf na dokunacak kadar indi. Beyaz sakall bir adam n:
“Allah, Allah!” diye üstünü ba
rtt görülüyordu. Kalabal k sa a sola ayr lmaya ba larken, orta yerdeki kad nlar m hlanm gibi duruyorlard . Kuvvetli bir asker sesi, kumanda veriyormu gibi, kalabal k içinden yükseldi:
— Gene konu !
Esasen ben susmu de ildim. Âdeta, korkmu bir çocu un elini tutarak, ona tehlikeyi unutturmak için konu an bir insan gibiydim. Biraz sonra, da lm olan kalabal k yerlerine döndü.
Darülfünûn’un Hukuk Müderrisi 50 Selâhaddin Bey, mitingin özetini yapt ve halk n Padi ah’a giderek milletini tutmas talep etmemizi istedi. Mitingi haz rlayanlar, Padi ah’a gidecek kimseleri seçmek üzere Bayezid’e, Darülfünûn’a döndüler. Ben iki
talebeyle beraber Zat- âhâne’ye gitmeye memur edilmi tim.
ld z’a ç kan yoku un nihayetindeki saraya geldi imiz zaman lâmbalar yanm . Buralarda çocukken ne kadar dola
ve oynam m. Sarayda, siyahlar giyinmi bir kâtip bizi kabul salonuna götürdü. Çocuklara ve bana üphe ile bak yordu. Kendi
kendime, acaba Padi ah t pk XIV. Louis gibi, halktan gelen herhangi bir eye kar sinirleniyor muydu, diye sordum. Her hâlde mitingin haberleri saraya gelmi olacakt ve tabiî kudretini irsî ve ilâhî zanneden bir hükümdar buna sinirlenebilirdi.
Birisi Bahriyeli olmak üzere, iki tane yâver, bizi büyük bir samimiyet ile kabul ettiler. Galiba onlar n kalbi bizden yanayd .
Padi ah’ n Birinci Mabeyincisi Yâver Pa a, güya özür diler gibi ellerini ovu turarak yan za geldi. Bilhassa genç talebelerden çekinir görünüyordu. Yâver Pa a, huzur-u âhâne’ye birkaç defa girip ç kt . Nihayet büyük bir esefle Padi ah’ n hasta
oldu unu, bundan dolay bizi kabul edemeyece ini fakat evlâtlar n arzular dikkate alaca
söyledi. Yâver Pa a, kendi ad na da gayet nazik sözler ilâve etti. Fakat talebe:
— Bizi halk gönderdi, mutlaka kabul edilmek isteriz, diye birkaç defa srar etti. Bu, Yâver Pa a’y tabiî çok üzüyordu. Ona, Padi ah’a emir verir gibi haber gönderen bir gençlik çok kötü bir tesir yapm . Ben, sadece halk n arzusunu söyledikten sonra,
hep birlikte saraydan ayr ld k. Y ld z Yoku u’nu inerken, bu yerlerin Abdülhamid zaman na nisbeten ne kadar bo alm ve toz toprak içinde oldu unu gördüm. çimde, Osmanl hanedan n son günlerini ya ad klar hissi hâs l oldu.
Bunu takip eden cuma günü, Haydarpa a T p Fakültesi talebesi ve Kad köylüler orada da konu mam benden istediler. F rt nal ve ya murlu bir gündü. Fakat bu, halk n orada toplanmas na mâni olamad . Ben gene Belediye binas n balkonundan
konu tum. Önümde bir emsiye denizi çalkalan yordu. Arada bir, sular n arkas ndan baz yüzler de görebiliyordum. Onlar n arkas ndan beyaz köpüklü dalgalar mütemadiyen ak p gidiyor ve ta uzaklarda, ufuklarda mavilik görünüyordu. Fakat, ya mur
devam etti ve halk üç saate yak n oradan ayr lmad .
Bu miting de Fatih mitinginin hemen tekrar ndan ibaretti. Bu aylar benim için daima aç kta konu makla geçti. Fakat o ay n daha sonraki cuma günü Sultan Ahmed mitingi oldu.
Bu, 6 Haziran 1919’a rastlar. Sultan Ahmed Meydan ’na, Fuad Pa a Türbesi Soka ’ndan girdim. Yan mda kaç ki i vard , beni kim götürüyordu, bilemiyorum. Kalbim o kadar at yordu ki, yürürken sallan yordum. Fakat meydan n ba na gelip de
kalabal görünce bana sükûnet geldi. Sultan Ahmed Camii’nin minareleri, mavi bo lu a yükselen, ilâhî bir sanatkâr n elinden ç km beyaz neyler gibiydi. Minarelerin dar erefelerinden siyah bayraklar havada dalgalan yordu. Cami’nin önünde, yerde,
yüksek bir kürsü vard . O da siyah bir örtüyle kapl yd . Kürsünün önünde Wilson’un on ikinci prensibini temsil eden bir yaz vard . 51 Sade meydan de il, ta Ayasofya’ya kadar insan doluydu. Halk o kadar s
ki, hareket edemeyecek bir hâlde idi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Askerler kalabal n iki yüz bin ki i oldu unu söylüyorlard .
Bu k ldanamayacak kadar s olan kalabal ktan ba ka, Cami’nin demir parmakl klar , damlar, cami kubbeleri dahi insanla doluydu. Nas l o kürsüye yakla abildim, fark nda de ildim. ki yan mda, iki önümde dört süngülü asker, bana yol aç yordu.
Bunlar n gösterdi i bir karde sevgisi ve itinas ömrüm oldukça unutmayaca m. Acaba, bunlardan beni oraya götürmeleri istenmi miydi? Yoksa, kendi kendilerine mi gelmi lerdi, bilmiyorum. Kürsünün önüne geldi im zaman, hayat n en önemli
dakikalar ndan birini ya ad
hissettim. Vücudumun her zerresi elektriklenmi gibiydi. Bu hâl, herhangi ba ka bir zamanda beni derhal öldürebilecek kudretteydi. Fakat, o an, benim için unutulmaz bir tecrübedir, çünkü hiç sesi ç kmayan bu iki yüz bin
ki inin st rab bana a lam .
nan yorum ki, Sultan Ahmed’teki Halide, her günkü Halide de ildi. Bazan en mütevaz ve tan nmam bir insan n büyük bir milletin büyük idealini temsil edebilece ine inan yordum. O günkü Halide’nin kalbi bütün Türk kalplerinden gelen hisle at yor ve
Halide’ye gelecek y llar n facias duyuruyordu.
Minarelerden gelen seslere, kalabal k aras ndaki yüzlerce ulema, Müslümanl k’ n bir nakarat olan “Allahu Ekber, Lâ ilâhe illâllah, Vallahu Ekber, Allahu Ekber Velilhamd” ile bu seslere kat yordu. Halide, bu harikulâde teraneyi dinlerken kendi kendine
unlar söylüyordu:
nsanlar n karde li ini ve bar
ifade eden slâmiyet ebedîdir. Bat l inançlar ve dar görü ler slâmiyet de il. Allah’tan gelir gerçek slâmiyet. Ben bugün onun en yüksek noktas ifade etmeye mecburum. Türkiye, benim zulme u ram milletim de
ebedîdir. O, öteki milletlerde olan kusur ve faziletlere sahip olmakla beraber, hiçbir maddî kuvvetin yok edemeyece i manevî bir kudrete de sahiptir. Ben, bu gün onun zirvesini anlatmal , insanl n karde li ini ifade eden ruhunu vermeye çal mal m.”
Halide’nin sesinin belli bir noktadan öteye gitmedi ine eminim. Bu yüz binlerce halk için o, sadece kara bir noktadan ibaret kalm r. Fakat, bu insan denizi içinde insan ürküten mutlak bir sükût vard . Belki herkes kendi içinden gelen sesi dinliyordu.
Halide ise, o günün kelimesiz gelen bir mesaj n bir medyumundan ibaretti.
Önce minarelere hitap ederek onlardan anl tarihimizin devam ettirilmesini istiyordum. Bu konu man n bir cümlesi millet aras nda vecize yerini ald : “Milletler dostumuz, hükûmetler dü man zd r.” Bunu söylerken Halide, demokrat esaslara ba
hakikî bir Müslüman milletin hissini ifade ediyordu. Nihayet, Halide, onlar n a
da söyleyece im esaslara ba kalacaklar na iki defa yemin etmelerini teklif etti:
1. nsanl k ve adalet esaslar na sad k kalmak,
2. Her hangi artlar alt nda olursa olsun, hiçbir kuvvete boyun e memek.
Binlerce ses, bir u ultu hâlinde:
— Yemin ediyoruz, diye cevap verdi. Gök gürlemesini and r insan sesleri yükseliyor ve Halide’nin ayaklar n alt ndaki kürsüyü sars yordu. Ayn zamanda, tilâf Kuvvetleri’ne ba uçaklar minarelerin aras nda uçuyor, kalabal tefti eden bir polis
vazifesini görüyordu. Âdeta bir dev ar gibi v ldayan bu makineler bizi korkutmak istiyordu. Fakat hiç kimse maddî bir kuvvetten haberdar de ildi. Her hangi halk n, yüre ine ölüm korkusu üstünde bir his gelebilir. nan yorum ki, o gün, ayet uçaklar ate
açm olsayd , bu yeni mücadele ruhuyla kendinden geçen halk bundan haberdar olmayacakt . Nihayet, Halide, kürsüden a
bakt zaman, önünde bir sakat asker kalabal gördü. Hepsi itinayla giyinmi lerdi. çlerinden bir genç grup kürsünün önünü
alm , kalabal n oraya girmesine mâni oluyordu. Bu kürsüye en yak n olan yar m insan dairesinin aras nda Frans z üniformal , yak kl , ince yüzlü bir adam vard . Bu, General Foulon’du. Frans z do an bu adam n yüre i o gün Türk’tü ve bütün Türk
gençleriyle beraber onun da gözlerinden ya lar ak yordu.
Bu gerginlik, a
daki genç bir Darülfünûnlunun sesiyle k ld . Birdenbire:
— Milletim, zavall milletim, diye ba rarak h çk rmaya ba lad ve birden dü üp bay ld . Bu, Halide’yi içine dü tü ü vecitten 52 kard ve kürsüden inerek o da yard na ko tu.
Burada, hat rat
tekrar birinci ah sa çeviriyorum.
Kürsünün merdivenlerinde ye il sar kl bir adam oturuyordu. Alelâde, Anadolulu bir hocayd . Top sakallar ndan a
ya do ru gözya lar ak yordu.
— Halide Han m, Halide Han m, k m, diye a layarak ellerimden yakalad . Ben, onu kürsünün merdivenine oturtarak yan na ili tim. htiyar, ba ellerimin üstünde, a lamaya devam etti. Ben de a yordum. Fakat arkas ok ayarak yukar
gösterdim:
— Git, dua et, dedim. O da yukar karak kürsüden Türkçe olarak memlekete dua etti ve bu suretle miting sona erdi. 53
Fuad Pa a Türbesi Soka ’n n ba nda, bu muazzam kalabal kta bir de iklik oldu unu fark ettim. Âdeta içeriden esen bir rüzgâr f rt nal bir hareket vücuda getirmek üzereydi. Birkaç saniye içinde bütün kalabal k ko uyor ve konu uyordu. Bunun bir
panik olmad
anlad m. Her hâlde daha ba ka bir sebeple heyecana gelmi lerdi. Umumiyetle kalabal klar hayvanî içgüdülere tâbidirler. Fakat, nadiren de mucize gibi mukaddes bir hisse de tâbi olurlar. Sultan Ahmed mitingi büyük günlerden biriydi,
esen rüzgâr da onun bir neticesiydi. Bir ihtiyar Nafia Nezareti’nin 54 duvar na dayanm , ellerini gö e kald rm , bir eyler m ldan yordu. Orta ya , yoksul k kl bir kad n, ellerini sallayarak ko uyor:
— O da geldi, bize geldi, diye ba yordu. Gelen kimdi? Benim ilk hissim, Müslümanlar n muhayyilelerinde bazan uyan veren bir evliya olmas ihtimaliydi.
Ablam n k Feride e ildi, iskarpinlerini ç kararak ko maya ba lad . Hepimiz ko uyorduk. Ben, Feride’yi tutmak istiyordum. Soka n ba na gelmeden yakalad m.
— Ne oluyor, Feride?
— Teyze, geldi, geldi!
— Kim geldi?
— Padi ah!
O zaman anlad m. Divan yolu’nun ba nda bir a aca dayanarak insan ak
seyrettim. Hiçbir araba gitmiyordu. Yaln z insanlar. Ne Padi ah ne de alay. A ac n öbür taraf na bir bahriye zabiti ili mi ti. Gülümsedi. Fakat bu gülümsemede bir ac k vard .
Sordum:
— Padi ah nerede, karde im?
— Padi ah filân yok. Bu, halk n hayalinde. Görüyor musunuz, kalabal n içinde mü ir 55 üniformal birisi var.
ildim, bakt m. Hakikat, uzun ve ince, Vahidettin’e benzeyen bir adamd .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Bu, evket Turgut Pa a. Harbiye Naz . Harbiye’ ye giderken halk onu Padi ah zannetmi , arabas ndan indirmi , yürütmeye ba lam
imdi yava yava tan yorlar.
Heyecan yava yava azal yor.
— O de il, diye ba rmaya ba yorlard . Fakat, baz lar hâlâ ümitlerini kesmeyerek evket Turgut’un arkas ndan ko uyorlard . Galiba iki hafta önce Y ld z’da Osmanl hanedan n sona erdi ini dü ündü üm zaman pek yan lmam m.
Bahriye zabitinin kalabal k aras na kat lmadan önce son sözü u oldu:
— Hem ire, Padi ah’ n gelmedi ine ükredelim. 56
O ak am stanbul’daki evimde geçirecektim. Saat dokuza do ru bir Darülfünun talebesi bana geldi. Halk aras nda tilâf Kuvvetleri’nin beni tevkif ettikleri söylentisi dola
ve büyük bir heyecan yaratt
söyledi. Hatta, baz lar beni, iki yabanc zabit
aras nda bir arabada götürülürken gördüklerini ileri sürmü ler. O gece, en a
on kere, bilmedi im adamlar beni telefona ça rarak bu söylentinin do ru olup olmad
anlamak istediler. Hakikat hâlde, tilâf Kuvvetleri’nin askerî merkezlerinde Sultan
Ahmed’in o çok sulh ve sükûn içinde geçen mitingi endi e uyand rm . Ayn zamanda, Beyo lu’nda H ristiyanlar da telâ a dü mü tü. Sokaklarda ko
arak:
— Türkler geliyor, Türkler geliyor, diye feryat etmi lerdi. tilâf Ordular , Kas mpa a taraf na bir topçu kuvveti yollam lard . Ayn zamanda ngilizler, Ferit Pa a’n n hapsettirdi ttihat ve Terakki 57 liderlerini gizlice hapisten alarak bir sava gemisiyle
Malta’ya göndermi ti. Bunlar aras nda, Fethi ve Hüseyin Cahit beyler ve daha hayli tan nm adam da vard . Halk bunun, Ferit Pa a hükûmeti taraf ndan yapt lm oldu unu söylüyordu.
Art k olaylar bir sinema eridi h yla birbirini koval yordu. Tevfik Pa a’n n Meclis-i Mebusân’ kapatmas söylentisi kuvvetlenmi ti. Bu, büyük bir endi e uyand yordu. Çünkü, Padi ah’ n bir daha, bir meclis açt rmamas ihtimalini hat ra getiriyordu. Bu
nokta, yaln z Anadolu’da de il, stanbul’da da siyasî çevrelerde ciddî olarak ele al nm . Haziran’ n 7. günü muhtelif gruplar n temsilcileri toplan p bu meseleyi konu acaklard . Bu, millî birli in kendine mahsus bir karakteri vard . Bu, mparatorluk’un en
tan nm otuz azas ndan te ekkül ediyor ve ba nda Ahmed R za Bey bulunuyordu. Burada eski sadrazamlar ve kumandanlar da bulunuyordu. Bir genç, gülerek, bunlar n aras nda üç kabine kurabilecek ah slar bulundu unu söylemi ti. Önce, otuz be
muhtelif te ekkülün temsilcileri yukar da topland lar. Bunlar gençlerden te ekkül ediyordu. Nihayet on bir ki i seçmi ler ve ertesi gün seçim yapmak için harekete geçmelerini istemi lerdi. Seçilenlerin birisi de bendim; bunu, “Topland lar, konu tular ve
da ld lar,” diye ifade edebiliriz. Ondan sonra, Millî Birlik beni davet etti. Sebebini hâlâ bilmiyorum. Mütevaz bir odada otuz ki ilik gayet vekarl bir topluluk vard . Ömrümün sonuna kadar bu derece vekarl insanlar bir arada bir daha görece imi
sanm yorum. Hemen hepsi boylu poslu, iyi giyinmi , Türk tarihinde yer alm adamlard . Ahmed R za Bey, en önde görünüyordu. Ben de siyah çar afl , küçük cüce, bir kö eye çekilip kendimi saklamak istiyordum. Bu ya büyükler de huzursuzluk
içindeydiler. Hepsi gayet ciddî ve resmî bir Türkçeyle konu uyor, sözlerini tarta tarta söylüyorlard . Kendi kendime, büyükannemin sa olmad na üzüldüm. Çünkü, bunu kendisine anlatmak çok tatl olurdu. Uzun bir tart madan sonra Padi ah’a iki temsilci
göndererek seçimlerin yap lmas rica etmeye karar verdiler. Fakat, bu temsilcilerin kimler olaca meselesi büyük tereddüt uyand rd . Ben, kendi kendime, “Bu defa, bu temsilcilerden biri her hâlde ben olmayaca m,” diyordum. Nihayet, aralar nda en
man olan Celâleddin Arif Bey ile Mü ir Hur it Pa a’y seçtiler. Bunu takip eden gayet nazik selâmla madan sonra ayr ld k.
Rumeli Hisar ’n n yoku unu t rman rken saat dokuz buçuktu. Yemek yiyemeyecek kadar yorgundum. Papuçlar
kard m, bir koltu a oturdum. Mahmure Abla geldi ve dedi ki:
— Dün gece Kolonel Heathcote Smythe geldi, seni görmek istedi. imdi, sen gelmeden önce de geldi, tekrar gelece ini söyledi.
Kolonel H. Smythe, Amerikal Galthorpe’un sa koluydu ve Rumeli Hisar ’nda bize kom uydu. Kendi kendime dedim ki: “Her hâlde ahsen beni tevkife gelecek de ildir; olsa olsa, siyasî bir eyler söyleyecek.”
Kolonel H. Smythe, saat on biri geçe geldi. Bunu hat rl yorum. Çünkü, Dr. Adnan telefondayd ve diyordu ki:
— Hay r, hay r, kendisi burada. Bir ey olmad .
Sordum:
— Ne var?
— Talebeden biri, güya iki ngiliz zabiti seni bir arabada götürürken görmü .
Kolonel Smythe, kendi hakk nda dola an söylentilere ra men sakin ve canayak n bir insan gibi görünüyordu. Bahriye üniformas içinde uzun boylu ve bahriyelilere has tavr yla ho bir intiba b rak yordu. Yüzü hislerini pek aç a vurmuyordu. Gözlerinin
kenar nda ve s ms ince dudaklar nda bir kurnazl k hissediliyordu.
Vaktiyle, Tevfik Fikret’in talebesi oldu undan, önce Türkçe konu maya ba lad yi konu uyordu. Fakat, çarçabuk ngilizceye ba lad ve niçin geldi ini anlatt ngiltere, bu millî hissiyat , yani mitingleri çok be eniyormu . Bundan ba ka da, ngiltere’nin
milleti temsil eden bir hükûmeti, mutlak yete tercih edece ini de ilâve etti.
— Sizin bu fikirde olan adamlar Malta’ya göndermi oldu unuzu haber ald m, derken içimdeki istihzay zor zaptediyordum.
— Onlar ttihatç idiler.
— Geçmi günlerde ttihatç olan çok adam vard . Meselâ, bugün ttihatç lara muhalif olan Ferit Bey.
u Trablusgarp kahraman , de il mi?
Demek kahraman tabiatl lar aforozluydular. Sualine cevap vermeden dedim ki:
— Beni tevkif etmi oldu unuzu, bütün ehir söylüyor.
Biraz
rd ve alelacele u kelimeleri söyledi:
— Oh, we gave up this idea. 58
Acaba beni tevkife karar verip de sonra vaz m geçmi lerdi, yoksa bu bir tehdit miydi? Ve acaba herhangi bir dakika beni tevkif edecekler miydi? Bunu kestiremiyordum.
— Millî Kongre’de faaliyetinizi haber ald k.
— Onlar gizli de ildi ki!
— Ayn zamanda Sultan Ahmed’teki gibi bir miting daha yaparak Padi ah’ seçime ve Meclis’i açmaya zorlamak istiyormu sunuz.
Bu defa ben
rd m. Gerçi böyle bir fikir aram zda konu uluyor idiyse de, bunu kongrenin toplant nda söylememi tik. Böyle bir karar al rsak, bunu ngilizlere söyleyecektik ama, onlar bunu nereden haber alm lard ? Yüzümdeki
nl anlam
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
olacak ki, muzafferce bir gülümsemeyle:
— Buna devam ediniz. Büyük bir miting yap z, Meclis’in iadesine karar verirseniz, ngiltere de sizi tutar ve halk n temsilcileriyle anla may Padi ah’la anla maya tercih eder.
Ben:
— Bakal m, dedim.
Nihayet, bize ba ar diledi ve gülümseyerek ayr rken:
— Bunu dostlar zla konu unuz, dedi.
Bundan kimseye bahsetmeden önce, Kolonel H. Smythe’in söyledikleri üzerinde hayli dü ündüm. Acaba, bu resmî makamlar n ilham
yd ? Acaba ngiltere Do u’daki siyasetinden bahsederek, halk n hareketine mâni mi olmak istiyordu? Yoksa,
Kolonel H. Smythe sadece benim a
ar yordu? çimdeki bu suallere ben cevap bulamad m (Kolonel Smythe bir gün hat ralar yazarsa, her hâlde okuyaca m).
Bu mülâkat dostlar ma anlatt m zaman, umumî kanaati bunlardan biri ifade etti:
ngilizler bir ey söyledi i zaman, onun tamamen tersini yapmak gerek. yi niyetli olsalard , bu adamlar Malta’ya götürürler miydi? Belki kafal adamlar n daha birço unu birdenbire tevkif etmeye karar vermi lerdir. Benim tavsiyem böyle bir mitingde
konu maman zd r.
Hemen, T bbiye talebesi te ekkülünün ba nda olan Dr. Re it Galib’e telefon ettim. Kendisi, Dr. Hasan Ferit’le beraber Tav anl ’ya gidip köycülük harekât na i tirak edeceklerdi. stanbul’daki evimde beni görmesini söyledim.
O ak am, mitinglerin daha fazla adam Malta’ya göndermesi için bir bahane olmas ihtimalinden dolay , bunlardan vazgeçilmesini söyledim.
aallah, Padi ah Anadolu’daki ba kald rman n tesiri alt na girecekti. Bu miting yap rsa, daha sessiz ve daha
tan nmam adamlar ba na koymas gerekti ini de ekledim. Re it Galib, talebeyi bu sahada harekete geçirmeye karar verdi.
Bununla beraber, Re it Galib’le birlikte daha tehlikeli bir hareket dü ünüyorduk. Bu da, sokaklara ilânlar koydurarak Paris Bar Konferans 59 toplanmadan önce bizim Te kilât ad na, Padi ah’ n seçim yapt rmas istemekti.
Dr. Re it Galib:
— Bizi, bütün polis ve zaptiye te kilât takip ediyor, dedi. Kendisi Tav anl ’da yap lacak olan köycülük harekât na çok ba oldu u için siyasî bir güçlük ç kmas istemiyordu. Fakat, T bbiye talebesi üzerinde o kadar büyük bir tesiri vard ki, bundan da
vazgeçemiyordu. Ayn zamanda tehlikeden de ho lan yordu. Her hâlde kar k bir i ti bu.
ki gün sonra, stanbul ba tan ba a bu ilânlarla dolmu tu. Hükûmet heyecana geldi, ilânlar bir bir toplatt rd . Fakat, bunlardan bir tanesi Bab âli’nin duvar nda ve polisin gözleri önünde duruyordu. Bunu tehlikeli, gizli bir cemiyetin yapm oldu u
san yordu. Re it Galib, bunu kendisinin yapm oldu unu söyledi ve dedi ki:
— Bir polisle o kadar dost olduk ki, bunu benim yapaca
dü ünmedi. Kendisi bir ba ka polisle konu mak için biraz uzakla nca, hemen duvara ilân yap rd m.
Bundan sonra küçük bir miting daha yap ld . Fakat, art k mitinglere ra bet azalm
ve bizler Darülfünûn salonunda toplan yorduk.
Mustafa Kemal Pa a, zmir’in i galinden bir gün sonra, yani May s’ n 16. günü Anadolu’ya hareket etti. Bu tarih, Millî Mücadele’de bir dönüm noktas r. Padi ah ve Damat Ferit, onu Do u’yu yat rmak için göndermi ti. Görünü te hükûmetin emrini
kabul etmi gibi davran rken, gizliden gizliye Ali Fuad Pa a 60 (Ankara’da On kinci Ordu Kumandan ), Kâz m Karabekir Pa a (Erzurum’da Dokuzuncu Ordu Kumandan ) ve Rauf Bey ile anla
. Onunla beraber gidenler aras nda Miralay Refet (Refet
Pa a) 61 de bulunuyordu. Refet Pa a, Samsun’da Üçüncü Ordu Kumandan ’yd . Bundan ba ka da Miralay Arif (Sakarya’da Mustafa Kemal Pa a ile beraberdi), Amasya’da ilk tarihî toplant da haz r bulunmu tu.
Rauf Bey, stanbul’dan Ankara’ya giderek orada Ali Fuad Pa a ile birle ip Amasya’ya hareket etmi ti. 9 Haziran’da Amasya’da, Mustafa Kemal Pa a, Ali Fuad Pa a, Miralay Refet ve Rauf beylerin imzas yla bir protokol imzaland . Miralay Arif, Anadolu
nk lâb 62 ad alt nda yay mlad kitapta bu protokolün di erleri taraf ndan da tasdik edilen eklini öyle tarif ediyor:
“Mustafa Kemal Pa a, Amasya’dan muhtelif kimselere mektup yazm r. Ben, onun ilk mektubunu oradan ald m. Hususî bir kurye ile gelir, e er aceleyse, Kemaleddin Sami Pa a’ya bir ifre ile gönderir, o da Harbiye Nezareti’nde ismini bilmedi im bir
zabite tevdi ederdi. Meâli udur:
“Merkezî hükûmet tamamen ecnebi kontrolü alt ndad r. Türk milleti, ecnebi hâkimiyetini reddetmeye karar vermi ve bunu memleketin her taraf ndaki te ekküllerle isbat etmi tir. Bu, muhtelif te ekküllerin faaliyetleri birle tirilmelidir.
Sivas’ta bir kongre toplanmal ve bunun yeri ve tarihi –aç ncaya kadar– gizli tutulmal r.
stanbul’dan gönderilen ve millî nokta-i nazardan kanaatleri üpheli olan kumandanlar kabul edilmemelidir.”
Ayn zamanda, ihtiyaç hâs l olunca, Ali Fuad Pa a’ n n Orta ve Bat Anadolu’da askerî ve sivil idareyi eline almas kararla
lm . Konya’daki Kumandan Mersinli Cemal Re it Pa a 63 ve Kâz m Karabekir Pa a bu kararlar telgrafla kabul etmi lerdir.
Amasya Protokolü’nün 64 imzas na kadar stanbul Hükûmeti’nden ayr lmak ve Anadolu’da yeni bir hükûmet kurmak arzusu belirmi ti. Bundan ba ka da, Amasya Protokolü’nün üslûbu, stilâ Kuvvetleri’ne kar millî bir müdafaa kurmak arzusunu da ifade
ediyordu. Memleketin bu kanl durumunda Protokol’ün üzerlerine yükledi i mesuliyet hakk nda tek söz alan Miralay Refet olmu tu. Miralay Refet, Protokol’ü okuduktan sonra, Ali Fuad Pa a’ya dönerek demi ti ki:
— Yeni bir hükûmet mi kuruyoruz? Yoksa memleketin müdafaas
organize ediyoruz?
Ali Fuad Pa
öyle cevap vermi ti:
— Bu noktalar dü ünürken yeni bir hükûmet kurmay tasarlamad k. Fakat, e er müdafaa sadece bu artlar alt nda mümkünse, niçin kurmayal m?
Miralay Refet de cevab nda:
— Bunu, yaln z aç k bir münaka adan sonra yapabiliriz. Ben itiraz ettim, çünkü bundaki niyeti anlad m.
Ali Fuad Pa a, Miralay Refet’in arkas ok ayarak demi ti ki:
— Nazariyeyi b rak, Refet. mzan at.
Refet imzas atm . Her hâlde, bu meselede, ikna edilmesi en güç olan kimse Miralay Refet olmu tu. Refet Pa a’n n, gayet tenkitçi, kurnaz ve ayn zamanda ihtilâlci ve son derece cesur bir taraf vard .
Ali Fuad Pa a, Ankara’ya döndü ve di erleri Sivas yoluyla Erzurum’a hareket ettiler. Orada, Sivas Valisi Re it Pa a ile konu tular ve o da Sivas Kongresi’ne sad k kalmay vaad etti.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bütün bu i ler kolay olmad . Amasya toplant
n haberi stanbul’a gelmi ve tilâf Kuvvetleri buna çok aleyhtar olmu lard . Orta Anadolu’da bulunan Ali Fuad Pa a gayet sa lam bir millî te kilât meydana getirmi ti. Tabiî, bunlar muntazam birlikler
de ildi. stanbul Hükûmeti buna ra men, kendisini yerinden almaya cesaret edemedi. Amasya Protokolü’nün imzas ndan bir hafta sonra Ali Fuad Pa a, Orta Anadolu’daki telgraf merkezlerini ve sivil idareyi eline ald . Onu da harekete sevk eden ey,
Mersinli Cemal Pa a’n n Konya’dan kald lmas ve güvenemeyece i adamlar n valiliklere getirilmesi idi.
Kâz m Karabekir Pa a’n n arkas nda büyük bir ordu vard . Bundan ba ka da, Erzurum halk kendisini tutuyordu. Bundan dolay , ona dokunmak mümkün de ildi. Erzurum’un kongre merkezi olarak seçilmesi, bundan ba ka da Do u vilâyetlerinde bir
Ermenistan kurulmas ve Trabzon’un da ona liman olarak verilmesi tasavvuruna 65 kar al nm bir tedbirdi. Bu Millî Harekât’ n ba ta gelen önderleri aras nda unlar vard :
Necati, Hüseyin Avni, Hoca Refet. Bunlar, Kâz m Karabekir’e giderek Erzurum’u bo altma emrini al rsa ne yapaca
sormu lard .
Aralar nda öyle bir konu ma olmu tu:
Kâz m Karabekir:
— Hükûmet Erzurum’u bo altmam emrederse, bir asker s fat ile emrine itaate mecburum.
Onlar:
— Bizi dü mana m rakacaks n?
— Hükûmetin emri üstünde milletin iradesi vard r. E er millet, temsilcileriyle bunu zhar ederse, 66 onlara itaat edip i gale kar gelirim.
Kâz m Karabekir, Erzurum Kongresi’ni daha esasl bir noktaya dayatmak istiyordu. Bu Kongre, Mustafa Kemal Pa a’n n ba kanl nda aç ld . Ne yaz k ki, Mustafa Kemal Pa a’n n üniforma ile gelmesi Erzurumlular pek memnun etmedi.
Kongre esnas nda, Harbiye Naz , Kâz m Karabekir’e, Mustafa Kemal Pa a’y ve Rauf Bey’i tevkif için emir verdi. Ayn zamanda da Kâz m Karabekir Pa a’y Do u Anadolu’daki bütün askerî kuvvetlerin müfetti i (yani Mustafa Kemal Pa a yerine)
nasbediyor 67 ve Kongre’yi derhal kapatmas emrediyordu. Kâz m Karabekir bu emre itaat etmedi. Mustafa Kemal Pa a’n n yerine bir müfetti tayinini gayri me ru say yordu. Bir defa, Mustafa Kemal Pa a’y Millî Hareket’in ba olarak kabul ettikten sonra,
Kâz m Karabekir sözüne sad k kalarak Mustafa Kemal Pa a’dan emir ald . Mustafa Kemal Pa a da o zaman ordudan istifa etti.
O devrin durumunu inceleyenler, Kâz m Karabekir Pa a’n n uza gören ve süratle hareket eden bir insan oldu unu takdir ederler. Gayet muvazeneli 68 ve ak ll bir adamd . Herhâlde Do u’yu tehlikeli bir maceraya atmak istemiyordu. Ayn zamanda, ayr
bir hükûmet kurmay da istemiyordu. Çünkü, bunun ahsî olmas ihtimalini görüyordu. Bundan dolay , bir taraftan hükûmet merkezini iknaya çal rken, onun yabanc kuvvetler elinde bir oyuncak olmas na da mâni olmak istiyordu. Her hâlde, Türk
topraklar nda bir Ermenistan kurulmas na kar cephe al yor ve bunun için haz rlan yordu.
Durum a
daki noktalardan dolay hayli nazikti:
Kafkasya’da sadece ngiliz askerlerinden müte ekkil 69 iki f rka vard . Bunlar, Türkleri kanl hareketlere sevk için k
rtmak suretiyle Ermenileri kuvvetlendirmek istiyorlard . Bu devirde, Erzurum’da oturan Kolonel Rawlinson, Do u vilâyetlerinin ba nda
idi. Kendisi bir taraftan orada durumu incelerken, di er taraftan stanbul’a da ba idi. Kâz m Karabekir, halk n k
rt lmas na ve kar kta bulunmas na engel olmaya çal yordu. Türklerin kar kta bulunmas hem Ermeniler için, hem de tilâf Kuvvetleri
için ho a giderdi. Çünkü, bu, Türk topraklar nda bir Ermenistan kurulmas na bir bahane olabilirdi. Bundan dolay , Kâz m Karabekir ngiliz Kuvvetleri çekildikten sonra harekete geçmek istiyordu.
Kolonel Rawlinson’un vazifesi, Do u Anadolu’nun silâhlar elinden al p silâh ve cephaneleri Kafkas Ermenilerine götürmekti. Bu, a
yukar zmir’de oynanan oyunun ayn olabilirdi. Kâz m Karabekir, Türk silâhlar n Ermenilere geçmesine iddetle
kar koyuyordu. Fakat, silâh götüren trenler Hasankale’den öteye gidemediler. Çünkü, oradaki Türk milliyetçileri trenlere hücum ederek silâh ve cephaneleri ald lar. 1920’de Kâz m Karabekir’in Ermenilere kar harekât nda bu silâhlar kullan lm r.
Bu kadar birbirine z t tesirler ve karga al k aras nda Do u vilâyetlerinin korunmas , Kâz m Karabekir’in en çok övülecek hareketlerinden biridir. Kafkasya Ermenileri ve Do u Anadolu’yu tefti eden Amerikan askerî komisyonunun ba nda olan General
Harbord bana öyle bir devirdeki emniyet ve intizamdan büyük bir takdirle bahsetti.
Ayn zamanda, Erzurum Kongresi u üç nokta üzerinde çal maya karar verdi:
1. Millî Misak’ 70 haz rlamak,
2. Anadolu’nun müdafaas için haz rl k yapmak,
3. ayet Anadolu’da muvakkat 71 olarak Millî Müdafaa için bir hükûmet kurulacaksa, bunu idare için (Heyet-i Temsiliye) ad alt nda bir heyet seçmek. Fakat e er Kongre geçici bir hükûmet kurmak için bir heyet seçerse, bu heyetin merkezî hükûmetin
kanunlar tatbik etmesi lüzumunu tesbit etmek ve bir Millî Misak tesisinden sonra hükûmetten çekilmek.
Erzurum Kongresi, stanbul Hükûmeti’ni ve Padi ah’ ürküttü ve bunun neticesi olarak, bir seçim yapmak meselesi ciddî olarak konu ulmaya ba land .
Erzurum Kongresi, 23 Temmuz ve A ustos 1919’da Sivas’ta ba ka bir kongre yapmak için harekete geçti. Burada Bat ve Orta Anadolu ile hatta stanbul’un temsilcileri bulunacakt . Sivas Rauf Bey’i, Erzurum Mustafa Kemal Pa a’y ve Hoca Raif
Efendi’yi bu kongre için seçmi ti.
stanbul’daki tilâf Kuvvetleri ve Padi ah hükûmeti bu ikinci kongreye mâni olmak için muhtelif cephelerden harekete geçtiler. Frans z zabitleri, Sivas Valisi Re it Pa a’ya giderek e er bu kongre olursa, be gün içinde Sivas’ alacaklar söylediler. Bu
ültimatomdan hemen sonra, ngilizler Samsun’a Batum’dan dört tabur asker ç kard lar. Miralay Refet Bey hemen muntazam 72 millî kuvvetlerle Samsun’a yürüyerek ngilizlerden kuvvetlerini geri çekmesini istedi ve onlar da hemen geri çektiler. Bundan
hemen sonra, Miralay Selâhaddin Bey, Refet Bey’in yerine tayin edildi. O da, Miralay Selâhaddin Bey’in millî ve vatanî hislerinden emin oldu u için yerini ona terk etti. Miralay Selâhaddin, milliyetçilere Sivas’ müdafaa edece ine söz verdi.
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da topland . Kararlar Erzurum Kongresi’nin kararlar n ayn idi. Erzurum’da teessüs etmi 73 olan millî haklar n Rumeli ve Anadolu ad na müdafaas yolunda bir te ekkül 74 hâs l olmu tu. Bu vilâyetlerdeki ttihat ve Terakki’ye
ba siyasî kulüplerin birço u ihtilâlci bir vaziyet ald . 75
Merkezî hükûmet, Malatya Valisi Ali Galib Bey’e, Sivas’a yürüyerek temsilcileri tevkif etme emrini verdi. Bu emri, Sivas ö rendi. Malatya milliyetçileri Ali Galib’i korkutarak onu oradan kaç rtt lar. Bu haince hareket, Heyeti Temsiliye’yi stanbul
Hükûmeti’nden tamamen ay rarak müstakil bir vaziyet almaya zorlad . Sivas’ n millî harekete ba
çok büyüktü. Orada kendisini tehlikeye atarak, temsilcileri tutanlar n aras nda en mühim ah slardan biri Halis Turgut Bey’dir. 76
Seçimler büyük bir hürriyet içinde bütün yurtta ba lad . 1908 seçimi bir yana, hiçbir seçimin bu kadar hürriyetle yap ld
ben hat rlam yorum. Burada garip bir hadise olmu tu. Türk Kanun-u Esasisi 77 (1924’teki de iklikten önce) yirmi ya ndaki bütün
Türk erkeklerin seçilebilece ini ifade etmekteydi. Beypazar ’nda 22 oydan 20’sini bana vermi lerdi. Bundan ba ka da, Giresun 8 oy vermi ti. Bana kar gösterilen bu güven ve sevgiden dolay çok minnet duymama ra men, siyasî hayata at lmak
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
istemiyordum. Bundan ba ka da, kad nlar n seçilme haklar yoktu. Fakat, e er isteseydim, Ayan Meclisi’nin 78 tefsirine ba lanmak art yla ben mebus olabilirdim. Beypazar , beni kendine fahri hem ire seçti. Giresun da, orada Halide Hatun ad alt nda bir k z
okulu açt . Vatanda lar n emniyet ve sevgisi beni daima minnettar etmekle beraber, bu, bilhassa beni çok heyecanland rd .
Milliyetçilerle Merkezî Hükûmet aras nda münasebet tekrar ba lad . Merkezî Hükûmet, Bahriye Naz Salih Pa a’y Amasya’ya gönderdi; Mustafa Kemal Pa a, Rauf ve Bekir Sami beylerle bu meseleyi ciddî olarak konu mas sa lad . Bu konu ma
ras nda, Meclis’in merkezi, Anadolu olmas istenmi ise de, bu, o zaman gerçekle memi ti.
Seçimler biter bitmez, hükûmet merkezinin stanbul’da m yoksa Anadolu’da bir yerde mi olmas daha uygundur meselesi ortaya ç kt . Mustafa Kemal Pa a ve kendisi ile i birli i yapan baz lar z, ben de dahil, merkezin Anadolu’da olmas tercih ettik.
Bu esnada, Mustafa Kemal Pa a, hepimize yazarak bu meselenin stanbul d nda bir merkez seçilmesi ile hâllolunmas üzerinde durdu. Bu aral k, stanbul’un durumu çok karanl kt . Baz lar , e er stanbul’dan merkez kalkarsa, Türklerin stanbul’a önem
vermedi i hissini uyand raca ndan ve stanbul’u kaybetmek ihtimalinden korkuyorlard . Sonunda, stanbul merkez olarak kabul edildi.
Millî Hareketi temsil eden mebuslar n ba nda Rauf Bey, 1920 y Ocak ay nda stanbul’a geldi. O da, Mustafa Kemal Pa a gibi, merkezin Anadolu’da olmas istiyordu. Fakat, ço unlu a ba
meye mecbur oldular. Burada, benim kendimin de
iddetle merkezin stanbul’un d nda olmas istedi imi eklemek isterim. Sebebi, stanbul’a kar kay ts zl m de il, merkezin Anadolu olmas n oralar n medenîle mesine yol açmas ihtimaliydi.
Burada k smen ahsî bir vakadan bahsedece im:
Eski devirleri temsil eden stanbullular aras nda benim en çok ba oldu um Dr. Adnan’ n eni tesi idi. Yetmi ya nda bir adamd ve San Francesco D’Assisi’yi 79 garip bir ekilde hat rlat rd . Çünkü, sadece evliya gibi bir adam de il, ayn zamanda bir
çocuk hissi ta yan bir insand . Bu sebepten, bir aile kona , 80 bir o lu, bir k olmas , evli olmas , çok güzel bir bahçesi bulunmas bir tezat te kil ediyordu. Çünkü, San Francesco D’Assisi’ye benzemesi, bir adam ma araya çekilmi olarak
dü ündürüyordu.
Evin yan nda mini mini bir cami vard . Kendisinin zaman , bahçesinde çal makla veya namaz k lmakla geçerdi. Çok uzun boylu bir adamd . Gayet zay f, biraz öne do ru e ik omuzlar ile yürürken, insana (birçok nesillerden gelme bir kültürün tesiri ile)
bir dere kenar nda hareket hâlinde olan bir saz hat rlat rd . Daima ütülü, kar gibi beyaz gömle inin üstüne siyah bir cüppe giyer, kollar rahat çal abilmek için, dirseklerine kadar s val , dola rd . Ba ndaki beyaz sar k, Türk topraklar ndan ebediyyen
göçmü olan bir “beyaz sar k” zarafeti ta rd .
Yüzü ince, uzun, teni pembe, burnu ufak, a
yumu ak bir gülümseme içinde idi; gözleri harikulâde güzel, aç k maviydi. 81 Her ne zaman oraya gitsem, ister namazda, ister bahçede olsun, hemen yan ma gelirdi. Eski ve antika bir kâ t kadar ince elini
uzat rd . Ondan sonra yan ma oturur, gözleri güleç, sigara içmemde srar ederdi. Çünkü, ona sayg mdan dolay yan nda içmek istemezdim. Onun o rakik 82 sesi hâlâ kula mdad r:
— Han mefendi k
z nas l?
Onun huzuru, han mefendi k
n ruhunu, o günlerde Türkiye’de geçen facia havas ndan sükûna götürürdü. Hiçbir zaman ayak ayak üstüne atmazd . Sigara içerken de biraz kendisini kabahatli hissederdi. Konu ulan konular, güller, hayvanlar ve
sebzelerden ibaretti. nsanlardan hemen hiç bahsetmezdi. Fikrinin sükûnu içinde rk, din ve s f ayr klar hiçbir zaman yer almazd . Her ölen onca rahmete kavu ur; ve ya ayanlara da hay rl bir hisle bakard . O günlerde etraf nda dönen büyük öfke ve
garaz hislerinden hiç haberi yok gibiydi.
Onu memnun etmek için, o günlerde Medine Kumandan Fahreddin Pa a’n n istifas ve nas l uzun müddet, Mütareke’den sonra ngiliz Kuvvetleri’ne Medine’yi terk etmek istemedi ini anlatt m. ngiliz Kuvvetleri, Medine’yi ku atm , halk susuz ve
yiyeceksiz kalm . Nihayet, maiyeti, halk açl ktan öldürmemek için teslim olmay teklif ettikleri gibi, stanbul da kendisine Mütareke’nin maddelerine dayanarak Medine’yi derhal terk etmesini emretmi ti. Anlatt klar na göre, Fahreddin Pa a, Hazret-i
Muhammed’in kabrine gitmi , k
, sade ona ait oldu una inand için, ayak ucuna b rakt ktan sonra orada bay lm .
Ben bunu kendisine anlatt m zaman, bu dinî vakan n onu memnun edece ini sanm m. Fakat, o rakik yüzünde hiç de böyle bir belirti yoktu. O zamana kadar hiç rastlamad m garip bir sesle dedi ki:
— Fahreddin Pa a, Peygamber’in kabrinin etraf ndaki hurma a açlar kestirmi .
Ben
rd m ve bilhassa o zaman, Ali R za Bey’in ruhunda ordular n, k çlar n yer almad
anlad m. Onun için en önemli ey, hurma a açlar yd . Bu, Gandhi’cili i bile geçen bir ruh hâletiydi. te, bundan dolay François d’Assis’i hat rlad m.
Kendisine bir hizmet edebilmek için içim yanard . Fakat o benden bir ey istememi , bununla beraber, bir gün öyle bir ey söylemi ti:
O zaman stanbul’da ya ayan erif Nâs r Bey, Ali R za Bey’in akrabas ve dostuydu. Anla ld na göre, erif Nâs r’ n ailesi, öksüz bir Arap k
evlâtl k alm lard . K n, renginin esmer olmas ndan dolay Ermeniler onu bir Ermeni çocu u diye
ellerinden alm lard
erif Nâs r Bey, ngilizlerin himayesinde oldu u için, bu meseleyi niçin kendisi hâlletmemi ti, bilmiyorum. Ali R za Bey’e gelince, iyi muamele edilmek art yla, bir çocu un Ermenilerin veya Türklerin elinde olmas nda bir fark yoktu.
Bana dedi ki:
— Acaba Han mefendi k m, ngilizlere bunun bir Müslüman çocu u oldu unu söyleyebilir mi? Bunu ispat edebilecek nüfus tezkeresi Medine’de ç kart lm r.
Ben, ngilizlerle münasebette bulunmak istemedi imden dolay biraz tereddüte dü tüm. Bununla beraber, ertesi gün Rumeli Hisar ’nda oturan Kolonel H. Smythe’i görmek üzere erkenden ayr ld m.
Güzel, ufak tefek bir Rum kar vard . Beni nezaketle kabul etti. Kendisi de derhal a
ya indi. Ona, bu Ermeni-Türk yetimleri meselesinin Türklerle az nl klar aras nda nas l bir vaziyet do uraca
anlatt m. Ba
sallad , parmaklar birbirine
geçirerek dedi ki:
— Ermeni ve Türk çocuklar bu vaziyettedir. Onlar ay rt etmek için parmaklar kesmek gerekir.
Kendisine küçük Arap k ndan bahsetmeden sessizce ayr ld m. Kolonel H. Smythe’i son olarak gördü üm zamandan beri, ngilizlerin Türklere kar yumu ar gibi görünen durumu art k de mi ti. O gün, Kemaleddin Sami’nin baz raporlar
haz rlad m. Anla ld na göre, ngilizler, bar ve sükûn ad na stanbul’u tamamen ellerine almak için bir bahane ar yorlard . Bu bahane de Türklerle az nl klar aras nda kanl bir çeki me sonunda meydana gelebilirdi. Ayn zamanda, o günlerde Fener’deki
zavall , fukara H ristiyan bölgesiyle Türklerin fakir mahallelerinde endi eler artm . Tabiî, bu meseleden art k Ali R za Bey’e bahsetmedim.
Eve döndü üm zaman, gerçek bir felâkete sürüklenmekte oldu umuzu tamamen idrak etmi tim. Irklar aras nda nefret gün geçtikçe art yordu. O kadar ki, H ristiyan çocuklar Türk mahallelerinden, Türk çocuklar da H ristiyan mahallelerinden birbirlerini
dövmeden geçemiyorlard . Buna kar mam hemen hiçbir çocuk yoktu. Burada garip bir olay anlataca m:
Fazl pa a’daki evimizin önünde Türk ve H ristiyan çocuklar birbirlerine girdi i zaman, iki taraf n anneleri de gelmi ve onlar ay rm . Ondan sonra da, bu kavgalar durmu tu. Bu, bana gelecekteki bir dünyada kad nlar n el ele vererek sava a nihayet
vermeleri ihtimalinin ilk ad
gibi gelmi ti. Ertesi gün, Ali R za Bey’i görmeye gitmi tim. E i tavuklara yem veriyordu. Sordum:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Beyefendi nerede?
Eliyle bir duvar n arkas göstererek:
— Zerzevat 83 bahçesinde. Çal rken gidip görmek ister misin, dedi.
Hemen duvardaki tahta kap açarak en serin ve en güzel bir sebze ve yemi bahçesine girdim. ncir a açlar ndan incirler sallan yor, her taraf gölge içinde. Bir tarafta kabak, lahana tarlalar ortas ndaki kuyunun etraf nda dola arak su çeken bir e ek.
Ali R za Bey, arkas nda eski bir mavi gömlek, ba nda beyaz bir takke, e ekle birlikte dönüyor ve onunla insanm gibi:
— Hadi o lum, hadi o lum, diye konu uyordu. Beni görünce:
— Buraya geliniz, Han mefendi k m. O dinlensin. Ben de size incir toplayay m, dedi.
Kar kar ya oturduk, bahçenin hususiyetini te kil eden o tatl incirleri yedik. Sanki Kolonel H. Smythe’in cevab n ne oldu unu ve benim üzerimde yapt tesiri anlam gibi, beni avutacak tarzda ve her zamandan daha tatl konu tu.
Bundan bir müddet sonra, küçük o lum bana gelerek büyük karde i gibi, uzun pantolon giymek istedi ini söyledi.
— Alt ay sonra olabilir, ancak, dedim. Parmaklar yla alt sayarak:
— Çok uzun zaman, diye cevap verdi.
Bar Konferans yakla
. Anadolu’daki muhtelif te kilât huzursuzluk içindeydi. tilâf Kuvvetleri’nin sansürü, davalar
memleketlere duyurmaktan al koyuyordu onlar . Bat Anadolu, Yunanl lar n i gali alt nda olan k mlar n kendilerine iadesini
istiyordu. Adana’da Ermeni-Türk k tali 84 devam ediyordu. Do u Anadolu, topraklar üzerinde Ermenistan istemiyorlard zmir da lar nda ise çarp malar devam ediyordu.
1919 y Eylül ay n sonlar nda, King-Crane Komitesi stanbul’a geldi. Bunlar, bir taraftan durumu Amerika ad na incelemek, bir taraftan da, büyük bir nezaketle, bizim de ikâyetlerimizi dinlemek istediklerini söylediler. Bunlar, bizimkilerin ikâyetini de
Paris’teki Bar Konferans ’na bildireceklerdi. Trakya temsilcileri Komisyon’a giderek ikâyetlerini bildirmemi ve benim bunlar tercüme etmemi istediler. Bu, pek ho uma gitmedi. Amerikan elçili inin merdivenlerini ç karken dünyan n sonu gelmi gibiydi.
Gerçi, Anadolu’nun daha fazla kuvveti ve ans var idiyse de, dü man rklar aras nda bulunan Trakya’n n durumu çok kötüydü. Nihayet, Komisyon kar
na ç kt k. Umumiyetle Madame Bristol’de çay içti imiz sofra imdi ye il bir örtü ile örtülü, etraf nda
be ki ilik komisyon oturuyordu. Millî haklar
herhangi bir elçilikte müdafaa etmek bana çok a r geldi.
Ben, üç arkada m ad na tercümeye ba lad m. Mister King:
— Bulgarlar Yunanl lara tercih etmez misiniz, diye sordu.
Hiçbirini tercih etmiyorduk. Bu toplant bitti i zaman, hepimiz nefes ald k. Süleyman Nazif Bey’in 85 o vakur kafas yla, harikulâde gözlerinin bak
hiç unutmam. Benim elimi bir küçük çocu u himaye eder gibi tutmu :
— Bize bugün anal k et. Bizim için de tercümanl k yap, demi ti. Onlar Do u Anadolu’yu temsil ediyorlard . Süleyman Nazif Bey konu tu. üphe götürmez bir Türk çocu u olanlar, Do u Anadolu’da Ermenistan istemiyorlard . Heyetten birisi k talden
bahsetti. Süleyman Nazif sinirlendi. Bu k talin nas l iki tarafl oldu unu, Türkler kadar Ermenilerin de mesul oldu unu anlatt . Sözleri Wilson’un 27 Eylül 1918’de vermi oldu u nutku hat rlat yordu.
— Tarafs z bir adalet, hiçbir taraf ay rt etmemek lüzumunu ta r. O, öyle bir adalettir ki, mevki ve taraf tutmadan herkesin müsavi 86 olan hakk tan r.
Bu mülâkat çok ac oldu. Muazzam bir masa etraf nda oturan heyetle, sa taraftaki siyahlar giyinmi dört Türk vatanda n facia ifade eden yüzleri hâlâ haf zamdad r.
Ben, orada sadece bir tercüman de il, biraz da avukat vaziyetindeydim. Odadan ç kt
z zaman, Süleyman Nazif Bey’in yüzünün son derece sararm oldu una dikkat ettim. Kap da birbirimizden ayr ld k. Son Telgraf’ta, 1924’te “Edib K Halide” adl
makalesi ile bu günü hat rlat yordu.
Mister Crane, Türklere gayri resmî bir ekilde çok dostluk gösterdi ve Amerika’ya alt talebe gönderdi. Bundan ba ka da, Sivas’a Chicago Daily News’un muhabiri Mister Browne’ göndererek Türklerin görü lerini ald rtt . O zaman, Profesör Albert H.
Lybyer’in bulunmas , gelece in tarihçileri için iyi bir ey olmu tur. Çünkü, Prof. Lybyer ile Prof. Arnold Toynbee, Yak n Do u’nun çetin karga al
tarafs z gözle gören iki bilim adam idiler.
zmir da lar nda müdafaaya haz rlanan insanlar te kilâtlar kuvvetlendiriyorlard . Bunlar, henüz Mustafa Kemal Pa a’n n Sivas’taki te kilât ile pek temasta de ildiler.
zmir da lar nda daima Robin Hood esatirini 87 hat rlatan bir hareket vard r. Oralar daima Osmanl hükûmeti ile anla mazl k hâlinde idi. E yalar zenginlerin çocuklar yakalarken, onlardan para al rlar, zengin tüccarlar , hükûmet erkân öldürürlerdi.
Fakat, fakir köylülere yard m ederlerdi. E yalar, Yunan i galinin ilk günlerinde da dan inerek Yunanl lara kat lm lard . 88
Bu, k smen ya maya kat lmak h rs ndan, k smen de Osmanl Hükûmeti’ne kar besledikleri h nçtan ileri geliyordu. Fakat, bir ay geçmeden, silâh alan tekrar da a ç kt . Gökçe Efe, orada, Yunanl lara kar silâhl mukavemeti yapan ilk adamd r. Onun
hikâyesi, bir nevi halk efsanesi hâline gelmi tir.
Di er liderler ve halk, Ayd n ve Nazilli’de toplan yorlard . Kendilerini meydana ç karmayan zabitlerden biraz talim gördükten sonra, oralar Yunanl lar için ya anamayacak bir hâle getirmi lerdi. Ayd n, yedi defa zaptedilmi , tekrar geri al nm . Nazilli,
Millî Kuvvetler taraf ndan Demirci Efe diye tan nan liderin maiyetinde Yunanl lara kar vaziyet alm . Salihli cephesi, Halil Efe taraf ndan tutuluyordu. Çerkes Edhem de onlar n ba olmu tu.
Sar Efe lâkab ile an lan Kaymakam Edib ve birkaç Türk taburu silâhlar yla birlikte onlara kat larak müdafaa noktas n kuvvetini te kil etmekteydiler. Miralay Bekir Sami (sonraki Hariciye Vekili ile kar
lmamal ) ve Miralay Kâz m bu mücadelenin ilk
tan nm isimleri aras ndad rlar.
Türklere, zmir’de yap lan ilk kanl muameleye kar tamamen kay ts z kalan Bat efkâr- umûmiyyesi zmir’in içindeki Rumlar n kar kar ya bulundu u tehlikeden heyecana dü mü tü.
talyan, Frans z ve Amerikan amiral ve generallerinden müte ekkil bir tetkik komisyonu 1919 Ekimi’nde durumu incelemek için zmir’e gittiler. Fakat bunlar n raporu, Türk-Yunan mücadelesi bitmeden önce yay mlanmad . Rapor, zmir’in Yunanl lar
taraf ndan i galini makul bulmuyordu.
Millî Misak’ n yay mlanmas talyan ve Frans
gal Kuvvetleri Merkezleri’nde iyi kar lanmakla beraber, ngiliz Merkezi somurtkan bir vaziyet alm . Bununla beraber, kimse yeni bir hareket beklemiyordu.
ubatta durum sallant bir hâl ald . Kemaleddin Sami, gece yar ndan sonra bize ziyaretlerini s kla rm ve stanbul’daki ngilizlerin siyasî hareketleri hakk nda raporlar getirmi ti.
Bunlar n birinde, Millî Hareket aleyhinde bulunmak üzere Sait Molla’n n adamlar n Anadolu’ya gitti i ifade ediliyordu. Adapazar ’nda Çerkesleri harekete getirmeye çal yorlard . Bütün raporlar küçük, sar kâ t parçalar üzerine yaz lm oldu u için,
ben, do ruluklar ndan üphe ediyordum. Sordum:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Bunlar nas l elde ettiniz, Kemal Bey?
— Sait Molla’n n kâtipli ini yapan bir akrabas ndan.
— Do ruluklar ndan emin misiniz?
— Çocuk, bütün kalbiyle bizim taraf zda...
— Bu kâ tlar çalmay do ru bulan bu adam, niçin as llar almam ?
— Sait Molla kendisinden üphe etmesin diye.
Ben, bunlar n do rulu undan tamamen emin de ildim. Ancak, 1920’de, Millî Hareket’i hemen hemen ortadan kald racak bir durum hâs l oldu u zaman ben de fikrimi de tirdim. Bunlardan daha sonra bahsedece im.
Kemalletin Sami, bunlara çok önem veriyordu. Bunlardan bir tanesi daha sonra Chicago Tribune’de ve baz Frans z gazetelerinde ç kt . Bunlardan biri, ad Forester olan bir ngiliz’le Ferit Pa a aras ndaki bir mülâkattan bahsediyor ve ngiltere’nin t pk
r gibi Türkiye’yi ele almas ifade ediyordu.
Ayn ubat ay nda, ngilizlerin Millî Misak’a kar bir vaziyet alarak, hepimizi esir edip Malta’ya gönderecekleri haberleri a zlarda dola yordu. Gerçi, benim gibi herhangi birini almalar ihtimali varsa da, stanbul’ daki Meclis’i kapatarak mebuslar n
gönderilece ine kimse pek inanm yordu.
Ben, ngilizler taraf ndan büyük bir üphe ile kar land
bilmekle beraber, bunun do rusunu Sabiha Zekeriya’n n bana anlatt klar ndan ö rendim. Dedi ki:
— Dikkat et, Halide Han m, General Milline senin çok aleyhinde.
— Nereden biliyorsun?
Anla ld na göre, Sabiha Zekeriya, General’i görmeye gitti i zaman, orada onu bulamam ve C. Armstrong’la görü mü . Armstrong, söz aras nda, Sabiha’ya Halide Edib’i tan p tan mad
sorduktan sonra, General’in yan nda onun ad
na
almamas tavsiye etmi ve Sabiha da biraz
rm .
Ben, General Milline’i hiç görmedim. Fakat, inand m ve inan yorum ki, bu dü manl k Millî Mücadele’de hizmet eden herhangi insana kar onda vard .
Ben, Burgaz Adas ’ndaki evimi satt ktan sonra çocuklar
Robert College’e yat olmak üzere koydum. Art k para hususunda endi em kalmam .
te, bu aral k, Kemalleddin Sami ile Anadolu’ya kaçmak meselesini konu tum. ayet, ihtiyaç hâs l olursa, ilk s
lacak yer Sultantepe’de Özbekler Tekkesi’ydi. Oraya kabul edilmek için de parola, “Beni sa yollad ,” idi. Fakat benim için, o tekkeye
nacak olursam, parola lâz m de ildi.
Ayn zamanda, küçük o luma uzun pantolonlu elbiseyi yapt rd m.
10 Mart Çar amba günü, stanbul’daki zmir Müdafaa Cemiyeti’ne gitti im zaman, orada bir telgraf buldum. Belirsiz bir ekilde, stanbul’da bir bahrî hareket olaca ve stanbul’a asker ç kar laca bildiriliyordu. çimden pazartesine kadar bu i in
olmamas temenni ediyordum. ahsî arzular n nadiren gerçekle enlerinden birisi de budur.
35. Etkenlerle.
36. Günümüzde Adana ve Mersin illeri ile Konya’n n güneyini ve Antalya’n n do usunu kapsayan bölge.
37. Direnmeye.
38. Hürriyet ve tilaf F rkas : II. Me rutiyet Dönemi’nde ttihat ve Terakki Partisi iktidar na kar muhalif gruplar n kurdu u siyasi parti.
39. D ülkelere.
40. Kemaleddin Sami: Kurtulu Sava komutanlar ndan. Sava sonras nda Sinop milletvekilli i ve Berlin büyükelçili i yapt .
41. Kurulu un.
42. 1925’te stanbul’da h rs zl k suçundan K z Ali ad nda biri tevkif edilerek mahkemeye verilmi ti. Bunun ngilizlerin merkezine ba
gözetleme gece yar ndan sonraya kadar devam etti i için, bize gelenler mutlaka sabaha kar gelmek zorunda idiler. (Y.N.)
oldu u söylenirdi. Mahkemede hâkim bunun do ru olup olmad
43. Abdülhak Adnan Ad var: Meclisi Mebusan’da stanbul mebusu olarak görev yapm , ilk TBMM’de S hhiye ve Muaveneti çtimaiye vekilli ine seçilmi , tan nm bilim ve siyaset adamlar
44. Sürekli.
45. Ayr nt
kendisine sordu u zaman, “Benim tek vazifem Dr. Adnan’ n evini gözetlemekten ibaretti,” demi ti. Bu
zdan. Osmanl Türklerinde lim, Tarih Boyunca lim ve Din gibi çok önemli kitaplar vard r.
.
46. (Yun.) Ya a Venizelos.
47. Lloyd D. George: ngiliz devlet adam . Yunanl lar n Ege’ye asker ç karmas
destekledi. Türk Kurtulu Sava ’n n ba ar ya ula mas ile siyasi ç kmaza girdi. Tepkiler üzerine görevinden ayr ld .
48. Türk’ün Ate le mtihan ’n bundan yirmi küsur y l önce ngiltere’de yazarken fecaatlerin muhtelif parçalar üzerinde daha fazla durmu tum. Türkçesinde gerek bizim, gerek onlar n taraf ndan yap lan bu gibi hadiseleri k sa kesmeyi do ru buluyorum. Çünkü, Yak n Do u’da bar ve selâmetin Türk ve Yunan
dostlu una ba oldu una inan yorum. Nitekim, Mustafa Kemal Pa a da buna kanaat getirmi ti. (Y.N.)
49. ( ng.) Çi neyebilece imizden fazla bir lokma att k a
50. Profesörü.
za. (Y.N.)
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
51. 12. madde: Osmanl mparatorlu u’nun Türk unsurunun hâkimiyeti temin edilmeli; fakat onlar n idaresinde olan az nl klar n da her nevi inki aflar emniyet alt nda olmal r. Çanakkale bütün milletlerin gemilerine ve ticaretlerine milletleraras teminatla aç k bulundurulacakt r.
52. Co kudan.
53. Nutku haz rlamam ve yazmam
m. Bir hafta geçtikten sonra tesadüf etti im Hocam Miss Dodd bana ç
ve dedi ki:
— Sultan Ahmed’deki mitingde senin H ristiyanlar öldürmeleri için halka yemin ettirdi ini söylediler.
Ben de buna kar k olarak bu nutkun baz parçalar alan gazetelere ve haf zama dayanarak onlar ngilizceye tercüme edip gönderdim. Yani burada verece im, sadece o nutkun özüdür. imdi okurken biraz drama kaçt
görüyorum:
“Karde ler, vatanda lar,
Yedi yüz y
erefi gö e yükselen bu minarelerin tepesinden Osmanl tarihinin yeni facias seyrediyor, bu meydanlardan çok zaman alay halinde geçmi olan büyük atalar
n ruhuna hitap ediyor, ba
bu görünmeyen ve yenilmez ruhlara kald rarak diyorum ki: Ben slâmiyet’in bedbaht bir k
m ve bugünün
talihsiz, fakat ayn derecede kahraman devrinin anas m. Atalar
n ruhlar önünde e iliyor, onlara bugünün yeni Türkiyesi ad na hitap ediyorum ki, silâhs z olan bugünkü milletin kalbi de onlar nki gibi yenilmez kudrettedir; Allah’a ve haklar za iman ediyoruz.
Karde ler, evlâtlar, size dünyan n verdi i hükmü dinleyiniz: Avrupal tilâf Devletleri’nin tecavüz siyaseti bazan h yanetle ve daima haks z olarak Türkiye’ye çevrilmi tir. E er ayda ve y ld zlarda da Türk’le Müslüman bulundu unu söyleseler oralara da istilâ ordular gönderirlerdi. Nihayet hilâli parçalamak için ellerine
bir f rsat geçmi tir. Bu kararlar na kar bizi tutacak hiçbir Garpl kuvvet yoktur. Bu meselede bu insanî olmayan karara kat lmayanlar da ayn derecede, belki daha da mesuldürler. Onlar n hepsi, insan haklar ve millet haklar müdafaa için bir mahkeme kurmu lar, fakat orada yenilenlerin parçalanmas hükmünü
vermi lerdir. Türklere günahkâr diyen bu kimselerin kendileri o kadar günahkârd rlar ki, Okyanus’un sular onlar temizleyemez.
Bir gün gelecektir ki, daha büyük bir mahkeme, milletleri tabiî haklar ndan mahrum b rakanlar mahkûm edecektir. O mahkeme bugün bizim aleyhimizde olan devletlerin fertlerinden te ekkül edecektir. Çünkü, her ferdin içinde ezelî bir hak duygusu vard r ve milletleri meydana getirenler de fertlerdir.
Karde ler, evlâtlar, beni dinleyiniz. Sizin iki dostunuz vard r: Müslümanlar ve haklar z için seslerini bir gün yükseltecek olan medenî milletlerin fertleri. Birincisi, bugün sizlerle beraberdir. kincilerse bizim
maz olan gayemizin hakk er geç anlayacak olan fertlerdir. Hükûmetler dü man z, milletler dostumuz ve
kalbimizdeki hakl isyan kuvvetimizdir. Bütün milletlerin haklar kazanaca gün çok uzak de ildir. O gün geldi i zaman, bayraklar
al z, bu maksat için canlar veren karde lerimizi ziyaret ediniz. imdi yemin edin ve benimle beraber tekrarlay n:
Yüre imizdeki mukaddes heyecan milletlerin haklar ilân edilinceye kadar devam edecektir.” (Y.N.)
54. Bay nd rl k Bakanl ’n n.
55. Mare al.
56. evket Turgut Pa a’n n gelmesinin sebebi hakk nda öyle bir söylenti dönüyordu: Güya Sultan Ahmed’de toplanan halk, hapse at lan liderlerinin kurtar lmas
57. ttihat ve Terakki Cemiyeti (Partisi): Meclis-i Mebusan’ n yeniden aç lmas
istemi ve Pa a da buna mâni olmak için Ferit Pa a taraf ndan gönderilmi . (Y.N.)
isteyenlerin kurdu u dernek. 1907’de siyasi parti oldu. 1908’de Hürriyet’i ilan ettiler ve II. Abdülhamid’e II. Me rutiyet’i kabul ettirdiler. Birinci Dünya Sava ’na Osmanl Devleti’ni soktular.
58. ( ng.) O fikirden vazgeçtik. (Y.N.)
59. Paris Bar Konferans (17 Haziran 1919): tilaf Devletleri’nin yenilen müttefik devletleri ça rarak Paris’te sava n sonuçlar
görü tükleri ilk bar konferans .
60. Ali Fuat Cebesoy: Kurtulu Sava komutanlar ndan, devlet ve siyaset adam .
61. Refet Bele (Refet Pa a): Mustafa Kemal’le birlikte Samsun’a ç kanlardan biri. Çerkes Edhem isyan
bast rd
zmir Suikasti davas nda yarg land , beraat etti.
62. Anadolu nk lâb , Miralay Mehmed Arif Bey, haz: Bülent Demirba , Arba Yay nlar stanbul 1987.
63. Re it Pa a (Mustafa Salih): 1902’de Sivas Valisi, 1918’de ûrâ-y Devlet Reisi oldu.
64. Amasya Tamimi. Bat Anadolu’nun Yunanlarca i galinin hemen sonras nda Mustafa Kemal’in, Mondros Mütarekesi ko ullar na ve i gale kar direnmeleri için 21 Haziran 1919’da, askerî ve mülki yöneticilere yapt
ça
.
65. Dü üncesine.
66. Belli ederse.
67. At yor, göreve getiriyor.
68. Dengeli.
69. Olu an.
70. Misak- Millî Beyannamesi (28 Ocak 1920): Erzurum ve Sivas kongrelerinde ülkenin bütünlü ü ve ba ms zl
konusunda al nan kararlar. Son Osmanl Mebusan Meclisi taraf ndan da kabul edilmi tir.
71. Geçici.
72. Düzenli.
73. Kurulmu .
74. Kurulu .
75. Bu tarihte sab k [eski] Maliye Naz merhum Cavit Bey, li’de sakl oldu u bir evde beni görmek istedi. Ferit Pa a Hükümeti ba a gelir gelmez, ttihatç lar tevkif edildi i için, o da saklanm
stanbul ttihatç lar kendisini bu kongreye mümessil [temsilci] seçmek istiyorlard . Bu hususta benim fikrimi
sordu. Ben de bu hususta Mustafa Kemal Pa a’n n fikrini almadan harekete geçmemesini tavsiye ettim. Ben, Kemaleddin Sami Bey vas tas yla Pa a’ya yazd m. Mustafa Kemal Pa a da nazik bir surette bunun olamayaca
bildirdi. Cavit Bey müteessir [üzgün] göründü ve o hafta stanbul’dan uzakla . (Y.N.)
76. Halis Turgut, Sivas’ n tan nm bir ailesindendi. Meclis’te y llarca Sivas’ temsil etmi ti. 1926 Haziran ’nda bilinen meseleden dolay zmir’de idam edilmi tir. Gerçi, Mustafa Kemal Pa a’ya suikast meselesiyle hiçbir ili
i yok ise de, çok hür dü ünceli bir adam olmas , onun hayat na mal olmu tur. (Y.N.)
77. Anayasas .
78. Senato’nun.
79. Assisili Aziz Francesco: Fransisken Tarikat ’n n kurucusu.
80. Ev, imdi Cerrahpa a’da K lay Hem ire Okulu’dur. (Y.N.)
81. Ali R za Bey, kinci Mahmud’un Sadrazam Selim Pa a’n n torunu idi. Onun zaman nda Yeniçeriler öldürtülmü tü. Bu kadar kanl bir adam n bu kadar ince ve rakik (narin) bir torunu olmas bana rsiyet (soyaçekim) denilen eyin umulmad k bir tecellisi (ortaya ç
82. Narin.
83. Sebze.
84. Kar
kl öldürmeler.
) gibi gelirdi. (Y.N.)
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
85. Süleyman Nazif Bey: 1909-1914 y llar aras nda çe itli illerde valilik yapt . Gazetelerde yaz lar yazd ngiliz i galine kar yaz lar nedeniyle Malta’ya sürüldü. Kurtulu Sava ’ndan sonra stanbul’a yerle ti.
86. E it.
87. Efsanesini.
88. Bunlar n ba nda Gökçe Efe bulunuyordu ve Yunanl lar kendisini çok seviyorlar, zmir kahvelerinde bulu up konu uyorlard . Bu, böyle devam ederken bir gün Efe kahvede birdenbire iki Yunan askerini öldürerek ortadan kaybolmu tu. Anlat ld na göre, bir Yunan çavu u Efe’ye mavi bir keseden tütün
ikram etmi . Bu keseyi Efe be enmi ve çavu da, anla lan sarho bir vaziyette bunun hikâyesini anlatm . Çavu un anlatt na göre, da da bir Türk k na tesadüf etmi , ona taarruz edip öldürdükten sonra boynundaki mavi keseyi alm ve bunu bir tütün kesesi yapm
te Gökçe Efe bundan dolay adam
öldürmü , kaçm ve avenesi de onu takip etmi ti. (Y.N.)
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
3
Anadolu’ya s
nma
16 Mart 1920’den 2 Nisan 1920’ye kadar
15 Mart 1920 ö leden sonra, saat üçte bizim ev heyecan içindeydi. Benim o lanlar haz rlanm . Kap da bekleyen araba onlar Robert College’e yat olarak götürecekti. Nihayet, küçük o lum uzun pantolonunu giymi ti.
Onlar gittikten sonra, hayat n en karanl k günlerinden birini geçirdim. Fakat, durmadan çal yor ve yaz yordum. Saat 8’de Adnan geldi. Gülüyor, ne eli görünmeye çal yordu. Ama, yüzünün ifadesinde bir ac k vard . Dedim ki:
— Biz bu gece, yemekten sonra Nigâr’a gidece iz.
Adnan, o gece evde kalaca
ve ngilizlerin hükûmet darbesini o ak am yapacaklar söyledi
— Ne yapmak istiyorsun, diye sordum.
— Biz bu gece evde kalmaya, sonra Meclis’e giderek, e er kapayacaklarsa, orada bulunmaya karar verdik.
— Olamaz!
— Sen, kendin, “Hükûmetler dü man z, milletler dostumuz,” demedin mi? ngiliz milleti ve parlamenter hükûmetin en eskisi, millî bir cemiyete böyle bir ey yap lmas na engel olurlar.
Birdenbire hayalimde Roma senatörlerinin Roma al rken, sükûnla olduklar yerde oturduklar gözlerimin önüne getirdim. Ben, birdenbire karar vermi tim. Kâ tlar toplad m. En önemli vesika olan Mustafa Kemal Pa a’n n mektuplar Mahmure
Abla’ya b rakt m. Ondan sonra, çar af
ve mantomu giyerek Adnan’ n elinden yakalad m.
O, isyan eden bir sesle:
— Ben söz verdim, dedi.
Fakat ben, bu sözün manâs z oldu unu, Anadolu’ya ne kadar önce gidersek o kadar do ru olaca
söyledim. Art k, Ortaça n bir destan ndaki karakterler gibi hareket etmek zaman geçmi ti. Durum romantik de il, korkunçtu. Adnan’ ikna etmek güç
oldu. Fakat onu âdeta zorlad m. Mahmure Abla’ya o gece evde kalmas söyledim. Bir hadise olursa, Nigâr’ n evine gelip ertesi sabah bana haber vereceklerdi. Ben orada olup bitenleri bekleyecektim. te böylece mutfak kap ndan ç karak karanl k
sokaklara gittik. Bidüziye 89 gözümüz arkada, kimsenin bizi takip edip etmedi ini gözlüyorduk. Nigâr’la kocas , büyük, k rm bir evde oturuyorlard . Dr. Adnan, Nigâr’ n kocas Saib’e durumu anlatt zaman, o, bunun bir yalan olabilece ini söyledi. Gece,
her zamanki gibi geçti. Evin kar
ndaki Tasvir-i Efkâr matbaas mütemadiyen i liyordu. Tavsir-i Efkâr, millî gazetelerin ba nda geldi i için ilk hücum her hâlde oraya olabilirdi.
Oday hat rl yorum. Kar kl iki uzun minder. Bir tanesinde Nigâr oturmu , ötekinde Dr. Adnan uzanm . Kendisine yerde yatak yap lm olmas na ra men yatmak istemiyordu. Saib odas na çekildi. Nigâr’la Dr. Adnan olduklar yerde kald lar. Ben de
soyunup yatt m. Arkam onlara çevirdim. Onlar f lda arak konu uyorlarken ben dü ünüyordum. Dr. Adnan, tehlikeden ziyade, verdi i sözde durmam olmaktan üzgündü. Bundan ba ka da, Adnan’ n fikrince, ayet Türk mebuslar ngilizler taraf ndan esir
al rsa, Garp efkâr- umûmiyyesi bizim taraf za dönecekti. Benim tuttu um yol, tehlikeli oldu u kadar üpheli idi de. Bütün bunlara ra men, gece gayet sakin uyudum. Uyand m zaman, Nigâr’la Dr. Adnan ate in kar
nda duruyorlard . Fakat, ben, bir
ey olmad
görünce, arkam çevirip tekrar uyudum.
O sabah, yata
n ba nda, namaz k lacak gibi diz çökmü oturan Mahmure Abla’n n yüzünü hiç unutmayaca m. ncecik yüzü, çar af n siyah çerçevesi içinde, cesur ve kararl görünüyordu. Dr. Adnan yata n öbür taraf na oturmu , Mahmure Abla
ona bir eyler anlat yordu. Gözlerimi açar açmaz, kollar boynuma dolayarak iki yanaklar mdan öptü. Anlatt na göre, gece sakin geçmi ti. Fakat, mütemadiyen kamyonlar gelip geçmi lerdi. Sabah n erken saatinde, Hilâl-i Ahmer’in 90 hademelerinden
Halis gelmi stanbul’un gece yar ndan sonra saat ikide askerî i gal alt na al nd
söylemi .
Hilâl-i Ahmer’i otuz ki ilik bir askerî müfreze i gal etmi . Türk veya Ermeni tercüman olmad ndan, sadece ngilizce konu mu lar. Telefonlar kopar lm , kâ tlar paramparça edilmi , uyuyan hademelerin ba na tabanca dayayarak Dr. Adnan’ n nerede
oldu unu sormu lar. Dolaplar, hatta kâ t sepetleri bile aranm . Dr. Adnan’ n orada olmad
renince, evini sormu lar. Bunlar n birer i aretle soruldu unu zannediyorum. Yaln z, içlerinden biri birkaç kelime Türkçe biliyormu . Nihayet, Balkan
göçmenlerinden Hamid adl ve Dr. Adnan’ n himaye etti i öksüz o lan yakalayarak sorguya çekmi ler. O da bilmedi ini söyleyince, askerler çocu u dipçikle dövmeye ba lam lar. Çocuk, Hilâl-i Ahmer’den ayr ld zaman, yüzü kan içindeymi . Bununla
beraber, hademe Halis’e ne yapsalar evi haber vermeyece ini ve Halis’in gidip ablama bunu haber vermesini rica etmi . Bu, güzel muhabbet ni anesi 91, Dr. Adnan’
latmaya ba lad . Benim gözümden bir tek ya akmad . Çünkü, daha iyi günlere
kavu madan önce, bir damla gözya dökmemeye karar vermi tim.
Bundan ba ka, iki defa da eve telefon ederek Dr. Adnan’ sormu lar. Mahmure Abla da nereye gittiklerini bilmedi ini söylemi . Ev imdi göz hapsindeydi. Mahmure Abla oradan ç nca, Nigâr’ n evine gelmeden önce, Bayezid’e gitmi . Orada, ngiliz
Kuvvetleri, Nezaret’e girerken, Fevzi Pa a’n n ayakta durdu unu görmü . Ablam en çok üzen ey, Kemaleddin Sami Bey’in f rkas ndan yedi askerin öldürülmesi olmu ngiliz Kuvvetleri önce kap daki iki muhaf öldürdükten sonra içeri girmi ler, sonra
da, yatakta be askeri vurmu lar. Mahmure Abla, Bayezid’den geçerken yaral lar n kanlar aka aka sedye içinde götürüldüklerini görmü
imdi, ngiliz askerleri Gedikpa a’da evleri ar yor, hatta mezarl klar kar
p bomba ve silâh bulacaklar
san yorlarm
te, Mahmure Abla’n n verdi i haberler bunlard .
Bunlar dinledikten sonra, ablama, bana Belk s’ göndermesini söyledim. Ertesi sabah, tekrar gelecek, beni olan bitenden haberdar edecekti.
Saib, Hilâl-i Ahmer’de kâtipti. Mahmure Abla gelmeden vazifesine gitmi ti. O gün ö le yeme ine geldi i zaman, o da baz haberler getirdi. Hilâl-i Ahmer binas altüst olmu . Üsküdar’dan gelen bir kâtibin ifadesine göre, Esat Pa a ve Cevat Pa a
üzerlerinde gecelikleri, bir ngiliz motoruna bindirilerek, Selimiye K las önünde duran bir ngiliz gemisine götürülmü ler. Her yerde silâhl askerler, esir Türkler, sokakta dola an tanklar görülüyormu .
Biz, tercüman olarak, ngiliz’den ba kas kullanmad klar için, evimizin bulunmas nda masun kalm k. 92
Herkes o kadar
n bir vaziyetteydi ki, derin derin dü ünmek gerekiyordu. Bizim için yap lacak iki ey kalm . Hemen Üsküdar’a geçmek ya da birkaç gün bu f rt nan n az k dinmesini beklemek. Ben ikinci yolu seçtim. Çünkü, birkaç ki iyi daha
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
bizimle al p götürebilirim, san yordum.
ki gün, bo yere Anadolu’ya kaç rabileceklerimizle münasebet kurmaya çal m. Nihayet, Üsküdar’a gidecektim. Bu iki gün içinde durum daha da s
ngiliz polisi ile baz Ermeniler bütün vapurlar ve iskeleleri nezaret alt na 93 alm lard . 18 Mart’ta
harekete karar verdik. Üsküdar’a giden alt buçuk vapurunu, yani karanl k bast zaman tercih ettik. Belk s bize kapal bir araba bularak gelecek, bizi Üsküdar’a giden vapurun durdu u iskelenin önünde b rakacakt . Saib ile Abdülmuttalip (güvendi imiz bir
dost) r ht mda bekleyecekler, bizi tan yan birisini görürlerse, i aret edeceklerdi. Üsküdar’da Abdülmuttalip bir araba bulacak, Sultantepesi’ne en yak n bir yerde bizi b rakacakt .
Bunun en güç taraf yafet meselesiydi. K yafeti fazla de tirmek de, hiç de tirmemek kadar tehlikeli bir eydir. Bundan ba ka da, Dr. Adnan’ n endam , fesi, yürüyü ü çok kendisine has ve halkça bilinirdi. T ra olup kad n elbisesi giymek
istemiyordu. Bunu, sadece boyunun bir kad n için fazla uzun olmas ndan de il, gülünç vaziyete dü memek için istemiyordu. Nihayet, onu bir hoca k yafetine soktuk. Çünkü, o eve biti ik evde oturan bir hoca akrabas vard . Ben, siyah gözlük takmas na
itiraz ettim. Çünkü o da bir nevî maske gibi bir eydi. Benim de k
m, k yafetim biraz tan nm oldu u için, Mahmure Ablam n eski biçim çar af giydim. Bir hoca kar vaziyetini almak istiyordum. Hoca kar lar ysa gözlerini örtmezler. Bizimkiler, etraftan
beni gözlerimden tan yacaklar ndan korkuyorlard . Fakat bu da olmad . Çünkü, Halide denilen mahlûk, art k vücudu ile münasebetini kesmi ti.
Nihayet, Mart’ n 18’inde Per embe günü hayat
n büyük dram için haz rland k. Dr. Adnan’ n siyah cübbesi ile beyaz sar ona daha ince ve aristokratik bir ifade vermi ti. Âdeta en eski Müslümanlardan biri yeryüzüne vaaz etmek için gelmi ti.
Giyinmesi bittikten sonra biraz kül istedi. Niçin oldu unu anlamad k. Sonra, bunu papuçlar n üstüne dökünce anlad m. Ben de vücudumun inceli ini ablam n çar af ve k
ile de tirmi tim. Tam haz rland
z zaman, yan zda bulunan Nakiye
Han m:
— Ellerinden tan rlar, dedi. Çünkü, ellerime manikür yapt rm m. Nihayet t rnaklar
sa kestim, koltu umun alt na da bir bohça s
rd m. Belk s, arabay getirir getirmez, hareket ettik. lk tehlike ihtimali Bab âli’den geçerkendi. Çünkü, muharrirler
ve tâbiler 94 hemen hepimizi tan rlar. Fakat, hiç kimse bizi tan mad . Sirkeci’ye geldi imizde, ço u zenci olan Frans z askerleri arabaya do ru gelerek, bize dillerini ç kard lar. Adnan hiç kar k vermememi söyledi. Nihayet, hoca kar , kocas yla beraber
Galata’ya geldi, biletini ald . Dr. Adnan bir lâmba dire inin alt nda durmu , gazete okuyordu. Orada iki ngiliz ajan duruyordu. çimden, “ aallah öksürmez,” diye dua ediyordum. Fakat, can tatl , hürriyet k ymetlidir. Ömründe ilk defa Adnan öksürü üne
galebe çalabildi. Nihayet, düdük çald ve biz vapura bindik.
Bo aziçi harp gemilerinin klar yla p l p l. Toplar k lara çevrilmi . Bahriyeliler a
yukar dola yor. Sular beyaz köpüklü. Ben d ar da oturdum. Biletçi:
— Bu so ukta niçin içeri girmiyorsun, Valide Han m, dedi.
Üsküdar’da, Abdülmuttalip, yan ma gelerek dedi ki:
— Vapurda, Bab âli’de bir mürettip 95 olan Efkâr adl bir Ermeni vard . Arabaya çabuk binelim.
Fakat, her hâlde Efkâr bizi ele vermedi.
Sultantepesi’ne, oraya giden küçük ve dar yoku tan ç kt k. Orada yaln ngiliz polisi de il, h rs z da bulunur. El ele vererek, yolunu kaybetmi iki çocuk gibi yürüyorduk. Ekseri, bohçay o ta
gibi, elimi de o tutuyordu. Çünkü, yoku
kmak, ta o
günlerden beri daima kalbime dokunur.
Baba evinin çam orman ve orada geçen çocuklu umu dü ünmek ne garip idi. Nihayet en yüksekte olan tekkeye vard k.
Kap n önüne gelince, ipi çekip ç ng ra çald k. Yukar dan biri seslendi:
— Kim o?
— Bizi sa yollad .
Yukar dan ipi çektiler, kap aç ld . Bizi, bir dervi kar lad . Elindeki feneri indirerek yüzümüze bakt . Bu, çocuklar n ad koymu olan ihtiyar eyh’in damad Kahraman idi. Dedi ki:
— Ah, Dr. Adnan, ükür geldin. O kadar fena bir haz ms zl k çekiyorum ki.
Ne garipti! Âdeta bir doktor s fat yla gelmi gibiydik. Adnan, Kahraman’ n omzunu ok ad :
— Haydi yukar ya gidelim de, hastal na orada bakar m, dedi.
Merdivenlerden ç karken, eyh’in damad diyordu ki:
— Sizi sal dan beri bekliyoruz. Dün, âdeta yakalanm oldu unuza hükmettik.
Bu aral k, eyh de ko arak gelip bizi kar lad .
Orada, Anadolu’ya gitmek isteyen dört tane daha mebus vard
eyh, bizi Bo aziçi’nin parlak manzaras na bakan bir odas na götürdü. Hemen hareket etmemiz gerekti ini söylüyordu. Celâleddin Arif, bir gün önce, Miralay smet Bey 96 de iki gün önce
birkaç zabitle birlikte hareket etmi ti. smet ad bize büyük bir sevinç verdi. Karakteri ve zekâs gelecek için herhangi mücadelede insana ümit
veriyordu.
Art k Dr. Adnan’ bu tarafa geçirdikten sonra, ertesi gün tekrar stanbul’a giderek birkaç ki iyi daha beraberimize almaya karar verdim.
eyh, bizim ad
kad nlardan saklad . Sadece Kahraman ile eyh’in küçük karde
emseddin biliyordu.
Ayn gün, bütün ehirde ngilizce ve Türkçe olarak, herhangi milliyetçiye yard m edenin ölüme mahkûm edilece ini ilân eden afi ler as lm
stasyonda, bu afi lerin birinde “ölüm” kelimesinin muazzam 97 harflerle yaz lm oldu unu gördüm. Buna
General Wilson imza atm . E er, s rf bize yard m edecekler ölümle tehdit ediliyorsa, acaba bize ne ceza vereceklerdi?
Biraz sonra dört mülteci yan za geldi. Bunlardan biri, me hur Çerkes Edhem’in 98 karde i Binba Re it idi. Kendisi, Anadolu’daki Millî Hareket’in en kudretli eflerinden biri oldu u gibi, ayn zamanda Saruhan Mebusu idi. Mavi gözlü, çok zeki ve iyi
tav rl bir adamd . Dedi ki:
— Bize imdi lâz m olan ey, adamak ll bir harita, bir de k lavuz.
Ben kendi kendime, “ te akl ba nda bir adam,” dedim.
kincisi, Kayseri’ye yak n olan Keskin Mebusu R za Bey’di. Tam oran
ivesiyle konu uyordu:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Bende be bomba, üç tabanca var. Çantam n içinde. Korkmay n, harbe haz z.
Ben de kendi kendime, “Bu, o kadar zeki de il,” dedim. Bu silâhla koca bir orduya kar gelmek imkân olmasa gerek. Ama, bu uzun boylu ve esmer adam o kadar saf ve iyi yürekli bir adamd ki, ona kar bir yak nl k hissetmekten kendimi alamad m.
Biz konu urken, kap n ç ng ra çal nd ve çok geçmeden, odaya, k sa boylu, zay f, sinirli hâlli bir adam girdi. eyh, onu, “Manavo lu Nevres” diye tan tt bize.
er aram za bir bomba dü mü olsayd , bundan daha çok
rmazd k. Bu adam hakk nda bütün duyduklar m bir bir akl mdan geçti. Onun K br s’ta bir ngiliz ajan oldu u ve M r’da Türkler aleyhine yay nda bulundu u söyleniyordu. Acaba do ru
muydu? Kemalleddin Sami de öyle demi ti:
— K smen kaç k, k smen bir evliya, k smen de kanl bir adamd r. Bir an olur ki, memleketi için ölmeye haz rd r. Ba ka bir an, memleketi be para için satar. Morfinmand r. imdi bize kat lmaya çal yor. Onun fikrince, ttihatç lar ortadan kalkmadan
Türkiye kurtulamaz. Vaktiyle de Garpl lar n adaletine çok inan rd
imdi, hayal k kl na u ram . Her eyi yapmaya haz r görünüyor. Fakat, insan aram za girip s rlar
satmayaca ndan emin olam yor.
te, bütün bunlar zihnimden geçerken, R za ve Re it beylerin ona büyük bir h nçla bakt klar gördüm. Manavo lu Nevres
rd ve bana onun bu durumu çok dokundu. Hele onlar n ellerini uzat p da elini s kmamalar bütün bütün beni üzdü. Elleri
birden yan na dü tü.
Ben, içimden ona kar duydu um ac may saklayarak elimi uzatt m. O da bana garip bir minnetle bakarken yüzündeki üzüntü biraz geçti.
— Nas ls z, Nevres Bey?
— Ben Anadolu’ya kaçmak istiyorum, Atâ Efendi, diye eyh’e hitabetti.
— Gel, beni yar n gör, bir çaresine bakar z.
Zavall eyh, o adam n samimiyetine inan yor ve ötekilerin ald vaziyetten fena hâlde s
yordu. Gerçi, o evden ç nca, benim de içim rahat etmedi ama, bu ruhen ac çeken bir adamla bir ba kurmu olmakla beraber, bütün selâmet ve
emniyetimizin onun durumuna ba land
dü ünmekten de kendimi alam yordum.
eyh’in odas nda, Adnan’la bana yere yatak serdiler. Ötekiler hemen çekildi. O gece hareket ettiklerini haber ald m. Ben, kendim stanbul’da bir gece daha kalmak tehlikesini göze al yordum. Çünkü, bir taraftan her türlü ihtimale kar çocuklar m için bir
eyler yapmak zorundayd m. Fakat, bir saat için bile emniyette olmad
biliyordum. Dr. Adnan’ yat rd ktan sonra, ben o gece uyumad m, bekledim. En küçük tehlike i aretine kar tekkenin arkas ndaki kap dan ç p geni ve ss z arsadan kaçmaya
karar vermi tik. Pencerede oturmu , uzaktaki klar ve Sultantepesi’nin karanl k evlerini, ayn zamanda tekkeye ç kan dar ve küçük yoku u gözden geçiriyordum. Önce hiçbir hareket gözüme çarpmad . Fakat geceyar bu ss z, küçük yoku ta bir k
belirdi. Kendi kendime, “Acaba Nevres bizi ele mi verdi?” diyordum. Gözlerim yoku a dikilmi ti. Bir tek adam, elinde bir cep feneri ile, yolunu bulmaya çal arak, yoku ta yürüyordu. Acaba herkesi uyand p kaçmal
yd ? Hay r! Ba ka bir k veya gölge
görmeden beklemeye karar verdim. Bu, hayli güç bir durumdu. I k sa a sola çevriliyor, ben de, nihayet herkesi uyand rmaya karar veriyorum. Fakat tam o anda, fener tutan adam tekkenin yan ndaki büyük evin bahçesine girdi. Garip olarak, sonradan,
adam n Salih Zeki oldu unu ö rendim. Anla lan, t pk , biz Sultantepesi’nde onunla evli oldu umuz zamanki gibi, orada tutmu oldu u bir evden ç p geceleri kom uya gidiyor ve geç vakit eve dönüyordu. O gece, o sokaktan, o saatte geçmesi ne garip bir
tesadüftü!
Sabahleyin erkenden giyinerek yoku tan indim, ss z ve kimsenin bulunmad taraflardan Üsküdar iskelesine gittim. imdi, y llar y tan
m bu yerde, bir tak m siyah kalpakl adamlar (Emniyet’in adamlar ) geleni geçeni gözden geçiriyorlard . Gerçi,
orada herkes kabahatli imi gibi bu tetkikten ürkmü görünüyorsa da ben korku gösteremezdim. Çünkü, iki gün daha orada kalmaya, bu tehlikeye gö üs germeye mecburdum. Her hâlde, yakalanmaktan çok, bu meselede muvaffak olmak karar m
kuvvetliydi. Yine Bo aziçi vapurunun so uk ve dondurucu rüzgârlar na aç k güvertesinde oturdum. stanbul’a geçince tekrar Nigârlar n evine gittim, orada, Abdülmuttalip’i görecektim. O da beni, baz dostlarla temasa getirecekti. Bu, bo una oldu. Cami
Bey’den ba ka kimse ile irtibat kuramam . 99
Cami Bey’in bulundu u yer Abdülmuttalip’e söylenmemi ti. Fakat, kendisini nas l görece im hususu kararla
lm . R fk (Pasin) Bey isminde bir arkada beni ertesi gün Üsküdar iskelesinde bulacak ve ona götürecekti. Bu adam hiç tan yordum.
Bana bir resmini verdiler. O da beni k yafetimden ve bilhassa elimin üzerine at lm lâcivert bir aldan tan yacakt . Beni tan r tan maz yan ma gelecek, “Nas ls z, Fatma Han m,” dedikten sonra, Cami Bey’in evine götürecekti.
Ertesi gün, benim stanbul’daki son günüm olacakt . Çünkü, daha bundan sonra ba kalar aramamaya karar vermi tim. itti ime göre, Parlamento ngilizler taraf ndan bas lm , Rauf Bey’le Kara Vas f Bey al p götürülmü tü. Gerçi, Parlamento’nun
30 ki ilik muhaf olan cesur askerler mukavemet etmek istemi lerse de, o arada böyle bir mücadelenin uygun olmayaca
baz mebuslar söylemi ti.
Ben, Mahmure Abla’n n Gedikpa a’daki küçük evine gittim. Ablam, ailesiyle birlikte benim evimde oturuyordu. Nakiye Han m’la Mahmure Abla benim yan mdayd lar. Gerçi, bu büyük bir tehlikeydi ama, o ullar mdan bir tanesini olsun görmeden ayr lmak
istemiyordum. Büyü ünü istedim çünkü küçük çok heyecanl yd ve Robert College’deki az nl klara mensup arkada lar n taarruzlar na mukavemet edemeyerek kendisini tehlikeye atabilirdi. O gün, sokaklarda as olan büyük harflerle yaz ÖLÜM ba
alt ndaki afi ler mütemadiyen gözüme çarp yordu. O gece Üsküdar’a döndüm.
Cumartesi sabah tekrar iskeleye indim. Siyah kalpakl lar ço alm , herkes gibi beni de gözden geçiriyorlard . Sükûnla ben de onlara bakt ktan sonra yava yava yürüdüm.
Biraz sonra birisi arkamdan:
— Nas ls z, Fatma Han m, diye seslendi.
Sar n bir adamla kar kar ya geldim. Be ikta vapuruna binmemiz gerekti ini söyledi. skele h ncah nç doluydu. Ben kendime bir paket tütün ve sigara kâ
, biraz da am f st alarak vapura girdim. Hava o kadar so uktu ki, güvertede
oturamad m.
Kamarada, denize bakan pencerenin önünde bir genç k z oturuyordu. Benim üniversite talebelerinden biriydi. Yaln z onun profilini görüyor, denizi seyretti inin fark na var yordum. Tütün paketini, üzerine vurarak açt m, bir sigara sarmaya ba lad m. Bu
f halk n tavr ne kadar iyi taklit etti imi dü ünerek koltuklar m kabar rken, kar daki genç k n dönüp bana bakt
n fark na vard m. Sigara sarmakta devam ederek ve nihayet kibriti çak p sigaray yakarken, yüre im a ma geldi. Çünkü bu defa
tan nm m. Çok ükür, bugün art k ellerim sosyete han mlar n ince, manikürlü elleri de il, çal an alelâde bir kad n elleridir. Yap lacak tek ey, onun yüzünde beliren korku ve ayn zamanda sevinci görmemi gibi davranmakt . Halinden, yerinden
rlay p bana gelmek istedi ini hissettim. Ama ben bu ara bir taraftan sigaray tellendiriyor, bir taraftan da onu görmezlikten geliyordum. Yava yava yüzündeki heyecan uçtu, gözleri ya ard , ayn zamanda, üphe ve ac yla doldu. Sigara biter bitmez, f st k
külâh açarak içindekileri yiyip kabuklar yere tükürmeye ba lad m. Bu, ona benim Halide Edib olmad m kanaatini vermi olacak ki, yüzünü tekrar denize çevirdi. Gerçi beni hiçbir zaman ele vermeyece ini biliyordum ama, bana yard m eden
vatanda lar ölümle tehdit edildi i için beni tan mamas kendi menfaati bak ndan uygun buldum.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Be ikta ’tan bir araba ile Ni anta ’na ç kt k. R fk Bey dedi ki:
— Beni uzaktan takip edin. Bir kap n önünde durup ayaklar n tozunu al p çekildikten sonra siz o kap dan içeriye girin. Cami Bey üçüncü kattad r. Bir saatten fazla durmay z. Ben sizi kö e ba nda bekleyece im.
Cami Bey, beni görünce iki dakika kadar hayret içinde bana bakt . Derhal hareketimizin plan haz rlad k. Kendisi ayn gün, ö leden sonra Bebek’e inecek, Beylerbeyi’ne geçecek, orada Abdülmuttalip onu bekleyecek, tekkeye götürecek. Ertesi güne
kadar haz rl k tamam olacak, ben ertesi sabah tekkeye geldi im zaman da yola ç kaca z.
Cami Bey sordu:
— Bu geceyi stanbul’da geçirmeniz tehlikeli olmaz m ?
Öyleydi. Fakat benim için bu, bir mecburiyetti. Cami Bey de çok üzgün görünüyordu. Çok güzel, genç bir kar , en büyü ü 15 ya nda, en küçü ü 9 ayl k olmak üzere be çocu u vard . Onlar bir hafta geçindirecek kadar bile paras yoktu. Hemen o
gün, bir dosttan borç almaya karar verdik. Ba
iki elleri aras na al p s
hiç unutmam.
Ben, R fk Bey’i kö e ba nda buldum. Osmanbey’e kadar yürüdük. Zenci bir arabac n arabas na binmeye karar verdik. Fakat arabaya binerken iki üniformal ngiliz polisi ile bir sivil memurun arabaya binenleri gözden geçirdi ine dikkat ettik. Araban n
önünde durarak konu tuk. Ben diyordum ki:
— Ben, buraya bugün Efendi Hazretleri’ni görmeye geldim.
O da cevap veriyordu:
— Ben de in aallah yak nda kendilerini ziyarete gidece im.
Ben arabaya yaln z bindim. O, yerden alaturka bir temenna 100 verip ayr ld . Arabac ya beni Köprü’ye 101 götürmesini söyledim. Her hâlde, Mahmure Abla’ya gidinceye kadar belki üç defa araba de tirecektim. Zencinin garip bir surette bana bakt
ve
Beyo lu’nda lüzumundan fazla a r gitti ini hissettim. Belki beni ngiliz polisine teslim edip etmeyece ini dü ünüyordu. lân edilmi olmamakla beraber, beni haber verenlere 500 veya 1000 ngiliz liras verilece i söylentilerini duymu tum. Bu para, bu
zavall için oldukça mühim idi.
Bununla beraber arabac beni Köprü’ye kadar götürdü.
Mahmure Abla’n n evine geldi im zaman, lâmbay yakmadan önce penceresine battaniyeler ast . Çünkü, kom ular onun benim evimde oldu unu san yorlard . Beni soyup yata a yat rmas ne kadar büyük bir huzur verdi. Yata m bir yer yata yd . O
gece, her hâlde bir karyolada yatamazd m. Ömrümde hissetmedi im bir ba dönmesiyle beraber ate im de vard . Tavan, lâmba, etraf ndaki e ya birbirine kar p duruyordu. Fakat ben, ertesi gün için yap lacak haz rl klar ablama söylüyordum:
ki di rças , bir yüz havlusu, alt mendil, bir
e tentürdiyot, bundan ba ka yar m kilo ekmek, biraz peynir, bir de cep feneri.
Etraf mdaki mütemadi dönü ten dolay gözlerim kapal yd . Fakat, Mahmure Abla bunlar kaydetti. Biraz sonra, Nakiye Han m, büyük o lumla geldi. On dört ya ndayd . Fakat birdenbire, o vaziyette, bana büyümü bir insan gibi geldi.
Onlar yemek yedikten sonra, kâ t, kalem istedim ve o luma benim yan mdan ayr lmamas söyledim. Ben yaz yazarken, kollar yla beni tuttu. Önce, yazd m en önemli mektup, Mr. Crane’edir. O ullar
ayet Amerika’ya gitmek mecburiyetinde
kal rlarsa, onlarla me gul olmas rica ediyordum. Çünkü, ngilizlerin bizim gibilerin çocuklar çok geçmeden alacaklar ndan emindim.
Nihayet, büyük bir ba dönmesi ve ate içinde uzand m, gözlerimi kapad m. Ertesi gün çok zor olacakt . Bununla beraber, hiç a lamad m. Bütün gece, o lum, oda, k etraf mda dönüyor gibiydiler.
kide birde o lumla konu uyordum, fakat bunlar önemli eyler hakk nda de ildi. Mütemadiyen küçük o lumun, uzun pantolonundan memnun olup olmad
soruyordum.
Ertesi sabah, saat 6’da Mahmure Abla geldi. Beni onlar giydirdiler. Çünkü, hâlâ ate im yüksekti ve ba m durmadan a yordu. Bununla beraber, soka a ç kar ç kmaz kendimi ayakta tutabilece imden emindim. Ablam bir muska getirip boynuma takt ve
dedi ki:
— Bu, eyh Edebalî’nin odas nda as bir duaym . Bir gün Sultan Osman, ehzadeyken, onu ziyarete gelmi , bu duan n ne oldu unu sormu
eyh de bunun ne kadar mühim oldu unu söyleyince, bütün gece, bu duan n as oldu u yerin alt nda
durarak kurmak istedi i hükûmet için sabaha kadar dua etmi . O hükûmet geldi, geçti. Sizler onu yerine koyacaks z yine. imdi bunu boynuna asal m, sen bu mukaddes dua yolunda çal rken, sana bir zarar gelmez.
Mahmure Abla’n n hiçbir zaman bu kadar ciddî konu tu unu duymam m. Durmadan yüzüme bak yor, gülüp gülmedi imi anlamak istiyordu.
— Tak boynuma Abla, bir daha ç karmam.
Çocuklu umda boynuma muska ast rmazd m. Fakat, bunu Mahmure Abla’n n kendisini ifade etti i için tak yordum.
dealistler için insan unsuru kadar önemli bir ey yoktur. Bu unsur ortadan kalkar kalkmaz, onlar dünya için bir tehlike te kil ederler. Çünkü, bu âlem s rf onlar n ideali için yarat lm de ildir.
Nakiye Han m’la o lum önce ç kt lar. A lamad lar. Öyle istiyordum. Ben de onlar n arkas ndan bohçamla ve ekmek paketimle ç kacakt m. Günlerden beri o kadar az ey yemi tim ki! Ama kendi midemin bo lu unu dü ünecek durumda de ildim. Ablam
dedi ki:
— Sen, Ali amil Pa a’n n k
n, Bedirhan Pa a’n n torunusun. Yakalarlarsa bunu söyleyeceksin.
— Pekâlâ!
— Nüfus tezkerelerini de almal n.
Kö edeki bir sepetten nüfus tezkerelerini ç kararak kendi gö süne koydu.
Tekrar kar kar ya durmu , hemen hemen otuz y l önce, mor salk ml evde oynad
z oyunlardan birini tekrar ediyor gibiydik.
Ben dedim ki:
— Ben, ben de ilim.
— Sen kimsin?
— Ben, Bedirhanî Mahmure Han m’ n Ay e adl beslemesiyim. Bütün eski ailelerin böyle beslemeleri vard r ve arkalar ndan sokakta yürür ve han mlar da onlara ikide bir, “Haydi, Ay e, yürü, bohçaya dikkat et!” derler.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bu oyuna Mahmure Abla raz oldu. Fakat çok ciddî görünüyordu. Kap kaparken:
— Allah m, sen bize yard m et, dedi. Bir daha böyle bir ey söylememesini kendisine tembih ettim.
Gerçi, Mahmure Abla kadar mukallit 102 insana rastlamak güçse de, bugün akl kaybetmi ve aptal görünüyordu. Bir türlü bohçay benim ta mama raz olmuyordu. Ba
n dönmesinden dolay , birdenbire dü ebilece imi san yordu. Bidüziye dönüp
bana bak yordu. Çok ükür, sokaklarda birkaç Arnavut salepçiden ba ka kimsecikler yoktu. Divan Yolu’na kadar kimseye rastlamadan geldik. Orada bir arabaya bindik. Art k ba
n dönmesi geçmi gibiydi. Ben, ikimizi de idare etmek
mecburiyetindeydim. skelede, bir kay a m , yoksa vapura m binmek daha uygun olaca
tart k. Fakat, hava öylesine so uktu ki, her türlü tehlikeyi göze alarak vapura bindik.
Üsküdar iskelesinde, o tarafta y llarca oturmu oldu umuz için, beni tan mayan arabac azd . Bununla beraber, hemen hiç binmemi oldu um tek atl para ollerden 103 birine atlayarak, Bülbül Deresi’ne kadar gittik. Ben onu yoku un alt nda b rakmak
istiyordum. Fakat, o beraber gelmek için srar etti. Nihayet, tekkenin dar yoku una geldik. Kap ya yakla rken eyh’in karde i, rengi sapsar , korkunç bir f lt yla bize ko arak geldi ve dedi ki:
— Dün gece polis geldi. Herkes gitti. Siz hemen yandaki eve gidin. çeriye bahçeden girin.
Zavall çocuk, konu urken gözleri evlerinden d ar rl yordu. Gösterdi i eve do ru giderek, içeriye girdik. Buras , R za Bey’in eviydi. Onun o lu, Hilâl-i Ahmer’de Dr. Adnan’ n kâtibiydi. Ne yaz k ki, aile büyük bir felâket geçirmi bulunuyordu. Bir k
o
ay kaybetmi ti. Fakat annesi, gayet sakin, dost, metin 104 ve güzeldi. Süleyman Bey’in o lu Saffet ile Abdülmuttalip de oradayd lar. Ben sordum:
— Ne oldu?
Anla ld na göre, Cami Bey tekkeye geldikten sonra, talyan ve ngiliz polisleri de gelmi ler. Bunun üzerine, eyh arka pencereden atlayarak kaçm . Dr. Adnan’la Cami Bey de bu eve gelmi ler. Evin arka taraf bo ve kimsenin geçmedi i büyük bir
arsayd . Dr. Adnan ve Cami Bey oradan kaçm lar.
Bütün arabalar K kl ve Çaml ca’da ngilizler taraf ndan tefti ediliyordu. 105 Cami Bey’le Dr. Adnan, Yaln zselvi’ye bo arsalardan yürüyerek gitmi ler. Ben kad n oldu um için kurtulmam ihtimalini daha büyük görmü ler. Bizi Bülbül Deresi’nde bir araba
bekliyormu . Bir jandarma da bizimle beraber gelecekmi .
Ben sordum:
— Ya arabac ?
Arabac ya güvenmek için sebepler vard . Bu i i eski Jandarma Kumandan Remzi Bey haz rlam . Arabac , alt l hapse mahkûmmu . Bizi buradan geçirdi i takdirde, serbest b rakaca na, Remzi Bey ona söz vermi . Biz hemen hareket etmek
mecburiyetindeydik. Bundan ba ka da, bir suale marûz kal rsak, ne cevap verece imizi de haz rlam k.
Nihayet arabaya binerek hareket ettik. Jandarma, gayet ciddî görünüyor, zenci arabac da dudaklar n titremesine mâni olam yordu. Gözleri f ld r f ld r dönüyor, âdeta Amerikan gazetelerinde rastlanan zenci karikatürlerini hat rlat yordu. Mütemadiyen
ba
bana çevirip m ldan yordu:
— E er bundan sa kurtulursam... Bir daha... Asla...
Bu cümleyi bitiremiyordu. Acaba, bir daha bir suç i lemeyece ini mi, yoksa bir mülteciyi kaç rmayaca
söylemek istiyordu? On dakika kadar gittikten sonra, tekrar ba
bana çevirdi. F ld r f ld r dönen gözlerinin siyahlar kaybolmu , iki beyaz
nokta kalm . A lar gibi:
— Mültecileri kaç rman n cezas ... diye m ldand . Ben de ona do ru uzanarak, ciddî bir edayla:
— Bana bak! Ölümden daha büyük ceza var m , diye sordum.
— Yooook!
— Ceza vermek istedikleri biziz, de il mi? En büyük cezay tabiî bize verecekler. E er bir mülteci kad kaç rken tutulursan, sana verecekleri ceza en nihayet alt ll k hapistir.
Yutkundu, yine sordu:
— Sen Halide Edib Han ms n, de il mi? En çok seni tutmak istiyorlar, dedi.
— O hâlde ölüm cezas
erefi bana ait olmas lâz m.
Her hâlde, arabac ölüm cezas n bir eref olaca na inanm yordu. Sordu:
— Benim cezam n alt ldan fazla olmayaca
biliyor musun?
— Bana bak! Senin yapaca
ey, e er bir ey sorarlarsa, beni Bülbül Deresi’nden al p Cemal Bey’in evine götürdü ünü söylersin. Ondan ötesini bana b rak! Bu gece evine dönersin. Arabay ko turma. Bilhassa ngilizlerin önünden geçerken. E er
korku göstermezsen, hiçbir ey olmaz.
Dizginleri tekrar yakalayarak azimle arabay sürmeye çal . Fakat gözleri mütemadiyen bana dönüyor ve evlerinden f rl yordu.
Büyük Çaml ca’n n dört yol a nda, ngilizler duruyorlard . Çok ükür, zmir’in i galinden sonra hiçbir eyden korkmamak için verdi im karar hâlâ yerinde idi.
Bir ngiliz askeri a ac n alt nda durmu , yolu gözetliyordu. Arkas nda üç asker daha vard . Heliyografla 106 etrafa i aret veriyorlard . Arabadan e ildim, onu tetkik ettim. Önde duran askere kar içimde büyük bir ac ma hissi kabard . Sapsar , yorgun
görünüyordu. Zavall adam belki s tmaya tutulmu tu.
er ben avlanan zavall bir hayvansam, o zavall da o hayvan zorla avlamaya sevk edilmi bir mahlûktu. Kim bilir, nas l, içinde memleketinin hasreti vard . Ondan sonra, arkas ndakilere dikkat ettim. Anla ld na göre, Bakkalköy ile Pa aköy’ün
Ermenileri silâhland lm
üphe ettikleri kim olursa olsun, vurmak emrini alm lard . Ayn zamanda, daha uzakta bir avuç Türk de mültecilere yard ma çal yordu. Araban n içindeki basit, alelâde Türk kad na bir defa bakt ktan sonra, onun için her hâlde
bir i aret vermedi. Ba ta duran, gözlerini yolun a
na çevirdi. Benim zenci arabac
rm . Fakat, o kadar yorulmu tu ki, Yaln zselvi yolunun ba nda arabay durdurdu. Birden, korkunç bir f rt na ç kt . Önümüzdeki kat r arabalar ngiliz askerleri,
yukar gidip geliyorlard . Bizse hâlâ orada duruyorduk. Ben orada bu kadar uzun boylu durmam
üpheli buldum; fakat bize kat lacak olan jandarma gelmekte gecikiyordu. Nihayet, ko arak geldi. Yüzünden, fena haber getirdi ini anlad m. Fakat,
daha fazla durmay tehlikeli buldu um için:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Arabaya atla, orada konu uruz, dedim.
Verdi i haberler pek ho de ildi. Samand ra –ki bizim geceyi geçirece imiz köydü– ve ondan önceki Dudullu’yu ngilizler i gal etmi lerdi ve stanbul’dan gelen olup olmad
tefti e koyulmu lard . Jandarma, bütün bunlar gizli telgraf servisinden
renmi ti. imdi, jandarma benim Çaml ca’dan geçti imi onlara haber vermek mecburiyetindeydi. stanbul’dan Ankara’ya kadar gizli bir telefon sistemi kurulmu bulunuyordu. Bunu yapan, vatansever ve cesur telgrafç lar, her tehlikeyi göze alm lard .
nsan, ister istemez, onlar tan nm ve me hur isimlerden daha mühim buluyordu. Çünkü, onlar n hiçbirinin ad tarihe geçecek de ildi.
Yaln zselvi’ye yakla nca, sahne muazzam bir facian n prologu 107 olmaya elveri li bir durum alm . Hudutsuz bir ovan n üzerinde rüzgâr, tozlar korkunç bir h zla kald yor, garip garip renkler ortaya ç yordu. Ovan n ortas nda, bir tek selvi, tek ba na,
bir bayrak gibi sa a sola sallan yordu. Yaln zselvi, üç kahve, birkaç evden ibaretti. Oraya gelir gelmez, araba durdu. Jandarma atlayarak, kahveye Dr. Adnan’la Cami Bey’i aramaya gitmek istedi. Ben sordum:
— Onlar tan yor musun?
— Dr. Adnan’ resimlerinden biliyorum.
Üç kahveyi de dola ktan sonra, jandarma gelerek orada onlar bulamad
ve üpheyi çekmemek için köylülerden de soramad
söyledi. Orada uzun boylu duramazd k. Tam hareket etmeye karar verdi im anda, hat ma Cami Bey’in bir
karde inin Yaln zselvi’de oturdu u ve yan nda Ressam Nazmi Ziya’n n bulundu unu söyledi i geldi. Kahveye Nazmi Ziya Bey’in evini sorduktan sonra, oraya do ru yollanmaya karar verdik. Biz oraya varmadan, bir jandarma elini sallayarak bize do ru
ko tu. Bu jandarma, Dr. Adnan’la Cami Bey’e yard m etmek üzere te kilât taraf ndan memur edilmi ti. Onlar da jandarmay beni yolda beklemeye memur etmi lerdi. Adamca z da so uk yüzünden köye gitmi , geç kalm . Be dakika sonra, Cami Bey,
Dr. Adnan ve Cami Bey’in karde inin bana do ru geldiklerini gördüm. Dr. Adnan’ bir getr 108 pantolonla görmek bana her eyi unutturdu. Anla lan, Süleyman Bey’in o lu Saffet’in getrlerini giymi ve stanbul’da herkesin tan
ciddî k yafetlerini b rakm .
Her hâlde o vah î bo lukta bu k yafetle Dr. Adnan çok garip görünüyordu. Bir elinde küçük bir av torbas vard . Bunu Cami Bey’in karde i kendisine vermi ti. Bu, yolda çok i imize yarad . Burada tekrar etmek gerekir ki, hayatta san ld ndan çok daha az
eye ihtiyac z vard . Cami Bey’le Adnan üzgün görünüyorlard . Dudullu’nun ngilizler taraf ndan i galini duymu lard . O hâlde, Samand ra’ya imdi gidemezdik. Bundan ba ka da, zenci arabac Dudullu’dan öteye gidemeyece ini bildirdi. Cami Bey ve Dr.
Adnan Samand ra’ya tarlalardan yürüyerek gideceklerdi. Saat üçe geliyordu. Gidece imiz yer de 25 km. ötedeydi. Oraya ancak saat 11’de var labilirdi. Fakat, Dudullu’da bir vas ta bulmak meselesi vard kisi de zenci arabac ya çok yalvard lar. Fakat fayda
vermedi. Adamca z, gözlerinden ya lar akarak:
— Yapamam, yapamam, beni öldürürler, diyordu.
Ben de:
— Zarar yok, gerekirse öküze de binerim. Allaha smarlad k, dedikten sonra arabaya atlad m. Ben arabaya binerken, Adnan’ n sesini duydum:
— Halide, Halide!
Bu ses, bir erkek sesinden ziyade, kapana tutulmu bir zavall yarat n sesi idi.
— Efendim, diye cevap verdim.
— Siz de bir ey olmam gibi yolunuza devam ediniz. E er, 11’e kadar Samand ra’da bizi bulamazsan z...
Bir an cevap yok, sonra, garip, küçük bir ses:
— Peki, peki.
Bu, Mahmure Abla’n n, “Allah m, sen bize yard m et!”ini hat rlat yordu.
Art k ortal k kapkaranl kt . Rüzgâr, karanl kar
r gibi garip bir ahenk içinde eserken, biz de yolumuza koyulduk. Saat be e do ru Dudullu’ya vard
z zaman, bir ngiliz müfrezesinin önlerinde kat rlar, oradan çekilmekte oldu unu gördük.
Birdenbire, bir çift yorgun mavi göz, ba
arabaya uzatt . Arabac n ba rmas ndan korktum. Fakat, adamca z ba
çevirip yürüdü, gitti. ngiliz müfrezesi oradan çekilip gitmi ti. Fakat, köy korku içindeydi. Yan mdaki jandarma ne yapaca
rm .
Nihayet, karakola giderek orada benim için bir vas ta (hatta bir kat r) temin etmeye çal . O gittikten sonra arabac yan ma ça rd m. Araban n yan nda, ayakta duruyordum. Zavall adam âdeta say klar gibi:
— Olmaz, daha ileriye gidemem, diyordu. Fakat ben, ald rmayarak durmadan onu iknaya çal yordum. Beni Samand ra’ya götürmesini temin etmek istiyordum. Nihayet, bu zavall , al k, zenci arabac ikna edebildim. Jandarma döndü ü zaman
arabac harekete haz rlan yordu.
— Arabaya atla, hsan Efendi, çabuk. Gidiyoruz, dedim.
Jandarma arabaya atlad , olanca süratiyle hareket ettik. Yüzünden, köyde hiçbir vas ta bulamam oldu unu anlad m.
Samand ra’ya saat sekizde girebilmi tik. Do ru, Jandarma Karakolu’na gittik. Makedonyal olduklar anla lan iki jandarma beni arabadan indirerek zemini toprak, içinde dört büyük yatak bulunan bir odaya götürdüler. Odan n ortas nda büyük bir soba
vard . Tek tahta sandalyeyi bana verdiler. Jandarman n biri, önce sobaya odun doldurduktan sonra telefona gitti.
— Ben Karakol Kumandan emsi Çavu . Alemdar’a telefon edece im. Ba lay n... Alo, alo Alemdar! Halide Han m Samand ra’ya sa salim geldi. Adnan Bey’le Cami Bey daha sonra gelecekler. Onlar yürüyorlarm ... Bizim sadece üçümüzün tüfe imiz
var... Köyü terk edemeyiz... Evet, Yirmiler d ar da. Geldikleri zaman telefon ederim.
emsi Çavu telefonu b rak nca bana dedi ki:
— Köylüler evlerine çekilince sizi bir yere götürürüm, rahat edersiniz.
Fakat, bir dakika geçmeden telefon çald . Çavu yine konu maya ba lad :
— Buras Samand ra. Oras neresi? Evet, evet... Selâmetle geldi. Evet, evet... Ötekiler yürüyorlar. Evet, evet, Yirmiler de bu civarda.
Bu, biraz dü ündürücü bir vaziyetti. Yirmiler, Bakkalköy’ün ngilizler emrinde olan çetesiydi. E er, Dr. Adnan’la Cami Bey onlar n eline dü erlerse, hiç dü ünmeden öldürürlerdi. O günlerde, merhamete benzer hiçbir his, Millî Mücadele’ye giri ilenlere
kar yoktu. Ben, 11’e kadar ümidi kesmemeye karar verdim. Çavu odadan ç nca, soban n kar
nda biraz nefes alarak oturdum. S cakl k beni âdeta sevindirmi ti. Biraz sonra d ar da insan oldu unu hissedince, gittim, kap açt m. Evet, kap n
önünde, bir tek fener alt nda alt tane uzun boylu adam duvara dayanm , duruyordu. Önlerindeki küçük çukurdaki su donmu tu. Seslendim:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
çeri gelin, arkada lar, gelin, ben rahats z olmam.
Jandarmalar birer birer içeri girdiler. Odada bir çocuk uyuyormu gibi ayaklar n ucuna basarak yava ça ilerleyip yataklar n üstüne oturdular. Hepsinin gözleri önlerinde. Hiçbiri bir tek söz söylemiyordu. Bir iki dakika sonra, bir tanesi sobaya tekrar ate
att .
lk a
açan ben oldum:
— Arkada lar, karn m aç, dedim.
O sabah, saat alt da Mahmure Abla’n n bana vermi oldu u bir fincan çaydan sonra a ma hiçbir ey koymam m. Hepsi birden yerlerinden f rlad . Biraz sonra hepsinin elinde birer siyah ekmek somunu, yan ma geldiler. Her biri kendi ekme ini kabul
ettirmek istiyordu. Güldüm:
— Bana bir dilim kesiniz, dedim ve tabiî, kumandanlar kesti.
Ekmek yutulamayacak kadar kat yd . Bu adamlar, ellerine sadece böyle ekmek verebilen bir hizmete kendilerini vermi lerdi. Kendi kendimden âdeta utand m. imdi, art k aram zda bir dostluk havas hâs l olmu tu. Hepsi, yüzümü tetkik ediyordu. Kendi
memleketlerinin bir kad
ngilizlere kar koymu olmas ndan dolay büyük bir gurur duyuyorlard . Nihayet dilleri çözüldü. Kumandanlar cebinden sararm , pis bir kâ t parças kararak yata
n üstüne koydu ve dedi ki:
— Bu, Sunday Times’tand r. Burada, Enver Pa a’n n 109 Hayber Geçidi’nin ba nda ngilizlerle mücadelesini yaz yor. (Böyle bir eyin Sunday Times taraf ndan bas lmam oldu unu ve bunun s rf askerlerin maneviyat yükseltmek için uydurulmu
oldu unu ö rendim.)
Bundan sonra, bir bir konu maya ba lad lar. Padi ah’ n memlekete h yanet etti ini söylediler. Yenildikse ne olurdu, Almanlar da yenilmemi miydi? Bizim istiklâlimizi elimizden almaya ne haklar vard ? Evet, Osmanl hanedan ndan birinin memleketi
yabanc lara satmas nas l bir ay pt ? Fakat, biz bundan sonra istibdad ortadan kald racakt k. Hiç olmazsa, Bulgarlardan örnek almak gerekti. Onlar hiçbir zaman istibdada ba
memi lerdi.
te konu malar n konusu buydu. Onlar n hepsi Makedonyal yd . Hepsi heyecanl , isyanc ve istibdada kar duran hisler ta yorlard . Hepsi belirsiz bir ekilde, yeni bir Türkiye hayal ediyor ve bunu yaratacak bir kahraman dü ünüyordu. Bu
Makedonyal lar n içinde Enver Pa a’ya kar büyük bir temayül 110 oldu unu anlad m. çlerinden biri, Makedonya’da onunla birlikte dövü mü tü. Kumandanlar lâflar keserek, Mustafa Kemal Pa a’dan bahsetmeye ba lad . Ne kadar büyük bir asker
oldu unu ve Yunanl lar Atina’ya defedece ini söyledi. Nihayet, saat dokuz olmu tu. Kumandan aya a kalkt ve dedi ki:
— Art k seni bir eve götürebiliriz, Halide Han m.
Bunu söyledikten sonra, ötekiler aya a kalkt lar. T pk girdikleri gibi odadan yava yava
kt lar.
Aya a kalk p da gözüm pencereye ili ince, orada bir adam n a
yukar yürümekte oldu unu gördüm. Yüzünü fark edememekle beraber, hareket hâlinde oldu unu görüyordum. Her hâlde ayaklar yere bir kaplan aya gibi sessiz bas yordu.
Pencereye yakla arak yüzünü görmeye çal m. I
n alt nda, iki parlak siyah göz, uzun, ince, biraz çarp k bir burun ve yanaklar ndan çenesine inen ince, siyah b klar gördüm. Bu yüz bana eski bir Galyal veya Yeniçeri’yi hat rlatt . Kumandan dedi ki:
—A
da Mehmed Çavu nöbet bekliyor.
— Mehmed Çavu kim?
— Anadolulu bir komiteci. Kuvay Millîye’den.
Bu yüze dikkatle bakt m zaman, onun da benim gibi bir maksat için can vermeye haz r oldu unu hissettim. Kumandan’la beraber yan na gitti imiz zaman:
— Safa geldiniz, Halide Han m, dedi.
Gülümsedi i zaman, bütün beyaz di leri meydana ç yordu. Kumandan dedi ki:
— O silâh kaç r. Biraz çenesi dü üktür.
Bir Makedonyal için, ba yla, eliyle veya gözüyle bir hareket yaparak cevap vermeyen herkesin çenesi dü üktür. Ben, Kumandan’la uzakla rken, seslendi:
— Ben nöbet bekliyorum. Buna, “korkmay n” kelimesini eklemesi, beni de kendisi gibi bu i in ferdi sayd hissini veriyordu.
Karanl k ve çamurlu soka a girdi imiz zaman, yorgunlu umu hissettim. Ate in ba nda jandarmalar n dostluk gösterileri bana kim bilir daha ne kadar zaman ötede beride dola p bilmedi im evlere s nmaya mecbur olaca
unutturmu tu. Nihayet,
sokakta emsi Çavu bir kap çald ve bana dedi ki:
— Buras Muhtar Resul A a’n n evidir. Sad k bir adamd r. Ötekiler gelinceye kadar bu evde dinlenirsiniz.
Karanl k bir eve girdik. Tahta merdivenlerden evin tek kat na ç kt k. Merdivenin ba nda, elinde küçük bir lâmba ile, uzun boylu bir köylü kad n duruyordu:
— Safa geldin, k m, dedi.
Her hâlde annem olacak ya ta de ilse bile, bu zavall mülteci kad na anal k etmek istiyordu. Merdivenin basama nda oturarak çamurlu ayakkab lar
karmaya çal rken, tatl bir sesle:
— Zarar yok, ç karma ayakkab lar , dedi.
Girdi im odada çat r çat r yanan odunlarla dolu bir ocak, yerde koyun pöstekileri vard . Üstünde iki küçük k z oturuyordu. Çocuklar beni yakalayarak sedire götürdüler. Oraya oturtup iki taraf mdan bana sar ld lar ve so uk yanaklar
öpmeye ba lad lar.
er bana tek rahat ve huzur verebilecek bir oday kendim haz rlam olsayd m, bundan daha mükemmelini yapamazd m. Analar ayakta bana tatl tatl gülümseyerek bak yordu. Hiçbir ey sormad . Yaln z dedi ki:
stanbul’da kan gövdeyi götürüyormu .
— Vaziyet pek o kadar fena de il.
— Benim stanbul’da bir k m var da, çok merak ediyorum.
— Köydeki vaziyetiniz nedir?
— Çok kötü. Bakkalköy’ün Yirmileri geçen ay üç ki i öldürdüler. Kimse soka a yaln z ç kam yor. Son zamana kadar bir tek jandarmam z vard
imdi, ükür, iki ki i oldular. Kumandanlar emsi Çavu çok iyi adam... Bir ey yemek istemez misin?
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Te ekkür ederim, bir ey istemem.
— Kahve?
— Getirin, içerim.
Hemen bir tepsinin üstünde, bol köpüklü bir fincan kahve getirdi. Bu kad n benim hakk mda tek bilgisi bir mültecinin e i olmamdan ibaretti. Karakol, biz oradan ayr ncaya kadar, benim ad
kimseye söylemek istemiyordu.
Bir dakika sonra kocas da geldi. Uzun boylu, kara sakall , tatl yüzlü bir Anadolulu idi. Biraz sonra da çoban k yafetli, on be ya lar nda tahmin edilen o lu gelerek oca a odun att
te, orada Anadolulu ile Makedonyal aras ndaki fark tamamen
anlad m. Bu adam, sakin, içinden alayc , becerikli görünüyordu. O, ne Enver Pa a’n ngilizlerle kavgas na ne de Mustafa Kemal Pa a’ n n Yunanl lar Atina’ya sürükleyece ine inan yordu. Padi ah’ n h yanetini hissetmekle beraber, ona sövmüyordu.
Kendisi için bizim ba ar
üpheli görünmekle beraber, gene de sadakatiyle hizmet ediyordu.
Birdenbire kap aç ld , ev sahibi kad n girdi:
— Sizi biri görmek istiyor, dedi.
Hemen sonra, garip yüzlü, uzun boylu bir adam içeri girdi.
— Kurtuldu unuza memnun oldum, Halide Han m. Emindim. Geçen hafta zmir Millî Müdafaa Cemiyeti’nde...
— Ben, sizi hiç zmir Millî Müdafaa Cemiyeti’nde görmedim. Buraya nas l geldiniz?
— Gebze’den. Beni dört jandarma getirdi.
— Karakol biliyor mu?
— Karakol mu? Ben tefti e geldim. Bütün bunlar benim emrimde. Bunu söylerken elini bütün dünyaya hükmediyormu gibi sall yordu.
— Benim burada oldu umu nereden haber ald z?
— Eski Muhtar Ahmed A a’n n evine gittim. Bir kad n araba ile Karakol’a, sonra da Resul A a’n n evine geldi ini ö rendim. Eski Muhtar çok iyi bir adamd r, oraya gitmeliydiniz. Bunu duyunca, tabiî vaziyeti anlad m.
Ev sahibi biraz sonra bana, bu adam n benim kocam oldu unu söyleyerek beni görmek istedi ini söyleyince hem üpheye dü tüm, hem fena hâlde k zd m. Bir yalanc , ayn zamanda da ngilizlerin bir adam olabilirdi. Kendisine kar etrafta hâs l olan
üpheye ra men bir konudan ötekine atl yor, elini uzatarak:
— Bütün buras benim emrimde, diyordu.
— Ben, Cami Bey’in dostuyum. Dr. Adnan’ da tan m. O da geliyor mu? Benim zmir da lar nda alt Yunan zabitine ne yapt
duydunuz mu? Onlarla kar la
m zaman tüfe imde yaln z be kur un vard . Hemen ate etmeye ba lad m. Bir tanesi
dü tü, iki tanesi dü tü, üçüncüsüne ate etti im zaman, hepsi tabanlar kald rd , kaçt .
Bu aral k odaya giren emsi Çavu , benim kadar üpheli görünüyordu. Sert bir sesle:
— Karakol’a haber verdiniz mi?
— Lüzumu yoktu. Ben Gebze’den geliyorum.
— Bunu tahkik etmek lâz m.
— Hiç lüzum yok. Ben Cami Bey’in dostuyum. zmir da lar nda...
Bu defa, her ey benim emrim alt nda dememekle beraber, konu mas na devam etti.
emsi Çavu ’un hareketi bana tehlikeyi daha fazla hissettirdi. Eli kalças ndaki tabancas nda, sert sert adama bak yordu. Ate edip etmemek için karar vermeden önce, benden bir i aret bekliyordu. Önce, bunca ki inin hayat tehlikeye sokmak ihtimali
olan bu adam himayeye hakk m olup olmad
dü ündüm. Fakat, ayn zamanda, bu adam n bir serseri ve geveze olmas ihtimalini de dü ündüm. Odadan d ar kt m. emsi Çavu da arkamdan geldi. Dedi ki:
— Cami Bey’le Adnan Bey Dudullu’ya gelmi ler. Yirmi dakika önce de oradan hareket etmi ler. Bir saate kadar buraya gelebilirler. Ben bu adam burada b rakamam. Her hâlde, bu evden ç kmal .
Bu aral k, adam içeriden seslendi:
— Çavu ! Siz daha ba kalar da bekliyormu sunuz. Buradaki kad n beni onlardan biri zannetti.
— Silâh z var m ?
— Hay r, siz bana bir silâh vermelisiniz. Ben, Halide Han m’la Anadolu’ya gidece im.
Ben Çavu ’a:
— Onlar gelinceye kadar bekleyelim, dedim.
Çavu
kt ngilizlerin elinden kaçmaya muvaffak olan bir kad n bile bu ihtilâl i lerinde bulunmamas lâz m geldi ini dü ündü üne emindim. Zaman çok uzun geldi, fakat, biraz sonra ev sahibi kad n merdiven ba ndan sesi geldi:
— Ayaklar
karmay n.
Buna Cami Bey cevap verdi:
— Merhaba hem ire! Pabuçlar z çok kirli. Senin temiz evini kirletmemek laz m.
Ben hemen d ar rlad m. Adam da kap n önünde duruyordu. Merdiven ba nda Cami Bey’in kula na bu adam tan p tan mad
sordum. Cami Bey tan mad
söyleyince, emsi Çavu ’u bu adam hakk nda bilgi edinmek için Karakol’a
yollad k.
Nihayet, yumurta, yo urt ve ekmek getirdiler. Erkekler hemen yeme e ba lad . Acele ediyorduk. Çünkü, Tepeören denilen köye afak sökmeden varmam z gerekiyordu.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Biraz sonra Çavu geldi. Yüzünden bu adam n öldürülecek kadar mühim olmad na kanaat getirdi i anla yordu. Herifin yüzüne bakmadan dedi ki:
— Sen de gidebilirsin Anadolu’ya.
— Tabiî. Fakat ben silâh isterim. Gayet iyi ni anc m.
Bundan sonra, ba lad uzun hikâyelere kimse kulak vermiyordu. emsi Çavu , Dr. Adnan’a diyordu ki:
— Hemen hareket etmeniz lâz m, Efendim. Resul A a öküz arabas haz rlad . Sizi kendisi götürecek. Yan za iki silâhl jandarma da verece iz. Mehmed Çavu da sizinle beraber gelecek. Korna’y bugün ngilizler i gal etmi ler.
Bu aral k, elindeki küçük bir haritay tetkik eden Cami Bey dedi ki:
— Korna i gal edilmi se, Tepeören’e nas l gidebiliriz?
emsi Çavu cevap verdi:
— Mehmed Çavu ’un bildi i hususî bir yol var. ngilizler sizin gelece inizi ö renmi ler, yollar muhafaza alt na alm lar. Mehmed Çavu ’un gösterece i yoldan giderseniz kurtulursunuz. 111
imdi Karakol’un benim ismimi köye niçin vermedi ini anlad m. Cami Bey, karn doyup da sigara yakt zaman, ancak bu acayip adam n yüzüne bakt ve dedi ki:
— Ben, seni bir defa zmir Millî Müdafaa Cemiyeti’nde görmü tüm.
Ben de kendi kendime, “Bunu daha evvel niçin söylemedin, az daha herifi öldürecektik,” dedim.
On ikiye çeyrek kala, beni öküz arabas na bindirdiler. Araban n üstünde üç tane saman dolu çuval vard . Öküzlere en yak n olan n üstüne oturdum. Öküzlerden korktu um için, o zamana kadar hiç yanlar na yakla mazd m. Fakat, bu anda öküz bile
olsa, canl bir mahlûka yak n olmak istiyordum. Ortal kta hiç k yoktu ve kimse konu muyordu. Ya mur ya yordu. Yaln z yukar dan s zan kta jandarmalar n tüfekleri ile yürümekte olduklar görüyordum. Ev sahibi kad n beni ya murdan korumak için,
üstüme iki çuval örtmü tü. Erkekler araban n yan nda bir s ra olmu , yürüyorlard . Gece çok karanl kt . Durmadan ya mur, karla kar k tipi hâlinde ya yor, k saca, gökyüzü tepemize durmadan bir eyler indiriyordu. Ayn zamanda, buz gibi bir rüzgâr ara
vermeden esiyordu. Bu vaziyetin nakarat , araban n tekerleklerinin g rç g rç diye ç kard klar seslerle Dr. Adnan’ n sürekli öksürü üydü. Bu, ebedî ve slak karanl k içinden seslendim:
— Mehmed Çavu !
Ta yan ba mdan:
— Buraday m, diye bir ses gelince,
rd m, bakakald m. Ya çuval n ucunu yahut da ete imi yakalam ve yolun sonuna kadar beni b rakmam . Sordum:
— Bu Yirmiler dedi iniz kim oluyor?
— Bakkalköy’ün H ristiyanlar çetesi. (Bunu kayda de er bir küfür sesi takip etti.)
— Ba ka çete var m ?
— Evet, Pa aköyü’nden Ellilik ve zmir’den Seksenlik bir çete bütün bu havaliyi kontrol ediyor.
— Türk köylüleri kendilerini nas l müdafaa ediyorlar?
— Silâhlar olmad için bir ey yapam yorlar. Fakat daha içerilerde bizim de iki çetemiz var.
— Kim onlar?
— Yirmi ki ilik bir kuvvetin ba nda olan Arslan Kaptan. Day da var orda.
— Bu Day da kim oluyor?
— Tabiî, Day Mesut.
Bu me hur Day Mesut’u bilmememe hayret eden Mehmed Çavu devam etti:
— H ristiyan çetelerin vazifesi, yakalad klar milliyetçileri öldürmek. Onlar ngilizlerin himayesinde...
Bunu çok canl küfür serisi takip etti.
Bundan sonra sessizlik, sonsuz slakl k ve titreme.
Birdenbire, uzun, mavi bir k, sol taraf zdaki s rtlar tarad . Bu neydi? Gerçi karanl k korkunçtu, ama, bu k jandarmalar n sert yüzlerinde endi e uyand yordu. Sordum:
— Bu nedir, Mehmed Çavu ? Gök gürlemedi i için her hâlde im ek de ildir.
ngilizlerin projektörü. H ristiyan çeteler bizi görsün diye ikide bir etraf ayd nlat yorlar.
— Mehmed Çavu ?
— Efendim?
imdi bana, Anadolu’ya nas l silâh kaç rd
anlat bakay m.
Mehmed Çavu ’u bunun kadar hiçbir konu heyecanland rmazd . Korkunç bir sevinç içinde anlatmaya ba lad . Önce silâh kaç rma tekni i hakk nda uzun bilgi verdi, sonra kendi yapt klar na döndü.
Onun hareket sahas , Samand ra ile zmit aras ndaym . Kömür veya saman çuvallar içine silâhlar saklayarak gece götürürmü . Sabah olunca arabalar bo alt rm . Her hâlde, zekâ ve cesarete dayanan bir hareket bu. Çünkü, yollar ngilizler
taraf ndan, bo sahalar da H ristiyan çeteler taraf ndan tefti edilmekteydi. Mehmed Çavu , son kaçakç
ndan bahsederken, gururu son dereceyi buluyordu.
— K rk araba dolusu silâht
gal henüz olmu tu. Geceyar ndan sonra, Korna’ya eri mi , köyün d nda bir yere gömmü tük. afak sökmeden önce, topland k. Silâhlar yerle tirmeye ba lad k. Fakat yan mdaki adamlar korktular. Ben hemen tüfe imi
göstererek, sizin adlar z Hükûmet defterinde yoktur. Hadi bakal m. Hepinizi köpek gibi gebertirim, dedim.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bundan sonra, adamlar n silâhlar yüklerken H ristiyan çetesinin hücumuna u rad
, onlar tek ba na tüfe iyle nas l kar lad
ve köylülerin nas l cesurca davrand klar anlatt .
Gerçi, Mehmed Çavu ile jandarmalar pek anla am yorlarsa da gayeleri birdi. Mehmed Çavu Anadolulu, onlarsa Makedonyal yd lar. Köylüler vergiden ikâyetçi olduklar için, Hükûmet’e kar gelmeye haz rd lar. Ayn zamanda, hepsinin biraz Bol evik
propagandas na tutulmu olduklar da hissettim.
Karanl k, arada bir yanan klar, so uk, ya mur, sonra g rç g rç, bana hiç bitmeyecekmi gibi geldi. Islakl k üstümdeki çuvallar geçmi , tenime kadar i lemi ti. Bir tek teselli Mehmed Çavu ’un sesiydi. Bu k rk araba hikâyesini kaç defa tekrar etti ini
hat rlam yorum. Her hâlde bu tekrar n bana sükûn verdi ini hissediyordu.
Araba birdenbire yana sarkt ve durdu. Bir ses:
— Yolu kaybettik. Kuyunun önündeyiz. Hiçbiriniz yerinizden k ldamay n. I k, k!
Fakat k yoktu. Herkesin cebindeki kibritler de slanm oldu u için yanm yordu. Ben:
— Benim bir cep fenerim var, dedim. Nihayet bohçadan ç kararak yolu ayd nlatt k. Herkes Mehmed Çavu ’un konu maktan ba ka bir ey yapmad
söyleyerek onu suçland yordu. Hep birden, öküz arabas yukar ya çekerek tepeye giden da
yolunu tutmak istedik. Bu epeyce uzun sürdü. Çünkü, arabay yerinden k ldatmak çok zordu. Ben de arabadan indim. Nihayet, yola düzüldük. Bu yolda öküzle beraber insanlar da araba çekiyordu.
Resul A a durmadan öküzlere:
— Haydi o lum, haydi o lum, diyor; Mehmed Çavu da benim yan ma gelmi :
— K rk arabayd ... diye eski hikâyesine devam ediyordu. Gözlerimi kapad m. Çünkü bu gecenin sonu gelmeyecekmi gibi görünüyordu.
Gözlerimi açt m zaman, karanl k incele mi , ortal k yava yava beyazla maya ba lam . Art k ya mur çok hafif bir sis hâlini alm . Yan taraf zdaki s rtta bir s ra köy evleri görünüyordu. Yine g rç g rç, yine araban n yola devam .
Bir evin, bir tek, büyük, dumanl odas na girmi tik. Oca n yan nda, korkunç yüzlü bir adam ate le me guldü. Kö edeki yatakta da bir adam kalkm , gözlerini o
turuyordu. Birkaç asker bizi kar lad . Genç ve çok kaba giyinmi olmalar na ra men,
tav rlar nda okumu ve yeti kin bir insan hâli vard . Bir tanesi ancak on sekiz ya nda olmal yd . Öteki biraz daha büyücek, k sa boylu, sar n bir adamd . Kendisini Mülâz m 112 Bekir diye tan tt ktan sonra, yan ndakini de Yüzba Esat diye takdim etti.
Mülâz m Bekir, oca n ba ndaki adam geri çekerek beni orada ufak bir iskemleye oturttu. Üstüm ba m s rs klamd . Ate in yan ndaki adam bir taraftan esniyor, bir taraftan da diyordu ki:
— Bu, Korna köyündeki adamlar n seni haber vermelerini onlara gösterece im. Hepsini kesece im. Vallahi, billâhi.
Bunu söyledikten sonra, onlar ne ekilde gebertece ini garip bir tav rla anlat yordu. Erkekler oca doldurdukça doldurdular. Oradaki üç erkek Bulgarca, Türkçe birtak m türküler ç
yorlard . Hepsi Mehmed Çavu ’ un ba ka ba ka örnekleriydi.
Mülâz m Bekir dedi ki:
— Buras köyün mektebi idi. ükrü Bey (Anadolu’ya geçenlerin selâmetini o temin ediyordu) imdi gelecek. Biraz dinlenmez misiniz?
Ben etraf ma bak narak nerede yatabilirim diye dü ünüyordum. O:
— Arkan zda, vaktiyle hocan n odas olan bir bölme var. Orada size bir yatak yapar m, dedi.
Kalkt m, onu minnetle takip ettim. Arkamdaki bölme, mini mini bir kö e bölmesiydi. Mülâz m Bekir bir ilte yayd ve yerden hayli kirli bir torba alarak ba
n alt na koydu. Bundan sonra paltosunu ç kararak üstüme örttü:
— Ben sizin birçok konferanslar za ve bütün mitinglerinize gelmi tim. Fakat sizi tan mak imkân bulamam m, dedi, sonra bölmeden ç kt .
Bu bölmenin öbür taraf ndan kalpaklar görüyordum. Yatt m. Ba
o pis torban n üstüne koymaya çal m. çi kocaman ta larla dolu gibiydi. Torbay aç nca bu ta sand
eylerin, gayet sert, simsiyah asker tay nlar oldu unu gördüm.
Kim bilir kaç ki inin yatm oldu u bu iltenin kokusu beni bir türlü uyutmuyordu. Evet, bu, o zamanki Türkiye’nin, o insan s
n kokusuydu. Yüzy llar süren zulüm, sessiz me akkat 113 onlar n vücuduna bu kokuyu vermi ti. O zaman baz genç
yazarlar n, halk n hayat diye, halk psikolojisine dair yazd klar yaz lar dü ünerek gülümsedim. nsan, o günün, o tabakas anlamak için mutlaka bu kokuyu koklam olmas lâz md . Evet, bu, zulmün ve zulme kar duyulan büyük öfkenin kokusuydu.
— Burada ne yap yorsun, ükrü?
— Çok ükür, sa kurtulmu sun. Görüyorsun ya, ben burada milleti idare ediyorum.
Kudretli, biraz da alay eden bir ses. ki çocuk gibi birbirine sar lan adamlar n ba lar görüyorum. Bunlardan biri Adnan, öteki ükrü Bey’di. Bölmenin öbür taraf ndan ükrü Bey’in (Yenibahçeli) kahverengi ipek kalpa
görüyorum.
— Bekir, benim torba haz r m yi kapa! Di rçalar bidüziye al p kaç yorlar.
Dr. Adnan’a dönerek:
— Hem ireniz nerede, diye sordu. Tabiî, beni kastediyordu.
Onlar bölmenin arkas nda, uzun tahta s raya oturmu lar, güya beni uyand rmamak için yava yava konu uyorlar. Kalkt m, Binba
ükrü Bey’le konu mak için ben de bölmenin öbür taraf na geçtim. Arkas nda iyi biçilmi , kahverengi bir spor elbise,
ipek gömlek ve k rm bir boyun ba vard . Sanki, bir ihtilâl piyesi oynamak için sahneye ç km . Elimi öptü. al
tahta s ran n üstüne sererek beni oturttu. Önlerindeki mangalda yumurta ve et pi iyordu.
imdi, yeme imizi yeriz, sonra hemen hareket ederiz, hem ire.
— Nereye gidiyoruz?
— Köseler’e! Bizim sevgili Mesut Day ile korkunç Arslan Kaptan’ n merkezi. Buradakilerin ikisi –iki kahraman– sizi götürecek. Sekiz saat kadar sürer.
— Benim kahramanlardan ho lanmad n m , hem ire?
— Hay r, öyle de il. Yaln z gitsek olmaz m ?
— Olamaz. Bu adamlara tam emniyet etmelisiniz. 114 Bunlar bizim ordumuzdur.
Bunu söyledi, biraz dü ündü, sonra seslendi:
— Buraya gel, Bekir! Bu Bekir benim yavrumdur. Bekir sizinle beraber Köseler’e kadar gidecek. Haydar’la, hsan da önde yürüyecek. Gerekirse H ristiyan çetelerle dövü ecekler.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
Saman dolu çuval n üstüne t rman rken, yeni bir adam daha peyda oldu. Bu, Ahmed Halim ad nda bir tüccard . Derhal arkas ndaki ya murlu u ç kararak bana giydirdi. Çünkü, ya mur hâlâ ya yordu. ükrü Bey bizi yolcu ettikten sonra, Mülâz m Bekir
araban n yan nda yürüdü. Omzunda bir tüfek, belinde tabanca vard , kemerinden de iki bomba sallan yordu. ükrü Bey diyordu ki:
— Benden sonra en iyi at , bu Bekir’dir. Evet, gerçekten, Binba
ükrü Bey’in at
me hurdu. Maltepe’deki Endaht 115 Mektebi’nin ba nda bulunuyordu.
Biz, tekrar, Anadolu’nun tepelerinden, arka yollar ndan ilerliyorduk.
ki yerde durduk. Birisi kahvehaneydi. Birer fincan kahve içtik. ükrü Bey’in kahramanlar Bekir’in belinde sallanan bombalara a zlar sulanarak bak yorlard . Çünkü orduya mensup olmayan Millî Müdafaac lara bomba verilmiyordu. Bu yolda hiç
unutmad m bir ey de, gül bahçeli bir yerden geçerken etrafa yay lan gül kokular yd .
Kahramanlar bir zaman için gözden kayboldular. Sonra, onlar bir kayan n arkas nda bulduk. Art k, Köseler köyüne selâmetle gidebilece imizi söylediler. Bundan sonra, at
ktaki marifetlerinden bahsetmeye ba lad lar. Mülâz m Bekir de durmu ,
yüksek kayan n tepesine bak yordu. Kahramanlardan biri tepedeki beyaz bir noktay aret ederek, Bekir’e onu vurup vuramayaca
soruyordu. Mülâz m Bekir derhal tüfe ini kald rarak teti i çekti. Beyaz, üstü ye il bir kaya parças önümüze dü tü.
Mülâz m Bekir, ayn zamanda, benim de ille tüfek atmay
renmem gerekti ini söylüyordu.
Ak ama do ru rüzgâr so uk ve iddetli esmeye ba lad ve kal n bir karanl k perdesi etraf
sard . Arkamdaki ya murluk can
kurtard , diyebilirim. Çünkü, art k içime ya mur girmiyordu. Bir k rl ktan geçtikten sonra, Köseler’in kap na geldik.
Köseler’in kap na ta bir yoldan ve mezarl ktan geçilerek giriliyordu. Dört taraf tepelerle sar lm . Yoku tan inerken arabadan inmemi tavsiye ettiler. Çünkü, öküzlerin s rt na dü ecek kadar araba e ilmi ti. Fakat, ben o kadar hâlsizdim ki, hiç
ald rmadan yerimde kald m. Nihayet, ötede beride evler göründü. Birkaç asker, ellerinde fenerle dola yorlard .
Araba, köyün nihayetinde, büyük bir bahçenin ortas ndaki evin kap nda durdu. Bir asma alt ndan geçerek eve girdik. Tam bir köy evi. Ah yan ba nda. Erkekler ba lar kald rm bize hayretle bak yorlar. Bizi eve götürenler orduya mensup
askerlerdi. Temiz, geni bir odaya girmi tik. Odan n orta yerinde bir hal , yan duvar nda bir sürü yatak üstüste dizili duruyordu.
Mülâz m Bekir ate in kar
ndaki duvar n yan na bir yatak serdi. Ben de oturup arkam dayad m duvara. Ötekiler de kendilerine ilteler serdiler. Mini mini bir iskemle üzerinde, küçük bir lâmba yan yordu. Fakat ocaktaki ate in
kâfi geliyordu.
Erkekler ayaklar ocakta tt ktan sonra, iltelerine oturarak sigaralar yakt lar.
Askerlerden biri yo urtla yumurta getirdi. Ben de bir parça peynirle ekme imi ç kard m. Tam biz oturup yeme e ba larken d ar dan bir ses duyduk:
— Ben de geleyim, sizinle yemek yiyeyim mi, Adnan?
Kap aç ld , Binba
ükrü, kolunda, uzun boylu, temiz giyinmi fakat benim Nevres Bac kadar siyah bir adamla içeri girdi.
ükrü Bey:
— Mesut Day , diye bize onu tan rken sesinde hafif bir rikkat 116 ve sevgi hissediliyordu. Adamca z benim elimi öptükten sonra, ükrü Bey’in ona kar hissetti i sevginin sebebini anlad m. Mesut Day ’n n hâlinde, davran nda ince bir övalye edas
vard . Binba
ükrü Bey, Mesut Day ’n n bir çocu u oldu unu anlat rken, ondan “sütlü kahve” diye bahsediyordu. Galiba, kar beyazd . Erkeklerin çubuklar içtikleri bu sakin Anadolu odas , bana sonsuz bir huzur verdi. Fakat Cami Bey, o ebedî
haritas
kar p incelemeye ba lay nca bu sükûn kayboldu.
— Bir kuyu dibinde gibi duran bu köye bizi getirmenin ne manâs var. ngilizler dokuz kilometre ötemizde. Bir saate kadar gelir, bizi kapana k lm fareler gibi yakalayabilirler.
Söyledi i do ruydu. Fakat, ben canl olarak ngilizlerin esiri olmak istemiyordum. Sordum:
— Mesut Day , kuvvetiniz ne kadar?
— Otuz ki iyiz, hem ire.
Bunu söylerken, Mülâz m Bekir’in bombalar na gözüm dikilmi ti.
— E er bizi sararlarsa ne yapars z, Mesut Day ?
O gayet kararl bir sesle:
— Dövü ürüz, hem ire, dedi i zaman biraz sükûn buldum.
imdi, hepsi Cami Bey’in haritas n üstüne e ilmi , yolumuzu münaka a ediyorlard . Yüzba Esat’la Mülâz m Bekir, ükrü Bey’e birer telgraf getirdiler. Bunlar okurken, yüzü karard . Anla lan bütün yollar ngiliz süvarisi tutmu tu. Ayn zamanda,
zmit kumandan ndan emin de ildiler. Adapazar ’nda bizi vurmaya haz rland söyleniyordu. Adapazarl lar n eline geçmemek için üç gün içinde hareket etmemiz gerekti. Bunu yapabilmek için de Çal köyünden geçmek gerekiyordu. Bu ise, yeniden da lar
mak demekti. Bu münaka a esnas nda, Gebze Jandarma Kumandan , Binba
ükrü Bey’e, bizi oradan ne kadar çabuk kald rmak mümkünse kald rmas tavsiye ediyordu. ngilizler, her hareketimizi haber alabilecek durumdayd lar.
Tekrar kap vuruldu. gözler kap ya çevrildi. Arslan Kaptan göründü. Selâmla nca dedim ki:
— Sen demek burada kaplanlar
efisin!
Yüzü sa’n n resimlerine benzeyen, kendisi mini mini bir adamd nce, uzun bir çene, muntazam bir burun, çocuk gibi gözler. Bu kaplana benzeyen yüzün vücudu ne kadar ba kayd . Ayaklar yere dokununca, derhal kaplanvari bir süratle yukar ya
kalk yor ve vücudu at lan bir ok yay gibi hareket ediyordu. Üzerinde kahverengi bir pantolon vard . Beli fi eklerle dolu. Üzerinde bir ipek gömlek. Ba
n üzerinde kocaman, k rm ipekli bir ey sar . Elinde bir tüfek, belinde iki tabanca ve aralar nda bir
kama. Tüfe ini yere koyarak bana do ru geldi. Elimi iki defa öpüp ba na koyduktan sonra:
— Safa geldin, hem ire han m, dedi. Sonra tüfe ini alarak bir iltenin üzerine ba da kurdu, tüfe ini de dizlerinin üstüne koydu.
ükrü Bey, ona durumun ciddîli inden ve at bulmak lüzumundan bahsetti ve bana dönerek:
— Ata binebilir misiniz, diye sordu.
Ben, her eye haz rd m.
Arslan Kaptan, dudaklar nda garip bir gülümseme ile sessizce dinledikten sonra, dedi ki:
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
ngilizlerin bizi bu vaziyete sokmalar na ükredelim.
— Niçin, Arslan Kaptan?
— Çünkü, hem ire, biz çabuk inanan, yufka yürekli insanlar z. Bize iyi muamele etselerdi, onlara inan r, belki istiklâlimizi de kaybederdik. Fakat, sen endi e etme, hem ire. Benim Yelkentepe’de bir ma aram var. E er Adapazar ’na geçemezsek, ben
sizi oraya saklar m. Alt ayl k da yiyecek var. te o yeri ngiliz ordusu bulamaz.
O gece, ba ka bir ey yapmak imkân olmad
anlay nca, oturdular, Arslan Kaplan çetesiyle H ristiyan çeteleri aras ndaki kanl sava lar anlatt lar.
Arslan Kaptan dedi ki:
aallah muvaffak olursak, bir tek hevesim var, hem ire.
— Nedir o, Arslan Kaptan?
— Beyo lu’nda Tokatl yan’ n kap nda, elimde tüfek, bu k yafetimle durup Yunan palyaçolar na çal m satmak.
Bunu o kadar çocukça o kadar içten söyledi ki, herkes gülmeye ba lad .
ükrü Bey, Köseler’e dönecekti. Erkekler oturdu. Fakat ben duvar n kenar nda uyudum. Arada bir, uykumun aras nda, Bekir’in oca a odun att
duyuyordum.
Sabah n erken saatinde, Bekir, o ak am Köseler’de daha ba ka mültecilerin beklendi ini haber verdi. Ö le vakti ükrü Bey geldi. Arslan Kaptan’ n on üç ki ilik çetesiyle bizi Adapazar ’na götüreceklerdi. Galiba, yol üç gün sürecekti.
Ben, ükrü Bey’e sordum:
— Bizim yan zda bir adam vard , ona ne oldu?
ükrü Bey cevap verdi:
— Bana üpheli göründü ü için köyden bir yere k ldanmamas emrettim. ayet k ldarsa derhal vuracaklar.
Galiba, çok üzgün görünmü olacak ki, Cami Bey:
— Merak etmeyin, bir yere k ldanmaz, dedi.
Ak amüstü, yeni mülteciler geldi. Bunlar aras nda Kaymakam 117 Hüsrev (Trabzon Mebusu), Miralay Kâz m (o zaman Ankara’da Erkân- Harbiye 118 kinci Reisi), Kaymakam Naim Cevat ( stanbul’dan silâh kaç ranlardan biri) ve Hüsrev Bey’in karde i
Kaymakam Besalet vard . Ertesi sabah, yeni mültecilerin hepsini gördüm. Bu muntazam giyinmi , eski stanbullu tav rl zabitlerle, Kaplan’a benzeyen örnekler aras nda nas l bir tezat vard !
Ertesi sabah erkenden haz rland
z zaman, yerde kar nerdeyse bir metreyi bulmu tu. Odadan ç kmadan önce, bir er, mahcup bir tav rla, yan ma bir ey söylemek istiyormu gibi, geldi:
— Ne diyeceksin, hem erim, diye sordum.
Anlatt klar unlard : Mudurnulu bir ailenin alt nc
luymu . Karde lerinin hepsi harpte ehit olmu lar. Kendisi stanbul’da tfaiye alay nda imi . Harbe kat lmadan önce, bir defac k ihtiyar annesini görmek istiyor ve anla lan benim ükrü Bey’den kendisi
için izin almam ümit ediyordu, ayn zamanda tüfe ini de yan nda götürmek istiyordu.
ükrü Bey izin veriyor, fakat tüfe i b rakm yordu. Zavall adamca
n cebinde k rk liras vard . Annesine götürecekti. Tüfeksiz giderse bunu çalabilirlerdi. Ben, ükrü Bey gelince, ad Mehmed olan bu adam n benim at n ba
tutmas istedi imi
söyledim. Çünkü, uzun y llardan beri ata binmi de ildim. Bu suretle tüfe ini de beraber alabildi.
Nihayet, gitmek vakti geldi. Bahçenin önündeki meydana bakan birkaç köy evi vard . Orada, o zaman “Halide Edib Grubu” denilenler toplanm . Kad nlar pencereden ba lar
karm , hepsi gözleri ya , bizi selâmetliyorlard .
Atlar n hepsinin semerleri tahta, üzengileri de iptendi. O beyaz havada gidi ne garipti. ükrü Bey beni ata bindirdi. Miralay Seyfi semerin üzerine kendi paltosunu ç kar p koydu. çlerinden biri de boyun atk
boynuma sard . Nihayet, Arslan Kaptan
da geldi, at na bindi. Binba
ükrü u emirleri verdi:
— Yar m saat önce buradan üç ki i hareket etti. Yirmi dakika yava gidiniz. Köyden uzakla ktan sonra, üç defa ate edilmesini bekleyiniz. Bu, yolun emniyette oldu una i arettir. Ondan sonra, Çal köyünün s rt
rman rs z. Allah yard mc z olsun.
Allaha smarlad k!
Binba
ükrü’nün sesinde hissedilen her zamanki alay, bu defa yoktu. Hatta sesi üzüntüsünden titriyordu.
Arslan Kaptan’la ben önde, ötekiler arkada olmak üzere dizi hâlindeydik. O kar f rt nas n içinde yürürken arkam zdan Mesut Day ile ükrü Bey sesleniyorlard :
— Allah selâmet versin, Allah yolunuzu aç k etsin!
Kad nlar da a layarak ayn sözleri tekrar ediyorlard . Mehmed, at n yan nda yürüyordu. Yirmi dakika sonra durduk, dinledik. Nihayet, üç el silâh sesi duyunca da a t rmanmaya ba lad k.
rt o kadar sarpt ki, iki elimle tahta semere sar lmak zorunda kal yordum. Eminim ki, Anadolu’dan olmayan herhangi bir at hiçbir zaman o donmu , ta
rt rmanamazd . So uk dayan lmaz derecedeydi. Rüzgârsa hiç ara vermeden esiyordu.
Vadilerden, kayal klardan geçtik. Herkesin eli tabancas nda. Arslan Kaptan gayet ne eli. Bana hangi noktalarda çete sava yapt
anlat yordu. Yaya gidenlerin bir tanesi yolda bay ld . Onu ay ltmaya çal ktan sonra atl lardan birine emanet ederek
yolumuza devam ettik. imdi, adam n yüzü gözlerimin önündedir. B klar , kirpikleri bembeyaz, uzun, ince bir genç. Vücudunun güçsüzlü ünden o kadar mahcup görünüyor ki! Ö leüstü bir köyün a nda durduk. Ekmek, peynir ald k. Atlar n üstünde
yedikten sonra, yolumuza devam ettik.
O ak am, Çal köyüne vard k. Oran n a alar ndan birinin büyük, s cak evinde kald k. O ak am, hep dumanl gelir bana. Bir yata a uzanm yat yorum. Yüzüm oca n ate ine çevrilmi . Genç kad n ninni söyleyerek be ikte uyuttu u çocu u
seyrediyorum. Biraz sonra, köy kad nlar , ayaklar n ucuna basa basa odaya geldiler, yata
n etraf ald lar. Hepsi yeni bir sava ihtimalinden korkuyor. Birçok sualler soruyorlar.
— Aman Allah m, in aallah bu son olur, diyorlard . Bütün ömürlerinde sava belas içinde ya am olan bu kad nlar n hâlleri içimi paral yordu. Âdeta bir mucize olarak ya ayabilmi lerdi. Bir tanesini iyi hat rl yorum. Bir taraftan örgü örüyor, bir taraftan
harpte ehit olan kocas ndan bahsediyor, ayn zamanda erkek say azald için, koca bulman n zorlu undan söz ediyordu. Fakat, kimsenin kocas da elinden almak istemiyordu.
Dedim ki:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Bu genç milliyetçilerden bir tanesini kaç r, al.
Kahkahalarla güldü:
— Ben de dü ündüm ama, hiçbirini be enmedim, diye cevap verdi.
Nihayet arkam örttüler, beni bir bir öptükten sonra, rahat uyumak için b rakt lar.
Ertesi sabah, kimin kafileye reislik edece i konu uluyordu. Biraz tart madan sonra, Miralay Kâz m’ seçtiler. Hem rütbesi yüksekti, hem de kabiliyeti vard . Miralay Kâz m, Arslan Kaptan’ n elini s karak onun maiyetine kar mayaca
söyledi. Kendisi
yaln z zabitlerle me gul olacakt .
Miralay Kâz m, bana kendi k r at teklif etti. Çok güzel bir att bu. Fakat, ben benim küçük, tahta semerli ata al
oldu um için, te ekkür edip kabul etmedim. Galiba, bundan biraz memnun da oldu. Art k, Arslan Kaptan da adamlar ile beraber beni
ata bindirdiler, ayaklar ma ip üzengileri geçirdiler.
Mehmed yine yan mda yürüyordu. Kumandan n gerçek bir asker elinde olmas ndan gurur duyuyordu. Çünkü:
— Askerlere çeteler hükmedemez, diyordu.
Yerde kar yüksek olmakla beraber, hava kuruydu. Zaman zaman, güne do uyordu. O gün, bu asker olmayan çetelere kar hislerim çok de ti. Çok dikkate de er psikolojileri vard . Bir taraftan çok iddetli ve kanl , bir taraftan da çok insan hisli idiler.
Hele verdikleri sözden hiç dönmüyorlard . Hükûmet denilen eye kar büyük bir nefretleri vard . Çünkü, hükûmetin kanun ad na diye her türlü eyi yapt na emindiler. Fakat, Türkiye’nin sad k evlâtlar yd lar.
leden sonra, Arslan Kaptan’ n adamlar ndan biri ko arak geldi ve ngiliz süvarisinin be dakika önce geçmi olduklar , köyden bizim hakk zda bilgi almaya çal klar söyledi.
Manal bir sessizlik. Hissediyordum ki panik olmayacak. Çünkü, iyi kötü, herkes Miralay Kâz m’ n karar na boyun e ecekti. Dedi ki:
— Buras durmak için emin bir yer. Be dakika önce oradan ç kt larsa epeyce zaman al r buraya gelmeleri. Hangi tarafa gittiklerini sordun mu?
Hay r, sormam . Miralay Kâz m’ n buna can
ld , fakat Arslan Kaptan’ n adamlar na kar mamaya söz verdi i için, bir ey söylemedi. Nihayet, yak
zdaki bir köyün önünde durduk. Biraz yo urt, yumurta yedikten sonra, tekrar hareket ettik. Yol,
daha kolayd . Fakat ngilizlerin hangi yöne gittiklerini bilmek çok zordu.
O gün ö leden sonra, saat üçe do ru, bir köyden tüfek sesi geldi. Miralay Kâz m:
— Durunuz, dedi. Hep durduk. Erkekler hemen atlar ndan atlayarak tabancalar na sar ld lar. Ben, bunu cidden büyük bir ilgiyle seyrediyordum. Beni de attan indirmek istedikleri zaman reddettim. Önce, aya ma ba olan ipleri ç karmak zorlu u vard .
Sonra da, bu çat man n psikolojisini yak ndan görmek istiyordum. Ayn zamanda, Miralay Kâz m’ n nas l hareket edece ini de merak ediyordum. Etraf gözden geçiriyordu. kinci bir tüfek sesi gelince, yönünü anlad
imdi kur unlar ba
n üstünden
geçiyor, fakat kimseye de miyordu. Bekir’i yan na ça rarak, dedi ki:
— Köye dört nalla git! Be dakikadan fazla sürmez. E er tehlike varsa, üç defa ate et. E er on be dakika zarf nda etmezsen, bir mesele olmad
anlar m.
Mülâz m Bekir selâm vererek, t pk bir orduda imi gibi, harekete geçti. Ate durdu. Miralay Kâz m, bir taraftan vadiyi gözetliyor, bir taraftan da saatine bak yordu. Anla ld na göre, e er bu ate
dan ngiliz süvarileri veya Yunanl lar taraf ndan
geliyorsa, beni Arslan Kaptan’ n adamlar yla birlikte uzakla racaklar, kendileri durup kavga edeceklerdi. On, on be dakika geçti. Mülâz m Bekir’in beyaz at göründü. On dakikada bizim yan zdayd . Âdeta bir sava manevras yap yor gibiydiler.
zmit Kumandan bize yard m olsun diye on tane süvari göndermi . Köyde bizi bekliyorlar. Dikkatimizi çekmek için ate etmi ler.
Biraz sonra, o on süvari göründü.
Hayat, sinemadan ba ka bir ey de il. Tek fark , sinema adama daha fazla heyecan veriyor.
te, zmit Kumandan ’n n bize ilk yard
bu oldu. O günün geri kalan k sm benim için vücudumun adalelerine bir intizam vermekle geçti. Her adale kendi ba na hareket ediyor gibiydi. Bütün gün, inan lmaz derecede geçilmez san lan yollardan
geçtikten sonra, Küçük Kaymaz’a geldik. Çok çamurlu, c lk yollarda, ço u kad n olan köylüler toplanm , bizi seyrediyorlar. Miralay Kâz m gitti, bize bir ev temin etti. Kap ndan içeri girdi imiz zaman tek hat rlad
ey, bir hindi sürüsünün, korku ile glu
glu yapmas idi. Nihayet, yine büyük bir oda ve güzel ocak ate i. Oda, kar daki tepeye ve alt ndaki ovaya bak yordu. Üzerlerine tiftik derileri serili uzun sedirler vard htiyar bir kad n bizi odaya götürdü. Yumu ak bir tifti in üzerine diz çöktüm. Vücudumun
ndan ba rmamak için kendimi zor tutuyordum. Birdenbire yere dü mü üm. htiyar kad n ko tu, bana yast k getirdi.
— Gençler ihtiyarlardan çabuk yorulur. Benim k m bile senin gibi yoruluverir.
Erkekler ba ka odadayd lar. Onlardan sonra, bana da çorba getirdi. Çocukmu um gibi, ka kla kendisi içirdi. Ondan sonra da biraz s cak su getirerek elimi yüzümü y kad . Birdenbire, içimde, o ate in yan nda, o kad n ellerinden öpmek arzusu uyand .
Çünkü bundan sonraki yüzlerce kilometreyi gidecek hâlim kalmam gibiydi. Kad n, köy imam n kaynanas yd mam, anla lan, daima kitap okuyan, kendini ilme vermi bir adamd . Adamca z bizim gelece imizi haber al nca, köyden kaçm . Çünkü,
ngilizlerin, haber al rlarsa fenal k yapacaklar ndan korkuyordu.
Kad n, derinin alt ndan, General Wilson’un milliyetçilere yard m edenlere ölüm cezas verece ini bildiren ilân kard . Kad n kendisi korku nedir bilmiyordu. Birkaç defa geldi. Aln ma su sürerken yüzümü de öpüyordu. Ben de:
— Nineci im, nineci im, diye çocukluk günlerimdeki gibi onun boynuna sar yordum.
Ertesi gün, yolculu un en uzunu olacakt . Çünkü, Adapazar ’na yetmi be kilometre vard .
Sabahleyin sokakta bir gürültü. Mülâz m Bekir, sebebini anlamak için ko uyor. Bizimkilerden birisi de:
— E eko lu e ek, diye ba yor. Anla lan, köydeki Jandarma Karakolu’ndakiler, bizi ngiliz zannederek oradan kaçm lar.
Nihayet, saat sekizde hareket ettik. Bizim atlardan üçü de kaybolmu tu. Öteki ata bindim, yola düzüldük.
Hava parlak ve güne don üzerinde ld yordu. Tekrar yan yollardan gitmek zorundayd k. ki saat sonra, Marmara ve zmit körfezinin mavi sular görünen bir tepeye eri mi tik.
Bütün atlar durdu ve bütün gözler ye ilimt rak mavi su parças na çevrildi. Hiç kimse, yan ndakine bakm yordu. Herkesin gözü, belki de ebediyen terk edece i hayat n bu parças na çevrilmi ti. Herkes kendi içine çekilmi gibiydi. Herkesten önce at
tepeden a
ya sürdüm. Deniz art k görünmüyordu... Arkamda kalanlar n u ultulu seslerini i itmez olmu tum art k. Bu, öyle bir ayr
ki, iki defa insan n ba na gelmezdi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
— Han m Teyze, deniz ne kadar güzel, tarla ne kadar ye il!
Bunu söyleyen, Arslan Kaptan’ n yâveri, tek gözlü smail’di. 119 Kendisi Gebzeli’ydi. Dudaklar n titremesinden buraya ne kadar ba oldu unu anlad m.
— Buralara tekrar dönece iz, smail, dedim.
Güçlüklerle dolu bir gündü. Bir Ermeni köyünün s
ndan geçerken sazlar n aras ndan, bir insan çehresinin ürkek gözlerle bize bakt
gördük.
Arslan Kaptan’ n sesi gürledi:
— Kimsin sen?
— Artin.
— Ne köyüdür bu?
— Ermi e.
Arslan Kaptan’ n kafas ndan ne geçti ini gayet iyi biliyordum. Ermeni, H ristiyan çetelerin oraya, bizi gözetsin diye b rakt bir casus olabilirdi bu. Gözlerimiz kar la
vakit, yüzünden, korkunç bir niyeti oldu unu okur gibi oldum. Bak lar mdaki
endi eyi gözünden kaç rmad . Arslan Kaptan’a çok minnettar m. Yüzündeki o korkunç ifade silindi, yerini bir gülümseme ald . Ermeni’ye nefretle ama ho gören bir sesle:
— Oldu un yerden bir saat k ldamayacaks n, dedi.
— Peki a am.
Geçece imiz geçit çok berbatt . Arazi son derece batakl kt . Atlar s k s k çamura saplan yordu. Bazan bir at veya üstündekini kurtarmak için hayli vakit kaybediyorduk. Ö leden sonra, saat ikide kizce-i Osmaniye ad nda bir Çerkes köyüne vard k.
Köyün orta yerinde, geni , dört kö e bir meydanl k vard . Burada bir cami, camiin ortas nda da bir çe me bulunuyordu. Hemen hemen k rm ya boyanm , ye ille kapl , verandal güzel evler s ralanm . Çerkesler, sessiz ve sakin görünüyorlar, bize pek
de dostça bakm yorlard .
Atlar zdan a
inip kolumuzun, baca
n uyu uklu unu gidermeye kalmadan, hayvanlar sulamak için do ru çe meye gitti imize bakarak, bu köyün pek güvenilir bir köy olmad
anlad m. Atlar, imkân nispetinde birbirine yakla
lm .
Arslan Kaptan’ n adamlar , gözlerini dört açm lar, dört bir yan kolluyorlard . Miralay Kâz m, köyün d ndaki s k çal kl orman geçmek için k lavuz olarak k rm gömlekli bir Türk delikanl seçti. Ben, her zamanki gibi, herkesin önüne geçtim. K rm
gömlekli delikanl benim önümde, s k a açl klar aras nda yürüyordu. Ormandan ç kt
z zaman, delikanl n çal lara tak lan k rm gömle i, oras ndan buras ndan y rt lm . Benim yanaklar m da diken içindeydi. Karanl k basm
bile ve gidece imiz
köyden hâlâ çok uzaklarda bulunuyorduk. Yollar daha da berbatla
. Rutubetli bir so uk yorgun kemiklerimize i liyor, herkesin yüzüne bitkin ve somurtkan bir ifade veriyordu. On evlik, ss z bir köy yak nlar nda süvariler durdular, iki er üçerlik gruplar
hâlinde toplan p konu maya ba lad lar. Zavall Miralay Kâz m! Adamlar daha öteye gitmek istemiyorlard . Çok yorulmu lard . Miralay Kâz m’ n konu tu unu, birtak m i aretler yapt
gördüm. Onlar yola getirmek dü üncesiyle at
sürmeye devam
ettim. Bütün o bölge daha da berbatla yordu. Orada bir gün daha kalmak hepimiz için kötü olabilirdi.
At
yava yava sürüyordum. Kafam a lar, s lar mla me guldü. Arkamda nal seslerinin kesildi ini fark ettim. At n gemini çektim, dönüp arkama bakt m. Atl lar durmu lard . Hemen o anda Miralay at bana do ru sürdü. Yüzü allak bullakt .
— Kaymakam Hüsrev’le Dr. Adnan buradan öteye bir ad m atmay z, diyorlar. Ötekiler de onlara uyup gitmeyece iz diye tutturacaklar! Bana kal rsa bir gayret daha gösterip bu gece Adapazar ’na varmal z. Siz ne dersiniz?
— Yola devam etmeliyiz, diye cevap verdim.
Miralay Kâz m kendini destekleyen birisini bulundu una çok sevindi. Arkaya dönüp kesin bir eda ile seslendi:
— Biz gidiyoruz. steyenler ard zdan gelsin.
Bir daha dönmeden, atlar
ileriye do ru sürmeye ba lad k. Ba
çevirdi imiz zaman, arkam zdan kös kös geldiklerini gördük. Hepsinin yüzünde son derece ümitsiz bir ifade vard .
— Adapazar ’na daha ne kadar yol var, diye sordum.
Ald m cevap:
— On iki kilometre, oldu.
Zifiri karanl k. Arada bir ya mur serpi tiriyordu. Kim bilir ne zamandan kalma ta , berbat bir yol. Durmadan tökezleyen atlar. Binlerce a , binlerce s . Ölüm sessizli i içindeki bir avuç atl . Bütün bunlar gecenin karanl na kar yor. Bütün bunlar
yetmiyormu gibi, bir de durmadan ba m dönüyor. Her an attan dü ebilirdim. Hay r, insan vücudu dedi imiz, u et ve kemik külçesine yenilmeyecektim. Attan dü sem bile, karar vermi tim, sessiz sedas z dü ecektim. Dü tü ümü kimsecikler
duymamal yd . Yollar na devam edip Adapazar ’n boylamal yd lar.
Etraf mda tek hayat belirtisi olarak arada bir yan p sönen sigara ate inden ba ka bir ey yoktu. Gidece imiz köyün fersiz klar göründü ü zaman, vakit gece yar
bulmu olmal yd . Derin bir nefes alamayacak kadar ate ler içinde yan yordum.
Sanki sihirli bir el at
yular ndan tutmu , yürütüyordu.
— Dur, diye gürleyen bir ses, karanl klar rtt ve kudretli kollar beni tutarak yere indirdi. Ayaklar m topra a de ince bir tuhaf oldum. Sanki, bu ayaklar benim de ildiler. Arkaya do ru sendeledim ve sanki, mucize kabilinden, s rt m sert bir ta duvara
dayand .
— Bittim, diye ba rd m. Yan ba mda, karanl klar içinde, bir erkek sesi.
— Ben de ölü gibiyim, diye kar k verdi. Bu, Kaymakam Hüsrev’in sesiydi. Dört be ad m ötemde, benim gibi bitkin bir insan n varl
duymak ne kadar ferahlat yd .
Bir kap ya vuruldu. Aral ktan, kirli, sar bir k akt . Köyün kahvesi önündeydik. ki adam, sessiz sessiz, beni büyük, dört kö e bir salona buyur etti. Salonun dört bir yan tahta s ralarla çevriliydi. Tam orta yerde büyük bir soba vard . S ralardan birinin
üzerine oturdum, s rt
duvara verdim. Bana rüya görüyormu um gibi geldi. Esrarl insanlar içeriye girip ç yor, sobaya kucak dolusu çal rp at yordu. Arslan Kaptan’ n adamlar elden ele bir
e gezdiriyor, bacaklar uzat p çekerek uyu ukluklar
gidermeye çal yorlard . Zay f, âdeta can ndan bezmi hissini veren kahveci, elinde kirli bir lâmba, sa a sola seyirtiyordu. Lâmban n o sar
hiç unutmayaca m. Kahveci bana k
n k zam a tutuldu unu ve yukar da yatt
söyledi Yar m saat
sonra, hepimize köyde yer sa lam olan Miralay Kâz m, tam zaman nda, beni yerime götürmeye geldi. Aya a kalkmam gerekiyordu. E ilip kalkmak bana imkâns z geliyordu. Di lerimi s kt m, Dr. Adnan’a dayanarak kalkt m.
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bir yatak. Ç plak bir oda. Bir soba. Yata a uzanmak da bir meseleydi. Uzand m zaman, k ldamamak için büyük bir gayret sarf etmem gerekiyordu. Ayaklar , kollar
uzat rsam, adalelerim kopacakm gibi geliyordu. Yaral bir deve gibi
inliyordum. Bereket versin, ate im vard . Kendimi bir kaybediyor, bir buluyordum. Kendi kendime, “Böyle giderse, vücudumu de tiririm,” diyordum. Bu, beni biraz avuttu. Hâlâ akl mdad r: Durmadan, “Bu vücudu de tirmeliyim,” diyor, hem de kendi
kendime gülüyordum.
Nihayet sabah oldu. Vücudum ise hâlâ ayn durumdayd .
As l Adapazar , küçük köyden bir saat ötedeydi. Oraya gitmek için arabaya bindik. Adapazar ’na yakla rken, birkaç süvari bizi kar lamaya geldi. çlerinden birisi dikkatimi çekti: Aram zda bir tan k arar gibiydi. Bu, Adapazar ’n n eski valisi Fuad Bey’di.
Milliyetçilerin taraf na geçmi ti. Cami Bey’in ahbab yd . Aslen Çerkes olan Fuad Bey, son derece yak kl ve tahsilli bir kimseydi. Bizimle birlikte Ankara’ya gelip kendini tamamiyle millî gayeye vermek istiyordu.
Bu ara, ehrin d mahallelerinden k vr la k vr la geçerken, kimseye görünmeden, istasyon civar ndaki bo bir eve kapa atmak istiyorduk. Bizim kafile adamak ll kabarm . Hava so uktu. Bir hayli arad ktan sonra, bar naca
z evi bulduk. Birkaç
iskemle getirdiler. Parlak ate in kar
nda oturunca, bütün dertlerimi unuttum. Vali Tahir Bey bizi görmeye geldi ve takip edece imiz yol üzerine konu tu. O kadar memurca ve resmî bir ifadesi vard ki, istiklâl hareketine yak nl k gösterebilece ine akl m
yatm yordu. Adapazar ’n n gayet üpheli bir durumda oldu unu, halk n ikiye ayr ld
, her an birbirleriyle çarp abileceklerini söyledi. Adapazar , ahalisi en kar k olan bir yerdi: Çerkesler, Lazlar, Arnavutlar ve Türkler içinde milliyetçiler ve padi ah
taraftarlar vard .
Sakarya k lar nda Arslan Kaptan ve adamlar ndan ayr ld k. ehre girdik gireli, Arslan Kaptan’ n adamlar ikinci planda kalm lard . Vali dört bir yan zda ko uyordu. Fakat, ben her zamandan daha çok, onlar n varl
ar yor, ehrin ve valisinin
üpheli hislerine ra men, onlar n fedakârl klar insanüstü bir fedakârl k say yordum. Hükûmet makamlar onlara üpheli gözle bak yorlard . Fakat, ben biliyordum ki, bu üphe kar
nda, onlar, belki de, kendilerine hiç güvenmeyecek, inanmayacak olan
insanlar için hür bir memleket kurmak istiyorlard .
Nehri geçmek için sallara bindi imiz zaman, her biriyle ayr ayr el s
m. Biz geçerken, bize el sallad lar. Bundan sonra Hendek’e kadar her ey yolundayd . Adapazar’ n eski valisi bizimle beraber geliyordu. Onun misafiri olacakt k.
Kar
zdaki birkaç arabadan kula ma bir çalg sesi geldi. Araban n etraf Çerkesler alm . Biri:
— Çerkes dü ünü, dedi. ki atl arabam za yakla ve:
— Gelin arabas na binmek istemez misiniz, diye sordu. Benim arabalar na gitmemi o kadar candan istiyorlard ki, dayanamad m, gittim. Gelinle ablas orta ya yd lar. kisi de hâlleriyle, tav rlar yla güzeldiler. ki genç k z gibi f rda yorlard . Onlara
kar bir anne gibi davranmaya çal m. Bu, onlar n ho una gitti. Gelinin ablas durmadan laterna çal yordu. Atl lar durmadan canbazca hareketler yap yor, kad nlar da boyuna ç k at yorlard . Her be dakikada bir, iki atl arabay durduruyor ve mendil
istiyordu. Gelinin hep laterna çalan ablas bana:
— Siz misafirsiniz, ne olursunuz söyleyin unlara da gitsinler ba
zdan. Siz söylerseniz, hat
rmazlar, dedi.
— Ne olursunuz, gelmeyin bir daha, dedim. Sözümü dinlediler, çekildiler. Böylece kad nlar say z mendil vermekten kurtuldular. Hendek minarelerinin seçilmeye ba lad bir yol dönemecinde onlardan ayr ld m. ahane atlara binmi iki adam bizi
kar lamaya geldi. Bunlardan biri, Hendek’teki Anadolu ve Rumeli Millî Müdafaa Cemiyeti’nin ba kan Laz Rauf Bey’di. Bizim kafileden birkaç ki i ona misafir olacakt . Bu sayede, kaç
n sekizinci günü, sahiden rahat bir yatak ve hamam yüzü gördüm.
Kad nlar aras na kat labildim.
Endi eli bir zamandayd k. Hendek sokaklar nda birçok insanlar buraya gelip toplan yor, gizli gizli konu uyorlard . Karga al k ha ç kt , ha ç kacakt . Bolu’dan gelen haberlerse hiç de iç aç de ildi. Biz de bu ehirden geçecektik. Haritalara bak ld ,
geçece imiz yol üzerinde uzun uzun konu uldu. Sabah erkenden, tam hareket edece imiz zamanda Mustafa Kemal Pa a’dan bir telgraf ald k. Yürek hoplatacak haberler veriyordu. Ali Fuad Pa a’n ngilizleri Eski ehir’den sürdü ünü, bizim de Geyve’ye
kadar yolumuza trenle devam etmemizi istiyordu. Bu, Adapazar ’na geri dönmek demekti. Yine bir sava divan kurduk ve gece yar , Adapazar ’na dönmeye ve sabahleyin de hareket etmeye karar verdik. Dr. Adnan’la ben, Fuad Bey’in evinde kalacakt k.
Di erleri de tam tak r evde yat p uyumaya çal acaklard .
Fuad Bey’in annesi, son derece bilgili, sevimli, ya bir Türk han yd . Büyük o lunun dul kar ve güzel çocuklar yla beraber oturuyordu. Hepsi bana çok yak nl k gösterdiler. Bana verdikleri nefis gecelikle, mavi kurdeleli gece ba
hiç unutamam.
Bunca güzel eylerin bulundu u âlemden çok uzaklarda kalm gibiydim. Sabahleyin erkenden öteki eve gittik. Herkesi yerli yerinde bulduk. Vali de oradayd . Çok üzgün bir hâli vard . Galiba ngilizler zmit’ten telgraf çekerek, gece yar Adapazar ’na giren
baz üpheli misafirler”in adlar sormu lard ngilizler her an gelebilirlerdi. Bizi, Millî Kuvvetlerin yeni karargâh olan Do ançay’a götürecek olan arabalarsa hâlâ görünürde yoktu. Acaba zaman nda hareket edebilecek miydik? Genç bir yüzba sekiz
süvariyle birlikte bizimle gelecekti. Yüzba , Yüzba Bekir’in s f arkada
kt ve ikisi de ölünceye kadar mukavemet edeceklerini söylediler. Böylece, Adapazar ’n , her an ele geçmek korkusu alt nda terk ettik. Do ançay’a kadar yol üzüntülü ve güç
geçti. Arabalar, birçok defa çamura sapland lar ve her seferinde büyük güçlüklerle kurtar labildiler. Do ançay’da nehri görünce derin bir nefes ald k. Miralay Mahmut, bizi kar lamak için yüz milliyetçi göndermi ti. Arkam zdan kimselerin bizi kovalamad
bilmek, az k da olsa, kendimizi yurdumuzda hissedebilmek ne bulunmaz bir eydi. urada burada rastlad
z milliyetçi kuvvetler büyük bir say da Do ançay’da toplanm lard . Temiz kalpli ve Arslan Kaptan gibi silâhl yüz kadar ba bozuk asker
sokaklarda gösteri yap yorlard . Muhakkak ki, Eski ehir zaferi bizim kafilenin maneviyat son derece yükseltmi ti. Miralay Mahmut yar m saat sonra yan za geldi. Kararl bir hâli vard htilâlin âdeta bir sembolü gibiydi. Durmadan kahveler içtik,
ba
zdan geçenleri birbirimize anlatt k.
O ak am Geyve’ye vard k ve geceyi valinin evinde geçirdik. Mustafa Kemal Pa a bütün Anadolu’ya bir tâmim göndermi ti. Her bölgeden iki mebus seçilmesini istiyordu. Bunlar Ankara’da toplanacak olan Millet Meclisi’ne kat lacaklard .
stanbul’da kapanan Mebusân Meclisi’nden ne kadar mebusun Ankara’da bulunabilece ini kimse bilmedi inden, yurdun hür k mlar ndan mümkün oldu u kadar mebus seçmenin do ru olaca dü ünülmü tü. Çünkü, Meclis bir Anayasa Meclisi olacak
ve ciddî kararlar alacakt . Yaln z Padi ah de il, ayn zamanda Hükûmet de tamamen ngilizlerin hükmü alt nda oldu undan, zulme u ram Türk milletinin hayat ve hürriyeti u rundaki bu mücadelesini idare etmek için Anadolu’da bir hükûmet kurma
zarureti aç kt .
Geyve’de Heyet-i Nâsiha 120 üyeleriyle bulu tuk. Heyette iki me hur kimse vard : Yusuf Kemal Bey’le Dr. R za Nur Bey. 121 Heyet, Anadolu’yu yat rmak için stanbul Hükûmeti taraf ndan gönderilmi ti. Halk yat rmaya ve durumu kabule zorlamak o
günlerde, tabiî, ho görünmüyordu. Devlet hizmetinde bulunmu olan bu tan nm adamlar tilâf Kuvvetleri’nin istekleriyle hareket etmek durumuna dü mü bir Hükûmet hesab na böyle bir vazifeyi kabul etmi olmalar ne hazin bir eydi! Anadolu’nun
devlet adamlar na muhtaç oldu u böyle nazik bir zamanda, yap lacak en iyi hareket bu kimselere kar dost davranmak ve onlar kurtulu hareketine kat lmaya ikna etmekti. Hüsrev Bey ile Dr. Adnan onlara kurtulu hareketini benimsetmeye çal lar ve
zannedersem, Hüsrev Bey bu mesele için Mustafa Kemal Pa a ile muhabereye 122 giri ti. Mustafa Kemal Pa a, ahsen ne fikirdeydi, bilmiyorum ama, her türlü uzla may kabule yana mad . Böylece, en ak ll milliyetçiler onlar kazanmaya çal larsa da,
onlar millete kat lamad lar.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
k e r- s o ft w a
Ertesi sabah, bir saat Akhisar’da kald ktan sonra, Lefke’ye vard k. Burada Yunus Nadi Bey’le 123 konu tum. Kendisi, stanbul’da Yeni Gün gazetesini ç kar yordu. Bir ba ka yoldan kaç p gelmi ve Geyve’de bizim kafileye kat lm .
Yolun tehlike ve güçlükleri azald ndan, beni Ankara’ya ça ran i i dü ünmeye ba lad m. Anadolu’daki milliyet hareketinin en zay f taraf gazeteci ve propaganda yoklu uydu. Onun için Yunus Nadi Bey’i bir H r gibi kar lad m. ntibalar ndan,
Cumhuriyet gazetesinde 1924’te ç kan bir seri makalede bahsetmektedir. 124 Ben tabiî, gazetecilik i i ve Millî Hareket’in sözcüsü olmak üzere bir ajans yay na ba laman n lüzumu üzerinde kendisiyle konu tum.
Trenle Lefke’ye hareket ettik. Ertesi gün, Eski ehir’e ula k. çimiz içimize s
yordu. Bir çar hamam gözümde tütüyordu. Hepimizin üstüne bir yabanilik çökmü tü. Hiçbir zaman k olmayan k k k yafetimiz, imdi lime limeydi. Sabahleyin,
Eski ehir’e bir saat kala, tren durdu. Herkesin can
ld . Demiryolunda ufak bir tamir yapmak gerekiyordu. Çok geçmeden bunun bir tertip oldu unu anlad m ve Mustafa Kemal Pa a’n n kudretine hayran oldum. Onun dü üncesi, Eski ehir’de treni
durdurup stanbul mebuslar n ne söyleyeceklerini anlamakt . Her zamanki gibi, alt saat duracak yerde, Eski ehir’de iki dakika kald . Sonra tren, Ankara’ya hareket etti.
Eski ehir’deki manzara yürekler ac yd . “Tamam,” sesi yükselip de tren keskin düdü ünü öttürdü ü zaman, halk bizi kar lamak için toplanmaya vakit bulamad ve tren bu üpheli ehirden var h yla uzakla .
Durumu kabul etmekten ba ka yapacak bir ey yoktu.
Nisan n ikinci günü ak am , alacakaranl kta, Ankara’ya yakla yorduk. Yunus Nadi Bey’in büyük bir heyecan içinde yan ma gelip:
— Halide Han m, istasyon h ncah nç dolu. Orada birkaç söz söylemek gerekecek. Bizim ad za konu ursunuz, de il mi, dedi ini hat rl yorum
Ne söyleyece imi pek bilemiyordum ama:
— Merak etmeyin, konu urum, diye cevap verdim. Oldukça heyecanl yd m. Buras , Millî Hareket’in Kâbesi’ydi.
89. Sürekli.
90. K lay’ n.
91. Sevgi belirtisi.
92. Korunmu tuk.
93. Gözalt na.
94. Yazarlar ve yay nc lar.
95. Dizgici.
96. smet nönü: Atatürk’ün silah arkada , Kurtulu Sava ’n n önderlerinden, sonras nda Türkiye’nin ikinci cumhurba kan .
97. Büyük.
98. Çerkes Edhem: Kurtulu Sava
ras nda Aznavur, Bolu, Yozgat isyanlar
n bast lmas nda önemli görevlerde bulundu. Ye il Ordu’yu kurdu. Daha sonra Yunanl lara s nd ; Kurtulu Sava ’ndan sonra Suriye’de öldü.
99. Cami Bey, en eski ve en gerçek Türk liberallerinden biriydi. Abdülhamid devrinde genç bir zabitken, Fizan çöllerine sürülmü , bir hayli sergüze t [macera] geçirmi ti. Nihayet, memleketin en büyük vatanseverlerinden olan Trablusgarp Valisi Recep Pa a onu yâver olarak alm . Cami Bey ilk önce,
Abdülhamid’in taht ndan indirilmesinde rol oynayanlar n aras nda idi ve ilk Millet Meclisi’ne Fizan Mebusu olarak gelmi ti. Bununla beraber, ttihat ve Terakki’nin iktidara geldikten sonraki baz vaziyetleri kar nda hayal k kl na u rayarak muhalefete geçmi ti. Bununla beraber, muhalefetten de yüzünü
çok çabuk çevirerek ayr lm ; siyaseti ebediyyen b rakmaya karar vermi olmakla beraber, Türkiye’nin bu ölüm-kal m mücadelesine ister istemez kat lm . Bilhassa, Adana k tallerinden ve zmir’in i galinden sonra, ona da tilâf Kuvvetleri’nin Türkiye’yi ortadan kald rmak istemeleri bu karar verdirmi ti.
Evet, tek ihtimal bu mücadeleye ba idi. Cami Bey’in siyasette hiçbir zaman muvaffak olamamas , k smen ttihat ve Terakki, hatta daha sonra millî rejimde, hiçbir ihtiras olmamas na ba yd . Bundan ba ka da, çok hassas, hareketi sevmez ve hitabetten kaç r bir adam oldu u için, bir kö eye çekilip
kafas n içinde inand esaslara ba kalmay tercih ederdi. Ta ilk zamandan, tabiat ndaki mistik cephe onu Mahatma Gandhi’nin pasif mukavemet esas na inand rm . Belki siyasette bu, en iyi usuldü. nsanlar n içindeki hayvan taraf , ister müdafaa ister mücadele olsun, etraflar na daima zarar getirmi tir.
Acaba bekan n tek ihtimali, pasif mukavemette de il miydi? te Cami Bey’in ileri sürdü ü deliller bunlard . K sa sürmekle beraber, Millî Mücadele devrindeki hizmetleri manidard r. Bunlara daha sonra gelece im. (Y.N.)
100. Selam.
101. Galata Köprüsü’ne.
102. Taklit yapan.
103. ( t.) Para ol, paraçol: Bracciola. Tek atla çekilen üzeri kapal , yanlar aç k, dingilsiz asma araba.
104. Dayan kl .
105. Gözden geçiriliyordu.
106. (Fr.) Heliyograf: Héliographe. Lescure’nin (1856) buldu u, Güne
107. Öndeyi i.
nlar ndan yararlanarak çal an optik telgraf aleti.
108. (Fr.) Guêtre: Baca n alt bölümünü ve ayakkab n üstünü örten kuma veya köseleden yap lm bir tür tozluk.
109. Enver Pa a: Birinci Dünya Sava ’na Almanya’n n yan nda kat lmam zda etkin rol oynayan Türk Komutan . Batum’da Türkiye ûralar Partisi’ni kurarak Türkistan’ kurtarma hareketini ba latt . 42 ya nda, Orta Asya’daki (bugünkü Tacikistan) Çegan Tepesi’nde öldürüldü.
110. E ilim.
111. smail Faz l Pa a bir gece önce Korna’dan geçmi , Mustafa Kemal Pa a’ya bizim yolda oldu umuzu söylemi , her nas lsa bu haber de ngilizlerin eline geçmi ti. (Y.N.)
112. Te men.
113. Zorluklar.
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
k e r- s o ft w a
114. Güvenmelisiniz.
115. At .
116. ncelik.
117. Yarbay.
118. Genelkurmay.
119. Sava n son y llar nda smail beni s k s k yoklar ve durmadan Gebze’nin mavi denizinden, ye il tarlalar ndan, zeytinliklerinden deli gibi bahsederdi: “ u Ankara da ne tozlu toprakl , çorak, susuz bir yer, Han m Teyze,” derdi. “Birlikte tekrar Gebze’ye gider, atla dola
isterdi. Bu mert adam, imdi, tek bacakl ve tek gözlüdür. Ama Gebze’de oturmakta ve bütün gün mavi denizi doya doya seyretmektedir. (Y.N.)
120. Nasihatç lar: 1919’da, Padi ah Vahideddin’in mesaj
halka iletmek üzere kurulmu , ba lar nda genellikle bir ehzadenin bulundu u tan nm ki ilerden olu an gruplar.
121. R za Nur: Meclis-i Mebusan’da stanbul milletvekili. Sa k bakan oldu. Lozan’da Türkiye ikinci delegesi idi.
122. Haberle meye.
123. Yunus Nadi: Meclis-i Mebusan’da Ayd n milletvekili, yazar ve Cumhuriyet gazetesinin kurucusudur.
124. Cumhuriyet, 27 May s, 1924: “A açl köyü imam durmadan tekrarl yordu: Elli ki ilik bir grup, atl ve yayan .......” (Y.N.)
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
z, olmaz m ?” Bundan emin olmak
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
II. BÖLÜM
ANKARA’DA
Gitti Mecnun hane-i dehri bana smarlad
Bir harap evdir kal r divâneden divâneye
BEKTA
NEFES
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
4
Ankara, Mustafa Kemal ve Millî Mücadele
Gün karar yor, istasyonda toplanm olan kalabal k fark edilemiyordu. Tren istasyonda durunca, biri trene yakla . Asker üniformas yla Bab âli civar nda uzaktan görmü oldu um Mustafa Kemal Pa a oldu unu tan mak güçtü.
Trenin kap aç nca, Mustafa Kemal Pa a yakla . Bana merdivenlerden inerken yard m etti. Bu elin çevik hareketi ve kudreti, bana Mehmed Çavu ’la Millî Mücadele’nin, yolda arkada k etmi oldu um ahsiyetlerini hat rlatt . Fakat bu kudretli el,
ekil itibariyle ötekilerden bamba kayd . Anadolulular n elleri umumiyetle kocaman, geni ve zalimleri g rtla ndan yakalamaya kadir görünür; Mustafa Kemal’in gergin derili, uzun parmakl , beyaz eli Türk’ün bütün hususiyetleriyle birlikte ayn zamanda
hâkim bir vasfa da sahipti.
— Safa geldiniz Han mefendi’den sonra, hat
sordu ve arkas nda, ayakta duran uzun, siyah sakall bir ahs :
— Ankara Valisi, diye takdim etti.
stasyonda duranlar aras nda, biraz ötede Miralay Emin Bey’in kar Didar gözüme ili ti. Kendisi, Mahmure Abla’n n görümcesinin k yd . Çocukluk, daha ziyade gençlik günlerimiz Sultantepesi’nde beraber geçmi ti. Gariptir ki, geçmi günlerden
tamamen ayr ld m bu günlerde onun yüzü beni geçmi günlere götürdü. Bu gece onlar n evinde misafir kalacakt k. Boynuma sar lan kollar titriyor:
— Çok ükür, sa salim geldin, diyordu.
Ondan sonra, zifiri karanl k sokaklardan onun evine arabayla gittik. Yollar bir ta ve çamur deryas ki tarafta dizili, basit kulübelerin pencerelerindeki klara bak yordum. Koyunpazar ’n geçtik. Atlar her ad mda tökezliyordu. Nihayet, dar bir soka a
vard k. Kö esindeki çe menin etraf nda kad nlar dizilmi , s ra ile su al yorlard . Aralar nda ko
an çocuklar n yaln z ayak seslerini duyuyor ve oraya mahsus bir oyunun kelimelerini i itiyordum:
Geliyor yava yava yava ,
Patl can arkada .
Bütün bunlar hummal bir hayal gibi. Kendi sesim de bana garip geliyor.
— Didar, s cak su, çok s cak su, sabun ve kese istiyorum.
O, gülerek:
— Hepsi haz r, diyor.
Yerde k rm
hal . Uzun bir sedir. Beyaz perdeler ve sobadaki alevler inan lmaz bir saadetti. Didar, derimi soymadan ne kadar keselemek kabilse beni öyle keseledi. Ayaklar mda fanilâ terlikler, saç m arkamda ve bir yemeni ile ba . Bana birdenbire
cennete girmi im gibi geldi.
Sedirin üzerine yerle ir yerle mez, kap çal nd . Didar, perdenin aral ndan bak nca hemen aceleyle arkama uzun bir h rka ve ba ma da adamak ll bir ba örtü getirdi:
— Mustafa Kemal Pa a’yla Adnan Bey geliyorlar, dedikten sonra odadan ç kt çeriye giren Pa a’y lâmban n sönük
nda pek fark edemiyordum. Sedirin üzerine oturarak konu maya ba lad lk görü te onu anlamak güçtü. Mustafa Kemal Pa a
deniz fenerlerini hat rlat yordu. I k sald zaman göz kama racak kadar parlak, fakat k söndü ü zaman bir ey görmek ihtimali yok. Bu ilk konu mada onu anlamak kabil de ildi. Giderken:
— Yar n Ziraat Mektebi’ne gelin de konu al m, dedi. O gittikten sonra, tek hat rlad
ey, lavanta çiçe i kokan temiz bir yatakta duydu um hazd r.
Sabah olunca etraf
daha iyi görüyordum. Evin arkas ndaki yatak odam zdan, kar daki Cebeci s rtlar görünüyordu. Sabah n sisi aras nda yükselen bu s rtlar n etraf garip bir eflâtun renk sarm , uzaklardan sapsar toprak y nlar ve yer yer
ye illikler görünüyordu. Bazan Ankara’dan “En kara” diye bahsederler. Fakat, uras bir gerçektir ki, havas bu kadar saf olan yer çok azd r. Tepesindeki muazzam gökkubbe tarifi imkâns z, say z renklerle doludur.
Sabahleyin erkenden, Adnan, Celâleddin Arif Bey’le beraber Miralay smet Bey’i kar lamaya gitmi ti. O, Bolu yolundan geliyordu. Kahvalt ederken Didar’a bana mümkün oldu u kadar çabuk, hemen arkamdaki paçavralardan kurtulacak bir esvap
temin etmesini söyledim.
Didar:
— Sen onu bana b rak, dedikten sonra, hemen pazara f rlad . Koyu renk bir yünlü kuma alarak ve Sultantepesi’nde tan
–o aral k Ankara’da bulunan– bir genç terziyi getirterek beraberce dikmeye ba lad lar. O sabah ben yaln zken birtak m
Ankaral kad nlar beni görmeye geldiler. Ankara çok bölgeciydi ve az istisna ile, stanbullulara “yabanc lar” derlerdi. Ben onlara çok minnettar m, çünkü, ilk gününden itibaren Dr. Adnan’la beni de ba rlar na bast lar. Didar’ n hizmetçisi kahve getirdikten
sonra, bir tanesi, d ar da kimse olup olmad
gözledikten sonra, hepsi birden etraf
ald lar. Benim ne kadar can pahas na Millî Mücadele’ye at lm oldu umu bilmekle beraber, dertlerini bana açmalar na çok içlendim.
— Buraya bak n, biz de memleketimizin iyili ini isteriz. Fakat niçin Ankara’da, stanbul, ngilizlerin elindedir diye ümitsiz bir sava a giri tik? Biz onlar yenip d ar atabilir miyiz? Ankara’n n yar Çanakkale’de ehit oldu. Ne faydas gördük. B rak n her
yer kendi hesab na dövü sün.
Bu, bölgecili in tam ifadesiydi. Etraf z, kom ular z sefalet içinde ya arken kendimizin bar ve dirlik içinde ya ayabilece imize inanmak ne yaz k ki eski dünyan n bir dü ünü üydü. Fakat, Ankara kad nlar bunu s rf kendi menfaatleri için
söylemiyorlard . O zamana kadar yap lan fedakârl klar n bir netice vermedi ini görerek bu dü ünceye varm lard . Ben, onlara bu sava
imdiye kadar görülmemi derecede güç olaca
söyledikten sonra, nihayet muvaffak olaca
za emin
bulundu umu da ekledim. Ben onlar kand rmak için bunlar söylemiyordum. Ben, kendim de ne kadar büyük fedakârl a ba oldu unu bilmekle beraber bu sava ta muvaffak olaca
za iman etmi tim. Ö leden sonra beni karargâha götürmek için bir
araba geldi. te bu yer, yeni bir hükûmeti ve yeni Cumhuriyeti yaratacak binayd .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bu bina, Ankara’n n kuzeyinde bir sürü s rtlardan birinin tepesinde yap lm bir ta binayd . Bunu vaktiyle ttihatç lar, Ankara’da Ziraat Mektebi olarak kurmu lard . Sol taraf ndaki vadide de Nümune Çiftli i’ni ve ona gereken binalar yapt rm lard
imdi,
mektep kullan lmad için çiftlikte kalan talebe yoktu. Ve bize orada yer vereceklerdi.
Araba güçlükle s rt n tepesine t rmand . Binan n önünde iki asker nöbet bekliyordu. Lo antreye aç lan koridorlar vard . Beni yukar ya bir çavu
kard . Geni ve ayd nl k bir odaya girdim. Kap aç nca, Mustafa Kemal Pa a ve di er birkaç ki inin tarihî
bir rol oynayacaklar sahneye girdim gibi geldi. Mustafa Kemal Pa a, Adnan ve Cami Bey’le görü üyordu. Kap n önüne kadar geldi, elimi öptükten sonra, sedire kar kl oturduk.
Konu maya, yoldaki intibalar 125 sormakla ba lad . Ben gerek yoldaki, gerek o sabah kad nlarla konu mam hat rlayarak hemen Yunus Nadi Bey’le yolda konu tu umuz ajans meselesini açt m. Ne haricî dünya ne memleketin içi Millî Hareket’in
manâs anlamam lard . Çünkü, bu hususta haber alam yorlard . Bunu Yunus Nadi Bey ile Anadolu Ajans olarak ba lamay konu tu umuzu anlatt m. Teklifimiz, bu ajans haberlerini telgrafhanesi olan her yerlere göndermek ve olmayan yerlerde de
camilere ilân hâlinde yap rmakt . Bundan ba ka da, dünya efkâr anlamak için ngilizce ve Frans zca gazetelerin en mühimlerini zaman nda getirtmekti. Bu gazetelerin ba nda, Manchester Guardian, Times ve Lloyd George’un fikrini yay mlayan Daily
Chronicle vard .
Bu noktalar üzerinde anla ktan sonra, Yunus Nadi Bey’in orada hemen ç karmaya haz rland Hâkimiyet-i Millîye gazetesine de yard m etmek istedi ini Mustafa Kemal Pa a söyledi. Ben, bir yaz makinesi lâz m oldu unu söyledi im zaman, bunu
Osmanl Bankas ’ndan temin edece ini vaad etti.
Biz konu urken, siyahlar giyinmi bir adamla arkas nda bir genç zabit içeri girdi. Dr. Adnan hemen yerinden kalk p onu Miralay smet diye takdim etti. Miralay smet’in ilk dikkatimi çeken noktas gözlerinin canl
yd . Bundan sonra da tav rlar n
sadeli i ve Türkçesinin bütün s flara hitabedebilecek derecede geni olmas yd lk gördü üm zaman, bana Kara Vas f Bey’i hat rlatt . Yan ndaki zabiti Binba Salih 126 diye tan tt . Anla lan, bu genç zabit stanbul’da Bahriye Nezareti’nde, Mustafa Kemal
Pa a ile hepimizin muhaberesini temin etmi olan meçhul zatt . Ben, Mustafa Kemal Pa a’dan, Karargâh’ta i e ba lamadan önce iki günlük bir mühlet istedim ve Didar’a döndüm. Oraya geldi im sabah, ayn zamanda Nümune Çiftli i’ne yerle mem
gerekiyordu. Didar’ n evinden ayr laca m sabah, Miralay Refet, beni görmeye geldi. Dr. Adnan’ Karargâh’ta bulmu , onun vas tas yla beni ziyaret etmek istemi ti.
Evde, Didar’ n uzun sedirinde oturduk, konu maya ba lad k. lk sözü Gaza Harbi’nde okumu oldu u Handan roman na ait hisleri oldu. Miralay Refet Bey, sade sinir ve adaleden ibaret, ipince bir adamd . O da ötekiler gibi p l p l yanan üniformas yla
görünüyordu. Ben, ona zmir da lar ndaki mücadelede Demirci Efe ile geçen hayat hakk nda sualler sordum. Bir romanc gibi onlar n hayat canland rd . Çok eziyet çekmi , türlü güçlüklere katlanm olan bu adam, mizaç itibariyle medenî ve içtimaî
hayata çok dü kündü. stanbul’a “Ayd n Efe” ad alt nda gelmi ve ngilizlerin eline dü memi ti. Miralay Refet Bey de Mustafa Kemal Pa a kadar anla lmas güç bir ahsiyetti. Ankara’ya geldi imizin üçüncü ak am Nümune Çiftli i’nde bize ayr lan bir
oday gal ettik. Buras , merkez binan n ikinci kat nda vaktiyle talebeye yatakhane vazifesi görmü tü. Adnan ile i gal etti imiz odan n Ankara’ya bakan güzel bir balkonu vard . Bina, akasya a açlar n ortas ndayd . Önünden Çiftlik arazisini sulayan Çubuk
Çay geçerdi. Çay n öbür taraf nda iki büyük tepe vard . Öndeki ye il, nisbeten alçak, öteki ise yüksek ve ç plakt . Üzerinde, etraf nda dört sütunlu, orta yeri küçük kubbeli, eski bir Türk kuyusunu hat rlatan bir ey vard . Ben, küçük s rta Cennet Da ,
ötekisine de Cehennem Da ad verdim. Çünkü, bir tanesi ne kadar ye il ve ho ise öteki de üstündeki o garip kuyu a yla o kadar korkunçtu, Cehennem’i hat rlat yordu. Hâkimiyet-i Millîye’ye “Cennet Da ve Cehennem Da ” ad alt nda yaz lar
bunlar n üzerinde yazm m. Ankara okuyucular çok ilgilenmi olacaklar ki, aralar nda oraya “Cehennem Vadisi” derler.
Bahar yakla
için akasyalar aç yor, bütün etraf ye illeniyordu. Bununla beraber, çevresi bu kadar ho olan yeni evimizin içi tasavvur edilemeyecek kadar kir pas içindeydi. Binan n alt kat nda Çiftlik hocas otururdu. Etraf nda da ah rlar vard .
Han na ba vurup evi temizletmek için ne yapaca
sordum. Derhal, Çiftlik’in çama rc olan ve kar daki Kalaba köyünde oturan Emine Han m’ bana gönderdi. O da, dört köylü kad nla gelerek, yerleri ovdu. Bu dört kad n aras nda, her hâlde, on
be inden yukar olmayan, sevimli, temiz yüzlü bir k z vard .
Ad sordum:
— Ad m Fatma’d r, ama bana Fati derler, dedi.
— Sen de Kalaba’dan m n?
— Hay r, biz muhaciriz. Amcam, Mehmed A a Çiftli i’nde bahç vanba
r. Benim anam, babam yok.
Fati ’i teyzesinden derhal alarak yan mda al koydum. Karargâh bize Süleyman ad nda bir de er vermi ti. Fati onunla beraber bütün hizmetimizi görürdü. Cami Bey’in odas bizim odalar n arkas ndayd . Bu zeki k z, âdeta Ankara’da tarihî bir sima oldu.
Bize lâz m olan bütün e yay Dr. Refik ile 127 Ankaral lar temin ettiler.
Bu canl , fakat kar k hava içinde, Dr. Refik aram zda bir aile hissi yaratmaya muvaffak olmu tu. Kendisi Karargâh’ta otururdu. Odas daima derli toplu, âdeta bir kad n odas gibiydi. lgilendi i insanlara kar , dostlar na kar çok fedakâr bir adamd .
Bundan ba ka da, insan onunla bu acayip günlerde alelâde meselelerden de bahsedebilirdi. Kadife Han m adl , gayet güzel, sar bir kedisi vard . Bu mahlûk ona tamamiyle hâkimdi. Yavrulad zaman, hepimize erbet ikram eder, yavrulara kar gerçek
ve büyük bir sevgi gösterirdi.
Ankara’ya geldi imin be inci günü, büyük sofaya aç lan dar ve uzun odalardan birini bana ay rd . Buras bir nevi büro hâline sokmu tu. Buran n e yas büyük bir yaz hane, dosya raflar , sandalye ile beraber iki masa, bir de eski bir yaz makinesinden
ibaretti. Ben ngilizce gazetelerin siyasete kaçan k mlar tercüme eder, Mustafa Kemal Pa a’n n kâtibi Hayati Bey’in getirdi i telgraflar aras ndan Anadolu Ajans veya Hâkimiyet-i Millîye gazetesi için lâz m olan parçalar keser, bundan ba ka da, Mustafa
Kemal Pa a’n n di er muhaberat na ait yaz lar haz rlard m. Burada Afganistan’dan bize gelmi olan Abdürrahman ad nda bir genç Afganl da bana yard m ederdi. Abdürrahman, Balkan Harbi esnas nda Türkiye’ye gelmi , tâbiiyetimize girmi , Birinci
Dünya Sava ’nda bizim orduda hizmet etmi ti. Ondan sonra da Rauf Bey ile beraber Erzurum’a gitmi ve art k Mustafa Kemal Pa a’n n karargâh ndan ayr lmaz olmu tu.
Bir parma yla fakat ba ar yla, yaz makinesini kullan r, bundan ba ka da i görmezdi. Bununla beraber, çok idealist, ayn zamanda Pan- slâmist oldu u için, her eyi o bak mdan muhakeme ederdi. Benim için onu tetkik faydal oldu. Çünkü,
Hindistan’da Aligar Üniversitesi’ nin mahsulü olan bu adam, bana Hint psikolojisinin nas l bir sabit fikir hâlinde her eye Müslümanl k noktas ndan bakt
retti.
O günlerde, Karargâh’ta bulunan Miralay smet ve Binba Salih beylerden ba ka bir de Yüzba Recep Bey bulunuyordu. Sonra Millî Müdafaa Vekili olan Recep Bey Sivas’ta Mustafa Kemal Pa a’n n askerî kâtipli ini yapm . Bu ilk ay, Celaleddin Arif
Bey de aram za kat ld .
Yemeklerimizi Karargâh’ta yiyorduk. Ö le yeme i çok basit ve çabuk geçerdi. Hemen sonra da Mustafa Kemal Pa a, Dr. Adnan, Cami Bey ve Miralay smet Bey Ankara’ya inerler, yeni Meclis’in haz rl ile me gul olurlard . Ak am yemekleri daha uzun
geçerdi. At nal eklinde bir masan n etraf nda otururduk. yice konu ulurdu. Bilhassa, Mustafa Kemal Pa a geçmi günlerden uzun uzun bahseder, hemen herkesi ac , fakat parlak bir surette tenkit ederdi. Onu dinlerken, memlekete yarayacak hiçbir
ahsiyet olup olmad hakk nda insanda üphe uyan rd . Buna kar k, Miralay smet Bey, ince bir görü le onlar müdafaa ederdi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Yemekten sonra, büyük odada toplan r ve i konu ulurdu. O günler, ölüm kal m sava geçirdi imiz için, i ler çok ciddiydi. Güçlük ve karga al k bu ilk günlerde durumu y kacak bir hâldeydi. Konya iyiden iyiye kar kt , aç ktan aç a olmasa da
mücadelemizi tutmuyordu. Söylenenlere göre, Konya’da Miralay Fahreddin Bey stanbul’la Ankara aras nda karars zd . Bolu, Adapazar civar ve zmit sava hâlindeydi. Her ne kadar Ankara tarafs z görünüyorsa da, onun da ne zaman harekete geçece i
belli de ildi. Tek emniyet noktas , Kâz m Karabekir’in Do u’daki ordusundan ibaretti. Fakat o da bizden 800 km. uzaktayd . Bulundu u yer da larla çevriliydi ve oraya tren yoktu. Bundan ba ka Kâz m Karabekir s rda oldu u için yerinden k ldanamazd .
1920 y
n Nisan ay ba lar nda durum kötüle mi ti. Bilhassa, Fahreddin Pa a’dan ürkülüyordu. Oray tetkik için Refet Bey, yâveri ile gönderildi.
Bundan iki gün sonra, Karargâh’a geldi im sabah, Miralay Refet’i etrafa ne e saçarken gördüm. Konya’dan bütün e raf, Fahreddin Pa a’yla birlikte gelmi ti. Bu, âdeta, kurnazca yap lm bir kaç rma neticesinde olmu tu. Trenini biraz ötede b rakarak
Kumandan’a ve e rafa gelip kendisiyle görü meleri için nazik bir haber göndermi . Onlar biner binmez tren olanca h yla hareket etmi . Trende olanlar durumu tart mak istedikleri zaman, Miralay Refet bütün bunlar Mustafa Kemal Pa a ile
konu malar söylemi . E raf hemen bize kat lm ; fakat Fahreddin Pa a iki gün dü ünmek için müsaade istemi ti.
Mustafa Kemal Pa a, Konya’y tetkik için Miralay smet’i göndermeye karar vermi ti. Beraberlerinde Miralay Refet de gidecek, orada Millî Hareket hakk nda nutuklar vereceklerdi.
ki gün sonra, yine Karargâh’a gitti im vakit, smet Bey’i orada buldum. Diyordu ki:
— Döndük. Fahreddin Pa
stanbul’u terk edip bizimle beraber olmaya karar verdi.
Bu günlerde, Dr. Adnan ile Miralay smet’in her görü tükleri zaman, birbirlerine nas l sevgiyle sar ld klar iyi hat rlar m. Bu kanl ve tehlikeli günlerde iki ey büyük ümit veriyordu. Birincisi, Mustafa Kemal Pa a ile smet Bey’in yak nl klar . Çünkü, smet
Bey’in yumu at bir tesiri vard kincisi de, hayatlar sava yolunda fedaya karar vermi lerin aras nda hayli s dostluk vard .
Konya meselesi hâlledilince Yusuf Kemal Bey ile Dr. R za Nur (Heyet-i Nâsiha’dan) Ankara’ya gelip çal mak karar ald lar. Onlar ilk kabineye giren azalar aras na kar acaklard .
Bundan sonra, Hamdullah Suphi Bey 128 ile Bekir Sami hayli güçlükle stanbul’dan geldiler. Bekir Sami Bey, 129 Sivas Kongresi’nin tan nm bir simas oldu u gibi, Türkiye’nin de en de erli devlet adamlar ndand . Hamdullah Suphi Bey bizimle Çiftlik’te
kal r, Bekir Sami Bey’se Karargâh’ta yatar kalkard . Bunlar n ikisi de haz rlanmakta olan yeni hükûmete ait meselelerin tart lmas na kat rlard .
O günlerde al nacak olan herhangi bir karar Türkiye’nin bütün gelece ine tesir edecekti.
1920 y
n Mart ay nda Kara Vas f, Mustafa Kemal Pa a’ya ngilizlerin bir hükûmet darbesi haz rlad klar yazm , ayn zamanda stanbul’daki Meclis’i da tacaklar , bundan dolay Mustafa Kemal Pa a’n n ba kanl nda Anadolu’da bir hükûmet
haz rlanmas lüzumunu bildirmi ti. Kendisinden stanbul meclisinden istedi i kimselerin isimlerini sormu , onlar Anadolu’ya kaç rmay vaad etmi ti.
Mustafa Kemal Pa a cevap vermeden, martta hükûmet darbesi oldu. Tabiî, Ankara’da kurulmas gereken hükûmetin ekli hakk nda tart malar nisan n ba nda iddetlendi. Ba ta, stanbul’da anayasa profesörü olan Celâleddin Arif olmak üzere, fikirleri
Bat ’ya aç k olanlar öyle bir ey istiyorlard :
Bir te rî-i meclis, 130 bir kabine, bir de icra heyeti 131 kurmak ve bunun ba na da meclis reisi getirmek istiyorlard .
Mustafa Kemal Pa a önce buna itiraz etti. Bunu bir cumhuriyete benzetti. Bunun halk ürkütmesinden korkuyordu. Tamamen Jean-Jacques Rousseau gibi konu tu unu iyi hat rlar m:
— Bütün kudret halk nd r. Kudret bölünmez, icraî ve te riî diye birbirinden ayr lmaz.
Kudretin bölünememesi ve halk n elinde olmas meselesi üzerinde uzun uzun tart malardan sonra var lan karar bir çe it convention 132 ekliydi. Bunu öyle özetleyebiliriz: Bütün icra ve te rî kuvveti Meclis’in elinde olacak ve kabine üyelerini onlar
seçecek. Onlar sadece Meclis’e kar sorumlu olacaklar. Bu suretle kabineye kar sorumluluklar olmayacak. Yani, kabine Meclis’in bir nevi memur heyeti olacak. Bunlar n ba nda Meclis reisi bulunacak, fakat ahsî sorumlulu u olmayacak.
te, bu ekilde Mustafa Kemal Pa a bunu teklif etti. Arkada lar n bir k sm bunu Sovyetler’in ekline benzettikleri için hayli itiraza u rad . Fakat her eyden önce Mustafa Kemal Pa a’yla anla mak gerekiyordu.
Bu münaka alar yemekten sonra ba lar, saat dokuza, hatta bazan sabah n be ine kadar sürerdi. Mustafa Kemal Pa a ve di erleri nihayet, bu teklifleri kabul ettiler. Aralar nda hiçbir fikir anla mazl olamazd . Çünkü muhit tehlike içindeydi.
Bu tart malar, o zamana kadar okudu um kitaplardaki fikirlere benzedi i için beni ilgilendiriyordu. Bence, eklin de çok önemi yoktu. Bu meselede Mustafa Kemal Pa a’n
ahsiyetinin büyük rol oynad
sezmemek kabil de ildi. Mustafa Kemal
Pa a fikirlerini telkinden hiç yorulmaz, etraf nihayet kendi dü üncelerine sürüklerdi. nan yorum ki, tarihin dramatik ve anî de meleri, çok zaman, dinamik fertlerin eseridir.
Mustafa Kemal Pa a, tekliflerinin kabulünden sonra, Millet Meclisi için nutkunu haz rlamaya ba lad . Meclis, 23 Nisan 1920’de aç lacakt . Bu nutku odas nda, Hakk Behiç ile bana ba tan ba a okudu. Her ne olursa olsun, Mustafa Kemal Pa a’n n,
kudreti milletin eline b rakmak iste i, herhangi bir diktatör veya sultan istemedi i görünüyordu. Bana, o günlerde, Mustafa Kemal Pa a, George Washington gibi bir kimse görünüyordu.
O aral k, Ankara’ya Chicago Tribune’ün muhabiri William ad nda biri gelmi ti. Bizim resimlerimizi ald . Bunlar muhtelif Amerikan gazetelerinde bas ld .
Ayn gün, ö leden sonra, stanbul’dan Saffet Bey isminde ve Anadolu’ya silâh kaç ran bir adam geldi, beni görmek istedi. Dedi ki:
— Size büyük bir haberim var. Türk tarihinde tek mevki i gal eden bir kad n oldunuz. Ayn zamanda, stanbul’da, Nakiye Han m’ görüp ailemden de haber getirdi. Elime uzatt Peyam- Sabah gazetesinde Kürt Mustafa Pa a mahkemesinin verdi i
idam ilâm ile fetva vard dama mahkûm olan yedi ki i aras nda s ra ile Mustafa Kemal Pa a, Bekir Sami Bey, Dr. Adnan, Ali Fuad, Ahmed Rüstem, Kara Vas f ve Halide Edib vard .
Halide Edib nam na uzunca bir bahis geçiyor, stanbul Üniversitesi’nde Bat edebiyat profesörü olan bu hatunun bütün kötülükleri say p dökülüyordu. Fetvada herhangimizi öldürmenin bütün Müslümanlar n dinî bir vazifesi oldu u yaz yd . Ayn
zamanda, stanbul’da evimin Hükûmet taraf ndan i gal edildi ini, ba
getirene mükâfat verilece ini de yaz yordu.
Bütün bunlar bana Mahmure Abla’y ve çocuklar
hat rlatt . Acaba bu hükmü nas l kar yorlard ? Acaba evi nas l b rakm lard ? Bilhassa, y llarca emek sarfederek toplad m kitaplar da dü ündüm. Bununla beraber, Malta’ya götürülmü olan Kara
Vas f’ stanbul’a getirip idam edip etmeyecekleri de endi eyi mucip oluyordu. Bundan ba ka da bu karar n Mustafa Kemal Pa a ve arkada lar üzerinde ne tesir yapt
merak ediyordum.
Büyük odaya gitti im zaman, Mustafa Kemal Pa a ile Dr. Adnan elele yaz hanenin yan nda oturuyorlar, Miralay smet de yaz haneye dayanm , ayakta duruyordu.
Dr. Adnan’a bu yeni erefi nas l telâkki etti ini sordu um zaman, Mustafa Kemal Pa a, Adnan’a dönerek:
— Bizi mahkûm edenlerin hiçbir siyasî k ymeti yok. dama mahkûm olmak ho uma gitmedi. Sen ne dü ünüyorsun, diye sordu.
Adnan da:
— Benim de ho uma gitmedi, dedi. Ben tekrar:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
re
C
.c
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
C
lic
k
om
ww
ww
tr
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Bu karar öhretimizi artt racakt r, dedim.
Miralay smet dedi ki:
— Bilakis, onlar n memlekette siyasî k ymeti vard r. stanbul ve zmir gibi vilâyetlerde bize kar muhabbet 133 artarsa da, henüz kararlar vermemi olan halk aras nda fena tesir yapar. Bilhassa ihtilâl hâlinde olan yerlerde. Padi ah n ve ngilizlerin
teveccühünü kazanmak isteyenler hücuma geçeceklerdir. Biz, stanbul gazetelerinin bu günlerde Anadolu’ya girmesine mâni olmal z.
Ertesi gün, Meclis ve yeni Hükûmet te ekkül edecekti. O ak am, yeni meclis isminin Kurultay olmas Hamdullah Suphi teklif etti. Buna kar k Celâleddin Arif Bey Meclis-i Kebir-i Millî 134 diyelim, diyordu. Fakat, nihayet, Büyük Millet Meclisi ad
verilmesi karar na var ld . Yeni kabine a
daki isimlerden kuruldu:
Hariciye Vekili
Bekir Sami Bey
Dahiliye Vekili
Cami Bey
Millî Müdafaa Vekili
hhiye Vekili
Fevzi Pa a
Dr. Adnan
Maarif Vekili
Dr. R za Nur
Ziraat Vekili
Yusuf Kemal Bey
Adliye Vekili
eriye Vekili
Maliye Vekili
Celâleddin Arif Bey
Mustafa Fehmi Efendi
Hakk Behiç Bey
Nafia Vekili
smail Faz l Pa a
Erkân- Harbiye Reisi
Miralay smet Bey
Erkân- Harbiye Ba kanl ilk defa olarak kabineye al yordu.
Mustafa Kemal Pa a, Meclis Reisi olacakt ve ayn zamanda da Hükûmet’in ba . O ak am, Çiftlik’e biraz daha erken indik. Garip bir ruh hâleti içindeydik. Ba
zdan bir kur un geçmesini bekliyorduk. Bizi büyük çoban köpe i Karaba n havlamas
kar lad . Ben önde gider, onunla konu ur, onu yat
rd m. Çünkü çok dosttuk. Karaba çok vah î bir hayvand .
Yüksek akasyalar n arkas ndan yar m ay görünüyordu. O gece, yatakta hep beyaz gömlekle Bayezid’de idam sehpas na gitti imi hayal ediyor ve bir nutuk haz rl yordum. Hep akl mdan, Bâbilerin 135 me hur kad Kurretül’ayn’ n idam edilmeden önce
Farsça söyledi i cümle geçiyordu:
— Ayaklar
yerden kald n ki, yüksekten dünyay daha iyi göreyim.
Nihayet, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi aç ld . Mustafa Kemal Pa a nutkunu okudu ve büyük bir tesir yapt . Büyük, eski gelenekler ve ekiller uzla
. Milletvekilleri orada bütün sorumlulu u omuzlar n üzerinde ta yorlard . Meclis,
Padi ah’ tilâf Devletleri’nin elinde bir esir oldu unu, bütün te riî ve icra kuvvetini kendi ellerinde tuttu unu ifade eden bir beyanname ne rettiler. Buna Mustafa Kemal Pa a imzas koydu. Birkaç gün sonra yeni kabine de kabul edildi. Çünkü aralar nda
vekil olabilecek çok adam yoktu. Meclis’te oturacak kadar sandalye bile yoktu. Erkân- Harbiye Reisli i Karargâh’ta aç ld . Bu, vaktiyle Ziraat Mektebi talebesinin jimnastik salonuydu. nsan, Dr. Refik’in odas na gitmek için, oradan geçmek
mecburiyetindeydi. Oradan geçerken, Binba Salih Bey’in muazzam bir masa üzerinde kâ t ve haritalar aras nda çal
gördüm. Oras n kendi odas olup olmad
sordu um vakit, Erkân- Harbiye Te kilât oldu unu söyledi. Yan nda uzun boylu
bir zabit oturuyordu. Bu, bir jandarma zabiti olan Kemal Bey’di. stanbul’dan di er unsurlar gelinceye kadar Erkân- Harbiye bunlardan ibaret olacakt . Büyük zorluk, yaz makinesindeydi. Çünkü, parça parça ve k kt . Ben de yaln z bir tek parmakla
yazabiliyordum. Vesikalar makineyle yazmak çok güçtü. Bazan, alt sayfay sekiz saatte yazabiliyordum. Arkam da son derece a r dururdu.
Bu azapl günlerden birinin ak am , büyük sofaya giderek bir sandalyeye oturdum. Mustafa Kemal Pa a, önündeki gazeteden gözünü kald rarak:
— Niçin olmas n, deyip gülümsedi. Ben bunun bir hücum oldu unu fark ettim. Fakat Hamdullah Suphi, gazetedeki bu pasaj okudu u zaman gülmeye ba lad m. Anla lan benim Maarif Vekili oldu umu yaz yordu. Tabiî, gazete, kanun d böyle âsi
kad na hücum ediyor ve din taassubunu tahrike çal yordu. Bundan memnun olmad m. Çünkü, ben hiçbir maddî eref, yahut mükâfat pe inde de ildim.
Memleketimizde Erzurum’dan, zmir’e kadar kanl bir yol vard r. Orada ölenlerin her biri isimsiz ve memleketlerini esirlikten kurtar p hür ve müstakil 136 bir yurt yaratmak için canlar vermi lerdir. Onlardan biri olmak ve o yolda can vermek benim için
daima kâfi bir mükâfatt .
stanbul gazeteleri, ayn zamanda benim ye il bir cübbe giyerek halk aras nda propaganda yapt
yaz yorlard . Gerçi, ye il renk Bol evik Müslümanlar n ald bir renkse de, halk bu noktaya önem vermedi. Onlar için ye il, sadece mukaddes bir
renkti.
Bu aral k, Mahmure Abla, stanbul’dan gelen bir adam vas tas yla yollad mektupta, evimizin nas l Hükûmet taraf ndan i gal edilmi oldu unu anlat yordu. O mektupta bize s hhat ve afiyet diledikten sonra, halk n bu idam karar ndan sonra bizi daha
çok sevdi ini yaz yor, Peyam- Sabah gazetesine bir mektup gönderdi ini, fakat çocuklar n bunu yollamad klar söylüyordu. Diyor ki:
“Eve geldikleri zaman, ben Feride ile oradayd m. Benim ne kadar hiddetli oldu umu bildi i için, Feride beni onlarla konu turmad . Aralar nda eriye Mahkemesi’nden bir adam sana ait olan eylerin bir listesini yapt . Bu aral k orada bulunan bir zabit,
Feride’nin yan na gelerek size bu hareketi yapanlar n aras nda bulunmaktan utand
ve ilk f rsatta Anadolu’ya kaçaca
söyledi. Hoca, Gustave Dore’nin Kitab- Mukaddes’e ait resimlerini görünce fena hâlde k zm . ‘ dama mahkûm olmay hak etmi ,’
demi . Fakat, orada Kuran’a ait yaz lar görünce de biraz yumu am . Ev, polis taraf ndan çevrilmi ti. Ben, mutfakta heyecan içinde a
yukar dola yordum. Bir tanesi kap vurarak dedi ki: ‘Kuzum Han mefendi, bu evde bu hareketi yapmaktan
utan yorum. Her ne hizmet isterseniz haz m. E er yukar daki heriflerden saklamak veya kaç rmak istedi iniz bir kitap veya ba ka bir ey varsa ben görmezlikten gelirim.’”
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
k e r- s o ft w a
Nisan n sonlar nda, ngiliz gazetelerinin birinde bir devlet adam n Big Stick Policy 137 adl beyanat okudu um zaman fena hâlde isyan ettim. Bir imparatorluk kurmu bir millet s fat yla böyle bir beyanat on y l önce hiçbir tesir yapmazd . Mustafa
Kemal Pa a büroma geldi i zaman, bu nutkun tercümesini önüne koydum. Mustafa Kemal Pa a hiçbir zaman bu kadar öfkelenmemi ti. Âdeta sesi k ld . Bizim de onlar derecesinde oldu umuz gün anlayacaklar ve bize ba
eceklerini söyledikten
sonra, en son insana kadar onlar n medeniyetlerini ba lar nda parçalamak için can verece imizi ilâve etti. Bana öyle geldi ki, bütün erefimiz, Mustafa Kemal Pa a’n n bu ifadesinde ve sesinde dile geliyordu.
O zaman, bunun bana yapt tesir, tilâf Kuvvetleri’ nin stanbul’u i galinden fazla oldu. Bana öyle geliyor ki, insanlar aras nda herhangi anla mazl k ve dü manl k zamanla geçebilir ama bir tanesi kal r. O da, kar dakinin yükseklik iddias . O gün
dü ündüm ki, e er Do u ile Bat herhangi bir zaman birbirlerinin bo az na sar rlarsa, bunun en büyük sebebi bu yukar dan bakma olacakt r.
flar ve milletler aras ndaki mücadele, insanlar n haysiyetlerindeki müsavilik ve haklar tan ncaya kadar devam edecektir.
125. zlenimlerimi.
126. Binba Salih (Salih Bozok): Atatürk’ün çocukluk, gençlik arkada ve sonraki görevlerde de yâveri. Yâveri Atatürk’ü Anlat yor adl bir kitab var.
127. Refik Saydam (Doktor Refik): Kurtulu Sava
llar nda Erzurum ve Sivas kongrelerine kat ld , sonras nda TBMM’de stanbul milletvekili oldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin dördüncü ba bakan .
128. Hamdullah Suphi Tanr över: Yazar ve devlet adam . TBMM’de Saruhan milletvekilli i yapt . Millî Mücadele’ye yaz ve konu malar yla katk da bulundu.
129. Bekir Sami Bey: 3 May s 1920’de ilk cra Vekilleri Heyeti’nde D
130. Yasama meclisi.
131. Yürütme kurulu.
132. Anla ma.
133. Sevgi.
134. Millî Büyük Meclis.
135. irazl Ali Muhammed Bâb (1819-1850) taraf ndan kurulan din.
136. Özgür.
137. Sopa siyaseti.
leri Bakan seçilinceye kadar D
leri’nde çe itli görevlerde bulundu. stanbul Hükümeti taraf ndan Mustafa Kemal’le birlikte idam karar al nanlardan biridir.
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
5
ç sava n önemli safhalar
Bundan sonraki birkaç ay içinde geçen iç sava lar izah etmek biraz güçtür. Bu, kayna ma hâlindeki bir insan kalabal
n ba ka ba ka yönlerde birbirlerini çekememeleri gibi bir eydir. Her yerde, karde ler aras nda kan dökülüyordu. Her yerde,
henüz sabit bir ekil almam fikirler aras nda mücadele devam ediyordu. Bu devrin yükselen baz ahsiyetlerinin portrelerini vermek kolay de ildir. Hepimizin hayat tehlike ve anî karar almak mecburiyeti ile kar kar yayd . Ankara’daki bizler, o günlerde
Mustafa Kemal Pa a’y bu hareketin en canl bir k lavuzu ve ahsiyeti telâkki ediyorduk. Çal r, konu ur, etrafa da lan kuvvetleri bir araya toplamak için durmadan gayret sarfederdi.
Bana öyle geliyor ki, âdeta görünmeyen bir el Türk milletine yeni bir veçhe vermeye çal yor gibiydi. Fakat, o günkü gayemiz istilâc lardan kurtulmakt . Milletin varaca yeni yön herkesin, hatta Mustafa Kemal Pa a’n n kafas nda bile aç kça bir ekil
alm de ildi. Ba ar üphesiz, ona en yüksek payeyi verecek idi. Fakat, mesuliyet herkes taraf ndan payla lmaktayd .
Ankara’ya yerle ti imiz ilk günlerde, Anzavur 138 hareketi ba lad . Bu, okumak, yazmak bilmeyen, basit bir Çerkes’ti. Millî Hareket’e kar koysun diye Padi ah taraf ndan kendisine pa al k unvan verilmi ti. Band rma’da harekete geçti. Çarçabuk
Bursa’ya yakla . Ondan sonra da, zmit’e do ru yöneldi.
Band rma ve Bursa’da ona kar gelen hareketlerin ba nda Ethem ve zmit’te de Ali Fuad Pa a vard . Ethem de Çerkes’ti. Fakat, cahil bir insan olmas na ra men, daha çok genç ve cesurdu. Salihli’de, zmir’in i galinden sonra ba bozuk kuvvetlerin
reisi olarak kendini göstermi ti. Onun kuvveti en kalabal k olan yd . Aralar nda zabitler de vard . A abeyleri Re it ve Tevfik de Erkân- Harp zabitleriydiler ve ona direktif verebiliyorlard . Tabiî, kuvvetlerinin selâmeti, Salihli halk n vatanseverli ine
dayan yordu. Fakat halktan bir sürü para çekmi ti. Her hâlde, Anzavur’u yenmek erefi ona aittir. Gerçi, Millî Müdafaac lar’ n çok güvendi i ve dayand bir kuvvet ise de, hiç kimse onun fazla kuvvet kazanmas ve ba a geçmesini istemezdi. Çok ükür,
Ali Fuad Pa a, çok küçük olsa da, muntazam kuvvetleriyle Eski ehir ve zmit’e hâkimdi. Ve etrafta dövü en küçük birlikleri idare edecek kabiliyete de sahip bulunuyordu.
Ali Fuad Pa a ile Çerkes Edhem, Bursa ile zmit sahalar hilâfet kuvvetlerinden (Bütün Millî Mücadele’ye kar dövü en birliklere Sadakat Ordusu ad verilirdi) temizledikleri anda, Bolu ve Düzce’de Çerkes efleri ve Gerede’de de Türkler hilâfet ad na
harekete geçtiler. Birkaç hafta içinde, âdeta yang n gibi, bu hareket Yabanâbad’a kadar geldi. Yani Ankara’ya 28 km. uzakta olan bir merkeze kadar. Hareket, ayet yaln z Çerkesler aras nda olsayd , o kadar tehlikeli olmazd . Türkler de buna kar
için
mesele büyük bir önem ald .
Bolu hareketinin ba nda, halk ayd nlatmak ve taraf za çekmek için Gerede mebuslar bulunan Binba Hüsrev Bey ile Osman Bey oraya gönderildiler. Bu hareket, bilhassa stanbul’daki dinî fetvan n tesirinden ve baz söylentilere göre de, ngilizlerin
paras ndan do mu tu. Bu isyan Millî Mücadele’de aleyhimize kabaran kanl isyanlardan biriydi. Ne yaz k ki, bizim taraf zdan harekete geçen eflerin baz lar n halka kar ald klar iddet siyaseti ve onlardan para çekmeleri, i i ciddî bir ekle soktu.
Bunlar n ba nda olan K ehirli Arif, çad nda meçhul bir el taraf ndan vurulmu tu. Bu haberi bize getiren bir genç doktorun anlatt klar hiç unutmam. Kendisi de dahil, hiç kimse, hangi anda bir adam taraf ndan öldürülece ini bilmez bir durumdaym .
te o zaman, ihtilâlin birtak m kan dökmek iptilâs 139 uyand rd
n fark na vard m. Binba Hüsrev, Ali Fuad Pa a ve Miralay Mahmut beylerin bu meseleyi bast racaklar na inan yordu. Bilhassa, Miralay Mahmut vatanseverli i, kudreti ile birlikte insanl k
hisleri de bulunan bir idealistti.
Birbirini takip eden bozgunlar kar
nda bulunuyorduk. Ne yaz k ki, ihtilâl alelâde harpten çok ba ka hususiyetler ta yordu. Sadece cesur ve sad k olmak bir ihtilâli ba armaya yetmiyor. Mukaddes bir gaye için de olsa, ihtilâl ilerledikçe içindeki küçük
unsurlar tepeye ç yor, canlar gaye u runda feda edenleri bertaraf ediyorlar.
Binba Hüsrev, yan ndaki yirmi atl yla Gerede’ye gitmi ti. Köprünün ba nda, öbür taraftan bir alay insan n kendisine bayrak ve el sallad
görmü tü. Bunu bar ve dostluk belirtisi telâkki ederek köprüden geçmi ti. Geçer geçmez, halk onu attan
indirerek ta lamaya ve dövmeye ba lam . Garip olarak can kurtaran ey, s rf çok yak kl bir adam olmas yd . Kalabal k aras ndan ihtiyar bir ki i Binba Hüsrev’in üstüne kapanarak:
— Bu kadar cesur ve güzel adam nas l öldürebilirsiniz? Ben ömrümün sonuna geldim, Allah ve Peygamber a na öldürmeyin, diye feryat etmi . Garip olarak bir an için kalabal k durmu , Binba Hüsrev ile Osman Bey’in boyunlar na ve ellerine
zincirler tak larak, bir taraftan ta lanarak, bir taraftan da yüzlerine tükürülerek hapishaneye götürülmü lerdi. O günlerde kasaba hapishaneleri demir parmakl kl bir kap arkas nda ufak bir yerdi. Halk demir parmakl n arkas ndan, ellerindeki kamalar
sallayarak kap ta lam ve onlar tehdit etmi lerdi. Hilâfetçilerin aras nda, Sefer ad ta yan bir Çerkes ef sayesinde canlar kurtarm lard . Bu adam, her nas lsa Millî Mücadele’nin kazanmas ihtimalini dikkate alarak onlar kurtarm . Biz onlar n
stanbul’a götürülerek idam edilecekleri haberini al nca, aram za bomba dü mü gibi
na döndük.
Ayn zamanda, Miralay Mahmud Bey de Hendek’ten Bolu üzerine yürüyordu. nsanca hareketi sayesinde, halk n sevgisini kazanm . Hilâfetçiler, bunu görünce, Mahmut Bey’in adamlar kendi taraflar na çekmek için her türlü te ebbüse giri mi lerdi.
Onlar Hendek’ten geçerken, minarelerden:
— Karde kan na nas l gireceksiniz, diye sesler duyulmaya ba lam . Burada dikkate de er bir nokta, muntazam asker birliklerinin sivillere nisbeten daha çok insan olmalar r. Onlar, harp saflar
nda kan dökmeyi sevmezler. Her hâlde, Miralay
Mahmud’un telkin etti i güven, kendisinin etraf nda toplad emniyet ve sevgi ile beraber, kuvvetlerinin muntazam askerlerden olmas na ba yd . Miralay Mahmut’un öbür taraftan at lan kur unlardan biri ile ehit olmas , bizi çok
na çevirdi. Çünkü, o
aral k en çok dayand
z kuvvetlerden biriydi.
Bundan sonra, çok ciddî bir duruma girdik. Muntazam kuvvetler çok azalm
ve bütün dayana
z bizim taraf zda bulunan sivil ihtilâlcilerden ibaretti. Onlarsa vatanseverlikleri yan nda, paraya ve ya maya da dü kün olduklar için, halk aras nda
sevilmiyorlard . Aralar nda en iyileri bile, muntazam kuvvetlere muar zd lar. 140 Garip olarak, o aral k, muntazam kuvvet te kiline aleyhdar olan askerler bile vard . Tek pratik yol, çete harbine devam etmek oldu unu Miralay Kâz m Bey de müdafaa ediyordu.
te bundan dolay , sivil ve ba bozuk askerler kullanmaktan ba ka elimizde çare kalmam .
O aral k, Ethem tek kuvvet oldu u için, onu Bolu’ya göndermi tik. Anzavur’u yenmi ti. Demirci Efe’den de yard m istiyorduk. Bu küçük kuvvetlerin d nda Miralay Refet ve Binba Nâz m bulunuyordu. Bunlar da Mudurnu’da toplanarak Hilâfet
Ordusu’nun Bolu’ya girmesine mâni olmaya çal yorlard
te, haziran ve temmuz aylar nda Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’nin kar kar ya kald durum buydu.
Bir ak am, yemekten sonra, Bolu’ya girmi olan Ethem’den bir telgraf ald k. Mustafa Kemal Pa a’dan, kendisinin idama mahkûm etti i kimselerin listesine imzas koymas istiyordu. Ne yaz k ki, listede Binba Hüsrev’le Osman beyleri kurtaran Sefer
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
ve arkada lar n isimleri de vard . Ankara onlar affetti ini bildirmi oldu u için, bizler onlar n öldürülmesi aleyhindeydik. Mustafa Kemal Pa a, etraf ndaki bir avuç insan n fikirlerini sorarken, benim fikrimi de sorard . Fakat uras söyleyeyim ki, ben bu
münaka alara hemen hemen hiç kar mazd m. Yaln z bu meselede fikrimi çok aç kça söyledim ve affetmi oldu umuz bu adamlar n idam n aleyhinde bulundum. Yeni te ekkül edecek bir hükûmetin sözünden dönmesini fena buluyordum. Fakat, bu
meselede, Mustafa Kemal Pa a, Ethem’in arzusunu yerine getirmek gerekti ini söylüyor, bizim vaziyetimizdeki adamlar n merhamet göstermesinin zaaf te kil edece ini ileri sürüyordu. Dü man ele geçirildi i zaman, ne vaad edilmi olursa olsun, mutlak
öldürülmeliydi. Etraf ma bak nd m zaman, Miralay smet Bey’le göz göze geldim. Bir koltukta oturuyordu. Aya a kalkt , Mustafa Kemal Pa a’ n n kar
na gelerek, yaz hanesine dayand ve konu maya ba lad . Bu sat rlar yazarken, o sahnenin bütün
teferruat görür gibiyim. Bir tabiat kudreti gibi görünen kur unî kalpakl Mustafa Kemal Pa a’n n kar
nda Miralay smet konu uyordu. Hiçbir zaman bana onun Türkçesi bu kadar sade, bu kadar makûl ve insaniyetle dolu gelmedi. O zaman söyledikleri
için ona içimden hâlâ dua ederim. O, bir hükûmetin verdi i sözde daima durmas gerekti ini ve ancak bu sayede halk n güvenini kazanabilece ini iddia ediyordu. Fakat, uzun bir münaka a oldu. Ertesi güne b rakmaya karar verdiler. Mustafa Kemal Pa a
da bir kâ da, Ethem’e hitaben Sefer’i ve arkada lar affetmeyi vaad etti imizi, onun için onlar öldürmemesini yazm
smet Bey’in bir çocuk gibi gözlerinin parlad
gördüm. Ertesi sabah, büromda çal rken, Hayati Bey, Anadolu Ajans için
haz rlam oldu u kâ tlar getirdi. Bolu’dan ne haber oldu unu sordu um zaman, Mustafa Kemal Pa a’n n kâ
Bolu’ya varmadan evvel hepsinin idam edilmi oldu unu söyledi.
Belki, Mustafa Kemal Pa a, Ethem’in kendine söylerse, mutlak bu adamlar öldürmeyece ine kani bulunuyordu. Ne garip bir durumdayd k. Bir taraftan Hilâfet Kuvvetleri halka musallat olmu tu. Bir tarafta Kilikya’da Frans z Kuvvetleri halk öldürtüyor,
di er taraftan Yunanl lar etraf yak p y yor, adam öldürüyordu. Nihayet, stanbul’daki tilâf Kuvvetleri de halk eziyordu. Âdeta, Garb’ n, hakikat hâlde, ark’a “Sopa Siyaseti” tatbik ettiklerini ve “Kahrolsun Türkler!” diye ba rd klar duyuyor gibiydim.
Türklerin kendileri de aralar nda bo
tuklar için, milletin ate le imtihan n en korkunç anlar ya yorduk.
Karargâh’ta da d tan sakin görünmekle beraber, güç anlar ya yorduk. Ben, daima büromda tercüme ve makine ile me guldüm. Bazan Mustafa Kemal Pa a gelir, bir kahve smarlar, az k otururdu. O günlerde, bütün enerjisiyle maksat u runa çal an
da
k kuvvetleri idare etmeye çal yordu. Ayn zamanda, ate i vard ve hastayd . Bu günlerde Dr. Refik ile Dr. Adnan âdeta endi eyle etraf nda dola r, onunla me gul olurlard .
Büyük odadaki manzara gözlerimin önündedir. Mustafa Kemal Pa a, lâmbas
alt nda kâ tlar kar
r. Miralay smet Bey mütemadiyen dola r. Cami Bey dizinde kâ tlarla konu mak f rsat beklerdi. ç i lerinde meseleler gittikçe ço al yordu.
Her yar m saatte bir Hayati Bey gelir, telgraflar getirirdi. Bunlar n aras nda öyleleri vard : “Ben Hilâfet Ordusu’nun yakla
görüyorum. Halk n onlara iltihak ndan 141 endi e ediyorum. Onlar girip telgraf tellerini kesmeden evvel emirlerinizi bekliyorum.”
Bunlardan biri okunduktan sonra, Hayati Bey askerî selâm vererek:
— Teller kesilmi tir, dedi. te, ihtilâlin manzaralar ndan biri.
Di er bir telgraf: “Ben kasaban n d nda muhabere merkezi tesis ettim. Kaymakam, Hilâfetçiler ile anla mak üzeredir. O, bir vatan hainidir.”
Her gece, etraf zdaki merkezler ve kasabalardan böyle telgraflar al rd k. Bu ihtilâl günlerinde zavall ve fakir telgrafç lar n cesaret ve vatanseverliklerini, yapt klar hizmeti takdir etmemek imkân d ndad r.
Bu durum, her gece afak sökünceye kadar devam eder, hepimiz yorgunluktan bitkin bir hâle gelirdik. Mustafa Kemal Pa a’n n o günlerdeki kadar yorgun ve bazan da ümitsiz oldu unu görmü de ildim.
Umumiyetle birkaç saat uyuyabilmek için sabah n erken saatlerinde a
ya inerdik. Fakat, rahat uyumak da pek mümkün olmazd . Çünkü, Hilâfet Ordusu mensuplar n ne zaman bizim yerimizi de bas p yata
zda bizi bo azlayacaklar tahmin
edemiyorduk. Bu günlerde, bu vatan hainleri Bolu hastahanesinde yatan baz subaylar da yataklar ndan sürükleyip hastahanenin önünde kafalar ta la ezmi lerdi.
Yine bu sabahlar n birinde, Çiftlik’e girerken Karaba n sesini duymad m. Ertesi sabah, meçhul bir adam taraf ndan kur unla öldürülmü oldu unu ö rendik. Ayn hafta içinde alt ayl k yavrusunu da meçhul bir adam zehirlemi . Tabiî, bizim
durumumuzun da ne olaca belli de ildi.
Mücadele Kuvvetleri’nin tek güçlü oldu u yer, bu ara, Mudurnu idi. Orada, Bolu’dan gelen hücumlara Binba Nâz m idaresindeki kuvvet kar koyuyordu. Binba Nâz m’a, Selânik’ten eski ttihâtç Binba brahim de kat lm . Çok vatansever ve
alçakgönüllü bir adama benziyordu. Mudurnu köylülerini bizim lehimize çevirmeye muvaffak olabilmi ti. te, tek ümit noktam z buydu. Ama taarruzlar dinmedi, Bolu ile Ankara aras ndaki köyler birer birer ayaklanmaya ba lad lar. Bunlar, hep öldüren,
yakan ve sava an küçük güruhlardan ibaretti.
Bir sabah, kendimi hasta hissetti imden, Karargâh’ tan erken ayr ld m. Dr. Adnan geldi i zaman dedi ki:
— En tehlikeli geceyi geçirdik. Hemen bütün teller kesildi. Yak ndan silâh sesleri geliyordu. Ortal kta bir panik havas var.
O günlerde, Karargâh’ n etraf na bir sürü at getirildi ini gördüm. Bunlar n ne için oldu unu sordu um zaman:
— Belki Ankara’y terk etmek ve Sivas’a gitmek zorunda kal z. Senin için bir araba haz rlat yoruz, dediler. Ben araba istemedi imi ve gitmeyece imi söyledim. Ama bu, s rf cesaretten ibaret de ildi. Bütün vaziyeti dü ünmü tüm. E er yüzde bir
ans z varsa, o da Ankara’dayd . Orada kalmakla sadece ölümden kurtulabilirdik.
O ak am, Dr. Adnan, Mustafa Kemal Pa a’n n kendisine, beni araba ile göndermek teklifinde bulundu unu söyledi. Ben:
— Halk taraf ndan parçalanmaktansa, zehir al r ölürüm, dedim. Dr. Adnan, üstünde, bu günlerde, daima kuvvetli bir zehir ta yordu. Yine o günlerde karde imden ald m bir mektuptan, o ullar n Ekim ay nda Amerika’ya gitmelerinin temin edildi ini
rendim. Biraz memnun oldum.
Bir sabah Karargâh’tan ç karken, Binba
ükrü Bey’ le Mülâz m Bekir’i gördüm. Odama geldiler. Onlar zmit’ten gelip bize kat lm lard . Binba
ükrü, tabancam olup olmad
sordu. Ben, tabancan n sesine bile tahammül edemeyece imi ve o
günlerde kur un bulman n mümkün olmad
, yaln z, Karargâh’tan bir mavzer edinebilece imi, fakat onun da yerinden kald lmas güç oldu unu söyledim. Binba
ükrü güldü, cebinden bir Parabellum ç kararak uzatt ve o günden itibaren Çiftlik’in
arkas nda silâh sesine al mam için at talimleri yapmam söyledi.
Çiftlik’ten birkaç yüz metre ötede, talimlere ba lad k. Orada bir küçük kulübe vard . Kulübe çökmü ve kap
n yar meydanda kalm oldu u için, içinde kimse yoktu. Kap ni angâh yapt k. Silâh sesinden s çrayan ben, bu sese al m. E er, bugün
Çiftlik’in arkas nda hâlâ o kulübe varsa bizim kur unlar n izlerini görmek kabildir.
Binba
ükrü, kap ya bir be kuru luk para yap rd . Paraya ni an al yor, ate ediyordum. Dostlar da bana o günlerde epeyce kur un getirdiler. Cami Bey’le oturdu umuz küçük yerin stratejik noktalar konu urduk. Cami Bey mavzeri ile merdiveni
tutacak, ben de pencereden ate edecektim. Yani bir hücuma u rarsak.
Miralay Refet de zmir da lar ndan üç yüz zeybek ile geldi. Bir müddet sonra Mudurnu’ya gidecekti. Halk aras nda aleyhimize cereyan her hâlde vard . Bizleri öldürmek istedikleri muhakkakt . Ayn zamanda, bütün t ra ve gömleklilere de kâfir
nazar yla bak yorlard . Bir ak am yemekten sonra, büyük odada otururken, Miralay Refet’le sakin sakin konu uyorduk. Kendisine Kalaba kad nlar n zeybeklerden ikâyet ettiklerini anlat yordum. Kalaba köyünün önündeki derede kad nlar çama r
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
karken, zeybekler gelip k zlara bak yorlarm . Her hâlde zeybeklerin k klar acayipti ve hepsi silâhl yd . Kad nlara, bunu Miralay Refet Bey’e söylemeyi vaad etmi tim.
O aral k, Hayati Bey tekrar o kötü haberlerle geldi. Miralay Refet, oraya gitmemelerini emrederim, dedi i zaman, Hayati Bey tekrar geldi. Askerî selâm verdikten sonra:
— Bütün teller kesildi, dedi. Bunu söyler söylemez, d ar dan tüfek sesleri gelmeye ba lad . Önce, herkes heyecanland . Mustafa Kemal Pa a ayakta dola arak emirler veriyor, hemen herkes ömrünün son dakikas ya ad na inan yordu.
Garip olarak o dakika bende büyük bir merak uyand . Siviller beni ilgilendirmiyordu. Çünkü hepsinin korktu u belliydi. ki büyük asker, Kemal Pa a ile Miralay Refet Bey’di. Miralay Refet yerinden k ldamad . Sükûnla sigaras içmeye devam etti.
Mustafa Kemal Pa a daima tehlikeye marûz kalm büyük bir askerdir. Fakat, o da uursuz kalabal ktan ho lanm yordu. Ama, o dakika, selâmetin Millî Hareket’in ba ar nda oldu unu hissediyordu. Ben, kalkt m, odadan yava yava
kt m. Odan n
nda, zabitler müdafaa haz rl klar yap yorlard . Sakindiler. Bir tanesi telefon ediyordu. Diyordu ki:
— Ne dediniz? Ate in zeybekler taraf ndan at ld
söylüyorsunuz? Söyleyin cephaneyi israf etmesinler. Ankara’y korkutabilirler.
Ondan sonra zabit odaya gelerek ate in cepheye gitmek için haz rlanan zeybekler taraf ndan edilmi oldu unu söyledi.
Ertesi gün de, son defa olarak Ankara’y terk etmek münaka as yap ld . Fakat, kendimizi biraz daha emniyet içinde hissediyorduk. Miralay Refet, azg n zeybekleriyle ertesi günü Ankara’y terk etti. Bolu isyan biraz yat
. Ethem de Ankara’ya
gelecekti.
Ethem, Ankara’ya silâhl kuvvetleriyle girdi i zaman, halk sokaklar doldurmu tu. Adamlar aras nda kad nlar da vard . Dikkati çeken Ethem büyük bir evkle kar land . Mustafa Kemal Pa a otomobilini ona tahsis etti. Bu, Ankara’da bulunan tek
otomobildi. Ethem, Büyük Millet Meclisi’ne geldi i zaman iddetle alk land .
Ben onu ilk defa Karargâh’ta gördüm. Bir gün, büyük odaya girerken bir sürü silâhl adam n aras nda kendimi buldum. Tabiî, bunlar Ethem’in adamlar yd . Mustafa Kemal Pa a’ya baz raporlar götürüyordum. Ethem’i Pa a’n n kar
nda bir sandalyede
buldum. Aya a kalkt , elimi öptü. Alelâdeden uzun boyu vard . Hiç eti olmayan kudretli vücudu canl bir iskelete benziyordu. Tam Çerkes yap yd . Geni omuzlar, ince bel, uzun bacak ve kollar, kocaman sar n bir kafa, k sa bir burun ve gayet solgun
gözler. Teni hiçbir hava tesiriyle de memi ti. K sa burnu Anglikan bir mizah ifade ediyordu. O odada, istinas z bu kocaman Çerkes herkesi gölgede b rakmakla me gul görünüyordu. Odada etraf tetkik ediyordum. Mustafa Kemal Pa a da me gul
görünüyordu. Önünde slâm tarihinin ilk sayfalar , yani demokrasiye en yak n olan ve yirmi dört seneyi ihtiva eden k sm okuyordu. Emeviye hükûmetinin kudretli nüfuzunu tetkik ederken, belki Ankara’daki din unsurlar nas l elde edece ini dü ünüyordu.
O günler, 1920 yaz n ortalar na rastlar. Karargâh’ ta âdeta bir manast r hayat n riyazeti 142 içinde ya yorduk. Yakup Kadri bu devirden bahsederken:
— Siz manast r hayat ya yorsunuz, derdi. Mustafa Kemal Pa a, âdeta rahip gibi ya yordu. Fakat, baz ak amlar öbür taraftaki bir eve gider, ba ka bir muhitte bulunurdu. Bazan, bir çocuk safiyeti ile din münaka as nda bir hocay yere vurdu unu
söylerdi. Bana:
— Han mefendi, hocalar n görünü lerine inanmay z. Aç ktan içki aleyhindedirler, fakat herkesten çok içerler, derdi. Bu ak amlar, Mustafa Kemal Pa a, hocalar elde tutmak için onlar , o hususî evinde, anla lan, koltuklard . 143
Mustafa Kemal Pa a, bu ilk aylarda, hatta daha sonralar , nazik anlarda, kendisiyle çal
m zaman, daima dürüst, daima içkiye kar nefsine hâkimdi (içkiye iptilâs rivayet edildi i hâlde a na bir damla alkol almam . Ayn zamanda hiçbir eye körü
körüne inanmazd . Herhangi bir ülküye tamamen ba lanm olanlar kullanmay da iyi bilirdi).
Bundan ba ka da samimî olmayan gösteri ler veya inançlarla çok iyi alay etmesini bilirdi. Her hâlde, bu bir paradokslu durumdu. Kendisi gayesine varabilmek için s ra ile birbirine tamamen z t görünen herhangi bir ülküyü ele al rd . Hulâsa, varmak
istedi i neticeden kendisini al koyabilecek hiçbir hisse tâbi olmazd . 144 Kehanete, bilhassa rüyaya çok inan rd . Yaz hanesinin arkas nda, bilmem hangi bir hoca veya kâhin taraf ndan yaz lm , ye il zemin üzerinde, Arapça acayip yaz lar vard . Her sabah,
muhitindekilere, 145 o gece rüya görüp görmediklerini sorard . Kurnazlar da, tabiî, onun muvaffakiyetini ifade eden rüyalar anlat rlard .
Hariciye Vekili Bekir Sami Bey ile Maliye Vekili Yusuf Kemal Bey, bu aral k, Rusya ile yapaca
z bir anla may tetkik için Moskova’ya hareket ettiler. Türkiye’yi insan toplulu undan hariç tutan Bat ’ya kar k, durumu çok zay f olan Rusya, Türkiye ile
anla mak istiyordu. Frans zlar da (baz lar ) hissen bizi tuttuklar için, zaman zaman Ankara’ya gelir, konu urlard .
te, Rusya’n n bize taarruz edebilecek durumda olamamas ve Bat memleketlerinin Türkiye’yi yok etmeye karar vermi olmalar , Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ni yaratt . Bu, Büyük Millet Meclisi’ne ba iki türlü mefkûre 146 mücadele hâlindeydi.
Bunlardan birine “Garp Mefkûresi”, ötekine “ ark Mefkûresi” denirdi.
Garp Mefkûresi’ne dayanm olanlar, Büyük Millet Meclisi’ne ekil vermekte daha fazla muvaffak olmu olmalar na ra men, tamamen iktisadî, sosyal ve maarif 147 meselelerinde 1839’da ba layan Garp örne ine do ru giden yolu tamamen
tutamam lard . Bunlar, Garp Mefkûresi’ne ba olmakla beraber, d siyasette ark ve bilhassa Rusya’ya mütemayil idiler. Fakat, Rusya’n n iç eklini katiyen Türkiye’ye tatbik etmek istemiyorlard . O zaman Ankara’da bulunanlar n yüksek tahsilli ve ilim
kafal lar , pek az olmakla beraber, hepsi Bat ’ya ba adamlard . Bunlar, iddetle Sovyet ekline aleyhtar idiler. Bilhassa, muntazam olmayan kuvvetlerin orduya müdahalesine aleyhtar idiler. Çünkü, tek dayanabilece imiz kuvvet, orduydu.
Bu aral k, ark Mefkûresi’ni tahlil etmek gayet güçtü. Çünkü, çok kar kt . Bu, ark Mefkûresi’nin muhtelif safhalar ndan biri de komünizmdi. Bunun en mühim taraftar , belki Hakk Behiç’ti. Bu adam, ttihat ve Terakki’nin idealist azalar ndan ve ayn
zamanda maliye ile me gul simalar ndand . Ruhen çok samimî bir insand . Türklü e çok ba olmakla beraber, s f, servet ve din gibi eylerin aleyhinde idi. Biraz da kafas nda anormallik vard .
Kendisi, Karargâh’ n kar taraf ndaki küçük bir s rtta otururdu. Orada, daima her nevi insana rastlad
z gibi, kendi çocuklar ndan ba ka, bir sürü de köpe i vard . Bununla beraber fikir meseleleri üzerinde münaka adan srarla üstünde durdu u tek
nokta, Bat medeniyetinin sona ermi olmas idi. Garp Mefkûresi’ne taraftar olanlara bundan dolay iddetle aleyhtard . Mustafa Kemal Pa a da, bu günlerde, Sovyet sistemini merakla takip etmesine ra men, ondaki bu his, bir idealden ziyade, her nevi
ihtimali tetkik etmeye dayan yordu.
Bu günlerde stanbul’dan gelen Hikmet (Bayur) Bey de Sorbonne’da okumu , Frans zcas fevkalâde, bilhassa riyaziyesi 148 kuvvetli, Bol evizme fikren taraftar bir adamd . Hilâl-i Ahmer’de, stanbul’da Dr. Adnan’ n yan nda çal
oldu u için, ona çok
ba yd . Ankara’ya gelince de, bizim yan zda, Çiftlik’te oturdu.
O geldikten sonra, Hariciye Vekâleti onun kabiliyeti sayesinde normal bir ekil almaya ba lad . 1920 y
ustosu’nun sonunda Sevr Muahedesi 149 Türkiye’nin yok edilmesini kasdeden ekilde imzaland ktan sonra, bu adam çok hizmet etti. Kendisi,
komünist fikirlere taraftar olmakla beraber, Türkiye’nin her iki tarafa kar da müstakil 150 kalmas isteyenlerdendi.
Bu aral k, Bat ’n n siyesetinden dolay
rm olan halk da, Do u siyasetini, muhtelif ekillerde ve kendilerine göre tefsir ediyorlard . 151 Mesela, gayri muntazam kuvvetlerin efleri. Bunlar, “Ye il Ordu” ad alt nda bir te ekkülü Hakk Behiç’in
riyasetinde 152 vücuda getirdiler. Ethem de bunlara kat nca Yeni Dünya ismi alt nda bir gazete ç karmaya ba lad lar. Fakat, Mustafa Kemal Pa a bundan ku kulanarak Ye il Ordu’yu ortadan kald rd .
Bunun d nda bir de ulema s
vard ki, bunlar da ark Mefkûresi’ni eski slâm demokrasisi hâlinde diriltmek istiyorlard
te bunlar, Mustafa Kemal Pa a’y eski slâmî ekilleri gözden geçirmeye sevk etmi lerdi. Bu iki mefkûre aras ndaki mücadele
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
esnas nda, Mustafa Kemal Pa a’n n emri ve arzusuyla Komünist Partisi kuruldu. Buna kendini sevk eden ey, kanaatimce, Rusya’da bulunan Türkler aras ndaki komünist unsurlara kar vaziyet almakt . Ayn zamanda, o günlerde, komünist sistemi de
âdeta bir harita hâlinde tesbit eden bir tetkik ile me guldü. Ben ahsen, bunlardan bir ey anlam de ilim.
Bakü’deki Türk Komünist Partisi’nin ba nda Mustafa Suphi ad nda, Bol eviklerin çok tuttu u bir adam vard . Ankara’daki Komünist Partisi’nin faaliyeti hakk nda pek bir ey hat rlam yorum. Aralar nda yak ndan tan
m bir Hakk Behiç vard . Bu aral k,
Rus Sefareti de henüz tamamen te ekkül etmi de ildi. Fakat, kendilerine Bol evik denilen birtak m adamlar Rusya’dan gelip gidiyorlard lk gelenler Türkler ve Müslümanlard . Sonradan, Ruslar da bunlara kat lmaya ba lad lar. Her hâlde, Ruslar n çok
eytanca haz rlanm bir propaganda sistemi oldu u aç kt . Bunlar n aras nda evvelâ Ye il Ordu’ya girmi olan Diyarbak rl Vakkas ad nda pek garip bir adam vard . Onu bana Hikmet Bey getirdi.
Önce, anla aca
zdan emin gibi görünerek hemen propagandaya ba lam . Aç klarda vaaz eden bir hoca gibi yere ba da kurup oturur, Rus propagandas n alfabesini ba ndan sonuna kadar tekrar ederdi. En çok ele ald mesele zenginlik ve
fakirlik meselesiydi. S flar n kald lmas üzerinde uzun uzun durur, gayet manâs z konu tu u zaman bile, samimî görünürdü. Hulasâ, Rus propaganda alfabesini ezberlemi ti ve bunu ba tan ba a her yerde tekrar eder dururdu. O konu urken Türk
rençberlerinin ellerinde kazma kürek, bütün ev veya mal mülk sahiplerine hücum etmeleri tehlikesini insan gözleriyle görür gibi olurdu.
Rus komünistleri aras nda, dikkati çeken bir adam Verloff idi. Ufak tefek, küçük yüzlü, kocaman kafal bir adamd nce, uzun bir sakal vard . Gözleri mütemadiyen parlard . Daima siyahlar giyerdi. Belinde bir kemer, ayaklar nda da, dizlerine kadar ç kan
bir çizme vard . Ukraynal yd . Beni görmeye geldi i zaman yan nda bir de tercüman getirirdi. Burada unu tekrar etmek isterim ki, Mustafa Pa a, Komünist Parti’yi kurdurdu u zaman, evvelâ Dr. Adnan’ n ba a geçmesini istemi ti. Fakat, Dr. Adnan, d
siyasete muhalif olmakla beraber, Garp Mefkûresi’nin ebedî bir taraftar oldu u için bunu reddetti. te, benim vaziyetim de a
yukar böyleydi.
imdi geçelim Verloff’a:
Verloff söylemek istedi
eyleri bir deftere kaydederek gelirdi. Fakat, ben tercüman n söylediklerinden ziyade, adam n kendisini tetkik ederdim. Verloff, eski bir nalbant n ve Lenin’in en yak n ç raklar ndand . Fakat, iman etmi oldu u bu yeni sisteme
ba
rf insanl kurtaraca na inanacak kadar safdil olmas ndan ileri geliyordu. Ekseriyetle:
— Rusya da bats n, fakat insanl k kurtulsun, derdi. Bu, onda âdeta sabit bir fikir hâlini alm . Bütün kad nlardan k z karde lerim, erkeklerden de erkek karde lerim diye bahsederdi.
O da benim yüzümü dikkatle tetkik ettikten sonra, gayet fena bir Frans zca ile konu maya ba lad . Ondan sonra s k s k gelir, beni iman na çelmeye çal rd .
Ben, bir gün, ona Bol evik rejimde vaki olan cinayetler ve iddet hareketlerinden bahsetti im zaman, inkâr etmedi. Fakat, pek de ald rmad . Garip olarak, o Djerjinsky gibi insanlar n kan na girmekten haz duyulan günlerde, Verlofflar gibi insanl
sevenler oldu u gibi, vah iler ve Vakkas gibi Bol evizm vas tas yla hayat kazanmak isteyen insanlar eksik de ildi. Verloff’un da, nihayet, Ruslar taraf ndan daha sonralar
na at larak yak ld
haber ald k.
Sovyet sisteminin de, eski zamanda, din mutaas plar n herhangi vas tas yla insanlar n kan na girmek, onlara eza etmek kabiliyetini ta
na emindim. Bu aral k, Verloff, beni kendi fikirlerine çeviremeyece ini görmekle beraber, say z Sovyet
propaganda bro ürü getirdi, bilhassa Üçüncü Enternasyonal’den sonraya ait.
una inanmak gerek ki, komünizm bile insanlar aras nda ayr k yaratan, din, rk bak mlar ndan olmasa da, ba ka bak mlardan, insanlara zulmeden bir sistemdir. Verloff’un mevkii resmî de ildi. lk resmî mümessil Upmal yolda .
lk gelen komünistler gibi, o da sade ve temiz bir adamd . Fakat aptald . Bunlar n hepsi bana tercümanlar yla gelirdi. Çünkü, hiçbiri adamak ll bir ba ka dil bilmezdi.
Bunlardan biri, beni Madam Trikova’n n eserlerinden tan
söylemi ti. Bu kad n, 1910’da stanbul’a gelmi Rus muhacirlerinden biriydi. Madam Trikova, Rusya’ya â k olmakla beraber, kötü hareketlerinden çok ikâyet ederdi. Fakat biz pek
siyasetten konu mam k. Anla lan, La Jeune Turquie adl kitab nda bana da epeyce yer vermi ti. Fakat, daha sonralar , Beyaz Ruslar aras nda stanbul’a gelip gelmedi ini ö renemedim.
Nihayet yaz geldi. Ben s ca a pek dayanamam. Bu yüzden Karargâh’taki i im beni çok yoruyordu. Mustafa Kemal Pa a’n n kendisi bu günlerde pek titizdi. Anla lan, Büyük Millet Meclisi’ni istedi i gibi kullanam yordu. Bununla beraber, yüksek
tabakadan kendisini tutan epeyce adam vard . Çünkü, yeni bir hükûmeti bütün te kilât yla kurmak çok güçtü. Herkes, Mustafa Kemal Pa a’ya ehemmiyet vermekle beraber, onun yeni teessüs eden 153 Anayasa’ya ayk hareket etmesine mâni olmaya
çal yorlard . Ankara e raf n Büyük Millet Meclisi’ndeki mümessilleri aras nda bir kinci Grup ad alt nda muhalefet te ekkül etmi ti. Bundan ba ka da, bir Müstakiller grubu vard . Bunlar n say az olmakla beraber, iki taraf aras ndaki muvazeneyi
tutabiliyorlard .
Mustafa Kemal Pa a da Meclis’i elinde tutabilmek için, kendisine ba ndan beri taraftar olmu olanlar n baz lar feda etmeyi tercih ediyordu.
lk feda edilen Cami Bey oldu. Dahiliye Vekili s fat yla Meclis’te daima Mustafa Kemal Pa a’y tutmu tu. Fakat, Meclis, Dahiliye Vekâleti’ni iddetle tenkit etti i zaman, Mustafa Kemal Pa a, Cami Bey’i tutmad . Bunlara Cami Bey’in kendisinin cevap
vermesini söyledi. Verdi i cevaplar alk la kar lanm olmas na ra men, Cami Bey istifa etmi ti.
Bundan biraz sonra, Cami Bey, Roma’ya ilk mümessilimiz olarak gitti. Kendisi aleyhinde birçok propaganda yap yordu. Bunlar n as ls z oldu u anla ld ktan sonra bile Cami Bey siyaset hayat ndan çekilerek kendi ahsî ve mütevaz ya ay na döndü.
Mustafa Kemal Pa a, fikrini yürütmek için her nevi sistemi kullan yor, zaman zaman, bir George Washington tavr al yor, bazan da Napoléon havas yarat yordu. Fakat, ilim sahas nda çok yüksek olanlar bile onun kudretine yakla amazlard nsan
tabiat n en zeki bir mümessili olan Mustafa Kemal Pa a daima mevkiini muhafaza edebildi.
O günlerde, bütün ak amlar bu meseleleri konu makla geçerdi. Karargâh’ta, bir taraftan âdeta bir manast r hayat ya arken, di er taraftan Büyük Millet Meclisi’ nin mü kül vaziyeti Mustafa Kemal Pa a’y yoruyordu. Cami Bey meselesinden sonra, bir
ak am Hamdullah Suphi Bey’e sata ve ona yalanc dedi. Hamdullah Suphi, sözünü geri almas istedi i zaman, Mustafa Kemal Pa a derhal geri ald , fakat Hamdullah Suphi aleyhtarl devam etti.
Bu devirde, Dr. Adnan, S hhiye Vekili olmakla beraber, Cami Bey’den bo kalan Dahiliye’ye de vekâlet ediyordu. Mustafa Kemal Pa a, Dr. Adnan’ n hiçbir ahsî ihtiras olmad
anlam . Cami Bey ve Hamdullah Suphi, Dr. Adnan’ n dostlar olduklar
için, Mustafa Kemal Pa a ile aralar ndaki uçurumu kapatmaya çal
ve nihayet muvaffak da oldu. Hamdullah Suphi, 1920’de Maarif Vekili oldu. Dr. Adnan bu itidalinden dolay , bir taraftan muhalifler tenkit ettikleri gibi, di er taraftan Mustafa Kemal Pa a’y
muhalefetlerine kar
iddet politikas ndan al koydu u için birçoklar yine onu tenkit ederdi.
ustosun sonlar na do ru, Kâz m Karabekir Pa a, Mustafa Kemal Pa a’ya yazarak Kars’a girmesi meselesini bildirdi. Bu, geceleri uzun münaka alara sebep oldu. Fakat, askerî meselelere benim akl m ermedi i için, bu nokta üzerinde duracak
de ilim.
Yaz n sonlar na do ru, i im biter bitmez, Çiftlik’e çekiliyordum. Ye il akasyalar art k alt n rengini alm lard . Çay, daima ak p geçiyor, a ustos böcekleri ötüp duruyorlard .
O günlerde bir ak am, Mustafa Kemal Pa a Çiftlik’e geldi. Uzun uzun konu tuk. Pek dedi ini anlamad m. Bana sordu:
— Do ru de il mi, Han mefendi?
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
k e r- s o ft w a
— Dedi inizi pek anlayamad m, Pa am.
— Yan ma geliniz, anlatay m.
Yan ndaki sandalyeye oturdum. O da, bu defa fikrini çok aç k olarak anlatt ve bunu u kelimelerle ifade etti:
unu demek istiyorum: Herkes benim verdi im emri yapmal r.
imdiye kadar Türkiye’nin selâmeti ve hayr için böyle yapmam lar m ?
— Ben hiçbir tenkit, hiçbir fikir istemiyorum. Yaln z emirlerimin ifas . 154
— Benden de mi, Pa am?
— Sizden de.
Çok aç k bir ekilde cevap verdim:
— Millî maksada hizmet etti iniz müddetçe size itaat edece im.
— Benim emrime daima itaat edeceksiniz!
Ben yine aç k cevap verdim:
— Bu, bir tehdit mi, Pa am?
Birden tavr de tirdi:
— Teessüf ederim, dedi. Ben, sizi hiçbir zaman tehdit etmem.
Gerçi, Mustafa Kemal Pa a’n n istedi ini tehditle isteyece ini biliyorsam da, bunu beni tehdit için söylemedi ine emindim.
Bundan sonra, tabiî bir surette konu maya ba lad k.
te, Mustafa Kemal Pa a ile münaka aya benzer tek münasebetimiz budur.
O ak am çok dü ündüm. Hep akl mdan Mustafa Kemal Pa a’n n vaktiyle kudretin bölünemeyece i hakk ndaki sözleri geçiyordu. Fakat, kudret eline geçerse istedi ini yapaca ndan da emindim. Bununla beraber, onun ne kadar önemli ve elzem 155 bir
mevkii oldu unu bildi im için, bu hissimi bertaraf etmeye karar verdim.
Mustafa Kemal Pa a’n n memleketi kurtaraca na inan yordum.
Ben, bu küçük hadiseyi Mustafa Kemal Pa a’n n unutmayaca na emin olmakla beraber, bir gün, ngilizce olarak yazmaya karar vermi tim.
138. Anzavur syan : Kurtulu Sava
139. Dü künlü ü, tiryakili i.
140. Kar yd lar.
141. Kat lmas ndan.
142. Çekilmi li i.
143. Pohpohlard .
144. Uymazd .
145. Çevresindekilere.
146. deal, ülkü.
147. E itim.
148. Matemati i.
149. Antla mas .
150. Ba ms z.
151. Yorumluyorlard .
152. Ba kanl nda.
153. Kurulan.
154. Yerine getirilmesini.
155. Çok gerekli.
ras nda stanbul Hükümeti yanl
çetecilerin ba latt
isyan. Çerkes Edhem kuvvetleri taraf ndan bast lm
r.
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
6
Kalaba köyü ve hayvan dostlar m
Ertesi gün, yaz masam oturdu um odadan yatt
z odaya geçirerek, hat ralar
ngilizce olarak yazmaya ba lad m. Buna “Son Perde” ad vermek ve çok garip olarak bilhassa, çocuklu umun, ta kendimi bildi im andan itibaren ifade eden taraf
yazmak istiyordum.
Hat ralar n birinci cildine ait bütün notlar bu günlerde haz rlanm r. Bunlar ngilizcesi ngiltere’de bas lm , Türkçesi de üç y l önce Yeni stanbul gazetesinde tefrika edilmi tir.
leden sonralar ata binmeyi ö reniyordum. Bir tan
n gönderdi i beyaz bir at vard . Karargâh’ n bize vermi oldu u Süleyman’la (onun da at vard ) Ankara civar tetkike ba lad m. Gerçi, mektep ça nda ata binmeyi ö renmi tim ama, adamak ll
bir binici olamam m. Cami Bey, vaktiyle usta binici oldu u için, Hamdullah Suphi Bey’le bana ders vermeye ba lad . Fakat, birkaç gün sonra Roma’ya gitti. Ben de kendi kendime binmeye devam ettim. Bütün civar köyleri dola m. Bu günlerde
Ankara’n n harikulâde tabiat güzelliklerine de hayran oluyordum. Hemen her gün Çank yoluna kadar gider, ak amlar da Kalaba’ya döner, orada köylülerle konu urdum. Ye illikler, sapsar topraklar, koyun sürüleri ve kaval sesleri!
Bu dola malarda bir gün, biraz ötelerde iki ev dikkatimi çekti. Bir tanesi kocaman, ye il bir bahçe içinde, kavak a açlar n ortas nda minicik bir yuvayd . Öteki, onun tam kar
nda, üstü k rm , tavan aras odas yla daha büyücekti. kisi de harabe
hâlindeydi. Yerlilerden birisine aitti. Fakat, ben, içimden bunlardan birinde mutlak oturmaya karar verdim. Dr. Adnan’ tan yan sahipleri o evlerden hangisini istersem bize tahsis etmeye söz verdikten sonra, tamire ba lad lar. Bu gezintiler esnas nda,
Binba Salih Bey’e rastlad ktan sonra, çok zaman onunla daha uzaklara giderdik. Seyislerimiz de bizimle beraber gelirdi.
Binba Salih Bey’in alt nda, yürüyü ü ahenkli, son derece güzel bir doru at vard . Ba
n ha meti, kuyru unun güzelli i ba tan ba a kalbimi kazand ve onu edinmeye karar verdim. Binba Salih’in dedi ine göre, bu çok de erli bir att , fakat iyi terbiye
edilmedi i için biraz tehlikeliydi. Kendisinin stanbul’daki beyaz at yolda oldu u için bunu ondan alabilecektim. yi terbiye edilmemi olmas na, kaprisli ve dolay yla tehlikeli olmas na ra men onu mutlak edinmek istedim ve edindim.
Yine bu günlerde, Mülâz m Abdürrahman bana bir kutu içinde mini mini bir siyah köpek yavrusu gönderdi. Bunu Ankara sokaklar nda bulmu tu. Bana hayvanca
n garip hâllerini anlatt zaman, bu köpe i de edinmek istemi tim. Mülâz m
Abdürrahman, onu aram , sonunda bulup bana göndermi ti.
Ad Cin koydum. Çay vakitleri aram zda oturur, k k bir fincandan çay içer, bahçenin armutlar , bir insan gibi lezzet alarak yerdi. Bu mahlûka çocuklu umda rastlam olsayd m, onu ecinnilerin insanken hayvan k
na soktuklar bir mahlûk san rd m.
Ak amlar aram zda oturur, hepimizin elini yalar, konu mak hariç, bütün hayat za kat rd .
Dr. Adnan, köpeklerde tenya oldu u için onu koynuma almaktan beni men etmi ti. Bu yüzden, köpekçik ayak ucumda bir minderin üzerinde yatard . Fakat, garip olarak uyur gibi göründü ü hâlde, Dr. Adnan’ n uykuya dald
sezer sezmez, hemen
yata ma atlayarak koynuma girerdi. Bu köpe i bir küçük evlât gibi sevmi tim.
Bu devirde, Dr. Adnan, Mustafa Kemal Pa a’n n yan nda gece geç vakitlere kadar kal rd . Askerî durum çok vahim bir ekil almaktayd . Bize kar son isyanlar n en önemlisi Konya’da, 1920 Ekimi’nde olmu
ehir ve bütün kasaba ve köyler
ayaklanm . Buna, biraz da, ba bozuk askerlerin hareketleri sebep olmu tu. Konya, birkaç gün için, bir köylü hükûmeti kurmu tu. Bu vakay o zaman, orada bulunan Miss Billings ile Miss Allan bizzat görmü , çok ac sahnelere ahit olmu lard . Bilhassa,
bir genç doktoru öldürüp öldürmemek hususunda köylü hükûmetinin ald vaziyet onlar üzmü tü. Ben, kendim, s tma yüzünden yata a dü mü oldu um için, bu durumu pek tetkik edemiyordum. O zaman, Ankara’da âdeta bir istilâ hâlinde olan tehlikeli
bir s tmaya hiçbirimiz tutulmad k diye seviniyorduk. Fakat, ben Suriye’de en kötü ekilde s tmalara tutulmam olmama ra men, burada, en tehlikelisine yakalanm m.
Soka a ç kt m zaman, bana aya
n alt nda toprak ve etraf ndaki a açlar sallan r gibi gelirdi. Yata a yatt m zaman, çarp nt ve yüksek ate ten bitik bir hâle dü erdim. Tuhaft r, bu hastal k esnas nda hep Viyana ve oradaki muz kalar 156 kafam
doldururdu. Gözlerimin önünde, âdeta, k rm saçl bir güzel kad n, yüzünde maske, ark söylerdi. Mefistofeles’in 157 bir kad na eziyet etti ini görür gibi olurdum ve Carmen operas 158 ve Parsifal 159 ba tan ba a kafam ve kulaklar
gal ederdi. Bu ate li
ak amlarda, çok ac çekti im zamanlar, yan mda bir adam isterken kar mda kuyru unu sallayarak oturan Cin’i görürdüm. Bazan da Fati , yata
n ba ucunda diz çöküp bana masal anlat rd . Dr. Adnan o günlerde ancak gece yar ndan sonra
gelebiliyordu. Durumum kötüle ti i zamanlar, bazan erken gelir, benimle me gul olurdu. Bazan da, onun pencereden, oraya gelip vaziyetimi soran Miralay smet Bey’e hastal m hakk nda bilgi verdi ini duyar gibi olurdum. Bütün Karargâh hastal mla çok
yak ndan ilgilenmi ti. Nihayet, odam n duvarlar art k sallanmaz olmu , cibinlik de benim için bir hapishane olmaktan ç km gibiydi.
Biraz iyile ti im zaman, vaziyetin çok kötü oldu unu gördüm. 1920 Haziran sonlar nda, Yunan taarruzu ba lam . Hatta bu taarruz Sevr Antla mas ’n n s rlar da a
. Bal kesir ve Marmara Denizi’nin bir k sm gal edilmi , Band rma, zmit
ellerine dü mü , U ak da zaptedilmi ti. Bursa’n n i gal edildi ini, Afyon Karahisar’ n al nmak üzere oldu unu haber ald m zaman çok üzüldüm. Bizim ordu esasen say ca çok zay f oldu u gibi, içerideki isyanlarla da eli kolu ba kalm . Bu sava larda
iki kad n asker de ehit olmu tu.
Bilhassa Bursa’n n dü mesi beni ahsen çok ilgilendiriyordu. Çünkü babam ve Bursal bir eyhle evli olan karde im Nilüfer, Eski ehir’e s nm lard . Ayaklar n üzerine basabilecek hâle gelince, Dr. Adnan ile beraber oraya gidip onlar Antalya’ya
götürmeye karar verdik.
Eski ehir’de bo bir mektebe s nm lard . Onlar Afyon’a giden bir trene koyarak Antalya’ya gönderdik.
Mustafa Kemal Pa a da Eski ehir civar nda dola yordu. Vaziyetimiz, hakikat, en tehlikeli bir hâl alm bulunuyordu. Ankara’ya muvazi 160 olan tren hatt Yunanl lar n eline dü mü , biz de Orta Anadolu’da kapal kalm k. Art k, ba bozuk kuvvetlere son
vererek, muntazam ordu kurmak hayatî bir zaruret hâlini alm .
Eski ehir’den trenle dönerken, Miss Billings ile Miss Allan’a rastlad m. Onlar Amerika’n n Yak n Do u Yard m Heyeti’nin mümessilleriydiler. Miss Allan, Harput’ ta bulunan bir misyonerin k oldu u için Türkçeyi anadili gibi biliyordu. Tabiî olarak,
ristiyanlara çok dü kün olmakla beraber, onlar n da hareketlerini be enmiyor ve vazifesi onu misyonerlikten çekilmeye mecbur ediyordu. te, bu günlerde bu iki Amerikal kad n, bütün mücadele boyunca Ankara’da, Türklerin aras nda pek dostça
ya ad lar. Miss Allan stanbul’a gitti i zaman, benim aile durumunu da bana bildirebiliyordu. Bu iki kad n evi Ankara’da bir toplant merkeziydi, pa alar da dahil, bütün ba takiler oraya giderlerdi.
Eski ehir’den döndü üm zaman, Çifteler Çiftli i haras n bizim çiftli e nakledilmi oldu unu gördüm. Korkunç derecede azg n atlar ve onlara bakan çok garip k yafetli bir sürü Kürt vard .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Nihayet çiftlikte mektep tekrar aç laca için, ben Kalaba Köyü’nün kar
ndaki vadide bulunan o küçük evlerden birine geçmeye mecbur oldum. Üstü k rm olan ev tamir edilmekte oldu u için biz küçü üne geçtik. Ev iki odal yd . Bunlardan birini Dr.
Adnan ile ben, ötekini de Hamdullah Suphi Bey’le Hikmet Bey i gal ederlerdi. Atlar z ve seyislerimiz ah rda yatarlard . Fati ’in yatak odas da küçük mutfakt . Bu aral k, stanbul’da bana on y l hizmet etmi ve çocuklar
kuca nda ta
olan eski
evket Bolu’dan geldi ve bize çok eyler anlatt . Bana dedi ki:
— Muhtar Resul A a’y bir Bol evik hatunu evinde tuttu, diye fena hâlde dövdüler. Mehmed Çavu da bizden ayr ld .
Mustafa Kemal Pa a, art k Karargâh’tan ayr larak stasyon’da bir ev edinmi ti. smet Bey, ben iyile ir iyile mez, Karargâh’a gelmemde srar ediyordu. Babas n ölmü oldu unu haber ald m zaman, onu taziyeye gittim. Beni orada al koyarak tekrar
vazifeme ba latt lar.
Vaktiyle Binba Salih’in i gal etti i büyük oda on üç küçük bölmeye ayr lm . Bunlardan biri de benimdi. Gözlüklü, man bir adam kar ma ç karak dedi ki:
— Safa geldiniz, u ur getirdiniz, ark’tan imdi ald
z bir telgrafa göre Kâz m Karabekir Kars’a girmi .
Bundan sonra, küçük bölmelerde oturan zabitlere seslenerek:
ark k sm idare edenler bu ak am tatl yiyecekler, Garp k sm nda olanlar p rasa yiyecekler, dedi. Etraf yirmi kadar Erkân- Harp Zabiti ald . Bunlar, ben hastayken gelmi olanlard . Ne eli,
man zabit, Mustafa Kemal Pa a’n n yan nda hizmet
eden Yüzba Tevfik idi (soyad : B kl ). Kars’ n i gali bizim ümitsiz vaziyetimizde tek k olmu tu. Miralay smet de çok sevinmi ti. Geldi, hemen oturup:
— Kâz m Karabekir’i tebrik edelim, dedi. Derhal bir tebrik telgraf yazd k. Duydu uma göre, Miralay smet, Mustafa Kemal Pa a ile çal madan önce, Kâz m Karabekir’in en yak n arkada ym . Bu sebepten çok memnun görünüyordu.
Karabekir’in bu ba ar , muntazam ordu kurma i iyle u ra anlara kuvvet verdi. Bu aral k, Ali Fuad Pa a aleyhinde geni bir propaganda dönüyordu. Onun Mustafa Kemal Pa a’ya rakip oldu unu ileri sürenler vard . Belki bu yüzden, Mustafa Kemal
Pa a da onun çok aleyhinde bulunuyordu. Bu da Ali Fuad’ n çok dostu olan Dr. Adnan’ ziyadesiyle üzüyordu.
Bütün bu badire aras nda Kalaba Köyü ile münasebetim de çok s bir ekil ald . Kad nlar derede çama r y karken daima görürdüm. Bir tanesinin çok hasta bir çocu u vard . Kad n çok üzgündü. Dr. Adnan’a getirip göstermesini söyledim. Çocuk
iyile ince bütün köy bize ba land . Ayn zamanda, köyde romana benzeyen bir vaka cereyan ediyordu.
Orada bir genç dul kad n evlenmek üzereydi. Ni anl Hasan ad nda Erzurum’dan gelmi bir gençti. Çiftlikte çal yordu. Ben, bu dul kad çok hayrete de er bir ahsiyet diye dü ünüyordum. Anla ld na göre, ev yakan, erkeklerin kalbini parçalayan
bir kad nd . Bir y l önce bir adam vurmu lard ki ki i, yine bu kad n yüzünden Hasan’ da vurmak için üzerine hücum etmi ler. Hasan çok kuvvetli oldu u için adamlar n ellerinden b çaklar alm ve onlar bir güzel dövmü . Bu dayaktan sonra
adamlardan biri hastahanede ölmü . Bu yüzden, Hasan az daha hapse giriyormu .
Bana bir gün, omuzlar nda oraklarla dönen iki kad n heyecan içinde:
te, geliyor, diye dul kad gösterdikleri zaman
rd m, kald m. Çirkin bir kad nd . Geni kalçal , biçimsiz vücutlu idi. Gayet esmer bir teni ve çat k ka lar vard . Fakat konu tu u zaman, çok tatl bir sesi vard . Ayn zamanda, ye il gözlerindeki
kudret belki bu cazibesini te kil ediyordu. Bu tehlikeli, dul hatun Hasan’la evlendikten bir hafta sonra, ikinci bir dü ün daha oldu. Köylü dostlar, benim mutlak dü üne gitmemi istiyorlard . Gittim. Hasan’ n kar
n odas na kabul ettiler. Buras , hal larla
dö eli, sedirleri muntazam bir odayd . Dul kad n art k köy k yafetini b rakm , eski usul stanbul k yafetine girmi ti. D ar da davul zurna çal yor, Ay em türküsü söyleniyordu. Orada bir kahpe vard . Kad nlar bana:
— Kahpe yaln z erkeklere göbek atar ama, senin yan na gelip çiftetelli oynayacak, dediler. Bu kad nereden bulduklar sordu um zaman, K rm Fener Soka ’ndan getirdiklerini söylediler. Henüz Hükûmet yeter derecede kuvvetlenmemi oldu u
için K rm Fener Soka ’n ehir d na ç karmam lard . Bu sebepten, Ankara’ya gitti im zaman daima bu sokaktan geçer, kulübelerin önünde rast kl , yanaklar sunî benli, k rm
alvarl genç kad nlar görürdüm. Bu soka a ait bir olay hat mda kalm .
Bir ak am, kar tarafta oturan Didar’a gidiyordum. Ak am n geç olmas ndan dolay iki zabit arkada beni oraya götürdü. Sokaktan geçerken, bir kad n ince sesi ile a laya yalvara yard m istiyordu. Etrafa göz gezdirdi imiz zaman, kulübelerin birinin önünde
ihtiyar bir kad n ellerini kald rm , ayakta, kulübeye zorla girmek isteyen aznavur 161 gibi bir adama mâni olmaya çal
gördük. Arkada lar m, tabiî olarak, yard m etmek istiyorlar, ama beni de yaln z b rakam yorlard . Ben hemen at durdurdum.
Arkada lardan biri attan atlayarak ko tu, herifi yakalad :
— Kad
rak, buradan defol git, dedi. Adam çekildi. Zabit de o ihtiyar kad na:
— Haydi ana, art k evine gir, korkma, dedi. Fakat, kad n ellerini açt :
— Allah raz olsun, diye durmadan dua ediyordu.
te, dü ünde oynayacak kad n, belki de bunlardan biriydi. Oturdu umuz odaya girdi i zaman, gözleri büyük bir h nç ve açl kla doluydu:
— Gel otur da biraz n, dedim.
— Ben oynamaya geldim, dedi.
Ben de aya a kalk p:
— Gidece im, dedi im zaman, fena hâlde gururuna dokundu, kap yüzümüze kapayarak ç kt gitti. Oradaki kad nlar, âdeta ellerinden oyuncaklar al nm çocuklar gibi hayal k kl na u rad lar.
Çiftli e dönerken, yaln z bizim köylerdeki de il, bütün dünyadaki kötülükleri dü ünüyordum. Bu dü ünden iki hafta sonra, Emine Kad n’ n bizim ah ra girip bir eyler arad
gördüm. Ne arad
sordu um zaman, Hasan’ arad
ve kar ndan
haber getirdi ini söyledi. Anla lan, Hasan’la kar bozu mu ki ak amd r evine gitmiyormu . Anlatt na göre, k skançl k yüzünden kar
sabaha kadar dövmü , kad öldürmesine ramak kalm . Kar yataktan kalkam yor, fakat mutlaka kocas
istiyormu ve:
— Onun vurdu u yerde gül biter, kocam isterim kocam , diye ba yormu . Halbuki, dayak yedi i yerler gül rengi de il, simsiyahm .
te, köyde tesadüf etti im a k dram budur. ki hafta sonra, kar
tekrar dövdükten sonra, Hasan dört gün d ar da kalm . Bu defa, kay nbabas gelerek kar
n hasretten öldü ünü söylemi . Fakat, Hasan ise, bir çavu la fingirderken yakalad için
dövdü ü kar için:
— Art k sevmiyorum, çok çirkin, diyormu . Bütün kad nlar, kad n taraf tutuyorlard .
Kas m ay nda, küçük evimizde benim Cin çok fena hastaland . Tek ba oldu um mahlûk o oldu u için bu, benim kalbimi k rd . Bacaklar tutulmu , yerinden k ldanam yor, durmadan inliyordu. Getirtti im baytar, mutlaka vurulmas gerekti ini söyledi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
yi hat rlar m, onu vurmaya götürdükleri zaman, yere yüzükoyun yatm , kulaklar
kam , bir çocuk gibi a lam m.
Genç, ihtiyar bütün dostlar, Cin’in ölümünden üzgün göründüler ve beni taziye ettiler. Hepsi bana bir köpek vermek istiyordu. Ben kabul etmiyordum. Bir daha köpek beslememeye karar vermi tim. imdi, art k, bo vakitlerimde, Binba Salih’ten ald m
Doru’ya binip dola yordum. Doru ile anla mam z bir hafta kadar sürdü. Ondan sonra, bir kuzu gibi oldu. Onunla dostlu um Cin’in dostlu u kadar yürektendi. Bütün kalbimle ona ba lanm m. O aral k, stanbul’dan gelen bir zabit, Doru’nun da bana
tamamen ba land
ve benden ba ka kim üzerine binse, istemedi ini söyledi.
Cin’in ölümünden sonra, bir hayli ak amlar büyük bir üzüntü içinde, onu ar yor, ata bile binmek istemiyordum. Bir gün bir nefer, kap ma gelerek Ethem taraf ndan bana bir köpek getirdi. Muhte em ve kocaman bir mahlûktu. Korkunç ve büyük gözleri
vard . Yüzü bir üçgen eklindeydi. S rt siyaht , a
ya do ru kahverengi ve bembeyaz bir gö sü vard . Pençeleri beyazd . Tam aln nda beyaz bir nokta vard . Gözleri etrafta dola yordu. Ben:
— Buraya gel, Yolda , der demez, yakla . Yolda , Makedonya’n n ev köpeklerindendi. Birdenbire Cin kadar ona namad m. Ama, zaman geçtikçe, onun da bir çok insanlar n üstünde iyi taraflar oldu unu hissettim.
llarca Yolda ’la beraber ya ad k.
Evime geldikleri zaman, vaktiyle Cin ile oyna an dostlar, Yolda ’tan korkarlard . Bilhassa Refik Bey, onu ba lamam söylerdi. Hepsi güzelli ini takdir ediyor, fakat onu ok amaya cesaret edemiyordu. Onu ok amaya cesaret eden tek kimse Hariciye
Vekili Bekir Sami Bey’dir. Ama, o da az kals n parçalanacakt .
Dr. Adnan:
— Gece bu korkunç hayvan yata na alamazs n, dedi. Biz ba ka ba ka sedirlerde yat yorduk. Fakat Yolda derhal yata
n üstüne s çrayarak muhte em bir vaziyet ald . Ondan sonra y llarca ayaklar n üstünde uyudu.
Ertesi sabah uyand m zaman, Yolda yere oturmu , yan ba mda ses ç karmadan havl yordu. Dr. Adnan yata nda oturdu ve güldü:
— Âdeta senin uyudu unu hissediyor bu hayvan, dedi. Her sabah, hatta aç k yerlerde yatt m zaman bile, ben uyurken hiç sesli havlamazd .
Art k bundan sonra, Yolda ’la bütün etraf dola rd k. S rtlar inip ç karken, her ne zaman bir sürü görse, sevinçle havlamaya ba lar hayvanlar da da rd .
Yolda n geldi inden on gün sonra, Hakk Behiç Bey de bana bir köpek gönderdi. Bu, gayet zarif ve güzel, siyah bir taz yd . E er, insanlar n bilhassa di ilerin tabiat hayvanlar n içine girmi se, bu hayvan da, erkek köpeklerin kalbini yakan bir kahpe
diye dü ünmek mümkündü. nsana pençesini öyle bir uzat vard ki, âdeta Frans z saraylar ndaki inceli i hat rlat yordu. Tabiat da cazibesine uygundu. Sevdi
eyleri çalmaktan hiçbir zaman çekinmezdi. Bir taraftan, Yolda açl ktan ölse bir eye
dokunmazken, öbür taraftan bu köpek can ne isterse onu yapard .
Bu mahlûk bütün hareketleriyle insan cezbeder, hayat oldu u gibi kabul ederdi. Âdeta Arnold’un “Her eyi Çalan Kad n” adl karakterinin bir köpek örne iydi.
Ad Sevda koydum. Yolda herhangi bir kad n binde bir muvaffak olabilece i tarzda elde etmi ti. Bunlar n a k hikâyesini çok yazmak isterdim. Çünkü, benim zavall Yolda m’ n herhangi bir erkekten fazla bu a ktan eza 162 çekti ini anl yordum.
Yolda bundan ba ka da köyde dola r, di i köpeklere sata rd . Erkek köpekler onu görünce hemen bir a zdan h rlamaya ba larlard . Hatta ona sald rarak yaralarlard . O da eve dönünce oturup yaralar yalard . Bir sene sonra, Kalaba Köyü’nde
Yolda cinsinden köpek yavrular belirmeye ba lad . Yolda n Kalaba haremlerine tecavüzü erkek köpekleri bir araya getirmi ti. Bunlar, nihayet tehlikeli bir hücuma geçtiler.
Bir gün, Yolda ’la dönerken, birdenbire Kalaba’n n alt çoban köpe i, saklanm olduklar
açlar n arkas ndan ç karak Yolda ’a sald rd lar. Burada âdeta bir Rumeli ile Anadolu kavgas ba lad . Yolda n g rtla
p onu öldürmeye çal an bir
köpe i benim seyis nihayet vurmaya mecbur oldu. Yolda n gö sü parça parça ve kan içindeydi. Onu benim yatak odas na ç kard k. ki günlük hastal ktan sonra iyile meye ba lad .
Köydeki a klar geçici, fakat Sevda’ya olan a
daimiydi. Kimsenin Sevda’ya h rs zl k etti i zamanlar hücumuna müsaade etmezdi. Sevda ise, Yolda ’a hiç yüz vermez, ona kar Kalaba’n n bir erkek köpe i ile mehtap gezintilerine ç kard . Buna kar
Yolda bir ey yapam yordu. Çünkü, Sevda derhal sevgilisini müdafaa ediyor, Yolda da ona kar çok âciz kal yordu.
Nihayet Sevda’y çald klar zaman, Yolda , bir insan gibi tam alt ay yas tuttu. Garip olarak, herhangi bir kimse onun yan nda Sevda’n n ad ansa, insan n yüre ini parçalayacak ekilde ac ac havlard .
Aral k ay nda, Kalaba’da çocuklar bir ishal hastal na tutuldular. Büyüklerse, umumiyetle, zatürreeye tutuluyorlard . O ay, esasen, Anadolu mücadelesinde ac olaylar birbirini takip ediyordu. Dr. Adnan, bu aral k, Meclis’e kinci Ba kan olarak seçilmi ti
ki, bu da iki cami aras nda kalm bir beynamaz mevkiinden ba ka bir ey de ildi. Çünkü, Mustafa Kemal Pa a ile muhalifleri aras nda çok iddetli bir mücadele olmaktayd . Bütün kabine toplant lar nda bulunmaya mecbur oluyor, bundan ba ka da Mustafa
Kemal Pa a’n n ça rd hususî toplant lara gidiyordu. Bu günlerde, nadiren gece yar ndan önce gelir, bazan da sabah n be lerine kadar d ar da kal rd . Mustafa Kemal Pa a’n n anormal denilecek bir enerjisi oldu u için, sabahleyin uyurdu. Fakat, Dr.
Adnan saat sekizde vazifeye gitmeye mecburdu. Bu vaziyet, s hhatini çok tehlikeli bir hâle sokmu tu. Kalaba’n n hastalar da pe ini b rakmazlard . Sabahleyin evden ç kt vakit ya da geceyar na do ru döndü ü zaman, mutlaka onu Kalaba’n n hastalar
beklerdi. Cuma günleri tek dinlenme günü olmakla beraber, saat sekizden önce kalkar, oday
r ve Kalaba’n n hastalar kabul ederdi. Kad nlar, sofada birikir, erkekler de kap önünde beklerlerdi.
Bir cuma günü, her zamandan daha kalabal k idi. Emine Han m hastalar n hepsini birer birer takdim etti ve k zlar ellerinden tutup içeri getirdi. Hepsi ate i yüksek olmakla beraber, dayan kl insanlard . Dr. Adnan onlara âdeta sihirli bir hoca gibi bakard .
Çocuklu kad nlar sedirin üzerine dizildiler. Onlar n muayenesi bittikten sonra, koridordaki kad nlar Emine Han m içeri ald . Sedirde oturanlardan birisi dikkatimi çekti. Çünkü fevkalâde güzeldi ve ayn zamanda çok hasta görünüyordu. Hiç de köylü kad n
bünyesi yoktu. Üçgen gibi ince bir yüzü, siyah kirpikleri aras nda parlayan ye il gözleri vard . Yan nda alt ya lar nda bir çocu u bulunuyordu. Çocuk, kimseyi annesine dokundurmak istemedi i için, Emine Han m gelip onu tutmak zorunda kald . Ben de
çocu u oyalamaya çal yordum. Üstü ba partal içindeydi. Her hâlde çok yoksul olmal yd . Dr. Adnan’ n sordu u suallere kad nlar cevap vermeyi pek bilmedikleri için, bu i i de Emine Han m yap yordu.
O günlerde, her damla su bir buz hâlini alm ve Dr. Adnan da bu kad böyle bir havada nas l d ar kard klar sormu tu. Doktor’un vaziyetinden, kad n tehlikeli bir durumda oldu unu anlad m. çeriye giren ikinci kad n, Dr. Adnan’ n yan nda
yüzünü örtmeye çal an ilk mahlûktu. Çünkü, kad nlar Dr. Adnan’a bir karde , bir baba gözüyle bakarlard . Kad n,
man, alvarl , eski biçim mor kadife ceketliydi. Yüzünün rengi ve görünü ünün kudretiyle ötekilerinden ayr yordu. Ayn zamanda çok da
temizdi. Kim oldu unu sordu um zaman, aile hikâyesini anlatmaya ba lad . Halime adl olan hasta kad n, Deli Mehmed’in kar yd . Bu adam, anla lan eytandan daha korkunç bir kimseydi. Bütün köy ondan korkard .
Yirmi y l önce, kendisinden yirmi ya büyük bir kad nla evlenmi ti. Yedi y l sonra da on dört ya nda olan Halime’yi alm . Halbuki, Kalaba’da iki kad n almak o zamana kadar görülmemi bir eydi. Bu adam, bu k rm yanakl
man kad da bir y l
önce alm . Önce birinci kar yla ikinci kar iyi geçiniyorlarm . Fakat, üçüncüsü ailenin huzurunu kaç rm . Bu üçüncü kad n Deli Mehmed’in hayat nda en çok tesir yapm bir mahlûktu. Birinci kar öldükten sonra, Halime’yi evde bir hizmetçi gibi
kullanm lard . Halime hasta olunca (belki içinden hâlâ bir zaaf duyan) Deli Mehmed onun Dr. Adnan’a gönderilmesinde srar etmi ti.
Dr. Adnan ate in yan nda, uykusuz geçen bir geceden sonra, titreyerek oturuyor, kad nlar ona Orta Ça n bir azizi gibi bak yorlard . Dr. Adnan’a göre Halime’nin hastal âdeta ümitsizdi.
Dr. Adnan’ srar üzerine, bundan sonra, ilâçlar n ve tedavinin adamak ll yap labilmesi için, Ankara’dan hastabak lar ça rtmak gerekiyordu. Fakat ben, ö lelerden sonra muntazaman köye gidiyor, hastalara bak yordum. O gün, ö leden sonra köye
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
gitti im zaman, beni evin üst kat ndaki odaya ç kard lar. Oda son derece pisti ve sobas nda da bir tek odun yoktu. Çocuklar derhal odun toplamaya gönderdikten sonra, oday kad nlarla birlikte temizledim. Halime’nin çocu u S rma odadan ayr lm yor,
durmadan a yordu. Onun da elini yüzünü y kad ktan sonra, saçlar tarad m. Halime’nin arkas na lapa 163 koymak için soyunca, bütün ömrümde gördü üm en güzel kad n vücuduyla kar la m. Bu lapa onun ac
biraz dindirdi. Kendi kendime
Hollywood’dan birisi onu görse, derhal al p götürürdü, diye dü ündüm. Dudaklar mosmordu. Çok metanet gösterdi. Fakat, bütün tedaviyi sessiz kabul eden Halime’ye bir ka k çorba içiremedik. Derecesini ald ktan sonra, onu ve küçük k
köyde orta
ya bir kad na b rakarak eve döndüm. Ya amas hayli üpheliydi. Oradayken sormu tum:
— Kumas ile Deli Mehmed nerede? Bu, Deli Mehmed’in evi mi?
Kad n, garip bir gülümseme ve gözlerinde ya la, cevap vermi ti:
— Kumas onu evden kovdu. Pis ve h rs z diye istemiyor. Buras Halime’nin ölen babas n kulübesidir. Kumas ona yemek veriyor. Bu yata da o verdi. Deli Mehmed’in elinden bir ey gelmiyor. Çünkü, kar büyü yapm .
Ondan sonraki köy ziyaretlerimde çok tehlikeli vakalara tesadüf etmedim. Analar, Doktor’un tavsiyesini yerine getiriyorlar, çocuklar na yaln
k su içiriyorlard . Buna biraz hayret ettim. Çünkü ehirdekiler çocuklar na mutlaka bulama yediriyorlard .
Halime iyile ti. Fakat ayakta yar ölü gibi dola yordu. Bu defa Emine Han m da Halime’nin h rs zl k etti ini, pis oldu unu ve köyün ondan ikâyet etti ini söyledi. Her hâlde, Halime’ye arada yemek veren kocas n teveccühü hâs l olmu tu. Kuma da bir
kahpe olmas na ra men köyün teveccühünü yava yava kazan yordu. Anla lan, kad n, ezberden âyetler okudu u için köyün gözüne hayli girmi ti. te kahpelikten ve erkeklere göbek atmaktan sonra köye gelen bu kuma, köyün anlatt na nazaran, iyi
bir kad nd .
Emine Kad n, ayn zamanda, bana Deli Mehmed’den haber getirmi ti. Halime’yi eve alabilmesi için, kumas üzerine tesir yapmam rica etmi ti. Ben, bunu kendisinin niçin yapmad
sordu um zaman, Emine Han m böyle bir hareketin kumay bütün
bütün çileden ç kartaca
, bu i in benim taraf mdan yap lmas Halime’yi kurtaraca
söyledi. Fakat ben, aile meselelerine kar mak istemiyordum. Kuma da beni gördü ü zaman, yüzünü örter ve uzakla rd .
Son zamanlarda, Mustafa Kemal Pa a’n n da s hhati iyi de ildi. Evinde ona bakacak bir kad n olmad için Dr. Adnan endi eliydi. Nihayet, akrabas ndan bir kad n gelip ona bakt
memnuniyetle haber ald k. Ben, Ankara’n n öbür taraf na nadiren
geçti im için, nerede oturdu unu bilmiyordum. Art k Karargâh’ta da pek az bulunuyordu. Mustafa Kemal Pa a’n n iki atl bir arabas vard . Fakat buna nadiren binerdi. Bir gün, onu arabas nda Fikriye Han m ad ndaki ye eni ile gördüm. Çok güzel, mahzun
yüzlü bir kad nd . Anla lan s hhati de o kadar iyi de ildi.
Bu ay n sonlar nda, ordu epeyce heyecan içindeydi. Ba bozuk kuvvetleri da tmak istiyor, ayn zamanda Ali Fuad Pa a’n n aleyhinde hareket kuvvetleniyor, onun ba bozuklara yüz verdi i ileri sürülüyor ve Ali Fuad’ n Garp cephesinden
uzakla
lmas isteniyordu.
Bütün bunlara ra men, Ali Fuad Pa a muntazam ordunun ba lang
büyük bir gayretle haz rlamaktayd . Miralay Arif Bey 164 hat ralar nda, 6., 11., 23. ve 24. f rkalar n Ali Fuad Pa a zaman nda kuruldu unu yazar. te bundan dolay , onu Garp
cephesinden uzakla rmak o kadar kolay de ildi. Yaln z, Moskova’ya mühim bir adam göndermek lüzumu hâs l olunca, Garp cephesinden ayr ld . Bu cephenin güney k sm Miralay Refet Bey’e, bat sm da Miralay smet Bey’e verildi. Miralay Refet ayn
zamanda Dahiliye Vekili oldu u için bu mevkii de vekâleten Dr. Adnan idare etmeye mecbur oldu.
Ali Fuad Pa a’n n babas smail Faz l Pa a’yla çok dosttuk. Bana canl bir tarih gibi gelirdi. Fakat Ali Fuad Pa a’y tan yordum. Ali Fuad Pa a bu mevkii kabul ettikten bir hafta sonra, Moskova elçili ine beraberinde gidecek adamlar seçme i ini
kendisine havale etmi lerdi. Bir gün bizim eve gelerek benimle uzun konu maya ba lad .
Rus ihtilâlinin göründü ünden daha derin bir manâs oldu unu, bizim bunu yaln z Rus ajanlar ndan dinledi imizi veyahut da Marx’ n nazariyelerinden ö rendi imizi söylüyordu. Bundan dolay , emniyete de er, kafas olgun bir insan n Moskova’ya
gönderilmesi gerekti ini söylüyordu.
Ali Fuad fevkalâde bir kumandand . Ba ka meziyetleri de oldu u için, onun seçilmesini do ru buldum. Her hâlde, ark ve Garp mefkûrelerinin hususiyetlerini anlam . Ben, o günlerde, Karargâh’taki i lerim, hayvanlarla köylüler aras nda kald m için
dünya ile ilgim âdeta kesilmi gibiydi.
Ali Fuad Pa a, benim kendileriyle birlikte Rusya’ya gitmemi teklif ve rica etti. Ayn zamanda, bana orada çok iyi bak laca
da söylüyordu. Bu teklifler üzerine iki gün dü ünmek için müsaade istedim. ki gün sonra gidemeyece imi söyledim.
Miralay smet’in Karargâh’tan ayr lmas herkesin üzerinde fena tesir yapt . Bilhassa yemeklerde onu çok ar yorduk. Çünkü konu mas , tav r ve hareketiyle, hatta bilgisiyle ak am yemeklerine hayat veriyordu.
Bundan sonraki vaka, Dördüncü F rka’dan Binba Nâz m’ n geli idir. Onun etraf nda bir sürü kahramanl k maceras vard . Her hâlde orijinal bir adamd . Askerler içinde, askerli in en çok aleyhinde olan oydu. Onu biraz ba bozuklara taraftar
oldu undan dolay tenkit ederlerdi. Topçu alay na mensuptu. Kendisinde ya bir adam olgunlu u vard . Ayn zamanda eski dünyan n i e yaramaz taraflar da iyi biliyordu. Gelir gelmez, en dikkati çeken sima o oldu. Bilhassa, maceralar anlatt
zaman, büyük bir ilgiyle dinleniyordu. Yeni bir Türkiye’nin, hatta dünyan
ekli için bir formül edinmi ti. O da uydu: Evvelâ bütün zabitleri öldürmek, sonra da zabitleri öldürenleri öldürmek, nihayet Türkiye’yi mesut ve yeni bir hayata kavu turmak.
Arkada lar aras nda, söylediklerinin bir aka oldu unu söyleyenler oldu u zaman:
— Vallahi de il, derdi. Ona göre, dünyay altüst eden iktisadî faktörler de il, ordulard . Halbuki kendisi ordunun en cesur ve muktedir fertlerinden biriydi. Çok zaman ö leden sonra Karargâh’ta çal rken Nâz m’ n bir neferi, elinde bir tav anla gelir, onu
Nâz m’a vurmu oldu unu söylerdi.
Ya murlu günlerde, ö leden sonra, Binba Salih’le bizim eve gelirlerdi. Orada at yar yapard k. Oturdu umuz küçük evin kar
nda, yüz metre kadar ötede küçük kayal klar vard . Kayan n üstüne kovanlar dizer, balkondan onlar vurmaya
çal rd k. Havalar iyi oldu u zamanlar, uzun at gezintilerine ç kard k. Bize, on, on iki kadar zabit de kat rd . Bir sabah, Binba Nâz m, büyük bir üzüntüyle:
ki kaçak askeri vurmaya mecbur oldum. çim yan yor, dedi. Bir ba ka ak am da, ordudaki vaziyeti bana uzun uzun anlatt . Kendi f rkas kadar Anadolu’da dostluk ve arkada
a dayanan bir f rka olmad
, kendisinin askerlere a abey muamelesi
yapt
söyledi. Hasta olduklar zaman, yataklar n ba ndan ayr lmazm . Tam bir e itlik sa lam oldu unu söyledikten sonra, bir gün çal lar n arkas nda iki askerin birbirine:
— Bize çok iyi bak yorlar, mutlaka bunun arkas nda bir ey var. Bize çok zor bir i yükletecekler, dediklerini i itmi .
Bundan sonra, Kemaleddin Sami’nin geli i de mühim bir olay te kil eder. Kendisi ngilizler taraf ndan Malta’ya sürülmü tü. Fakat, oradan nas lsa kurtularak nebolu’ya vapurla gelmi . Ankara’ya gelece i gün, kalabal k bir ekilde atlar zla onu
kar lamaya ç kt k.
O günlerde, benim Doru çok vah île mi ti. Binba Nâz m’ n büyük beyaz at yla yar a girmek, onu fazla heyecana dü ürmü tü. Gezmeye ç kt
z zaman, köprünün öbür taraf ndaki Sar
la’ya giden köprüyü geçinceye kadar zaptedebildim. Fakat
geçer geçmez, dört nala kalkt . Aya
n birindeki üzengi f rlad , ç kt . Ben de yere yuvarland m. Anla lan uzakta, yerde bir k rm bez parças görmü , ona do ru ko mu tu. Ben kendimi tamamen kaybetmi tim. Gözümü açt m zaman, kendimi yerde
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
k e r- s o ft w a
oturur buldum. A mdan burnumdan kan bo an yordu. Zabit arkada lar, iyi bir binici olmadan önce en az dört defa dü mek gerekti ini söylediler. Fakat ben, galiba, iyi bir binici olmad m için, o bir defadan ba ka attan dü medim. Baca
n tutulmu ,
gözümün biri kapanm olmas na ra men, iki de ne e dayanarak eve dönebildim. O ak am, hep beraber yemek yedik. Fakat ondan sonra, bir hafta yatakta kalmaya mecbur oldum.
Kaymakam Kemaleddin Sami, yemekten sonra, stanbul’dan Mustafa Sagir ad nda Hindistan’dan gelme bir Hintlinin geldi ini söyledi. Mustafa Sagir, Ankara’da bir ay kald ktan sonra, ngilizlerin hafiyesi oldu u anla ld ve idam edildi. Ölmeden önce,
son arzusu, bir Müslüman olarak Müslüman ordusuna hiyânetinin vatanda lar na duyurulmamas oldu ve ad ilân olunmad .
156. Müzikler.
157. Goethe’nin Faust eserinde eytan n kar
.
158. Mérimée’nin ayn adl roman ndan konusunu alan George Bizet’nin besteledi i dört perdelik opera.
159. Wolfram von Eschenbach’ n epik iirinden konusunu alan Richard Wagner’ in besteledi i üç perdelik opera.
160. Paralel.
161. riyar .
162. Ac .
163. Keten tohumu gibi maddelerin lapa k vam nda kaynat lmas ile elde edilen, s cak olarak tülbent içinde bedenin
yerine konulan ilaç; yak .
164. Arif Bey (Mehmed Arif Bey, Miralay, Ay ): 1919’da Mustafa Kemal’le Samsun’a ç kanlardan biridir. zmir Suikast davas nda yarg lanarak idam edilmi tir.
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
7
Ba bozuklar n sonu ve yeni ordu
Aral k ay nda, ba bozuk kuvvetlerin durumu daha da kar . Birçoklar yeni orduya geçti; fakat Ethem’in etraf nda hâlâ kuvvetli bir k m bulunuyordu. Miralay Arif, Anadolu htilâli hakk ndaki hat ralar nda bundan epeyce bahseder. Yazd na göre,
Ethem’in üç bin ki ilik kuvveti, ayr ca yüz makineli tüfe i ve dört topu varm . Onlar n fikir vas tas olan Yeni Dünya, Eski ehir’de durmadan ordu aleyhine yaz lar yay nl yordu. Onlar n merkezi Kütahya idi ve Ankara ile muhaberedeydiler. Askerleri ayda on
be ten otuz liraya kadar ayl k al rlard . Yani resmî ordudakinden hemen hemen üç defa fazla. Bu sebepten resmî ordudaki askerlerin bir k sm da o tarafa geçiyordu.
Bütün bunlar, Ethem ba ta oldukça, ba bozuklar n hakk ndan gelmenin güçlü ünü gösteriyordu. Ethem, Miralay smet’i tan yor, kendisinin do rudan do ruya Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’ne ba oldu unu söylüyordu. Ordu efrad ise buna
nisbeten daha azd ve Yunanl lar da bundan faydalanmaya haz rlan yorlard . Büyük Millet Meclisi’nde, ba bozuklarla anla mak temayülü vard . Ethem’le konu mak için bir delegasyon da göndermek istiyorlard .
Bu aral k, Mustafa Kemal Pa a, durumu dikkatle gözden geçiriyor ve bizzat Eski ehir’e kadar gidip tetkikler yap yordu. Miralay Refet, ba bozuklar n imhas na taraftard . Kendisine Miralay zzeddin (sonra Pa a) ve Miralay Arif de taraftard lar. Miralay
Kâz m Köprülü bir delegasyon ba nda olmak üzere Ethem’le konu mak için gönderildi. Bütün bu kar k durum esnas nda stanbul Hükûmeti de Ankara ile anla mak için te ebbüse geçti. Bu, Tevfik Pa a’n n ikinci kabinesi zaman nda oldu. Bu kabinede
vatanseverliklerinden hiç üphe edilmeyecek olan zzet Pa a ve Salih Pa a gibi adamlar da vard . Ferit Pa a kabinesinin dü mesi stanbul’u gev etmi ti ve o zaman, Anadolu’ya zabitlerin geçmesi ve mühimmat gönderilmesi daha kolayla
.
stanbul’da Dahiliye Naz olan zzet Pa a ile Bahriye Naz Salih Pa a Anadolu’ya gelmek istediler. Anla ld na göre, meseleyi bar yoluyla hâlletmek istiyorlar ve ngilizlerin Yunanl lar Anadolu’dan ç karaca
zannediyorlard .
Bu pa alar, Bilecik’e birtak m tan nm
ah slarla geldiler ve Mustafa Kemal Pa a oradan onlar Ankara’ya kadar getirtti. Bar ihtimali büyük bir heyecan uyand rm . Fakat, pa alar n teklifleri kabule de er olmazsa, durum, tabiî, daha da güçle ecekti.
zzet Pa a’n n aralar nda bulunmas ayr ca bir mesele te kil ediyordu. Kendisi 1897’de Abdülhamid zaman nda Yunanl lar Domekos’tan ç karan ordunun ba ndayd . Bundan ba ka da, 1909’dan 1912’ye kadar Yemen’de dövü mü , çok cazip, itimada
de er, ciddî bir adamd .
Teklifleri kabule lây k görülmedi. Çünkü, stanbul’ daki Padi ah’a boyun e ilmesini, ondan sonra da tilâf ordular yla konu ulmas tavsiye ediyordu. Zavall zzet Pa a, ngilizlerin önemli olmayan ahsiyetleri taraf ndan aldat lm . Her hâlde, birçok
ngiliz, Lloyd George’un ngiltere’ye Do u’da kaybettirdi i itibar yeniden iade ettirmek istiyorlard . Buna kar k, L. George, Yak n Do u’da Türk hâkimiyetine son verip onlar n yerine Yunan mparatorlu u’nu kurmak istiyordu.
Mustafa Kemal Pa a ve arkada lar , bunu derhal sezdiler ve ayn zamanda, bu adamlar n Ankara’ya gelmelerinin bütün memleket için zararl olaca
hissettiler. Ankara’ya geldikleri ak am, ben Karargâh’tayd m. Kaymakaml a yükselmi olan Nâz m
Bey’le Salih Bey, Yemen’de zzet Pa a’n n yan nda bulunmu lard . Hepsi zzet Pa a’n
ahsî dostu olmakla beraber, hareketinin bir tehlike te kil edece ini de biliyorlard . Ben ne zaman geleceklerini sorunca, yemekten sonra geleceklerini ve bunun
Anadolu Ajans ile ilân edilmesi gerekti ini söylediler. Bu ilân n esaslar Mustafa Kemal Pa a büyük bir ustal kla haz rlam . Burada, zzet Pa a katî teminat vermezse, teklifinin kabulünün bir tehlike te kil edece ini söylüyordu. Çünkü, mukavemet
kuvveti zay flayacak ve Millî Mücadele’deki simalar aras ndaki anla mazl k ciddî bir ekil alacakt . Halbuki, zzet Pa a’n n Anadolu’ya Millî Mücadele için geldikleri yaz lm olsa, tabiî, i bamba ka olacakt
te, Mustafa Kemal Pa a, bu son tez üzerine
ilân n esaslar haz rlam . Gerçi, bu ilân çok sürmezse de, her hâlde zaman kazand racak, biz de Padi ah’ n oyuncaklar olmaktan kurtulacakt k. zzet Pa a ile arkada lar n Ankara’ya misafir geldikleri kabul ediliyordu ve Dr. Adnan taraf ndan kendileri
için Ankara’n n en rahat ve büyük evi haz rlan yordu.
Fakat, zzet Pa a’n n Ankara’n n söyleyeceklerine memnun olup olmayaca belli de ildi. Onun ne kadar titiz ve haysiyet sahibi bir adam oldu unu bildi im için, kendisine haber verilmeden böyle bir vaziyet alman n onu üzece ini san yordum. Her
hâlde, stanbul Hükûmeti ile anla
olduktan sonra, Ankara’ya böyle bir te ebbüsle gelmesi bir “yanl ad m” idi. Mustafa Kemal Pa a ba ka türlü dü ünüyordu. Ona göre, umumun nefretini uyand rm olan stanbul Hükûmeti ve Padi ah’ böyle
adamak ll bir kabine kurarlarsa itibarlar yükseltmi olurlard .
Ertesi gün zzet Pa a, misyonu ile birlikte vadideki küçük evimde beni ziyarete geldi. Bilhassa iki defa sadrazaml k etmi ve daima bir nezaret i gal etmi olan çok uzun boylu ve son derece itina ile giyinmi olan bu adam n benim dar merdivenlerimden
karken çok müteessir oldu unu biliyorum. zzet Pa a ve di erleri sükûn ve vekarla benim küçük odam n alçak kap ndan girerken, iki kat olduktan sonra içlerinde bana kar uyanan merhameti:
— Zavall Han mefendi, ah zavall Han mefendi, diye izhar ettiler. 165 Seslerindeki bu ac ma bana biraz fena geldi, çünkü, benim Anadolu’ya geli im ve bu harekete kat
m, mukaddes bir gaye için ate te yanmaya raz olanlar n zihniyetine uyuyordu.
Benim için, içinde bulundu umuz tehlikeler ve çekti imiz zahmetler ac nacak de il, eref verecek bir vaziyetti. Fakat samimiyetlerine inand m için hislerimi belli etmeden:
— Lütfen bana ac may z, bu hayat kendim seçtim, dedim.
stanbul’dan bana bisküviler, çikolatalar, kolonyalar ve beyabana 166 çekilmi olan medenî bir kad na verilecek eyler getirmi lerdi.
zzet Pa a’n n o samimî yüzüne bakarken içimden, bize kat lmas bütün kalbimle diliyordum. Onun kuvveti, huzuru ve halk aras nda uyand rd güven, yüksek ahlâk her hâlde bize kuvvet verecekti. Fakat, politikadan hiç bahsetmedik. Yaln z
konu urken, bu ümit ve arzumun beyhude oldu unu anlad m.
Bir iki gün sonra, Ankara Kabinesi onlar ziyaret ederek Millî Hareket’e kat lmalar
srarla rica etti. Onlarsa, Anadolu’nun durumuna hürmet etmekle beraber, stanbul’a döneceklerini ve orada daha faydal olacaklar söylemi lerdi.
Kaymakam Nâz m, eski efi olan zzet Pa a’ya en güzel atlar vermi ti. Kaymakam Salih Bey’le Hamdullah Suphi Bey de ziyaretlerine gitmi ti. Ben de birkaç defa onlar ziyaret ettim. zzet Pa a da beni küçük evimde görmeye gelirdi. Fakat
politikadan konu maktan çekinir, yaln z atlardan filân bahsederdik. Bütün hareketlerinde serbest olmakla beraber, Ankara’dan ç kmas na müsaade edilmiyordu. Hissetti ime göre, kendi arzusuyla bize belki kat labilecek olan zzet Pa a, Mustafa Kemal
Pa a’n n beyanat ndan sonra, bunu zorla yapm gibi görünece ini san rlar diye çekinece inden emindim. Miralay smet Bey de zzet Pa a, Anadolu Harekât ’na kat rsa, halk taraf ndan çok iyi kar lanaca
söylüyordu. Fakat böyle bir ey olmad . Çok
geçmeden, zzet Pa a’n n misyonunun tesiri görülmeye ba lad . En önce Ethem Büyük Millet Meclisi’ne kar harekete geçti, Kütahya’da nizamî 167 ordunun bir k sm n silâhlar alarak askerleri evlerine gönderdikten sonra 29 Aral k’ta Büyük Millet
Meclisi’ne bir ültimatom gönderdi. Memleketin art k sava tan yorulmu oldu unu, zzet Pa a misyonunun stanbul’a giderek bir bar teklif etmesini ve kendisinin bunu bütün millet ve askerler ad na söyledi ini ifade ediyordu.
Ocak ay n ilk günlerinde nizamî kuvvetler Gedos’ta 168 toplanarak, Ethem’in kuvvetlerine kar geçtiler. Bu, belki en tehlikeli bir durum do urmu tu. Yunan ordusu Bursa cephesine yürümü , bizim kuvvetler de birbirleri aleyhine harekete geçmi lerdi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bu k günlerinin ortas nda Miralay Refet, Ethem kuvvetleri üzerine yürüyerek onu çekilmeye mecbur etti. Buna sebep, bir yandan Ethem’in Yunanl lara silâh verdi ini görmü olmalar ndan ileri geldi i için etraf onu terk ederek bu tarafa geçiyorlard . Ocak
ay n ba lar nda, Kaymakam Nâz m bizden ayr ld . Yunan ordusu art k harekete geçmi ve bizim nizamî ordu da vaziyet alm .
Miralay Arif, bu Yunan hücumundan Anadolu ihtilâli hakk nda yazd eserinde bahseder: Yunanl lar n Eski ehir’i kolayl kla ele geçirip Anadolu hatlar
gal edecekleri ve bizim askerlerimizin Ethem’in süvarileri taraf ndan çevrilece i söyleniyordu. Her
hâlde, Yunanl lar n plan buydu. Yunan ordusunun üç f rkas Bursa’ya hücum ederken, Pazarc k’ n bat nda Türk ordusunun öncüleri ile 6 Ocak’ta kar la lar. Ordumuzun büyük k sm , bu aral k, Derbent ile Gedos aras nda bulunuyordu.
nönü 169 kuvvetli bir mevki idi. Bu, Eski ehir’i müdafaa edebilirdi. Yunanl lar Pazarc k’a otuz kilometre uzaktayd lar. Di er taraftan, Türk ordusu nönü mevkiine seksen kilometre katederek yeti ebildi. Kaymakam Nâz m’ n Dördüncü F rkas nönü
mevkiine en önce gitti. On birinci F rka, 7 Ocak’ta orada kavgaya ba lad . 24 saatte 70 km. yürüyerek 8 Ocak’ta nönü’ye vard lar.
te Miralay Arif’in yaz
n hülâsas budur. S rtlarda süngü harbi devam ediyordu. Yunan harekât ilk defa k ran kuvvet Nâz m Bey’le Arif Bey’in kuvvetleri oldu u için, o s rtlara o isimleri verdiler. 11 Ocak’ta nönü Sava ’n Türkler kazanm . Yunan
ordusu ilk defa kuvvetli bir mukavemetle kar la
ve yenilmi ti.
nönü’deki ilk sava , nizamî ordunun birinci galibiyetiydi. Miralay smet bunun ba nda bulunuyordu. O ve Miralay Refet Bey, bundan sonra Pa a oldular.
Ankara’daki sevinç sonsuzdu. zzet Pa a da, ilk defa Karargâh’a gelerek bu umumî sevince kat ld .
Ankara’daki Hilâl-i Ahmer, beni, birtak m hediyelerle askerlere gönderdi. Ben de Fati ile Yolda yan ma alarak Karagâh’tan baz zabit arkada larla birlikte cepheye gittim. Orada küçük bir otel vard ki bir Çek kad taraf ndan i letiliyordu. Madam
Tadia ad ta yan bu kad n gösterdi i muhabbetten dolay Mama Tadia diye an yordu. Ben yine bir s tma geçirdi im için, yayl bir karyolada yatmak hayalleri içindeydim. Fati ’e o gece yayl bir karyolada yataca
söyledi im zaman:
— O da ne demektir, diye sordu. Ben de yorgun bir s rt için bunun âdeta bir lokum oldu unu söyledim. Güldü.
imendiferin durumu dokuz ay öncekinden çok ba kayd . Art k ba bozuklar pencerelerden ate etmiyor, ba ra ba ra ark söylemiyorlard . Her ey bir disiplin alt na girmi ti. Eski zamanlarda, önde ba bozuklar görünürdü. imdiyse makineli
tüfekleriyle, mahmuzlar
rdatarak muntazam ordu fertleriyle kar kar yayd m.
imdi Binba olan Tevfik Bey, 170 bizi kabul ederek Madam Tadia’n n oteline götürdü. Zabit arkada lar Karargâh’a misafir oldular. Yatak odam za çekildi imiz zaman hat rlad
ey, Fati ’in duvarda sa’n n resmine
n bakmas yd . Yolda
duvardaki aynaya hücum etmekten zor al koyabildik. Çünkü ömründe ilk defa ayna görüyordu. Ben Yolda , Fati ’in yan na b rakarak Hilâl-i Ahmer Hastahanesi’ne gittim. Doktorla ertesi gün yap lacak i leri konu tuk.
Önü ve arkas dü meli, geni eteklikli, kur unî bir kostüm giydim. Belimde bir kemer, ba mda da büyük siyah bir ba örtü vard .
Madam Tadia’n n yemek odas nda üç masa vard . Bir tanesi çiçeklerle süslenmi ti. Binba Tevfik ile Binba
emseddin ve Salih beyler için. Kö ede, bize küçük bir masa haz rlam lard .
Biz sofraya oturur oturmaz, kap aç ld çeriye Kafkasyal bir grup girdi. Çok parlak kostümleri vard . Kur unlar gö üslerinde, geni omuzlu, ince bellerinden hançerler sarkan, uzun, siyah çizmeli bir gruptu. nsan, onlar n hemen dans etmeye
ba layacaklar bekliyordu. Fakat, onlar dönüp insana bakm yorlard bile. Evet, bu fevkalâde yap adamlar Osmanl lara çok güzel insanlar vermi lerdi. Nihayet, onlardan sonra, içeriye siyahlar giyinmi , iki diplomat k yafetli adam girdi. Bunlardan biri Bekir
Sami Bey’di. Onu Moskova’ya Rus-Türk dostlu unu imza etmek için göndermi tik. Selâm verip geçerken, onun yaz lar yazmak için k k yaz makinesinde nas l çal
, s rt n nas l tutuldu unu hat rlad m.
Kaymakam Tevfik kula ma e ilerek:
— Yan ndaki Gürcü elçisi bir Men eviktir. 171 Bol eviklerin elçisi yolda Midvani’nin karde idir. Fakat birbirleriyle kedi köpek gibi kavgal rlar. Sovyetler herhangi an Gürcistan’ istilâ edebilirler. Bekir Sami Bey onlara yolda rastlam ve beraber gelmi ler.
Öteki, ince belli, gümü hançerliler Gürcistan elçili inin kâtipleridirler. Aralar ndaki u yak kl adam da bir Gürcistan prensidir, dedi.
Etraftakiler hep Frans zca konu uyorlard . Bir Anadolu otelinde bu bize biraz tuhaf geldi. Fakat biraz sonra onlar unuttuk. Kaymakam Tevfik yeni alm oldu u bir parabellumu ç kararak masan n üzerine koydu. Ben daima parabellum kulland m için,
fikrimi sormak istiyordu. Kur unlar bo altarak tabancay
a kald rd m, bakt m. Kald rken Men evik Midvani ile göz göze geldik. O, Bekir Sami Bey’e dönerek sordu:
— Est-ce que cette dame est Bolshevik? (Bu han m Bol evik mi?)
Bol evik kelimesini büyük bir nefretle söylüyordu. Hemen hepsinin ka lar çat ld . Gümü hançerliler gözlerini bana çevirdiler. Bekir Sami Bey de onlara Rusça bir eyler anlatt . Ben bu diplomatlar sofras na hiç bakm yordum. Fakat Kaymakam Tevfik
gülüp duruyordu.
Madam Tadia’n n odas ndaki yatak karyola yayl de ildi, fakat ilte ku tüyü oldu u için gayet rahatt . Yolda ayakucuma t rmand zaman bu yumu ak ilte hiç ho una gitmedi, h rlamaya ba lad . Fati de gülerek:
— Bu yatak beni g kl yor, dedi.
Ertesi sabah askerî m ka ile uyand m. Pencereden bakt m zaman, bir alay geçiyordu. Önlerinde bayrak tutan kudretli bir asker vard . Askerlerin k yafetleri partal olmakla beraber, gayet vakur görünüyorlard . Ne garipti, âdeta bir perde eski
ba bozuklar n üstünden kalkm , ayn sahnede birdenbire muntazam bir Türk ordusu meydana ç km .
O sabah Hilâl-i Ahmer Hastahanesi’nde dola makla geçirdim. Yaral lar n ço u Kaymakam Nâz m’ n f rkas ndand . Çok memnun oldular. Hepsi Nâz m’a iddetle tutkundu. Hepsi ondan muhabbetle bahsediyordu. Kendisi, Konya’da bir sanatoryumda
yat yordu. Ö le yeme ini smet Pa a’n n karargâh nda yedik. Yan ndaki askerlerin hepsi eski Türkiye’nin mümessilleriydiler. O kadar tav rlar Osmanl terbiyesini ifade ediyordu ki, büyükannem sa olsayd , onlarda bir kusur bulamazd . Ak amüstü otele
döndü üm zaman, Bekir Sami Bey beni görmeye geldi, yeni Rusya hakk ndaki fikrini sordum. Tamamen hayal k kl na u ram . Halbuki, gitmeden önce, ark mefkûresinin kuvvetli taraftarlar ndand . Dönü ünde yeni Rus rejiminin dünyan n en kötü
zulmünü ifade etti ine inan yordu. Bol eviklerin samimiyetine inanm yordu. Onlara inanm olan birtak m yeni hükûmetler Çarl k zaman ndan daha kötü muamele ile kar la
lard . Rusya’n n küçük bir az nl k taraf ndan idare edildi ini ve kendisine ttihat
ve Terakki’yi hat rlatt
söyledi. Art k Garp mefkûresine dönmemiz ve Garpl la mam z gerekti ini söylüyordu.
Ankara’ya döndü üm zaman, stasyon’da Dr. Adnan bana tilâf Kuvvetleri’nin Londra’da toplanacak olan bir konferansa Ankara Hükûmeti’ni de davet ettiklerini söyledi. Anla ld na göre, Sevr Antla mas ’n n sert hükümlerini de tireceklerdi. Ankara
Hükûmeti ise, Londra Konferans ’na delege gönderip göndermemekte tereddüt ediyordu. Müfritler, 172 bunun bizi zaafa dü ürece ini ileri sürüyorlar, mutedillerse 173 gönderilmesini istiyorlard . Ayn zamanda, haz rl klar za da devam etmemiz gerekti ine
inan yorlard ayet, bu davet samimî ise ve kan dökülmesine mâni olmak isteniyorsa, bizim için iyi bir ey olacakt . E er, bir hileden ibaretse, Yunan ordusu taarruza geçecek ve Bat lar da Yunanl lar n taraf tutacaklard .
Londra’ya gönderilen ( ubat 1921) delegasyonun ba nda Bekir Sami Bey, stanbul heyetinin ba nda da Tevfik Pa a bulunuyordu. Tevfik Pa a, Ankara delegesini me ru olarak kabul etmi ti. Lloyd George’un Hükûmeti zmir için bir muhtariyet 174 ve
Türk-Yunan sava nda da tarafs zl k teklif etmi ti. Bütün bunlar Ankara Hükûmeti önce tetkik edecekti. E er Büyük Millet Meclisi bunun lehinde bulunursa, a ustos ve eylülde tekrar bir Türk delegasyonu isteyeceklerdi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Bunun bir hileden ibaret oldu u çok çabuk meydana ç kt . Çünkü, Türk delegasyonu Londra’dan dönerken, Yunanl lar büyük bir taarruza geçtiler.
Yunanl lar, Afyon’dan hücuma ba layarak, büyük bir kuvvet getirdiler. Fakat 31 Mart 1921’de yeni Türk ordusu taraf ndan bozguna u rat ld lar. Buna kinci nönü Harbi ad verilir.
Bütün vas tas zl a, yorgunlu a ve bar
na ra men Anadolu Hükûmeti’ne milletin büyük bir k sm taraftard ve Yunanl lar Türk topraklar ndan atmak istiyordu. Yine Miralay Arif’in yaz lar ndan bir k sm n mealini 175 al yorum:
“Bütün silâhlar ve cephane Erzurum, Diyarbak r, Sivas’tan develer ve öküz arabalar yla, yollar olmayan beyabanlardan geçirilerek, en kötü hava artlar alt nda getirilmi tir. Silâhlar tamir edecek yerler yap lm r. Erkekler yaya olarak gelmi lerdir.
Kad nlar, daha zor bir durumdayd lar. Çünkü, öküz arabalar
p çamurlara sapland zamanlar, onlar cephaneleri s rtlar nda ta rlard . Ayn zamanda, yine kad nlar ekiyor, biçiyor ve sava an erkekleri besleyen mahsulü onlar yeti tiriyorlard .”
Yaln z geri hizmetlerinde de il, bizzat sava ta dövü mü kad nlar oldu unu da söylemeyi vazife sayar m. Bir tanesi Osmaniye’de Raziyeler Köyü’nden Rahime adl bir kad nd . Bu kad n, Kilikya’da Miralay Arif’in 11. F rkas ’nda bizzat dövü mü tü.
1920’de gönüllü olarak ba bozuklara kat lm . 1920 ubat ’nda Hasanbeyli tüneline hücum edenler aras ndayd . Bunlar, Frans zlardan seksen tüfek, iki makineli tüfek alm lard . Harpte ölen iki ki iyi de bu kad n s rt nda getirmi ti. Çevikli inden dolay
ona ordu Tayyar ad vermi ti. 1920 Haziran ’nda Osmaniye’de, Frans z istihkâmlar na hücuma o önderlik etmi ve bu karargâh n önünde vurularak ölmü tü.
Kuzey cephesinde bulunan Refet Pa a, kinci nönü Sava ’ndan sonra Bat cephesinde smet Pa a’ya iltihak etmi ti. Refet Pa a daima birle meye taraftar, hiçbir ahsî ihtiras olmayan bir adamd . Bundan sonra, Millî Müdafaa Vekili oldu. Ordu imdi
gruplara ayr lm . Her grup üç f rkal yd ve smet Pa a da hepsinin ba nda kumandand .
Türk ordusunun bu çetin sava günlerinde, köylerde çok yard ma ihtiyac vard . Bu yard
da sade Ankara’da bulunan Hilâl-i Ahmer’den görebiliyordu. Bunu Ankara kad nlar haz rlam lard . Ankara kad nlar beni bu i in ba na geçirmek istedilerse de,
ben sade bir aza olmakla yetindim. Çünkü hâlâ s tma nöbetleri geçirmekteydim.
Bu aral k, stanbul ile Ankara kad nlar aras ndaki fark da görüyordum. Ankara’daki stanbul kad nlar , umumiyetle, memur ya da mebus kar idiler, iyi tahsil görmü , modern ve her i e at lmaya haz r kimselerdi. Ankara kad nlar stanbullulardan uzak
duruyorlard . Anadolu kad nlar n çekingenli i belki tahsilleri olmad ndan ileri geliyordu. stanbul kad nlar ise, uuralt bir yükseklik duygusu ta yorlard . Bunlardan bir tanesi bir istisnayd . Kendisi Cemal Bey ad nda bir adam n kar ym . Güzel,
alçakgönüllü bir kad nd , herkesin yard na ko ard . Kendisi duldu. Ankara’da yerle mi ti. Bütün Ankara kad nlar n sevdi i di er bir kad n da Miralay Nuri Bey’in kar yd . O, Hilâl-i Ahmer’in ba ndayd . Ankara Hilâl-i Ahmer kad nlar k sm n iki
Anadolulu kad n taraf ndan idare edilmesini teklif ettim. Bir tanesi belediye ba kan n kar yd . Belki kocas ndan daha iyi bir belediye reisi olabilirdi. Zehra Han m ad ta yan öteki de gençli inde stanbul’da evlenmi , bütün mparatorluk’u dola
, iyi
Arapça ve Farsça bilir bir kad nd . Çok samimî, dindar, eski zaman n fena âdetlerine muhalif olmakla beraber, anî de meleri de pek sevmezdi. Kudretle, vuzuhla 176 ve vekarla 177 konu urdu. Hilâl-i Ahmer’in bu kad nlar ubesi K z Muallim Mektebi’nde
faaliyette bulunuyordu.
Mektebin ba nda çok becerikli ve cazip bir kad n vard . Fakat, iki defa toplan ld ktan sonra i kar . Sabah erkenden bir stanbullu kad n bana gelerek bütün Ankara kad nlar n toplant terk ettiklerini ve stanbul kad nlar yla çal mak istemediklerini
söyledi. Sebebini sordu um zaman, öyle anlatt :
Toplant yapmay ve buna Ankara kad nlar gazetelere ilân vererek davet etmeyi dü ünmü ler. Ankara kad nlar ysa, okumak bilmedikleri için bir bekçi vas tas yla her eve haber vermeyi teklif etmi ler. Anla lan stanbul kad nlar ndan biri, gazete
okuyamayacak derecede olanlar aralar nda istemediklerini söyleyince, hepsi birden toplant terk etmi ler. Benim bu i i yoluna koymam istiyorlard ki taraf n da görü lerindeki makul taraflar takdir etmekle beraber, Ankaral lar n teklifini daha uygun
buldum.
Mektebin müdürü ile konu tuktan sonra, dört Ankaral kad davet ederek bu meseleyi açt m. Onlara münevverli in 178 rf okumakla elde edilmedi ini anlatmaya çal m. Kad nl a kar vazifelerinden bahsettim. Kad nlar aras nda ayr klara erkeklerin
gülece ini söyledikten sonra, nihayet, lâf vatanseverlik meselesine getirdim. Bundan sonra birlikte çal may kabul ettiler. On iki icra komite azas n alt
stanbullu, alt da Ankaral olacakt . Namzetlerin 179 isimlerini tesbit etti imiz zaman alt
stanbullulardan birine itiraz ettiler. O da son toplant n da lmas na sebep olan kad nd . Fakat, ona da oylar vereceklerini söylediler. Nihayet, beni srarla reis seçerek Zehra Han m’ da ikinci ba kan yapt lar.
Tabiî, bu te ekkülün paraya ihtiyac vard . Bunun için benim hay rsever kad nlara mektup yazmam istediler. M rl Prenses ffet Hasan büyücek bir para yollad . Ankara kad nlar para meselesinde çok s olduklar için yüz liradan çok
toplanamayaca
san yorlard . Haz rl k çarçabuk yap ld , cuma günü toplan lacakt . Ben de bir gün sonra ameliyat olacakt m. Bu toplant önümüzdeki cuma günü olacak ve ben de ertesi sabah Dîdâr’ n evinde ameliyat edilecektim.
Ankara’n n en büyük salonu Erkek Muallim Mektebi’nde oldu u için, orada toplanacakt k. O ak am, K z Muallim Mektebi’ne giderek müdire ile konu urken beni bir han n görmek istedi ini haber verdiler. Pencerenin
alt nda, güzel ve ince yüzlü
bir kad nla kar la m. Ellerini uzatarak bana geldi. Bunun, bir defa Mustafa Kemal Pa a’n n arabas nda gördü üm ye eni Fikriye Han m oldu unu anlad m. Bu güzel kad n her türlü yard ma haz rd . Çok tatl ve mahzun bir sesi vard . Epeyce konu tuk.
Her hâlde Mustafa Kemal Pa a’ya çok derin bir suretle ba yd . Onun kad n dostlar ndan çekiniyordu. Bu kad n, Mustafa Kemal Pa a’n n evini gayet iyi idare ediyor ve hemen herkesin sayg
kazan yordu. Kendisini almak isteyen birçok, adamak ll
erkek olmas na ra men, kabul etmiyordu. nan yorum ki, Mustafa Kemal Pa a’n n anas müstesna, kendisine mevkii için de il, s rf ahs için ba tek kad n bu idi. Ne var ki, kendisini nikâhla ald racak kadar becerikli de ildi. Bununla beraber bir gün
alaca na inan yordu. Ömründe tek ba land erkek Mustafa Kemal Pa a idi. Onu kaybederse insan hissediyordu ki, hayat da kaybedecekti. Gözlerinin ve a
n garip cazibesi hâlâ hayalimdedir.
Nihayet toplant oldu. Ön s ray stanbul kad nlar gal ediyorlard . Hepsi iyi giyinmi , bir k sm genç ve çok güzeldi. Bunlar stanbul’da nutuk vermi oldu um kad nlardan ba kalar de illerdi. Onlar n arkas nda Ankara kad nlar , en arkalarda da bana
büyük bir heyecan veren köylü kad nlar vard . Ömrümde hiçbir dinleyici bu kad nlar n vermi oldu
eref ve gururu bana hissettirmemi tir.
Ne kadar sade konu mak mümkünse, Türkiye’nin durumunu o kadar aç k olarak anlatmaya çal m. Ayn zamanda bir sava kazanmak için s rf cesaretin yetmedi ini de söyledim. En çok, bar içinde memlekette ya aman n lüzumundan bahsettim.
Onlara bizim bir ölüm-kal m sava geçirdi imizi anlatt m. ayet Yunanl lar Türkiye’yi i gal ederlerse, bütün Anadolu Türklerinin ortadan kalkaca
söyledim. Yunanl lar n girmi oldu u yerde hiçbir Türk’ün ya ayamayaca
anlamalar istiyordum.
Zaten onlar da, ço unun erke i cepheden geldi i için, neticenin ne olaca
tahmin edebiliyorlard .
Ben epeyce uzun konu tuktan sonra, basma entarili bir kad n yan ma geldi. Anla lan gözleri pek göremiyordu:
— Nerede? Nerede, diye sordu. Ben yan na gidince, kollar boynuma dolad . Kalbinin att
duydum.
— Senin ne dedi ini anlad
söylemek istiyorum. Benim Darülmuallimat’ta bir k m var. O da hizmet edecek, sulh yapacakt r. Ben fukara bir çama rc kad m. Ona bu tahsili verebilmek için her gün çal yorum. O da bir gün hoca olacak. Senin
konu tu un gibi konu acak, dedi.
te, Türkiye’nin gelece ini kuracak bir kad n vatanda ! Nihayet dedi ki:
— Benim o lum Çanakkale’de öldü. A lam yorum. imi b rakm yorum. Çünkü k ma tahsil veremem. Fakat, hep yeni harplerden bahsediyorsun. Çanakkale’de ölenleri hiç söylemedin.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Gö sünden bir lira ç kararak:
— Hilâl-i Ahmer’in yaral lar na, diye uzatt . Kar kar yayd k. Birbirimizin gözünün içine bak yorduk. kimizin de gözya lar kalbimize ak yordu. O ana kadar Türkiye’nin gelece ine bu kadar kuvvetle iman etti imi hat rlam yorum. Böyle bir unsur mevcut
oldukça, memleketimiz için her türlü cefa ve fedakârl k azd r bile. Boynuna sar ld m. ki yanaklar ndan öptüm ve gözlerimden ya lar bo and .
Geri dönerken Zehra Han m yan ma geldi ve dedi ki:
nan lmayacak ey. Ankara kad nlar bin lira verdiler.
Hakikat inan lmayacak eydi. Çünkü, bütün Ankara’da Hilâl-i Ahmer’e erkekler taraf ndan verilen para bin liradan ibaretti.
rk sekiz saat sonra, öbür dünyan n hudutlar na yakla
gibiydim. Ameliyat yap lm . Etraf mda birtak m doktorlar vard . Ate im o kadar yüksekti ki, bu s tmadan ileri gelmiyorsa, ölmem muhakkakt çimde büyük bir rahatl k vard . Orada olup
bitenleri seziyordum. O güne kadar, ne zaman hasta olursam olay m, bir eytan gururuyla ben istemesem ölmem mümkün de ildir gibi dü ünürdüm. Fakat, o gün, art k hiç iradem kalmam . Kendimi muazzam ve ayd nl k bir bo luk içinde görüyordum.
Kendimi her kaybedi te, üzerime birinin e ildi ini hissediyordum. S tman n en kötü nöbetlerinden birine tutulmu tum. ne yap yorlard . Ümitlerini tamamen kaybetmi de illerdi. Zaman nas l geçti, bilemiyorum. Didar ayaklar n ucuna basa basa odada
dola yordu. Dr. Adnan ile sedirin üzerinde, öteki doktorlarla beraber bir eyler f lda yorlard .
On be gün sonra tekrar Kalaba civar ndaki evimize döndüm. Büyük ev haz rlanm . Didar da hakikî bir karde gibi gelmi , evi düzene sokuyordu. Hâlâ bu evi ebedî bir mesken gibi dü ünürüm. K rm perdeler, uzun sedirler, benim kamç lar n as
oldu u yeni badanalanm duvarlar. Hamdullah Suphi’nin e stanbul’ dan gelmi ti. Ayr bir yere ç km lard . Hikmet Bayur da bazan akrabalar yla oturdu u için Dr. Adnan’la ben bu evde yaln zd k. Ama kendimi hiç yaln z hissetmiyordum. Gerçi evdekiler
hep ayn insan cinsine mensup de ildiler. Köpeklerin say artm . Tabiî, Yolda ba lar nda. Bir sürü tavuk, horoz vard . Bunlar n hususiyetlerini de Dr. Adnan tetkik eder, onlarla me gul olurdu. Aralar nda ahsen tan mad bir tek mahlûk yoktu. Çay
kenar nda bu tüylü mahlûkatla Dr. Adnan ciddî ciddî konu urdu. Onlar da kanat ç rparak cevap verirlerdi. Bu benimsedi imiz evlâtlar aras nda bir de e ek yavrusu vard . Her sabah odama gelir, benimle oynard . Doru, alt zdaki ah rda ki nerdi. O hayat
hiç de tirmek istemezdim.
Karargâh’a gidebilecek kadar iyile ince, tekrar nas l korkunç bir mücadele içinde oldu umuzu anlad m. Bizim delegasyon, ikinci defa olarak Londra’ya gidecek, fakat Yunanl lar da bir karara var lmadan bütün güçleriyle hücuma geçeceklerdi. nönü’deki
iki sava tan sonra Türk ordusunu yenmek güç gibi görünüyordu. Bununla beraber, mühimmat, cephane ve di er lüzumlu eyler meselesinde biz Yunanl lardan çok gerideydik. Her hâlde bu son sava kati bir netice verecekti.
Bütün bu aral k, âdeta pisi ik bir ruh ta r gibi görünen Fevzi Pa a korku içindeydi. Bütün gün haritada bir yeri göstererek:
— Nasuhçal bizi yenecek, diyordu. Anla lan planda Nasuhçal dikkate al narak haz rl k yap lmam . Fevzi Pa a ve di erleri tamamen zaferimizden emin bulunuyorlard . 1921’de Bekir Sami Bey Hariciye Vekâleti’nden istifa etti. Bu istifan n sebebi
psikolojik ve siyasî bak mlardan ngiliz-Rus ve Türk tarihinde önemi haiz bir noktad r.
Bekir Sami’yi Eski ehir’de Rusya’dan döndü ü zaman görmü tüm. Orada Rusya’da nas l hayal k kl na u ram oldu unu daha önce anlatm m. Londra’dan döndükten sonra, bu hayal k kl
n ne kadar derin oldu unu anlad m. Bir gün evime
gelerek, bir vesikan n tercümesini istedi. Bu Mister Lloyd George ile yapt hususî bir mülâkat
ifahî bir kopyas yd . Bunun içinde Bekir Sami Bey’in sulh arzular ve Türkiye’nin Yunan ordusundan tahliye edilmesi vard . Bekir Sami Bey’in kanaati
ngilizlerin sava durdurup Yunanl lar geri çekecek kudrete sahip olduklar yd . Mister Lloyd George, Yunan ordusunu Anadolu’ya göndermeden önce uzun dü ünmü oldu unu söylemi ti. Her hâlde L. George, Yunan ordusunun yenilece ine
inanm yordu. Bu vesika, Bekir Sami Bey’e ngiliz Hariciye Vekâleti’nin ar ivlerinden verildi i için mealini dikkate almak gerekirdi.
Burada, Türkiye, ba ehrinden ve Anadolu’daki topraklar ndan mahrum edilmek istenilmiyordu. mparatorluk’un, stanbul ba ehri olarak kalmas na taraftar olmakla beraber, Akdeniz ile Karadeniz aras ndaki geçidi tarafs z hâle sokmak, Ermenistan,
Arabistan, Mezopotamya, Suriye ve Filistin’i ayr ayr parçalara ay rmak vard .
Gerçi bu durum 1918’den biraz ba ka idiyse de, her hâlde, Türkiye’yi ortadan kald rmak amac güdüyordu. Bekir Sami Bey buna ra men bütün mesuliyeti üzerine alarak, yeni bir teklif yapmay dü ünmü tü. Bekir Sami Bey, Kafkasya’n n soylu
ailelerinden birinin evlâd r. O, bütün Kafkasya’n n, bilhassa imal 180 sm n hürriyetini istiyordu. Bol evik Rusya’da gördükleri ona u kanaati vermi ti: ayet Ruslar n idealleri Türkiye’ye geçerse, bütün dünya tehlikeye girebilirdi. Onun teklifi, Türkiye’yi
bu Rus hududundaki devletlerle birle tirerek Bat ile Rusya aras nda bir tampon devlet kurmakt . Hatta, e er gerekirse, Türkiye ile bu devletlerin Bol evik rejimi aleyhinde sava açmalar ve buna ngiltere’nin yard m etmesini istiyordu. Kendisine göre,
Türkiye ayet tilâf Devletleri’nin istilâs ndan kurtulursa, o devrenin haks zl klar , katillerini unutacak, ngiltere ile birlikte Bat ideallerinin müdafaas üstüne alacakt . Lloyd George bu fikri gülünç bulmu . Fakat garip bir hadise olmu , bu mülâkat n bir
kopyas Çiçerin’in eline geçmi , o da Ankara’ya sert bir nota vermi
te, bu mülâkat n bütün mesuliyetini Bekir Sami Bey’in kendi üstüne alarak istifa etmesi bu sebepten ileri geliyordu.
er insan Türkiye’yi o zaman ortadan kald rmak isteyen Bat lar n siyasetini bozmu ve ayn zamanda bize tek ba na elini uzatm olan memleketin Rusya oldu u dü ünülürse, tabiî, Bekir Sami’nin Lloyd George’a teklifi pek ho görünmezdi. Fakat,
inand
eylere bütün kalbi ile sad k kalan Bekir Sami, Yeni Rusya’da gördü
eylerden ve bilhassa halk n sefaletine ahit olduktan sonra bu hareketi yapm .
May sta Yunan taarruzu yak n görünüyordu. Bu aral k, Kaymakam Nâz m gö sünden ve asab ndan rahats z oldu u için, smet Pa a, Dr. Adnan’a yazarak Nâz m’ görmesi için cepheye gelmesini mektupla rica etmi ti. Dr. Adnan gitti. Nâz m’ n
gö sünden hastal ciddî de ildi. Fakat, ciddî de olsa, harpte vazifesini görmeye mecburdu. Dr. Adnan döndü ü zaman, Nâz m taraf ndan bana bir harp hediyesi olarak, kendisinin yata nda temizleyip haz rlam oldu u bir tüfek getirdi. Ayn zamanda
rkas da ziyaret etmemi istiyordu. Ne yaz k ki gidemedim. Onu daha sonra, son görü üm çok feci artlar alt nda olmu tur.
May n birinde Yakup Kadri, Ankara’ya geldi ve bize misafir oldu. Hem dost, hem muharrir 181 olarak ikimiz de onu çok seviyorduk. Yakup Kadri evin tepesindeki bütün Ankara’n n o sar topraklar na bakan odas nda kald . Onun misafirli i ak amlar
enlendiriyordu. Konu urken bu büyük kafan n, kocaman gözlerin, kudretli sesin arkas nda o parlak muharriri sezmemek mümkün de ildi. Yukar da ne yazd
sordu um zaman, Ate ten Gömlek ad nda bir Anadolu roman yazmakta oldu unu söyledi.
Ben de zihnimde bir Anadolu roman tasarlad m için, o kendi roman bitirmeden bu isimde benim böyle bir roman yazaca
söyledim.
Yakup Kadri’nin geli inin haftas nda, bir sabah, ben daha yataktayken erkenden Halime geldi. Yata
n ayakucuna oturdu, alvar yukar ya çekti, baca ndaki siyahl klar gösterdi. Ne oldu unu sordu um zaman, kocas n orta yüzünden kendisini
dövdü ünü söyledi. Neden bo an p rahat ya amad
sordu um zaman da, yüre ine bir hançer saplam m gibi a lamaya ba lad . Dedi ki:
— O beni de sever, biraz sever. Ben onu, o kahpenin eline b rakamam. Bir hafta sonra orduya gidecek. Ne o beni bo ar, ne ben bo anmak isterim.
May n sonlar nda, Hilâl-i Ahmer Hastahanesi’ne hastabak olarak Eski ehir’e gittim. Hudutlar z her an taarruz bekliyordu. Bu harbin nihaî olaca kanaati vard . Bundan dolay , hastabak lara çok ihtiyaç duyuluyordu. Haziran n birinci günü
vazifeme ba layacakt m.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Eski ehir’e hareketimden bir gün önce, yataktan kalkar kalkmaz, d ar da garip sesler duydum. Bizim sessiz vadide böyle sesler hiç i itmemi tim. Yan zdaki büyük ah rda bir fukara kad n yatard . Kap
durmadan vuruyorlard . Kad n içeriden:
— O burada de il. Kap
racaks z, diye ba yordu. Bu, isyan hâlinde bir kalabal a benziyordu.
Ben haz rlan p d ar kmadan, Fati odama geldi. Kurba aya benzeyen yüzü korkunçtu. Ne oldu unu sordu um zaman, köy halk n Halime’nin kumas n pe inde oldu unu, erkeklerin ellerinde oraklarla onu öldürmeye geldiklerini ve Ay e Hala’n n
(ah rdaki kad n) kap
rd klar söyledi.
Sebebini sordu um zaman, kad n kaynanas n kolunu k rd
, görümcesinin korkudan bay ld
, köylüler onu öldürmek için ayaklan nca korkup kaçt
anlatt . Ben Fati ’in neden bu kadar korkmu oldu unu sordu um zaman, âdeta t kand ,
onlar n ç lg n bir hâlde olduklar ve kendisinin benden korktu unu söyledi. Ben, derhal kad Fati ’in a
da saklam oldu unu anlad m. Kendisine bunu söyleyince, s tt , biraz ümide dü tü. Fati ’in köylüler kadar kahpeden korktu unu ve kendisinin
kahpeden nefret etmesine ra men onu saklad
anlad m. Kocas n nerede oldu unu ve kad nereye saklad
sordu um zaman, bana adam n orduya gitmi oldu unu ve kendisinin de kad ah n arkas ndaki saman y
n içine saklad
söyledi. te, bundan dolay kad n evde olmad na yemin etmi ti.
Biz konu urken, kap n vuruldu unu i ittim. Ben de Halime’ye ve bütün köye huzursuzluk getiren kad hiç sevmiyordum. Fakat, bu vuru bana bir karar ald rd . Arkamda henüz sabahl m vard . Ba ma bir yemeni sararak yal nayak balkona ç kt m.
Ba ta bütün köy çocuklar , o lanlar ve k zlar, ellerinde birer sopa, gözleri p l p l, arkalar nda erkekler, benim ne diyece imi bekliyorlard . Çocuklara:
— Ne istiyorsunuz, diye sorduktan sonra, arkalar ndaki erkek kalabal na seslendim:
— Ne istiyorsunuz, öne geçip söyleyin, dedim.
Çocuklar:
— Fati kahpeyi burada saklam , biliyoruz. Babalar z onu öldürecek, dediler.
— Babalar z da kim oluyor, bir kad nas l öldürebilirler?
htiyar bir kad n kolunu k rd . Biz onu öldürece iz. Babalar z da iplerle geldi.
Ben azg n bir kalabal durdurman n ancak onlardan korkmamakla kabil oldu unu biliyordum. Bu korkmamay onlar da hemen sezerlerdi. kinci hareket, böyle bir kalabal tehdit etmektir. te ben de hemen onlara hitap etmeye ba lad m. O günkü
konu mam kadar hiçbir kalabal a hitap, beni bu kadar e lendirmemi ti. Tek defa, kalabal kla konu urken elimle i aretler yap yor, dramatik vaziyetler al yor ve hislerine hitap ediyordum. Onlar arkalar çevirince, çocuklara ba rd m. Söylediklerimi iyi
hat rlar m:
— Ne duruyorsunuz? Bir daha gözüm sizi görmesin. Kocas köyde olmayan bir kad nas l öldürebilirsiniz? Haydi bakal m, gidin!
Gittiler. Fakat, ikide bir geriye dönüp bak yorlard . Nihayet, cidden hiddetlenerek a
ya inmeye karar verdi im zaman, savu tular. Evet, öfke gösterisi ve hitabet büyükleri durdurabilir. Çocuklara kar ise samimî olmal r.
Kalabal k önümüzdeki tarladan ayr nca, hemen Fati ’e kad getirmesini söyledim. Kad n ba tan ba a saman içindeydi. Ayakkab lar ellerindeydi. Yüzünü tasavvur edilemeyecek kadar korkunç bir ifade kaplam
htiyar kad n kolunu niçin k rd
sordu um zaman, kolunun k lmam oldu unu, Halime’nin onlar ayakland rd
ve kocas gider gitmez üzerine yürüdüklerini anlatt . Bilhassa “kahpe” diye hitap edilmek çok sinirine dokunuyordu. Yüz vermedim. Fakat, tövbekâr olup da köyde namuslu
bir kad n gibi ya arken, geçmi inin yüzüne vurulmas ndan teessür 182 duymas na hak verdim. Kendi köyünün nerede oldu unu sordum. Çubuk yolundan üç saat ötede oldu unu söyledi. Köyünün kendisini kabul edip etmeyece ini sordu um zaman,
vaktiyle istemediklerini, ama imdi namuslu bir kad n oldu undan beri erkek karde inin ona iyi muamele etti ini anlatt ve sonra kendisini yan ma hizmetçi olarak almam rica etti. Olamayaca
söyledim. Onu ah n içinden kaç rarak köye do ru yürüdüm.
Yolda bir köylüye rast gelirsem, lâk rd ya tutarak kad n kaçmas na zaman kazand racakt m. Bereket versin ki, köylüler bir saat kadar görünmediler. Ondan sonra, çocuklar önde olmak üzere yine geldiler. Fakat, kad n art k uzaklardayd . Hiçbir eyi
saklamaya lüzum olmad
gösteren bir ekilde, evimin ve ah n kap aç kt .
165. Belirttiler.
166. K rl k yere.
167. Düzenli.
168. Gediz’de.
169. 1963’e dek Bozüyük’ün mahiyesiyken sonras nda Eski ehir merkez ilçesine ba lanm , 1987’de ilçe olmu tur. smet Pa a, Kurtulu Sava ’nda zafer kazand
170. Tevfik B kl (Mehmed Tevfik B kl
171. Rus sosyal demokrat hareketinde Bol evikli e kar t olarak geli en Men eviklik yanl .
172. A
lar.
173. Il ml lar ise.
174. Özerklik.
175. Özet anlam .
176. Aç kl kla.
177. A rba
kla.
178. Ayd nl n.
bu bölgenin ad , ileride kendisine soyad olarak alm
lu): Türk Tarih Kurumu’nun ilk ba kan . Garp Cephesi Harekat ubesi müdürlü ü, Lozan Konferans ’nda Türk heyeti askerî mü avirli i yapt .
r.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
179. Adaylar n.
180. Kuzey.
181. Yazar.
182. Üzüntü.
k
lic
ac
.c
tr
om
to
.c
re
C
k
lic
C
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
tr
ww
ww
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
8
lk görünü
2 Haziran 1921’de bir hastabak üniformas yla Eski ehir istasyonundan Hilâl-i Ahmer Hastahanesi’ne yürüdüm. Yan mda, ne Fati ne Yolda vard . Fati ’siz pekâlâ yapabiliyordum ama, Yolda ’s z ya amak bana çok güç geliyordu. Ayn zamanda
zihnim Kaymakam Nâz m’ n durumuyla me guldü.
Hastahanenin Ba hekimi Dr. emseddin eski bir tan kt nönü Sava ’nda yaralanan mü terek dostlar z oldu unu söyledi. Zavall , bir zaman, iki hastabak yla kalm .
Haziran gününün s ca oday yak yordu. Bana çay verdiler. Fakat zihnim hastabak
n büyü ü ile me guldü. Derhal onu Anadolu’ya ait roman n kahraman yapmaya karar verdim. Kendine mahsus hususiyetleri vard . Ameliyat masalar n ba nda
durdu u ve hastalara yard m etti i zaman, âdeta onlara hayat verirdi. Uzun boylu, zümrüt gibi ye il gözlü, siyah kirpikli, fildi i gibi beyaz tenliydi. Ancak s cak iklimlerde görünen k rm karanfil gibi dudaklar vard . Odadan ç kt ktan sonra Dr. emseddin’e
onu yeni bir romana kahraman yapaca
, ad Ay e koyaca
söyledim. Doktor gülerek erkek kahraman n kim olaca
sordu. Henüz bilmiyordum. Kumandanlardan biri, stanbullu bir genç, belki de Mehmed Çavu olabilirdi. Fakat, karar
vermi
de ildim. Mama Tadia’n n ku tüyü yata na çekildi im zaman uyumadan önce bunu dü ünüyordum. Fakat Eski ehir’deki vazifem zihnimi o kadar me gul etti ki, Ankara’ya dönünceye kadar bir karara varamad m. Ankara’da derhal romana ba lad m.
Hastahane yaral larla doluydu. Ben, otuz hasta yatan en büyük ko
a bak yordum. Ba hem ire çok tecrübeliydi. Ayn zamanda, bir sürü yeni hastabak kad n da tedarik ettiler. Hepsi genç, güçlü kuvvetli idi, ama tecrübeleri yoktu. Mütemadiyen
fingirdeyip duruyorlard . Biraz hastaya bakmay bilen, benden ba ka Mehmed Çavu vard ki, o iki yüz hastabak ya bedeldi. Kolunun biri yaralanm ve tüfek kullanamayacak hâle gelmi oldu u için, ordu onu hastahaneye vermi ti. Daima beyaz ba
ve önlü ü ile eli yüzü henüz y kanm gibi görünen o temiz hâliyle insan onu görünce, “ çi d beyaz bir adam,” derdi.
O, iki yüz yata a nezaret ediyordu. Erkek yard mc lar pek beceriksizdiler. En muhtaç oldu um zamanlar daima benim ko
uma gelir, yatakta mütamadiyen ölenlerin en kocaman bir tüy gibi kald r, götürürdü.
Doktorlar n aras nda dikkatimi çeken Cerrah Cemil Bey’dir. nsan hayrete dü üren bir adamd . Bir günde seksen üç kol bacak kesti ini bilirim. Bununla beraber, bir ana gibi hastalara hitap ederdi. Âdeta bir evliyay hat rlat rd .
Dokuz hazirandan önceki hastalar n aras nda pek ho uma giden Abbas ad nda biri vard . Ba ve ayaklar yaral yd . Ölümle mücadele ediyordu. Ko
un âdeta dev kadar cüsseli hastas yd . Akl ba ndayken gayet sakindi, fakat, dalg nl k
ba lay nca, korkunç bir ekilde inler, tuhaf tuhaf konu urdu. Yan na gider gitmez elimi yakalar, gözlerini açar ve m ldan rd :
— Hatçe, Hatçe!
Âdeta Hatçe denilen o meçhul kad ndan, ya ayamad için af diler gibiydi. Hatçe karde i miydi, kar
yd , k
yd , bilmiyorum. Fakat, Hatçe’yi o cehennem günlerinde yaln z b rak p ölmekten azap duyuyordu.
Ben:
— Abbas yolcu de il, dedi im zaman:
— Abbas yolcu de il, diye cevap verirdi. Kader o kadar garip bir eydir ki, bu adam Anadolu yaylalar nda, Sakarya sava meydan nda bir daha görmü tüm.
Beni Sakarya’da at üstünde gördü ü zaman, gözleri: “Abbas yolcu de il, Abbas yolcu de il,” der gibiydi.
Yedi haziran, saat be te, Doktor’un odas na bir fincan çay içmeye gitmi tim. Orada stanbul gazeteleri vard . Birinde, “Bir âlimin Ölümü” ba
gözüme çarpt , okudum. Salih Zeki Bey’in ölümünü yaz yordu. çimden Atlantik’i ruhumla geçip çocuklar ma,
“Ben daha ya yorum,” demek geldi. Ben eski günlerin hat ralar na dalm ken, Dr. emseddin:
— Çay so uyor, hem ire, dedi.
Yedi ve sekiz hazirana kadar, Mama Tadia’n n odas nda yatmadan kitap okur, amdan söndürmezdim. Sokaklarda ses seda yoktu.
Haziran n dokuzuncu günü hastahane t kl m t kl m olmu tu. Art k her oday bir ko
hâline sokmaya mecbur kalm k. Yunanl lar büyük taarruza ba lam , yüz bin ki ilik bir ordu ve kudretli bir topçu alay ile harekete geçmi lerdi.
Türk Kuvvetleri’nin merkezi Karacabey’di. Zihnim sava la hiç me gul olmuyordu. Kendimi ve kafam hep hastalar ma vermi tim. Ne kadar soydum, çamurlu yüzlerini, hatta vücutlar silip yat rd m. niltiler ortal kaplard . Bana bütün Türkiye bir
hastahane olmu gibi gelirdi.
Hastalar aras nda en çok dünyadan haber isteyen Nâz m’ n f rkas ndan, iki baca yaral bir çavu tu. Yüzü, hakikaten, bir Türk çavu unun manâs ta rd . Çok az konu ur bir adamd . Sordu unuz suallere cevap verecek kudreti yoktu. Sade, bir gün
“limon” dedi. Bir limonata yap p içirmeye çal rken ba kolumun üzerine dü tü. Yat rd m:
— Siz Mustafa Çavu ’u ça
z, dedi. Aman bacaklar
biraz rahat ettirin, diye ilâve etti.
Ba
döndü üm zaman, Mustafa Çavu yandaki yataktan bir ölüyü kald yordu. Yaral lardan birinin yata na s mayacak kadar uzun boylu kocaman bir çavu oldu unu hat rlar m. Karn ndan yaral yd . Doktorun hiç ümidi kalmam . Fakat, bu kadar
iri bir adam n ölmesine insan inanmak istemiyordu. Ona ka kla süt vermeye çal rken, Nâz m’ n çavu u yava ça dedi ki:
— Biz onunla beraber sava k. Bir arsland r. Bir kad n elinden ka kla süt içmesi ne tuhaf!
Ertesi gün, ko
tan ç karken, sofan n sedyelerle dolu oldu unu gördüm. Her yer t kl m t kl m dolmu tu. K ldanacak yer kalmam . Kimse, hatta, hastabak lar bile gülmüyordu. Ameliyat masas kan içindeydi. Herkes susmu tu. Bak yorsunuz, genç
bir zabit, iki yaral n elini yakalam , çocuk gibi a yor. Büyük bir sedyenin içinde koskocaman bir adam:
— Ben ya amak istemiyorum, ölmek istiyorum. O öldü, kumandan m öldü, diye söylenip a yor.
ntikam alaca z, sözleri ile o parça parça, kasap dükkân ndaym gibi duran insanlar n aras nda garip görünüyordu. te, sava denilen kanl ziyafetin buras mutfa . Orada insan parçalar , gelip geçiyor. Sava büyük isimler yap yor, siyaset
adamlar n, kumandanlar n heykelleri yap yor, halk onlara tap yor. Halbuki burada, iki dakikada gelip geçen büyük ruhlar kimse ne biliyor, ne an yor.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Dr. emseddin bana:
— Ko
a sekiz yatak daha soktuk, dedi. Kap ya dayanm bir binba bayg n bir halde duruyordu.
— Yirmi dört saat yemek yemedim. Aman bana bir fincan çay, diyordu. Gittim, ona çay getirdim. Bir ba kas na daha çay vermek isterken, aya
n alt nda bir sedye daha belirdi. Yüzünün yar sar , kafas kan içinde, üstü ba parça parça, çamur
içinde bir adam. Sakin gözlerle bak p:
— Aman, bana bir sigara, diyor. Sigaray dudaklar aras na s
rd m, yakt m. Duman savururken kime benzedi ini dü ünüyordum. Benim ko
as
rd klar n birincisi bu idi. Durmadan her eye, herkese küfrediyordu. Ötekilerse sedyelerde
yorlard . Nâz m için a yorlard . Nâz m da kalbine saplanan bir kur unla bu dünyadan göçmü tü.
Saat dört buçukta Madam Tadia’ya gitti im zaman iki ki inin beni bekledi ini söylediler. Birisi Ru en E ref, 183 di eri Yusuf Akçura 184 idi. Akçura, tabiî, ihtiyat zabitiydi. 185 kisi de smet Pa a’n n çok üzgün bir vaziyette oldu unu söyledikten sonra, bana
da kendisini gidip ziyaret etmemi tavsiye ettiler.
Ricatin 186 ba lang nda, Karacabey’de smet Pa a’n n karargâh na gittim. Bu çekili in bizi nerelere kadar götürece ini bilmiyorduk. Art k, kader denilen kudret tamamen millete dönmü , fertlerin hiç ehemmiyeti kalmam . Beni smet Pa a
Karargâh ’nda Binba Tevfik kar lad . Vaziyetin çok ciddî oldu unu ve Nâz m’ n nas l öldü ünü anlatmaya ba lad . Nâz m’ n ne zaman ehit oldu unu sordu um zaman dedi ki:
— Dün sipere neferlerle birlikte girmi , orada dövü mü tü. Oraya girmeden yar m saat önce bana telefon etti. Pa a’n n üzülmemesini söyledi. Ben siperlere gidiyorum, dövü ece im, dedi. Fakat Pa a çok üzüldü. Nâz m’ n gö sünü kur una açt
söylüyorlar. O anda Nâz m’ n o alayc gülümsemesiyle:
— Bütün zabitleri kes, dedi ini i itir gibiydim. O kesilenlerden bir tanesi imdi kendisiydi.
smet Pa a’n n odas Anadolu’nun alçak tavanl , iki küçük pencereli odalar ndan biriydi. E yas , bir portatif karyola, bir tahta masa, bir tek sandalyeden ibaretti. Pa a bir nefer gibi giyinmi ti. Bu sadelik, bu e yalara çok uymu tu. Fakat kendisi çok
üzgündü. Çünkü, çekilme emrini vermek zorunda kalm . Ona kar o zaman duydu um sayg ve teessürü ifade etmek çok güçtü. Ordunun insanüstü gayret ve kahramanl
n herhangi bir zaferden daha büyük oldu unu söylemeye çal m. Fakat,
dünya, e er sava zaferle bitmezse, hiçbir fedakârl dikkate almaz. smet Pa a da bunu ifade etti. Fakat, bu gibi fedakârl klar yapanlar ölmez bir eser b rak rlar.
Beni yeme e al koydu. Odan n önündeki bahçeye bakarak yemek yedik. Ben giderken, Mustafa Kemal Pa a’n n da gelece ini söyledi.
Eski ehir’e girerken art k çekilme tahakkuk etmi ti. 187 smet Pa a’n n kendisi bu çekilmenin selâmetle yap lmas sa lamak için belki arkada kalacakt . O anda duydu um teessürü ve sava a kar nefreti hiç unutmayaca m. Fakat, biz sava yapmaya
mecburduk. Çünkü dü manlar evlerimize kadar gelmi , sava istesek de istemesek de, yurdumuzu yak p y kacaklard . Niçin? Çünkü, bir veya birkaç siyaset adam Yak n Do u’nun haritas de tirmek hevesine dü mü lerdi. Yunanl lar da kazanç ve
zafer h rs na dü mü lerdi. Fakat onlar da bunun neye mal olaca
görüyorlard . Gerçi, henüz zafere kavu mam lard , i in sonu da gelmi de ildi.
Nihayet hastahaneye geldim. Hep gözümün önünde sava ziyafetinin bula klar yla dolu, hastahane denilen mutfak beliriyordu. Zavall Türkler!.. Zavall Yunanl lar!.. Zavall dünya!..
Ertesi sabah, yine çok ac , çok hareketli oldu. Ölüm hâlinde olan bu zavall yaral lar uurlar n alt nda ailelerini ve yurtlar kurtarmak için döktükleri kan n beyhude oldu unu hissediyorlard . Allah m, bu ne zaman bitecekti?
Yata
n içinde, oturup durmadan küfür eden Nâz m’ n genç zabiti bana biraz kuvvet verdi. Yaln z sol eli k ldamakla beraber, hayatta kalm oldu u için özür dileyecek vaziyette de ildi. En çok sevdi i kumandan Nâz m ölmü tü. Kafas imdi de
neferleriyle me guldü. Hastahanenin, emir erini içeriye sokmamas na durmadan isyan edip söyleniyordu. Bana:
— Pencereden bak, herif orada sokakta ne yap yor, diye sordu. Ben kendisine lâz m olan eyleri getirtece imi söyledi im zaman, bir ey istemedi. Ne hastahane, ne hastabak istiyordu. Yaln z emir erini istiyor, vah î bir ekilde ölüme giden
kumandan na da küfür ediyordu.
leden sonra, Askerî Hastahane’nin doktoru geldi, hastalar kald rmakta olduklar söyledi ve Nâz m’ görüp görmek istemedi imi sordu. Onu Ankara’ya götürecekler ve askerî merasimle kald racaklard
imdi, doktorun önümüzdeki caml kap ya
neden bu kadar hayretle bakt
ve niçin hastahaneyi ziyarete geldi ini sezdim. Ben onun daha önce içeriye girmesini söyledim. Ben kap da bekleyecektim. Kap itip ayaklar n ucuna basa basa içeriye girdi. Mini mini bir bölmede, üzerinde büyük bir
bayrak örtülü olan Nâz m yat yordu. Bayra kald rd
gördüm. ki dakika bekledikten sonra, örttü ünü farzederek yüzümü çevirdim. O, yata n üzerine e ilmi , kumandan öperek veda ediyordu. Sonra, bayra tekrar örterek d ar kt . Evet, bu
Nâz m’d . Ben içeriye girince, bir an, bayra kald p kald rmamakta tereddüt ettim. Nihayet, kald rd m. te, Nâz m. Ba yüksek yast klara konmu , topçu üniformas yla yat yordu. Elleri gö sü üzerinde kavu mu tu. Ba nda mavi tepeli, kahverengi kalpa
vard . Ne garip! Topra a dönecek olan bu ölümlü cesedin içinde Nâz m’ n ruhu bir zaman ya am . Elâ gözleri aç kt . Her zamanki ifadesini ta yordu. Dünyan n bir melodram oldu unu ifade eden gülümsemesiyle, “Bütün zabitleri kes,” der gibiydi. Acaba
fert olarak devam ruh için var m yd ? Bilmiyorum. Fakat, o gülümseme, yüzü toprak oluncaya kadar devam edecekti.
Önce ellerine bakt m. Herhangi çilli bir çocuk eli, uyuyan bir çocuk gibi gö sünün üstünde. Bu ellerin kur unla oynam oldu unu dü ündüm. Elimi elinin üstüne koyarak bir karde le veda eder gibi vedala m ve bayra üzerine çektim, sonra, yaln z
kalmak ve hava almak istedi imden d ar kt m.
Sokaklarda hayat kayna yordu. Askerlerden ba ka öküz arabalar
yalarla dolu, üzerlerinde, gözleri korku içinde oturtulmu çocuklar. Kad nlar öküzleri çekiyorlar... Bir insan seli ak p gidiyor... Eski ehir’den çekilmek emri art k verilmi ti.
Madam Tadia’n n otelindeki odama gider gitmez, bana karargâhtan bir haber geldi. Mustafa Kemal Pa a benim için vagonunda bir kompart man ay rtm oldu unu ve saat dokuz buçukta hareket edeceklerini yaz yordu. Te ekkür ettim, orada
bulunaca
söyledim. Mektubu getiren nefer ayr ld ktan sonra, iddetli bir infilâkla bütün camlar k lmaya ba lad . Her yerden ate ediliyor, sokaklarda ayak sesleri i itiliyordu. Sanki Yunan ordusu girmi ti, yahut da yeni bir ihtilâl ba lam .
ya indim. Madam Tadia’y gördüm. O bana evin arka taraflar na Yunan uçaklar n bomba att klar söyledi. En büyük endi em, istasyonda trene konmak üzere götürülen sedyelerin bir zarara u ram olmalar yd . Ondan sonraki birkaç saat
esnas nda havaya aksetmi olan yenilmenin ac son derecesini bulmu tu. Hava hücumundan yaralanan on iki ki iyi getirdiler. Ben hastahaneye ko tum. Bunlar n birkaç çocuktu. Ac dan ba yorlard . Hastahanede trene konulacak olanlar n hepsini
haz rlad k. K ldanmalar mümkün olmayanlar bir Türk ve bir Musevi doktorun eline b rakt k. Genç hastabak lar isteri hâlindeydiler. Hepsinin ba elleri aras nda, kap lara dayanm lar, a la p duruyorlard . Doktor Murat art k yap lacak bir ey
kalmad
söyledikten sonra yemek yememiz gerekti ini bildirdi. Bahçedeki birkaç çad n alt nda bir sürü ölü aya görünüyordu. Gökte parlayan sar bir ay
nda, y llarca ta lar üzerinde sürtünmü olan param parça ayakkab lar... Bahçenin bir
taraf ndaki sofraya oturduk. K zarm köfte vard . Fakat hiçbirimiz bir ey yiyemiyorduk. Dr. Cemil bitkin, durmadan sigara içiyordu. Dr. Murat bana kendisinin kamyonetinde bir yer teklif etti. Gece üçte hareket edeceklerdi. Daha erken ve rahat bir
kompart manda gitmeye söz vermi olmam beni âdeta utand rd .
Hastahaneye girer girmez, Mustafa Çavu ’un, ba beyaz sarg , akl kaybetmi gibi ç rp nan bir hasta ile u ra
gördüm. Hasta h çk ra h çk ra a yor:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Allah a na, aya
n alt öpeyim, beni Ankara’daki köyüme götürün, diye yalvar yordu. Bir ba ka sedyede, bir adam, yüzükoyun yatm . Ben ona biraz yiyecek vermeye ve birkaç saat sonra Polatl ’ya gideceklerini söyleyerek teselliye çal m.
Hepsi, kad n hastabak lar olan bir hastahaneye gönderilmelerini istiyorlard . Birer birer bana köylerinin ad söylediler, çocuklar anlatt lar.
Biraz ilerleyince Mustafa Çavu ’un ba ka bir sedyeye e ilmi oldu unu gördüm. Sedyedeki:
— Onu ça n bana, diyordu.
Mustafa Çavu gülümseyerek bana bakt :
te geliyor, dedi. Sedyenin yan na gitti im zaman, benim avucum kadar küçük yüzlü, ancak yedi ya lar nda bir küçük o lan çocu un yatt
gördüm.
— Neredensin, yavrum, diye sorunca:
— Han m Teyze, beni askerî hastahanede ameliyat ettiler, sonra buraya geldim. Annem Bilecik’te. Babam n ad Ali’dir. M kadad r. Onu bana bulun, dedi. Dudaklar titriyor, fakat a lamamaya çal yordu. Ba hem ireye müracaat ederek, bu çocu u
babas gelinceye kadar yan nda tutmas rica ettim. O da, sedyeyi odas na ald .
Saat on buçukta, tren hâlâ istasyondayd . Kad nlar kamyonlar n üzerinde çocuklar emziriyorlard . Etraflar
ya ve çocukla doluydu. Hepsinin elinde bir tava bulundu unu gördüm. Ömrümde insanlar n bu kadar tava kulland klar ilk defa
görüyordum.
Mustafa Kemal Pa a, sapsar , platformda askerlerle konu uyordu. Hepsi sakindi. Kar lar nda kad nlar... Bu kad nlar n gözleri çok ac bir ekilde askerlere çevrilmi ti.
Tren düdü ünü çald . Karanl kta harekete ba lay nca, Anadolu’nun bir ba ka perdesinin kapanm oldu unu hissettim.
183. Ru en E ref (Ünayd n): Yazarl k hayat na Yeni Gün, Tasvir-i Efkâr gibi gazetelerde muhabirlikle ba lad . TBMM’de Afyon Karahisar milletvekilli i yapt . Atatürk’ün yak n çal ma arkada lar ndand .
184. Yusuf Akçura: Kurtulu Sava ’nda Anadolu’ya geçerek Millî Mücadele’ye kat lan tarihçi, dü ünce adam . Kars milletvekilli i ve Türk Tarih Kurumu ba kanl yapt .
185. Yedeksubayd .
186. Geri çekilmenin.
187. Gerçekle mi ti.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
III. BÖLÜM
“Onlar (Yunanl lar) zafer ve Megalo dea için dövü tüler, fakat Türkler ocaklar
ve yurtlar
korumak için sava
lar.”
A. H. LYBEYER
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
re
C
.c
om
k
lic
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
C
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
9
Cepheye nas l kat ld m
Ankara’da Dr. Adnan bana:
— Nasuhçal’dan geldiler, tabiî, Fevzi Pa a’n n dedi i gibi. Bu adam n anlay âdeta sihirli.
Yeni durumu nas l gördü ünü sordu um zaman, Fevzi Pa a’n n gayet iyimser oldu unu, Sakarya’n n do usunda onlar yenece iz dedi ini söyledi. Bu konu ma, vadideki evimize giderken oldu.
Karargâh’ta tek heyecanl ve ümitli insan Fevzi Pa a’yd . Askerler bir ey söylemiyorlard . Yüzleri keder içindeydi. Büyük Millet Meclisi durumu vatansever bir hisle telâkki ediyor, Mustafa Kemal Pa a’y Ba kumandan yapmay dü ünüyordu. Ona kar
büyük bir güven vard . Bütün memleket yeis ve heyecan içindeydi. Mustafa Kemal Pa a’n n kumanday almas bekliyordu. Fakat, kendisi bir ey söylemiyordu.
Eski ehir’den döndükten iki gün sonra, Karargâh’ta, Dr. Adnan’la yemek yedikten sonra, odamda bir saat kadar çal m. Sonra eve gitmek için onu arad m. Sesini duydu um bir odaya girdi im vakit, Mustafa Kemal Pa a ile konu tu unu gördüm. kisi
de odan n ortas nda, ayakta duruyordu. Pa a’n n yüzü sapsar yd ç ayaklanmalar n en kötü günlerindeki kadar endi e içindeydi. Evet, Türk milletinin bütün ac o yüzde toplanm gibiydi. çeriye girdim, el s
ktan sonra bu durumdan ne kadar
müteessir oldu umu söyledim. Bana, bir fincan kahve içip Eski ehir’de dövü en smet Pa a’dan gelecek haberleri beklememi söyledi. Oturdum. Nihayet neticeyi ö rendik. Yakup Kadri de bizimle bereber Karargâh’ta durdu. Mustafa Kemal Pa a’n n yâveri
durmadan haber getirirken, Mustafa Kemal Pa a hepsine sövüyordu. Nihayet, sabah oldu. Mustafa Kemal Pa a:
smet, Eski ehir sava
kaybetti; haydi bir fincan kahve daha içelim, dedi.
Dr. Adnan biraz odadan kaybolduktan sonra geri döndü ü zaman, daima kötümser görünen yüzü gülüyor ve sevinçli görünüyordu. Mustafa Kemal Pa a:
— Neredeydin, Adnan, diye sordu.
O da Fevzi Pa a’yla konu tu unu, onun çok iyimser oldu unu, Yunanl lar yenece imizi söyledi ini ifade etti.
Mustafa Kemal Pa a da güldü ve Fevzi Pa a’yla epeyce alay etti. Ama, yine de memnun görünüyordu. Çünkü, böyle anlarda o da fala ve rüyaya çok inan rd .
Ondan sonra, korkulu rüya gibi, korkulu iki hafta geçti. Ankaral lar bir ey söylemiyorlarsa da, âdeta, “Yu-nanl lar siz ba
za getirdiniz,” der gibi idiler. Her ak am, Kalaba’n n önündeki harman yerinden geçerken, at n etraf köylüler al r, bana:
— Ne haber, diye sorarlard . Bütün harmandakiler durur, haber beklerlerdi.
Yusuf Akçura Bey cepheden birkaç günlük izinle yan za geldi. Cephe karargâh ndaki i leri görecek yeter derecede adam olmad ndan ikâyet etti. Okur yazar bir adam n ne kadar lâz m oldu unu ve münevverlerin vazife almak zaman geldi ini
söyledi. Akçura’n n bu sözleri beni bütün gece uyutmad .
5 A ustos 1921’de Mustafa Kemal Pa a Ba kumandan, yani bir nevî bütün kudrete sahip bir askerî diktatör olarak Büyük Millet Meclisi taraf ndan seçildi. Yani Meclis kendi elindeki bütün kudreti Mustafa Kemal Pa a’ya veriyordu. Fakat bunu yaln z üç
aya inhisar ettiriyor, 188 her üç ay sonunda, tekrar bir seçim yapaca
ilân ediyordu.
Mustafa Kemal Pa a, askerî bir kabine kurdu. çlerinde (Diyarbak rl ) Kâz m Pa a ile Miralay Arif Bey de vard . Bu seçimin ilk haftas çok heyecanl geçti. Çünkü, Mustafa Kemal Pa a attan dü mü ve evine götürülmü tü. Bereket, yaras önemli de ildi.
Yirmi dört saat sonra cepheye hareket etti. Her eye ra men Ankara’daki heyecan panik hâlini al yordu. Bir hayli kimse Kayseri’ye göçtü. Köylü birkaç gün sabrettikten sonra, birkaç gelerek bana dedi ki:
— Beyler Ankara’dan savu uyor. Yunanl lar yakla
ehir kaçaklarla dolu. Biz de arabalar
haz rlad k. Ne dersin?
Ben:
— Yerinizden k ldamay n, dedim. Benim Kayseri’ ye gidip gitmeyece imi sorduklar zaman, katiyen gitmeyece imi söyledim. Bunun üzerine, benim, ne zaman Ankara’dan ayr lmak gerekti ini kendilerine haber vermemi rica ettiler. Ben onlara:
— Böyle bir zaman gelmeyecek, dedim. Bu, onlar biraz avuttu.
Durum çok korkunç bir hâl al yordu. Yüz bin ki ilik Yunan ordusu, bütün mühimmat ve levaz
ile, Ankara’ya gelmek istiyordu. Hatta, Ankara’da baz ngiliz zabitlerine ziyafet vereceklerini söyleyerek onlar davet etmi lerdi. Türk ordusu yirmi be bin
ki ilikti. Henüz bir ma lûbiyet geçirmi ti. Ate kuvveti Yunanl lar n yar ndan azd , nakil vas talar çok k tt , silâhlar de erce dü üktü. Bu, son te ebbüstü. Ya son bir taarruza geçmek ya da mahvolup gitmek gerçe i ile kar kar yayd k. Fakat, bizler o
günü görmeyecektik. te, garip bir surette “ben” denilen eyin tamamen milletin içine kar
oldu unu en fazla o zaman hissettim. Millet göçerse, ben de onlarla beraber gitmek istiyordum. Bence kendimin, bir küçük parça olmam n hiçbir önemi yoktu.
On Alt
ustos’ta, Mustafa Kemal Pa a’ya telgraf çekerek gönüllü olmak istedi imi yazd m. Beni Garp cephesine tayin eden bir cevap ald m. Sureti a
dad r:
Halide Edib Han mefendi Hazretlerine
Aceledir
Garp cephesi
Ordu saflar aras nda vatan
n müdafaas na fiilen i tirak 189 için iddetli arzu ile vuku bulan 190 müracaat- vatanperveraneleri 191 orduca memnuniyetle telâkki olundu. 192 Hizmet-i fiiliye-yi askeriyyeye 193 kabul ve Garp cephesine memur edildi inizi tebli ederim. Keyfiyet 194
cephe kumandanl na da i’ar k nd . 195 lk vas ta ile cephe karargâh na müracaat ve oradan vazifenizin telâkki buyurulmas rica olunur.
Fi 18 / 8 / 37
BA KUMANDAN MUSTAFA KEMAL
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
190. Yap lan.
191. Vatanseverce ba vuru.
192. Kabul edildi.
193. Askerlik hizmetine.
194. Durum.
195. Bildirildi.
k
lic
ac
.c
tr
om
to
188. S rl yor.
189. Kat m.
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
10
Sakarya
Cephenin karargâh gizli tutuldu undan, nereye gidece imi bilmiyordum. Mall stasyonu’nda trenden indim. Bana cepheye gitmekte olan bir genç yüzba refakat ediyordu.
imdi art k Ankara’dan Sar köy’e kadar küçük bir saha Türklerin elinde kalm . Kömür hemen hiç yok gibiydi. Hemen yaln z askerlerin ihtiyac için kullan lan trenler odunla i liyordu. Vagonlar hep üçüncü ve çok eskiydiler. Oturacak yerler hep tahta,
pencereler k kt . Her yer tahtakurusuyla doluydu. Her istasyonda orduya kat lacak olanlar geliyor, istasyonda, kad nlar arkalar ndan ko
arak a yorlard . Di siz bir ihtiyar kad n aç k a ndan ç kan iniltileri hâlâ duyar gibiydim. Trendeki erkekler
birbirleriyle konu uyor, nereli olduklar soruyorlard çlerindeki büyük kudrete ra men, pek de ümitli görünmüyorlard . Ümidi, yaln z, tan nmam , genç zabitten alabiliyordunuz. Evet, bu, ate le imtihan n son safhas yd . Mall ’ya gelmeden önceki
istasyondayken ay do du. Sol tarafta gayet muntazam küçük bir süvari birli i gidiyordu. At nallar n akisleri kula
za geliyordu. ki adam, benim k k pencereye t rmanarak, ellerini uzatt lar:
— Ne istiyorsunuz, hem eriler, diye sordu um zaman:
— Biz Nâz m Bey’in f rkas ndan z, senin elini öpmeye geldik, diyorlar. kisi de elimi öptükten sonra, ben de onlara ba ar diliyorum. Bir çaresini bulup ehit Nâz m’a askerlerinin bu sonsuz muhabbetini bildirmek isterdim.
Mall stasyonu’nda, genç yüzba geldi, kap
açt . A
da mutlak bir sükûtla oturup bekleyen bir hayli asker vard . K sa boylu bir asker bana do ru gelerek smet Pa a’n n yâveri oldu unu ve Pa a’n n arabas gönderdi ini söyledi. At mla seyisim
yan mda olmakla beraber, hiç ses ç karmadan itaatle onu takip ettim. Evet, asker, art k bir fert de il, ordu birli inin bir noktas ndan ibaretti. Anadolu’nun çorak topraklar istilâ eden insan selinin bir parças . Sessiz, sar bir bo luk. Tek ses, arada bir
kula
za gelen at nallar ndan ibaret. Nihayet, toprak y nlar na ve s rtlar na do ru gitmi tik. Yüzba dan karargâh n nerede oldu unu sordu um zaman, Alagöz Köyü’nün yan nda, bu s rtlar n arkas nda, küçük bir vadide oldu unu söyledi. Nihayet,
otomobil dar bir yoldan geçti. Uzaktan çoban köpeklerinin havlamas itiliyor ve yer yer, birer kocaman ate böce i gibi klar yanan çad rlar görünüyordu. Köyde, ah ap bir evin önünde durduk. ki süngülü asker kap da nöbet bekliyordu.
Aç k kap dan, zeminleri toprak iki oda ve orada çal an zabitler görünüyordu. Evin ikinci ve son kat na ç kt m zaman Kaymakam Tevfik, beni kö esinde kocaman bir masa ve yan nda bir portatif karyola bulunan odaya götürdü. Buras smet Pa a’n n
odas yd . Ayakta, bir binba ile konu uyordu. Genç binba odadan ç nca, bana döndü, bir tahta iskemle gösterdi:
— Art k benim ordumda bir nefersin, dedi. Ben de çok askerce bir tav r ald m.
— Evet, Pa am, dedim.
Bana küçük, bir odal bir ev vereceklerini ve bir de nefer bulacaklar söyledikten sonra:
— Ba kumandan’ ziyaret ettiniz mi, diye sordu.
— Hay r, Pa am, dedim.
imdi hemen gitmelisiniz, sizi bekliyor, döner dönmez sizi vazifenize tayin edece im, dedi.
Yine bir zabit beni Mustafa Kemal Pa a’n n karargâh na götürdü. Solda, toprak y nlar n alt nda birkaç evin
yan yordu. Bir tek ses karanl ktan geliyordu. O da, telefon servisini yapan bir askerin:
nler Katranc nler Katranc , diye bir köyle muhaberesiydi. Sa taraf bir çukur. çinden su geçiyor. Arkas nda üç ev daha var. Bu evlerin arkas nda, yine klar yanan çad rlar, uzun ve sivri bir direk. Telsiz tesisat . Köy yollar karanl k, çamur içinde.
Ay batm . Gece yar oluyor. Küçük bir tahta köprüyü geçerek öbür taraftaki eve gittik. Mustafa Kemal Pa a’n n muhaf zlar kap da. Onlardan biri beni yukar ya ç kard . Pa a’n n yâveri Yüzba Muzaffer Bey beni Pa a’n n odas na götürdü. Çok ayd nl k
ve tek lüks lâmbas olan bir Anadolu odas .
Mustafa Kemal Pa a, oturdu u koltuktan güçlükle kalkmaya çal . Çünkü, kaburga kemikleri hâlâ a lar içindeydi. Yan nda Mustafa Kemal Pa a’n n ikiz karde iymi gibi kendisine benzeyen bir miralay 196 ayakta duruyor. Mustafa Kemal Pa a’ya
do ru, kalbimde mutlak bir hürmetle gittim. O mütevaz odada, bütün gençli in bir millet ya as n diye ölmeyi göze alan karar temsil ediyordu. Ne saray ne öhret ne herhangi bir kudret onun o odadaki büyüklü üne yakla amaz. Gittim, elini öptüm.
— Sefa geldiniz, Han mefendi, dedikten sonra, yan ndaki zabiti:
— Miralay Arif, diye takdim etti. Tasavvur edilemeyecek derecede Pa a’ya benziyordu. Zahirî 197 nezaketine ra men, benim orada olmamdan memnun de ildi. 198
Mustafa Kemal Pa a, ben oturduktan sonra, Ankara hakk nda havadis sordu. Ayn zamanda, tahta masan n üzerindeki bir haritaya e ilerek durumu dört ya nda bir çocu un anlayabilece i kadar aç k ve sade bir ifade ile anlatt
te Sakarya, k vr larak
gidiyor. Etraf na birtak m toplu i neler üzerinde k rm ve mavi kâ tlar konulmu . Bir kelebe e benzeyen i neler. E er askerî durum hakk ndaki duygular
Mustafa Kemal Pa a’ya söylesem, mutlaka gülerdi. Yunan ordusu kocaman bir canavar gibi
Ankara’ya yakla
görünüyordu. Buna muvazi 199 olarak Sakarya’n n do usunda Türk ordusu da k vr larak bu canavar n Ankara’y yutmas na mâni olmaya çal yordu. Siyah canavar o kadar kocamand ki, insana yeis veriyordu.
— E er Ankara’ya gider de bizi geride b rak rsa, ne yapar z, diye sordum. Korkunç bir kaplan gibi güldü:
— Bon voyage, messieurs, 200 derim. Arkalar ndan vurarak onlar Anadolu’nun bo lu unda mahvederim.
Ben aya a kalkarak smet Pa a’ya gidip:
— Sizinle görü tü ümü bildirece im, dedi im zaman, ilk defa olarak tabiî bir gülü le güldü:
— Yeriniz rahat m , diye sorduktan sonra, ak amlar kendi masas nda yemek yememi söyledi. smet Pa a, Miralay Arif ve yâverleri de orada yemek yiyorlard . Sakarya Sava
ras nda, Mustafa Kemal Pa a’n n hususiyeti bamba kayd . Zaferden
emin, aksi takdirde bütün arkada lar yla beraber ölmeye haz r görünüyordu.
Döndü üm zaman, smet Pa a beni birinci ubeye (orada insana en çok ihtiyaç oldu u için) memur etti ini söyledi. Benim efim, orada gördü üm Binba olacakt . Garnizon kumandan beni eve götürdü. Evin iki odas vard . Bir tanesinde neferim
portatif karyolam kurmu , elinde bir lâmba, beni bekliyordu. Uzun boylu, üstü ba ve ayakkab lar paramparça bir adamd çinde bana kar , bir karde himayesi oldu unu sezdim. Selâm vererek:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Battaniyemi getirip kap
n d nda yatay m m , efendim, diye sordu.
— Garnizon kumandan ndan izin ald ktan sonra yatabilirsin, dedim.
Garnizon kumandan :
— Edib k Halide, karargâh erlerinden, diye ad , ya
tesbit ettikten sonra, neferimin yiyece imi buraya getirece ini, saat onda karargâha gitmem gerekti ini, bütün gece çal p gündüzleri yat ld
söyledikten sonra, ayr ld . Benim nefer, bana
stanbul’dan gelen genç bir zabit muamelesi yap yordu. Çay
saat sekizde getirmesini söyledim. Ad , Ali R za idi. Nihayet, bu dar odada, alçak tavan n alt nda yapayaln zd m. Odan n beyaz perdeli küçük bir penceresi vard . Bütün gece, dev kadar büyük
ar lar v ld yormu gibi, ate sesleri duydum durdum. Beyaz perdenin arkas ndaki demir parmakl klar n aras ndan d ar daki a açlar n gölgesini görüyordum. Ali R za çay
getirdi i zaman, o gece ate olup olmad
sorunca, Yunan uçaklar n Mall
stasyonu’na her zamanki gibi hücum etmi olduklar söyledi.
Karargâha gitti im vakit, çal aca m odadaki zabitler henüz uyanm olduklar için, Kaymakam Tevfik’in odas na girdim.
Ben Birinci ube’nin bir k sm nda bulunan Binba Kemal’in emrinde çal acakt m. (Kemaleddin Sami Bey’le kar
lmamal r.) Bu genç adam n vücudunda dokuz yaras varm . Mektepten ç kt günden itibaren, her dövü e girip ç km , ink lâp
taraftar ve militarizm aleyhtar oldu u için de büyüklerince pek sevilmiyormu .
Bu odan n duvarlar da yataklarla doluydu. Orta yerdeki büyük tahta masan n etraf nda s
zabitler, yaz yaz yorlard . Binba Kemal beni onlar n aras na s
rarak vazifemi söyledi. Her gün, muhtelif f rkalar n insan, mühimmat ve silâh
bak mlar ndan kuvvetini tesbit edecek, not alacakt m. Böyle bir raporu haz rlamak öyle san ld kadar kolay de ildi. Gündüz de yanan lâmban n alt nda çal yordum. Benden ba ka da orada sigara içen yoktu. Ö le yeme ini Kaymakam Tevfik ve birkaç
zabitle yedim.
kinci ube’de pek fazla i yoktu. Ona Binba Tahsin’le Yusuf Akçura Bey yard m ediyorlard . Ben, bo vakitlerimde, onlara da yard m etmeyi vaad ettim. Bu sayede ordunun en cesur ve kabiliyetli zabitlerinden biri olan Binba Muharrem’i tan m.
Anla lan, Miralay Arif’in Onbirinci F rkas ’nda çal
. Miralay Arif’in F rkas la volunmu , fakat kendisi Mustafa Kemal Pa a’ n n eski arkada oldu u için askerî kabineye al nm . Miralay Arif’i çok içki içiyormu diye tenkit ediyorlard . Mustafa Kemal
Pa a da bu tenkitte kendisine de bir ima oldu unu sezmi . Her hâlde, f rkas ndan çekildikten sonra da bir kurmay olarak hizmeti çok büyük olmu tu.
Genç zabitlerden biri Miralay Arif hakk nda fikrimi sordu u zaman, ak ll bir adam göründü ünü söyledim, ve benim yan mda, tenkit edilecek tek kelime bile söylememi oldu unu anlatt m.
O ak am, yemekten sonra, Miralay Arif ile beraber Mustafa Kemal Pa a’n n odas nda oturduk ve sabah n be ine kadar zabitler durmadan raporlar getirdiler. Arada bir smet Pa a geliyor, yorgun bir hâlde, bir tahta sandalyenin üstünde
uyuklayakal yordu. Mustafa Kemal Pa a daima askerî meseleler üzerinde duruyor, harita üstündeki k rm
mavili i neleri oradan oraya götürerek askerî harekât tanzim ediyordu. 201 Bu, bana çocuklu umuzda “Çaylak yavrumu kapamazs n ya!” oyununu
hat rlatt . Bana Mustafa Kemal Pa a, yavrular muhafaza eden bir tavuk ve Papulas da Yunan taraf nda bir çaylak gibi görünüyordu.
Mustafa Kemal Pa a, topçu kuvvetlerini, muhimmat ve asker azl
dü ünüyordu. Biz Yunanl lara kar ancak üçte bir kuvvetteydik. Bu Sakarya vadisinde, Türkler taraf ndan al p verilen yediden fazla küçük mevzi vard . Mustafa Kemal Pa a
Çanakkale’de on bir bin ki iyi bir hücumda nas l yok etmi oldu unu dü ünerek o günlere hasret çekiyordu. Her ak am, Binba Kemal yahut ben, kuvvetlerimizin listesini ona götürüyorduk. Mustafa Kemal Pa a’n n teferruat 202 hakk ndaki bilgisi beni
hayrete sokmu tu. Bir gün, bir rakam n yanl oldu unu derhal fark etti. Bana bu rakam n Binba Kemal taraf ndan verilmi oldu unu söyledi im zaman, ona sordu. O da çok mert bir tav rla yanl
itiraf etti.
Sakarya Sava ’nda Refet Pa a’n n Millî Müdafaa’n n ba
fat yla ne kadar mühim bir hizmette bulunmu oldu unu anlad m. Sakarya ordusuna cephane, mühimmat ve insan göndermek için, memleketin her taraf arar tarard . Gerçi, Sakarya
Sava ’n n ba nda yirmi be bin tüfek ve insan var idiyse de, bunlardan on alt bin ki iyi kaybetmi tik. Halbuki, sava n sonunda kuvvetimiz k rk bine ç km . Erkân- Harbiye’nin ba nda olan Fevzi Pa a da, ordunun zaferini, insan ve mühimmat
bak ndan Refet Pa a’ya borçlu oldu umuzu söylerdi. Fakat, Refet Pa a’n n kendisi, bütün bu zaferin köylü kad nlar n marifeti oldu unu, yayan yürüyerek orduya yard m ettiklerini söylerdi.
Mustafa Kemal Pa a yemeklerden sonra, muhtelif konular üzerinde konu urdu. Bazan, yenilirsek, Sivas’a çekilece imizi söylerdi. Fakat, bunu nadiren söyledi i zaman, Miralay Arif de, ben de müteessir olurduk. Miralay Arif daima bu memlekette
hayat n k ymetli olmad
, ölüme gönderecek say da insan bulundu unu söylerdi. Miralay Arif, hayat tamamen orduda geçirmi ti. Nadiren konu urdu. Konu tu u zaman, ya Almanya’daki günlerinden bahseder ya sava meselelerine temas eder, gayet
realistçe konu urdu. nsan taraf , ihtiyar hizmetçisi Ay e Han m’dan ve boz ay ndan bahsetti i zaman hissederdiniz. Bu ay Pazarc k ormanlar nda yavru iken bulmu ve yan na alm . Di lerini ç kartm , onunla daima güre edermi . Aylarca bu ay
güre inden mahrum olmak ona güç geliyordu. Bu ay yenecek kimse olmad
söylerdi. Ay n Ay e Han m’la güre edip etmedi ini sordu um zaman, Boz O lan’ n bu kad na kar bir evlât gibi davrand
anlat rd . Anla lan, en büyük zevki bu ay
ile güre etmekti. Boz O lan’ , Mustafa Kemal Pa a’n n bahçesinde birkaç ay sonra gördüm. En çok sevdi i, armuttu. Koskocaman ve korkunç bir mahlûktu. Uzatt m armutu al p yedi, fakat benimle güre etmeye kalkmad .
25 A ustos’ta sava ba lad lk günleri, Yunanl lar yer kazan yordu. Ufak tepeleri birer birer ele geçiriyorlard . Bu tepeler askerî bak mdan çok önemli idiler. Mustafa Kemal Pa a onlar n Çal Tepesi’ni i gal edinceye kadar korkulacak bir ey olmad
,
fakat Haymana’ya girerlerse, bizim de kapana tutulaca
söyledi.
Ben, Yusuf Akçura ve Binba Ali Bey’le karargâhtan Alagöz Tepesi’ne ç karak sava seyrettik. Yunan uçaklar uçu up duruyorlard . Binba Ali bizim yerimizi ke fetmi olmalar ndan endi e ediyordu. Bu aral k, Mustafa Kemal Pa a, Refet ve smet
pa alar Karargâh’ta toplanm lard .
Alagöz Tepesi’nden a
do ru inen sonsuz vadiler ve toprak y nlar , k rm , mavi renklere boyanm gibiydiler. Çal Tepesi bunlar n üstünde bir dev gibi yükseliyordu.
Fevzi Pa a’ya, Mustafa Kemal Pa a’n n evinin önünde rastlad m. Beraber yürüdük ve konu tuk. O, Kaymakam Salih ile beraber en ön saftayd . Onda zaferimize kar , o kadar büyük bir emniyet vard ki, bu insana ümit veriyordu.
Bir hafta geçmeden Çal Tepesi dü tü. Korkunç bir sükût. Mustafa Kemal Pa a sövüyor, a
yukar dola yor ve geri çekilme emri verip vermemekte tereddüt ediyordu. Bir zabit odaya girerek:
— Fevzi Pa a sizi telefonda ar yor, Efendim, dedi.
Gece yar ndan sonra, saat tam ikiydi. Bana oras o gece bir tiyatro sahnesi gibi gelir. Mustafa Kemal Pa a, kar ki odada telefon ediyor, ben de kap ya dayanm , dinliyorum. Sofa ayakta dimdik duran zabitlerle doluydu. Herkes bekliyordu.
— Mustafa Kemal konu uyor. Siz misiniz Pa a Hazretleri? Ne? Vaziyet lehimize mi dediniz? Do ru anlad m m ? Haymana hemen hemen i gal edilmi tir. Ne? Yunanl lar kuvvetlerinin sonuna gelmi , ricat m edecekler?
Orada duranlar n yüzleri ld yor. Ondan sonra Mustafa Kemal Pa a geldi. Yunanl lar daha ileri gitmeden önlerine gönderece i kuvveti temin için plan yapmaya ba lad . Mustafa Kemal Pa a’n n gözleri o gece Dante’nin Cehennem’inde yananlar n
gözleri gibi, anlat lamayacak kadar ac içindeydi.
— Dinleniniz, Pa am, yat z, dedim.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Hay r, haydi bir kahve daha içelim, diyerek, kendisine hizmet eden Ali Çavu ’a seslendi. E er bazan tesadüfî bir hareket bir milletin kaderini de tirebilirse, i te Fevzi Pa a’n n telefonu böyle bir tesadüf oldu.
Fevzi Pa a’n n hakk vard . Ertesi gün Yunanl lar Haymana’ya hücum edemeyecek kadar yorgundular. Oradaki gedik bizim taraf zdan kapat lm . Dördüncü F rka Kumandan Kemaleddin Sami Pa a, üç Yunan f rkas yla dövü üyordu. Türk f rkas
bin be yüz, Yunan f rkas n her biri üç biner ki ilikti. Âdeta Kemaleddin Sami’nin f rkas kar
ndakinin hareketine mâni olmak isteyen bir dirsek gibi görünüyordu. Gece yar , Mustafa Kemal Pa a’ya telefon ederek ac ac cephane istedi. Bütün bu
aral k, Fevzi Pa a, Yunanl lar n çekileceklerinde srar ediyordu. Bir sürü münaka a oldu.
kinci ube’nin i i önem kazanm . Ben de o ubeye ba land m. Bizim taraf zdan süvari kuvvetlerinin hücum birlikleri büyük rol oynad lar. Yunan nakliyat durduruyor, mühimmat depolar na hücum ediyor, tren yollar bozuyorlard . Vaktiyle
Ethem’in yan ndan ayr lm , fakat orduya kat lmam olanlar da art
imdi bir çete sava na ba lam lard . Yunan esirlerinden ald
z bilgiye göre, ordular üçte birini kaybetmi ti. Genç bir Yunan esir bana dedi ki:
— Bize her tepeye hücumda, arkas nda Ankara var diyorlard . On alt gün geçti, Ankara görünmedi. Türklerin eline geçersek bizi öldüreceklerini söylüyorlard . Durmadan da makineli tüfeklerle bizi ileri sürüyorlard .
Her hâlde Anadolu beyaban korkunç sessizli iyle Yunanl lar n mizac na uymuyordu. Bununla beraber, Sakarya’da iyi dövü tüler. Ordular n bir k sm yerli H ristiyanlardan, yani Türk tebalar ndan te ekkül etmi ti. Bunlar dövü üyorlard , çünkü
tutulurlarsa vurulacaklar ndan emindiler. Biz teslim olanlar vurmayaca
ilân etseydik, Yunan ordusunun yar
bizim tarafa çekecektik. Yerli H ristiyan köyleri de çok fecî durumdayd lar. Yunanl lar köyleri yak yor, hayvanlar al yor ve zmir’e
gönderiyordu. Art k Yunan ricati ciddî bir ekil al yordu.
Yunanl lar n yirmi bir uça vard . Bizim bir uça
z vard , onun da benzini eksik, makinesi bozuktu. O günlerdeki Türk havac lar n cesaretinin derecesini anlatacak kudrette de ilim. Onlar n sadece getirdikleri haber de il, Yunan uçaklar na ve
nakliyat kollar na yapt klar hücumlar da son derece mühimdi. Bunlar n aras nda, dünyan n muhayyilesini
rtacak olan bir tanesi Yüzba Faz l idi. Bir havac yla:
— Faz l’a ne gönderelim, diye sordu um zaman:
— Tan gazetesini yollay n, Faz l yaln z onu istiyor, demi ti. Faz l’a Tan gazetesini yollad k.
er Türk sava lar içinde Faz l’a insanüstü s fat vermek gerekirse, S hhat ubesi’nin Ba müfetti i Dr. Murat’a da bir insan mucizesi demek lâz m gelir. O yokluk içinde hastahaneler, ambulanslar yarat yor, yaral lar öküz arabalar nda ta yordu. Bu
vah etabâtta 203 esen so uk rüzgârda kollar ba lar sar bir sürü askerin yatt
görürdünüz. Dr. Murat at üstünde dola rd . Herhangi bir memlekette mevki yapabilecek bir doktordu. Çok zaman ate alt nda yaralar sarar, hastalar ta rd . Bizim
Yunanca mütercimimiz bir Türktü. Her gün Yunanl lar n Risos Pasttis adl günlük gazetelerinden tercümeler yapard . Her hâlde Atina’da bu Anadolu sava
n insan hayat na kar bir k tal oldu unu anlayanlar vard .
Eylülün dokuzuncu sabah , garnizon kumandan evimin kap nda buldum. Bana yaln z iki battaniye ile at
götürebilece imi, Dr. Murat, Mall istasyonuna giderken onunla beraber gidebilece imi söyledi. Bu, bir emirdi. O gün muhitteki sevinç, kötü
günlerdeki yeis kadar sessizlik ve sükûn içinde kendini ifade ediyordu. Karargâh, Polatl ’n n on mil ötesine kadar gitti. Mall ’da trene bindi im zaman, ilk defa Hava Kumandan me hur Faz l’ gördüm. Bir kur unî köpekle kompart manda, kar mda
oturuyordu. Geni yüzlü, mahzun ve iyi bak
gözleri olan bir adamd . Bu gözler, muhitinin ötesinde bir eylere bak yor gibiydi.
Mutfak tak mlar götürememi tik. O sabah sade bir fincan çay içmi oldu um için, trende açl ktan k vran yordum. Bu açl gidermek için ç p dola rken trenin kap nda Ali Çavu ’u gördüm:
— Bana biraz ekmek ver, dedim. Kompart man n kap na battaniyelerimden birisini asm m. Öteki battaniye hem yast k, hem örtü vazifesini görüyordu. Sabaha kadar titredim. Ertesi gün, ilk Türk taarruzu olacakt . Önce, üç pa a arabayla geçtiler.
Bizler de, k rk ki i kadar, beyaz, kara ve doru atlar n üstünde onlar takip ettik. Tabiî, benim Doru’yu geçebilecek at olmad için, o daima önde gidiyordu. Bu day tarlalar ndaki olgun ba aklar rüzgârda sallan yordu. O gün askerlerin s rf sava tan dolay
duyduklar heyecan n mahiyetini sezer gibi oldum. Bir Tatar köyünün önüne gelince attan indik. Bir tepeyi t rmand k. Dar bir bo azda Elli Üçüncü F rka vard . Bu, Üçüncü Kolordu’nun bir parças yd . On Be inci ve Yirmi Üçüncü f rkalar hücuma geçmi lerdi.
Hepsi dev ar lar gibi v ldayan Yunan uçaklar n alt nda. Bu tepenin önünde geni bir vadi, etraf nda Polatl ve Kat rl bulunuyordu. Hava toz ve duman içinde. Zabitlerden biri:
— Bu manzara gece çok güzeldir, diyor.
Biz ilerlerken Ali Çavu yan ma geliyor ve diyor ki:
— Sol üzengiye aya
geçirmemi sin. Pa a gönderdi, düzelteyim diye.
Ali’nin öbür taraf ndaki bir siperde Mustafa Kemal Pa a’n n gülerek bize bakt
gördüm. Seslendi:
— Gelin, Han mefendi, harp ediyoruz.
Yüzü, en çok sevdi i oyunu oynayan bir çocuk gibi, gülüyordu. Bana Üçüncü Kolordu Kumandan Kâz m Pa a’y takdim etti. Arkas nda bir kürk, elinde bir telefon, kar daki tepelerle konu an bir adam. Mustafa Kemal Pa a:
— Duatepe’ye hücum ediyoruz, dedi.
Ondan sonra, öteki siperleri de dola m. Top ve makineli tüfek sesleri hiç ara vermiyor. Elimdeki dürbünle sava oyununu seyrediyorum. Bunun neticesinin hastahanelerde ne ekil ald
unutmu gibiydim. Evet, insanlar birbirine giriyor. Nihayet
süngü sava lar . Âdeta kocaman kar ncalar n yuvalar etraf nda kavga etmeleri gibiydi. Yan mdaki:
u sivri, ehrama 204 benzeyen tepeyi görüyor musunuz? O Karada ’d r. Onun arkas ndan bakarsan z, Yunan ricatini görürsünüz, dedi.
Bakt m. Güne li gö ün alt nda, siyah bir toz bulutu aras nda kapkara bir insan sürüsü gidiyor. Dedi ki:
— Yunanl lar cesaretli dövü üyorlar. Kuvvetlerinin çekili ini kapatmak için topçular kendilerini feda ediyor.
te, Papulos’ n askerî görü ü, bu ilk çekilmeden sonra sava bir y l daha sürdürdü. Askerî bak mdan mükemmel bir ey. Ama, insanl k bak ndan, bir y l önce bitmesi iki taraf için de daha iyi olurdu.
Sava o gün saat dörde kadar sürdü. Yirmi Üçüncü F rka Duatepe’nin arkas ndan Çekirdekler’e girmi ti. Bunu söyleyen Binba Muharrem Onbe inci F rka’ya bunu haber vermek için, onba
da beraber götürmesi gerekti i zaman, bir çocu a mükâfat
vaad ediyormu gibiydi.
Yeni karargâha geldi imiz zaman, Miralay As m beni onba yapm ve bana bir nevî u ur alâmeti gibi muamele etmi ti.
Binba Muharrem dedi ki:
imdi insanlar n top ate i ile öldü ü yere gidiyoruz. Bunu söyledikten sonra, arabaya binerek epeyce gittik. Bana Duatepe’de dumanlar aras nda sava an insanlar elimle tutacakm m gibi geliyordu. Orada bir ey parlad , bir ses:
— Ate , diye gürledi ve parlak bir madde uçup gitti. Duman ve gürültü. Nihayet, kendi topçu k sm za gelmi tik. Yine demir gibi bir ses bize sert bir eda ile emir verdi:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Yüzükoyun yürüyün!
Binba Muharrem:
— Mevkilerinin Yunanl lar taraf ndan ke fedildi ini istemiyorlar, dedi. Yüzükoyun yürümek bana gülünç geldi.
te Kumandan m sipere geldik, diye yan mda bir ses f lday nca, siperden bir dev kolu gibi bir kol uzand , beni yakalayarak a
ya çekti. Bu, ükrü Naili Pa a’n n koluydu. Bu adam gayet uzun boylu, sar n ve çocuk gibi mavi gözlüydü. Yüzü
toprak içinde. Beni siperdeki dürbününün ba na oturtarak:
imdi Onba , buradan Yunanl lara ate edeceksin, dedi.
Beni mazur görmesini rica ettim. O, kendisi ate meselesini temin ederken, biz siperden sürünerek ç kt k.
ükrü Naili Bey, eski Cermenlerin devrine yara r bir insand . Miralay Arif, onun icab nda süngü ile dövü ecek kabiliyette bir insan oldu unu söylerdi. Yedi f rka kumandan Sakarya’da ehit olmu tu. ükrü Naili’nin ehit olmamas için (sekizinci
olmamas için) içimden dua ettim.
Duatepe al nm . Üstünde bir tek Türk askerinin, güne in alt nda, ayakta durdu unu gördüm.
Saat dokuzda karargâha döndük. Geçti imiz vadi, havas na mürekkep sürülmü gibi kararm
urada burada nakliyeciler ate yakm oturuyorlard . Onlar n aras ndan, atlar
n nal sesleri vadide akisler yaparak geçtik.
Bizim hücum bir hafta kadar devam etti. Karada ’a Elli Yedinci F rka hücum etti. Bunlara bakarken, insan kalabal klar n birbirlerini öldürdüklerini görüyordum. 1200 ki iden müte ekkil olan Elli Yedinci F rka’n n yedi yüzü ehit olmu tu. Ben, kendi
kendime içimden, bu cehennem sahnesiyle ilgilenmemi tenkit ediyordum. Miralay Kâz m’ n çad na geldi imiz zaman, bize yer gösterdi. Kumandan n bir saman y
ndan ibaret olan yata
n üstüne oturduk. Mustafa Kemal Pa a’n n gelmesini bekledik.
Ondan sonra da, at üstünde, onu arabas nda takip ettik.
Yunanl lar Sakarya’n n do u taraf aceleyle terk ediyorlard . Biz de art k Polatl ’ya gidebildik. Eylülün on üçünde Mustafa Kemal Pa a ile ö le yeme i yerken, Malta’dan henüz dönmü olan Fethi Bey’i orada bulduk. Miralay Arif de oradayd . Mustafa
Kemal Pa a, bir çocuk gibi memnun görünüyordu. Elini Miralay Arif’e uzatarak, el fal na bakmas söyledi. Miralay Arif:
— Bak, parmaklar n aras ndan k s yor. Hiç içini saklam yorsun, dedi.
Mustafa Kemal Pa a gülerek:
— Bunu bilmek için elime bakmak lâz m m , dedi.
Miralay Arif, benim avucuma da bak nca, bir dost gülümsemesiyle, benim hem içini saklayan, hem kuvvetli bir insan oldu umu söyledi ve gelece im hakk nda parlak sözler ekledi.
imdi, dü ünüyorum. Acaba, kendi avucuna bakarak korkunç istikbalinin ne olaca
görmü müydü?
Bir zaman için, Polatl ’da, istasyonda kalmaya mecbur olduk. Kasabadaki evlerin oturulacak hâle sokulmas bekliyorduk. Mustafa Kemal Pa a Ankara’ya gitmi ti. Sakarya kumandanlar bir bir gelerek smet Pa a’y tebrik ediyorlard . Gayet vakur ve
sakin olmalar na ra men, bir küçük çocu un kendinden kuvvetlileri yendi i zamanki vaziyette olduklar hissediyordum. Ben vagonun merdiven basama nda oturarak, Polatl ’n n k rm daml evlerinden yükselen toz bulutlar na bak yordum. O aral k, bir
Türk çavu u bir küçük grup Yunan esiri getirdi. Onlar da oraya çömeldiler. Aralar nda, her hâlde on sekizinden fazla olmayan, mahzun yüzlü bir genç vard . Onu yan ma ça rd m. Memnun göründü. Ben, insanlar n hür do du una inand m için dü man
esirleri görmekten de müteessir oldum. Bana kendi memleketini anlatt . Annesi, alt z karde i varm
simlerini bir bir söyledi ve ayn zamanda hükûmetlerinin bu vah î sava a kendilerini sürüklemesinden ne kadar üzgün oldu unu anlatt . Her hâlde, bu
çocuk, o günlerin Yunan vatanseverlerinden de ildi. Alelâde bir insan evlâd yd . Çünkü, Yunan vatanseverli i çok çirkin ve insanî olmayan eyler yapt yordu. Bu genç, Megalo dea’y anlam yordu. Bu mefkûre(ye), binlerce y l önce Yunanl lar n olan
Anadolu’yu almay ve içinde yerle mi Türkleri, çocuklar , evleri, mallar mülkleriyle yok etmeyi ö ütlüyordu. Öldürmek, zaptetmek, taarruz etmek, i te Megalo dea’n n o günkü ifadesi. Delikanl yan mdan ayr rken:
— Adioses Kiria, 205 dedi. Çocuk sahibi bir kad n ona yak nl k göstermesi, onu avutmu tu.
O ak am, geç vakit, Yusuf Akçura ile Dr. Murat beni görmeye geldiler. kisi de Karada n tepesine ç km lar, sava n en iddetli oldu u yeri tetkik etmi lerdi. Dr. Murat dedi ki:
— Allah bizi oraya yollad . Orada üç yaral Türk askeri bulduk. Bir Yunan doktoru yaralar sarm , onlara ekmek, su b rakm .
Yusuf Akçura’n n anlatt belki daha da dikkate de er. Biri Türk, biri Yunan askerinin birbirlerine sar lm olduklar görmü . Acaba birbirlerini bo azlad ktan sonra, insanlar n karde oldu unu mu hissetmi lerdi? Yoksa, aralar nda art k hiçbir siper
kalmayan ve ölüme giden iki insan gibi birbirlerine mi sar lm lard ?
Polatl ’ya yerle ir yerle mez, Yunanl lar n Sakarya köylerindeki vah î hareketleri hakk nda çok çirkin haberler ald k. Tamamen hayvanlar gibi hareket etmi lerdi. Polatl ’ya yerle ti imizin üçüncü günü, smet Pa a’ya raporumu götürdü üm zaman, onu
bir Tatar’ n evinin balkonunda buldum. Beni ö le yeme ine al koydu. Bana orada yeni bir vazife verdi. Mübalâ a ve yalan katmadan, Yunanl lar n o bölgede yapm olduklar zulümleri tetkike beni memur etti. Bu Tetkik-i Mezalim 206 ad alt nda bir vazifeydi.
Burada i im hakk nda bilgi vermeye ba lamadan önce, dünyada “mücrim millet” 207 olmad
söylemek isterim. Ayn zamanda, bar a engel olan eylerden birinin de, siyasî emeller için isteriye kaçan mübalâ al yaz lard r. Böyle bir hareket, gençli e
kötü duygular veriyor, babalar n yapt ndan evlâtlar mesul gösteriyor. Bunun neticesi, ya patolojik bir öç alma duygusuna ya da kar tarafta geçmi ten mesul olmayanlarda bir çe it utanma duygusu uyand yor. Siyaset kumarc lar bu duygulardan
faydalanarak, daima bir milleti ötekinin bo az
kmaya zorlarlar. Bundan dolay , bu faciay çok tarafs z ve sakin tetkik etmek istiyorum. Ne var ki, ben de, bunun baz sahnelerinden çok müteessir oluyordum.
Ba nda bulundu um Tetkik-i Mezalim ubesi’nde Yakup Kadri, Yusuf Akçura, bir mülâz m, bir de bir foto rafç hizmete memur edilmi lerdi. Mülâz mla foto rafç en uzak yerlere giderek resim çeker, bana, harap edilmi köyler hakk nda rapor verirlerdi.
Birkaç gün sonra, benim de tetkike ahsen kat lmam gerekti ini hissettim. Çünkü, Yunanl lar n bu köylerdeki hareketleri akl kaç rm insanlar n hareketleri gibiydi. Mülâz mdan ve gelenlerden i itti ime göre, Yunanl lar n Anadolu kad nlar na muameleleri,
bütün vah et ölçüsünü a
gibiydi. O zaman benim efim olan Binba Tahsin Bey’e (aile babas ve çok ahlâk sahibi bir adamd ) Yunanl lar taraf ndan kirletilmi kad nlar n isimlerini raporlara geçirmememizi teklif ettim. Kabul etti. Ne kadar zaman kül
olmu köy evlerinin harabeleri üzerinde oturarak itiraflar dinledim. Hiçbir Katolik papaz , insan n içindeki ebedî ve vah î hayvan hakk nda bu kadar içten itiraflar dinlememi tir.
Polatl civar ndaki Üzümbeyli ve Çekirdekler, en fazla vah ete maruz kalm lard . Papulas Erkân- Harbiyesi’yle beraber Üzümlübeyli’de ku at lm ve büyük güçlükle kaçm . Geride kalan Yunanl lar, bana verilen raporlara göre, o köyü ve civar
tamamen yakm lard nsan, pencerelerin demir parmakl klar nda yanm el parçalar görüyordu. Yirmi gün sonra, buradan köylülerin ço u kaçm oldu unu tahkik ettik. Çekirdekler’de bulunduklar haber al nca, oraya gittim.
Duatepe’nin ete inde, yirmi be evli bu küçük köyden yaln z üç ev kalm . Ötekileri yanm . Yunanl lar, Duatepe’den çekilirken, tabiî hayvan sürülerini götüremedikleri için, onlar da öldürmü lerdi. Her yerde y n y n hayvan le ine rastl yordunuz. O
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
karanl k günün kapatt kül ve ta
nlar üzerinde bir sürü insan oturmu tu. Erkekler bir ey söylemiyor, kad nlar durmadan hareket ediyor ve çocuklar a yordu. O gün Miralay Kenan ile Yakup Kadri benimle beraber gelmi lerdi. Onlar da ta
nlar n üzerinde oturdular. Ba kirli bir mendile sar , ihtiyar, buru uk yüzlü bir kad n, di siz a
aç kta, siyah gözleri ölüm azab içinde, birer pençe gibi uzanan elleri ile omuzumdan yakalam ba yordu:
— Kocam , benim Üzeyirim’i burada diri diri yakt lar!
Köylüler, ba lar önlerinde susuyorlard . Sadece, bir ihtiyar adam, bu sahneyi merakla ve ba
sallayarak seyrediyordu. Ben, meseleyi bu ihtiyardan dinlemek istedim. Kad n pençesinden güç belâ omuzumu kurtararak:
nsanlar burada diri diri yakt lar m , diye sordum.
Sakin bir sesle:
— Öyle galiba, dedi.
Anla ld na göre, Duatepe Taarruzu ba lamadan önce, Yunanl lar köylüleri götürmü , angaryaya ko mu lar. Giden adamlar hiç geri dönmemi . Umumî Yunan çekilmesinde, erkekler geri döndükleri zaman, kad nlar evlerinin külleri üzerinde
bulmu lar. Çocuklar n baz lar açl ktan ölmü , kad nlar n marûz oldu u muameleye gelince, ondan hiç bahsetmiyorlard . Yerde dört çukurun içinde küller, küllerin aras nda yanm kemikler ve parça parça asker esvaplar , bazan da üzerinde Türkçe yaz lar
bulunan yanm kâ t parçalar buluyorduk. te, Üzeyir’in kar , kocas n burada yak lm oldu unu söylüyordu.
Buras Sakarya’n n en çok fecaate u ram olan köyüydü. Herkes derin bir keder içindeydi. Gelecek hakk nda hiçbir dü ündükleri yoktu. Öteki köylerde rastlad m filozofça görü e burada rastlamad m. Bu köyün ço unun Rumeli muhaciri olduklar
dillerinden anlad m. Türk ordusu, Sakarya’da o kadar yorulmu tu ki, Yunan ordusunu Bolvadin’den öteye sürecek mecali kalmam . Eylülün yirmisinde, Sivrihisar’ n elimize dü mesini bekliyorduk. Üç gün için, raporlar bast rmak üzere Ankara’ya gittim.
Dönü te Yolda beraberimde getirdim. Henüz, gayemize ula amam k. Ula ncaya kadar da, ne kadar can kayb olaca
kestirmek mümkün de ildi.
196. Alay kumandan .
197. Görünürdeki.
198. Sonradan ö rendi ime göre, beni çizmelerim ve asker elbisemle çok fazla genç bulmu ve orduya bu ya ta gelmenin do ru olmayaca
ba lam . (Y.N.)
199. Paralel.
200. (Fr.) yi yolculuklar, beyler.
201. Düzenliyordu.
202. Ayr nt .
203. Vah et diyar nda.
204. Piramite.
205. Ho ça kal han m.
206. Haks zl klar, ikâyet sebebi olan eyler.
207. Suçlu millet.
bir zabite söylemi ti. O da, benim hemen hemen orta ya
bir kad n oldu umu söylemi ti. Bunun üzerine Miralay bana kar çok daha samimî bir vaziyet almaya
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
k e r- s o ft w a
11
Onba
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
Halide
12 Eylül 1921’den A ustos 1922’ye kadar
imdi Onba Halide’yi, herhangi bir yabanc gibi önüme alarak onu tahlile çal aca m. Acaba, bu kadar insan kayb na ve bu kadar fecaate tahammül edebilecek kuvveti nerede bulmu tu?
Her hâlde, son dakikaya kadar, yani Anadolu topraklar ndan bu korkulu rüya geçinceye kadar sabretmeye karar vermi bir ruh hâleti 208 ta yordu. Bu ruh hâleti, en basit neferden ta smet Pa a’ya kadar aç kt . Birbirimizin gözlerinin içine bakt
z
zaman, bu ks z bak lar n ard nda, gelece e inanan bir kuvvet vard . O günlerde Mustafa Kemal Pa a’n n orada bulunmamas belki de iyiydi. Çünkü o, çok sab rs zd smet Pa a’n n, buna kar k, s rs z bir sabr vard . Gerek smet Pa a’da, gerek
askerde, bu mizaç yani gelece i beklemeye ve onu haz rlamaya azmeden sab r ve sükûnet olmasayd , Türkler muvaffak olamazlard . Buna kar k, Yunanl lar Megalo dea’n n arkas ndaki heyecanl ve sab rs z mizaçlar yla bu geçen günleri kavgalara,
içkiye ve her türlü acayip hayata vakfetmi lerdi.
Üç gün sonra Ankara’dan dönünce, karargâh hâlâ Polatl ’da buldum. Benim Tetkik-i Mezalim ubemin i i, sabahleyin onda ba lay p ö leden sonra dörtte bitecek dedi im zaman Yusuf Akçura fena hâlde k zd . Bir tarih hocas olan Akçura’n n
muntazam saatlere tahammülü yoktu. Eskiden talebesi olan Binba Tahsin, âdeta onun emrindeymi gibi her arzusunu yap yordu. Akçura sava heyecan olmad zamanlar, bilhassa yeni evlenmi oldu u için, çok sab rs zlan yordu. Bunu da biraz tabiî
kar lamak gerekti. Buna kar k, Yakup Kadri gayet sakin davran yor ve Yusuf Akçura ile beraber yatt klar odada geçen eyleri bana gülerek anlat yordu.
Akçura sabahleyin gözlerini aç nca, bana sövüp sayarm , “O kad n, büyücü,” dermi
in garip taraf , sahiden de benim büyü yapt ma inan yormu . Benim eski dostum Akçura, bir hafta kadar bana surat ettikten sonra, gelip çal maya ba lad .
Haftan n sonunda, kendisine çikolata ikram ederek bar mak istedim, fakat bu vaziyete uzun zaman dayanamad . Yakup Kadri de bir hafta sonra gitti. Onun gitmesinin sebebi s hhatinin bozulmu olmas yd .
Sakarya vadisini, at üstünde, inceden inceye tetkik ettim. Bo luklarda sava n izleri kalmam . Orada burada belki elle, t rnakla kaz lm çukurlar vard .
Bir hafta kadar bir Tatar köyünde kald m. Onlar Rus sayd klar için, Yunanl lar bir ey yapmam lard . Köy çok temiz bir yerdi. Kad nlar yorgun de il, çocuklar okuyup yaz yordu. Mektep hocalar vard . K sacas , Anadolu’da o s f halk n biraz üstünde
görünüyorlard . Bunlar elli y l önce, K m Muharebesi esnas nda göç etmi lerdi. Çocuk ölümü az oldu u için de ço alm lard . O zaman Türkiye’nin büyük meselesi, nüfusunun azl oldu u için, bir gün smet Pa a’ya K m’dan göçmen getirtmek fikrini
vermek istedim. smet Pa a, pencereden, bahçede su ta yan Mo ol yüzlü, elmac kkemikleri ç k ya ca bir kad na bak p ba
sallad ve:
— Türk rk n simas de tirirler. Onlara benzemek istemem, dedi.
Bir gün, balkonda, k k bir ütü bulmu tum. Topçu Müfetti i Miralay Galip, 209 bunu elimde gördü ü zaman, ona ütülenmemi mendil kullanman n s
ndan bahsettim. Bunu kendi ubesinin atölyesine tamir için göndermemi söyledi. O atölyede her
ey yap yordu.
Sivrihisar, büyük bir yanarda n a ndad r. Yar may eklinde, kayal klar Sakarya’ya hâkimdir. Oraya Binba Tahsin ile beraber giderken, bu kayalar n ucu göklere de iyormu gibi bana yüksek göründü.
Sivrihisar yolunda en büyük köy Mülk’tür. Anadolu’ da böyle bir köyün bulundu unu akl mdan geçirmezdim. Ba lar , bahçeleri, iki üç katl ta binalar vard . Bu defa oras dinamitle y lm . Kad nlar y nt lar aras nda, hasta çocuklarla dola yorlard .
Baz lar da tarlalardaki yatm ekinlerin aras ndan bir eyler ç kar p çocuklar n kar nlar doyurmaya çal yorlard . Yunanl lar en fazla buras yak p y km lar, ya ama vas talar ortadan kald rm lard . Ne kimsenin ba nda bir dam ne hayvan ne
yiyecek kalm . Kerem Dede’nin kar Fatma Nine ile konu tum.
— Ah evlâd m, dedi. Ne oturup da yaz yaz yorsun. Bo azlar kesilmi bir halk için yaz neye yarar? Bu köyün üç bin s r ve koyunu vard
imdi yaral kocamla k ma yedirecek yumurta bile bulam yorum. Bir tek tavuk kalmad . Tuz bile yok.
Yapraklar , otlar kaynat p yerken insan içine bir parça tuz koyabilse.
Ben, ona Sivrihisar’dan bir horozla iki tavuk gönderece imi vaad ettim. Fakat, olan bitenleri yazman n benim vazifem oldu unu da anlatt m. smet Pa a’ya haber vermek gerekti ini söyledim. Kad n, boynunu ve gözlerini kollar na silerek:
— Pa a’ya söyle, daha evvel bizim ihtiyaçlar
görsün. Bir ey yürümüyor, her ey bozuldu, evlâd m. Eski zamanda biz sade jandarmalar n bir felâket oldu unu dü ünürdük. Halimizden Padi ah haberdar de il, derdik. Fakat, o günler âdeta
cennetmi . Nas l Yunanl lara yalvard m, bilsen. Biraz ya ayanlar n ba nda bir dam b rak n, dedim. Köylülere:
— Bizi Avrope yollad , dediler.
— Bana bak k m, o Avrope denilen adama söyleyin, biz ona fenal k etmedik, biz zavall köylüleri rahat b raks n.
Tuhaf u ki, Yunanl lar, Sakarya bölgesinde en iptidaî köylüye kadar bu i in arkas nda ngilizlerin oldu unu anlatm lard . Orada, ta lar n üzerinde not alarak Hilâl-i Ahmer merkezine, süratle ilâç, yiyecek ve battaniye göndermelerini, aksi hâlde, hiç
kimsenin ya ayamayaca
bir telgrafla bildirdim. O gece, Sivrihisar’a çok geç dönebildim.
Halide Onba , ondan sonraki günlerde, daima at üzerinde sava kal nt lar n süprüntücülü ünü yapan akbabalar aras nda, y nt lar n üstünde hep köylüleri dinler, not al r ve durmadan yard m için civardaki kumandanlara ba vururdu. Benim daha
önceki efim, Binba Kemal bütün kalbiyle kendini bu i e verdi ve smet Pa a bu yak p y lm sahaya mensup askerlere iki ay izin verdi.
Ekim ay kmadan, bütün Sakarya vadisinde her damla su donmu tu. Köylüler aras nda, s rt mda deri kürkle dola rken fena hâlde utan rd m. Ellerimin ve ayaklar n donmas , bu kabahat hissini biraz giderirdi. O ay ç kmadan Hilâl-i Ahmer telgrafa
cevap verdi. Bu sahan n ihtiyaçlar tesbit için, Abdülmuttalip ile Amerika’n n Yak n Do u’ya Yard m Te ekkülü’nü temsil eden Miss Allen ile Miss Billing de geldiler. Bana bir memur dedi ki:
— Onlar n gelmesini biz istedik. Çünkü Miss Allen raporlar za inanm yordu.
Her hâlde H ristiyan bir milletin böyle facialar yapmas onu mahcup ediyordu.
Ben onlar Mellek Köyü’nde kar lad m. Sakarya’daki harap olmu alt köyü onlara gösterecektim. Onlar yat racak ev yoktu. Çok ükür, 12. F rka seyyar hastahanesi bize çad rlar verdi ve doktorlar çok yard mda bulundu. So uk o kadar korkunçtu ki,
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
çad rda yatarken, Yolda yatakta kendime ba yordum. Binba Tahsin ile foto rafç z ve Yüzba Cemil de bizimle beraberdi.
Miss Allen, Türkçeyi Anadolu ivesiyle konu urdu ve köylülerle hemen dost oluveriyordu. Onun, benim te ekkülümde devaml bir yard mc olarak çal mas çok isterdim.
Bu uzun gezintide çok ac hat ralar da vard r: Bir gün Kösea aç’tan Gecek’e, geceyi geçirmek için gidiyorduk. Misafirler arabayla, Binba Tahsin’le ben de atla gidiyorduk. Vakit geçti. Hava çok kararm . Tepeden do ru, bir kad n e
ini güderek
geldi:
— Tahsin, o ul Tahsin, diye feryada ba lad . Sesi bütün o bo vadiyi tar yor gibiydi. Binba Tahsin müteessir oldu. At durdurarak:
— Ben buraday m ana, gel ne söyleyeceksen söyle, dedi.
— Bu üniformay nereden buldun? B klar n nas l ç kt ?
Kösea açl bir kad nd . Yirmi üç ya ndaki o lunu Yunanl lar öldürmü tü. Kafas altüst oldu u için, Binba Tahsin’i o lu sanm . Binba Tahsin o lu olmad
söyleyince:
— Bulun öyleyse benim Tahsin o ulu, bu e
e bindirir, götürürüm ben onu.
Kösea aç’a girerken, o ac kl ses yine etraf :
— Tahsin o ul, Tahsin o ul, diye aray p tar yordu.
Gecek’te balkonlu bir eve indik. Misafirlerimiz oca yanan bir odada oturuyorlard . Yüzba Cemil onlarla konu uyordu. Kendisi Saint-Cyre’in eski bir talebesi, ayn zamanda bir havac yd . Birinci Dünya Sava ’nda kulaklar sa r olmu tu. S hhati gayet
nazikti. yi resim yapard . Onun köy karikatürleri hepimizi büyülerdi. Bunlardan biri, “Halide Edib Han m’ n bir konferans ndan sonra Anadolu köylerinin te ekkürü” ismini ta yor ve kad n-erkek, e eklerinin üstünde kabak getiriyorlard . Bu adam, kalben
askerlik aleyhindeydi ve her ya ayan insana kar büyük bir muhabbet besliyordu. Onunla at üstünde uzun müddet gitmek imkâns zd . Bir saat sonra daima attan iner, at ndan onu yordu u için özür dilerdi. Daima da:
— Ben sa r, çirkin, romatizmal ve fakir bir adam m, fakat ölmek istemiyorum. Onun için insanlar n zulmüne ister istemez ahit oluyorum, derdi.
ngiliz efkâr- umûmiyyesi ve bas Yunanl lar üzerinde büyük tesir yapt için, e er Miss Allen’in raporlar
ngilizler basm olsayd , bu zmir kampanyas n felâketleri iki taraf için de daha hafif olabilirdi.
Sivrihisar’a döner dönmez, Binba Muharrem’den bir mektup ald m. Aziziye’de merkezi olan zzeddin Pa a, grubunun Erkân- Harbiye Reisi idi. Beni zzeddin Pa a’n n misafiri olarak davet ediyordu. Raporlar
smet Pa a’ya götürdü üm zaman
bundan bahsettim. Dedi ki:
— Onba , ben Bolvadin’e gidiyorum. Geceyi Aziziye’de geçirece im. E er yar m saate kadar haz rlan rsan seni arabamla götürürüm.
Yar m saat sonra, smet Pa a’n n otomobiliyle hareket ettik. Bunu iyi hat rlar m. Çünkü, köyden geçerken, bilhassa çocuklarla ilgileniyordu. Bizim yolumuzdaki köyler pek o kadar yak p y lmam bir durumdayd ve Makedonyal göçmenlerle doluydu.
Bir küçük k z, saçlar n örgüleri s rt nda sallana sallana smet Pa a’n n otomobiline s çrad . Ötekiler de etraf nda serçeler gibi z play p duruyorlard smet Pa a, k n ba
ok ayarak:
— Sen bu saçlar n biraz bana ver, bak benim ba mda saç yok, dedi. Ve k da bir geyik yavrusuna benzetti ini söyledi. Burada smet Pa a, Türkiye’nin gelece inden bahseder, bütün kötülüklere, suistimallere son verilece ini söylerdi. Evet, ttihat
ve Terakki de ayn idealle ba a gelmi ti. zzeddin Pa a bir yemek ziyafeti veriyordu. Bütün f rka kumandanlar ve Erkân- Harp reisleri 210 oradayd lar. Herkes belinden kemerini ve tabancas
kararak bir masan n üzerine b rakt . Bize Aziziye’nin eski
kaymakam diye bir adam takdim ettiler. Ad Nuri idi. Bana bir evlât muamelesi yapt . Âdeta beni tan yormu gibiydi. Fakat ben, bir türlü kim oldu unu hat rlayamad m. Bu zengin adam, oradan geçen pa alar evinde misafir ederdi. smet Pa a, kendisi
karargâhta yataca
söyleyerek Nuri Efendi’nin evinde ona haz rlanan yeri bana b rakt . Adam bana dedi ki:
— Beni nas l unuttun, Halide Han m? Ben seni ne kadar omuzlar mda ta
m ve geceyar saray n kap
sana açt rd m. 211
Hemen elini yakalad m:
— Sen Çerkes Mehmed Efendi’sin, de il mi? Niye Nuri Efendi dedirtiyorsun kendine, diye sordum. Yürüyerek evine gittik. O kadar eski günleri hat rlam ve kendimi unutmu tum ki, kemerimle tabancam almay ak l etmemi tim.
Yolda giderken bir çocuk gibi o bölgede ne kadar mektep açt
, yollar yapt rd
anlatt durdu.
— Baban velinimetimdi. Bu i leri yaparken lâz m oldukça halka nas l dayak att
kendisine söyledi im zaman beni azarlard .
Yedi çocu u, bir tane de torunu vard . Omzunda ta
oldu u bir çocu un, bu beyabanda at üstünde dola mas ona çok tuhaf geliyordu.
— Ah Halide Han m ah, zenginim, kalabal k ailem var, fakat bir k m dilsiz ve sa r. Onu kurtarabilsem, her eyi feda ederdim. Ka lar da sana benzer.
Yedi çocu unu ve yedi ayl k torununu gördüm. Dilsiz yavru babas n dizlerine s çrad ki çocuk gibi birbirlerinden ayr lmad lar. Babas ona:
— Haydi anlat, dedi i zaman, i aretlerle Yunanl lar n geli ini ve yapt klar kenceleri o kadar canl anlatt ki, âdeta bir Ruth Draper 212 olabilirdi. Babas :
— Haydi imdi de mektepleri ve nutuklar anlat, dedi. Bu, onun en parlak marifetiydi. Aziziye’deki k z mektebinin Türk ordusu erefine verdi i ziyafette k z çocuklar n nutuklar taklit ediyordu. Bir kelime söylemeden, o kadar güzel taklit yap yordu ki,
gülmekten gözlerimden ya lar akt . Yaln z o gece, ilk defa olarak, Anadolu’nun bu yerlerinde köpeksiz ve tabancas z bulunmam beni biraz endi eye dü ürdü.
Nihayet, gece, uykumdan bir çekmece aç yormu gibi bir ses duyarak uyand m. Fakat, birdenbire, hafif bir gürültü oldu. Etraf ma bak nd m, bahçeye aç lan yan pencerenin beyaz perdeleri tuhaf bir suretle k ldan yordu. Gürültü oradan gelmi ti. Bir
dakika bekledim. Yatt m. Birisi o pencereyi d ardan aç yordu. Yataktan f rlad m:
— Kim var orada, diye pencereye ko tum. Perdeyi çektim. Bir siyah kalpakl ba n, henüz a armaya ba layan kta, a
ildi ini gördüm. Koyu renk bir esvap giyinmi ti. Ba nda astragan bir kalpak vard . Elleriyle yüzünü kapam . O da
bekliyordu. Bu adam mutlaka yakalatmak istiyordum. K yafetinden adî bir h rs za benzemiyordu. Beni öldürmek kimsenin akl na gelmeyece ini zannetti im için, belki smet Pa a’n n burada misafir olaca
duyduktan sonra, bir suikast yapmak için gelmi
olmas dü ünülebilirdi. Pencereyi açmadan yan mdaki odaya ko tum. Nuri Efendi’ye seslendim:
— Çabuk gelin, bir adam odama girmek istiyor!
Nuri Efendi terliklerini ararken:
— Rüya görmü olacaks n, diye söyleniyordu. Geldi, pencereyi açt . Görünürde kimse yoktu. Bahçeye ko tu. Pencereme dayanm uzun bir merdiven vard .
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
Nuri Efendi’nin bahçesiyle, Aziziye kaymakam n bahçesi birbirine aç yordu. Merdiven bu yeni kaymakam nd . Sabah n ayaz nda o meçhul ah s, merdiveni sürüklerken yerde izler b rakm . Ben daima odamda kla uyudu um için, adamca z
epeyce pencerenin d nda beklemi olacakt .
Elli Yedinci F rka kumandan meseleyi ele ald . Bu k yafette bir adam (Aziziye’ye yabanc ) oraya gelmi , misafirler hakk nda ona buna sualler sormu tu. Oran n karakolu da kendisini görmü tü. Onun hakk nda al nan bilgi i te bundan ibaretti.
Sivrihisar’da smet Pa a sordu:
— Korktun mu, Onba ?
— B çaklanmak istemem. O da her hâlde ate etmezdi.
— Elinde tabancan olsayd , vurur muydun?
Bunu hiç dü ünmemi tim. Bu adam yakalatmak istiyor, ama hakikatte, öldürtmek istemiyordum. Bununla beraber, tabancam n yan mda olmamas na sevindim, çünkü korku, belki bana böyle bir cinayet i letebilirdi.
smet Pa a:
— Ke ke tabancan olsayd da adam vursayd n, dedi.
Kas n ortas na do ru, bas lmas gereken raporlar o kadar ço alm
ki, yirmi gün izinle Ankara’ya gittim. Binba Tevfik de Nall han’daki ailesine gidece i için onunla beraber Beylikköprü’ye kadar geldim. Oradan Polatl trenine binecektim. Bu defa
Doru ile seyisim brahim’i getirmemi tim. Ali R za (emir erim) Ankara’ya benimle geliyordu. Binba Tevfik bana Beylikköprü’deki kumandan n çok sert bir adam oldu unu ve birçok askerin onun yan ndan kaçt
söylemi ti.
Çad na onu ziyarete gitti im zaman, içimden gülmek geldi. Çocuklu umuzda orta oyununda gördü üm karakterleri hat rlat yordu.
— Merhaba, Onba !
— Merhaba, Kumandan Bey!
— Ben size bir ba ka kad n asker tan tmak isterim. O, kad n nakliyat n ba ndaki Fatma Çavu ’tur. Bunu söylerken geriye çekilmi bir kad gösterdi.
Yetmi ya lar nda, uzun boylu, k r saçl , fakat güçlü kuvvetli bir kad nd . Arkas dimdik. Yüzündeki çizgiler ya tan çok, ac çekmi olmas ndan ileri geliyordu. Kumandan dedi ki:
— Bu sabah buradan iki gazeteci geçti. Fatma Çavu ’un omzunda tüfekle resmini ald rtt m. Bir bak z.
Anlad ma göre, Kumandan, benim bu mesele hakk nda yaz yazmam istiyordu. O aral k odaya gelen emir eri:
— Birkaç tane kaçak yakaland . Ne emredersiniz, diye sordu. Kumandan da:
— Görüyorsun ya, Onba , ben bir dakika vazifemden ayr lam yorum, dedikten sonra çad rdan ç kt .
Fatma Nine, bir sandalyeye oturarak ba
ellerinin içine ald . Dedi ki:
— Ah evlâd m, tüfekten ödüm patlar. Elimi dokunsam yüre im titrer. Askerleri seviyorum. Onlara hizmet edece im. Ama, benim tüfekli resmimi niçin al yorlar? Kumandan konu urken dizlerim titriyor.
— Sana sert davran yor mu, Nine?
— Hay r, hay r. Fakat her geçene beni gösteriyor. Kumandan’ n muavini beyaz sakall adamdan da korkuyorum. Kamç
öyle bir sall yor ki; kaçaklar çok fena dövüyorlar. Zavall yavrucaklar. çim kan a yor. Ne olur güzellikle yapsalar. Acaba
Sö üt’ten ne zaman çekilece iz? Burada korkudan ba ka bir ey yok. Bunu askerlerim ve kör yavrum için çekiyorum.
Bu aral k, Kumandan çad ra gelince, Fatma Çavu sessizce s
. Kumandan art k Fatma Çavu ’u unutmu tu.
— Bu e eklerin neden kaçt klar bilir misin, Onba ? Otur, otur. Burada harp de yok. Cephede pekâlâ harp ediyorlar. Burada hep siperlerin içinde. Ama yine de kaç p gidiyorlar. Baz lar bir e ya çetesi kurmu . Bunu i ittin mi?
— Evet, dün gece Beylikköprü’de iki ki iyi öldürmü ler.
ittin, demek. Bu, benim haysiyetime dokunuyor. Benim kabahatim yok. Bunu smet Pa a’ya söylemeli. Dövüyorum, dövüyorum, kamç
ncaya kadar, tabanlar parça parça oluncaya kadar... imdi anlatay m... Kap da birisi var. Gel!
çeriye genç bir asker doktor girdi. Selâm verdi. Fakat çok sinirliydi:
— Hastalar nakletme hususundaki emirlerinizi icra edemeyece iz.
Kumandan’ n yüzü korkunç bir hâl ald . A
köpürüyordu:
— Doktor Bey, sen mi kumandans n ben mi? Neden e eko lu e ekler geceyar götürülmüyorlar? Onlara fazla battaniye de veriyorum.
— Gö üslerinden hastalar. Doktor s fat ile gece nakledemem. So uk s n alt nda on yedi derece. Tehlikeli olur.
— Vallahi, billâhi gece götüreceksiniz.
Doktor, gözleri çad n dire inde:
— Vazifem icab .
— Senin vazifen kumandan n emrine itaattir. Mar !
Kumandan bana döndü:
— Sivil doktorlar hiçbir zaman askerli in icap ettirdi
eyleri anlam yorlar. Son aylarda birkaç yüz öküz de öldü. Öküzün bu günlerde ne kadar k ymeti oldu unu bilir misiniz?
Ben içimden, “Senin için öküz, insandan daha k ymetli her hâlde,” dedim. Ondan sonra, neden gece nakliyat istedi ini anlatt . Öküzler açl ktan ve çok çal maktan ölüyorlarm . Onlar ya atmak için yeter derecede yiyecek yokmu . Tek yiyecekleri
Beylikköprü civar ndaki k rlarda otlarm . Onun istedi i öküzleri gece çal
p gündüzleri çay rlara sal vermekmi ... Bu izahat n sonunda bana:
— Anlad n m , diye sordu.
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Anlad m, fakat bir ey söyleyemedim. Aylardan beri, askerî mekanizman n ne kadar lüzumlu oldu unu ve nas l çal
görmü tüm. Cephedekiler, bütün zabitler nefislerini feda eden kahraman adamlard . Fakat Beylikköprü hadisesi beni biraz hayal
kl na u ratt . O ak am yemekte konu mak istemedim.
— Müsaadenizle, erken yatmak istiyorum, Kumandan Bey. Acaba Polatl ’dan tren olup olmad
anlamak mümkün mü?
Telefonu açarak Polatl stasyon Kumandan ile konu maya ba lad :
— Trenin ne zaman gidece ini neden bilmiyorsunuz? Ben, Binba , siz Yüzba
z. Bunu bilin. Yar n bir tren gitmeli. Alo! Nas l s rtta odun ta nd benim umrumda de il. Alo! Alo! Telefon neye kapand sanki?
Çad mda bir mangal yan yordu. Çamura basmamak için yere tahtalar konmu tu. çlerinde bir koltuk vard . Her hâlde bu beyabanda böyle bir çad r haz rlatmak büyük bir kabiliyet gerektiriyordu. Ali R za, bir türlü çad rdan gitmiyor, bir eyler söylemek
istiyordu. Anadolu seyahatlerinde çok zaman yan mda ta
m Nâz m’ n tüfe inin yerini birkaç defa de tirdikten sonra, nihayet konu tu:
— Buras cehennem, efendim. Herkes kaç yor.
— Kaçmak günaht r, Ali R za.
— Öyle, efendim. Fakat güzellikle bir ey yapm yorlar. nsan n dinine iman na, anas na avrad na sövüp dayak at yorlar. Kumandan’
u kadarc k küçük o lu bile, elinde kamç ile dola p öteye beriye sall yor.
— Yar n görürüz, Ali R za. Allah rahatl k versin.
O gittikten sonra, D’Annunzio’nun Il Fuoco (Ate ) adl eserindeki Foscarina’n n isterik azab çekiyordum.
Galiba, çad n alt ndan sürünerek, Kumandan’ n o lu içeriye girdi. Tabancama elini uzatm , a
sulan yordu. Bana da, tabanca sahibi bir kad n diye büyük bir takdirle bak yordu. Ancak yedi ya lar nda vard . Gözleri evinden f rlam .
— Çek elini tabancadan!
Çekti. Fakat, bu defa, daha fazla bir hayranl kla bana bakt .
— Han m Teyze, annemle karde lerim tabanca görünce korkudan bay lacak gibi oluyorlar. Onlar kad n. Fakat ben...
— Sus, uyuyaca m.
Bu defa hayranl daha da artt . Ben, kendi kendime, ayet bu sertli i daya a çevirirsem, o lan n bana daha fazla hayran olaca
biliyordum. Evet, i te dayak yemesi gereken insan örneklerinden biri!
— Han m Teyze, u kö edeki sandalyede oturay m m ? Sesimi ç karmam.
— Otur!
— Ben askerlere istedi imi yapar m. Evde de annemle karde lerime t pk babam gibi emir veririm.
— ...
— Büyük ablam bile döverim. O kahpe...
— Ablana böyle söyleyemezsin.
— Ama o benim sahici karde im de il. Annemin üvey k . Zor i leri o görür. Takunya giyer. Üstü ba partald r.
imdi ç k bakay m çad rdan.
Dudaklar titredi, gözleri ya ard :
— Köpe in olay m, Han m Teyze. Bir daha konu mam. Arap olay m bir daha konu ursam.
Bu yüzün, bilhassa çene ve dudak hatlar çok cazipti.
— Oturabilirsin, ama bir kelime daha söylemek yok.
Oturdu. Bir ta bebek bundan daha sessiz olamazd . Ayak sesleri çad ra yakla yordu. Küçük o lan yerinden f rlad . Bütün korkusunu unutmu tu:
— Askerler, askerleri dövecekler. Babam n sesini duyar duymaz titriyorlar.
Çad rdan f rlad . Bu dayak merasiminin benim çad n yan nda neden yap ld
anlamad m. Kumandan, belki bana kudretinin derecesini anlatmak istiyordu. Her hâlde bu bir melodramd . Yüksek sesle:
— Bunlar son kaçaklar m ?
— Evet, Efendim.
— Anavatanlar
dü man n çi nemesine müsaade ettiniz. Kad nlar
rz na geçtiler. Bu memleket senin kadar namussuz görmemi tir. Vur!
Sekiz sopa. O esnada kalbim at yor ve yatakta do rulup oturuyorum.
— Bu yeter. Ötekine geç!
Bu nutuk tekrar ba lad . Her defas nda ses daha yükseliyor. On üçünü de dövdüler. Anlad ma göre, tabanlar parça parça etmedi ini ve mülâyim 213 davrand
bana ihsas ettirmek 214 istiyordu.
Aral k ay nda karargâha döndüm. Sivrihisar’da Üçüncü Grup Kumandan Miralay Arif idi. Bana, Sar köy’e araba gönderdi. Orduda tekrar yerine dönmü olmaktan çok sevinen Miralay Arif’le birlikte yemek yedik. kinci durak, Kaymakam Salih Bey’in
ba nda bulundu u 61. F rka oldu. Çand r Köyü’nün ba nda bulunan Seyid A a benim eski tan klar mdand . Kendisi Makedonya’dan göç etmi ti. Ziraat usullerini durmadan yenile tirmeye çal rd . O lunu Macaristan’a ziraat okumak için gönderece ini
söyledi. Tek ikâyeti mektep yoklu u ve s tmayd . Bununla beraber, Kaymakam Salih bu köy e raf ndan epeyce ikâyet etti. Umumiyetle e raf n fukaray ezdi ini söylüyordu. Kendi f rkas n genç unsurlar köye yard m ediyorlard . F rkan n bütün askerleri
koyun derisinden birer palto giymi lerdi. Aral k ay n sonunda, karargâh Aziziye’den Ak ehir’e indi. Be yüz atl evvelâ Çay’a kadar karargâh götürdü, sonra da biz Ala ehir’de trene bindik. Bu be yüz atl n ba nda giden Garp Cephesi Erkân- Harbiye
Reisi Miralay As m beni yan na davet ederek atlar n yürüyü ünü benim idare etmemi nezaketle teklif etti. Elimi kald rd m: yar m saat t s, sonra adî ad m, yine t s sonra yine adî ad m. Sekiz saat sonra âdeta donmu bir hâlde Çay’a vard k.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
lk haftalar, Ak ehir’i iyi tan mama zaman yoktu. So uk son derece fazlayd . Bense dizanteri ve s tmadan k vran yordum. Ama ikâyet etmiyordum. Fakat ömrümün en büyük s nt lar o haftalar içinde çektim. Ay n sonlar na do ru Antalya Sa k
Müdürü olan Doktor Hasan Ferit bir telgraf çekerek bana babam n nüzul 215 geçirdi ini ve hemen gelmemi yazd smet Pa a, Hilâl-i Ahmer Te kilât ’n n Isparta’da hastahaneler kurmaya giden heyetiyle beraber gitmeme izin verdi. On iki gün sonra
Antalya’da babam n yan na varabildim. Isparta’dan sonraki yollar, bilhassa korkunç, tehlikeli ve çok rahats zd r. nsan, Anadolu’nun yayl denilen arabas n içinde kemikleri k lacak hâle gelmezse, o civar n haydutlar n hücumuna u rar ve bu haydutlar
canlar isterse sizi öldürür veya sa
rak rlard .
Bu defa Ali R za’y Doru ile b rak brahim’i beraberimde götürdüm. brahim araba sürmesini çok iyi biliyordu. Ayn zamanda çok iyi ni anc ve kuvvetli bir adamd . Yolda da bizimle beraber geldi.
Hastahaneler haz rlan yordu. Çok kabiliyetli bir cerrah olan Dr. Kemal, bu i lerin ba ndayd . Sultan Da lar ’n n muazzam sahnelerini seyretmek büyük bir zevkti. Ak am saat on buçukta I r Gölü’nün yan ndaki bir köye vard k. Ertesi gün hareket
edecektik. Dr. Kemal bize ev temin etti. Bu evin avlusuna girince uyuklayan bir e ek, iki de
n inekle kar kar ya geldim. Ba bir çoban köpe i de vard . Yolda ’a h rlamaya ba lad . Uzun bir yolculuktan sonra, girdi im oda çok ho geldi bana. Köy
oca nda y
odunlar bu oday hem
yor, hem de k l bir kla ayd nlat yordu. Üç kad n odada dola yordu. En gençleri, sanki ben küçük bir çocukmu um gibi, kollar boynuma dolad :
— G z ne kadar ü ümü sün, rengin atm , dedi.
Bu kad
ahsiyeti vücudundan da hissediliyordu. Geni kalçal , geni omuzluydu. Beyzî 216 yüzünde siyah kirpikler aras ndan ye il gözler ld yor, ba na sard pembe ayn renkten yemeninin alt ndan akaklar na do ru alt n renginde bukleler
sark yordu. Bu, imdi orduda fakat daha önce köyün marangozu olan Kara Hüseyin’in ebben’i idi. Ate in kar
na uzand m. ebben yan ma çökerek köyün bütün dedikodular anlatt . Bir saat geçmeden, bütün köy kad nlar oday doldurdu. Kad nlar
konu uyor, örgü örüyor, türkü ç
yorlard . Bu, bir hakikî Anadolu sahnesiydi. Türküleri birer inilti, hep da lar n ard ndaki sevgilileri ça yordu. Hayatlar her gün için büyük bir mücadele olmas na ra men, çok tatl kad nlard . Bir tanesi:
— Ah, bu harp ne zaman bitecek, dedi i zaman, oday bir matem havas kaplad . Hepsi erkeklerine hasret çekiyordu. Bir taraftan, köylerini ya atmak için sarfettikleri eme e bir yard m, bir taraftan da a k hasreti vard . O köyde, imdi hiçbirinin ya
yetmi ten a
olmayan yirmi erkek bulunuyordu. ebben’in kocas Kara Hüseyin iki y l önce orduya kat lm . Bu müddet ona izin için bir hak verdi inden, kendisine izin alaca
söyledim. ebben çok aç k bir dille kocas na kavu tu u zaman
geçirece i a k sahnelerini ve peydahlayaca çocuklar anlatmaya ba lad .
O gün, o köyden halk
ikâyetlerini not ederek ayr ld m. Her tetkik dönü ünde smet Pa a’ya Tetkik-i Mezalim raporunun yan nda, bir de halk
ikâyetlerini bildiriyordum. smet Pa a böyle bir mücadele esnas nda halk efkâr n 217 ymetini tamamiyle
takdir ederdi. Hatta, iyi hat rl yorum, Ak ehir’de bir gün, askerlerle halk aras nda bir mücadele olursa, kendisinin halk n taraf tutaca
söylemi ti. Gerçi bunu her zaman yapmak imkân yoktu, ama bu, beni çok duyguland rm . Bu tetkik esnas nda
ikinci defa buras ziyaret ettikten sonra, ona bu köyün dertlerini anlatt m zaman, ebben ile de çok ilgilendi. Eliyle, izin için gerekli emirleri yazarak verdi. “ ebben’in Kara Hüseyin’i” adl hikâyemi yazmam o tavsiye etmi ti. 218 Hikâye yay nland zaman,
bana yazd bir mektupta demi ti ki: “Orduda kumanda etti im yüz bin askerin her birinin evinde bir ebben oldu unu bilmiyordum. Bu kad nlar bana e eklerinin üstünde birer bohça gibi görünürlerdi.”
Isparta’da, Hilâl-i Ahmer misyonunun seyahati sona erdi. Orada brahim bir araba buluncaya kadar iki ak am kalmaya mecbur oldum.
Geldi imin ertesi günü, henüz haz rlanm olan büyük Hilâl-i Ahmer hastahanesini benim açmam istediler. Bu, mühim bir olayd . Çünkü, askerî ve sivil memurlardan ba ka Isparta e raf ve köylüleri salonu doldurmu tu. Halk nedense Hilâl-i Ahmer’e
daima çok ba yd . S rt mda bir hem ire üniformas yla onlara bar tan bahsettim. Ö leden sonra, Isparta kad nlar na da bir nutuk vermem gerekiyordu. Tahta s ralarda oturup gözleri gözlerimin içine dalan köy kad nlar yla bir aile konu mas yapt m.
Nihayet, zabitlerin okuma odas nda (bu defa asker üniformas yla) onlarla beraber oldum. Art k nutuk meselesi bitti ini dü ünerek, çay
sükûnla içiyordum. Orada da bir konu ma yapmam gerekti ini söyledikleri zaman, kafam n içi bombo tu. Ne
söyleyece imi bilmiyordum. Fakat, elinde çay ibri i ile gelen bir neferle göz göze gelince, söylemem gereken eyi o bana ilham etti (umumiyetle haz rl ks z verdi im nutuklarda, bana dinleyicilerimden birinin gözleri söyleyece im eyleri ilham eder). Orada,
askerlerin Türkiye’nin yeniden do um mücadelesindeki yerinden bahsettim. Osmanl Türkü, ad cidden lây k oldu u imparatorlu un kurucusundan alm . Fakat bu yeni devlet, bir tek padi aha ya da ba bu a ba de ildi. Bu, Anadolu’nun yaratt bir
devlet olacakt . Bütün bu konu ma esnas nda, çay getiren askerle birbirimize bak yorduk. Sözlerim bitince, bana bir fincan daha çay getirdi.
— Neden konu urken hep o askere bak yordun, diye sorduklar zaman güldüm.
brahim, nihayet, kendisi kullanmak art yla bana bir araba buldu. Burdur yolunda, bu karar n ne kadar yerinde oldu unu anlad m. Yol bir çamur deryas yd ve kayalarla doluydu. Bizimle beraber hareket eden yedi arabadan yaln z benimki sa lam
kalabilmi ti. Dört tanesi olduklar yerde kald lar. Üç tanesi uzun bir zaman sonra hareket edebildiler. Üç gün müddetle geceleri kirli hanlarda geçirdikten sonra nihayet Çubuk Geçidi’ne geldik. Ben de aileme kavu tum.
Babam iyile iyordu ve çevresinde eski dostlar ve karde lerim vard . Önümüzde deniz, etraf z ye illik içinde. Daha ne isteyebilirdim. On iki gün bir hayal gibi geçti. Doktor Hasan Ferit bizimle beraber Ankara’ya gelip S hhiye Vekâleti’nin haz rlamakta
oldu u yenilikleri tetkik etmek istiyordu. Ayn zamanda, Hilâl-i Ahmer memuru bir doktorun genç dulu da bizimle beraber geliyordu. Ö leden sonra, iki araba ile hareket ettik.
rkgöz Han ’nda e yalara ait hikâyelerden ba ka bir ey konu ulmuyordu. Oralar deh ete salan çetenin ba Hac Murat’t . Bu adam alelâde yolcular öldürmekle kalm yor, onlar zeytinya kazan nda diri diri yak yormu . Doktorun dul kar Rana
Han m çok sinirliydi. Doktor Hasan Ferit onu avutmak için:
— O yaln z zenginlere bu muameleyi yapar. Sen paras zs n, bir ey yapmaz, diyordu. Fakat, “Yüzükoyun yat n, kesenizi ve tüfe inizi at n!” dedi i zaman da dedi ini yapmak gerekti ini ilâve etmi ti. Bu dar, korkunç geçitte, kayalar arkas ndan,
“Yüzükoyun yat n!” emrini bazan k rk ki iye birden veriyorlarm . Yani kayalar n arkas ndan iki tüfekli adam, büyük bir alay durdurabiliyormu .
Çubuk Geçidi’nde, Dr. Hasan Ferit’le Hilâl-i Ahmer memuru tüfekleriyle kayalar n arkas ndan yürüyerek böyle bir süprizden bizi korumaya çal lar. Yollar karl yd . Arabalar ikide bir duruyor, arkalar ndan itmek gerekiyordu. brahim’in araba sürmedeki
kabiliyeti ve zekâs çok i imize yarad . Hasan Ferit’le Hilâl-i Ahmer memuru vazifelerine devam ettiler. Ben âdeta bu maceradan ho lan r gibi olmu tum. On iki ya nda kadar, mavi gözlü bir küçük o lan, arabay arkadan iterken:
— Vay anam, gel bak o lan ne çekiyor, dedi i zaman çok üzüldüm. Arabadan inerek onun yan nda yürüdüm. O yavrucak, ailesinin tek erke iydi.
Nihayet, Hac Murat’ n, umumiyetle bulundu u yamac geçince biraz nefes ald k. Bilhassa Çine düzlü üne gelince çok sevinmi tik. O yolu bugün de görür gibiyim. Yolun bir taraf düzlü e bak yordu. Rana Han m, elinde bir tabanca, yan mda
oturuyordu. Ben, tüfe imi dizlerimin üstüne koymu tum. brahim, arabac n yan nda, elinde tüfe iyle oturuyordu. Hasan Ferit ile Hilâl-i Ahmer memuru arkam zdaki arabada geliyorlard . Rana Han m:
imdi e yalarla kar la aca z, dedi i zaman bu ruh hâletine gülmek istedim. Fakat:
te geliyorlar, dedi i vakitse onlar sahiden görmü oldu una inand m. Eski bir de irmenin arkas ndan sekiz ki i ç km , yola do ru geliyorlard . Ben:
— Onlar ava ç km lar, dedi im zaman, e yalar n geldi ini iyice anlam m. brahim döndü, bana bakt .
— Yava gidiniz, dedim.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Onlar yakla kça yakla lar. Nihayet yüz yüze geldik. Reislerinin s rt nda bir asker paltosu vard . Daha sonra ö rendi ime göre, bunu bir soygun esnas nda alm
ki ki i de kalpakl yd . Tüfeklerinin hepsi martindi. Gözlerim reislerinin gözlerinde. O da
bana bak yor. Arkamdaki kurt derisi kürkle beni belki genç bir zabit san yordu. Yere yat p kürkümü vermek istemiyordum. Ben brahim’le konu urken Rana Han m beni bidüziye 219 çimdikliyordu.
brahim, e er dur derse, arabadan atla, yolun üstündeki çukurda siper al.
— Peki, Efendim.
— Hepimizin ne kadar kur unumuz var?
— Yüz.
— Onlarla mücadelede bu kur unlar i e yarar m ?
— Bizim tüfeklerimiz daha iyi. Mevkiimiz de daha sa lam. Dr. Ferit Bey de vaziyeti anlad . O da iyi ni anc r.
ya reisi yola kadar geldikten sonra, arkas döndü, ötekilerle beraber yürümeye ba lad . Avenesi de arkas ndan onu takip etti. Eminim ki, e er korku alâmeti göstermi olsayd k, arabay zl sürseydik, mutlaka bize “Yere yat!” emri verirdi. E ya
uzakla rken dönüp dönüp bize bak yordu. brahim sordu:
— Ate edeyim mi, Efendim?
— Hay r, brahim. Kans z zafer daha iyidir.
Burdur’da otele gittik. Orada hep e yalardan bahsediyorlard . Anla lan bu sekiz ki inin ba Mahmut ad nda biriymi . Arkas ndaki paltoyu bir zabitten alm ve ayn gün üç kafileyi soymu . Bu palto ile o civarda görünmesi, Mahmut’un çok cesur bir
adam oldu unu gösteriyordu. Çünkü, jandarmalar durmadan onu ar yorlard . Oteldekiler, ordu i e kar mazsa bu e yalar n tutulamayacaklar söylüyorlard . Fakat, ordunun o kadar çok i i vard ki, bir zaman için e yalar kendi ba lar na b rakmak
zorundayd .
Isparta’da, Dr. Murat’ gördük. O da yolda hücuma u ram , fakat elindeki tüfekle kendini müdafaa etmi , paltosunu kurtarm . Bu palto meselesi bir aka hâlini ald . Herkes, paltosu çal nan zabiti yakalay p onunla alay etmek istiyordu.
ridir’de hastahanenin misafiri olduk. Sabahleyin iddetli bir yer sars nt oldu. Duvarda as duran bir saz kafama dü tü, fakat elim kafamda oldu u için ba ma bir ey olmad . Ne garipti, her tehlike kar
nda hayat
kurtaran bir hadise oluyordu.
Kader denilen ey, hayat manzaralar n hepsini görmem için beni korumak istiyor gibiydi. Kaymakam n odas nda bize çay ikram ettiler. Göl kenar nda bizi geçirmek için çatana bekliyordu. Hükûmet Kona ’n n önünde yirmi kadar elleri zincirli muhtelif
çetelere mensup adamlar kendilerinden vapur paras istedikleri için isyan etmi lerdi.
— Biz kendimiz götürülmek istemiyoruz, vermeyiz. Da ba ndaki e yan n insan soymas yla hükûmetin soymas aras nda ne fark var?
te bu, hükûmete kar halk isyan n sesiydi. Halbuki, bu adam n Gelibolu’da kavga etmi bir asker oldu unu da söylüyorlard . Kim bilir, hangi sebeplerle da a ç km . Gölü çatana sallanarak geçti. Nihayet tekrar ebben’in evinde.
Bu defa rengi soluk ve sakin görünüyordu. Hep Kara Hüseyin için hasretini anlat yordu. Buna ra men, dedikodu yapmaktan da geri kalmad . Köydeki bir dü man
ebben ba
iyi örtmüyor, diye tenkit ediyormu . Halbuki, kad n iki â
varm .
ebben dedi ki:
— Benim kahpeli e diyece im yok. Ben de birisini seversem kahpe olurum. Fakat bu y lanlar namuslu görünmeye çal yorlar.
Bundan sonra, smet Pa a’ya söyleyece im sözleri bana ö retiyordu. Acaba Kara Hüseyin iki sene sonra onu tekrar sevecek miydi? Burnu büyük oldu u için kayg lan yordu. Dedi ki:
— Gözün büyük olursa süzersin, a n goca olursa büzersin. Burnun goca olursa nidersin? Ondan sonra bana Kara Hüseyin’in stanbul’da al nm
yafetiyle bir resmini gösterdi. Döndü ü zaman köyü nas l imar edece ini anlatt . A layarak benden
ayr ld .
Sultan Da lar ’ndaki yol dar ve bir taraf da derin bir uçurumdu. Öbür taraf ise yüksek kayal klarla doluydu. Birdenbire bir f rt na koptu. Atlar gemi az ya ald lar. brahim yere atlam , atlar durdurmaya çal yordu. Araban n arka tekerlekleri uçuruma
do ru sürükleniyordu. brahim:
— Atla a
ya efendim, diye hayk rd .
brahim’in bu kuvvet ve zekâs sayesinde ölümden kurtulduk. Elele tutu arak, da dan yürüyüp indik. Çok korkunç bir borayd . Ç kard ses müthi ti. Yukar dan üzerime ta lar yuvarlan yordu. A
ya, düzlü e üç saatlik mücadeleden sonra inebildik.
Yoku un alt nda bir araba bulduk, bindik. Fakat araban n perdeleri kopuyor, a
daki a açlar köklerinden ç yor, halk avaz kt kadar ba yordu. Bindi imiz araba altüst oldu. Ne zaman içinden ç kt
hat rlam yorum. Dr. Murat’ n baca
incinmi , arabac n köprü kemi i k lm . Öteki araba, bo lu a yuvarlanm , paramparça olmu tu.
Ak ehir’e vard m zaman, yemeklerin biraz düzelmi oldu unu gördüm. Hepimizin masraf na kat ld
z bir tabldotta, birtak m zabitler ve smet Pa a ile birlikte yemek yedik. Ak ehir e raf ndan ve ayn zamanda mebus olan Hac Bekir Efendi beni
evine misafir etti. Ailesi bana çok iyi muamele etti. Kar ile ahret karde i olduk. O ev vas tas yla, Ak ehir kad nlar çok yak ndan tan mak imkân buldum.
Bir sabah karargâhta, Yüzba Cemil’in Binba Tahsin ile konu tu unu gördüm. Üstü ba çok düzelmi ti. Yüzünden pek mesut görünüyordu. Dedi ki:
— Beni tebrik et, Onba
nan lmayacak bir ey oldu, evlendim.
Tebrik ettikten sonra han n kim oldu unu sordum. Beylikköprü’deki eski kumandan n büyük k oldu unu söyledi:
— Onlarla kom uydum. Bana pencereden i aret ediyordu. Önce onu z r bir küçük k z sand m. Mektup yazarak gelip benimle gizlice konu mas söyledim. Ve dedim ki, ben sa m, romatizmal m, çirkinim ve fukaray m, otuz yedi ya nday m. Fakat
namuslu bir adam m. Benim yerimde güzel bir genç olsa ba ka türlü hareket ederdi. O dedi ki:
— Biliyorum, fakat beni al, ailemden uzakla r.
Ben:
— Hakk var, ailesi çok kötüydü, dedim.
— Nas l biliyorsun, Onba ?
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
Kafam n içinde, Beylikköprü’de kumandan n çad nda yaramaz küçük o lan n üvey ablas nas l dövdü ünü ve ona nas l muamele etti ini anlat canland .
— Nene lâz m, sen anlat, dedim.
— Evet, onunla evlendim. K z ailesinden kaçt . Odam temizli iyle cennete çevirdi. Evlendi imiz günden itibaren, foto rafç k ö renmek istedi. Bir iki haftada ö rendi. Kap
n üstünde imdi “Kad n Foto rafç ” diye bir tabela var. Bütün Ak ehir
kad nlar gelip resim çektiriyorlar. Böyle bir baban n böyle bir k olaca
dü ünemezdim. Çok talihliymi im.
Her hâlde bu adam n karikatürünü bu k zdan dolay yapmam .
Bir gün çar dan atla geçerken Doru aha kalkmaya ba lad . Neden korktu unu biraz sonra anlad m. Önde üç asker gidiyordu. Bir tanesi kafas na acayip beyaz bir örtü sarm . Burnu a
kapal yd . Gözlerinde siyah gözlük vard . Binba Tahsin
Bey’e bu garip askerin kim oldu unu sordu um zaman dedi ki:
— Ben de bu kad ndan size bahsedecektim.
— Kad n m ?
— Evet, Gül Han m. O, ark’tan geldi. Biraz sonra gelip sizi görecek.
Erzincan’dan garip bir rüya tesiriyle gelmi ti. Hazreti Ali’yi rüyas nda görmü , orduya kat lmas söylemi . Evini, bark , kocas
rakarak on be ya nda o lu ile orada kumandana gitmi , o da Gül Han m’ Garp Cephesi’ne yollam . Yunanl larla
sava mak istiyordu.
Tatl bir sesi vard . Fakat insana huzursuzluk veriyordu. Bana rüyalar anlatt . E er kendisi harbe girerse, Yunanl lar n hemen yenilece ine inan yordu. Ho uma gitti. Çünkü Üsküdar’da Hazreti Ali hakk nda okudu um hikâyeleri hat rl yordum. Kad na
Hazreti Ali gününden beri harp eklinin de ti ini anlatmaya lüzum görmedim. Kalbindeki iman ve memleketi kurtarma iste i bizimkinin ayn yd . Diyordu ki:
— Hemen beni cepheye yollay n.
O ak am yemekte smet Pa a’ya bundan bahsetti im zaman, yemekten sonra odas nda bu meseleyi birlikte konu mam söyledi. Bu Gül Han m’ ne yapaca
sorunca, cepheye gönderilmesini tavsiye ettim. smet Pa a dedi ki:
— K yafeti bugüne uymuyor. O garip maskenin arkas nda konu urken insana tuhaf bir his geliyor. Söyle onu ba ndan ç kars n. Hastahanede ona bir yer bulamaz m n? Yahut Tetkik-i Mezalim i lerinde kullanamaz m n?
Gül Han m’ Ortaça ’dan ve isterik ruhundan ay rmak için hususî bir muamele yapmak gerekiyordu.
Ertesi gün onu görmeye gittim. Asker üniformas yla beni kabul etti. Ceketinin üstünde sar örgüleri sallan yordu. nce bir yüzü vard . Küçük bir burun yahut on üçüncü as r ressamlar n çizebilecekleri bir cad ya da ermi yüzü.
Hastahane meselesini aç nca isyan etti. Okumak yazmak biliyorsa benim ubemde çal abilece ini söyledim. Yine ba
sallad . Sadece “uhrevî eylerle” me gul oldu unu ve mutlaka cepheye gitmek istedi ini söyledi. Bir ay sonra, sanki, ben
mesulmu um gibi Erkân- Harbiye Reisi, kad n köyü altüst etti ini, neleri varsa al p askerlere verdi ini ve rüyalar yla halk korkuttu unu söyledi.
Martta bir ayl k izinle Ankara’ya gittim. Çand r’da durdum. Erkenden kumandan n neferi geldi:
— Sizinle bir kad n görü mek istiyor, Efendim, dedi.
Kad n yan ma gelince, imam n k z karde i taraf ndan geldi ini söyledi.
— Nedir, diye sordum.
— Â k, dedi.
— Ben ne yapay m ona?
— Süvari kumandan n arkas ndan giden Sadeddin Çavu ’a â km . Onunla evlenmek istiyor. Tan yor musunuz onu?
Uzun boylu bir adam oldu unu hat rlad m. Kad n devam etti:
kisi de birbirine â k. mam, kumandana giderek izin vermesini istemi . Kad köylü ile evlendirmek istiyorlar. Kumandan n yüre i ta gibi. zin vermiyor. Bundan sonra benim de bir diyece im var.
mam n karde inin meselesini önce anlat.
— Limon gibi sarard . Yatakta yat yor. S tma oldu unu söylüyorlar. Fakat ben onun â k Kerem gibi yand
biliyorum. Sadeddin Çavu alev püskürüyor. kisi de elinizden öpüyorlar, bu i i yapman istiyorlar. imdi benim i ime gelelim.
Kad n k rk be lik bir mahlûk. Esmer yüzü, kurnaz gözleri, demir gibi vücudu, tarlada çal an bir kad n oldu u hissini veriyordu.
— Her hâlde seninki a k meselesi de il.
— Vallahi öyle, nakliyede çal an Onba Mustafa ile evlenmek istiyorum. Ona izin al z.
— Evli olmad na emin misiniz?
sterse olsun bana ne. (Yüzümün de ti inin derhal fark na vard .) Hay r de il, olmad na yemin ediyor. Ben dulum. Güzel kad m. Her erkek benimle evlenmek ister. Seyyid A a beni dördüncü kar olarak almak istedi. Ben evli adamla
evlenmem. Ben köylü istemiyorum.
— Onba Mustafa da köylü de il mi?
— Öyle idi ama, iyidir o.
— Sana bakabilecek mi?
— Bana bakmak m ? Ben ekmekçi istemiyorum ki, koca istiyorum. kimize de ben bakar m.
O aral k doktorun odaya girmesi, çok ükür kad uzakla rd . Doktor, kumandan n evlili i bir nevî delilik telâkki etti ini söyledi. Bundan sonra cebinden bir mektup ç kard . Kad n kumandana yazd bir mektubun suretiydi. Diyordu ki:
“Sen yüreksiz bir adams n, Kumandan Bey. Ama bin kumandan beni Sadeddin’e varmaktan menedemez. Evet de desen hay r da desen yine evlenece iz.”
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Cephedeyken Ankara’ya çok s k gidemiyordum. Gitti im zaman Fikriye Han m’la Mustafa Kemal Pa a’y k görüyordum. Mustafa Kemal Pa a’n n annesinin Ankara’ya gelmi olmas Dr. Adnan’ oraya mütemadiyen gitmeye mecbur ediyordu. htiyar
han n yüzü, ince, hareketli vücudu, at lgan ifadesiyle Mustafa Kemal Pa a’ n n ayn yd . Yetmi ya nda olmakla beraber, süt gibi beyaz ve pembe renkli cildinde bir tek buru uk yoktu. Çok çabuk öfkelenir olmas na ra men, koyu mavi gözlerinde ve
nda bir efkat hissedilirdi. Beyaz entarisi, ütülü mendilleri, beyaz elleri büyük annemi hat rlat rd . Tam Makedonyal bir kad nd . Onun için o lu, daima ilk mektepteyken istedi i gibi azarlad Mustafa’yd . Bir yer yata nda yat yordu. Anla lan hastal
çok ciddiydi ve ya amas bir mucizeydi. Dr. Adnan’ n boynuna kollar dolar, yanaklar öper, elini yakalayarak do mu oldu u Selânik ehrinden bahsederdi. Anadolu mücadelesiyle pek ilgili de ildi. çi Selânik için yan yordu. O lu Mustafa, Selânik’i
almadan kendine yeni bir entari yapmamaya ahdetti ini söylerdi. Fikriye Han m’a da pek teveccühü yoktu.
Bu aral ngilizlerin Malta’ya götürdükleri arkada lar hep döndüler. Tabiî, aralar nda Rauf Bey en önemli simayd . Mustafa Kemal Pa a ile dostluklar da henüz bozulmam . S k s k konu urlard . Rauf Bey’e ikinci grubun teveccühü Pa a üzerinde bir
tesir yapmazd . Çok geçmeden ba vekil oldu. Bu mevkii 1923’e kadar muhafaza etti. Malta’dan dönenler aras nda bir fikir adam olarak ba ta Ziya Gökalp 220 gelir. Gelir gelmez, harpten önceki s dostlu umuzu hat rlatan bir samimiyetle beni ziyaret etti.
Diyordu ki:
— Bu Do u mefkûresi denilen ey de ne oluyor, Halide Han m? Türk’ün mukadder olan kültüründen bu bizi uzakla rmaz m ? Türk, Orta Asya’dan geldi i günden beri yüzünü bat ya çevirmi de il mi? Bütün kudretini ve kabiliyetini Türk’ün yüzünü
Bat ’dan çevirmeye çal anlarla mücadeleye kullan rd .
Muhalefet, kinci Grup ad ta rd . Bunlar, Millet Meclisi’nin ekstra demokratik ve geni vaziyetinin iyi bir idare sistemi kurmas na engel oldu una inan rlard . Onlar, ba vekilin ço unluktan bir ahs seçmesini ve kabine üyelerinin hepsinin sorumlu
olmalar istiyorlard . Gerçi bu kabine sistemi Mustafa Kemal Pa a’ya daha fazla kuvvet verecekse de, ayn zamanda, yeni ekil bütün sorumlulu u Büyük Millet Meclisi’ne yükletiyordu. Mustafa Kemal Pa a’n n hiçbir sorumlulu u yoktu. Ziya Gökalp derdi
ki:
— Biz, Cenubî 221 Amerika hükûmet ekline dayan yoruz. Padi ahlar geldi geçti, bundan sonra bir pa adan öbür pa an n eline dü ece iz.
Ate ten Gömlek’i bu iznim esnas nda yazm m. Martta cepheye döndü üm zaman, hayat ayn ekilde devam ediyordu. Bir sürü manevra oluyordu. Ben de Ak ehir civar ndaki mektepleri geziyor, tetkikler yap yordum. Bilhassa On Be inci F rka’n n
bulundu u köyde, Naci Pa a’n n kumandas nda ordu halkla çok me gul oluyordu. Bu mekteplerde çocuklar n okuduklar iirler o kadar insanca manâ ta yorlard ki, bugünkü Cemiyet-i Akvam 222 dahi bundan daha iyi bir ifade ekli bulamazd . Oradaki
rkalar, Bolvadin civar nda halk n tarlalar bile sürüyorlard .
Bu günlerde, Uçakç lar merkezinde, Faz l’ görmeye atla gider, orada çay içerdim. Faz l, bar devri gelir gelmez, nas l bir uçakç k sistemi kuraca hakk nda planlar yapard .
Haziran’da, tekrar s tmadan çok ba m derde girdi i için, ancak kinin almakla ayakta durabiliyordum. Bir gün yemekte kinin al rken smet Pa a:
— Hasta m n, Onba , diye sordu. Ben de s rf ihtiyat kabilinden ald
söyledim. Bir hafta sonra dedi ki:
— Ankara’dan misafir bekliyorum. Yar m saat sonra gelecekler. Sen de benimle beraber onlar kar lamaya istasyona gel.
Onlar n kimler oldu unu sordu um zaman, aralar nda Dr. Adnan’ n da bulundu unu söyledi. Bu insanca hareketinden çok memnun oldum. Fakat, ak am hava çok so uk oldu u için paltomun yan mda olmamas ndan dolay gitmemin mü kül 223
olaca
söyledim.
— Nuh, diye ba rarak emir erini ça rd .
— Benim pelerinimi getir.
O gün, smet Pa a’n n uzun pelerini omuzlar mda, istasyona smet Pa a ile birlikte atla giderken dedim ki:
— Hat ralar
yazd m zaman, bir ak am cephe kumandan n pelerinini giydi imi söyleyece im. Çok ilgilendi. Sordu:
— Hat ralar yazmaya karar verdin mi? Not al yor musun?
— Evet, al yorum (gerçekten bir deftere isimleri, beni ilgilendiren olaylar saca not ederdim).
stasyona geldi imiz zaman, tren gelmi , fakat misafirler ortada görünmüyorlard smet Pa a beni bir lâmba dire inin alt nda b rakarak, vagonlara do ru gitti. Gözlerimle etraf ar yor, istasyon kap nda üç sivilin durdu unu fark ediyordum. Bir tanesi Dr.
Adnan’a benziyordu. Üçü de bana bir yabanc ya bakar gibi bak yorlard . Fakat Dr. Adnan’ n kendisine mahsus öksürü ünü i itir i itmez, yan na ko tum:
— Beni tan mad n m , Adnan?
Güldü:
— Uzaktan, üçümüz de bu b ks z genç zabitin kim oldu unu dü ünüyorduk.
Otomobille döndük. Mustafa Kemal Pa a saat üçe kadar Türkiye’nin gelecek günlerindeki Bat la mas ndan bahsetti.
— Adnan, sen T bb ye ile ordunun en önce Garpl la mas ndan dolay ilerledi ini söylerdin. Biz imdi bütün memleketi Garpl la raca z.
Hatta o gün, Latin harflerini kabul imkân ndan da bahsediyor, bunu yapmak için s tedbirler gerekti ini de ilâve ediyordu.
Haziran n sonunda uzun bir izin alarak Ankara’ya gittim. Mustafa Kemal Pa a bu aral k cepheyi tefti ediyordu. Ordu taarruza haz rd . Fakat Türk-Yunan münasebetlerini kans z olarak hâlletmek mümkün olup olmad
son defa anlamak için, Dahiliye
Vekili Fethi Bey’i tilâf Kuvvetleri ba ehrine göndermi ti.
ustosun ba lar nda, bir gün, sokaktan geldi im zaman Fati , Mustafa Kemal Pa a’n n bize gelip ertesi günü kendisiyle yemek yemeye bizi davet etti ini söyledi. Bu günlerde, Buhara Emiri bulunan Enver Pa a meselesi Mustafa Kemal Pa a’y
üzüyordu. Buhara’dan Fergana’ya kadar Rusya’daki Türkler, Basmac lar 224 ad alt nda k llara isyan etmi , Enver Pa a’y ba lar na geçirmi lerdi. O da bunu kabul etmi ve Buhara Emiri olmu tu. Daha sonra, Basmac lar n son dakikada, Moskova’dan
büyük bir kuvvet gelince kaçt klar ve Enver Pa a’n n birkaç Anadolulu ile Rus ordusuna kar dövü tü ünü haber ald k. Bu sava ta ehit olunca Ruslar onu merasimle gömmü ler ve ceplerinde kar
n mektuplar bulmu lard . Cemal Pa a, bu aral k,
Amanullah ile beraber Afganistan’da çal yor ve Rusya’ya sad k kalmas na ra men, Ruslar onu pek tutmuyorlard .
Kendisini emniyette bulmad için, yâveri smet Bey’i bir mektupla Ankara’ya Mustafa Kemal Pa a’ya göndermi , kendisini memlekete almas rica etmi ti. Mustafa Kemal Pa a mektubu okuyunca bu iste i reddetti. Cemal Pa a da Tiflis’te Bol evikler
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
ac
.c
tr
k e r- s o ft w a
taraf ndan öldürüldü.
Bu aral k, Mustafa Kemal Pa a’n zmir’in sab k valisi Tahsin Bey’in evinde bir içki âleminde hepimizin aleyhinde bulundu unu ve benim da larda yaln z gezmemin tehlikeli olaca
, bana orada bulunan bir adam anlatt . Pek inanmak istemedim.
Dola makta devam ettim. nanmad m, çünkü, Mustafa Kemal Pa a’n n vücudunun 225 bu mücadeledeki lüzumunu en fazla hissedenlerden biriydim. Bu adam n sözlerini o günlerde bize s k s k gelen ve bize çok dostça davranan Mustafa Kemal Pa a’ya
söylemekten çekindim.
Ayn günlerde Amerikal lar ve Türkler, Kayseri’de bir yetimhane açacaklard . Beni oraya bu meseleyi tetkik için yollad lar.
Kayseri’de, a ustosun yirmi dördüncü günü, tefti lerimi yaparken, Mustafa Kemal Pa a’dan bir telgraf ald m. Orduya derhal dönmemi emrediyordu. Ankara’daki üniformam alabilmek için Miss Billings’in küçük otomobili ile döndüm ve derhal Konya
yoluyla cepheye hareket ettim. Bizim Büyük Taarruz için karar al nm .
208. Psikoloji.
209. Re it Galip: Milletvekilli i, Maarif vekilli i yapt , Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ nin kurulu una hizmet etti.
210. Kurmay ba kanlar .
211. Hat ralar
n birinci cildinde bu olaydan bahsedilir. (Y.N.)
212. Amerikal monolog yazar ve oyuncu (1884-1956).
213. Il ml .
214. Sezdirmek.
215. nme, felç.
216. Oval.
217. Dü üncesinin.
218. Hikâye için bkz.: Halide Edib Ad var, Da a Ç kan Kurt, Özgür Yay nlar stanbul, 2001, s. 93-105.
219. Sürekli.
220. Ziya Gökalp: stanbul’un i gali s ras nda ngilizler taraf ndan Malta’ya sürülen; ancak Ankara Hükümeti’nin çabalar ile kurtulan ünlü yazar, air, filozof.
221. Güney.
222. Birle mi Milletler.
223. Zor.
224. Sovyet yönetimine kar Orta Asya’da 1917’de ba layan ve aral kl olarak 1931’e de in süren ayaklanma hareketi.
225. Varl
n.
om
to
.c
re
C
k
lic
C
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
tr
ww
ww
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
12
Ate le imtihandan sonra gayeye var
Ankara’dan Konya’ya giderken tozlu yollu Kürt köylerinden geçiyor ve dü ünüyordum. Mustafa Kemal Pa a’n n bu acil emri, sab k 226 Vali Tahsin Bey’in evinde ona atfedilen beyanat yalanl yordu. Her hâlde Sakarya’n n kazan lmas ndan sonra, Mustafa
Kemal Pa a da bana bu hareketlerde bir u ur atfediyordu.
te martta zmir’e yürüyü ümüzün ba lang , bu taarruzla ba lad . Benim Sultan Ahmed Mitingi’ndeki karanl k günlerde gösterdi im iman gerçekle iyordu. Bu zaferi, halk n iradesi yaratm . Erzurum’dan zmir’e kadar kanlar ak tarak yürüyen halk;
köylüler, kad nlar, erkekler ve çocuklar nihayet memleketi bu zafere eri tiriyorlard . Türk’ün hayat n gelece i hep onlara ba yd . Bu zaferi, görünmeyen, bu isimsiz halk nihayet yaratabilmi ti.
ustosun yirmi yedisi. Ak am saat alt da kendimi Konya’daki Hilâl-i Ahmer hastahanesinin kap nda buldum. brahim at mla cepheye gitti. Benim yan mda sade Yolda vard .
Harp bir gün önce ba lam . Ertesi güne kadar da tren yoktu. Fakat sabahleyin demiryollar müfetti i bir otodrezin 227 ile hareket edecek ve beni de götürecekti. Yolda, kad nlar n bize üzüm ve armut ikram ndan i lerin iyi gitti ini hissettim. Biz Çay’a
varmadan ordu Afyon Karahisar’a girmi ti. Milletin içindeki sevinci yaln z gözlerinden anl yordunuz.
Çay’a girdi im zaman, kalpa bir yana e ilmi , Napoléon tavr ile çal m satan bir zabitle kar la m. Zabit, Afyon Karahisar’a henüz bir vas ta gitmedi ini, fakat benim Miralay Kâmil ile konu mam gerekece ini söyledi. Miralay Kâmil, nakliye merkezinin
ba nda bulunuyordu. Bana bir vas ta temin edebilecekti. Cephe arkas ndaki zabitler cephedekilerden daha çok çal ml yd lar.
Miralay Kâmil çok nazik davrand ve bana derhal bir vas ta temin etti. Topallaya topallaya yürüdü ü için yaral olup olmad
sordum. Dedi ki:
— Hay r, beni Konya’da mücadele aleyhtarlar yakalad lar. Nâz m’ n yan ndayd m. O pencereden atlayarak kurtuldu. Mücadele aleyhtarlar n ba ndaki köylüler beni üç gün sürecek bir i kenceden sonra ölüme mahkûm ettiler. Birinci günü dayak att lar
(hayli iddetli), ikinci günü aya
n t rnaklar söktüler (i te bu acayip yürüyü ondan ileri geliyor), üçüncü günü de beni soydular, kollar
iple ba layarak bir at n arkas na koydular. At süratle hareket edince kafam yerlere çarp p durmaya ba lad .
Görüyorsun ya Onba , beni ölümden oraya gelen ordumuz kurtard . Fakat seninle beraber gelecek vaziyette de ilim.
Elini sayg yla s kt m.
Ben oförün yan nda oturuyordum. Edirneliydi. Memleketinin kurtulaca na inan yordu. Afyon yolu, bir y ld r kullan lmad için nereden gidece ini pek bilemiyordu. Karanl k basm , yollar görünmüyordu. oför de bir yanl yola sapm
ki saat sonra,
tüfek seslerinden cepheye yakla
oldu umuzu anlad m. Yunanl lar n eline dü mek ihtimalimiz vard . Geriye döndük. Bu karanl kta görünen tek k Afyon’un yak ndaki Çobanlar Köyü’nden geliyor olmal yd . Önümüzdeki karanl kta ba lar beyaz
sarg
ekiller dola yordu. Yaral lar birbirine dayanarak Çay’a gitmeye çal yorlard . Arabadan hemen atlad m.
— Merhaba, hem eri. Bu yol Afyon’a gider mi?
— Do ru Afyon’a ç kar. Ama yoldan ayr lmay n. Çukurlar bomba dolu.
Bunu söyledikten sonra beklemeden yoluna devam etti.
Afyon’un yüksek kayal klar gördü üm zaman, ortal kta birtak m haki 228 renkli gölgeler göze çarp yordu. Yunanl lar n yakm oldu u evlerin harabelerinde hâlâ ate vard . Karargâh birkaç saat önce Afyon’a girmi ti.
Büyük bir evin kap nda durduk. Emirberler 229 merdivenlerde zabitlerin e yalar ta yorlard . Zabitler odalar ndan ç yorlar ve bana:
— Merhaba, Onba , diye sesleniyorlard . Aralar nda Binba Tahsin de vard . Benim tam zaman nda yeti ti imi tahmin etmi ti. Cephedeki emirberim Ali R za henüz gelmemi ti. Fakat Binba Tahsin’in emirberi Memi bana hizmet etti. Önce yüzümü
kad m. Binba Tahsin bana:
— Hemen Ba kumandan’a rapor ediniz. Çavu u iki defad r geldi, sizi sordu, dedi.
Ba kumandan’ n nerede oldu unu sordu um zaman, yandaki odada oldu unu söyledi.
Sokaklar, siyahl insan ça layanlar yla doluydu. Evler kl . Bir kad n grubu, Kumandan’ n pencerelerine gözleri dikili duruyor. Aralar nda ihtiyar bir hatun beni yakalayarak iki yana mdan öptü. Ben de onun iki elini öperek ba ma koydum. Ondan sonra
ra ile hepsi boynuma sar ld lar. Bu, zaferin temelinin kendileri oldu unu hissetmeyen bir grup.
Nihayet, Sakarya günlerininkinden daha büyük bir sofa. Büyük bir masa. Zabitler dola yor. Bir küçük odan n kap aç k. Yuvarlak bir masada iki lâmba yan yor. Fevzi Pa a ile Mustafa Kemal Pa a bir harita üzerine e ilmi ler, bir eyler konu uyorlar.
Mustafa Kemal Pa a’n n ba nda yüz güne birden do mu gibi yüzü parl yor.
— Safa geldin, Han mefendi.
— Tebrikler Pa am, nihayet muvaffak oldunuz.
Bir kahkaha:
— Evet, nihayet bu i i yapt k. Buraya nas l geldiniz?
— Az daha Yunanl lar n aras na dü üyordum.
— Ben de bugün Yunanl lar n aras na dü üyordum.
Bunu söylerken yine gülüyordu.
— Sizin dü meniz çok büyük bir felâket olurdu.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
Yine bir kahkaha:
— Gelin, Han mefendi. Yemek yiyelim.
Fevzi Pa a kar mda oturuyor ve memnun oldu u anlardaki gibi sa gö süne vurup gürüldüyordu. smet Pa a da oradayd .
Geçmi günlerde neler çekmi oldu unu dü ünerek Mustafa Kemal Pa a’n n ne esi insana ferahl k veriyordu. Dedim ki:
zmir’i ald ktan sonra art k biraz dinlenirsiniz, Pa am. Çok yoruldunuz.
— Dinlenmek mi? Yunanl lardan sonra birbirimizle kavga edece iz, birbirimizi yiyece iz.
— Niçin? O kadar yap lacak i var ki!
— Ya bana muhalefet etmi olan adamlar?
— Bu, bir millet meclisinde tabiî de il mi?
Burada gözleri tehlikeli surette parlad ve kinci Grup’tan iki isim zikrederek onlar n halk taraf ndan linç edilmeye lây k olduklar söyledi.
Ben bu sözleri ciddiye almad m. Nihayet gayemize ula yorduk. Bu kadar büyük bir millî fedakârl ktan sonra O, milletin en büyük mükâfat hak etmi ti. Biraz sonra yemek yerken:
— Bu mücadele bitince, vaziyet s nt olacak. Ba ka heyecanl bir i bulmal z, Han mefendi, dedi. Bu sözler Mustafa Kemal Pa a’n n mizac n anahtar r. Büyük kudrete eri enlerin hepsinde bu vard r.
Ben gülüyordum. Gelece i dü ünüyordum. Mustafa Kemal Pa a bu büyük cereyanda üste gelen en büyük dalgayd . Ertesi sabah Afyon’da dola arak halkla temasa geldim. Dumlup nar’da harp vard smet Pa a o gece hareket edecek, ben de kendi
ubemle ertesi sabah gidecektim.
ustosun otuzuncu günü, Dr. Murat beni Afyon’ dan Dumlup nar’a götürdü. brahim henüz Doru’yla gelmemi ti. Yollar cephane ve mühimmat yüklü kamyonlar ve yorgun dü mü atlarla doluydu. Köylüler bizim otomobili durdurarak gözleri k içinde
konu uyorlard . Bir tanesi boynuma sar larak, elimin içine s cak bir somun b rakt . Dr. Murat bunun bu kad nlar n kalbinin bir sembolü oldu unu söyledi. Erkekleri onlar ya atm lard . Asker alaylar kan k bir bo azdan f rlayan bir cereyan hâlinde,
kurtaracaklar ehre bir tufan gibi gireceklerdi.
Dumlup nar, iptidaî 230 bir köydü; büyük k sm yanm . Etraf vadiler ve tepelerle çevriliydi. Bütün civar siperler, tel örgüleri ile doluydu.
Önce Yüzba
emseddin’le kar la m. Dedi ki:
— Onba , köyün kad nlar , a za al nmayacak kadar kötü bir muameleye marûz kalm lar. Bir Yunanl linç ettiler.
Mustafa Kemal Pa a’y , Nureddin Pa a’n n evinde buldum. O, Birinci Ordu Kumandan ’yd . Dedi ki:
— Dün gelip de kad nlar n nas l intikam ald klar ve bir Yunanl nas l linç ettiklerini görmeliydin.
Bu sözlerinde benim intikam ve i kenceye kar isyan etmeme bir ima vard . Bununla beraber, bana bu, zmir sava nda çok, hem pek çok nazik davrand . Bir Yunan top mermisinden yap lm olan bir de hat ra verdi. Bu, Yak n Do u’yu temsil ediyor,
ön k sm nda kalp eklinde bir resmin üstünde iki el birle iyordu. Bu, Megalo dea’n n bir hat ras yd ve Yunanl lar bunun gibi bir hayli vazo yapm lard . Mustafa Kemal Pa a:
— Bana ayr lan oday size veriyorum. Ben çad rda yataca m, dedi. Sonra Nureddin Pa a’ya dönerek:
— K lcadere’yi gösterin ona, diye ekledi.
lcadere, dört buçuk Yunan f rkas n s
p yok edildi i yerdi. Yunanl lar buradan zmir’e ricat etmek istemi lerdi.
Nureddin Pa a, vadinin a
On Birinci ve On kinci f rkalarla tutmu tu. Nihayetinde altm
rka vard . Bu da, Yakup evki Pa a’ya aitti. Nureddin Pa a, bu plan kendisi Mustafa Kemal Pa a’ya teklif etti ini söyledikten sonra, smet Pa a sözünü
keserek:
— Bu, ba kumandan harbidir, dedi.
Bu dar ve uzun, iki taraf ormanl k da lar aras ndaki vadi, âdeta bir korkulu rüyaya benziyordu. Terk edilmi tüfekler ve cephane y nlar bütün vadide güne in alt nda parl yordu. Aralar nda bir sürü ölü insan ve hayvan. Benim gözlerim bu deh et
sahas aras nda köpeklere döndü. Hayvanc klar bu karga al k ve y nlar aras nda sahiplerinin cesedini arayarak inliyorlard . Bu manzara çok içimi yakt . Nureddin Pa a dedi ki:
— Onba , bu serseri köpekleri b rak da gel buradan bir tüfek seç.
Dönü ümüzde, yak lm bir köyde Yunan esirleri gördük. Gözleri yerdeki küllerdeydi. Arkalar bir mezarl n ta lar na dayal yd . Kendilerinin yapm oldu u bu harabeden korkuyorlard .
slehanlar Köyü’ne geldi imiz zaman, siyah cüppeli bir hocan n ellerini sallad
gördük. Yan nda genç bir yüzba vard , yerde yatan bir cesedi gömmeye çal yorlard . Yüzba , kendisini takdim etti. Nureddin Pa a, burada ne yapt
sordu.
kiz karde imin cesedini ar yorum. Nihayet buldum. Anama ne diyece im. Onu çok severdi, iki senedir de görmemi ti.
— Ad neydi?
— Yüzba Celâl.
Nureddin Pa a e ilerek, üzerine bir battaniye örtülü olan cesedi açt . Yerde yatan Yüzba Celâl, karde inin bir portresi gibiydi. Arkas nda bir gömlekle dondan ba ka bir ey yoktu. Siyah ka lar n birinin orta yerinde büyük bir yara vard . Fakat yüzü
mutlak bir sükûn içindeydi.
Nureddin Pa a:
— Biz yard m edelim, dedikten sonra, eline kazmay alarak mezar açt ve ölüyü beraberce indirdiler. Bana dönerek:
— Sen de üzerine bir avuç toprak at, dedi. Hoca diz çökmü , elleri gö e aç lm , dua ediyordu. Biz de ellerimizi gö e kald rd k. çimden, “Ey Allah m, bütün insanlara, onlar n senin çocuklar n ve birbirlerinin karde i olduklar
retmenin zaman
gelmedi mi?” dedim.
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Dönü te, Mustafa Kemal Pa a’y bir ah n yan nda kurulmu olan çad nda bulduk. Kad nlar etraf sarm lard . Gözleri, Mustafa Kemal Pa a’ya dönmü :
ntikam
al! Onlar n kad nlar yakalarsan bize yapt klar yap. Köpekler, domuzlar, diye feryat ediyorlard . Evet, nihayet, Garb’ n gönderdi i ordular, biz Türklere kar besledikleri kini kendilerine kar uyand rm lard .
Ba ka bir köye gittik. Çad rlar kuruluyordu. Biraz ötedeki istasyonda bir kalabal k vard . Büyük bir kamyon durdu. çinden birkaç esir ç kt . Bir çocuk sesi geliyordu. Bir Türk çavu u, bir çocu u kollar n aras na alm , sade bir baban n yapaca gibi, onu
avutmaya çal yordu. Gebe bir Yunanl kad n, kocas oldu u anla lan bir Yunan zabitine dayanm , geliyordu. Türk askerleri ve zabitleri çekildiler. Biraz sonra, Binba Tahsin onlara köyde bir oda verdi. Kendisi de bir aile babas oldu u için, taarruza
ramas nlar diye, odalar n önüne nöbetçi koydu. Kad nlar ba rarak, Binba Tahsin’e sitem ediyorlard . Dumlup nar’da Yunanl lar n Türk kad nlar na böyle muamele etmediklerini söylüyorlard . Gece karanl bast ktan sonra, Miralay Kâz m’ n
kumandas ndaki Üçüncü F rka, içlerinde bir sürü zabit ve kumandanlar da bulunan Yunan esirleri getiriyordu. Ertesi sabah, Mustafa Kemal Pa a’n n çad nda onlardan ikisinin bulundu unu gördüm. Binba Tahsin, Yunan zabitlerinin isimlerini al yordu. Bir
küçük iskemlede oturan Yunanl kad n bana seslendi:
— Buraya gel, kiria, 231 ben Serez’de Türk evlerinde hizmetçilik ettim. Türklerin dilini ve ne kadar iyi insan olduklar bilirim, dedi.
— Sen neden esir oldun?
— Buradaki zabitler ve kad nlar, Türklerden korkuyorlard . Ben de Türklerin kuzu gibi olduklar söyledim. Gömle imden bir beyaz parça kopararak ilk gelen Türklere sallad m. Dün ak am Kemaleddin Pa a’n n misafiri olduk, (yan ndaki k göstererek)
te bu ayakkab lar onlar verdiler. Ben de ü üdü ümü söyleyince bana bunu verdiler, diyerek bir koyun postu gösterdi. Kad nlardan bir tanesi bana Rumca sövmeye ba lad . Benim Rumca bildi imden haberdar de ildi. htiyar kad na:
— Bu, resmini gazetede gördü ümüz kad nd r, dedi. Sonra bana döndü ve ilâve etti:
— Bana senden ne kadar ho land
söylüyor.
— Benden ne istiyorsunuz, diye sordu um zaman:
— Ah, kiria, bizi esir kamp na götürecek bir araba istiyoruz, dedi.
Ertesi sabah Dumlup nar’dan hareket edecektik. Binba Tahsin esirlerin yan nda kald . Onlara vas ta bulmak çok zordu. Bununla beraber, Binba Tahsin elinden geleni yapacakt brahim henüz gelmedi i için ben Dr. Murat’ n arabas nda Elvanlar’a
gittim. Yolda, ö leyin bir a ac n alt nda oturarak ekme imi yedim. Önümüzden binlerce insan, toz toprak içinde, yuvarlan p geçiyordu. Unutmayaca
ey, bunlar n toz maskelerinin güne
yla birçok renk almas yd nsanlar n, nakliyat n, hayvanlar n
ve topçular n hepsi bir arada, bir tek ruh ve insan gibi Türkiye’yi kurtarmaya gidiyorlard . Benim yüzüm de onlar nkinden farkl de ildi.
Elvanlar tamamen yanm . Oradaki halk ya aç kta ya çad rlardayd lar. brahim, nihayet geldi. Tüfe i omzunda, orada bekliyordu.
ehirler, köyler, insan yüzleri gibi, geçen facialar n tesirini gösterirler. Rüzgâr olmad halde hava toz içindeydi. Toz toprak sokaklar sarm . Bu yanan yerden U ak’a gidiyorduk. Geçenleri durdurup sualler soruyordum. lenen cinayetler çok çirkindi.
ki yüz ki i öldürülmü veya yak lm
çlerinde kad nlar da vard . Halk tamamen uurunu kaybetmi bir vaziyetteydi. Geçen haftalar n ac lar halk birbirinin bo az na dü ürmü tü. ki genç Türk’ü, bu kalabal k girmeden biraz önce linç etmi ti.
lcadere’den sonra, Yunanl lar bütün ümitlerini kaybetmi ler, etraf yak p y kmaya ba lam lard . Yerli H ristiyanlar yanlar na alm lar, H ristiyan köylerini de yakm lard . Çünkü, Türklerin ba nda dam b rakmak istemiyorlard .
Üç gün U ak’ta kald k. Karargâhta herkes General Trikopis’ten bahsediyordu. Daha önceki Ba kumandan Hac Anesti azledilmi ti. Yunanl lar, General Trikopis’in nerede oldu unu bilmiyorlard . Yunan esirlerden i itti imize göre K lcadere’ye gelmi ,
orada Venizelistler ile Konstantinistleri bar rmak istemi , fakat onlar n aras nda da bo
ma devam etmi . Baz lar Trikopis’in intihar etti ini söylüyorlard .
Eylülün ikinci günü, Mustafa Kemal Pa a, Fevzi ve smet pa alar
ak’ta bir masan n etraf nda bulduk. General Trikopis ile General Dionis, Türklere teslim olmu tu. Mustafa Kemal Pa a’n n huzuruna, Nureddin Pa a’yla Kemaleddin Pa a’n n aras nda
geldiler. E er muhafaza edilmeselerdi, U ak halk onlar da parçalayacakt . U akl lar onlar , sevgililerini öldürenler, evlerini barklar yakanlar aras nda say yorlar, mevkilerine hiç önem vermiyorlard .
Yunan generallerini getirdikleri zaman, Mustafa Kemal Pa a, Fevzi Pa a ve smet Pa a’n n aras nda duruyordu. Benim için bu, birinci derecede militer bir dramd . Onun için büyük bir ilgiyle onlar seyrettim ve dinledim. Bizimkilerin üniformalar
neferlerinki kadar sade, yüzleri sakin ve hareketsizdi. Buna kar k Yunanl lar s rmal üniformalar giymi lerdi. Yüzleri ve elleri, son derece asabî olduklar gösteriyordu. Fevzi Pa a ise bir Budha heykeli gibi sakindi, fakat belki de içinden, “Bu herifler
hakikî asker olamaz, âdeta dans eder gibi s çray p selâm veriyorlar,” diyordu. smet Pa a, gözlerindeki öfkeyi göstermemeye çal yordu. O, askerden daha ba ka bir eydi. O bölgede, yerli halka yap lan zulme tahammül edemiyordu.
Fevzi Pa a’yla smet Pa a e ildiler, fakat ellerini vermediler. Mustafa Kemal Pa a bu sahnenin hâkim karakteriydi. Siyasî muhaliflerini hiçbir ey dü ünmeksizin ezen bu asker, askerlik alan nda bir büyük sanatkâr ve oyunun kaidelerine uyan bir
sporcuydu. O, Yunan generallerinin k klar na ve maiyetlerinin yapt klar kötülüklere hiç önem vermiyor. Trikopis, onun bu oyundaki rakibi. Bu askerlik oyununda yere vurdu u adama kaideye uygun olan hareketi muhafaza ediyor. S rt yere getirdi i
pehlivan n elini s kan galip bir pehlivan gibi. Trikopis’in elini yakalad , alelâde bir el s
müddetinden fazla tuttu:
— Oturun, General, yorulmu olacaks z.
Bundan sonra, sigara tabakas uzatt , kahve smarlad . General Dionis’e de nezaketle muamele etmekle beraber, gözleri Trikopis’in gözlerinde. Trikopis de ona aç k bir hayranl kla bak yor. Elli ya lar nda kadar, asabî, hastal kl , tiyatro
sahnesindeymi gibi giyinmi bir adam.
— Ben, sizin bu kadar genç oldu unuzu bilmiyordum, General.
Bundan sonra masan n etraf na oturdular. Mustafa Kemal Pa a, askerlik alan nda oynad klar oyunu münaka a etmek için sab rs zlan yordu. Ona, âdeta halk sl klad bir piyesin yazar na bakar gibi bak yor. Önce, bir Rum tercümanla lâfa ba land .
Yan lm yorsam, bu, Tetkik-i Mezalim ubemde Yunan gazetelerini tercüme eden adamd . Ben Rumcay o günlerde hâlâ iyi anlarsam da, tercüme edemezdim. Konu ma daha sonralar Frans zca olarak devam etti. General Trikopis, dertlerini bir
profesyonele döken bir amatör gibi konu uyordu. Yunan ordusunun kötü durumunu, bundan mesul olan deli Kumandan Hac Anesti’nin kusurlar , durumu anlamadan ordusuna emirler verdi ini anlat yordu. Bütün muhabere 232 Türk süvarisi taraf ndan
kesildi i için, Yunan ordusunun muhtelif parçalar birbiriyle anla amam lard . Bundan ba ka da, Yunan ordusundaki Venizelist ve Konstantinist k mlar birbirine girmi ti. nsan, Afyon’daki Yunan ordusunun neden pani e u rad
hissediyordu. General
Trikopis, Çobanlar’dan bir kar taarruz yapmay dü ündü ünü söyleyince, Mustafa Kemal Pa a da sükûnla kendisinin nas l mukabele edece ini anlatt . Bu aral k, iki Yunan generali aras nda da sert bir münaka a ba lam . Çünkü, Dionis, Trikopis’in
emirlerine itaat etmemi ti.
Yunan generalleri, askerli e yak maz bir ekilde münaka aya girmi lerdi. Bunu bizim pa alar n, askerlik sanat n, nereden gelirse gelsin, erefine ayk gördükleri belliydi.
Mülâkat bitince, Mustafa Kemal Pa a aya a kalkt :
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Sizin için bir ey yapabilir miyim, diye sordu.
Trikopis:
stanbul’daki kar n vaziyetimden haberdar edilmesini isterim, diye cevap verdi.
O zaman Mustafa Kemal Pa a, Trikopis’in elini yine uzunca müddet elinde tutarak dedi ki:
— Harp bir talih oyunudur, General. Bazan en mahiri 233 de yenilir. Siz vazifenizi yapt z. Mesuliyet talihten geliyor. Müteessir olmay z.
General Trikopis, ellerini sallayarak:
— Ah, General! En son yapmam lâz m gelen eyi yapamad m, dedi. Bu, anla lan, intihara cesaret edememi olmas meselesiydi.
Yunan generalleri gittikten sonra, Mustafa Kemal Pa a hayal k kl na u ram gibiydi. Âdeta milletleraras bir sahnede dövü mü oldu u ve ampiyonlu u kazand oyundaki muhalifini kendine lây k görmüyor gibiydi.
O gün, Ala ehir’in sarp yollar ndan inerken güne do mu tu. ehir âdeta bir kül y
gibi yan k sahalarla doluydu. nsanlar n ve öküzlerin güçlükle çektikleri top arabalar n aras ndan atla geçmek zor oldu. Ne Yunanl lar ne de biz, ölülerimizi
gömmeye vakit bulamam k. Türk ordusu, Türk ehirlerini ate ten kurtarmak için var h yla ilerliyor, Yunan ordusu ise, yapt bu tarihî yang nlardan süratle kaç yordu. Türk ordusu ehirden ehire geçtikçe, hep bu yan k harabelerle kar la yordu. Halk
darmada
k. Kad nlar akl kaybetmi gibi yerdeki ta lar rnaklar yla ay yorlar. Halk n içinde korkunç bir kin hissediliyor. Cehennem dünyaya gelmi gibi. ki millet, birisi yak p y km , ötekisi kurtarmak için hareket hâlinde. Hiçbirisi öbür tarafa zerre
kadar merhamet göstermiyor. S rt n ete inde hayvanlar n suland bir çe menin ba nda durdum. Gözlerimi ve kirpiklerimi örten tozdan etraf
göremiyorum. G rtla m t kanm gibi. Oradakilerden biri Doru’yu yala a çekti ve benim de mataram
doldurdu.
imdi karargâh z Sar z maden suyu denilen yerde. Bir düzlük üzerinde birkaç bina var. Bunlar Ak ehir’de ate ten kurtulmu tek binalar. O ehri daima insan eti kokusu gelen bir f n gibi hat rlar m. Düzlükte zabitler iki er, üçlü gruplar hâlinde
dola yorlar. Baz lar konu uyor; hepsinin yüzünde çok kudretli bir isyan havas var. Aralar ndan birkaç da lara kaçan halk n aras ndan gelmi lerdi. Halk n bir k sm , bilhassa kad nlar Yunan ordusu taraf ndan sürüklenip götürülmü tü. Anlatt klar çok
korkunçtu. Yerde birkaç insan ölüsü vard . Zabitlerden biri annelerinin cesedini kül y
ndan ç karmak için yeri kazan iki kad na yard m etmi lerdi.
te, bu fecî hadiseye seyirci olan ben, bamba ka bir zaviyeden 234 bak yorum. Bir tahta s ran n üstünde oturarak kendimi toparlamak istedim. Fakat bu korkunç sahne, insan denilen canavar n hususiyetini gözümün önünde ayd nlatm .
Ben umumiyetle iki ahsiyet gibiyimdir. Bir tanesi, maddî varl m. Bu ya ar, konu ur. Öteki, kendim de dahil etraf
tenkit eder. te bu, uur ötesi tenkitçi, içimde maddî varl
silip götürüyordu. Ta Birinci Dünya Sava ’ndan ba layarak tarih öncesi
olaylar gözümün önünde canlan yordu. Milletler, rklar daima öldürmek, yakmakla me gul. Her insan n yüzünde, kar
ndakini nas l öldürece ini dü ünen bir maske var. Bana öyle geldi ki, bu dü ünce, ebedî insan öldürme insiyak 235 hissettiriyor.
Öldürme insiyak olmayanlarsa insan cinsine daima bir yabanc yd lar. Yüzleri insan, dilleri insan olabilir, fakat kendileri bamba ka bir cinsten idiler. çimden bir ses, bu cinsten ayr lmak, kurtulmak istiyordu. çimdeki gayz 236 de il, kin de il, insanl ktan
nefretti. Aya a kalkt m zaman, kar mda bir ses:
— Hasta gibisiniz, Onba . Al
u sigaray için. Size iyi bir haberim var. Ben terfilerin listesini yap yorum. Siz çavu oldunuz.
Kar mda genç bir zabit duruyordu. Yüzümün manâs galiba onu korkutmu tu. Ben, bana ayr lm olan küçük odaya yürüdüm, gittim. Pis, karanl k bir odayd . Tek k, kap n üstündeki camdan geliyordu. çi, bo maden suyu
eleriyle doluydu. Ali
za bir kö eye yata haz rlam , üç tane de mum yakm . Yolda , yata
n ayak ucunda bu klara bak yordu. Ali R za:
— Yemek yemez misiniz, diye sordu u zaman:
— Hay r, yataca m, dedim. Kap n iç taraf ndaki pis perdeyle cam örttüm. Ali R za battaniyesiyle kap n önüne çökmü tü.
çimde uyanan intihar karar Nâz m’ n hat ras biraz yat rd . Onun gözlerinde ve dudaklar ndaki ac k haf zamda uyand . Ya insan öldükten sonra son an fert olarak beraber götürürse! çimdeki ses bana, “Bekle, hayat n daha iyi bir safhas olabilir.
Bu korkunç sahneyi ebediyete götürmek do ru mu?” diyordu.
Uzand m zaman, Yolda ba
gö süme dayad . Odan n öbür taraf nda oldu unu anlad m maden suyu havuzunda herkes y kan yor, gülüp ark lar söylüyordu. Sarho bir ses naat 237 okuyordu.
Kap n önünde birisi seslendi. Bu brahim’di:
—I
gördüm, geldim. Ba dayd m. Size üzüm getirdim.
— Kap n yan na b rak.
Kalkarak odan n yan ndaki küçük hamamda y kand m. Sonra giyinip yata a uzand m. Gözlerimi hiç kapayamad m. Sabah olmu tu. Ali R za seslendi:
— Hasta m
z, Efendim? Kap
vuruyordum, cevap vermiyordunuz. Binba Tahsin bir saat sonra hareket edece imizi söylüyor. Saat on.
Atlar za binerek hareket ettik. Kavrulmu insan eti kokular ndan uzakla ncaya kadar sükûn bulamad m. Yolda, sar saçl bir k z, kafas parçalanm , yüzlerine mendil örtülmü iki kad n cesedi yat yor.
Nihayet oradan uzakla k. ki saat, hakî renkli kalabal n ve süvarilerin aras ndan yol bularak geçmeye çal k. Ö leden sonra saat ikide bir çe me önünde, atlar
sulad k, sonra tekrar yola koyulduk. Yüzümüz gözümüz toz içinde, etraf zor
görüyoruz. G rtla
z t kanm gibi.
Saat dörtte uzaktan Salihli görünüyor. Bu aral k, bir kumandan otomobili göründü. çinden biri seslendi:
— Onba , Salihli’ye benimle beraber gel.
— Salihli’ye çok az yol kald . Arkada lar
rakmam siz de istemezsiniz.
sterim, ben en eski arkada
m.
Bu, Kemaleddin Sami Pa a’yd .
Be dakika sonra, Salihli’nin önündeki meydandayd k. Sa
zda incir a açlar ile süslü bir yol. Yerde sürüler, askerler, nakliye taburlar . Hepsi silâhl .
Kemaleddin Sami arabadan emir verdi:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Yerdeki cephane ve tüfekleri toplat n!
O aral k, a açlar n aras ndan kur unlar at lmaya ba lad . Otomobili durdurduk. Ordudaki kanaat, Kemaleddin Sami Pa a’n n her silâh at ta mutlaka kur una hedef olmas yd . Kemaleddin Sami Pa a on sekiz yerinden yaralanm bir askerdi.
Kur unlar ba
n üstünden geçiyordu. Kemaleddin Sami Pa a:
— Ate kes, diye emir verdi ve bu emir a zdan a za dola . Sonra, bu ate in bizim askerler taraf ndan havadan geçen iki Yunan uça na kar aç ld
rendik. Kemaleddin Sami Pa a hayk yordu. Yan zdaki çal klardan iki ki i aya a kalkt ,
selâm verdi. Kemaleddin Sami Pa a:
— Milletin cephanelerini israf m ediyorsunuz, diye ba rd .
Yâverine:
— Bak bunlar m ate etmi . Kokla silâhlar n namlular , dedi.
Yâver:
— Onlar de il, dedi i zaman yalan söyledi ini Kemaleddin Sami Pa a da anlam , ama iyi yürekli bir adam oldu u için, do ru gibi kabul etmi ti. çimden bu genç yâverin arkas ok amak geliyordu.
Salihli’nin 8000 binas ndan yaln z birkaç yüzü kalm . Biz, karargâh olacak binan n avlusuna girdik. Zabitler çe melerde ellerini, yüzlerini y yorlard . Ben de bir çe meye yakla arak susam bir inek gibi mütemadiyen su içtim. Garnizon kumandan
beni görünce dedi ki:
— Onba ! Benim emirber, ehrin öbür taraf ndaki bir eve sizi götürecek.
Yar m saat yürüdükten sonra, misafir olaca m eve gittim. Kocaman bir evin kap
çald k. O tarafta, kar
ndaki birkaç küçük evle yanmam olan bir o vard yaln z.
Sokakta dola an kad n ve çocuklar, ba lar ndaki damlar kald için memnun görünüyorlard . Beni eski Türk usulü bir odaya ald lar. Sedirler beyaz örtülü. Perdeler beyaz. Mum klar alt nda iki kad n beni candan kar lad klar zaman ne kadar yorgun
oldu umu hissettim. Ba m dönüyor, dizlerim titriyordu. Fakat bu, maddî yorgunluktan çok, Sar z maden suyunun önündeki facian n tesiri idi. Bu kad nlar, benim insanlardan ayr gibi görünen kafam , hüviyetimi günlük hayata çekip getirdiler. K bir
le en getirdi; elimi yüzümü y kad lar. Ondan sonra sedirlerin üzerine beyaz bir yast k koyarak beni yat rd lar:
— Aman ne olur, saç
çözünüz, kuzum, diyordum. Ba mdaki firketeler âdeta birer hançer gibi kafama bat yordu. Kad n, saç
çözdükten sonra, önüme diz çöktü, yana
yana ma dayayarak, ehirde olup bitenleri ve ahsî dertlerini anlatmaya
ba lad .
Çar amba günü, bir Türk süvari bölü ünün Salihli’ ye geli i Yunan Garnizonu’nu korkutmu
ehrin bu k sm yakmaya vakit bulamadan Yunanl lar kaçm lar. Bura halk ehri bayraklarla donatm , yerlere kapanarak kurtar askerlerin atlar n
aya
öpmü lerdi. Bu kad n diyordu ki:
— Babam da bir askerdi. Onun ye il bayra
sakl yordum. Ben de süvari alay na kat ld m. Alay ertesi sabah buradan ayr rken Türk ordusunun gelmekte oldu unu söylediler. Askerî tren gelince bütün halk ellerinde bayraklar, türkü ç rarak istasyona
gitmi lerdi. Fakat, bu defa gelenler Türk ordusu de il, Yunan f rkas yd . Bu f rka o zaman bu ehri bir cehennem hâline soktu.
Kad n, bu son Yunan f rkas n yapt vah eti anlatt . Halk, ehirden kaçmaya ba lam . Hikâyesinin sonunda, kollar boynuma dolayarak a lamaya ba lad :
— O lum da Yunanl lar gelince bizim orduya gitti. Bir haber alamad m. Acaba Yunanl lar n eline mi geçti?
Ben tahkik edece imi vaad ettikten sonra, bana yerde temiz bir yatak yapt , kendi geceli ini giydirdi, bir de s cak çorba içirdi.
Gece olunca, oda kad nlarla doldu. Yata
n etraf alarak, hepsi bir bir boynuma sar yor, ayn hikâyeyi tekrar edip duruyorlard . Bunlar n aras nda siyah çar afl stanbulvari bir kad n hikâyesini anlat rken, tekrar beni ç ld rt yordu. Diyordu ki:
— Biz birkaç dul kad n yanan ehirden kaçmaya çal k. Sokaklarda ko
urken sekiz ya nda küçük k m Nigâr benim beyaz mendilimi istedi. Dü man gelince k z diz çökmü :
— Teslim, teslim, diye ellerini kald rm , ama k kalbinden vurmu lar.
Sabahleyin tam dald m zaman, ihtiyar nine geldi, ba
ok amaya ba lad .
— Sen ne zaman döndün, Nine, diye sordum. Anlatt :
— Yavrucu um, ben Üsküp’tenim. Be hicret 238 gördüm. Ay y ld z nereye giderse pe inden gittim. Mutlaka onun alt nda ölmek istiyordum. Balkan Harbi’nden sonra stanbul’dan ç kt m. Anadolu’nun Kâbe topra oldu una inan rd m ve oraya kâfirlerin
girece ine inanmazd m. Onlar gelince
rd m. Bir mucize bekledim. Zafer haberi geldi i zaman Yunanl lar hâlâ ehirdeydiler. Benim ba lar n aras ndaki küçük kulübeye gelmediler. Bana bakan küçük bir torunum vard . Ay y ld z gelmeden ölmekten
korkuyordum. Beni götürsün diye ona yalvard m. O lan beni bizim e
e bindirdi, ben de a layarak gittim. Nihayet bizimkilere kavu tum. Onlar görür görmez ben onlara sar ld m, onlar bana sar ld lar. Bana bahçelerden kavun kopar p verdiler. Ay y ld n
arkas ndan geldi imi söyledi im zaman, beni omuzlar na ald lar, bayraktar n arkas nda ay y ld n alt nda yürüdüler.
imdi aya a kalkm , asker gibi yürüyor, emirler veriyor; kad nlar gülüyor, el ç rp yorlard .
O gün karargâha gitti im vakit, Mustafa Kemal Pa a yemek yiyordu.
— Gelin, siz de benimle yiyin, dedi. Ben yemek yedi imi söyledi im zaman, Fevzi Pa a bir sütlaç uzatarak:
— Bunu ye, dedi.
Pa alar, zmir’e girmek için yap lacak haz rl klar konu uyorlard . En önce zzet Pa a f rkas n girmesine karar verildi. Bunlar konu ulurken, Frans z donanmas ndaki Edgard Quinet adl gemiden bize bir mesaj geldi. Yabanc konsoloslar ehri Türk
ordusuna teslim edeceklerini bildiriyor ve Mustafa Kemal Pa a’dan hangi kumandan n gönderilece ini ö renmek istiyorlard . Ayn zamanda H ristiyan halka iyi davran lmas için ricaya benzer imalarda bulunuyorlard . Salihli’nin bu vaziyetinden sonra, böyle
bir tavsiye biraz garip görünüyordu. Her hâlde, Yunanl lar n mukavemet etmeyece ini anl yorduk. Mustafa Kemal Pa a, yumru u ile masaya vurarak:
— Kimin ehrini kime veriyorlar, dedi.
Sabahleyin saat onda Binba Tahsin ile beraber hareket ettik. Kasabada öteki birliklere kat lacakt k. imdi yine, tozdan maskeli yüzlerimizle muazzam kalabal a kar
k. Sabah n bu saatinden ta ö leden sonra dörde kadar süvari, topçu ve piyade
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
alaylar bir sürü halk kalabal ve esir kafileleriyle dolu yollardan geçtik. Yaln z çe melerin ba nda duruyor, su içiyor, fakat attan inmiyorduk. Vaktiyle on iki bin evli kasaba imdi bir yang n harabesiydi. Türk’ü Anadolu’dan ç karmak için gereken insan
unsurunu ne kadar yerinde seçmi lerdi. Yunanl lar bütün mesuliyeti Lloyd George’a yüklüyorlard . Bu yang n harabesindeki kad nlar, H ristiyan yerlilerin ellerini kald rarak Lloyd George’a küfür ettiklerini anlat yorlard . “Kako Hronis Nahis Georgis,” 239
feryatlar n bir nakarat yd . Ben, bu Yunan politikac lar n ve tilâf Kuvvetleri’nin hain siyasetlerine kurban giden H ristiyanlara ac yordum. Esir kamplar , Lloyd George’a lânet ediyor, birbiriyle kavga eden Venezilistler ile Konstantinistler de, “Kako Hroniz
Nahis Georgis,” nakarat na kat yorlard .
Karargâhtan gelen zabitlerle geceyi kasabada geçirecek iken birdenbire Nif’e gitmeye karar verildi. Açl ktan bitkin bir hâldeydik. Bir lokma ekmek bulmak imkân yoktu. Ben yerden kirli bir kâ t parças alarak kasabada oldu u söylenen Kemaleddin
Sami Pa a’ya, “Açl ktan ölüyoruz, birkaç okka ekmek gönderir misiniz?” diye yazarak brahim’le gönderdim. brahim gelirken Kemaleddin Sami Pa a’n n otomobili de geldi. Bize bir paket uzatt . Dedi ki:
— Sizden haber geldi i zaman benim karargâh hareket etmi ti. Ancak size bunu getirebildim.
Bu pakette bir okka ekmek, iki sardalye kutusu, bir parça da peynir vard .
— Birkaç saat önce Ba kumandan buradayd . Sizin de bir otomobille gelmenizi söyledi. Siz benimle Manisa’ya gelin.
— Manisa yanmad
?
— On sekiz bin binadan be yüzü kald . Fakat ben size bir yer buldum. Yar n sizi Nif’e götürürüm.
— Te ekkür ederim, fakat ben Nif’e arkada larla beraber gidece im.
— Gidemezsiniz. Sekiz saat daha at üstünde nas l durursunuz?
— Gidebilirim.
Biraz hayret etti. Fakat srar n fayda vermeyece ini anlad .
Zabit arkada lardan baz lar ertesi sabah harekete karar verdiler. Yaln z Binba Tahsin, karikatürist Yüzba Cemil, üçümüz saat sekizde hareket ettik. Karargâh n süvari alay saat be te gitti, çünkü atlar yava gidecekti. Her taraf, art k garip ve
korkunç yüzlü, ya ma için gelmi adamlarla doluydu. Biz, süvari alay ile gitmedik. Saat sekiz buçukta ay ç kacakt ve oradan üç saatte gidebilecektik. Nihayet, ay bekleyerek harekete geçtik. Fakat zaman yanl hesaplam k, o geçidin sonuna gelinceye
kadar ay ç kmad . Büyük bir dikkat ve ihtiyatla bu kum deryas ndan geçiyorduk. Önümüzde tüfekler at yordu. Köyler ba tanba a bo alt lm . Kasaba halk kaçm . Yunanl lar da çekili esnas nda tehlike te kil edebilirlerdi. Henüz bizim de hükûmet
kurmaya vaktimiz olmam , bütün yük ordunun omuzlar nda kalm . Çal klardan kendimizi kurtarmaya çal rken, Binba Tahsin’in ba rd
duydum:
— Ellerini kald r, yoksa ate edece im!
Çal klar n aras ndan bir ses cevap verdi:
— Ate etmeyiniz. Ben de kendimi çal klardan kurtarmaya çal yorum.
Binba Tahsin bir kibrit çakt . Önümüzde, elleri havada bir köylü gördüm.
— Silah n var m ?
— Hay r.
— Sen kimsin?
— Armutlu’dan bir köylü. Kasabadan kaçt m. Buraya sakland m. Çoluk çocu a yiyecek götürüyorum. Rumeli ivesiyle konu uyordu.
— Niye saklan yorsun?
— Korktum. Buras
yalarla dolu.
— Sen de onlardan birisin.
— Hay r, hay r!
— Yürü önden! Kaçmak için en ufak bir hareket yaparsan vururum.
Adamca z benim yan mda yürüyordu. Konu uyorduk. Bana Mehmed Çavu ’u hat rlat yordu. O yerleri o kadar iyi biliyordu ki, e yalar n adam olmas mümkündü. Belki daha çabuk gidebilirdik, ama Yüzba Cemil ikide bir at ndan iniyor, at n arkas
ok uyor, onu dinlendiriyordu.
Kar
zdaki kömür gibi kara y nlar n arkas ndan bir k göründü. Ay do uyordu. Biz incirli e geldi imiz zaman herkes özleyi le oraya bak yordu. Yan zdaki adam:
— Buradan köyüme kolay giderim, dedi.
Binba Tahsin izin verince, adam s çray p ko maya ba lad . Ama o kayboluncaya kadar Binba Tahsin onu gözleriyle takip etti. Bu geçitten sonra, köyler askerle doluydu. O kadar kalabal kt ki, aralar ndan geçmek âdeta güçtü. Hep omuz omuza,
özlenen ehre gidiyorduk. Hepimizin kül maskeli yüzümüz, gözlerimiz birbirine bak yor. Üç saat daha. Sabahleyin saat dörtte Nif’teydik. lk defa olarak Doru’nun yorgunluktan yürüyemez hâle geldi ini gördüm. Binba Tahsin at n üstünde uyukluyordu.
Yar uyku hâlinde, iki taraf evlerle dolu bir küçük yoku a geldik. Nas l attan indi imi hat rlam yorum. Tek hat rlad
ey, bu evlerden birinin mermer merdivenine oturup kendimden geçmi olmamd r. Birisi:
— Han mefendi, Han mefendi, diye seslenince gözlerimi açt m. Mustafa Kemal Pa a’n n Çavu u Ali konu uyordu:
— Gelin, Pa a’n n berberinin yatt bir oda var. Onu ç kar p sizi oraya koyay m.
Ayd nl k bir koridor. Üstü caml bir kap çeride k k bir sedir. Ali kap ya bir battaniye ast .
— Sabahleyin yedide size s cak su getiririm. Saat sekizde pa alarla kahvalt edeceksiniz. Battaniyelerin alt nda temiz bir çar af var.
Orada çizmelerim ve mahmuzlar mla nas l uyuyabildi ime hâlâ
ar m. Sabah kahvalt nda, Mustafa Kemal Pa a:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
k
lic
tr
ac
.c
.c
C
om
k
C
lic
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
— Bugün zmir’e girece iz, dedi.
Ben de dedim ki:
— Bir zafer alay nda gitmek istemem, te ekkür ederim. Ben sonra yaln z ba ma gelirim.
O, âmir 240 sesiyle:
— Geleceksiniz, Han mefendi, dedi.
le vakti zeytin dallar yla süslenmi be otomobille zmir’e hareket ettik. Askerler yanda yürüyorlard . Ben, yürüyen askerlerle beraber olmad ma hay flan yordum. Fakat, Mustafa Kemal Pa a, o gün mukaddes bir semboldü: halk n kurtar
ehrin
kap nda bir süvari alay bizi kar lad . Romantik bir görünü leri vard . Onlar dokuz gün at üstünde Yunan ordular n arkas nda dövü mü lerdi. Bir an tehlikeden kurtulmam lar, bir an dinlenmemi lerdi. Atl lar ve atlar büyük bir manzara te kil ediyorlard .
Bilhassa ba lar ndaki genç kumandan dikkati çekiyordu. Kafas bir iskelet gibi, avutlar çökmü , gözleri dört taraf tar yor ve durmadan emirler veriyordu. Bir anda askerler k çlar çektiler, iki taraf zda k çlar güne te parlayarak yürüdüler. Kapal
Çar ’dan geçerken nal sesleri kulaklar parçal yordu. Kald mlarda askerler ve insanlar yürüyor, k çlar parl yordu. Bunlar n arkas nda binlerce a zdan:
— Ya a, sesleri yükseliyordu.
226. Eski.
227. Oto-draisine: (Fr.) Demiryolu üzerinde kol gücü ya da motorla i leyen küçük araba.
228. Toprak.
229. Emir erleri.
230. lkel.
231. (Yun.) Han m.
232. Haberle me.
233. Beceriklisi.
234. Aç dan.
235. çgüdüsünü.
236. K zg nl k.
237. Hazreti Muhammed’i övmek için yaz lm
238. Göç.
239. (Yun.) Umar m kötü bir y l sana.
240. Emreden.
iir.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
13
zmir’de
9 Eylül
Bizim kafile zmir r ht na var p da denizin mavi sular görününce Mustafa Kemal Pa a’n n, “ lk hedefimiz Akdeniz’dir!” diye yapm oldu u beyanat dü ündüm. Hakikat bu sular, u runda ölmeye de er bir hedefti. Fakat, Türk askerinin gayesi daha çok
derin ve manidard , su ile denizle münasebeti yoktu. O gaye, bir milletin ya amak arzusuydu.
Konak’ n büyük sofas n aynalar nda, üstleri tozlu, hakî elbiseli bir grubun oturdu unu görüyordunuz. Buraya aç lan bir odada, Mustafa Kemal Pa a ile Nureddin Pa a askerî meseleleri münaka a ediyorlard . Kadifekale’ de Türklerle Rumlar aras nda
bo
malar oldu u, Ermeni mahallelerinde pencerelerden bombalar at ld söyleniyordu. Sokaklarda da kalabal k aras nda garip k yafetli kimseler vatan a na nutuklar veriyorlard . Bunlar, daima bir ba ar dan sonra, kö edeki bucaktaki sinmi adamlar n
birer mantar gibi meydana ç kmas ifade ediyordu.
Masan n üstünde, zmir’e ilk girmi olana verilmek üzere ark vilâyetlerinden birinin göndermi oldu u k ç duruyordu. Muhtelif birlikler ayn zamanda ba ka ba ka yerlerden ehre girmi olduklar için, buna hak kazanan birden fazla insan vard . Fakat,
zmir r ht na ilk gelmi olan süvari birli inin kumandan Yüzba
erafeddin buna hak kazan yordu. Sofan n ortas nda, ba sarg , ufak tefek bir adam bütün varl ndan sergüze t 241 havas sezilen genç bir çocuk gibi maceras anlat yordu. Diyordu ki:
— R ht m bombo tu. Orada gördü ümüz ilk adam bir Frans z miralay yd . Uzun bir nutuk söylemeye ve H ristiyanlara iyi muamele edilmesini tavsiyeye ba lad . Amirale r ht n kendisi için emin bir yer olmad
söyledim. Bu kehanet gibi bir ey oldu.
Bu lâflar a mdan ç karken, pencerelerden birinden bir bomba at ld ve tüfek sesleri gelmeye ba lad . Biz, hemen amirali bu tehlikeli sahadan uzakla rmak için harekete geçtik. Ba mdaki sarg o hareketin hat ras r.
Bir ngiliz zabiti, kap da ayakta duruyordu. ngiliz amiralinden Nureddin Pa a’ya bir mesaj getirdi ini söylüyordu. Arkada lar:
— Onunla sen konu Onba , biz ngilizce bilmeyiz, dediler.
Ondan sonra, biz Kar yaka’ya geçtik. Orada iki ev, karargâh olarak seçildi. Ev sahipleri iki tane ya ca, rab tal Türk kad yd . Bizimle beraber yemek yerler, Mustafa Kemal Pa a’ya bir ana gibi bakarlard . Birdenbire evime dönmek için içimde büyük
bir hasret uyand .
10 Eylül
Gözlerim denizde; fakat hasret çekti im Ankara civar nda bir köy evi. Oca nda, durmadan kütükler yan yor; önünde kur unî keçi postu ve ben üstünde yat yorum.
Mustafa Kemal Pa a, o ak am çok ne eliydi. Lâtife Han m isminde genç bir kad nla tan
:
— Bu küçük han m sizden hocam diye bahsediyor, dedi. Sonra Kolej’de bir sene kalm oldu unu ve son zamanlarda hukuk derslerini takip etti i Fransa’dan dönmü oldu unu ö rendim.
Mustafa Kemal Pa a kula ma f ldad :
— Boynunda küçük bir çerçevede benim resmim var, dedikten sonra, sevinçle gülmeye ba lad . Bu genç han m, Pa a’y evine davet etmi ti. Pa a, onun kendisine â k oldu unu tahayyül ediyordu. Gerçi, o günlerde zmir’deki her kad
Mustafa Kemal Pa a’n n bir resmi var idiyse de Pa a’n n bu duygulan na, kendi üzerinde iyi bir tesir yapaca na inand m için memnun oldum.
n gö sünde
11 Eylül
ht mdaki yeni karargâha ta nd k. Ortal k kar
kt . Asayi henüz kurulmam
. Garip tav rl bir sürü insan ortalarda dola p duruyordu. zmirlilerin kendileri, evlerine kapanm lard . Bir sürü ya ma da oluyordu.
12 Eylül
Sabahleyin erkenden Mustafa Kemal Pa a’n n karargâh ndan biri beni uyand rd . Tercüme edilmesi gereken bir kâ t getirmi ti. Bu, ngiliz amiralinden gelen resmî bir kâ tt . Mustafa Kemal Pa a’n ngiliz konsolosu ile konu urken Türkiye’nin ngiltere
ile harp hâlinde oldu unu söylemi olmas ndan dolay , Mustafa Kemal Pa a’ dan bunun yaz olarak teyidini istiyordu. Çünkü, di er tilâf mümessilleri ile konu mas gerekiyordu. Bu kâ
tercüme ederek götürdüm. O gün ö le üstü kdam gazetesinin
muhabiri s fat ile Yakup Kadri geldi. Ak am ve Vakit gazetelerinin muhabirleri de onunla beraberdi. Muhabirler, ehirde duman gördüklerinden yang n oldu unu tahmin ediyorlard . Ö le yeme inden sonra, Mustafa Kemal Pa a’n n karargâh na gittik.
Amiralin mektubunu çok aç k bir dille münaka a ediyordu. Gülerek dedi ki:
— Han mefendi, e er Yunanl lar ngilizler taraf ndan sevk edilmeselerdi zmir’e ç kabilirler miydi? Yak
ark’ta onlar n eli olmayan bir hareket olabilir miydi? Evet, tabiî olarak onlarla harp hâlindeyiz.
Bu aç k konu madan sonra, Mustafa Kemal Pa a, hükûmet reisi olarak bamba ka bir vaziyet almaya mecburdu. Bundan dolay Hariciye Vekili’ni ça rtm .
Ermeni mahallelerinde yang n ba lam . Sakinleri, ellerinde bohçalar, s rtlar nda e ya, r ht
dolduruyorlard . Yang n k ll
ehre vurmu ve etraf sarm . R ht mdaki halk n yüzü korku içindeydi. smet Pa a’n n karargâh kumandan , itfaiye
borular n parça parça edilmi oldu unu söyledi. Anlatt na göre, Yunanl lar ehri yakmak için her türlü tertibat alm lard . Geceye do ru, r ht mdakilerin korkusu artt . K ll k ço ald . Karga al k son dereceyi bulmu tu. Bizim karargâh ate al r almaz
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Kar yaka’ya geçtik. Gazete muhabirleri için bir vas ta da temin ettik. Ben Yolda ’la yaln z gittim. Yolda n gözlerine bakarken kendimi ona bütün insanlardan daha yak n hissettim.
Yang n üç gün devam etti. Birkaç saat sonra yang n sahas na yakla mak imkân kalmam . Yunanl lar n Aya Tria ile Foti kiliselerinin ve baz hususî evlerin alt na yerle tirmi olduklar dinamitler patl yordu. Manzara ve gürültü korkunçtu. zmir’in
üstündeki k l sahne öteki ehirlere de sirayet etti. Allah m! Ate ve k ç imtihan daha ne kadar sürecekti? Acaba, halk, politikac lar n oyunundan canlar ve yurtlar ne zaman kurtaracaklard ?
16 Eylül
Karargâh Bornova’ya geçti. Mustafa Kemal Pa
imdi art k Lâtife Han m’ n misafiri idi. Çünkü, oras yang na en uzakt .
Ben, smet Pa a’dan, gazete muhabirlerine harp sahas göstermek için izin istedim. Son raporumu yazacakt m. smet Pa a gereken haz rl klar için emirler verdi.
Ay n on sekizinde Lâtife Han m, smet Pa a’y , gazetecileri ve beni, zmir zaferini kutlamak için evine davet etti. Beni oraya Mustafa Kemal Pa a otomobilinde götürürken, hep Lâtife Han m’dan bahsediyordu. Sesinde, nihayet Mustafa Kemal Pa a’n n
bir yuva kurmak için haz rland
ifade eden bir ey vard . Ba
çok samimî görünüyordu.
Nihayet, koyun mavi sular na bakan ho bir bahçenin önüne geldik. Evin verandas na götüren merdivenler sarma k ve mor salk mlarla süslüydü. Merdivenin ba nda siyahlar giyinmi , ufak tefek bir han m bizi bekliyordu. O zaman Lâtife Han m’ n yirmi
dört ya nda oldu unu biliyorduk. Fakat, tavr daha çok olgundu. Halinde ve selâm veri inde, eski dünya vekar vard . Sosyete k zlar n gösteri i hiç yoktu. Ba na sarm oldu u siyah örtünün ortas nda yüzü çok ho tu. nce dudaklar nda büyük bir irade
hissedilmekteydi. Çok güzel ve zeki gözleri vard . Bu kahverengi gözlerin etraf na saçt
k çok cazipti.
Mustafa Kemal Pa a, bir müddet ortadan kaybolduktan sonra, beyaz bir kostümle geldi. Mavi gözleri p l p l yan yor ve önümüzde haz rlanm olan içki sofras na bak yordu. Lâtife Han m da, yan mda oturuyor, hayran hayran Mustafa Kemal Pa a’ya
bak yordu. O ak am enlendiren hadise, bu iki ki i aras ndaki a k ba lang yd . Pa a dedi ki:
zmir zaferini tesit 242 ediyoruz. Siz de bizimle içersiniz.
— Ben ömrümde a ma rak koymad m. ampanya ile ben de tesit edebilirim.
Mustafa Kemal Pa a rak kadehini dudaklar na götürürken, eliyle beni göstererek dedi ki:
— Han mefendi’nin huzurunda ilk defa olarak içiyorum.
Ben de ampanyay dudaklar ma götürerek onlara saadet temenni ettim. Lâtife Han m da yaln
ampanya içti.
O ak am, sade Mustafa Kemal Pa a’n n sözlerini dinleyerek geçirdik. En çok sevmi oldu u Selânik hayat ndan ve muhtelif cephelerdeki vakalardan bahsediyordu. lk defa olarak da kimse ile alay etmedi ve kimsenin aleyhinde bulunmad . Hatta Millî
Mücadele’ye hizmeti geçmi olan ve kendisinin sevmedi i adamlar bile övdü.
O ak am beni smet Pa a karargâha götürdü.
— Lâtife Han m’ nas l buldunuz?
— Çok cazip.
Her hâlde, Mustafa Kemal Pa a’n n samimiyetle ba lanm oldu u Fikriye Han m’la Lâtife Han m, hakikaten cazip kad nlard . O aral k, smet Pa a’ya Mustafa Kemal Pa a’n n benim hakk mda vaktiyle Tahsin Bey’in evinde söylemi oldu u lâftan
bahsettim. smet Pa a dedi ki:
— Sizi temin ederim ki bu do ru olamaz. O, sizden daima hürmetle bahseder.
Ondan sonra, Kâz m Karabekir, Ali Fuad ve Refet pa alar n hizmetlerinden hararetle bahsetti. Kâz m Karabekir’in Do u’daki zaferinin yüzümüzü ak ç kard ndan, Ali Fuad Pa a’n n hizmetlerinden ve Refet Pa a’n htilâl Devri’nde isyanlar
bast rmadaki ba ar ndan bahsettikten sonra, Refet Pa a’y davet etti ini söyledi. O günlerde, smet Pa a’n n bu Millî Mücadele’de kahramanl k göstermi olanlar övmesi ilk defa vâki olmuyordu. Her hâlde, Mustafa Kemal Pa a’n n hisleri ne olursa olsun,
smet Pa a’n n bu adamlar koruyaca na emin bulunuyordum. O, koyun mavi sular na bakarken memleketin süratle canlanaca ndan ve yurttaki bu korkulu rüya geçtikten sonra, topraklar
n yeni bir hayata kavu aca ndan bahsediyordu.
Ertesi ak am, Fevzi Pa a ile yemek yerken:
— Seni Ba çavu yap yorum, dedi.
Te ekkür ettim. Fakat benim tek sevdi im unvan halk n da bana yak rd Onba unvan yd .
zmir’i terk etmeden önce, Ba kumandan’a veda için gittim. Lâtife Han m’ n evinin kap nda Gül Han m’ buldum. Her zamanki gibi yüzünde o garip beyaz maskeye benzeyen örtü vard .
Mustafa Kemal Pa a balkondayd . Ali Fuad Pa a ile, o zaman kabine reisi olan Rauf Bey de yan ndayd lar. Gül Han m’dan bahsederek onu kabul etse iyi olaca
söyledim.
— Ben onun orada oldu unu biliyorum. Fakat kabul etmeyece im, dedi.
Sonra konuyu de tirerek:
— Siz hâlâ Onba
areti ta yorsunuz, diye ekledi ve sonra gitti, Ba çavu luk i aretlerini getirdi, Lâtife Han m da oturdu onlar koluma dikti.
Hareket etmeden önce:
— Hava çok so uk, paltonuz var m , diye sordu.
Olmad
söyledi im zaman:
— Biraz durun, ben pelerinimi size verece im, dedi. Gitti, bugün hâlâ çok iyi hat rlad m, uzun, kur unî pelerinini getirdi. Bunu, idama mahkûm oldu u günlerdeki mücadeleleri s ras nda hep giyerdi. Bazan bütün gece ate in kar
nda herhangi dakika
ölüm beklerken, buna sar oldu unu hat rlar m. Pelerin yerde sürünerek giderken, merdiven ba nda Lâtife Han m’la beraber beni u urlad lar. Ben de:
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
241. Serüven.
242.Kutlama.
k
lic
ac
.c
tr
om
to
— Pelerini miras olarak çocuklar ma b rakaca m. Sonra da müzeye gidecek, diye seslendim.
Kap n önünde Gül Han m’ n beklemekte oldu unu gördüm. çim yand . Fakat, öteki kumandanlar kendisine iltifat etmi lerdi. Her hâlde mükâfats z hizmet, çok daha k ymetli bir eydir.
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
14
zmir’den Bursa’ya
Harabeler üzerinden geçerken evsiz barks z dola an, memleketi kurtarmak için insanüstü emek sarfetmi olanlar n manzaras içimi yakt . Âdeta kendi evimin hayalini dü ünmekten utan yordum. Bazan da, halk n sabr ve insanca hareketleri beni
avutuyordu. Bu harabeler üzerinde garip ve yabanc yüzlü insanlar ço alm , halk intikama sürüklemeye çal yorlard . Ne var ki, intikam, bir milleti kalk nd rmaz. E er büyük harpten sonra, tilâf Devletleri’nin bas Almanlara kar kulland dili
kullanmam olsalard , dünya o zaman daha ne kadar ba ka olabilirdi. E er, Versailles’ n o adî ve küçük intikam hissi olmasayd , Avrupa o günlerde daha ne kadar kuvvetli olabilirdi!
zmir’den hareket etmeden önce, birkaç vaka bende, gelece imiz için besledi im iman kuvvetlendirdi. Bunlaradan biri: zmir’den Kar yaka’ya geçerken gelip beni kolumdan çekip konu an genç yüzba
r. Dedi ki:
— Ben senin Sultan Ahmed nutkundan sonra orduya girdim. Orada, “Hükûmetler dü man z, milletler dostumuz,” demi tin. Rumlar müdafaa ettirmek için git Pa a’ya söyle!
te, bu adam, Yunanl lar n Türk kad nlar na yapt klar baz feci hareketleri bilmekle beraber, daima Rumlar müdafaa etmi ti. Bu isimsiz yüzba , Türk milletinin kurtar lar aras nda benim için ba ta gelir.
Di er bir vaka: Manisa’da konu tu um bir kad nla haf zama yerle mi tir. Manisa’n n harabiyetini ve orada geçen korkunç hadiseleri tahayyül etmek bile güçtür. Bu kad n evi yanmam . Bahçesindeki a açlar alt nda bana geçen vakalar anlatmaya
ba lad :
— Bizim ordumuz zmir’e girince evime döndüm. Bahçede, iki kad n ölüsünü buldum. Bir tanesi gebe. Karn süngüyle delinmi . Ama ben gene de Rumlar n linç edilmesine tahammül edemiyorum. Biz Müslüman z. ntikam ve zulüm bize yak maz.
Bunu dedikten sonra, kollar
vad . Bahçedeki çe mede abdest ald , ak am namaz
lmaya haz rlan yordu. te, din hislerini insanî yola çeviren bir örnek. ster Bat olsun ister Do ulu olsun, insanl intihardan koruyacak devaml bir insanî
münasebet kuracak bir örnek. Ancak böyle bir münasebet insan cinsini kendi kendine k ymaktan koruyabilir.
Ala ehir’de, bir mektep hocas olan Nedime, bana Türk k zlar n Rum neferleri taraf ndan nas l tecavüze u rad klar anlatt . Bu rezalete mâni olacak zabit olup olmad
sordu um zaman:
— Evet, dedi. ki Yunan zabiti neferlere ate açt lar. Onlar sayesinde ben de kurtuldum, dedi.
te, Yunanistan bugün ya yorsa bu iki zabitin zihniyetinde olan adamlar sayesinde ya yor.
ak’a iki saat mesafede olan nay’da durduk. Köy yoktu. Halk ta lar aras nda dola yordu. Bir taraftan not alacakt m, bir taraftan da gezecektim. Bir rehbere ihtiyac m vard . Gece çok so uktu. Köyün imam geldi. So uktan titriyordu. Ellerini
ovu turarak dola yor, bir taraftan da konu uyordu. Ona not alaca
söyledim. Dedi ki:
— Geçmi i yazmakta ne fayda var. Olan biteni görüyorsun ya. Bizim ihtiyaçlar
not et. smet Pa a’n n aya
öptü ümüzü ve bize yard m etmesini söyle.
Anlatt na göre, U ak depolar nda hem bu day hem yap malzemesi varm . Halk açl ktan, evsizlikten ölüp gidiyordu. mam:
— Geriye de il, ileriye bak yoruz. Geçmi i unutmak istiyoruz. Ya ayaca z.
Bu, bir imam için inan lmaz bir basiretti. 243 Sonra, bize Himmet ad nda bir rehber gönderdi. Küçük bir o land bu. Yan zda ne kadar ekmek varsa hepsini ona verdim.
Himmet, kamyonun basama nda durdu, bize yol gösterdi. Ben oförün yerinde oturmu ve kamyonu kullan yordum. On iki ya ndaki bu o lan parlak gözlüydü. Fakat çok küçücüktü yavrucak. Bununla beraber, bin tane ya ya bedeldi. Bana hayat
anlatt . Yedi ya nda yetim kalm . Miras bir çift öküz, bir kulübe, bir büyükanne, bir de abladan ibaretmi . Öküzleri kira ile köylülere vermi . Dokuz ya nda, ablan n çeyizini düzmü , onu evlendirmi . Sonra öküzler ölmü . Kendisi üç sene tarlada
çal ktan sonra, iki manda sat n alm .
— Mandalar n hâlâ duruyor mu?
— Hay r, Han mteyze. Kuzgundere’de Yunanl lar elimden ald lar.
Anlatt na göre, mandalar n al nmas ndan ziyade, Yunan askerlerinin onu yere yat p kesmek istemeleri içine dokunmu tu. Fakat, bir Yunan çavu u:
— Küçük, b rak n, diyerek onu kurtarm .
imdi ne yapacaks n, Himmet?
— Üç sene sonra bir çift manda alaca m.
Çocu un sesi, Anadolu’daki hayat n gelece i için bana büyük bir ümit verdi. Kendimi âdeta onun orta gibi hissediyordum. Hâlâ da içimde ayn iman var.
Bursa’ya giden son yoku u t rman rken ihtiyar bir köylüye rastgeldik. Bir elinde yaln z köyde giyece i pabuçlar vard . Öbür eliyle ihtiyar bir kad tutmu , gidiyordu. ki çocuk gibi el ele yürüyorlard .
— Nereye gidiyorsun, baba?
— Hiçbir yere, k m. Bir y ld r kümese kapanm tavuklar gibiydik. Köyden ç kamad k. Tuz almaya bile çar ya giderken hep beraber gidiyorduk. Çok ükür, art k kurtulduk. Benim ihtiyar hatunu ald m. Dola mak istiyorum. yi günler ve kötü günler
nöbet nöbet gelir. imdi iyi günlerdeyiz.
Buru uk yüzündeki gözleri, hayata gülerek bak yordu. Yunan istilâs esnas nda anlad m ki, bütün Bursa ayn vaziyetteymi . Yerliler art k soka a f rlam , gece yar lar na kadar evlerinin önünde oturuyorlar. Bursa yaylalar n ebedî ye illi i ve
mimarisinin emsalsizli i gözleri al yor.
Bas n mümessilleri Bursa’da kald lar. Durumu incelediler. Bursa civar ndaki kasabalar yanm . Bursa’y rnaks z isminde bir çete reisi kurtarm . Yunanl lar ehri yakmaya ba lad klar zaman, hücum etmi , onlar korkutmu tu. Gazeteciler, s k s k
Mudanya’ya gidiyorlard . Mudanya’da toplant vard . Lozan Konferans ’n n haz rl klar yap yordu. Franklin-Bouillon ile General Harrington tilâf Kuvvetleri ad na bar meselesinde önemli rol oynad lar.
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
lic
k
om
to
tr
ac
.c
.c
re
C
k
lic
C
k e r- s o ft w a
.
.
ac
w
w
tr
ww
ww
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Franklin-Bouillon, Türkiye’de, zaten ileriyi gören bir Frans z siyaset adam olarak tan nm . General Harrington ise ilk defa olarak ngilizlerin bar iste ini ifade ediyordu. Bu General, sadece sava alan nda cesur bir asker de il, ayn zamanda,
memleketine bar meselelerinde hizmet etmi bir adamd . Daha sonralar onu stanbul’da gördüm. smet Pa a ve Dr. Adnan’la konu malar nda tercümanl k ettim. Mudanya’dan sonra, Lozan Konferans ba lad zaman bile hayli tehlikeli cereyanlar vard .
Türk ordusu, Çanakkale’de ngiliz ordusuyla kar kar yayd . Türk halk efkâr , Anadolu facias ndan ngilizleri sorumlu tutuyor ve onlara kar içlerindeki ac
henüz unutam yordu. Buna kar k, ngiliz ordusu da, siyasetlerinin iflâs ndan fazla üzgündüler.
Yeni bir sava önlemek için, iki taraf n da çok serinkanl olmas gerekiyordu. General Harrington’a, o zaman stanbul’da ngiliz temsilcisi olan Mister Henderson çok yard m etmi ti. Her hâlde, Türkiye’deki de ikli i anlam . Beyo lu’ndaki ngiliz
mektebinde verdi i bir nutku iyi hat rlar m. Orada, Türkiye’nin Türklerin mal oldu unu, kendilerinin bir misafir say lmalar gerekti ini söylemi ti. Dü ündüm ki, e er 1918’de, stanbul’da Harrington ve Henderson kafas nda adamlar olsayd , birçok üzücü
meseleler önlenebilirdi.
243. Anlay
.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
k
lic
tr
ac
.c
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
15
Sava a paydos
Ben Bursa’dan ayr rken Mustafa Kemal Pa a’y kabul için haz rl klar yap yordu. Mudanya Mütarekesi henüz imza edilmi de ildi. Kamyonla hareket ettim. Bursa Mebusu Dr. Emin, Ankara trenine bindirmek için bir hastas Karaköy’e kadar
götürmemi istemi ti.
Gece saat onda lokomotifte bir bozukluk oldu. Biz d ar ya ç kt k. Birtak m otomobiller geliyordu. Durdular. Ba takinden Mustafa Kemal Pa a ç kt :
— Dönüyor musunuz, Han mefendi? Kâz m Karabekir Pa a’y size takdim edeyim.
Kâz m Karabekir, ark’tan döndü ü vakit ben cephede oldu um için onu ilk defa görüyordum. Çok vakur ve iradeli bir adama benziyordu. Mustafa Kemal Pa a dedi ki:
— Ben Fikriye Han m’ sanatoryuma götürüyorum. yi de il.
Fikriye Han m veremdi. Doktorlar sanatoryum tavsiye etmi lerdi. Fakat bu acele gidi te zmir’in tesiri vard .
— Veda edebilir miyim, dedi im zaman, Mustafa Kemal Pa a, arkas ndaki otomobilin kap
açt . Kendisi geri çekildi. Fikriye Han m, kürklere sar lm oturuyordu. Ellerimi yakalad . Kürkünün içinde çok zay f görünüyordu. De mi ti. Hasta oldu u
anla yordu. Gülümsemek için güçlük çekiyordu. Bu yüz st rap maskesiydi.
Daha sonra, Ankara’da, Hayatî Bey’in anlatt na göre, sanatoryuma götürülmesine karar verildi i andan itibaren a lamaya ba lam .
— Ben Avrupa’da bir sanatoryuma gidece im. Doktorlar, iyi olursun diyorlar.
aallah, Fikriye Han m. Ke ke bu kadar uzatmasayd z.
— Ben gitmek istemedim. Fakat Pa
srar etti. Bir iki gün stanbul’da kalaca m.
— Ondan sonra sanatoryuma, de il mi?
— Birkaç gün de Paris’te kal p daha önce kendime esvap yapt rmak istiyorum.
Zavall , nas l bir endi e ile yüzümü inceliyor, Paris modeli esvaplarla tekrar göze girece ini umuyordu.
O kadar ac m ki, gözya lar
zor tutabildim. Boynuna sar ld m.
yi olacaks z, dedi im zaman:
aallah, diye o da boynuma sar ld , yanaklar mdan öptü. Ben de veda ederek ayr ld m.
te bu Fikriye Han m’ son görü ümdür.
Onunla Münih Sanatoryumu’nda bulunan bir kad n, bana Pa a’n n evlendi ini orada haber ald ktan sonra, pek çok a lam oldu unu söyledi. Durmadan gözya lar içinde, âdeta hummal bir ekilde, a k hikâyesini tekrar eder dururmu . Münih’ten iyi
olmadan ayr lm . Onu merasimle kabul eden kad nlar, Pa a’n n evlenmi oldu unu haber al nca ondan yüz çevirmi ler. stasyona yaln z bir tek kad n onu u urlamaya gelmi . 1923’te Ankara’dan gelen resmî bir tebli de, Mustafa Kemal Pa a’ n n uzaktan
akrabas olan Fikriye Han m ad nda bir kad n Pa a’n n evine girmeye çal
ve muvaffak olamay nca kendini vurmu oldu unu yaz yordu.
Sakarya ve zmir muharebeleri esnas nda Dr. Adnan, Büyük Millet Meclisi’nin ikinci ba kan yd ve bu s fatla Mustafa Kemal Pa a ad na hareket etmekteydi. Yorgunluktan bitkin dü mü tü. Öksürü ü artm . S k s k s tma nöbetlerine tutuluyordu.
Meclis’te herkesin zihnini i gal eden mesele hâllolur olmaz, Büyük Millet Meclisi’nden izin istemeye karar verdik. Bu mesele, iki hükûmetin varl ndan do an güçlüktü. Namuslu ve tan nm kimselerden mürekkep 244 olmas na ra men, stanbul’daki
hükûmetin ba nda, vatan haini bir padi ah vard . Millî Mücadele esnas nda, kudreti stanbul s rlar ndan öteye geçememi ti. Kocam , y pranm ve kuvvetten dü mü tü. Di er tarafta, milletin iradesinden do mu , Büyük Millet Meclisi Hükûmeti vard .
Meclis canl , hayatiyet dolu ve kudretliydi. Ordusu Türk s rlar dirlik ve güven içinde tutacak güçteydi. Koskoca bir millî buhran ba ar ile atlatm . Ayr ca bu hükûmetin ba nda, Mustafa Kemal Pa a gibi kudretli bir ahsiyet vard . Bu canl , dinç
hükûmetin, kocam , y pranm olan hükûmeti ortadan kald raca tabiî ve aç kt . Fakat, bunu nas l yapacakt ?
O günlerin olaylar okuyacak olan tarih talebeleri iki yoldan birini seçmek gerekmi oldu unu göreceklerdir. Bu yollardan biri udur: Ankara Hükûmeti stanbul’a gidebilir, kral n (bizde padi ah n) bir millî istikrar alâmeti oldu
ngiliz usulü bir me rutiyet
kurabilir ve Mustafa Kemal Pa a da, hayat kayd yla, kudretli bir Ba vekil olurdu. Bu ihtimal, Mustafa Kemal Pa a taraf ndan ta eskiden, yak nlar na, a
yukar , “Beni kendine (Padi ah) Sadrazam seçmeyi akl na koyarsa ne yapar z?” eklinde ifade
edilmi ti. Fakat 1918’de Padi ah’tan yeni bir kabine kurmas istemi olan Mustafa Kemal Pa a, art k en yüksek iktidar eline almak için Padi ah’a ba vurmak ihtiyac nda de ildi. Sultan Vahidettin, Sultan Osman torunlar n birer gölge padi ah olarak
saltanat taht nda kalmalar sa lamay dü ünecek kadar kurnazl k gösterse bile, böyle bir eyi teklif edemeyecek kadar milletin gözünden dü mü oldu unu biliyordu. Padi ah hükûmetini ortadan kald rmaktan ba ka çare yoktu. Bu imkân , birkaç gün
sonra, Vahidettin’in son Sadrazam Tevfik Pa a sa lad .
Ankara’ya geldi imin ikinci günü, eski ordu genel karargâh n kar
ndaki yolda yürüyü e ç km m. Ankara taraf ndan, hakîler giyinmi on kadar çocuk gelmekteydi. Çocuklara asker elbisesi giydirmenin aleyhinde olmama ra men, bu çocuklar n hâli
dikkatimi çekti. Bunlar, asker ad yla rap rap yürüyen, makinele mi çocuklar de illerdi. ki er üçerlik gruplar hâlinde, konu a oyna a yürüyorlar, en küçüklerine göz kulak oluyorlard . Hepsi, içlerinde, pembe yanakl , tombalak çocu a büyük bir itina
gösteriyor, karargâha giden dik yoku u ç kmas na yard m ediyorlard .
Dr. Adnan’a bu çocuklardan bahsetti im zaman, güldü ve:
— Bunlar, Kâz m Karabekir Pa a’n n çocuklar r. Onunla birlikte karargâhta oturuyorlar. Bu çocuklar n k rk tanesini mektepte okutuyor, dedi.
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
om
to
k
lic
tr
ac
.c
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Kâz m Karabekir Pa a, ana babalar Erzurum ve Erzincan bölgelerinde öldürülen iki bin kadar yetim Türk çocu unu evlat edinmi ti. Bunlar, dört ile on dört aras nda çocuklard . Üzerlerinde asker elbisesi olmas na ve Pa a’n n seçti i zabitlerin nezareti
alt nda olmalar na ra men, asker terbiyesi görmüyorlard . Kâz m Karabekir Pa a, çocuklarda, feci günlerinin hat ras silmek için ne gerekirse yapmaktayd . Onlar n e itiminde en büyük rolü müzik oynuyordu. Bu i i, bir Rus kad nla birlikte kendisi üzerine
alm . Çocuklar bilhassa birer sanat ve meslek sahibi olacak ekilde yeti tiriyordu. Bunlardan baz lar gayet iyi marangozluk ö renmi ti. Güzel resim çizmesini, çocukça, fakat sanatkârca oymalar yapmas biliyorlard . Kâz m Pa a, ceza usulünü
kald rm , bununla beraber, çocuklar
ahsiyetlerinin serbestçe geli mesini önlemeyecek bir disiplin kurmu tu. Kötü hareketi görülen çocu u kar
na al p onunla tek ba na konu urdu. Pa a Baba’n n bir kenara çekip ö üt verdi i çocu un hemen hemen
bir daha kötü bir ey yapt olmazd .
Kâz m Karabekir Pa a’n n, çocuklar idare kabiliyeti, zannediyorum, anadan do ma bir kabiliyettir. Türkiye’ nin dört bir taraf ndan kendisine çocuklardan mektup ya ar. Kâz m Karabekir Pa a, Türkiye’de çocuk dostu olarak tan nm r. Ordular tefti e
kt zaman, ilk i i okullara u ramak olur. Hemen bir s fa dalar ve saatlerce çocuklar n aras nda kal rd . Karargâhtaki s disiplin taraftarlar bundan ikâyetçidirler. Kumandanlar n bu yüzden alay konusu olmas ndan korkmaktad rlar. Ama, dünya
yüzünde hangi hakikî sevgi vard r ki, a
a var nca bir mizaha konu olmu olmas n? Ama Kâz m Pa a’n n kendisi hiçbir zaman tahammülsüzlük göstermemi tir.
Kâz m Pa a’n
efkat hareketlerinin ard nda bir “fikir” ya amaktayd . Kâz m Pa a’ya göre, Türk milleti de erli vas flar ndan baz lar kaybetmi ti. S hhatli ve dayan kl bir millet olmas için yeni vas flar, meziyetler kazanmas gerekti. Çocuklara sa k
bilgisini, bir din bilgisi katiyetiyle ö retmi ti. Hepsi okumu büyük kimselerden daha çok mikrop ve Türkiye’deki belli ba hastal klar hakk nda bilgiye sahiptiler. ki ayl k tatil günlerinde, hayatta kalm akrabalar olan çocuklar köylerine gönderiliyordu.
Çocuklardan birkaç ile konu tuktan sonra, onlar üzerinde ne derece gayretle çal ld
anlad m. Çocuklardan biri bana dedi ki:
— Bizim köylülere mikrobun ne kadar tehlikeli bir ey oldu unu anlatt m. Mikroplar n cin, peri gibi bir ey oldu unu ve bunlardan korunmak için tek çarenin temizlik oldu unu söyledim. Her sene eski püskü ne varsa hepsini yak yor, evleri badanal yoruz.
Yemeklerden önce, Müslüman âdeti üzere ellerimizi y yoruz...
Bu çocuk ileride bakteriyolog olmak niyetindeydi. Bu yetimlerin terbiyesinde, makine kullanman n lüzumu ve faydas üzerinde de duruluyordu. Makinelerin faydas belirten temsili piyesler oynamakta, makineyi öven iirler okutulmaktayd .
Çocuklarda en çok göze çarpan ey, dürüstlük, do ru sözdü. Bu özellikleri ö ütlerle de il, içinde ya ad klar çevreden, havadan almaktayd lar. Buna kar k, onlarda kad nlara kar kay ts
arts z bir sevgi hissi uyand yordu. Her kad nda bir çe it
kutsall k bulundu u fikri a lan yordu. Bu, üzerinde en çok durulan hususlardan biriydi. Maksat, Anadolu erkeklerinde kad na kar sayg ve sevgi hissi uyand rmak, bu hissi kuvvetlendirmekti. Anadolu kad nlar n umumî hayatta oynad klar rolün ne kadar
hayatî oldu unu ve ne büyük angaryalara ko uldu unu biliyorlard . Nihayet, küçük çocuklara, ihtiyarlara, zay flara bakmak, onlarca dinî bir vazife say yordu. Bunu anlamak için, onlar bir kad nla konu urken veya herhangi bir i yaparken görmek elverir.
Elinde bohça veya herhangi bir e ya olan bir kad n gördüler mi, hemen ko up ona yard m ederlerdi. Bir kö ede, bir gün Kâz m Pa a ile çay içerken, bu çocuklar n bir k sm ile konu tum. On üç ya lar nda, kara gözlü bir o lan Kâz m Pa a’n n yan nda nas l
ya ad klar ndan, neler yapt klar ndan bahsediyordu. Ana babas kesmi ler ve cesetlerini ölü y nlar üzerine atm lar. Kendisi
n bir vaziyette sa a sola ko mu , nihayet, bir a ac n alt na dü üp bay lm . Kendisini Kâz m Karabekir Pa a bulup
kurtarm . Küçük ya tan beri iyi ellerde büyümü bir aile çocu u intiba veriyordu. imdi, bunca serbestlik ve sevgi havas içinde ya ayan bu çocu un as k suratl bir mektep hayat na al mas ne kadar güç olur diye dü ündüm.
O gün Kâz m Pa a’dan ayr ld m vakit, fikirlerinin birçok nesilleri yeti tirip besleyecek güçte bir insan oldu unu anlad m. Çünkü o, bana, Türkiye’deki büyük olaylar n meydana ç kard müstesna simalardan biri gibi göründü.
Mudanya Mütarekesi 22 Eylül 1922’de imzalanm
tilâf Kuvvetleri, stanbul Hükûmeti’ni Lozan Konferans ’na ça rm lard . Tevfik Pa a, Büyük Millet Meclisi’ne ba vurarak, mü terek bir hat ve hareket teklifinde bulunmu tu. Bu teklif, Meclis’i, bir
ba ka Türk hükûmetinin mevcudiyetini hat rlatma suretiyle asabiyete sevk etmekle kalm yor, ayn zamanda, bir memlekette iki hükûmetin varl gibi anormal bir duruma son vermeye de âdeta onu mecbur b rak yordu. Büyük Millet Meclisi yirmi dört saat
zarf nda, muhalefet mebuslar da dahil, kesin bir karar almaya haz rlanm . 1922 senesi Ekim ay nda, Mustafa Kemal Pa a, Dr. Adnan’ n bu tarihî celseye ba kanl k etmesini rica etmi ti. Mebuslar n büyük bir k sm n imzalad klar ve padi ahl kla
halifeli in birbirinden ayr lmas , saltanat n ilgâs , 245 hâkimiyetin kay ts
arts z millete aidiyeti prensibini ve dolay yla Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin bu hususta söz sahibi oldu u esas ta yan bir önerge kabul edildi.
Ak am saat sekizde Dr. Adnan bana telefon etti:
— Alo, Halide. Saltanat ilgâ edip Ankara Hükûmeti’ ni kurduk. Pa a ile arkada lar bunu kutlamak için bu geceyi Çankaya’da geçirmemi istiyorlar. Haberin olsun.
Sessiz ve ss z vadimle ben derin uykumuzdan bir otomobil gürültüsüyle uyand k. Gözlerimi açt m ve saate bakt m. Saat sabah n dördüydü ve Dr. Adnan kap dan içeriye girmi ti.
— Halide, gözlerini aç da beni dinle, dedi.
Gözlerimi açt m ve dinledim. Son endi elerinden ve o gece Mustafa Kemal Pa a’n n evinde bunlardan nas l kurtuldu unu anlatt . Pek sevinçliydi. Yeni hükûmetin erefine bir hayli ampanya içmi ti. Yeni hükûmetin ad
na al nca hararetle:
aallah payidar 246 olur, dedi.
O zaman, bunun kendisi için ne kadar k ymetli oldu unu anlad m. Bu hükûmetin kurulu unda halka kar mesuliyet ta yanlardan biri olarak kabul ediyordu kendisini. Büyük an ve erefli bir geçmi i olan alt as rl k bir Türk müessesesini ortadan
kald rm bulunuyorlard . Bu müessesenin ba ndaki padi ah soysuzla
ve halka ihânet etmi oldu u için yok olmu tu. imdi, yeni bir hükûmet, yaln z halk n kan ile kazand istiklâli korumakla de il, ayn zamanda, bütün hürriyetleri, halk n hürriyet
haklar da, her ne pahas na olursa olsun, muhafaza etmekle mükellefti. 247 Bir zaman için istiklâl, hürriyet olmadan da ayakta durabilirdi. Ama, kötü bir idare ve her eyden önce istibdat, halk n geli mesine ve mesut olmas na engel olurdu. Bu sefer, eski
tarihin tekerrür etmemesi lâz md .
Adnan, Mustafa Kemal Pa a’n n etraf ndaki baz adamlar n Ali Fuad Pa a ve Rauf Bey gibi kimselere kar el alt ndan yapt klar menfî propagandadan büyük bir üzüntü duyuyordu. Bunlar, smet Pa a müstesna, ahlâkî ve siyasî meziyetleri olan millî
simalar kötülemeye çal yor gibiydiler. Ona öyle geliyordu ki, memleket bütün de erli kimselerin bir tarafa at ld
ve eski günlerdeki gibi dalkavuklar n milleti sömürdü ü bir diktatörlük rejimine do ru sürükleniyordu.
Adnan korkular
üphelerini Mustafa Kemal Pa a’ ya aç k yüreklilikle, düpedüz söylemi ti. Ona:
— Yan zdaki adamlar n Ali Fuad ve di erleri aleyhinde böyle ulu orta konu malar na nas l müsaade edersiniz? Bu de ersiz adamlarla ne çe it bir hükûmet kurmak tasavvurundas z, demi ti.
O zaman, Mustafa Kemal Pa a gayet samimî ve aç k olarak konu mu tu. Bu adamlar n dediklerine kulak asmad
söylemi ti.
— Onlar birer ma ad r, hiçbir zaman benimle hakikî arkada lar m ve karde lerim aras na giremezler, demi ti. Adnan, Pa a’n n sözlerini bir senet telâkki etmi ti. Anla mazl a, her çe it cebir 248 ve iddete, istibdada yer verilmeyece ine inanm
smet
Pa a’y zaten bir ermi telâkki ediyordu. Do ru yolda kalacakt ve Pa a geçmi in hatalar tekrarlamayacak kadar dirayetli ve ak ll yd .
Bu, mesut bir geceydi, Adnan’ n hayat n en mesut gecesiydi. Öyle bir an geldi ki, ben de onun bu inanc payla mak istedim. Elbetteki bunca sefalet ve deh et sahnelerinden sonra, gelecek hiçbir zaman geçmi kadar fena olamazd .
Adnan’ n menfaat gözetmeden pîr a na çal
, ç rp nd
, en yüksek dürüstlük ve namus basama nda tutunup durdu unu yak ndan görmü tüm. Dirlik düzenlik içinde, kendi anavatan nda ya ay p ihtiyarlamay , memleketinin yeni hayat na,
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
k e r- s o ft w a
saadetine kat lmay hak etmi ti.
Önce, Ankara’n n Trakya Yüksek Komiseri Refet Pa
stanbul’a geldi. stanbul onu hararetle, co kun bir gösteriyle candan kar lad . Ate le imtihandan sonra, bu, Türk milletinin bal ay idi. Türk milleti, küçü ünden büyü üne kadar kendisine hizmet
etmi olanlara minnettarl
cömertçe gösteriyordu. Refet Pa a bu geçi devresinde, stanbul’da, tabiî olarak beliren güçlüklerin hepsiyle, büyük bir ba ar ve dirayetle ba a ç yordu. Fakat, Aral k ay nda Trakya’ya gitmesi gerekiyordu. Meclis’ten üç ay
izin alm ve ba kan vekilli inden istifa etmi olan Dr. Adnan’a stanbul’da bulunan yabanc lara kar Ankara Hükûmeti’nin mümessilli i teklif olundu. Tatilini nas l olsa stanbul’da geçirece i için, bu vazifeyi kabul etti.
Böylece, nihayet, do up büyüdü ümüz ehre gidecektik.
zmit Körfezi’ni ve zeytinliklerin mavi sulara vurmu akislerini, körfezi çevreleyen o güzelim ye il tepeleri görünce, iki y l önce buralardan ayr
hat rlad m. çimde sanki iki as rl k bir st rap ve hasret yer etmi ti.
Bayraklar, çiçekler, alaylar, m ka ve halk gelip geçti. Bu halk n kendi günü, kendi zaferiydi. Bunu mukaddes bir ey olarak kabul ettik. Onlarla beraber Bab âli’ye kadar yürüdük.
Bab âli’de çay içtik ve onu takip eden sahne benim için âdeta bir sinema eridi gibiydi. Nihayet, evimiz, Mahmure Abla’n n evi, iki y l önceki ev. O da bamba kayd . Duvarlar badanal , ortal k çiçekle dolu, klar yan yor. Oradaki son sahneyi tahayyül
etmek için derin derin dü ünmek lâz md . Odan n pencerelerine battaniyeler as yd
klar sönüktü ve orada idama mahkûm bir kad n vard . Fakat, o kad n art k geçmi e kar
.
Mahmure Abla’n n boynuna kollar
dolad m. Çocukluk günlerinde oldu u gibi birbirimize sar ld k.
244. Meydana gelmi .
245. Kald lmas .
246. Kal , uzun ömürlü.
247. Yükümlüydü.
248. Zorlama.
om
to
k
lic
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
ac
.c
tr
om
k
lic
C
om
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
to
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
Epilog
Mensup oldu um millet, istiklâlini tarihin en asil ve zor bir ate imtihan ndan sonra kazanm . Fakat, di er bir ideale de kavu mas gerekti. Böyle bir ideale kavu mak için, insanlar tarihte sehpalarda, zincirler içinde ölüp giderler, sürgünlerde ömürlerini geçirirler. Onlar n
imtihan yaln z çekenler bilir. Onlar n sava
hiçbir zaman alk takip etmez. Alelâde, mütevaz askerler gibi gelip geçerler. Bu, tek ba na kazan lmak için mücadele edilen gaye, hürriyet imtihan r.
stiklâl Sava ’n n imtihan nda en ba ta telâkki edilen ve sembol olan Mustafa Kemal Pa a vard
te bundan dolay onun devrinde eziyet çekmi lerin bile, kalplerinde daima bir yeri vard r. O, sonu gelmeyen hürriyet alan ndaki çabalamalar n bir sembolüdür. Türk milleti
de di er hür dünya milletleri gibi hür olacakt r. Burada Henry W. Nevinson’un u sözlerini al yorum:
“Hürriyet denilen ey, biliyoruz ki, t pk
k gibi her gün yeniden kazan lmas gereken bir eydir. Nas l her gün a k istersek ve a
kaybedersek hürriyeti de öyle ister ve kaybederiz. Hürriyet kavgas hiçbir zaman bitmez, alan hiçbir zaman sükûn bulmaz.”
re
F -X C h a n ge
F -X C h a n ge
N
y
bu
Bayrak, M. Orhan; Osmanl Tarihi Sözlü ü, stanbul, 1999.
Enginün, nci; Halide Edib Ad var, Ankara, 1989.
Eren, Hasan; mlâ Klavuzu, Ankara, 1985.
[Gövsa], brahim Alâeddin; Me hur Adamlar, (4 cilt), stanbul, 1933-35.
Meydan Larousse, stanbul, 1969-1973.
Temel Türkçe Sözlük stanbul, 1985.
Türkçe Sözlük, TDK, Ankara, 1988.
k
lic
ac
.c
tr
om
to
TABI YAYINA HAZIRLAYANLARIN YARARLANDI I KAYNAKLAR
Ad var, Halide Edib; Türkün Ate le mtihan , stanbul, 1962.
C
k
lic
C
.c
re
.
.
k e r- s o ft w a
w
w
ac
ww
ww
tr
om
to
bu
y
N
O
W
!
PD
O
W
!
PD
k e r- s o ft w a
re
Download