Demokrasi yi Anlayabilm ek Unutulmamalıdır ki, Demokrasi tarih boyunca bir görünüp bir kaybolmasına rağmen sıkça tarih sahnesinde olmuştur; ancak o, tarihsel bir kavramdır ve içeriği, belirli tarihsel ve toplumsal koşullar tarafından belirlenmektedir… demos + kratos = demokrasi =halkın yönetimi Peki bu demos (halk) kimlerden oluşuyor??? Bir ülkede yaşayan ve yurttaşlık hakkına sahip olan herkes halkı oluşturur. Ancak halk, kendi kendini yönetme yetkisi ile donanmış insanlardan oluşmayabilir. Halkın her üyesine, hükûmetin oluşumuna ve kararlara katılma hakkı tanınmış olmayabilir !!! Demokrasinin temel ilkeleri Şeffaflık Düzenli, özgür, adil seçimler Hesap verebilirlik Siyasal hoşgörü İnsan hakları Çok partili sistem Eşitlik Yurttaş katılımı Gücün kötüye kullanımının denetimi Demokrasi Hukukun üstünlüğü Demokratik Yönetimin Temel İlkeleri 1. Yurttaş katılımı: Yurttaşlar siyasal kararların alınmasına katılır. Yurttaşlar devlet karşısında bazı haklara sahip olduğu kadar, bazı ödevlere de sahiptirler. Vergi vermek, kanunlara uymak, yurt savunmasına katılmak gibi ödevlerin yerine getirilmesi de katılımcılıkla bağlantılıdır. 2. Eşitlik: Demokrasi, kanunlar önünde tüm yurttaşların eşit olduğu düşüncesine dayanır. 3. Siyasal hoşgörü: Demokratik bir toplumda, her grubun diğerine karşı hoşgörülü olması şarttır. Hoşgörü ilkesi ile bağlantılı olarak söz konusu edilebilecek olan çoğunlukçu demokrasi ile çoğulcu demokrasi aynı anlama gelmez. Çoğunlukçuluk, bir oylama sonucunda çopunluğu kazanan tarafın, azınlıkta kalan tarafa kendi kararlarını dayatma hakkı olduğu düşüncesidir. Çoğulculuk, bir toplumda farklı düşüncelerin varlığını, toplumun doğasından kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuç olarak görme olgunluğundan gelir. 4. Hesap verebilirlik: Demokratik bir yönetim biçiminde seçilmiş yöneticiler halka hesap vermekle yükümlüdürler. Yönetme yetkisini aldıktan sonra aldıkları kararlardan ve icraatlarından dolayı sorumludurlar. 5. Şeffaflık: Demokratik bir rejimde seçilmiş ya da atanmış yönetici ve memurların faaliyetleri şeffaf olmak zorundadır. Şeffaflık, hesap verebilirlik ilkesinin işlemesini garanti altına alır. Peki, gizlilik hiç olmayacak mıdır? Demokratik bir rejimde, şeffaflık esas, gizlilik istisna olmak zorundadır. 6. Düzenli, özgür ve adil seçimler: Seçim yapılıyor olması bir rejimin demokratik olması için yeterli değildir. - Seçimler düzenli zaman aralıkları ile yapılmalıdır. - Seçimler özgür olmalıdır. - Seçimler adil olmalıdır. 7. Gücün kötüye kullanılmasının engellenmesi: Bireylerin temel hak ve özgürlüklerine yönelik tehdit, esas olarak devletin yürütme gücünün kullanımından kaynaklanır; bu yüzden iktidarın yozlaşma ihtimaline yönelik mekanizmanın düzenlenmesi gereklidir. 8. İnsan hakları: Bütün demokratik rejimler, insanların doğuştan getirdikleri ve devlet tarafından asla çiğnenemeyecek birtakım hakları olduğunu kabul eder. 9. Çok partili sistem: Çok partili sistemler en az iki veya daha fazla partinin birbirleriyle rekabet halinde olduğu sistemlerdir. 10. Hukukun üstünlüğü: Kanun devleti ile hukuk devleti kavramları birbiriyle sıklıkla karıştırılır. Kanun devletinde kanunlar keyfi olabilir; oysa hukuk devletinde keyfililk değil, eşitlik esastır. Demokrasinin dayandığı temel dinamikler Kültürel dinamikler Sosyoekonomik dinamikler Siyasal dinamikler Demokrasinin dayandığı temel dinamikler 1. Sosyo-ekonomik dinamikler Geleneksel tarım ekonomisinin hüküm sürdüğü çağlarda demokrasinin ortaya çıkmasının koşulları yoktu. Çünkü modern çağlarla kıyaslandığında, tarım son derece düşük bir verimliliğe sahipti. İnsanlık, bolluk koşullarında yaşamıyordu. Bu nedenle ihtiyaç fazlası üretimin paylaşılması, toplumların kendi içinde güçlü hiyerarşik siyasi yapıların kurulmasını gerektiriyordu. İnsanların eşit yaratılmadıkları ve bu yüzden kanunlar önünde dahi eşitliğin olamayacağı türünden antidemokratik düşünceler bu iktisadi koşulların dayattığı kültürel sonuçlardı. 16. yüzyıldan başlayarak batıda ticari kapitalizmin hızlı gelişimi, burjuvazinin bir sınıf olarak yükselişini sağladı. Ticaretten elde ettiği büyük kârlar sayesinde burjuvazi, 18. yüzyıldan itibaren sanayi üretimine kaynak aktarmaya ve böylece modern topluma geçişin iktisadi altyapısını kurmaya başladı. Artık zenginliğin kaynağı tarım olmaktan çıkıyor, yerini sanayi üretimine bırakmaya başlıyordu. Geleneksel toplumun iktidar seçkinleri olan aristokratlar ve ruhban sınıfı, yükselen burjuvazi tarafından 17. ve 18. yüzyıl boyunca bir dizi devrimle (1688 İngiliz Devrimi, 1789 Fransız Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi gibi) tasfiye edildi ve parlamenter rejimler krallıkların yerini aldı. Burjuvazi, aristokratlara ait topraklarda yarı bağımlı hâlde yaşamak ve çalışmak zorunda olan köylüleri özgürleştirerek kentlere akın etmelerini ve fabrikalarda işçi olarak çalışmalarını sağladı. Böylece yeni toplumsal sınıflar (burjuvazi ve işçi sınıfı), yeni üretim alanları (fabrikalar, gelişmiş ticaret ve hizmet sektörü), yeni mekânlar (büyük kentler ve metropoller) ve insanlığın daha önce şahit olmadığı ölçekte büyük bir teknolojik atılım ortaya çıkmış oldu. Artan sanayi üretimi ve kentleşme, özellikle 19. yüzyılda burjuvazinin eski rejimi yıkmasını sağlayan devrimlerin yarattığı siyasal kargaşa ile birleşerek büyük bir altüst oluş manzarası yarattı. Ancak yüzyılın ortalarından itibaren yeni düzen giderek oturmaya ve refah alt sosyal tabakalara doğru yayılmaya başladı. Orta tabakaların hem nüfus içindeki payının artması hem de toplumsal refahın yayılması, demokratik beklentilerin yükselmesinin zeminini oluşturdu. Sanayi ve ticaret ekonomisinin bir getirisi olan kentleşme, sosyolojik olarak kentlileşmeye yol açtığı ölçüde demokratik rejimi destekleyen bir olguya dönüşür. Sosyolojik açıdan “kentlilik” kavramı sadece kentte doğmuş olmayı değil, belli yaşam, davranış biçimlerini ve değerleri benimsemiş olmak bakımından köylülükten ayrılmayı belirtir. Bunlar arasında zaman bilinci ve birlikte yaşama kültürü, hoşgörü ve örgütlenme bilinci ilk akla gelenlerdir. Kentlileşmiş insanlarda zaman bilincinin köylülüğe oranla daha gelişmiş olmasının nedeni, üretimin zamana bağlı olarak yapılması ve doğrudan para ile ölçülmesidir. Kültürel bir yeknesaklığı temsil eden köylerden farklı olarak, fabrikalarda, çarşıda, apartmanlarda üretim ve yaşam alanlarını paylaşmak zorunda kalan kentliler arasında eşitlik, hoşgörü ve örgütlenme kültürü gibi demokrasi açısından belirleyici değer ve davranış kodları gelişir Kent merkezli modern ekonominin tetiklediği ve demokrasi açısından belirleyici dinamiklerden bir diğeri eğitim düzeyidir. Orta tabakaların zayıflığı ile eğitim düzeyinin düşüklüğü birlikte görülen değişkenlerdir. Bu nedenle tarihte demokrasiye yöneltilen eleştiriler ya da belirtilen çekinceler, eğitimsiz ve yoksul kitlelerin demokratik sistem için tehlike oluşturacağı iddiasına odaklanmıştır. Örneğin Aydınlanma Çağı’nın özgürlükçü aydınları arasında sayılan Diderot ve Voltaire gibi düşünürler demokrat değillerdi [8]. Yoksul ve eğitimsiz kitlelerin her zaman sayıca eğitimli orta tabakalardan daha fazla olacağı gerçeği, demokrasinin radikal akımların tehdidi altında kalacağı korkusunu besliyordu. Öte yandan özgürlükçü demokratik bir sistemin yaşayabilmesi için, devletin yurttaşlara temel eğitim hizmetlerini ücretsiz vermesi gerektiği düşüncesi Amerikan Kurucu Babalarından Thomas Jefferson tarafından savunulmuştu. Çünkü anayasal haklarını kullanabilmesi için bir yurttaşın en azından anayasayı okuyabilecek kadar eğitim görmüş olması gerekmekteydi. Sosyolojik olarak “kardeş” olan, yani birlikte görülen ve birbirini besleyen eğitimsizlik ve yoksulluk demokratik bir sistemin istikrarını tehdit eder. Çünkü eğitimsiz ve yoksul kitleler, çok partili bir sistemde dikkatlerini ulusal sorunlara, kamusal müzakereye veremeyeceklerdir. Olan biteni anlayabilecek temel bir siyasi bilgiye sahip olmaları ve gündelik geçim derdinin ötesinde kaygılarla oy vermeye yönelebilmeleri için sosyal refahtan pay almaları gerekir. Bunun anlamı açıktır; istikrarlı bir demokrasinin dayanaklarından biri de sosyal adalettir. 2. Kültürel Dinamikler Modernleşen toplumlarda demokratik siyasal sistemin yaşamasına izin veren çok önemli bir kültürel değişme yaşanır. Bu değişme, geleneksel tarım toplumuna özgü kimliklerin yerini milli ve siyasi kimliklerin almasıdır. Modern toplumda bireyler kendilerini doğuştan getirilen “atfedilmiş” statüler yerine, yaşam süresi içinde bireysel çabalarla edinilen “kazanılmış” statülerle tanımlamaya başlarlar. Demokratik bir siyasal sistemin istikrar kazanmasını mümkün kılan en önemli kültürel özellik, siyasal kimliklerin hiçbir kutsiyet içermeyen, tartışmaya ve eleştiriye açık ideolojik biçimler olmasıdır. Eğer bireyler, siyasal alana doğuştan getirdikleri etnik, dini veya ailevi vb. kimlikleriyle katılırlarsa, bu kimlikler müzakere edilebilir nitelik taşımadıkları için, seçmenlerin oyları sabit kalacak ve bir süre sonra toplum bir iç savaş gerilimi yaşamaya başlayabilecektir. Bireylerin doğuştan getirdikleri özelliklerini seçme imkânları yoktur. Oysa demokrasi seçebildiklerimiz ve seçimlerimizin sonuçları ile ilgilidir. Demokratik bir toplumsal düzende, herkes, başkalarının kendisi gibi düşünmek zorunda olmadığını kabul etmek ve bu gerçeği hazmetmek zorundadır. Azınlığın korunması ile ilgili kısım görmezden gelinir ya da ihmal edilirse, ortaya çıkan sonuç demokrasi değil tarihin gördüğü en acımasız diktatörlük olabilir. Azınlığın korunması için daha önce demokrasinin ilkeleri kısmında belirtildiği üzere, insan haklarının garanti altına alınması tek başına yeterli olmayacaktır. Bir toplum kültürel olarak çoğulculuğa uzaksa, yasaların bireyleri ve grupları koruma yetenekleri sınırlı kalacaktır. Demokrasinin kültürel dinamikleri arasında katılımcılığı da saymak gerekir. Katılımcılık, demokrasinin temel ilkeleri arasında gelen yurttaş katılımının temellerini besleyen bir kültürel faktördür. Ailede eşler arasındaki ilişkilerden başlayarak, çocuk yetiştirme düzenine, okuldan iş yerine, mahalleden gündelik yaşamın diğer alanlarına kadar, bireylerin medeni cesaret sahibi olma, sorumluluk kazanma, fikir sahibi olma, söz söyleme ve karar almayı bir değer hâline getirmeleri böyle bir kültürel atmosferle yakından ilişkilidir. Demokrasi sadece yasal olarak yurttaş katılımını teşvik etmekle yetinemez. Yurttaşların da katılımcı bir kültürün değerlerini benimsemiş olmaları gerekir. Tarihe “Milgram deneyleri” olarak geçen sosyal psikoloji deneylerinde, sorumluluğu başkalarının alması durumunda bireylerin nasıl yıkıcı kararların parçasına dönüşebildikleri açıkça gösterilmiştir. 3. Siyasal dinamikler Demokratik bir yönetim biçimi, devlet-toplum ilişkilerinde bir dönüşümü gerektirmektedir. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkinin kulluk ya da tabiiyet ilişkileri olmaktan çıkıp özgür insanlar arasındaki sözleşmeyle kurulmuş eşit yurttaşlık ilişkilerine dönüşmesi gerekir. Paternalist yönetim anlayışından sınırlı yönetim anlayışına geçiş sadece yöneticilerin değil, geniş toplum kesimlerinin de devlete bakışlarını belirlemek durumundadır. Toplumsal ilişkiler düzeyinde demokrasi, bireyselleşmiş insanlardan oluşan özgür toplumsal ilişkiler zemininde kurulabilir. Bir başka deyişle, demokratik bir toplum, ancak modern toplumsal ilişkiler temelinde inşa edilebilmektedir. Geleneksel toplumsal ilişkilerin hâkim olduğu bir toplumda, demokrasiyi kurumsallaştıracak insan kaynağı ortaya çıkmadığından, sağlıklı işleyen bir demokratik rejim kurulma şansı yoktur. Sıklıkla demokrasi kavramı ile birbirine karıştırılan cumhuriyet kavramı, demokrasinin dayandığı üçüncü koşulu oluşturur. Cumhuriyet, yöneticilerin soy bağı ile değil, seçim ve liyakat esaslarına göre belirlendiği rejimdir. Düşünelim ve mümkünse yazalım !!! Gerek temel ilkeler gerekse sosyoekonomik ve kültürel dinamikler göz önüne alındığında, Türkiye'nin demokratikleşme açısından ihtiyaçları neler olabilir?