Uploaded by Barancan Helvaci

GKS007 Hafta2

advertisement
Demokrasi
yi
Anlayabilm
ek
Unutulmamalıdır ki,
Demokrasi tarih boyunca bir görünüp bir kaybolmasına rağmen sıkça
tarih sahnesinde olmuştur; ancak o, tarihsel bir kavramdır ve içeriği,
belirli tarihsel ve toplumsal koşullar tarafından belirlenmektedir…
demos + kratos = demokrasi =halkın yönetimi
Peki bu demos (halk) kimlerden oluşuyor???
Bir ülkede yaşayan ve yurttaşlık hakkına sahip olan herkes halkı
oluşturur. Ancak halk, kendi kendini yönetme yetkisi ile donanmış
insanlardan oluşmayabilir. Halkın her üyesine, hükûmetin oluşumuna ve
kararlara katılma hakkı tanınmış olmayabilir !!!
Demokrasinin temel ilkeleri
Şeffaflık
Düzenli,
özgür, adil
seçimler
Hesap
verebilirlik
Siyasal
hoşgörü
İnsan hakları
Çok partili
sistem
Eşitlik
Yurttaş
katılımı
Gücün kötüye
kullanımının
denetimi
Demokrasi
Hukukun
üstünlüğü
Demokratik Yönetimin
Temel İlkeleri
1. Yurttaş katılımı: Yurttaşlar siyasal kararların
alınmasına katılır. Yurttaşlar devlet karşısında bazı
haklara sahip olduğu kadar, bazı ödevlere de sahiptirler.
Vergi vermek, kanunlara uymak, yurt savunmasına
katılmak gibi ödevlerin yerine getirilmesi de
katılımcılıkla bağlantılıdır.
2. Eşitlik: Demokrasi, kanunlar önünde tüm yurttaşların
eşit olduğu düşüncesine dayanır.
3. Siyasal hoşgörü: Demokratik bir toplumda, her grubun
diğerine karşı hoşgörülü olması şarttır. Hoşgörü ilkesi ile
bağlantılı olarak söz konusu edilebilecek olan çoğunlukçu
demokrasi ile çoğulcu demokrasi aynı anlama gelmez.
Çoğunlukçuluk, bir oylama sonucunda çopunluğu
kazanan tarafın, azınlıkta kalan tarafa kendi kararlarını
dayatma hakkı olduğu düşüncesidir.
Çoğulculuk, bir toplumda farklı düşüncelerin varlığını,
toplumun doğasından kaynaklanan kaçınılmaz bir sonuç
olarak görme olgunluğundan gelir.
4. Hesap verebilirlik: Demokratik bir yönetim biçiminde
seçilmiş yöneticiler halka hesap vermekle yükümlüdürler.
Yönetme yetkisini aldıktan sonra aldıkları kararlardan ve
icraatlarından dolayı sorumludurlar.
5. Şeffaflık: Demokratik bir rejimde seçilmiş ya da atanmış
yönetici ve memurların faaliyetleri şeffaf olmak zorundadır.
Şeffaflık, hesap verebilirlik ilkesinin işlemesini garanti altına
alır.
Peki, gizlilik hiç olmayacak mıdır?
Demokratik bir rejimde, şeffaflık esas, gizlilik istisna olmak
zorundadır.
6. Düzenli, özgür ve adil seçimler: Seçim yapılıyor olması bir
rejimin demokratik olması için yeterli değildir.
- Seçimler düzenli zaman aralıkları ile yapılmalıdır.
- Seçimler özgür olmalıdır.
- Seçimler adil olmalıdır.
7. Gücün kötüye kullanılmasının engellenmesi: Bireylerin
temel hak ve özgürlüklerine yönelik tehdit, esas olarak devletin
yürütme gücünün kullanımından kaynaklanır; bu yüzden
iktidarın yozlaşma ihtimaline yönelik mekanizmanın
düzenlenmesi gereklidir.
8. İnsan hakları: Bütün demokratik rejimler, insanların doğuştan
getirdikleri ve devlet tarafından asla çiğnenemeyecek birtakım
hakları olduğunu kabul eder.
9. Çok partili sistem: Çok partili sistemler en az iki veya daha
fazla partinin birbirleriyle rekabet halinde olduğu sistemlerdir.
10. Hukukun üstünlüğü: Kanun devleti ile hukuk devleti
kavramları birbiriyle sıklıkla karıştırılır. Kanun devletinde
kanunlar keyfi olabilir; oysa hukuk devletinde keyfililk değil,
eşitlik esastır.
Demokrasinin dayandığı temel
dinamikler
Kültürel
dinamikler
Sosyoekonomik
dinamikler
Siyasal
dinamikler
Demokrasinin
dayandığı
temel
dinamikler
1. Sosyo-ekonomik dinamikler
Geleneksel tarım ekonomisinin hüküm sürdüğü çağlarda demokrasinin ortaya
çıkmasının koşulları yoktu. Çünkü modern çağlarla kıyaslandığında, tarım son derece
düşük bir verimliliğe sahipti. İnsanlık, bolluk koşullarında yaşamıyordu. Bu nedenle
ihtiyaç fazlası üretimin paylaşılması, toplumların kendi içinde güçlü hiyerarşik siyasi
yapıların kurulmasını gerektiriyordu. İnsanların eşit yaratılmadıkları ve bu yüzden
kanunlar önünde dahi eşitliğin olamayacağı türünden antidemokratik düşünceler bu
iktisadi koşulların dayattığı kültürel sonuçlardı.
16. yüzyıldan başlayarak batıda ticari kapitalizmin hızlı gelişimi, burjuvazinin bir
sınıf olarak yükselişini sağladı. Ticaretten elde ettiği büyük kârlar sayesinde
burjuvazi, 18. yüzyıldan itibaren sanayi üretimine kaynak aktarmaya ve böylece
modern topluma geçişin iktisadi altyapısını kurmaya başladı. Artık zenginliğin
kaynağı tarım olmaktan çıkıyor, yerini sanayi üretimine bırakmaya başlıyordu.
Geleneksel toplumun iktidar seçkinleri olan aristokratlar ve ruhban sınıfı, yükselen
burjuvazi tarafından 17. ve 18. yüzyıl boyunca bir dizi devrimle (1688 İngiliz
Devrimi, 1789 Fransız Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi gibi) tasfiye edildi ve
parlamenter rejimler krallıkların yerini aldı. Burjuvazi, aristokratlara ait topraklarda
yarı bağımlı hâlde yaşamak ve çalışmak zorunda olan köylüleri özgürleştirerek
kentlere akın etmelerini ve fabrikalarda işçi olarak çalışmalarını sağladı. Böylece yeni
toplumsal sınıflar (burjuvazi ve işçi sınıfı), yeni üretim alanları (fabrikalar, gelişmiş
ticaret ve hizmet sektörü), yeni mekânlar (büyük kentler ve metropoller) ve
insanlığın daha önce şahit olmadığı ölçekte büyük bir teknolojik atılım ortaya çıkmış
oldu.
Artan sanayi üretimi ve kentleşme, özellikle 19. yüzyılda burjuvazinin eski
rejimi yıkmasını sağlayan devrimlerin yarattığı siyasal kargaşa ile birleşerek
büyük bir altüst oluş manzarası yarattı. Ancak yüzyılın ortalarından itibaren
yeni düzen giderek oturmaya ve refah alt sosyal tabakalara doğru yayılmaya
başladı. Orta tabakaların hem nüfus içindeki payının artması hem de toplumsal
refahın yayılması, demokratik beklentilerin yükselmesinin zeminini oluşturdu.
Sanayi ve ticaret ekonomisinin bir getirisi olan kentleşme, sosyolojik olarak
kentlileşmeye yol açtığı ölçüde demokratik rejimi destekleyen bir olguya
dönüşür. Sosyolojik açıdan “kentlilik” kavramı sadece kentte doğmuş olmayı
değil, belli yaşam, davranış biçimlerini ve değerleri benimsemiş olmak
bakımından köylülükten ayrılmayı belirtir. Bunlar arasında zaman bilinci ve
birlikte yaşama kültürü, hoşgörü ve örgütlenme bilinci ilk akla gelenlerdir.
Kentlileşmiş insanlarda zaman bilincinin köylülüğe oranla daha gelişmiş
olmasının nedeni, üretimin zamana bağlı olarak yapılması ve doğrudan para
ile ölçülmesidir. Kültürel bir yeknesaklığı temsil eden köylerden farklı olarak,
fabrikalarda, çarşıda, apartmanlarda üretim ve yaşam alanlarını paylaşmak
zorunda kalan kentliler arasında eşitlik, hoşgörü ve örgütlenme kültürü gibi
demokrasi açısından belirleyici değer ve davranış kodları gelişir
Kent merkezli modern ekonominin tetiklediği ve demokrasi açısından belirleyici
dinamiklerden bir diğeri eğitim düzeyidir. Orta tabakaların zayıflığı ile eğitim
düzeyinin düşüklüğü birlikte görülen değişkenlerdir. Bu nedenle tarihte
demokrasiye yöneltilen eleştiriler ya da belirtilen çekinceler, eğitimsiz ve yoksul
kitlelerin demokratik sistem için tehlike oluşturacağı iddiasına odaklanmıştır.
Örneğin Aydınlanma Çağı’nın özgürlükçü aydınları arasında sayılan Diderot ve
Voltaire gibi düşünürler demokrat değillerdi [8]. Yoksul ve eğitimsiz kitlelerin her
zaman sayıca eğitimli orta tabakalardan daha fazla olacağı gerçeği, demokrasinin
radikal akımların tehdidi altında kalacağı korkusunu besliyordu. Öte yandan
özgürlükçü demokratik bir sistemin yaşayabilmesi için, devletin yurttaşlara temel
eğitim hizmetlerini ücretsiz vermesi gerektiği düşüncesi Amerikan Kurucu
Babalarından Thomas Jefferson tarafından savunulmuştu. Çünkü anayasal haklarını
kullanabilmesi için bir yurttaşın en azından anayasayı okuyabilecek kadar eğitim
görmüş olması gerekmekteydi.
Sosyolojik olarak “kardeş” olan, yani birlikte görülen ve birbirini besleyen
eğitimsizlik ve yoksulluk demokratik bir sistemin istikrarını tehdit eder. Çünkü
eğitimsiz ve yoksul kitleler, çok partili bir sistemde dikkatlerini ulusal sorunlara,
kamusal müzakereye veremeyeceklerdir. Olan biteni anlayabilecek temel bir siyasi
bilgiye sahip olmaları ve gündelik geçim derdinin ötesinde kaygılarla oy vermeye
yönelebilmeleri için sosyal refahtan pay almaları gerekir. Bunun anlamı açıktır;
istikrarlı bir demokrasinin dayanaklarından biri de sosyal adalettir.
2. Kültürel Dinamikler
Modernleşen toplumlarda demokratik siyasal sistemin yaşamasına izin veren
çok önemli bir kültürel değişme yaşanır. Bu değişme, geleneksel tarım
toplumuna özgü kimliklerin yerini milli ve siyasi kimliklerin almasıdır. Modern
toplumda bireyler kendilerini doğuştan getirilen “atfedilmiş” statüler yerine,
yaşam süresi içinde bireysel çabalarla edinilen “kazanılmış” statülerle
tanımlamaya başlarlar.
Demokratik bir siyasal sistemin istikrar kazanmasını mümkün kılan en
önemli kültürel özellik, siyasal kimliklerin hiçbir kutsiyet içermeyen,
tartışmaya ve eleştiriye açık ideolojik biçimler olmasıdır. Eğer bireyler,
siyasal alana doğuştan getirdikleri etnik, dini veya ailevi vb. kimlikleriyle
katılırlarsa, bu kimlikler müzakere edilebilir nitelik taşımadıkları için,
seçmenlerin oyları sabit kalacak ve bir süre sonra toplum bir iç savaş
gerilimi yaşamaya başlayabilecektir. Bireylerin doğuştan getirdikleri
özelliklerini seçme imkânları yoktur. Oysa demokrasi seçebildiklerimiz ve
seçimlerimizin sonuçları ile ilgilidir.
Demokratik bir toplumsal düzende, herkes, başkalarının kendisi gibi düşünmek
zorunda olmadığını kabul etmek ve bu gerçeği hazmetmek zorundadır.
Azınlığın korunması ile ilgili kısım görmezden gelinir ya da ihmal edilirse, ortaya
çıkan sonuç demokrasi değil tarihin gördüğü en acımasız diktatörlük olabilir.
Azınlığın korunması için daha önce demokrasinin ilkeleri kısmında belirtildiği
üzere, insan haklarının garanti altına alınması tek başına yeterli olmayacaktır.
Bir toplum kültürel olarak çoğulculuğa uzaksa, yasaların bireyleri ve grupları
koruma yetenekleri sınırlı kalacaktır.
Demokrasinin kültürel dinamikleri arasında katılımcılığı da saymak gerekir.
Katılımcılık, demokrasinin temel ilkeleri arasında gelen yurttaş katılımının
temellerini besleyen bir kültürel faktördür. Ailede eşler arasındaki ilişkilerden
başlayarak, çocuk yetiştirme düzenine, okuldan iş yerine, mahalleden gündelik
yaşamın diğer alanlarına kadar, bireylerin medeni cesaret sahibi olma,
sorumluluk kazanma, fikir sahibi olma, söz söyleme ve karar almayı bir değer
hâline getirmeleri böyle bir kültürel atmosferle yakından ilişkilidir. Demokrasi
sadece yasal olarak yurttaş katılımını teşvik etmekle yetinemez. Yurttaşların da
katılımcı bir kültürün değerlerini benimsemiş olmaları gerekir. Tarihe
“Milgram deneyleri” olarak geçen sosyal psikoloji deneylerinde, sorumluluğu
başkalarının alması durumunda bireylerin nasıl yıkıcı kararların parçasına
dönüşebildikleri açıkça gösterilmiştir.
3. Siyasal dinamikler
Demokratik bir yönetim biçimi, devlet-toplum ilişkilerinde bir dönüşümü
gerektirmektedir. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkinin kulluk ya
da tabiiyet ilişkileri olmaktan çıkıp özgür insanlar arasındaki sözleşmeyle
kurulmuş eşit yurttaşlık ilişkilerine dönüşmesi gerekir. Paternalist yönetim
anlayışından sınırlı yönetim anlayışına geçiş sadece yöneticilerin değil,
geniş toplum kesimlerinin de devlete bakışlarını belirlemek durumundadır.
Toplumsal ilişkiler düzeyinde demokrasi, bireyselleşmiş insanlardan oluşan
özgür toplumsal ilişkiler zemininde kurulabilir. Bir başka deyişle,
demokratik bir toplum, ancak modern toplumsal ilişkiler temelinde inşa
edilebilmektedir. Geleneksel toplumsal ilişkilerin hâkim olduğu bir
toplumda, demokrasiyi kurumsallaştıracak insan kaynağı ortaya
çıkmadığından, sağlıklı işleyen bir demokratik rejim kurulma şansı yoktur.
Sıklıkla demokrasi kavramı ile birbirine karıştırılan cumhuriyet kavramı,
demokrasinin dayandığı üçüncü koşulu oluşturur. Cumhuriyet, yöneticilerin
soy bağı ile değil, seçim ve liyakat esaslarına göre belirlendiği rejimdir.
Düşünelim ve mümkünse yazalım !!!
Gerek temel ilkeler gerekse sosyoekonomik ve kültürel dinamikler göz
önüne alındığında, Türkiye'nin demokratikleşme açısından ihtiyaçları
neler olabilir?
Download