4. Baskı 3 < /) 3 O a İnsan ve Sembolleri Carl G. Jung Çeviri: Ali Nahit Babaoğlu okuyanİMus oku yan J p us Psikiyatri - 27 İnsan ve Sembolleri C. G. Jung Kitabın özgün adı: Man and his Symbols Copyright © Aldus Books Limited, London, 1964 ISBN: 978-975-6287-73-X I. Baskı: İstanbul, Mayıs 2007 II. Baskı: İstanbul, Ekim 2007 III. Baskı: İstanbul, A ralık 2007 IV. Baskı: İstanbul, Ağustos 2009 Çeviri: AN Nahit Babaoğlu Yayına hazırlayan: Feryal Tilmaç Kapak tasarım ı: Okuyan Us - Serdar Okan Grafik uygulam a: Gül Dönmez Film, baskı ve cilt: M atbaa Çözümleri San. ve Dış Tic. Ltd. Şti. Maltepe Mah. Litros Yolu Sok. Fatih San. Sit. No: 12/102 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul Tel: (0212) 674 39 80, Faks: (0212) 565 00 61 Bu kitabın yayın hakları Okuyan Us'a aittir. Her hakkı saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın çoğaltılamaz. © Okuyan Us Yayın Eğitim Danışmanlık Tıbbi Malzeme ve Reklam Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti. Kalıpçı Sokak. Uzal A p t 152/3 Teşvikiye 34365 İstanbul Telefon: (0212) 232 5373, 232 5379 Faks: (0212) 231 5220 okuyanus@ okuyanus.com.tr w w w .okuyanus.com .tr Giriş: John Freeman Bu kitabın ortaya çıkış öyküsü öylesine sıradışıdır ki ilgiyi hak etmekte­ dir. Anlamı ve içeriğiyle de doğrudan ilintili olduğu için kitabın nasil oluş­ tuğunu kısaca anlatacağım. 1959 ilkbaharında British Broadcasting Corporation (BBC) benden İngiliz televizyonu için Dr. Carl Gustav Jung ile bir görüşme yapmamı is­ tedi. Bu görüşmenin biraz “derinlere” inmesi isteniyordu. O sıralarda he­ nüz Jung ve çalışmaları üzerine oldukça az bilgim vardı. Kendisiyle tanış­ mak için onu Zürih Gölü kenarmdaki güzel evinde ziyaret ettim. Bu kar­ şılaşma benim için çok anlamı olan, Jung’un da yaşamının son yıllarında hoşuna gittiğini umduğum bir dostluğun başlangıcı oldu. Bu yazıda o te­ levizyon konuşmasından uzun uzun söz edilmeyecek; ama o görüşme çok verimli olmuştu. Bu kitap, koşulların ilginç bir zincirlenişiyle o zamanki konuşmanın bir son ürünüdür. Jung’u ekranda görenlerden biri de Aldus Books’un yöneticisi Wolf­ gang Foges’di. Foges, Viyana’da Freud ailesinin yakınlarında geçirdiği gençliğinden beri psikolojinin gelişimine ilgi duymuştu. Jung’u yaşamı, çalışmaları ve düşünceleri üzerine konuşmaları dinlediğinde, Freud’un çalışmaları bütün Batı dünyasında okuyucuya az çok da olsa tamdık gel­ diği halde, Jung’un daha geniş bir kitleye ulaşma şansmı hiç bulamayışı­ nın, genel okur açısından hep zor anlaşılabilir olarak kalmış olmasınm çok büyük bir kayıp olduğunu düşündü. Foges “İnsan ve Sembolleri”nin asıl başlatıcısıdır. Televizyon yayının­ da Jung’la benim aramda iyi bir ilişki olduğunu fark etmişti. O yüzden ba­ na, acaba temel düşüncelerinden bir kısmını, uzmanlaşmamış olan oku­ yucu için de anlaşılır ve ilginç olacak şekilde, konuşma biçiminde anlat­ maya Jung’u ikna edebilir miyim diye sordu. Bu düşünceyi hemen kabul ettim. Jung’u böyle bir çalışmanın değerine, önemine inandırabileceğim inancıyla Zürih’e gittim. Jung beni bahçesinde, hemen hiç kesmeden ne­ redeyse iki saat dinledi ve “olmaz” dedi. Bunu en kibar tarzda ama çok da kesin olarak söylemişti. Çalışmalarını popüler hale getirmeye hiç giriş­ memişti ve böyle bir girişimin başarılı olacağına da inanmıyordu. Ayrıca kendisini, böyle bir girişim için çok yaşlı, dahası yorgun hissediyordu. Bütün dostları, Jung’un kararlarında çok isabetli olduğunu onaylaya­ caklardır. Önemli soruları dikkatle, acele etmeden düşünüyordu. Sonun­ da yanıtını verdiğinde ise bu yamt çoğu zaman kesin oluyordu. Bu yüz­ den, Jung’un olumsuz yanıtının son sözü olduğunu düşünerek büyük düş kırıklığı içinde Londra’ya döndüm. Eğer o sırada hesaplayamadığım iki etken işe karışmasaydı, bu böyle de kalırdı. Bunlardan biri Foges’un inatçılığıydı; Foges yenilgiyi kabullenmeden önce bir kez daha ısrar etmemizi istemişti. Öbürü ise üzerinde düşün­ dükçe şaşırdığım bir olgu oldu. Televizyon programı, dediğim gibi, başa­ rılı olmuştu. Jung birçok insandan yığınla mektup almıştı. Bunlarm çoğu tıbbi ya da psikolojik hiçbir bilgisi olmamasına rağmen, bu gerçekten bü­ yük insanın ikna edici kişiliğinden, mütevazı tavrından, mizah gücünden, zarafetinden etkilenmiş, onun yaşama ve insanlara bakışında, kendi kişi­ sel sorunlarını çözmelerine yardımcı olabilecek bir şeyler keşfetmiş olan sıradan insanlardı. Jung bundan çok hoşnuttu. Memnuniyetinin nedeni yalnızca mektuplar değildi -zaten her zaman çok mektup alırdı-; daha çok, bu mektupları normalde kendisiyle hiç temas etmeyecek olan kim­ selerin yazmış olmasıydı. Bu sırada kendisi için son derece büyük anlam taşıyan bir de düş gör­ müştü. (Bu kitabı okurken düşlerin ne kadar önemli olduğu görülecek­ tir.) Jung düşünde kendisini, çalışma odasında oturup dünyanın her ye­ rinden gelmiş önemli hekimlerle, psikiyatristlerle söyleşirken değil, ka­ muya açık bir alanda soluk almadan onu dinleyen ve anlayan büyük bir kalabalığa konuşurken görmüştü. Bir iki hafta sonra bu kez Foges, klinikler ya da filozofların çalışma odaları için değil de geniş kamu kesimi için bir kitap yazmasını rica et­ mek için geldiğinde, Jung ikna oluverdi. Ama iki koşulu vardı: Birincisi kitap yalnız kendisi tarafından değil, en yakın çalışma arkadaşlarının da katılımıyla yazılmalıydı; İkincisi de çalışmayı koordine etmeyi ve yazarlar­ la yayımcı arasında olabilecek bütün sorunlarla uğraşmayı ben üstlenme­ liydim. Bu giriş yazısının çok kibirli olmaması için hemen şunu belirtmeliyim ki bu ikinci koşuldan ancak bir parça hoşnut olabildim. Çünkü Jung’un beni, çok fazla değil de yalnızca bir parça zeki bulduğu, ciddiye alınacak bir psikoloji bilgim olmadığmı çok iyi bildiği için seçtiğini hemen öğrene­ cektim. Bu şekilde ben tam da onun istediği “ortalama okur” oluyordum. Benim anlayabildiğimi, bütün okurlar anlayabilir, bana zor gelenler ise büyük olasılıkla başkalarına da zor gelirdi. Rolümün böyle değerlendiril­ mesiyle kendimi pek de şımartılmış gibi hissetmesem de -bazen yazarla­ rı çok öfkelendirmeme rağmen- son derece dürüst davranıp her parag­ rafın çok açık ve anlaşılır olmasında, gerektiğinde “bu kitap gerçekten geniş bir okuyucu kitlesi için yazılmış, kısmen karmaşık olan konular dü­ şünülebilecek en basit tarzda ele alınmıştır” diye ikna olana kadar yeni­ den yazılmasında ısrar ettim. Uzun tartışmalardan sonra insan ve sembollerinin kitabın ana teması olmasına karar verildi. Jung bu yapıttaki çalışma arkadaşlarım kendisi seçti: Zürih’ten Jung’un en yakın, güvenilir yardımcısı Dr. Marie-Louise von Franz; Ame­ rika’nın en önde gelen Jung yönelimli analisti, San Fransisko’dan Dr. Jo­ seph L. Henderson; Zürih’ten yalnız deneyimli bir analist olmakla kalma­ yıp, aynı zamanda Jung’un özel sekreteri ve'biyografisinin yazarı olan Ba­ yan Aniela Jaff6, son olarak da Jung’a göre Zürihli Jung takipçileri ara­ sında en deneyimli yazar olan Dr. Jolande Jacobi. Bu dört psikolog hem alanlarında büyük deneyime, beceriye sahip oldukları için hem de Jung onların hiç bencillik etmeksizin, onun yönergelerine göre bir takımın üyeleri olarak çalışacaklarım bildiği için seçilmişlerdir. Jung bütün kita­ bın inşasmdan sorumluydu ve arkadaşlarmm çalışmalarını yönetecekti. Ayrıca temel bölümü, “Bilinçdışına Giriş’’i de yazacaktı. Yaşamının son yılım neredeyse tamamen bu kitaba adadı. 1961 hazi­ ranında öldüğünde kendi yazdığı bölüm tamamlanmıştı. (Bu bölümü, hastalığından on gün kadar önce bitirmişti.) Arkadaşlarının bölümlerini de taslak halindeyken incelemişti. Jung’un ölümünden sonra Dr. von Franz, kitabın onun vurgulayarak belirtmiş olduğu yönergelere uygun olarak tamamlanması yönündeki sorumluluğu üstlendi. Böylece, “İnsan ve Sembolleri”nin biçim ve içeriği en ince ayrıntılarına dek tamamen Jung’un kendisi tarafından kurgulanıp düzenlenmiş, kısmen de yazılmış oldu. Adını taşıyan bölüm -okurun anlamasını kolaylaştırmak için yapı­ lan çok az genişletmeyi saymazsak- kendi yapıtıdır. İngilizce olarak ya­ zılmıştır. Geri kalan bölümler çeşitli yazarlar tarafından Jung’un yöneti­ mi, denetimi altında kaleme alınmıştır. Jung’un ölümünden sonra Dr. von Franz büyük bir sabır, anlayış ve inançla çalışarak bu kitabın yayınlanma­ sını sağlamıştır; bu nedenle yayınevi ve ben kendisine şükran duymakta­ yız. Kitabın içeriğine gelince: Jung’un düşünceleri modem psikolojiyi, insanın yüzeysel bir bilgiyle fark edebileceğinden çok daha fazla etkilemiştir. Örneğin “dışadönük (ekstravert)”, “içedönük (intravert)”, “arketip” gibi çok yaygın ve çoğu zaman da yanlış olarak kullanılan bir dizi kavram, Jungiyen kavramlardır. Ama Jung’un psikolojik düşünceye en önemli katkısı, -Freud’un “bilin­ çaltı” kavramı gibi- yalnızca bastırılmış arzuların bir tür saklanma yeri olarak değil de bireysel yaşamın, egonun bilinçli, düşünen dünyası gibi gerçek ve belli başlı bir parçası olarak gördüğü sonsuz kapsamlı ve zen­ gin “bilinçdışı” kavramıdır. Bilinçdışınm dili ve “kişileri”, düşlerimizin bi­ zimle bağlantı kurduğu sembollerdir. O halde insanların ve onların sembollerinin araştırılması, aslında insa­ nın kendi bilinçdışıyla ilişkisinin araştırılması demektir. Jung’un modeli­ ne göre bilinçdışı, bilincin büyük yardımcısı, dostu ve akıl hocasıdır. Bilinçdışıyla bağlantıyı temel olarak düşlerimiz aracılığıyla kurduğumuz için, bu kitapta, özellikle de Jung’un kendi bölümünde, düşlerin önemi öne çıkar. Jung’un yapıtmı yorumlamaya kalkışmak benim için çok iddialı olur­ du. Birçok okur muhtemelen bunu benden çok daha iyi yapabilecek du­ rumdadır. Benim rolüm, dediğim gibi, bir yorumcu değil yalnızca bir “an­ laşılabilirlik süzgeci” olmaktı. Bununla birlikte, bana amatör olarak önemli görünen, belki uzman olmayan diğer okurlara da yararlı olabile­ cek iki noktaya işaret etmeyi gerekli görüyorum. Bunlardan birincisi düş­ lerle ilgilidir. Jungiyenler için düş, sembollerin anlamlarının bir katalog yardımıyla çözülebileceği bir tür şifreli yazı değildir; daha çok bireysel bilinçdışının çok önemli kişisel dışavurumudur. O da insanın temasa geçti­ ği her şey gibi “gerçek”tir. Düş gören birinin kişisel bilinçdışı, kişiyle bu yolla bağlantı kurar ve kendisinden başka kimse için bir anlamı olmayan simgeleri seçer. Jungiyen psikologlar için düş yorumu, ister analiz eden ister düşü görenin kendisi tarafından yapılsın, asla birkaç ilkeye dayandınlamayacak olan -bazen de ancak bir deneme olarak yapılabilen ve çok uzun zaman gerektiren- tamamen kişiye özel, bireysel bir konudur. Buna karşılık bilinçdışınm bildirimleri düşü gören için çok büyük önem taşır, bu da elbette çok doğaldır; çünkü bilinçdışı onun varlığının bir bölümüdür ve kendisine, başka hiçbir kaynaktan alamayacağı öneri­ ler ve yönergeler verir. O halde Jung’un kalabalıklara konuştuğu düşü anlattığım zaman bir büyüden söz etmiş ya da Jung’un falcılıkla uğraştı­ ğını söylemeyi amaçlamış değilim. Yalnızca Jung’un bilinçdışının nasıl bi­ linçli aklıyla yaptığı bir yanlış kararı yeniden düşünmesi için “salık ver­ miş” olduğunu anlatmaya çalışıyordum. Bunun sonucu olarak; Jungiyen psikologlar için düş görmek sadece bir şans işi değildir. Tam tersine her insan için kendi bilinçdışıyla temas kurmak mümkündür ve bu nedenle Jungiyenler düşleri algılamaya açık olmayı düzenli olarak kendilerine -aklıma daha iyi bir ifade gelmiyor“öğretirler” . Jung’un kendisi de bu kitabı yazıp yazmamak sorusu ile kar­ şı karşıya kaldığında, karar vermek için bilinçli düşünmenin yanında, bilinçdışı yardım kaynaklarım da fikir almaya çağırabilirdi. Bu kitapta düş, hep düşü görene doğrudan, kişisel ve önemli bir haber olarak ele alına­ caktır; insanlığın genelinin tanıdığı sembollerin ancak bireysel birer anahtar olarak kullanılabileceği, tümüyle kişisel bir haber. İşaret etmek istediğim ikinci nokta, bu kitabın bütün yazarlarının, bel­ ki de bütün Jungiyenlerin özelliği olan karakteristik kanıt getirme yönte­ midir. Kendini yalnız bilinç dünyasında yaşamak ve bilinçdışıyla her tür­ lü teması yadsımak üzere kısıtlayan kimse, bilinçli yaşamın yasalarına ta­ bidir. Bir matematik denkleminin yanılmaz -ama çoğunlukla da anlam­ sız- mantığıyla, varsayılan ölçütlere göre mükemmel olan sonuçlara ula­ şılır. Jung ve arkadaşlarının bu kanıtlama yöntemini sınırlı oluşundan do­ layı, -bilerek ya da bilmeyerek- reddettikleri görülüyor. Mantığı asla gör­ mezden gelmiyorlar ama bilinçli olanın yarımda daima bilinçdışı olam da hesaba katıyorlar. Onların diyalektik yöntemi simgeseldir ve çoğu zaman sapmalara açıktır. Görüşlerini akılcılığın sınırladığı dar bir alanda ortaya koymak yerine, olgunun çevresinde dolaşmayı, aynı nesnenin her sefe­ rinde az da olsa öncekinden farklı bir açıdan alınmış görünümünü yine­ lemeyi tercih ederler. Ta ki o ana dek tek bir somut kamt bulamamış ol­ duğunu düşünen okur birden daha büyük bir gerçeğin çevresinde dolaş­ tığım ve onu algıladığını fark edene kadar. Jung ve arkadaşlarının kanıtlan, konuları üzerinde, bir kuşun ağacm üzerinde dolaşması gibi, spiral tarzda yukarı doğru ilerler. Önce yere ya­ landır, yalnızca dallar ve yapraklar yığını görünür. Ama yukarıya doğru çıktıkça ağacm yinelenen farklı görünümleri bir bütün oluşturur ve çev­ resiyle de baglantılamr. Kimi okuyucular bu “helezonik” kamtlama yön­ temini önce biraz kanşık bulacaklardır ama bunun uzun süreceğini san­ mıyorum. Bu Jung için karakteristiktir. Okur da kısa zamanda, nasıl ikna edilerek sürece katıldığım saptayacaktır. Kitabın farklı bölümleri kendilerini zaten anlatıyor ve pek bir giriş ge­ rektirmiyor. Jung’un kendi bölümü okuyucuya bilinçdışını, onun kullan­ dığı arketipleri, sembolleri ve mesaj verdiği düşleri tanıtıyor. Ardından gelen bölümde Dr. Henderson mitolojideki, halk masallarındaki ve ilkel törelerdeki çeşitli arketipsel figürü ve birleşmelerini gösteriyor. Dr. von Franz “Bireyleşme Süreci” bölümünde, tek insanda bilinç ve bilinçdışmm yavaş yavaş nasıl tanıştıklarım, birbirlerini sayıp bütünlediklerini anlatı­ yor. Bir bakıma bu bölüm bütün kitabın yalnız en önemli bölümü olmak­ la kalmıyor, Jungiyen yaşam felsefesinin özünü; insanın ancak bireyleş­ me süreci kapandıktan, bilinç ve bilinçdışı birbirleriyle barış içinde bir arada yaşamayı, birbirlerini karşılıklı bütünlemeyi öğrendikten sonra bir bütün, kendi içinde sakin, üretici ve mutlu olacağım da anlatıyor. Bayan JaffĞ ve Dr. Henderson, insanın bilinçdışmm sembolleri karşısmda her zaman hayranlık duyduğunu gösteriyorlar. Bu sembollerin insan için çok derin anlamı, açıkça yaşamsal önemi olan içsel bir çekim gücü vardır. İs­ ter Dr. Henderson’un irdelediği mit ve masallarda ister Bayan Jaffe’nin gösterdiği gibi sanat yapıtlarında ortaya çıksınlar, bu semboller bilinçdışımızı sürekli uyararak doyuma ve sevince neden olurlar. Sonunda Dr. Jacobi’nin bölümü üzerine de kısa birkaç söz söylemeli­ yim. Bu bölüm, ilginç ve başarılı bir analizin kısaltılmış raporu olarak öbürlerinden ayrılmaktadır. Bu tür bir kitapta böyle bir bölümün değeri apaçıktır; buna rağmen iki açıklama zorunludur. Birincisi; öğretici, tipik bir Jungiyen analiz yoktur çünkü her düş özel, bireysel bir mesajdır ve bi­ linçdışı simgelerinin aynı şekilde kullanıldığı iki düş olmaz. Bu yüzden de her Jungiyen analiz kendi türünde biriciktir ve Dr. Jacobi’nin -ya da bir başkasının- muayenehanesinden gelen bu düşü “temsil eden” ya da “ti­ pik” olarak değerlendirmek yanlış olur. Henry’ye ve kısmen garip olan düşlerine dair söyleyebileceğimiz, yalnızca bununla Jungiyen analizin öz­ gün bir olguda nasıl uygulandığına iyi bir örnek olduğudur. İkincisi ise tam olarak ele almak istersek, oldukça basit bir olgunun öyküsüyle bütün bir kitabı doldurabileceğimizdir. Henry’nin analizine dair rapor zorunlu olarak çok kısaltılmıştır. Bu yüzden de örneğin I Ching üzerine yorumlar bir parça karanlıkta kalmıştır. Buna rağmen Henry’nin analizinin derinle­ mesine anlatımının, insani ilgiden öte kitabı da çok zenginleştirdiğini dü­ şünüyoruz. Ben okurların da bu görüşü paylaşacağından eminim. Önsözüme Jung’un “İnsan ve Sembolleri”ni yazmaya giriştiğini anlat­ makla başlamıştım. Bu önsözü, bu kitabın nasıl önemli bir yayın olduğu­ nu okuyucuya bir kez daha belirterek kapatıyorum. Cari Gustav Jung bü­ tün zamanların en büyük hekimlerinden ve bu yüzyılın en büyük düşü­ nürlerinden biriydi. Ereği insanlara kendilerini tanımada yardımcı ol­ maktı; bu bilgiler ve bunların uygulanmasıyla doygun, mutlu bir yaşam sürmeliydiler. Tanıdığım başka hiç kimsenin sürmediği kadar doygun ve mutlu geçen kendi yaşamının sonunda Jung, kalan gücünü, mesajını şim­ diye kadar ulaştırmaya çalıştıklarından daha büyük bir kitleye ulaştırmak için kullanmaya karar verdi. Yapıtını ve yaşamını aynı ay içinde tamam­ ladı. Bu kitap onun geniş okur kitlesine vasiyetidir. Çeviriye önsöz: Ali Nahit Babaoğlu Bu kitabı ilk olarak çeyrek yüzyıl kadar önce elime almıştım. Ama Jung’u ve okulunu oldukça iyi bildiğimi sanmama, kitabın hayranlık uyandıran baskı ve içeriğine rağmen, onu pratiğimde kullanabilecek kadar iyi anla­ yıp kavradığımı ileri süremem. Lisenin birinci sınıfından beri eğilimim klasik bağlamda psikanalitik yönde olmuştu. Psikiyatri eğitimimde de hep psikanaliz temelinden ayrılmadan yürümüştüm. Ancak bu kitapla ta­ nışmamla hemen aynı zamanda, bir yönetilmiş düşleme yöntemi olan, Leuner’in “Katatimik Görüntü Yaşantısı” yönteminin eğitimini almaya ve Prof. Prokop’un bir çalıştayı aracılığıyla da Jung’un kişiliği ve kavramla­ rını yakından tanımaya başladım. Leuner yöntemini uygulama aşamasına geldikten sonra Türkiye’ye döndüm. Gerek muayenehanede gerekse eği­ tici görevimde o yöntemi bolca kullanma fırsatı oldu. Yöntemin önümde açtığı ufukla sembollerin ne denli evrensel olduğunu gördüm. Bunun ya­ nında, ülkemiz insanının iç dünyasmın da bütün tarihi kucaklar boyutta zengin olduğunu fark ettikçe, hastalarımın olağan gece düşlerini de ele almaya başladım. Giderek hastalarımla aramızda, o zengin bilinçdışı dün­ yaya daha kolay girebileceğim bir köprü, bir tür özgün dil oluştu. Düşle­ rini, düşlemelerini doğru yorumladığımdan emin olmadığımda bile hasta­ larımın sübjektif olarak duydukları mutluluk ve durmadan yeni düşler getirmeleri, düşleme seansları için ısrar etmeleri çok dikkat çekiciydi. El­ bette onlara az çok yardımcı olabilmek için Jung’a başvuruşum da gittik­ çe artmaktaydı. Böylece onun yazılarının pek çoğunu okudum. Bu kita­ bın Jung tarafından yazılmış olan ilk makalesini de çevirmiştim. Jung’u anlatan bir bölümle birlikte, o zamanki Triumph marka daktilomla yaz­ dıklarımın fotokopilerini asistanlarıma dağıtıyordum. Son dört, beş yıl­ dan beri de İsviçre Jung Enstitüsü önceki başkam Barz’m geliştirdiği yöntemle Jungiyen Psikodrama’da eğitim alıyorum. Sevgili Cem Mumcu’dan bu kitabın Okuyan Us Yayın tarafından yayın­ lanacağını öğrenince de çevirmek için heyecanla öne atıldım. O sırada “Psikiyatri Tarihi” kitabımın son bölümleri üzerinde çalışıyordum. Onu bitirir bitirmez bu çeviriye sarıldım. Ancak çeviri ilk anda sandığımdan biraz daha zor oldu. Bunun nedeni her şeyden önce kitabm beş ayrı ya­ zarın elinden çıkmış olmasıydı. Her birinin ayrı stili olan yazarların, stil­ lerine az çok uygun şekilde çevrilmesi, çeviriyi aynı kişi yapıyorsa pek kolay değildir. İkinci ve daha da önemli olan bir nokta, kitabın ana dille­ ri Almanca olan yazarlar tarafmdan bizzat İngilizce yazılmış olması ve ge­ ne bizzat kendileri tarafmdan Almanca’ya kazandırılmış olmasıydı. Yazar­ lar bu çeviride basit bir doğrudan çeviriyle yetinmemişler, yazdıklarını yeniden yazmışlardı. Bu yüzden de İngilizce ve Almanca baskılar arasın­ da belirgin farklar bulunuyordu. Özellikle de çeşitli yazar ve sanatçılara referans verdiklerinde, bir halk tarafmdan tanınan yapıtları kısa geçer­ ken, o halkm tanıma olasılığı az olanları ise daha ayrıntılı olarak anlatmış­ lardı. Türk okuru için ise her iki metnin karşılaştırılarak daha ayrıntılı olanın verilmesi yolunu tutmak daha uygun görünüyordu. Bu durum he­ men her paragrafı her iki metinden de okuyarak aralarından seçim yap­ mayı gerektiriyor, bu da işi uzatıyordu. Kitabın resimli olarak, aslına ola­ bildiğince sadık yayınlanmasına karar vermiştik. Resimler olmadan me­ tin çok yoksul kalacaktı. Elbette bu, resim altı yazıların da teker teker çevrilmesini gerektiriyordu. Bir de görüleceği gibi kitapta dip notlar kul­ lanılmamış, verilmesi gereken açıklama notları kitabın sonuna eklenmiş­ tir. Açıklayıcılık bakımından çok önemli olan bu notlarm da sadakatla çevrilmesi gerekiyordu. Kitapta birçok yerde Kuran ve Kutsal Kitap’tan alıntılar bulunmakta­ dır. Bu alıntılarda bulunan özel adlarm birçoğu bizim inançlarımıza yer­ leşmiş olan, dolayısıyla bizim dilimizde de karşılığı bulunan adlardı. Ben de metinde kullanılan Almanca ya da İngilizce adları değil, bize tanıdık olan o Türkçe adları yeğledim. Metne giren Kutsal Kitap söylemlerini de yeniden çevirmek yerine Kitab-ı Mukaddes Şirketi yayım olan çeviriden olduğu gibi aldım. Kimi yerlerde ise, İslama ilişkin olarak yazarların bilgi­ lerini çeşitli dolaylı çevirilerden almış olmalarından kaynaklanan hata sa­ yılabilecek noktalar bulunuyordu. O tip durumlarda da kendi notumu (çn.) [çevirenin notu] işaretiyle dip not olarak yazmak en iyi yoldu. Bütün zorluklarına rağmen, mesleki gelişimimde en büyük etkileri yapmış olan kişinin, C. G. Jung’un son yapıtım dilimize kazandırmak işle­ vini yüklendiğimden ötürü çok mutluyum. Onun görüşlerinin Türkiye’nin zengin ve renkli kültürünü aydınlatmada çok faydalı olacağma inancım tamdır. Bu kitap renkli, resimli ve oldukça kolay anlaşılabilir olması saye­ sinde daha geniş bir okur kitlesinde ilgi ve merak uyandırabilirse, ateşle­ yeceği yeni araştırmalar kültürümüze olduğu kadar dünya kültürüne de taze bir ışık serpecektir. O zaman, kitabın önsözünde de belirtilen “Jung’un kitlelere vasiyeti” en verimli sonucunu verecektir. Cari Gustav Jung gerçekten bütün zamanların en büyük hekimlerinden biriydi. Anısı­ nın önünde saygıyla eğiliyorum. İçindekiler 1 Bilinçdışına Giriş Cari G. Jung 2 Modern İnsan ve M itler 104 Joseph L. Henderson 3 Bireyleşme Süreci 158 M. L. von Franz 4 Görsel Sanatlarda Sembol 230 Aniela Jaffe 5 Olgunlaşma Yolundaki Simgeler 272 Jonalde Jacobi Sonsöz: Bilinçdışı ve Bilimler 304 M. L. von Franz Notlar 311 1 Bilinçdışına Giriş Carl G. Jung Firavun III. Ramses'in mezar girişi Bilinçdışına Giriş Düşlerin önemi üzerine İnsan bir şeyi anlatmak için söylenen ya da yazı­ rının çoğunda, m ezar taşma eğri bir balta resm e­ lan sözcükleri kullanır. Dili sem bollerle doludur; dildiğini görürüz. Baltanın ne olduğunu çok iyi bi­ ama sık sık tüm üyle tanımlayıcı olmayan işaretle­ liyoruz, ancak sim gesel içeriğine ilişkin hiçbir şey ri, resimleri de kullanır. Bunlara örnek olarak BM, UNICEF, UNESCO gibi kısaltmalar ya da harf dizileri, tanınmış markalar, tıbbi ürünlerin adları, kimi insanların görev işaretleri ya da inisi- bilem iyoruz. Bir başka örnek olarak; bir Hintli, İn­ giltere’de bir süre kaldıktan sonra, kendi ülkesin­ deki dostlarına, İngilizlerin hayvanlara taptığını yaller verilebilir. Bunlar aslında kendi başlarına anlatır, çünkü kilisede hep kartallar, aslanlar ve bir anlam taşımazlar ama genel kullanımda kolay­ öküzler resm edildiğini görm üştür. Aslında, bir­ lıkla tamnabilen bir anlam kazanmışlardır. Ancak ço k Hıristiyan gibi, bu Hintli de söz konusu hay­ bunların hiçbiri sim ge değil, yalnızca ilişkili o l­ vanların İshak P eygam ber’e görünm üş bir vizyo­ dukları nesneleri ifade ed en işaretlerdir. nu anlattığını ve Evangelistler için bir işaret oldu ­ Simge ya da sem bol dediğim iz, gündelik yaşa­ mım ızdan bilip tanıdığımız ama alışılagelen, açık anlamına ek olarak özgün bağlantılar da sunan, bir terim, bir ad hatta bir resimdir. Bunda belir­ ğunu bilm iyordu. Tekerlek ya da haç gibi n esn e­ ler d e belirli koşullarda sim gesel bir içerik taşır­ lar. Ancak bunların neyi sim gelediği, şimdiki za­ m anda bile tartışmalı bir konudur. gin olmayan, bilinm eyen ya da bizim için görünür Bir sözcük ya da resim, açık olan ve ilk bakış­ olmayan bir şeyler vardır. Örneğin Girit m ezarla­ ta anlaşılabilenden daha fazla anlam içerdiği za­ man sim gesel hale gelir. O zaman tam olarak ta- ler kullanmasının bir nedeni budur. Ne ki sem bol­ nımlanamayan, bilinem eyen, daha geniş, “bilinç- lerin bu bilinçli kullanımı son d erece önem li bir dışı” bir yön kazanmış olur. Bunun tanımlanması psikolojik g erçeğin yalnızca bir yüzüdür: İnsan bi­ ve açıklanması umulamaz bile. İnsan aklı sim geyi linçsiz olarak ve kendiliğinden de düşler şeklinde araştırırken, mantığın kavrayabileceğinden daha sem boller üretm ektedir. Bu noktayı kavrayabil­ ötedeki kimi d ü şü n celere ulaşılır. Tekerlek bizi m ek hiç kolay değildir. Am a insan ruhu üzerine “kutsal” güneş kavramına doğru götürür, ama bu daha fazlasını öğrenm ek istiyorsak, bunu mutlaka noktada mantık yetersizliğini itiraf etm ek zoru n ­ kavramalıyız. Şöyle bir düşünecek olursak insa­ dadır; “kutsal” olan bir şey tanımlanamaz. Sınırlı nın içini, dışını tam olarak görüp anlayabildiği zekamızla bir şeyi “kutsal” olarak adlandırdığı­ hiçbir şey yoktur. İnsan, çevresini ancak kısıtlı bir mızda, ona som ut gerçek lere değil inançlara da­ şekilde algılayabilmesine izin veren duyularının yalı bir ad vermiş oluruz. sayısı ve niteliğiyle sınırlıdır. Bu eksikliği bilimsel İnsan anlayışının sınırlarının ötesinde sayısız araç ve gereçler kısm en giderebilir ancak en du ­ şey bulunduğundan, tammlayamadığımız ya da yarlı aygıtlar bile uzak ya da küçük nesneleri bü ­ tam kavrayamadığımız kavramları temsil etm ek yütüp görünebilir hale getirm ekten ya da çok ha­ üzere sürekli olarak sim gesel terim ler kullanmak­ fif sesleri işitilebilir yapmaktan ö teye gidem ez. tayız. Bütün dinlerin sem bolik bir dil ya da im ge­ Hangi aleti kullanırsak kullanalım, bir noktada Dört Incil yaza rı havarinin hayvan olarak görülmesi (Chartres Katedralinde Kabartma]: Aslan M a rko'du r, bo ğ a Luka, kartal Yuhanna (solda). Aynı şekilde M ısır tanrısı Horus'un oğulları d a hayvan biçim indedir. (Yukarıda İÖ 1 2 5 0 'd e n ) H ayvanlar ve dörtlü kümeler yaygın bilinen simgelerdir. Ç oğu toplumda Güneş resimleri insanların açıklanam ayan dinsel deneyimlerini anlatır, İÖ 14. yüzyılda M ısır Firavunu Tutankamon'a ait bir tahtın süslerine bir Güneş Kursu hakim dir (üstte). Işınel'ler, Güneşin yaşam veren gücünü simgeliyor. 2 0 , yüzyılda bir Japon keşiş, $into inancına göre tanrısal Güneşi tasvir eden bir ayna önünde dua ed iyo r (solda). VVolfram atomu, 2 .0 0 0 .0 0 0 kez büyütülmüş (sağda). Resmin ortasındaki lekeler gözle görülebilen en uzak y ıld ız sistemleridir (en sağda), insan duyumlarını ne denli genişletse de algılam ası hep sınırlıdır. bütün kesinliğin ortadan kalktığı sınıra ulaşırız. deyim le iki kişiliğin varlığını kabul etm ek olacağı­ Her şeyden ön ce gerçeği algılayışımızda, ör­ nı düşünm ekteydiler. Aslında bu, tam da bu d e ­ neğin duygularımız gerçek görüntülere tepki g ö s ­ mektir; ço k doğru! Çağdaş birçok insan böyle iki­ terirken bile, bu gerçeğin gerçeklik alanından ye bölünm üş bir kişilikten mustariptir. Bu hiç de ruhsal alana geçirildiği sırada olduğu gibi, aslında patolojik bir sem ptom değildir. Sadece nörotik- bilinçdışı olan bir yön vardır. Ruhun içinde bun ­ lerde değil, başka herkesde de gözlenebilen bir lar, oluşu ve yapısı bilinm eyen psişik olgulara d ö ­ gerçektir. K endine ilişkin genel bir bilinçsizlik, nüşm ektedirler. Ö yleyse her yaşantı çok sayıda hiç kuşkusuz ki bütün insanlığın ortak mirasıdır. bilinmez faktörü de içerm ektedir. Aslında her s o ­ İnsanlığın bilinci, uygarlık düzeyine ulaşınca­ mut nesne, m addenin gerçek doğasını anlayama­ ya kadar sayısız çağları gerektiren bir sürecin so ­ dığımız için, bize zaten daima tam bilinir olm ak­ nunda yavaş, güçlükle gelişebilm iştir; dahası bu tan uzaktır. Ayrıca belirli olgular vardır ki bilinç­ gelişim tamamlanmış olmaktan henüz ço k uzak­ le hiç algılanamazlar. Bunlar bilinçlilik eşiğinin al­ tır. İnsan ruhunun büyük bölüm ü hâlâ karanlık­ tında kalmışlardır. Bunları daha sonra anlık bir larla kaplıdır; çünkü “psike” dediğim iz, bilincimiz sezgi ile ya da yoğun düşünerek fark edebiliriz. ve onun içeriği ile hiç de eşanlamlı değildir. Ama normal olarak, bizim için hayati anlamı olan Ruhumuz, doğanın bir parçasıdır ve tıpkı her oluş düşlerim izde, rasyonel düşünceyle olm a­ onun gibi sınırsızdır. A yrıca biz ne ruhu ne de d o ­ sa da sem bolik bir resim olarak çözüm lenir. Ta­ ğayı tanımlayabilir, ancak olabildiği kadar, onu rihsel olarak bakıldığında, psikologlara bilinçli nasıl algıladığımızı tarif edebiliriz. Tıbbi araştır­ ruhsal olguların bilinçdışı yönlerini incelem e fır­ maların verileri olmasa bile, “bilinçdışı diye bir satını veren de düşlerin incelenm esi olmuştur. şey yoktur” gibi varsayımları reddetm em iz için Psikologlar deneyim lerine dayanarak, birçok d o ­ yeterin ce neden vardır. Bunu söyleyenler eski ğa bilimcisi ve filozof aksini savunduğu sırada, bi­ çağlardan kalan bir “m isoneizm ”de (yeni olandan linçdışı bir psikenin var olduğunu kabul etm işler­ ve bilinm eyenden korkm a) ısrar etm ektedirler. dir. Bu sırada filozoflar saflıkla, böyle bir oluşum u İnsan ruhunda bilinm eyen bir bölüm olduğu kabul etm enin, bir bireyde iki öznenin, daha açık düşüncesine karşı bu direncin tarihsel nedenleri vardır. Bilinçlilik doğanın yeni bir buluşudur ve kendi içinde henüz deneysel aşamada bulunm ak­ tadır. Bu yüzden hâlâ zayıftır ve belli tehlikeler karşısında kolaylıkla zedelenebilir. A ntropologla­ rın saptadıkları gibi, ilkel insanda ruhsal bozuklu­ ğun en sık görülen şekillerinden biri, onların “ruh yitim i” diye adlandırdıkları, bilinçliliğin şaşırtıcı bir şekilde bölünm esi (bilim sel dille konuşursak; dissosiyasyon) durumudur. Bizimkinden farklı bir bilinçlilik aşamasında bulunan bu insanlar arasında ruh bir bütünlük olarak hissedilm ez. Çoğu toplum da, insanın ken­ disininkinden başka bir de “çalılık ruhu” oldu ğu ­ na inanılır. Bu, insanın kimliğini ruhsal olarak üstlendiği bir ağaç ya da bir hayvanda biçim len­ miştir. Ö nde gelen Fransız antropologlarından duygusunu açığa vurmaktadır. Bu da ruhun sım ­ Lucien Levy-Bruhl bu durum u “ participation sıkı örülü olmadığını, tersine kontrol edilem eyen m ystiqu e” olarak tanımlamıştır. Kendisi daha duyguların saldırısı karşısmda kolayca parçalana­ sonra, olum suz eleştiriler karşısında bu form ülas- bileceğim gösterir. yonunu geri almıştır ama ben onu eleştirenlerin A ntropologların araştırmalarından tanıdığımız haksız olduğunu düşünüyorum . Çok iyi bilinen bu durum kendi ileri uygarlığımıza da hiç yaban­ psikolojik bir gerçek, insanın kendini bilinçdışı cı değildir. Biz de dağılabiliriz; yani dissosiye ola­ olarak bir kimse ya da bir n esneyle kimliklendire- biliriz. Kimliğimizi yitirebiliriz. Öfkem izden çılgı­ bilecegi gerçeğidir. na dönebilir, duygularla alt üst olabiliriz; kendi­ Bu kimlik ilkel insanda çok çeşitli biçim ler ala­ mize ya da başkalarına ilişkin önem li hususları bilir. Çalılık ruhu bir hayvana aitse bu hayvan o hatırlamayabiliriz. O zaman bize “Allah aşkına, insanın bir çeşit kardeşi gibi görülür. Örneğin sana ne oldu? İçine şeytan mı girdi?” diye sorar­ kardeşi timsah olan bir insan, timsahlarla dolu bir lar. “Kendim ize hakim olm ak”tan söz ederiz ama ırmağı hiç duraksamadan yüzebilir. Çalılık ruhu aslında kendini kontrol edebilm ek oldukça ilginç, bir ağaçsa onun insan üzerinde ana baba gibi bir en der rastlanan bir yetenektir. Kendimizi d e n e ­ gücü olduğuna inanılır. Her iki durum da da o ça ­ tim altında tuttuğum uzu sanırız, ancak bir d ostu ­ lılık ruhuna verilen zarar aynen o insana verilmiş m uz kolaylıkla bize ilişkin, hiç de farkında olm a­ gibi kabul edilir. dığımız bir dolu şey anlatabilir. Bazı kabilelerde insanm birkaç ruhu olduğuna Böyle yüksek bir uygarlık düzeyinde bile insan inanılmaktadır. Bu inanç, her bireyin birbirine bilinçliliği hâlâ kolaylıkla yaralanabilir. Zihnimizin bağlı ama birbirinden farklı birim lerden oluştuğu bir bölüm ünü izole edebilm e yeteneği kuşkusuz Bir dissosyasyonun ünlü bir örneğini Iskoç ya za r R. L. Stevenson, "Dr. Jekyll and M r. H yde" adlı öyküsünde verir. Dr. Jekyll'in "yarılma"sı yalnızca psişik bir durum d e ğ ild i, aynı zam anda fizik bir değişim e d e yol açmıştı. M r. H yde (öyküden 1 9 3 2 'd e uyarlanan filmden); Dr. Jekyll'in "öbür yarısı” (solda). İlkeller dissosiyasyona ruhun yitimi derler; insanda kendininkinden başka bir d e çalılık ruhu bulunduğuna inanırlar. Kongo'nun N y a n g a kabilesinin, ge rgedan kuşunun, kendi çalılık ruhu ile özdeşleştirdiği kuşun, maskesini taşıyan bir mensubu (sağda). Aynı a n d a birçok çağrıya hizmet veren telefoncu kızlar (en sağda). Böyle uğraşlarda kişiler, konsantre olabilm ek için bilinçlerinin kimi kısımlarını yarıp ayırm ak zorunda kalırlar. Am a bu, kendiliğinden ve anormal değil, denetimli, süreli bir yarılm adır. ki çok değerlidir; çünkü bu dikkatimizi yalnızca keyfi değildi. Aksine ileri gelen nörologların, ö zel­ bir sahneye y ön eleb ilm em izi, bütün öbürlerini likle de Pierre Janet’nin ulaştığı, nörotik sem p ­ dışlayabilmemizi sağlar. Ne ki zihnin bir parçası­ tomların herhangi bir bilinçli deneyim le ilintili ol­ nı belli bir zaman için ayırıp bastırabilmek ile b u ­ dukları görüşüne dayanmaktaydı. Hatta sem p ­ nun bilgimiz dışında, kendiliğinden oluverm esi tomlar, bilincin başka zaman ve koşullarda su yü ­ arasında muazzam bir fark vardır. Birincisi uygar­ züne çıkabilecek kısımları da olabilirlerdi. lığımızın bir kazancı, İkincisi ise ilkel bir “ruh yiti­ m i” hatta bir nevroz nedenidir. Bu yüzyılın başında Freud ve J o se f Breuer, nörotik sem ptom ların, örneğin histerinin, kimi Rüyaların, o kaçamak, güvenilm ez, muğlak ve ağrı türlerinin, anormal davranışların gerçek te belirsiz fantezilerin anlamını bu zem inde g örm e ­ sim gesel anlamları olduğunu fark ettiler. Bunlar liyiz. Bakış açımı anlatabilmek için ön ce bunun da tıpkı rüyalar gibi, bilinçaltının dışavurum bi­ nasıl yavaş yavaş geliştiğini, sonunda rüyaların, çimleridir, bu yüzden de sim geseldirler. Dayanı- insanların sem bol yaratma yeteneklerinin in ce ­ lamaz bir durum içinde bulunan bir hasta, örn e­ lenm esinde sürekli ve herkes için ulaşılabilecek ğin su içm esini engelleyen kramplar geçirebilir, bir kaynak olduğu sonucuna nasıl ulaştığımı an­ yani “ bunu yutam az” . Benzeri bir ruhsal baskı al­ latmak isterim. tında bulunan bir başkası bacaklarındaki garip bir Sigmund Freud, bilincimizin bilinçdışı geri felçten yakınır ve bu da “bu böyle yü rü m eyecek ” planını ampirik bir yoldan araştıran ilk kişi olm uş­ dem ek olur. Gene bir başkası yediklerini kusar, tur. O, rüyaların rastlantı son ucu görülm ediği, bi­ çünkü sevimsiz bir olayı “ sindirem em ektedir” . Bu linçli düşünceler ve sorunlarla ilgili olduğu varsa­ türden daha birçok örnek verebilirim ama bu tür yımından yola çıkmıştı. Bu varsayım kesinlikle psişik tepkiler, ağır gelen bilinçdışı sorunları dı- şavurmaya yarayan anlatım yollarından yalnızca mi yapmıştı: Rüya gören biri, rüyaları ve onlarla biridir. Rüyalarımızda ise bunlar kendilerini çok ilgili düşünceleri üzerinde konuşm aya cesaret- daha sık gösterirler. lendirildiğinde, sıkıntısının nedenlerini gerek an­ Bir dizi rüyayı dinlem iş olan her psikolog, rü­ lattıkları gerekse bilerek sakladıklarıyla eninde ya sem bollerinin, beden sel sem bollere oranla çok sonunda açık eder. Düşünceleri başlangıçta ilgi­ daha çeşitli olduklarını bilir. Bunlar çoğunlukla siz dahası mantıksız görünebilir; ama bir süre ço k rafine, sanatkâraııe fantezilerden oluşur. sonra hastanın neyi gizlem ek istediği, hangi na­ Ama bu rüya m alzem esi karşısında bir analist, hoş düşünceleri ya da yaşantıları bastırmaya ça ­ Sigmund Freud’un serbest çağrışım yöntem ini lıştığı kolaylıkla fark edilebilir. kullanarak, rüyaların, altta yatan belirli temalara Freud, serbest çağrışım da çıkış noktası olarak kadar izlenebileceğini fark eder. Bu yöntem , p si­ rüyalara oldukça büyük bir önem verm ekteydi. kanalizin gelişm esinde önem li bir rol oynamıştır. Ama bir süre sonra bu bana bilinçdışm ın uykuda Çünkü bu yön tem Freud’a, rüyaları çıkış noktası ürettiği zengin fantezilerin yetersiz hatta yanlış olarak kullanıp hastanın bilinçdışı sorununun kullanımı gibi gelm eye başladı. Asıl kuşkum, bir araştırılabilmesi olanağını sağlamıştır. meslektaşım Rusya içinde uzun bir tren yolcu lu ­ Freud şu basit fakat son d erece önem li gözle ­ •* 2 3 ğunda başına gelen bir olayı anlattığı zaman orta- *11 • • • 1•• • * • 10 1 2 3 4 Sigm und Freud (Vienna) O tto Rank (Vienna) Ludw ig Binsw anger (Kreuzlingen) A A Brill 5 6 7 8 M ax Eitingon (Berlin) James J Putnam (B oston) Ernest Jones (Toronto) W ilhelm Stekel (Vienna) • 9 10 11 12 • Eugen Bleuler (Zürich) Emma Ju n g (Küsnacht) Sandor Ferenczi (Budapest) C. G Ju n g (Kusnacht) ya çıktı. Hiç Rusça bilm ediği, hatta Kiril yazısını bağlamda, herhangi bir başka çıkış noktasından bile sökem ediği halde, bir süre dem iryolu ilan p a­ daha fazla ya da daha az gerekli değildi. Rüyalar nolarındaki yabancı harflerle uğraşmış ve ardın­ çoğ u zaman mutat kom pleksleri gizleyen duygu­ dan da rüyalar görm eye başlamıştı. Bu rüyalarda sal kargaşadan kaynaklansa da önem li bir anlama bu yazılar çok çeşitli anlamlar kazanıyorlardı. Bir sahiptir. Mutad k om plek sler ruhun yum uşak fikir öbürünü izliyordu. İçinde bulunduğu durum ­ noktalarıdır. Dış uyaranlara ya da bozukluklara da bu “serbest çağrışım ”ın birçok eski anısını y e ­ çok çabuk tepki gösterirler. Bu yüzden serbest niden uyandırdığını fark etmişti. Bunların arasın­ çağrışım her rüyadan yola çıkarak gizli d üşü n ce­ da unutmak istediği hatta bilinçli bir şekilde g er­ lere ulaşabilir. çekten unutmuş olduğu, çoktan göm ülm üş tatsız Burada, belki de rüyaların özgün, özel, daha bir tem a-nesne de bulunuyordu. G erçekte kendi­ önem li bir işlevi olabileceği aklıma geldi. Çünkü, si, psikologların kom pleksler adını verecekleri şe­ ço ğ u zaman rüyaların ço k belirli, açıkça amaca ye, yani kalıcı psikolojik rahatsızlıklara, birçok uygun bir yapısı bulunmaktadır. Bu da belirli bir durum da nörotik sem ptom lara yol açabilecek maksadı akla getirir. Bu yüzden, rüyalardan yola olan, bastırılmış duygusal temalara rastlamış bu­ çıkarak, başka yollardan da pekala ulaşılabilecek lunuyordu. olan bir dizi düşü n ceye, kom plekse serbest, çağrı­ Bu öykü, bir hastanın kom plekslerini k eşfet­ şım yoluyla ulaşmaya çalışmak yerine, rüyaların m ek istediğim izde serbest çağrışım için rüyaları asıl içeriğine ve biçim ine daha fazla ilgi göster­ çıkış noktası olarak kullanmanın hiç de zorunlu m ek gerekm ez miydi diye düşündüm. olmadığını gösterdi. Dairenin her noktasından Bu yeni düşü n ce benim kendi psikoloji y ön te­ m erkeze ulaşılabileceğini fark ettim. Kiril harfle­ mimin gelişm esinde bir dönüm noktasıydı. Yavaş riyle, kristal bir küre üzerinde m editasyonla, bir yavaş beni rüya m etninden uzaklaştıran çalışm a­ budist dua değirm eniyle, m odern bir tabloyla ya ları izlem ekten vazgeçtim . Dikkatimi daha çok rü­ da rasgele bir sohbetle başlanabilirdi. Rüya bu yanın kendi çağrışımları üzerine toplam ak isti­ M o dem psikanalizin büyük öncülerinden çoğu; W e im a r'd a bir psikanaliz kongresinde 191 1'de çekilmiştir (solda]. Alttaki anahtar önemli kişilerden bazılarını gösteriyor. İsviçreli Psikiyatrisi Hermann Rorschach tarafından bulunmuş olan mürekkep lekeleri testi |sağda). Lekenin biçimi serbest çağrışım a yol açacaktır. Akla gelebilen her şekil çağrışım sürecini başlatabilir. Leonardo da Vinci not defterlerinde "Bazen durup duvarlardaki lekelere ya d a kül yığınlarına, bulutlara, çam ura ya d a benzerlerine bakm ak sana zor gelm em elidir. Bunlarda çok şaşırtıcı fikirler bulabilirsin" diye yazmıştı. yordum . Bilinçdışının söylem eye çalıştığının b e ­ sem bolik resim lerle ya da alegorilerle temsil edi­ lirli bir şeyi vurguladığına inanıyordum. Rüya lebilir. Bu resimlerin her biri belirli bir çağrışım karşısındaki konum um un değişm esiyle, bir y ö n ­ süreci ile cinsel ilişkinin göz önünde canlandırıl­ tem değişikliği de gerekti. Yeni teknik, rüyanın masını, bireylerin kendi alışkanlıkları olabilecek çeşitli başka yönlerini de hesaba katmalıydı. Bi­ özgün linçli akılla anlatılan bir öykünün bir başlangıcı, Ama aynı kolaylıkla bu kom pleksler, okunamayan bir gelişimi ve bir sonu vardır. Bu kural rüya için Rus harflerinin uyandıracağı bir gündüz düşü y o ­ geçerli değildir. Rüyanın zaman ve mekan b oy u t­ luyla da serbest bırakılabilir. O zaman rüyanın, ları farklıdır. Rüyayı anlamak için onu, tıpkı insa­ cinsel bir alegoriden daha başka bir anlatım da nın eline aldığı bir nesneyi iyice anlayıncaya ka­ içerebileceğini tahmin ettim. Bunun nedenlerini dar evirip çevirm esi gibi, çeşitli taraflarından in­ daha yakından anlatmak isterim. celem ek gerekir. kom plek slere ulaşılmasını sağlayabilir. Adamın biri bir anahtar deliğine anahtar sok­ Freud’un kullandığı şekliyle serbest çağrışım ­ tuğunu, ağır bir sopayı salladığını ya da bir kapıyı dan beni uzaklaştıran düşünceler bunlardır. Rü­ bir koçbaşı ile zorladığını rüyasında görebilir. yanın kendisi üzerinde olabildiğince durmak ve Bunların her biri birer cinsel alegori olarak görü ­ onun çağrıştırabileceği bütün öbür işe yaramaz lebilir. Asıl önem li olan onun bilinçaltının, belli varsayımlarla çağrışımları dışlamak istiyordum . nedenlerle bu resim lerden özellikle birini seçm iş Bunlar gerçi kuşkusuz bir hastanın kom pleksleri­ olduğu gerçeğidir. Asıl g örev neden anahtarın s o ­ ne ulaşmayı sağlarlardı, ancak benim maksadım, paya ya da sopanın k oç başına tercih edilmiş o l­ nörotik bozukluklara yol açan kom pleksleri orta­ duğunu ortaya çıkarmaktır. Bazen bu yolla aslın­ ya çıkarmaktan daha öteye giden bir amaçtı. Bu da cinsel eylemin değil, çok başka bir psikolojik kom pleksleri tanımak için birçok başka olanak da vardır. Örneğin psikolog, gereksindiği bütün bil­ gileri, sözcük çağrışım testiyle de elde edebilir. Ama, bir insanın ruhsal yaşam öyküsünü öğren ­ mek, anlamak için rüyalar ve onların sim ge re­ simlerinin çok daha önem li rol oynadığının iyice anlaşılması zorunludur. Örnekse, herkes bilir ki cinsel eylem sayısız Serbest çağrışım için iki değişik uyarı: Tibetli bir dilencinin dönen dua değirm eni (solda) bir falcının kristal kürede fal bakışı (sağda): Bir Ingiliz panayırında modern bir kristal falcısı. I.<'inanın kastedilmiş olduğu ortaya çıkarılabilir. dığı apaçık olan böyle bir anlatımla ne söylem ek Buradan ben, açıkça rüyanın parçası olan b ü ­ istiyordu? Görünüşe bakılırsa, rüya görenin yaşa­ tün m alzem enm yorum da kullanılması gerektiği mıyla yakından ilgili olan dejen ere bir kadın fikri sonucunu çıkarıyorum. Rüya kendi sınırlarını çi­ söz konusuydu. Ancak bu resmin kendi karısı zer. Kendisiyle ilgili olan ve kendinden uzaklaşan üzerine projekte edilmiş olması böylesine haksız şeylerin hangisi olduğuna, bağım sız olarak kendi üstelik yanlış olduğuna göre, bu itici resmin tem ­ özgün biçim i karar verir. Serbest çağrışım zikzak sil ettiği şeyin ne olduğunu buluncaya kadar baş­ bir yol izleyerek bizi rüya m ateryalinden uzaklaş­ ka tarafları aramalıydım. tırırken, benim önerdiğim yöntem , m erkezinde Ortaçağda, fizyologlar iç salgı bezlerim izin ya­ rüya materyalinin kendisi bulunan daireler çiz­ pısı yüzünden her birimizde eril ile dişil elem an­ mektedir. Ben rüya resmi üzerinde duruyorum . ların birlikte bulunduğunu ispat etm eden çok ö n ­ Bu sırada rüyayı görenin kaçma çabalarına da hiç ce , “her erkeğin içinde bir kadın vardır” denilirdi. aldırmıyorum. M esleki uygulamam sırasında sık Erkeğin içindeki bu dişil elem ana ben “anima” sık “Şimdi sizin rüyanıza dönelim ; bu rüya ne an­ adını verdim. Bu dişi taraf, belli başlı yönleriyle latıyor?” diye sormak zorunda kalıyorum. çevreyle, özellikle de kadınlarla biraz aşağı ve d e ­ Hastalarımdan biri, bir keresinde rüyasında ğersiz bir ilişki içindedir. Bu yüzden insanın ken­ saçları darmadağın, sarhoş ve basit bir kadın g ö r­ disinden de başkalarından da dikkatle gizlenir. müştü. Rüyada bu kadın sözd e kendi karısıydı. Başka türlü söylem ek istersek; bir insanın kişiliği Oysa kendi karısı aslmda tam am en başka bir kişi­ dışarıdan çok normal görünse bile, o “içindeki ka- likteydi. Yüzeysel olarak bakıldığında bu rüya, ş o ­ dın”ın zavallı halini herkesten hatta kendisinden ke ed ecek kadar gerçekdışıydı. Bu yüzden de bile gizliyor olabilir. Bu hastada da söz konusu hasta bunu anlamsız bulup hem en reddetti. Onu olan buydu. Dişi tarafı hiç de güzel değildi. Rüya serbest çağrışıma bıraksaydım kuşkusuz ki rüya­ sının nahoş anlatımından olabildiğince uzaklaş­ maya çalışacaktı. Bu durum da m uhtem elen, karı­ sıyla hiç ilgisi olmayan, tem el kom plekslerinden birisine ulaşacak, bu özgün düşün özel anlamı üzerine hiçbir şey öğren em eyecektik. Peki ama acaba onun bilinçdışı, gerçek olm a- Cinsel ilişki için sayısız simgesel ya da allegorik resimlerden biri geyik avıdır. Alman ressam C ran ach'ın bir tablosundan detay (1 6 . yüzyıl) (sağda). Flaman ressam C am pin'in bir mihrap resminden ayrıntı (1 5. yüzyıl). Kapı umudu kilit başkalarını sevmeyi ve anahtar da tanrı özlemini simgelemek içindir. Bir Ingiliz kardinali geleneksel törenle bir kiliseyi vaftiz ediyor (solda). Bu sırada kilise kapısına, herhalde fallik bir simge değil de otorite belirtisi ve çoban sopası olan bir asa ile vuruyor. H içbir bireysel simge resminin dogm atik, sabit, genel geçer bir anlamı yoktur (altta). Anim a erkeğin bilinçdışındaki dişil elementtir. İçsel ikilem genellikle, 17. yüzyıldan bir simya el yazm asından bu taçlı hermafrodit g ib i ikili bir figürle simgelenir (sağ üstte): İnsanın psişik biseksüelliğinin fizik bir görünümü (sağda): Ebeveynin her ikisinden gelen kromozom larıyla bir insan hücresi. kendisine “bir balcıma sen berbat bir kadın gibi li oldukları kolaylıkla anlaşılabilir. Bilinç, doğası davranıyorsun” diyor, onu hatırı sayılır bir şoka gereği, bütün bilinm eyenlere, bilinçdışı olanlara uğratıyordu. (B öyle bir örnek elbette ki bilinçdı- karşı koyar. Daha ön ce anlattığım gibi, ilkel halk­ şmın ahlakçı uyarılarla uğraştığının kanıtı olarak larda, antropologların “m isoneizm ” adını verdik­ değerlendirilm em elidir. Dikkat edilirse rüya has­ leri bir tutum, her yeni olana karşı derin, batıl bir taya “ davranışlarını düzeltm esini” söylem iyor; korku vardır. İlkel insanlar beklenm edik olaylar yalnızca bilincin, rüyayı görenin tam bir cen til­ karşısında, yaban hayvanlar karşısındaki davranı­ men olduğu şeklindeki yanlış varsayımını d en g e­ şın aynını gösterirler. Am a uygar insan da yeni fi­ lem eye çalışıyordu.) kirler karşısında ben zer şekilde tepki gösterir, İnsanların, rüyalarındaki mesajları görm ezden yeni olanın şokundan korunm ak için ruhsal bari­ gelm eye, hatta h epten red d etm eye neden eğilim ­ yerler koyar. Bu, insanın kendisini şaşırtan bir düşünceyi itiraf etm eye, kabul etm eye kendisini zorlayacağını hissettiği rüyalar karşısındaki te p ­ kisinde çok iyi gözlem lenebilir. Felsefe, doğa bi­ limleri hatta edebiyatın birçok öncüsü, kendi çağdaşlarının ete bürünm üş tutuculuklarının kurbanı olmuşlardır. Psikoloji ise en gen ç bilim dallarından biridir. Bilinçdışımn uğraşılarını ele almaya kalkıştığı için de m isoneizm in en aşırı bi­ çim i ile karşı karşıya kalması kaçınılmazdır. Bilinçdışında geçmiş ve gelecek Şimdiye kadar, rüyaların ele almışında kullandı­ duğunun kabul edilm esi veya her ikisi birden z o ­ ğım bazı ilkelerin ana hatlarını belirtm eye çalış­ runludur. tım. Çünkü eğer insanın sem boller oluşturma y e ­ Şimdi bilinç ve bilinçdışm ın içeriklerinin bir- tisini incelem ek istiyorsak, rüyalar hem en tem el birleriyle hangi yoldan ilintili olduklarına daha hem de en kolay girilebilen, elde edilebilen mal­ yakından bakalım. Bilinen bir örneği ele alalım: zem e olarak işe yaradıklarını gösterm işlerdir. R ü­ D üşünceler kısa bir an ön cesine kadar berrak yalarla uğraşırken iki nokta özellikle önemlidir: olduğu halde insan bazen söyleyeceğin i birden­ Öncelikle, ardında belli bir anlam bulunması n e­ bire unutabilir. Ya da tam kendisine bir şey söy­ deniyle rüya, başka hiçbir ön beklenti ve tahm in­ len eceği sırada bir arkadaşının adı aklından çıka­ de bulunulmaması gerek en bir gerçeklik olarak bilir. Hatırlayamadığımızı belirtiriz; ama aslında ele alınmalıdır; İkincisi de rüyanın, bilinçdışmın bellek bilinçdışı olm uş ya da en azından bir süre özgün bir anlatımı olduğudur. için bilinçten ayrılmıştır. Benzeri bir belirti du ­ Hakkmda ne kadar az şey bilsek de bilinçdışı- yumlarımızda da vardır; belli belirsiz işitilebilen mn incelen m eye d eğer olduğu kabul edilmelidir. sürekli bir sesi algılıyorsak, bu sesin düzenli ara­ En azından bir b ö ce k araştırmacısının, dikkatini lıklarla kaybolup yen iden ortaya çıktığı duygusu­ çeken bir bite gösterdiği kadar ilgiyi hak etm ek ­ nu alırız. Ama bu dalgalanmalar, sesin tonundaki tedir. Herhangi bir kişi rüyaları, anlamı olmayan değişiklikten değil, dikkatin periyodik olarak düş­ kaotik olgular olarak kabul etm ekteyse, böyle m esi ve yükselm esinden kaynaklanmaktadır. yapm aya devam etm ekte serbesttir. Am a eğer Bir şey bilincim izden çıktığı zaman, aslında bunların normal olaylar olduğu varsayılırsa -ki varlığı ortadan kalkmış olmaz; tıpkı k öşeyi dönen gerçek te de öyledirler-, o zaman ya nedensel ola­ bir arabanın kaybolup gitmiş olmadığı gibi. Araba rak ele alınmaları, yani varoluşlarmm akılcı bir yalnızca artık görünm ez olmuştur. Bu araba ile nedeni olduğunun ya da belli bir amaçlarının ol­ ileride pekala yeniden karşılaşabileceğimiz gibi, aklımızdan belli bir zaman için yitip gitmiş olan Bu tip davranışlar, histerik hastaların anlatım­ düşünceler de geri gelir. O halde bilinçdışınm bir larının birçok hekim tarafından düpedüz yalan bölümü, bir zaman için geri çekilmiş birçok dü­ olarak reddedilm esine yol açar. Böyle kimseler şünce, izlenim ve im geden oluşur. Bunlar bilinci­ geçek ten de çoğum uzdan daha fazla sayıda ger­ mizi sürekli olarak etkilerler. Dağınık ya da dalgın çek olmayan şeyler anlatmaktadırlar ama bunu olan biri, bir şeyi almak için odaya girer. B irden­ tanımlayacak en uygun sözcü k “yalan” sözcüğü bire durur, şaşkın görünür; ne alacağım unut­ değildir. Onların ruhsal durumları gerçek ten dav­ muştur. Elleri, uykuda gezer gibi, masamn ü ze­ ranışlarına karşı belirli bir güvensizliğe n eden ol­ rindeki nesneler arasında dolaşır; başlangıçtaki maktadır, çünkü bilinçleri sık sık bilinçdışınm ö n ­ amacm ı unutm uştur ama bilinçdışı tarafmdan hâ­ ced e n bilin em eyecek m üdahaleleriyle bulanm ak­ lâ o amaç için yönlendirilm ektedir. Sonunda bir­ tadır. Deri duyarlılıkları bile bu tür algılama fark­ denbire ne yapm ak istediğini yeniden hatırlar. lılıkları gösterebilir. Histerik kimse belli anlarda Bilinçdışı ona yol göstermiştir. koluna batırılan iğneyi fark eder, başka anlarda Nörotik bir insan birçok şeyi bilinçli, planlı ya­ ise bunun hiç farkına varmaz. Hastamn dikkati pıyor gibi görünür. Halbuki o sırada ne yapm akta belli bir noktaya çekilirse, duyumların silikleşm e­ olduğu sorulsa, bunu ya bilm ediği ya da akimda sinin neden olduğu gerilim g e çin ceye kadar, ba­ bam başka bir şey olduğu ortaya çıkar. zen bütün vücut tam uyuşm uş gibi olabilir. Bu Bunun pek çok örneği vardır. Uzman olan bi­ g eçin ce de duyumların algılanması hem en yerine ri, bilinçdışı ruhsal içeriğin, bilinçliymiş gibi dav­ gelir. Bütün bu süre içinde kişi olup bitenin, bi­ ranmaya yol açtığım fark etm ekte gecikm ez. B öy­ linçdışı olarak farkındadır. le durumlarda düşüncelerin, sözcüklerin ya da Hekim b öyle bir hastayı hipnotize ettiği zaman eylem lerin gerçek ten bilinçli olup olmadığı asla bu süreci kolaylıkla izleyebilir ve hastanm bütün kesin olarak bilinemez. ayrıntıları fark etmiş olduğu gösterilebilir. Kola "M isoneizm " 19 2 5 'te Amerikalı öğretmen Scopes'un, D arw in'in Evrim Kuramını yaym ak nedeniyle mahkemeye verilmesinin nedeni olmuştu. Savunman C larance D arrow duruşma sırasında (solda ortada]. Scopes mahkeme önünde (en solda]. 1861 yılında Ingiliz dergisi "Punch"da antidarvvinist karikatür: "Ben bir insan ve kardeş miyim?" (solda], Amerikalı karikatürist James Thurber, M isoneizm 'e gülünç yanından bakıyordu. Teyzesinin, elektrik akımının "taşacağından ve bütün o d a ya ya y ıla c a ğ ın d a n " korktuğunu yazıyordu (sağda]. bir iğnenin batışı ya da bilincin bulanık olduğu sı­ değildir. Sadece abartılı oldukları için göze daha rada yapılan bir konuşm a, anestezi durum u ya da fazla batarlar. Histerik sem ptom lar her normal “unutuş” hiç olmamış gibi yeniden anlatılabilir. insanda gözlenebilir; ama önem siz olduklarından Baygın şekilde kliniğe getirilen bir kadını hatırlı­ çoğunlukla fark edilm ezler. yorum . Ertesi gün bilince döndüğünde kim oldu ­ Örneğin unutmak norm al bir olgudur. Burada ğunu biliyor ama nered e olduğunu, buraya ne za­ bazı bilinçli tasavvurlar, dikkatimiz çelinm iş oldu ­ man ve n eden getirilmiş olduğunu hiç bilm iyor­ ğu için, özgün enerjilerini yitirmişlerdir. İlgi baş­ du. Am a kendisini hipnotize ettiğim de bana n e ­ ka yön e döndüğünde, daha ön ce uğraşılan n esne­ den hastalandığım, kendisini kliniğe kimin getir­ ler gölged e kalırlar. Bu kaçınılmazdır, çünkü b i­ diğini güzelce anlattı. Bütün bu ayrıntılar da çe v ­ linç aynı anda ancak ço k az imgeyi duru sayılacak re tarafından onaylandı. H ipnoz altındayken, b el­ ölçü d e açık görebilir. leği sanki bütün süre b oyu nca bilinci açıkmış gibi berrak durumdaydı. Unutulmuş olan tasavvurlar buna rağm en var­ lıklarını sona erdirm em işlerdir. Her istenildiğinde Bu tür konuların açıklanmasında usulen klinik yen iden üretilem eseler bile, bilinç eşiğinin altın­ deneyim den elde edilen örnekleri kullanmak z o ­ da her zaman dururlar. Bazen yıllarca unutulmuş runda kalırız. Bu yü zden eleştirilerin çoğu , bilinç- oldukları halde, her an yeniden dışarı çıkabilirler. dışının ve onun özgün gösterilerinin yalm zca ve Burada, bilinçle görü p işitmiş, sonrasm da ise özellikle psikopatolojinin ilgi alanına ait olduğunu unutm uş olduğum uz şeylerden söz ediyorum . Ya­ ileri sürerler. Bilinçdışının her dışavurumunu, nı sıra, ya dikkatimiz başka bir tarafa toplanm ış norm al ruhsal durumla ilgili olmayan, nörotik ya olduğu ya da uyandırdıkları duyumsal uyarı b i­ da psikotik bir şey olarak görürler. Oysa nörotik linçli bir iz bırakam ayacak kadar zayıf olduğu görüngüleri yalm zca hastalık belirtileri olarak d e­ için, hiç dikkat etm ediğim iz birçok şeyi de g ö r­ ğerlendirm ek kesinlikle hatalıdır. Bunlar normal m ekte, işitmekte, kokusunu ya da tadını almakta­ olguların patolojik abartılarından başka bir şey yız. Bilinçdışı o sırada gen e de durumun farkın- Eskiden büyülenmek denilen aşırı kitle histerisi olgularında akıl ve normal duyum algısı gölgelenmiş görünür. Bir Bali kılıç dansının çılg ın lığı, dansçıların transa girmesine ve hatta bazen silahı kendilerine saplam alarına yol aça r Isölda], Kimi modern dansların da dans edenlerde benzer bir trans durumu ortaya çıkardığı görülüyor (sağda). İlkellerde "büyülenme" bir tanrı ya da cinin insan vücudunu ele geçirdiği anlam ına gelir. Haitili bir kadın dinsel bir ekstazda bayılmış (üst solda]. Tanrı G he de ile büyülenmiş olan Haitililer, (üst ortada ve sağda) daim a bu pozisyonda, bacak ba cak üstüne almış ve a ğ ız d a sigarayla görünürler. Bugünkü Tennessee-ABD'de bir dinsel tarikatta, şarkılar ve el çırpm alarla histeri sağlanır; sonra insanlar zehirli yılanları elden ele geçirirler (bazen de bu sırada ölümcül ısırık yaralanm aları olur] (solda). dadır. B öyle eşik altı duyum sal algılamalar, gün­ yu fark etmiş, bu algılama, çoktan unutulmuş ç o ­ delik yaşamımızda çok önem li bir rol oynarlar. cukluk anılarını canlandırm aya yetm işti. Bunlar bizi fark ettiğim izden çok daha fazla etki­ B öyle bir “anahtar sözcü k ” ya da “fün ye” etki­ lem ektedirler. Ö ğrencilerinden biriyle derin bir si, tehlikesiz anıların olduğu kadar, nörotik sem p ­ söyleşiye dalmış olarak yürüm ekte olan bir p rofe­ tomların saldırısını da açıklar. Örneğin apaçık sör, buna iyi bir örnek anlatmıştı. Yürüdükleri sı­ sağlıklı, gayet iyi durum da gen ç bir kız bir b ü ro­ rada düşünceleri, hiç beklenm edik bir şekilde, da ham aratça çalışmaktadır. Bir an sonra kor­ çocu klu k anılarının saldırısıyla kesilmişti. Bu sap­ kunç bir baş ağrısı başlar ve çökkün bir görünüm mayı kendisi bir türlü açıklayamıyordu. O anda alır. Bilinçli bir şekilde algılamaksızın, o sırada söylediklerinin hiçbiriyle bu anıların herhangi bir uzaktan ge çe n bir gem inin sis düdüğünü işitmiş- ilintisi akla gelm iyordu. Etrafına bakm dığm da tir. Bu da uzun zam andır unutmaya çalıştığı er­ tam bu anılar geldiği sırada bir köy evinin ön ü n­ kek arkadaşından ayrılışım arumsatmıştır. N or­ den geçm iş olduklarım gördü. Öğrencisine, fante­ mal unutm adan başka, Freud bu tür h oş olm ayan' zilerin başladığı noktaya kadar geri dönm eyi ve aslında kurtulmak istenen anıların “unutuldu­ önerdi. Oraya vardıklarında burnuna bah çedeki ğu ” sayısız olguyu tanımlamıştır. N ietzsch e’nin kazlardan yükselen koku çarptı. O anda, anıları­ dediği gibi, gurur y eterin ce inatçı olduğunda b el­ nın canlanmasına y ol açanın bu koku olduğunu lek boyu n eğer. Böyle durumlarda psikolog “bas-| anladı. Çünkü çocuklu ğu nda bir süre kazları da tırılmış içerik”ten söz eder. olan bir köy evinde yaşamıştı. Onların tipik koku­ Bunu başka bir örnek daha iyi anlatabilir: İş­ su, üzerinde unutulmuş gibi görünse de kalıcı vereninin başka bir kadın yardım cısını kıskanan olan bir izlenim bırakmıştı. Gezinti sırasmda köy bir sekreter, adım listesine ço k açık şekilde işa­ evinin önünden geçerk en , bilinçdışı olarak koku­ retlediği halde, onu toplantılara davet etm eyi hep « Bu reklamda Volkswagen markasını oluşturan oyuncak otom obiller okuyu­ cu üzerinde, kendi çocukluk anılarını çağrıştıran "başlatıcı" etki ya p a b ilir­ ler. Bu an ıla r hoşsa, o zam an olasılıkla ürün ve markayla bilinçdışı bağlanırlar. unutmaktadır. Bu ihm alinden dolayı hesap sorul­ şayan kız kardeşine yazdım. O, kendisinin ve ağa­ duğu zaman tam am en “unuttuğunu” ya da “ dik­ beyinin, ağabeyi henüz 11 yaşındayken, bu kitabı katinin dağılmış olduğunu” bahane etm ektedir. gerçek ten okum uş olduklarım anımsadı. K onu­ Unutkanlığının g erçek nedenini hiçbir zaman, dan, N ietzsche’nin bu öyküyü bilerek aşırmış ol­ kendi kendine bile, itiraf etm ez. duğunu çıkarsamak olanaksızdı. Bana kalırsa bu İnsanların çoğu , istençlerinin gücünü, rolünü abartırlar. Kendi kararlarına tam anlamıyla hakim öykü, aradan 50 yıl geçtik ten sonra yem d en bilin­ cinin odak noktasm a çıkıvermişti. olduklarım ileri sürerler. Oysa amaçlanmış ve Şimdiye kadar bilinçdışm a ilişkin olarak söyle­ amaçlanmamış olan eylem ler dikkatle ayrılmalı­ diklerim, yalnızca insan ruhunun bu karmaşık b ö ­ dır. Birinciler ego-kişilikten kaynaklanır. İkinciler lüm ünün doğası, çalışma biçim i üzerinde soluk ise ego ile değil, onun “öbür yü zü ” ile ilişkili bir bir taslaktan ibarettir. Yine de rüyalarımızın kaynaktan spontan olarak üretildiği bu bilinçdışı ruh parça­ gelm ek ted ir. S ek retere davetleri unutturan da işte bu “ öbür yü z”dür. sının yapışım gösterm iş olmalıdır. Bilinçdışı mal­ Fark ettiğim iz ya da öğrendiğim iz şeyleri zem e, akla gelebilen bütün dürtüler, impulslar ve unutmamızın birçok nedeni vardır. Bunları yen i­ maksatlardan, rasyonel ve irrasyonel düşü n celer­ den bilince çıkarmak için de çeşitli olanaklar b u ­ den, algılamalardan, sezgilerden, koşullardan, lunmaktadır. Buna bir örnek “kryptom nesie” ya mantıklı sonuçlardan ve her türlü duygudan olu­ da “saklı olandan anılar”dır. Örneğin bir yazar, şabilir. Bunların her biri ya da hepsi birden, kıs­ ön ced en düşünülm üş olan bir plana göre yaz­ m en, bir süre için bazen de sürekli olarak bilinç- makta ve bir öykü geliştirm ektedir. N eden sonra dışında kalabilir. ansızm tem adan dışarı sıçrar. Ola ki aklına yeni Böyle bir m alzem e, çoğunlukla bilinç içinde bir fikir gelmiş ya da yeni bir yan öykü canlanm ış­ y er bulam adığından bilinçdışm a atılmıştır. Dü­ tır. Kendisine bu değişikliğe neyin neden olduğu şüncelerim izin bazıları da duygusal enerjilerini sorulduğunda buna yanıt verem ez. Belki de ö n c e ­ yitirerek bilinçdışm a düşerler, yani onlara artık den hiç bilm ediği bir m alzem e üretm ekte olduğu dikkat etm eyiz; çünkü ya giderek ilginç ve ön em ­ halde bu değişikliği hiç fark etmemiştir. Kimi za­ li olmaktan çıkmışlardır ya da onları gözüm üzün man ise yazdıklarının, kendisinin hiç okum adığı­ önü n den uzaklaştırmak için belirli nedenlerim iz na inandığı bir başka yazarm yapıtlarına belirgin vardır. Bu “unutm a” durum u gerçek te, bu yolla bir benzerlik taşıdığı görülebilir, gösterilebilir. bilincim izde yen i izlenim ve düşü n celere yer aça­ Ben buna N ietzsch e’nin “Böyle Buyurdu Zer- bilm ek için de bizim için son d erece gereklidir. d üşt”ün de çok dikkati çek en bir örnek buldum . Aksi takdirde karşılaştığımız her şey bilinç eşiği­ Yazar, 1686’dan kalma bir gem i seyir defterinde nin üzerinde kalır, zihnimiz olağanüstü yüklen­ yazılı olan bir olayı kelim e kelim e aynen aktar­ miş olurdu. Bu durum bugün oldukça bildik oldu­ mıştır. Tam am en rastlantıyla bu denizci söylen ­ ğundan çoğu kim se bunu yaradılışımızın bir par­ cesini, 1835’te, yani N ietzsche’nin yazdığından çası olarak kabul etm ektedir. Bilinçli içerik bi­ yarım yüzyıl ön ce, yayınlanmış olan bir kitapta linçdışı içerisinde kaybolabileceği gibi, o zamana okum uştum . Aynı bölü m ü “B öyle Buyurdu Z er­ kadar hiç de bilinçli olm ayan yeni içerikler de bi- d üşt’t e görünce, N ietzsch e’nin kendi diline hiç linçdışından bilince yükselebilir. Örneğin karan­ uym ayan bu garip stile şaştım. N ietzsche’nin söz lık bir duygu bir şeylerin olduğunu, yakında su konusu kitabı okum uş olduğundan, kendisi hiç yüzüne çıkacağım gösterir gibi olur; “havada bir söz etm ediği halde, emindim. O zaman henüz ya­ şeyler var”dır ya da “bir şeylerin kokusu alınmak- ta”dır. Bilinçdışının sa d ece geçm iş olayların hur­ kanıtlarını doğa bilim lerinde de sanat tarihinde da d ep osu olmayıp, gelecekteki ruhsal durumlar­ de bulabiliriz. Örneğin Fransız m atem atikçi Poin­ la düşüncelerin tohumlarıyla da dolu olduğunun care ve kim yager Kekul^ önem li bilimsel buluşla­ keşfi beni yeni bir psikolojik bakış biçim ine y ö n ­ rım çoğunlukla bilinçaltından gelen resim sel ve lendirdi. Bu noktadan pek çok tartışmalar alev­ ani “açıklamalara” borçludurlar. Fransız filozof lenmiştir. Ne var ki, uzak bilinçli geçm işten anıla­ D escartes’ın “mistik yaşantısı” dediği yaşantı da rın yanı sıra tüm üyle yepyeni düşüncelerle yara­ onun şimşek gibi birden “bütün bilimlerin d ü ze­ tıcı fikirlerin de -o zamana kadar hiç bilinçlenm e­ nini” fark ettiği ben zer bir “vahiy”e dayanm akta­ miş düşünce ve fikirler- bilinçdışından gelişi, bir dır. İngiliz yazar R obert Louis Stevenson yıllarca, gerçek olarak durmaktadır. Bunlar ruhun karan­ kendisinin “insan tabiatının iki yüzlü doğasına da­ lık derinliklerinden, lotus çiçekleri gibi yetişm ek­ ir güçlü duygusu”na uygun bir hikaye aramış, hiç te, bilinçdışı ruhun son d erece önem li bir b ölü ­ beklem ediği bir anda “Dr. Jekyll ve Bay H yde”ın m ünü oluşturmaktadırlar. Bunu gündelik yaşamı­ hikayesi kendisine bir rüyada belirivermiştir. mızda, özellikle de sorunların şaşırtıcı yeni ön eri­ İleride böyle bir m alzem enin bilinçdışından lerle çözülüverdiği durumlarda görüyoruz. Birçok nasıl yükseldiğini, hangi biçim de ortaya çıktığım sanatçı, filozof ve doğa bilimcisi, en iyi fikirlerinin daha ayrıntılı olarak tanımlayacağım. Şimdilik, bazılarını, bilinçaltından birdenbire çıkıveren bu yalnızca rüya im ge ve simgelerinin önem ine işa­ tür esinlere borçludurlar. Böyle zengin m alzem e ret etm ekle yetineceğim . Bunlar büyük olasılıkla, bulunan damarı bulmak, felsefe, yazın, müzik ya daha ö n ce bilince hiç çıkmamış olan tüm üyle y e ­ da bilimsel buluşlara aktarmak, genellikle deha ni düşünceleri anlatmaktadırlar. olarak adlandırüan şeyin bir belirtisidir. Bunun 196 Arom«li«rh» Sub#tMMa. le h lo a a e n e K e tte ( e in e n a j m n e ir iı e h # D V e r w a n d U e h tA a e in h e lle n 19. yüzyılda Benzol'un molekül noefa a « e k i frrie R in g ), d ie e n lb A J l. yapısını araştıran Alman kimyager Kekule düşünde kuyruğunu ağ zın a __J P* o ffe n e K e tte . D ie s e nen yıllık, eski bir simgedir; solda bunun IO ge aa h la s a e n e K e tte . A n a ie h t a b e r d ie C o n it it a t io n b e lie b e n d e n , alan bir yılan görmüştü. (Bu yüzlerce g e < -o h lo n e n e n K e tte der w ir d aecha K o h le m to flk io - v ie lle ic h t noch d e n tllo h c r w ie d e rg e g e b e n d u rc h fo lg e n d e g r a p h iie h e F o r m e l, in w e lc h e r d ie Kofcleailo f f e lo m e ru n d and d a ro h v ie r v o n ih m d ie T ie r V e rw a n d tio h a fta e ln h e lte n a a a la u fe n d e L in ie n je d e « A lam ta d a r g e it e llt a io d : 3. yüzyıldan yunanca bir el yazm asındaki resmi var.] Kendisi düşü, "O rganik Kimya Ders Kitabı"nın (1 8 6 1 ) bir sayfasında (en solda] görüldüğü g ibi, molekül yapısının kapalı bir halka olduğu şeklinde yorumlamıştı. Von d le a e r g e a o h l o ■■ e n e n a u ifD h r lio h e r g e ie ig l w e rd e n K e tte ia l v ie lle ic h t im C h ln o n , im C h lo r a n il n e h m e n . d ie i o können le ite n ilo h non, w ir d , e ile d ie V e rb in d u n g e n g e w ö h n l i e f ela a ro m a tla c h e S u b a ta n ie n b e z e ic h n e t und de n w e n ig e n b e id e n In n ä h e r e r B e z ie h u n g lie h e n . In d e a t a a f d ie g e io h lo n e n e K e lle w e rd e n , w ie d le i a p l f e r no e h e r ö r te r t ab, w ie gle ich d ie D ie o f f e n e a u K e tte K ö rp e rn ec ia - A u c h d ie *e K ö rp e r b e z o g e n u n d v o n Ih r a b g ile ile l w e rd e n u n ll. Bir Avrupa karayolunda "Yaban Hayvan G eçişi" anlam ına gelen alışılmış bir levha (sağda). Am a sürücüler bir fil, bir gergedan ve hatta IflB fi ln a lle n a r o m a lia o b rn V e rb in d u n g e n U che r K e rn , e in e a u i K e lle le n angenom m en b e a itit. le c h a kann K o h le n a ln fla to n ie n w e rd e n , d ie n o c h ie c h a M an k ö n n te ile d u rc h d ie w e lc h e r A e in e n ic h t g e g k tllg le A ffln iiH i z e ic h n e t. a lio , a ll b e lie b e n d e , fr e ie F o r m e l: g e m e in io h a ft- bir dinozor görüyor. Bir düşün, isviçreli g e ic fc lc u e n e V e rw a n d fic h » fl* e in h e iÖ g A , a u id r t c k e n . ressam Erhard Jacoby tarafından ia » d e r V e r w in d la c h a f lir ln h e li be­ yapılmış bu resmi, tam düş tablolarının mantıkdışı, birbiriyle ilgisiz niteliğini gösteriyor. Rüyaların işlevi Rüya yaşamımızın kökenlerine biraz ayrıntılı gir­ ana nedeni olan söz konusu çelişkiyi fark e d e ce k ­ dim, çünkü burası çoğ u sim gelerin yetiştiği z e ­ tir. Bunlar bilinçli deneyim lerinin koşullarında mindir. Ne yazık ki rüyaların anlaşılması güçtür. hiçbir anlam taşımazlar. Bu yüzden de insan bun ­ Daha ön ce de belirttiğim gibi, bir rüya bilinçle an­ lara ya hiç aldırmamak ya da bunların kendisini latılan bir hikayeden tüm üyle farklıdır. Günlük şaşırttığını itiraf etm ek zorunda kalır. Görünüşte yaşamda ne anlatılmak istendiği ön ced en düşü ­ düzenli olan yaşamımızda, ilişkili olduğum uz kav­ nülür, en etkili anlatım biçim i seçilir. Her şeyin ramların hiç de sandığımız gibi kesin olmadığını mantıklı bir sırada olmasına çalışılır. Eğitim g ö r­ idrak etm ek, belki durum u kavramayı kolaylaştı­ müş bir insan, anlatımında bütün belirsizlikler­ rır. Tam tersine anlamları (v e duygu içerikleri) den kaçınm aya çalışır. Rüyalar ise çok başka tür­ onlara yakından baktıkça belirsizleşm ektedir. lü düzenlenm iştir. Çelişkili ve gülünç im geler rü­ Bunun bir nedeni, işittiğimiz, yaşadığımız her şe­ ya göreni zorlar, norm al zaman duygusu tam a­ yin bilinçdışına geçebilm esidir. Bilincimizde sak­ m en yiter. Alışılageldik şeyler bile şaşırtıcı hatta layabildiğimiz, istediğim iz gibi yeniden üretebil­ tehdit edici bir görünüm kazanır. diğimiz şeyler bile çoğu zaman bilinçdışı bir alt Bilinçdışmın, içindeki m alzem eyi görünüşte renge sahiptir ve bu da kolaylıkla tasavvurumuzu düzenli bir durum dan bu kadar farklı bir sırayla boyar. Bilinçli izlenimlerimiz kolaylıkla bilinçdışı oluşturması garip görünebilir. Bu da uyanık ya­ bir anlam kazanır, bu da bizim için ruhsal bakım­ şamda düşüncelerim izi zorlayabilir. Ama rüyasın­ dan önem taşır. Oysa bu anlamın da onun gele­ da bir anısı canlanmış olan herkes, normal insan­ neksel anlamı bazen genişleten bazen silen y ö n ­ ların rüyaları bu kadar gü ç anlaşılır bulmasının tem inin de hiç farkında olmayız. Elbette bu tür ruhsal alt tonlar kişiden kişiye değişir. Her birimizin kendi tasavvurlarımız var­ amaçlarla kullanıldıkları sırada elbette bunun üzerinde durulmamaktadır. dır. Bunları bireysel olarak kavrar, kullanırız. Kısacası, bilincim izdeki her kavramın ruhsal Herhangi bir konuşm a sırasında “devlet” , “para” , çağrışımları da vardır. Böyle çağrışımların yoğ u n ­ “sağlık” ya da “toplu m ” gibi kavramları kullanı­ lukları (sö z konusu kavramın, bizim kişiliğimizin yorsam dinleyicilerimin de bunlardan aşağı yuka­ bütünü için taşıdığı ön em e ya da bilinçaltında rı benim anladığımı anladıklarını sanmaktayım. ilişkili olduğu başka fikirlere ya da kom plekslere Ancak benim asıl anlatmak istediğim , burada bağlı olmak ü zere) değişebilir ama her durumda, “aşağı yukarı” ile ortaya çıkan sınırlamadır. G er­ o kavramın “norm al” karakterini değiştirebilecek çek te her sözcüğün her insan için, hatta aynı kül­ güçtedirler. türe sahip olanlar için bile, az da olsa farklı bir an­ Bize olup biten her şeyin bu eşik altı yönleri­ lamı vardır. Bu farklılığın n edeni, bireysel bir çe r­ nin, gündelik yaşamımızda çok önem siz bir rol çev e içine alınacak olan bir gen el kavramın daima oynadıkları sanılır. Oysa, psikologun bilinçdışının bir parça da bireysel olarak anlaşılması ve u ygu­ lanmasıdır. Elbette, insanlar farklı politik, dinsel ve psikolojik yaşantılara sahip oldukça bu farklı­ lık da büyür. Kavramlar yalnızca sözcüklerle özdeş oldukla­ rı sü rece bu farklılık pek g öz e çarpmaz, önem li bir rol de oynamaz. Ne ki tam bir tanımlama ya da titiz bir açıklama zorunlu olduğu zaman, yalnız entelektüel anlayışta değil, duygu yükünde de söz konusu kavramın kullanımında da şaşırtıcı farklar saptanabilir. Am a genellikle bu varyas­ yonlar bilinçdışı kalır, bu yüzden de algılanmamış olurlar. Bu tür farklılıkların, günlük kullanımda önem i olmayan küçük anlam nüansları oldukları ileri sü­ rülerek, d elerleri küçüm senebilir. Ancak var ol­ dukları gerçeği, en doğal bilinç içeriğinin bile bir parça belirsizlikle gölgelenm iş olduğunu bize g ös­ term ektedir. Örneğin olağanüstü dikkatle tanım­ lanmış bir felsefe ya da matematik kavramının bi­ le, içinde bizim koym uş olduğum uz anlamdan fazlasının olmayacağına ne kadar emin olursak olalım, tahmin edebileceğim izden daha zengin bir içeriği vardır. Bu ruhsal bir olgudur ve bu niteli­ ğiyle kısmen gözden uzaktır. En basit sayılar bile, genellikle bilinenden daha fazlasına sahiptirler. Bunlar aynı zamanda m itolojik elemanlardır -Pisagorculara göre hatta kutsaldılar-; ancak pratik Mutfg<rt,s »*< Düşlerin akıldışı fantastik özelliğine diğer Bir düş göreni bir ejderha kovalıyor; 15. "Zam an, kıyısı olm ayan bir ırmaktır", M a rc örnekler (üst solda): Baykuşlar ve Yarasalar y y 'd a İtalyan keşiş Francisco C olonna'nın C hag a ll'in tablosu (üstte). Bu resimlerin, düş kuran bir adam ın üzerinde uçuşuyorlar yazd ığ ı "Poliphilo'nun Düşü"nden bir balık, keman, saat ve sevişen çiftin (1 8. yy Ispanyol ressam G o ya 'n ın fantezi (solda). birbiriyle ilgisiz sunumu düş niteliğindedir gravürü). • • • • • • • • • Bilinen sayıların mitolojik yom M a y a kabartm alarında görünüyor. Zaman bölümleri tanrılar olarak gösterilmiş (en üstte IS 7 3 0 dolayı). N okto piram idi (üstte). Pisagor felsefesinin Tetraktys'ini gösteriyor. (İO 6 yy) Bunda toplamı 10 eden, 1. 2. 3 ve 4 sayıları bulunuyor. 4 ve 10 Pisagor tarafından tanrı sayılmıştır. anlatım biçim leri ile karşılaştığı rüya analizinde davranışlara kızmam gerekip gerekm ediğini h e ­ bunlar son d ereced e önemlidir; çünkü bunlar b i­ m en hem en hiç düşünm em iştim . Duygusal tepki­ linçli düşüncelerim izin hem en hiç görülem eyen leri bilincin denetim i altında tutabilm ek oldukça köklerini oluşturmaktadır. Son d erece alelade değerli bir özelliktir, bu rüya da bunu sağlamaya olan nesneler ve fikirler, bir rüyada bazen öylesi­ yönelikti. Bunun için de Avusturya’da kullanılan ne büyük bir anlam kazanırlar ki, rüyamızda ka­ bir deyim i kullanmış dahası bunu görüntüsel ola­ palı bir kapıdan ya da geçip giden bir trenden rak sahnelemişti. Deyim “kamburuma -sırtıma- başka bir şey görm ediğim iz halde, çok rahatsız çıkabilirsin”dir ve “hakkımda söylediklerin beni uyanabiliriz. ilgilendirm iyor” anlamına gelir. Rüyadaki resimler, bilinçli gerçekteki kavram­ Bu rüya temsili olarak tanımlanabilir, çünkü lara ve yaşantılara oranla, belirgin şekilde daha söz konusu tem ayı doğrudan değil, ö n ce anlaya­ sanatkârane ve canlıdırlar. Bu kısmen, sözü ed i­ m adığım bir teşbih yoluyla dolaylı şekilde anlat­ len kavramların bilinçdışı değerlerinin rüyada or­ maktadır. Bu sık olur. Am a bu, rüyaların maskeli taya çıkışından ötürüdür. Bilinçli düşünüşüm üz olduğu anlamına gelm ez; daha çok, duygu yüklü, sırasında kendimizi çok daha az renkli rasyonel resim sel bir dili anlamaktaki yetersizliğimizi g ö s ­ saptamalarla sınırlarız. Renkler azalmıştır, çünkü term ektedir. onların ruhsal çağrışımlarının büyük bir bölüm ü absorbe edilmiştir. İnsanlarla gündelik ilişkilerimizde anlatımları­ mızın olabildiğince tam olmasını sağlamaya çalışı­ Rüyalarımdan yorumlamakta güçlük çektiğim rız. Bunun için de dilimiz ve düşüncelerim izdeki birini anımsıyorum. Bu rüyada adamın biri ar­ bütün fanteziyi siler ve b öylece, ilkel insanların kamdan sırtıma sıçramaya çalışıyordu. Bu adama ruhlarında henüz ço k belirgin olan bir özelliği de ilişkin olarak, bir keresinde bir sözüm ü yakalayıp, yitirmiş oluruz. Çoğum uz her n esneden, fikirden bu sözün anlamını gülünçleştirerek değiştirdiğin­ gelen her türlü fantastik çağrışımı, bilinçdışınm den başka hiçbir şey anımsamıyordum. Am a bu ço k derinlerinde gizlemiştir. Buna karşılık ilkel gerçekle, rüyamda sırtıma sıçramaya çalışması insan, bu ruhsal özellikleri h ep algılamaktadır. O, arasında bir ilinti de kuramıyordum. Ancak m es­ hayvanlara, bitkilere, taşlara öyle gü çler atfeder lek yaşam ım da binlerinin, benim dediklerim i ki, bunun anlaşılması bizim için olası değildir. böyle çevirm esi öylesine sık olmaktaydı ki bu tür Yalnız sayılar de ğil taşlar ve a ğ a ç la r da birçok insan için simgesel anlam taşıyabilir. H indistan'da bir yolun yanına yolcular tarafından dikilmiş olan büyük taşlar, H indu'ların yaratıcı güç saydığı Fallus simgesi Lingam'ı oluşturuyor (solda). Batı A frika'da yerlilerin "ju-ju" ya da ruh ağ acı dedikleri ve büyülü gücüne inandıkları bir a ğ a ç (sağda). Afrikalı bir cangıl sakini bir g e c e hayvanını gündüz vakti görü n ce, bunun aslında yalnızca g e ­ gören kimse de mutlaka akıl hastasıdır. Bir teolog çici olarak bu kılığa girmiş olan bir büyücü oldu ­ bana bir kez, İlyas Peygam ber’in gördüğü hayal­ ğunu “bilir” . Ya da buna bir çalılık ruhu ya da ka­ lerin aslında hastalık belirtileri olduğunu, Musa bile atalarından birinin ruhu olarak bakar. Bir ve öbür peygam berlerin ise “sesler” duydukların­ ağaç, ilkel insanın yaşam ında son d erece önem li da aslında hallusine olduklarını söylemişti. K en­ bir rol oynayabilir; çünkü ağaç onun ruhunu, se­ disine de bir gün b öyle bir şey olduğunda onun sini ele geçirm iştir ve bu insan, ağacın kaderini nasıl bir paniğe kapıldığını tahmin edebilirsiniz. paylaştığını gerçek ten hisseder. Güney A m eri­ Dünyamızın görünüşte mantıklı olan düzenine o ka’da kendilerinin kırmızı Arara Papağanı oldu k ­ kadar alışmışız ki, sağduyu ile açıklanamayan bir larına yem in eden yerliler vardır. E lbette kendile­ şeyin olabileceğini düşünem eyiz bile. İlkel insan rinin tüyleri, kanatlan ya da gagaları olmadığını böyle bir şok geçirdiğin deyse kendi ruh sağlığın­ görm ektedirler. Ne var ki ilkel insanın dünyasın­ dan değil, fetişlerden, ruhlardan ya da tanrılar­ da nesnelerin, bizim “akıllı” toplam larım ızda ol­ dan şüphe eder. duğu gibi keskin sınırları yoktur. Am a bu arada, ço k gelişmiş uygarlığımızın o r­ Psikologların ruhsal kimlik ya da “participati­ taya çıkardığı korkular, ilkel halkların cinlere on m ystique” dedikleri şey bizim gerçekler dün­ bağladığı korkulardan ço k daha tehlikelidir. M o­ yamızdan kaybolm uştur. Oysa tam da bu bilinçdı- dern insanın düşü n ce tarzı bana, kliniğimde g ö r­ şı çağrışımlar, ilkel toplumların dünyasına böyle- düğüm, kendisi d e hekim olan, psikotik bir hasta­ sine renkli ve fantastik bir görünüm kazandır­ mın durumunu anımsatıyor. Sabahleyin “Nasılsı­ maktadır. Bizler ise bu yönüm üzü öylesine yitir­ nız?” diye sorduğum da, harika bir g e c e geçirdiği­ miş bulunuyoruz ki yeniden karşımıza çıktığında ni, g e c e b oyu n ca bütün gökyüzünü süblim eyle da artık tanıyanuyoruz. Arada sırada görünür o l­ sildiğini, ama bütün bu temizlik sırasında tanrının duğu zaman da bir şeylerin yolunda olmadığını izini görm ediğini söyledi. Bu durum da burada bir düşünüyoruz. n evroz ya da belki daha da kötü bir bozukluk o l­ Garip, korkunç rüyalar, fanteziler hatta viz­ duğunu düşünüyoruz. Tanrı ya da “ tanrı korku­ yonlardan yakınan pek çok zeki, eğitim görm üş su” yerine anksiyetem iz ya da fobilerim iz var. kişi bana danışmışlardır. Sanıyorlardı ki ruhça Duygular yerli yerinde, ancak objelerin adlarıyla sağlam olan kimse böyle rüyalar görem ez, hayal nitelikleri uğursuz şekilde değişm iş bulunuyor. Aslan maskesi lakmış bir büyücü. Bir aslanı laklil etmiyor, kendini gerçek bir aslan sayıyor. Kuş maskeli Kongolu (s. 25 ) g ib i bu d a hayvanla psişik olarak özdeştir (solda). M odern, "akıllı" adam bu tür psişik çağrışım lardan uzaklaşmaya çalışmıştır. Am a bunlar buna rağmen bilinçdışında yaşam ayı sürdürür. Onun için bir kürek, bir kürektir ve bir aslan d a yalnızca sözlükteki karşılığı neyse odur (sağda). 620 iail, or i part pment inding ecome ?e, an inked: (elect.) co ils: :scrib:crtain j'tio n , cm of is sln g series irm in [Prob. 1 (pi.), Shak.) liq u e fy lio n , /fan, n. a large, fierce, tawny, loud-roaring animal of the cat fam ily, the male w ith shaggv mane : (fig ) a man of unusual courage : (astron.) the constellation or the sign L e o : any object of interest, esp. a famous or conspicuoua person much sought after (from the liona once kept in the T ow er, one of the sights of L o n d o n ): an old Scots coin, with a lion on the obverse, worth 74 shillings Scot9 (Jam es V I . ) : —fern. U’ onesa.— ns. li'c n c e l, II o n c e lle , li'o n e l, (tier.) a small lion used as a b earin g; li onet, a young lio n ; ll'o n h e a rt, one w ith great courage. — adj. U'onh eart'ed.— ti. lio n -h u n ter, a hunter o f lio n i: one who runs after celebrities.— v.t. ll'o n is e , to treat as a lion or object of in terest: to go around the sights o f : to show the flight« to.— n. U 'o n iam , lionising: lion-like appearance in leprosy.— adjt. ll'o n -lik e , li'on ly.— lion’a provider, the jackal, supposed to attend upon the lion, really his hanger­ o n : -lion's share, the whole or « e a t e r o a r t : A ziz Paulus, M esih'in görünüşünün gürü Javalı çiftçiler, tarlalarının kötü ruhlardan karşısında yere kapanıyor (Italyan ressam korunması için bir horoz kurban ediyorlar. insanı mekanik bir canavar olarak gösteri­ C ara vagg io 'n un bir tablosundan, 16. yy] Böyle uygulam alar ilkellerin yaşamında yor. Belki bugünün "kötü ruhu' simgesi (solda). esastır (üstte]. (üstte). Ingiliz Jacob Epstein'in bir yontusu modern Bir felsefe p rofesörü kanser korkusu n eden iy­ İlkel ve m odern insan arasındaki bu tür kıyas­ le bana başvurm uştu. Düzinelerle röntgen filmi lamaları, daha ileride de ayrıntıyla belirteceğim aksini gösterm iş olduğu halde, kötü huylu bir tü­ gibi, insanın sem boller oluşturm a yeten eği ve rü­ m örü olduğu şeklindeki saplantısından acı çek i­ yaların bu m alzem enin dışavurum yolu olarak o y ­ yordu. “ Bir şey olmadığını biliyorum; ama bir şey nadığı rol konusunda bir fikir verm ek içirt yapıyo­ bulunabilir ya!” diyordu. Kendisini bu varsayıma rum. Kolayca saptanacağı gibi, birçok rüyada il­ götürm üş olan neydi? Bu varsayım, hiçbir bilinçli kel varsayımlara, mit ve dinsel törenlere b en ze­ düşü n ceye dayanmayan bir korkudan kaynaklan­ yen resimler, çağrışımlar bulunmaktadır. Bu tür mış gibi görünüyordu. Hastalıklı düşünce b irden ­ rüya im gelerine Freud “arkaik kalıntılar” diyordu. bire bastırmıştı ve bu düşüncenin gü cün e karşı, Bu ad, insan ruhunda tarihsel gelişm eye direne­ elinden hiçbir şey gelm iyordu. rek yaşamda kalabilmiş ruhsal unsurlar anlamını Eğitimli bir insan için, kendisini bir ruhun ele verm ektedir. Böyle bir tanımlama ise ancak bi- geçirm iş olduğunu kabul etm ek, ilkel insan için linçdışııu bilincin bir takıntısı olarak ele alan biri­ olduğundan çok daha zordur. Kötü ruhların za­ si için tipik olarak kabul edilmelidir. rarlı etkileri ilkel bir toplum da en azından kabul Benim daha ileri araştırmalarım ise böyle bir edilebilir bir hipotezdir. Am a uygar bir insan için, bakış açısının savuııulamayacağını gösterdi. Ben, derdinin kendi yanılgılarının oyunu olduğu dü­ bu tür çağrışım ve im gelerin, bilinçdışınm çok şüncesini kabul zorunda kalmak alçaltıcı bir d e ­ önem li bir kısmını oluşturduklarını, her yerde, neyimdir. Cin çarpm ası olgusu aslında hiç de kay­ hem bilgili hem cahil kimselerin rüyalarında g ö ­ bolm uş değildir; yalnızca başka türlü yorum lan­ rülebileceğini ortaya çıkardım. Bunlar hiç de can­ maktadır. sız ve anlamsız artıklar değil, tam tersine çok canlı ve etkili, t,anı da tarihsel niteliklerinden ötü ­ Dostlarınız sizi bekliyor” sözleriyle karşılıyor, bir rü özellikle değerli öğelerdir. Bunlar bizim bilinç­ kapıyı açıyor, rüyayı gören hanım bir inek ahırı ile li, soyut anlatım yöntem im izle, daha ilkel ama da­ karşılaşıyordu. Bıı rüya anlatımını bir aptal bile ha renkli ve daha sanatkârca bir anlatım yöntem i kolaylıkla anlayabilir. Bu hanım ön ce, kendi uka­ arasında köprü oluşturmaktadır. Bu tarihsel ça ğ­ lalığıyla alay eden bu rüyanın anlamını kabul et­ rışımlar, bilincin rasyonel dünyasıyla dürtülerim i­ mek istem edi; fakat sonunda bu m esajı kabul e t­ zin dünyası arasındaki bağlantı halkasıdır. m ekten başka çaresi kalmadı. Denetim altındaki düşüncelerle, rüya im gele­ Biliııçdışımn bu tür belirtileri çoğ u insanın rinin im paratorluğu arasındaki belirgin aykırılık­ sandığından daha önem lidir. Bilinçli yaşamımızda tan söz etmiştim. Şimdi bu aykırılıklar için bir çok çeşitli etkilere maruz kalıyoruz. Başkaları bi başka neden daha ortaya çıkmaktadır. Uygar ya­ zi kızdırıyor ya da sindiriyor, toplum yaşamımızın şamımızda birçok fikrin duygusal enerjilerini çal­ olayları yönüm üzü saptırıyor. Bir dolu şey kişili­ mış olduğum uz için bunlara tepki gösterm iyoruz. ğimize' uygun olm ayan yollara girm em ize neden Bu tür tasavvurları konuşm ada kullanıyor, başka­ oluyor. Bunların etkilerini algılasak da algılama- ları kullandığında da belli bir tepki veriyoruz; an­ sak da bilincimiz her seferinde rahatsız oluyor ve cak bunlar bizim üzerim izde özel bir izlenim bı­ bunlara karşı kendini pek savunamıyor. Bu, özel rakmıyorlar. Davranışımızı değiştirebilm em iz için likle dışadoııük ruhsal yönelişlere, dış olgulara belirli nesnelerin bizim üzerim izde daha güçlü bir büyük önem veren kişilerde ya da küçüklük d uy­ yoldan etki yapmaları gerekiyor. İşte “rüya dili” gusu taşıyan, kendilerinden kıışkıı duyan kimse bıı «tkiye sahip bulunuyor. Onun sem bolleri, dik­ le r c l e katimizi çekm ek, bizi bakışımızı ona çevirm eye zorlamak için henüz yeterin ce enerji taşıyorlar. böyle oluyor. Bilinç önyargılardan, yargılardan, fanteziler­ den ve iııfaııtil isteklerden ne kadar etkilenmişse, Bir hanımefendi, aklı başında gerek çelere kar­ nörotik bir dissosiyasyonun açıklığı o denli büyür şı goslerdigi budalaca önyargıları, inatçı karşı ve doğallıktan, sağlıklı dürtülerden o kadar uzak koymaları ile tanınmıştı. Onımla her tartışma s o ­ bir yaşama götürür. Rüyaların genel işlevi rüya nuçsuz biterdi. malzemesini üreterek, gizlice bütün ruhsal den Bir g e c e rüyasında kendisini önemli bir sosyal toplantıya katılmış olarak g ö r­ geyi yeniden oluşturmak çabasından ibarettir. dü. Ev sahibi kendisini “Ne iyi ettiniz de geldiniz. Bııııa ben rüyaların armağan (ya da telafi) fonk- İki ruhlar vizyonu daha. A z iz Arıton'u cehennem iblisleri kuşatıyor (üslte). (Alman ressam G rünevvald’m bir tablosu. 6 . yy). 19. yüzyılın bir Japon Triptychon’unun orta bölümünde öldürülen birinin ruhu katilini çarpıyor (solda). Amerikalı G ah an VVilson’un bir karikatürü Kruşçev'in gölgesini canavar bir ölüm makinesi olarak gösteriyor (sağda). Rus dergisi "KrokodiT'deki bir karikatür emperyalist batıyı, yeni bağım sız olan Afrika halklarının bayraklarınca kovulan hain kurt olarak gösteriyor (en sağda). siyoııu adını veriyorum . Örneğin kendi olanakla­ riyle “havaya basar gibi” adım atmış, arkadaşının rının çok üstünde grandiyöz planlar yapan ya da üzerine düşmüş, her ikisi de yuvarlanarak ölm üş­ kendileri hakkında çok yüksek varsayımları, ger­ lerdi. çek çi olmayan düşünceleri olan kimselerin, rüya­ Bir başka tipik olgu ise gururlu ve kibirli bir larında çok sık uçm a ve düşm e görm eleri b öy le ce hanımdı. Akla gelebilecek her türlü pis şeyin g ö ­ açıklanabilir. Rüya, kişiliklerindeki eksikliği ta­ ründüğü çok çirkin rüyalar görm ekteydi. Bu rü­ mamlamakta, onları gittikleri yolun tehlikelerine yalar, hanımın sık sık yaptığı ve duygusal düşün­ karşı uyarmaktadır. Rüyanın uyarılarına kulak v e ­ celer kurduğu gezintilerle ilgili olmaya başladıkça rilmezse son uç g erçek kazalar olabilir. daha da tehdit edici hale geldi. Tehlikeyi fark e t­ Bir dizi kuşkulu girişimlere bulaşmış olan eski tim, fakat hastam uyarılarıma aldırmadı. Kısa bir bir hastam, bir tür telafi olarak, tehlikeli dağlara süre sonra, orm anda bir sapık tarafından saldırı­ tırmanmak için n ered eyse hastalık derecesin de ya uğradı. Eğer sesine yetişen birkaç kişi olm a­ bir merak geliştirmişti. Böylelikle “kendini aşm a­ saydı belki de ölebilirdi. ya” çalışıyordu. Bir rüyasında yüksek bir dağın Bütün bunların büyücülükle hiçbir ilgisi yo k ­ doruğundan g e ce vakti boşluğa doğru adım attı­ tur. Hanımın böyle bir tecavüz yaşantısı için gizli ğını görm üştü. Bana bu rüyayı anlattığında yakla­ bir isteği vardı; aynı şekilde dağcı da zorlukların­ şan tehlikeyi hem en sezdim , dikkatli olmasını dan kurtulabilmek için kesin çözüm ü bilinçdışı söyledim . Hatta rüyasımn bir dağ kazasını haber olarak aramaktaydı. A ncak ikisi de bunun b edeli­ verdiğini de söyledim . Am a bu boşunaydı. Altı ay ni tam hesaplamamışlardı. Hanımın bir dolu k e­ sonra gerçekten “boşluğa yürüdü” . Tanık olan bir miği kırılmış, öbürü ise bunu yaşamıyla ödem işti. rehber onu arkadaşıyla birlikte tehlikeli bir y e r­ Rüyalar bu şekilde bazen bir olayı, durumu, den inerken görm üştü. Ö nden inen arkadaşı sağ­ oluşundan çok daha ö n ce haber verebilir. Bunun lamca bir yere daha yeni tutunm uştu ki arkadan bir m ucize sayılması gerekm ez. Yaşamımızdaki inen hastam birden ipi bırakmış, rehberin sözle­ birçok krizin gerçek te ço k uzun bir geçm işi var- Bugün bireylerin maruz kaldığı iki etki: Reklam (bir Amerikan reklamı "hoş yaşam "ı vurguluyor) ve siyasal pro p a g a n d a (1 9 6 2 yılın d a bir halkoyu için bir Fransız ilanı. Evet oyunu isliyor fakat üzerine muhalefetin H ayır'ı yapıştırılmış.) Bu ve benzeri etkiler bizleri do ğ a m ıza uygun olmayan bir tür ve biçim de yaşam aya zorlayabilir. Bunun sonucu olan ruhsal denge bozulm aları, bilinçdışı tarafından yeniden dengelenm elidir (solda). Fener bekçisi. (Amerikalı Roland B. VVilson'un bir karikatüründe.) Yalnızlığı nedeniyle ruhça biraz rahatsız; bilinçdışı bunu tam amlam ak için hayali bir dost uydurmuş. Karikatürün yazısında bu hayali dost "Bili, yalnız bu kadar da değil; dün dır. Adım adım yaklaştığımız halde tehlikeyi fark kendimi kendi kendime konuşurken etmeyiz. Gene de bilincimizle algılayamadığımızı buldum!" diyor (sağda). çoğu zaman bilinçdışımız fark eder ve rüyaları­ mızla bildirir. A tina'nın kralı Aegis, Delfi bilicisine Rüyalarımız çok zaman bizi bu yolla uyarırlar; soruyor (vazo resmi parçası). ancak en az bir o kadar da bunu yapmadıkları Bilinçdışının mesajları, çoğunlukla olur. Bu yüzden kendimizi, her seferinde bizi teh­ bilicinin söyledikleri g ib i gizem li ve likelerden zamanında kurtaran güvenilir bir ele birden çok anlam lıdır (altla). bırakamayız. Ya da daha olumlu bir anlatımla, iyi kalpli bir güç sanki bazen işe girişiyor, bazen ise hiç karışmıyor gibidir. Bu esrarengiz el hatta mahva giden yolu da gösterebilir; rüyalar arada tuzak olarak ortaya çıkar, en azından böyle bir iz­ lenim de vardır. Rüyalar sık sık, Delfi bilicisinin Kresus’a söylediği gibi davranmaktadırlar; Kresus’a Halis Çayı’nı geçerse büyük bir krallığı yok edeceği söylenmişti. Çayı geçip de savaşta ağır bir yenilgiye uğradığında, kastedilenin kendi krallığı olduğunu fark etti. Uygarlığın topluma büyük kazançlar sağladığııu yadsımıyorum; ama bu kazançlar, tahmin ede­ meyeceğimiz kadar muazzam yitimlere de mâl ol­ muştur. İlkel ve uygar toplumları kıyaslamamın amacı, bu kazanç ve yitimlerin bilançosunu gös­ terebilmektir. İlkel insan, modem torunlarından daha fazla içgüdüleriyle hareket etm ekteydi. Bu zen fark edebilir. O halde rüya, bilinçdışı olsa b i­ akıllı torunlar, kendilerini denetim altmda tutm a­ le, “anlaşılmıştır” . Bir rüya özellikle ço k derin iz yı öğrendiler. Bu uygarlaşma sürecinde bizler gi­ bırakır ya da yinelenirse, insanların ço ğ u ancak o derek bilincimizi, ruhum uzun dürtüsel katmanla­ zaman bir yorum a ilgi duyarlar. rından ve hatta sonunda ruhsal fenom enlerin so­ Burada uyarıcı bir şey belirtmeliyim: Ruhsal matik tem elinden uzaklaştırdık. Bir şans olarak durumları, rüyalarının yorum uyla tehlikeye d ü şe­ bu tem elde yatan dürtüsel katmanları tümüyle cek kadar bozuk olan kim seler vardır. Böyle bir yitirmedik. Bunlar, bazen yalnız düşlerde belirse- durum da, psikologun ço k özel bir özen, dikkat ler bile, bilinçdışımızın ana parçaları olarak dur­ gösterm esi gerekir. maktadır. Sim gesel nitelik taşıdıkları için anlam­ A yrıca rüya yorum u için kullanıma hazır, sis­ ları hem en anlaşılamayan bu dürtüsel belirtiler, tem atik bir yön erge, referans kitabı gibi satın alı­ rüyaların telafi işlevi olarak tanımladığım şeyde nabilecek, belirli bir sim genin anlamına bakılabi- önem li bir rol oynarlar. lecek bir kılavuz olabileceğini sanmak da budala­ Ruhsal sağlamlık ve aynı zamanda fizyolojik lık olur. Hiçbir rüya sim gesi, o rüyayı görm üş olan sağlık için, bilinçdışı ile bilincin birbirine bağlı kim seden ayrı ele alınamaz. Bu yü zden de genel olarak işleyebilm eleri gereklidir. Birbirlerinden geçerliği olan bir rüya yorum u yoktur. ayrılıp “ dissosiye” olduklarında ruhsal bir b ozu l­ G erçi tipik, sık görülen rüyalar ve uçmak, d üş­ ma ortaya çıkar. Rüya sem bolleri bu yüzden, dür­ m ek, takip edilm ek gibi kimi tekil sim geler old u ­ tüsel olanın, ruhun akılcı yanına çıkarılmasında ğu - b e n bunlara “m o t if’ dem eyi yeğ liyoru m - en önem li haber taşıyıcılardır. Sem bolleri yoru m ­ doğrudur. Tipik bir çocu k su motif, insamn m ini­ lamak, dürtülerin unutulmuş dilini yeniden anla­ cik ya da dev gibi büyük oluverm esi ya da bir du­ mayı öğrenen bilinci zenginleştirir. İnsanların ç o ­ rumdan öbürüne geçiverm esi rüyasıdır. Bir kez ğu rüya yorum unu gereksiz bulur. Bunu ben D o­ daha vurgulamalıyım ki bunlar yine de kendini ğu Afrika’da ilkel bir kabilede de gördüm . Yerlile­ kendiliğinden açıklayan şifreler olarak görü lm e­ rin rüya gördüklerini toptan yadsımalarına çok meli, rüyamn bütün kapsamı ile ele alınmalıdır. şaşırmıştım. Ama dikkatli ve sabırlı konuşmalarla onların da bütün öbür insanlar gibi rüya gördü k ­ lerini, ancak rüyaya hiç ön em verm ediklerini an­ ladım. “Normal insanların rüyalarının bir anlamı yoktu r” dediler bana. Yalnızca kabile şeflerinin ve büyücülerin önem li rüyalar gördüklerine inanı­ yorlardı. O rüyalar kabilenin yararınaydı, bu yü z­ den de çok değer veriliyordu. A ncak İngilizler o ülkeye geldiğinden beri, kabile şefleri ve bü y ü cü ­ ler de artık rüya görm üyorlardı. B ölgedeki Kral Naibi (İngiliz Yönetim M em uru) bu “büyük rüyalar’m yerini almıştı. Bir anlamda bu yerliler, anla­ madıkları için rüyalarım önem siz sayan m odern insanlar gibi davranıyorlardı. A ncak uygar bir in­ san bile, tam olarak ammsamasa da bir rüyanın kendi keyfini yükselttiğini ya da bozduğunu ba­ Durmadan yineleyen rüya, dikkat edilm esi g e ­ Bu son rüyadan bir süre ön ce bir antikacıdan, rekli bir olgudur. Genellikle bu, bilinçdışının, rü­ ortaçağ simyacılarına ilişkin klasik koleksiyonlar­ ya görenin yaşam varsayımındaki bir eksikliği b ü ­ dan biri için bir incelem e işi almıştım. Literatürü tünlem e çabasıdır; ancak rüya, görenin travmatik incelerken, eski Bizans simyasına ilişkin olduğu­ bir yaşantısından ileri gelebilir ya da önem li bir nu sandığım bir ifade bulmuştum. Bunu in cele­ olaydan ön ce d e olabilir. m ek istiyordum . Tanımadığım kitaba ilişkin rüya­ Ben, evin varlığından o zamana kadar hiç ha­ yı gördüğüm den bir hafta sonra kitapçıdan bir berim olmayan bir bölüm ünü keşfetm ek biçim in­ paket geldi. İçinde 16. yüzyıldan kalma parşöm en de, yıllarca yinelenen bir rüya görm ekteydim . Bu bir cilt vardı, içi hayranlık uyandıran sem bol re ­ bazen, yıllarca ön ce ölm üş olan anne babamın simleriyle doluydu. H em en rüyamı anımsadım. oturdukları ev oluyordu. Orada babamın balıkla­ Simyasal sim gelerin yen iden bulunması, benim rın anatomilerini incelediği bir laboratuvar kur­ psikolojik araştırmalarımda ço k önem li bir yer duğunu ya da annem in hayaletlere özel bir otel tuttuğu için, durm adan yineleyen rüyanın m otifi­ işlettiğini keşfediyordum . Çoğu zaman bu evin ta­ ni anlamak zor değildi. Ev benim varlığımın bir nımadığım bölüm ü, bana miras kalmış eski bir ya­ sem bolüydü. Tanımadığım yan yapı da yeni bir il­ pıydı. Bu rüya dizisinde sonunda hiç tanımadığım gi, araştırma alanmın habercisiydi. Bunu bilincim eski kitaplarla dolu eski bir kütüphane buluyor­ henüz bilm iyordu. O andan itibaren, otuz yıldan dum. Son rüyada, bu eski kitaplardan birini açtım beri, bu rüya bir daha görülm edi. ve içinde şaşkınlık uyandıran sem bolik resim ler buldum. Uyandığımda kalbim heyecandan çarpı­ yordu. Jung'un (soldan 4 .) 1 9 2 6 yılınd a K enya'daki Elgon Dağı yerlileriyle bir i-y jig Y S T IC m, .îroSSh İt ■r=- * 5*353* fotoğrafı. Jung'un ilkel topluluklardaki incelemeleri psikolojik buluşlarının birçoğunun temelini oluşturmuştur (solda). İki rüya kitabı: Biri bugünün Ingiltere'sinden, öbürü eski M ısır'd a n . (Bu sonuncu yaklaşık İO 2 0 0 0 'd e n , en eski yazılı belgelerden biridir]. Bu tür hazır, kuralsı rüya tabiri değersizdir; düşler son derecede bireyseldir ve simgeleri tasnif edilem ez (sağda]. | » j 2 2 a BOOK 2500 DKEAMS EXPLAINED p > .t\y.*r£ !X “ i;U üjii . 3 İ. j.f n > * j s fttu İ r o i j r c ’- tx c a . I iit- ■ 'J ,- î» ¿ rt-ıM J Bilinen büyüme düşlerine ünlü bir örnek. "Alis H arikalar D iy a rın d a 'd a n (1 8 7 7 ) bir resim Alis'in, bütün evi dolduracak kadar büyüdüğünü gösteriyor (en üstte). 19. yüzyıl Ingiliz ressamı W illia m Blake'in bir resminde, aynı derecede bilinen uçma düşü. Resim başlığı; "O h, olm ayacak şeyler düşlüyorum." (ortada) Rüya analizi Başlangıçta işaret ile sem bol arasındaki farktan nekler ise birisi öldüğünde kırılan aynalar ya da söz etmiştim. Bir işaret her zaman temsil ettiği duvardan düşen tablolar, duygularında karmaşa kavramdan daha azını içerm ektedir; buna karşılık yaşayan birinin bulunduğu evin duvarlarında o r­ bir sem bol, daima ilk bakışta görülebilenden da­ taya çıkan çatlaklardır. Kuşkucu olanlar b öyle ö y ­ ha fazla anlam taşır. A yrıca sem boller doğal, külere inanmasalar da yalnız bu gerçek bile bu spontan belirtilerdir; uydıırulam azlar. Kim se, tür raporların psikolojik anlamlılığını gösterm eye mantık yürüterek vardığı, az çok akılcı bir düşün­ yeter. ceye, sonunda sem bolik bir biçim verem ez. B öy­ Ama birçok sem boller de vardır ki -k i bunla­ le bir fikir, ne denli fantezi dolu olursa olsun, s o ­ rın bazıları çok ön em lid ir-, nitelikleri ve kökenle­ nunda daima bilinçli bir düşün ceye bağlı bir işa­ ri bakımından yalnız bireysel değil, aynı zamanda ret olabilir; hiçbir zaman bilinm eyene işaret eden kolektiftirler. En başta dinsel im geler bu türe gi­ bir sem bol haline gelem ez. Buna karşılık rüyalar­ rerler. İnananlar bunların semavi kökenli oldukla­ da sem boller spontan olarak ortaya çıkarlar, çü n ­ rına, insanlara açıklanmış bulunduklarına inanır­ kü rüyalar ııydurıılamaz, sad ece vuku bulurlar. lar. Kuşkucularsa bunların uydurulm uş oldukları­ Bu yüzden de sem bol bilgimizin ana kaynakların­ nı düşünürler. Her ikisi de haksızdır. Gene de dan biri olurlar. kuşkucuların, dinsel sem bollerin, kavramların, Gene de sem bollerin yalnızca rüyalarda değil, yüzyıllar süren titiz bir çalışmanın ürünü olduğu ruhsal bildirimlerin bütün öbür tiplerinde d e or­ düşüncesi doğrudur. Ne var ki inananların, sem ­ taya çıktığını vurgulamak isterim. Simgesel dü ­ bollerin kökeninin geçm işin derin gizinde göm ü ­ şünceler ve duygular vardır, sim gesel hareket ve lü olduğu, bu n edenle hiçbir insandan kaynaklan­ durumlar da vardır. Hatta çoğ u zaman cansız mış olam ayacağı varsayımları da doğrudur. G e­ nesneler bile bilinçdışm ın sim gesel m odelinde o l­ çek teyse bunlar “kolektif tasarımlar”dır. İnsanla­ mak için davranır gibidirler. Sahibinin ölüm üyle rın en eski rüyalarına ve yaratıcı fantezilerine da­ duran saatlere ilişkin pek çok rapor vardır. Bir ör­ yanmaktadırlar. Yani bu im geler anlık tezahürler­ nek, Büyük Frederik’in şatosunda, kralın öldüğü dir, kesinlikle istençli uydurmalar değildir. an durmuş olan sarkaçlı saattir. Bilinen diğer ör­ C ansız nesneler de bazen simgesel davranıyor g ib i görünür. Büyük Friedrich'in saati, sahibi 1 7 8 6 'd a öldüğü sırada durmuştur. Simgeler bilinçdışı tarafından kendiliğinden üretilir (solda]. Eski M ısır'd a yaşamın, evrenin ve insanın simgesi olan Ankh (sağda|. Buna karşılık havayolu şirketlerinin işaretleri simge değil, bilinçli düşünülmüş işaretlerdir (en sağda). Bu gerçeğin, ileride daha detaylı açıklayaca­ ğım gibi, rüya yorum lam ayla önem li bir ilişkisi da “kendi evim de” imişim; 18. yüzyıl stilinde d ö ­ vardır. Elbette, sim gesel olduğu düşünülen bir şenmiş büyük bir oturm a odasında bulunuyorum . rüya, neden olan düşüncenin zaten bilindiği, rü­ Anlaşıldığına göre birinci kattayım. Bu odayı da­ yada yalnızca kılık değiştirmiş olduğuna inanıldı­ ha ön ce görm em iş olduğum a şaşıyorum, zemin ğında yapılacağından başka türlü yorumlanır. Bu katın nasıl olduğunu merak ediyorum . M erdiven­ ikinci durum da rüyanın yorum unun pek anlamı den iniyorum . Duvarları tahta kaplı, m obilyası 16. yoktur, çünkü sad ece zaten bilinm ekte olan orta­ yüzyıldan, hatta daha eskiden kalmış, oldukça ka­ ya çıkarılacaktır. ranlık bir odaya giriyorum ; merakım ve şaşkınlı­ Bu n edenle öğrencilerim e her zaman “ S em b o­ ğım artıyor. Evi daha iyi görm ek istiyorum. Bu­ lizm üzerine olabildiğince h er şeyi öğrenin. Ama nun için bodrum a iniyorum , orada taş m erdiven­ sonra bir rüyayı irdeleyeceğin izde hepsini yeni­ lere geçilen bir kapı görüyorum . Bu m erdiven b ü ­ den unutun” diyorum . Uygulama için önem li olan yük kubbeli bir yere çıkıyor. Burada döşem e iri bu tavsiyeyi b en kendim de bir kural olarak kabul kesm e taşlarla kaplanmış, duvarlar da çok eski ediyorum . Bu kural bana, bir başka insamn rüya­ görünüyor. Sıvaya bakıyorum , kiremit kırıntıla­ sını, tam doğru olarak yorum layabilecek kadar iyi rıyla doldurulm uş olduğunu görüyorum . Bu du­ anlamanın hiçbir zaman mümkün olm ayacağım varların Rom a köken! i olduğu anlaşılıyor. Gittikçe hatırlatmaktadır. Bu sayede kendi çağrışımları­ daha fazla heyecanlanıyorum . Bir k öşed e, kesm e mın, tepkilerim in akışını yatıştırmaya çalışıyo­ taşlardan birine takılı bir demir halka buluyorum . rum. Yoksa bunlar, hastamın güvensizliğine, ka­ Levhayı kaldırınca, daha dar bir taş m erdivenden palılığına karşı egem enliği ele geçirebilirler. Bir bir tür mağaraya giriyorum . Burası, içinde iki ku­ analist için, rüyanın özgün mesajını, yani bilinçdı- ru kafa, birçok kemik ve kırık testi parçalarıyla şının bilince yaptığı katkıyı, olabildiğince tam bir dolu bir tarih ön cesi mezar. Sonra uyandım. şekilde alabilmek çok önem li olduğundan, rüya içeriğini büyük dikkatle incelem ek ön em taşır. Freud bu rüyamı, benim özgün çağrışımlar ve içerik incelem esi yöntem im le inceleseydi geniş Freud’la birlikte çalıştığım sırada bu noktayı bir öykü bulabilirdi. Am a korkarım bunu, ancak özellikle belgeleyen bir rüya görm üştüm . Rüyam ­ benim bir sorundan kaçışım olarak değerlendire- Jung'un ebeveyni (sağda). Bu sayfada anlatılan, Freud'la çalıştığı sırada gördüğü düşün gösterdiği g ibi, eski dinlere ve m itolojiye ilgisi onu ebeveyninin dinsel dünyasından uzaklaştırmıştı (babası rahipti). Jung, 1 9 0 0 'd e psikiyatrisi olarak bir akıl hastanesinde çalıştığı Burghölzli'de (en sağda). çekti ki sorun aslında kendisindeydi. G erçekte bu m en ’de ünlü kurşun m ahzende mumyalanmış c e ­ rüya benim yaşamımın, özellikle de manevi gelişi­ setlere büyük ilgi gösterişim den çıkarmaktaydı. mimin bir özetiydi. İki yüzyıllık bir evde b üyü ­ Bu bakımdan düşüncelerim i ifade etm ekte müştüm, eşyamızın büyük bir kısmı üç yüzyıllık­ güçlük çekiyordum ; üstelik de daha kısa bir süre tı. O zamana kadarki en büyük manevi m aceram ön ce, Freud’un ve benim psikolojik görüş açıları­ Kant ve S chop en h au er’in felsefelerinin öğrenim i mız ve zeminlerimiz arasında aşüamaz bir u çu ­ olmuştu. Zamanın en büyük oluşum u Darwin’in rum bulunduğunu öğrenm iştim . Kendisine son çalışmalarıydı. Daha kısa bir süre öncesine kadar, d e re ce garip geleceğin i tahmin ettiğim iç dünya­ ailemin ortaçağdan kalma, dünyanın hâlâ ilahi bir mı açacak olursam, onun dostluğunu bütünüyle kudret ve öngörü ile yönlendirildiği varsayımı ile yitireceğim den korkuyordum . Bu yü zden ona yaşamıştım. Bu dünya eskimiş ve geçilmişti. Hı­ “ serbest çağrışımlarım” hakkında bazı yalanlar ristiyan inancım D oğu dinlerinin ve Yunan felse­ söyledim ; sapkın görüşlerim i açıklama zorunlulu­ fesinin tanınmasıyla göreceleşm işti. Bu yü zden ğundan kurtulmaya çalıştım. zemin katı böyle sessiz, karanlık ve görünüşe g ö ­ Freud’a rüyamı anlattığım sırada içinde b u ­ re insansızdı. O sıralarda tarih ilgim, anatomi en s­ lunduğum bu kıskacı böyle ayrıntılı olarak açıkla­ titüsünde asistan olarak çalıştığım zamanki eski dığım için özür dilemeliyim. Gene de bu, bir rüya uğraşım olan karşılaştırmalı anatomi ve p aleon to­ analizi sırasında düşülebilecek tatsız durumlara lojiden gelişmişti. Çok tartışılan Neandertal ada­ iyi bir örnektir. Pek ço k şey, analizi yapan ve ana­ mı ve D ubois’nın P ithecanthropus’u beni h ey e­ liz edilen arasındaki kişisel farklılıklara bağlıdır. canlandırmaktaydı. Rüyayla ilgili çağrışımlarım Freud’un sorularına uygun yamtlar bulmaya bunlardı. Am a kafatasları, iskeletler ve cesetler­ çalışırken, psikolojik anlayış üzerinde sübjektif den söz etm eye cesaret edem iyordum . Çünkü bu faktörün ne denli önem li rol oynadığının farkına temanın Freud için nahoş olduğunu öğrenm iş­ varmak beni birden ço k şaşırttı. tim. Garip bir şekilde, benim kendisinin erken Bu duygu o denli baskındı ki, artık yalnızca öleceğini gördüğüm ü düşünüyordu. Bu sonucu, bu zor durum dan kurtulmaya çalışıyordum . O 1909’da A m erik a’ya gidişim izden yüzden de kolay yolu seçerek yalan söyledim . Bu ö n ce , B re- ne zarif ne de ahlaki bakım dan savunulabilir bir şeydi, ancak aksi takdirde Freud ile kaçınmak is­ tediğim bir çatışm anın tam içine düşecektim . Sezgisel düşü n cem , rüyam ın beni, yaşamımı, dünyamı anlattığı, bir başkasının kendi n eden le­ riyle, kendi am acına uygun şekilde oluşturduğu kuramsal bir yapıya karşı benim kendi gerçeğim i gösterdiğiydi. Bu F reu d ’un değil, benim rüyamdı ve işte o zaman birdenbire rüyamın ne anlama geldiğini anladım. Bu çatışma, rüya analizinde önem li bir nokta­ yı gösterm ektedir. Bu, öğrenilebilir bir teknik ol­ maktan çok, iki kişi arasında diyalektik bir alışve­ riştir. Mekanik bir teknik olarak ele alınırsa, rüya görenin bireysel ruhsal kimliği yitip gider ve tera- pötik sorun şu soruya indirgenmiş olur: Analist Tipler sorunu ve rüya gören den hangisi öbürüne egem en ola­ caktır? Bu yüzden hipnotik terapileri bıraktım. Kendi istencim i başkalarına dayatmak istem iyor­ Cansız nesnelerle ilgili varsayımların ileri sürüle- dum. A m acım kişinin onur ve özgürlüğünü kısıt­ bildiği öbür bilim dallarından farklı olarak psiko­ lamadan, iyileşme sürecinin hastadan gelişm esini loji, sübjektif kişiliklerinden soyutlanam ayan ya sağlayabilmekti. da herhangi bir yoldan kişiliksizleştirilemeyen in­ Birey tek gerçekliktir. Bireyden, H om o Sapi­ sanlar arasındaki canlı ilişkileri ele almaktadır. ens üzerinde soyut fikirlere doğru ne kadar uzak­ laşırsak, hatalara düşm em iz o denli olasıdır. Bu sosyal dönüşüm ler ve hızlı değişim ler çağında, tekillerin varlıkları hakkında olabildiği kadar çok şey öğrenm ek, her zamankinden daha önemlidir. Analist ve hastası, kişisel olmayan, objek tif tür­ den özgün bir sorun üzerinde konuşmak istedik­ lerinde hemfikir olabilirler; ama gerçek ten anga­ je olduklarında bütün kişilikleri tartışmaya katıl­ mış dem ektir. Bir ileri adım ancak karşılıklı anlaş­ Dahası onun geçm işini de en az şimdiki durumu ma sağlanırsa atılabilir. kadar iyi anlamayı öğrenm ek zorundayız. Bu n e­ denle m itler ve sem bollerin anlaşılabilmesi son d erece önemlidir. Sonuç hakkında objek tif bir hüküm verebilir miyiz? Ancak yargımızı bireylerin m ensup olduk­ ları sosyal çev red e geçerli olan ölçütlerle karşı­ laştırabilirsek! O zaman bile ilgili kişilerin ruhsal ı »e h»5 * auıcr muo AU »f PUtitDTÎ. HİS 1 M İ H fs FmftHfP His PöOT ' NOUJ H i M î * FflR. «JHAÎf Vffc, WEA^ R E B U T T A l I CAM M İK T V * i* m r ÎH t F * C r * A KE AT UN Hf «Bur* uy fV E * Y PûlttT 101TK F M IT U U V ıtr * YA* um W ! M A M A T T I* O f m r Ht*} Htfl»* m UX* n*T TV WU5H Amerikalı Jules Feiffer'in bir PCFIM , « (MI karikatüründe bir dışadönük, çekingen bir içedönüğü altediyor. Jung'un insan "tip le rin e ilişkin bu kavramları d o gm atik değildir. Ö rn eğin G an di perhizkar, içedönük bir asker olduğu kadar, politik, dışadönük bir önderdi (sağda). Bir bireyin, kalabalıktaki herhangi bir yüzü an cak a z çok kategorize edilebilir (en sağda). dengelerini -ru h sal sağlıklarını- hesaba katmak sayıda çeşitli olgu birbirleriyle kıyaslanmadıkça, zorundayız. Çünkü sonuç, bireylerin toplum un hiçbir psikolojik kuram form üle edilip öğretile- normlarına ııyıım sağlamasını ayarlamak değildir. mez. Çıkış zemini olarak her genel özellik kullanı­ Bu son d e rece doğadışı bir durum a yol açardı. labilir. Örneğin “dışadöniik” ve “içed ön ü k ” kim se­ Sağlıklı ve normal bir toplum da genellikle insan­ ler ayırt edilebilir. Bu, yapılabilecek birçok gen el­ lar, birkaç içgüdünün alanı dışında, birbirleriyle lem e olanağından yalnızca biridir. Analizi yapa­ tam uyuşamazlar. nın, hastasından farklı bir tipte olmasının nasıl Uyuşmazlıklar, toplumdaki ruhsal yaşamın ta­ şıyıcısı ve uyarıcısı olarak iş görürler ama amaç güçlükler doğurabileceğini gösterm eye bu bile yeter. uyuşmazlık değildir; uyuşm a da aynı şekilde Derine inen her rüya analizi iki bireyin yüzleş­ önemlidir. Psikoloji esas olarak karşıtların d en g e­ m esine yol açtığına göre, her ikisinin ayııı zihni­ sine bağımlı olduğu için, karşıtı hesaba katılma­ yet tipinden olup olmamalarının büyük bir fark mış olan hiçbir yargı kesin olarak kabul ('dilem ez. ortaya çıkarabileceği apaçık görünm ektedir. İkisi Kısaca, ruhun ne olduğu üzerinde son sözü s ö y ­ d e aynı tipe aitse, büyük olasılıkla uzuıı bir süre leyebilm ek mümkün değildir. birbirleriyle iyi geçinebileceklerdir. Am a biri dı- Rüyalar bireysel olarak ele alınmayı gerektiri­ şadöııiik iken öbürü içedönü k ise, ikisinin birbiri­ yorsa da psikolojinin gözlem leri sırasında topladı­ ne zıt özellikleri, özellikle de kendi kişilik tipleri­ ğı m alzemeyi sınıflandırmak, açıklayabilmek için ni tanımıyorlarsa ya da kendilerinin zihniyetini bazı genel bölüm lem eler zorunludur. Elbette, çok en doğru olarak kabul ediyorlarsa, bu oldukça sert kişilik çatışmalarına yol açabilir. Dışadönük lardan birbirlerinden farklı oldukları kısa zam an­ olan, normal olarak çoğunluğun tutumunu b e ­ da ortaya çıkar. O halde dışadönüklük sad ece yü ­ nimser, içedönük olansa bu tutumu reddeder. Bi­ zeysel bir belirtidir. Bu yüzden daha ep ey bir za­ risi için değerli olan öbürüne bazı durumlarda man ön ce, insan bireyselliğinin sınırsız farklılıkla­ hiçbir şey ifade etm ez. Freud bile, içedönü k ti­ rını bir düzene sokabilm ek için başka tem el özel­ pin, hastalıklı şekilde kendisiyle m eşgul oldu ğu­ likler bulm aya çalıştım. Birçok kimsenin akıllarını hiç kullanmayışları, nu ileri sürmüştü. Oysa kendini gözlem lem ek, ta­ nımak son d erece değerli ve önem li olabilir. kullandıklarında da şaşılacak kadar budalaca kul­ Bu tür farklılıkları rüya analizinde dikkate al­ lanışları beni hep etkilemiştir. Aynı şekilde, bir mak zorunludur. Analizi yapanın, sırf psikoloji sürü zeki kimsenin kendi duyu organlarını ne kuramlarını bildiği ve belirli bir yöntem i edinmiş denli az kullandıklarına da her zaman şaşmışım- olduğu için bir üstün insan olduğuna, olguların dır. üzerinde durduğuna inanılmamalıdır. Kuram ve G ene bazıları, bir kez ulaşıldıktan sonra kesin­ yön tem hiçbir zaman insan ruhunun bütününü likle kalıcıymış ve ne dünya ne de insan ruhu ar­ kavrayabilecek durum da değildir. Analizi yapan, tık hiç değişm ezm iş gibi bir bilinç algılaması ile hastasının yaşayan bütününün karşısına, daha yaşamaktadır. Bu kimselerin düş gü cü yok gibi­ çok kendi bütün kişiliği ile çıkmak zorundadır. dir. Kendilerini yalnızca duygusal algılamalarına Analitik çalışma hastası için olduğu kadar, onun bırakmaktadırlar. Dünyalarında rastlantılara yer için de bir sınavdır. Bu yüzden her ikisinin kişilik­ yoktur ve “bugünlerinde” hiçbir gerçek “yarın” lerinin ahenk içinde bulunup bulunmadıkları bulunmaz. G elecek, geçm işin basit bir tekrarın­ önem li bir rol oynar. dan ibarettir. Dışadönükliik ve içedönüklük, insan davranı­ Burada okura, karşılaştığım birçok insanın şının özelliklerinden yalnızca ikisidir. Bunlar ç o ­ gözlem inden edindiğim izlenimin kısa bir görü n ­ ğunlukla kolayca tanınabilir. Ama örneğin dışa- tüsünü verm eye çalışıyorum . Çevrelerine uyum döniik kişiler yakından incelenirse, birçok bakım ­ sağlamak için başlıca zihinsel yetilerini kullanan, Alg]lama "D aire" ya da "Psike Pusulası" başka b irju n g ç u insan gözlem i türüdür. Hissetme Düşünme Dairedeki her noktanın bir karşıtı bulunur. Bir "Düşünmek" tipi için "Duygu" yanı en a z gelişmiş olandır. Içed oğn ("Hissetmek" burada, neden öyle olduğu irdelenmeksizin "bunun iyi olduğunu hissediyorum" denildiğindeki g ib i bir değerlendirm e işlevi Düşünme anlam ındadır.) Elbette her bireyde işlevler üst üste kesişmektedir. Bir "A lgılam a" insanında Düşünme ya da Duygu yanları neredeyse aynı A lg ıla n ın Içed oğm a derecede güçlü (ve "içe do ğm a" en zayıf) olabilir. Hissetme yani düşünen insanlar bulunduğunu da gördüm . bilmek için zahm et etm ezse ve bunların gö re ce li­ Aynı ölçü de zeki olan başkaları ise yollarını hisse­ ğini kabul etm ezse, ne hastasının ruhsal durumu derek arayıp bulmaktadırlar. “Duygu” açıklanma­ hakkında yeterli bilgi alabilir ne de onun varlığını sı gereken bir deyim dir. Örneğin “duyarlık” anla­ yeterin ce derin bir bakışla görebilir. Hastadan, mında (Fransızca sentim ent gibi) duygudan söz analizi yapanın görüşünü dinlem esi ve ciddiye al­ edilm ektedir. Bu sözcü k aynı zam anda bir sezgi ması beklenir. Hasta da aynı şeyi hekim den bek- için de kullanılabilir. Ya da “bana öyle geliyor leyebilm elidir. Böyle bir ilişki vazgeçilem ezdir. ki...” anlamında da kullanılabilir. Am a gen e de analizi yapanın bazı kuramsal bek­ Duygu sözcüğünü, “d ü şü n ce”nin karşıtı olarak lentilerin yerine getirilmiş olduğu düşüncesinden kullandığımda, hoş ya da nahoş, iyi ya da kötü gi­ çok , iş bir şeyi hastanın gerçek ten anlayabilmesi­ bi bir değerlendirm e biçimini kastetm ekteyim . ne gelip dayanır. Hastanın analizi yapana karşı di­ Bu tanıma göre duygu, istenç dışı gelen bir em os- renci mutlaka yanlış olmayabilir; hatta hastada yon değil, tıpkı düşü nce gibi rasyonel, yani d ü ze­ bir şeylerin “aydınlanmadığının” kesin belirtisi ne sokan bir işlev, buna karşılık sezgi ise irrasyo­ sayılmalıdır. Ya hasta henüz o noktaya ulaşma­ nel, yalnızca algılayan bir işlevdir. Sezgi, “ön sezi” mıştır ya da yorum doğru değildir. olarak, istençli bir aksiyonun ürünü değil, iç ve Başka insanların rüya simgelerini yorumlama dış durumlara bağımlı, istenç dışı bir olaydır. Sez­ çabalarımız sırasında çoğunlukla, anlayışımızdaki gi daha ço k ruhsal değil de fiziksel n edenlerden kaçınılmaz boşlukları projeksiyonlarım ızla d ol­ ileri gelen, objektif uyaranlara bağlı irrasyonel bir durm a eğilimimiz bizi engeller. Yani analizi yapa­ olgu, duyumsal bir algılama gibidir. nın algılamalarının, bunlardan çıkardığı sonuçla­ O halde, bilincin yönelim için kullandığı yar­rın, rüya göreninkiyle ayııı olduğunu sanırız. Bu dım cı araçlar gerçek te dört işlevden ibarettir: yanılgı kaynağını ekarte edebilm ek için, daima Duyum (yani duyumsal algılama) bir şeylerin var rüya ilişkisiyle sıkı tem asta kalmakta ve rüyalar olduğunu, düşünce bunun ne olduğunu, duygu üzerinde her türlü kuramsal tahmini karıştırma­ bunun hoş ya da nahoş olduğunu söyler ve sezgi makta ısrar ediyorum . E lbette rüyaların belirli bir de onun n ered en gelip n ereye gittiğini belirtir. anlamı olduğu varsayımı bunun dışında kalır. E lbette insan davranışlarının bu dört belirtisi, da­ Bütün söylediklerim den, rüyaların yorum la­ ha birçokları arasında dört noktadır (diğerleri ör­ nabilmesi için her zaman geçerli bir kuralın ileri neğin istenç gücü, m izaç, varsayım gücü, bellek sürülem eyeceği açıkça görülm üş olmalıdır. Rüya­ v b ) . Bunlar hiç de kesin olarak alınmamalıdırlar, ların bütün işlevinin, bilinçteki bazı eksiklik ve ancak basit oluşları sınıHandırılabilmeleri için ni­ çarpıklıkları telafi etm ek olduğunu belirttiğim de, rengi noktası olarak alınmalarını sağlıyor. Bunla­ bu düşüncenin özgün rüyaların özelliklerine son rı, özellikle de çocukların anne babalarını, kadın­ d e re ce verimli bir kapı açabileceğini söylem ek is­ ların kocalarını tanımalarını istediğim de kullan­ tiyorum. Bazı olgularda bu işlev son d e re ce açık mak için çok faydalı buluyorum . Kendi önyargıla­ olarak görülebilm ektedir. rımın anlaşılabilmesi için de bu belirgin noktalar Hastalarımdan biri kendini çok beğen m ek tey­ faydalıdır. O halde, bir başkasının rüyasını anla­ di. Tanıdıklarının, onun bu kendini beğenm işliği­ mak istiyorsa, insanın kendi ön kabullerini feda ne sinirlenm ekte olduklarını da fark etm iyordu. etm esi gereklidir. Bu da hiç kolay değildir, tersi­ Rüyasında bir çukurda debelen ip duran bir serse­ ne ahlaki bir gerilimi gerektirir. Ama analizi ya­ ri gördü. Rüyasındaki bu görüntüyü, “ İnsanın bu pan, kendi konum unu eleştirel olarak aydınlata­ denli alçalması ne kadar çirkin!” diye yorum lu- yordu. Bu rüya, bu sevim siz görüntüyle, rüya g ö ­ Bu, hastanın aşağılık duygularını üretmişti. Far­ rene, kendi işleri üzerine daha az böbürlenm esini kında olmadığı bu hezeyan, onun kendini çe v re ­ anlatmaya çalışıyordu. Aynı zamanda bir şey da­ sinin gerçeğin d en izole etm esine yol açmış, baş­ ha ortaya çıktı; adamın yıkılmış olan, alkolik bir kaları için zorunlu olan görevlerden d e kaçınabil­ kardeşi vardı. Rüyanın ortaya çıkardığına göre mesini sağlamıştı. Böylelikle bu yüksek davranış­ hasta, dıştan tep ed en bakan tutumuyla, içinden larının gerçek büyük başarılarından ileri geldiğini kardeşini kom panse etm ekteydi. ne başkalarına ne de kendine ispat etm ek zorun­ Bir başka olguda psikoloji bilgisiyle çok gurur­ daydı. Böylelikle tehlikeli bir oyun oynuyordu. lanan bir kadın rüyasında h ep bir başka kadını Rüyalar da çift anlamlı bir yoldan bunu hatırlat­ görm ekteydi. G erçekte ise bu kadınla karşılaştı­ maya çalışıyorlardı. N apolyon ve Büyük İskender ğında onu hiç mi hiç sevm em iş, onu kibirli, aşağı­ ile çok ahbap bir p ozisyon da olmak, tam da kü­ lık, hilekâr biri olarak algılamıştı. Oysa rüyasında çüklük kom pleksi tarafından üretilebilecek tür­ bu kadın bir kız kardeş gibi dost ve sevimli görü ­ den bir fantezidir. Denilebilir ki, rüya ne kastetti­ nüyordu. Hastam, gerçek te tahammül edem ediği ğini neden açık ve doğrudan söylem iyor? birisini n eden bu denli iyi gördüğünü bir türlü an- Bana da bu sık sık sorulmuştur. Kendim e de layamıyordıı. Rüyaları ona, öbür kadına çok b en ­ bu soruyu sorarım. Rüyaların kesin ve tanımlayı­ zeyen bir yanıyla gölgelenm ekte olduğunu anlat­ cı bilgi verm ekten kaçınmak için neler çevirdikle­ maya çalışıyordu. Kendisini çok iyi tanıdığını sa­ rini, asıl noktayı nasıl açık bıraktıklarım görm ek nan hastam, aslında rüyanın kendisinin iktidar beni her zaman şaşırtır. Freud psikenin, “sansür” kom pleksini gösterm eye çalıştığını anlamakta adını verdiği özgün bir işlevi olduğunu varsayı­ güçlük çekiyordu. yordu. Rüyadaki im gelerin sansür yoluyla, rüya G özden kaçırdığımız, küçük gördüğüm üz, bas­ gören bilinci rüyanın gerçek objesinden saptıra- tırdığımız yalnızca kişiliğimizin gölged e kalan ta­ bilınek için böylesine bükülüp, tanınmaz dahası rafı değildir. Olumlu özelliklerim ize de sık sık ay­ nını yaparız. Çok mütevazı ve çekingen görünen, sempatik davranışları olan bir adamı anım sıyo­ rum. En arkada olm aya her zaman razıydı, ama fark edilm eden hep orada bulunmaya özen g ö ste ­ riyordu. Kendisine bir şey sorulduğunda daima bilgisi vardı, ne ki düşüncelerini kabul ettirm ek için bir çabası olm uyordu. Yalnızca zaman zaman belirli bir konunun daha yüksek bir d üzeyden ele alınmasının daha iyi olacağım belirtm ekle yetini­ yor, bu noktada da açık konuşm uyordu. Rüyala­ rında hep, N apolyon ya da Büyük İskender gibi önem li kişiliklerle karşılaşıyordu. Bu rüyalar apa­ çık, bir aşağılık kom pleksini kom panse etm ek tey­ di. Am a bunların bir başka anlamı daha vardı. “Böyle ünlü ziyaretçilerim olduğuna göre, nasıl biri olmalıyım b e n ?” diye soruyordu rüya. Rüya­ lar gizli bir büyüklük hezeyanını gösterm ekteydi. yanıltıcı hale getirildiğini ileri sürüyordu. E leşti­ Rüyaların n ed en çoğunlukla analojilerle anla­ rel düşünceleri rüya gören den saklayarak onun tım yolunu seçtiğini, bir rüyanın n eden bazen uykusunu korumaktaydı. Aynı zamanda hoş ol­ öbürünün üzerine geçtiğini, uyanık yaşamımızın mayan anıların anımsanmasının uyandıracağı ş o ­ mantığını, zaman ölçüsünü neden izlem ediğini bu ku da engellem ekteydi. Ben bu konuda çok kuş­ gerçek ten yola çıkarak anlayabiliriz. Rüyaların al­ kuluyum, çünkü rüyalar en az o sıklıkla uykuyu dıkları biçim bilinçaltı için uygundur, çünkü bun ­ bozarlar da. Daha çok , bilince yaklaştıkça psike- ların yapıldığı m alzem e, bilinç eşiğinin altında nin bilinçdışı içeriği tanınmaz hale geliyor gibidir. tam olarak bu şekilde korunmaktadır. Rüyalar Bilinçsizlik durum unda düşünce ve imgeler, bi­ uykuyu, E reud’un “kabul edilem ez dilek” dediği linçli halde olacaklarından daha düşük bir geri­ şeyden korumazlar. Onun “kılık değiştirm e” ola­ limle saklanmaktadır. Bilinçaltındayken düşü nce rak tanımladığı, aslında bütün uyaranların biliııç- ve im geler duruluklarını, keskinliklerini yitirm ek­ dışında aldıkları biçim dir. O halde, bir rüya hiçbir tedirler. Birbirleriyle ilintileri daha az düzenlidir; açık fikir ortaya çıkaramaz. Böyle yapm aya başlar daha çok analojilerden ibaret olup, daha az rasyo­ başlamaz rüya, rüya olmaktan çıkar, çünkü o za­ nel ve bu yüzden d e anlaşılmazdırlar. Bu durum man bilinç eşiğini aşmış olur. Bu yüzden rüyalar, ister yorgunluk ister ateş ya da zehirlerle ortaya bilinç için önem li olan noktaları atlayıp, daha çok çıkmış olsun, bütün rüyaya b enzer durumlarda bilincin kenar alanlarını, tam da yıldızların bir gü ­ görülebilir. Am a herhangi bir şey bu im gelere da­ neş tutulması sırasında ortaya çıkan zayıf ışıkları ha güçlü bir gerilim yüklerse, daha az bilinçsiz gibi ortaya çıkarırlar. hale gelirler. Böylelikle bilinç eşiğine ne denli yaklaşırlarsa, kenarları o denli keskinleşir. N e w York kenar mahallesinde tamamen bitmiş bir içici. ("O n the Bowery" filminden; 195.5). Boyle bir figür kendini diğerlerinden üstün gören bir adam ın düşünde görünebilir. Böylelikle onun bilinçdışı bilinçli tutumunun tek yönlülüğünü kompanse eder (solda). "Kabus". İsviçreli ressgm H einrirh Füssli'nin tablosu (1 8. yy). H erhalde herkes bir kez düşünde korkarak uyanmıştır. Düşlerimizin bilinçdışının içeriği karşısında güvende olm a dığ ı anlaşılıyor (sağda). Rüya sem bollerinin büyük bölüm ünün, bilinç­ li denetim olanaklarından kaçman bir psikenin gösterileri olduğu unutulmamalıdır. Anlam ve muna, yani egosunun durum una bağlıdır. Eğer am aca uygunluk yalnızca bilincin öncelikli hakkı rüya gören kendi değerini olduğundan yüksek değildir. Anlam ve am aca uygunluk, bütün canlı konum landırıyorsa, düşüncelerin çağrışımıyla el­ doğada vardır. Organik ve psişik gelişim arasında de edilen materyale bakarak, rüya görenin hayal­ ilkesel olarak bir farklılık yoktur. Bir bitkinin çi­ lerinin ne kadar uygunsuz ve çocu k ça olduğu, çek açması gibi, psike de simgelerini ortaya çıka­ bunların ebeveynine eşit ya da onlardan üstün o l­ rır. Her rüya bu sürecin bir kanıtıdır. duğu şeklindeki çocu klu k dileklerine ne kadar İçgüdüsel güçler, her türden sezgi, dürtü ve bağlı olduğu kolaylıkla gösterilebilir. Buna karşı­ öbür anlık süreçler gibi, rüyalar yoluyla da bilin­ lık eğer bir değersizlik duygusunun rüya görenin cin işlevlerini etkilem ektedirler. Bu etkinin olum ­ kişiliğindeki her olum lu yön ü boğduğu bir aşağı­ lu mu olum suz mu olacağını, bilinçdışımn o sıra­ lık kom pleksi söz konusuysa, o zaman kendisine daki içeriği tayin eder. Bilinçdışı norm alde bilinç­ ne kadar çocu ksu , gülünç ve şaşkın olduğunun li olması gereken birçok şey içeriyorsa, o zaman açıklanmasıyla daha da alçaltmak son d erece işleve olum suz bir etki yapabilir. G erçek içgü d ü ­ yanlış olur. Bu onun aşağılık duygusunu korkunç lerle ilgisi olmayan, varlıklarını ve ruhsal ön em le­ tırmandırır, üstelik tedaviye karşı hiç hoş olm a­ rini, bastırılma ya da kaale alınmama yoluyla bi­ yan, gereksiz bir direnç ortaya çıkarır. linçdışı kılınmış olmalarına borçlu olan m otifler Her duruma uygulanabilecek hiçbir psikotera­ ortaya çıkar. Normal bilinçdışı psikcyi b öy lece pi tekniği ya da öğretisi yoktur, çünkü tedaviye doldurur ve onun tem el sem bol ve motifleri ifade alman her olgu özeldir ve kendi koşullarına sahip­ etm e eğilimini kısıtlamış olurlar. Ruhsal bozuk­ tir. Dokuz yıl boyu n ca tedavi etm ek zorunda kal­ lukların nedenleriyle uğraşan bir analizci için, dığım bir hastamı anımsıyorum. Yıırtdışında ya­ hastalarından neyi istem edikleri ya da neden şadığı için onu yılda yalnız birkaç hafta görebili­ korktukları hakkında gönüllü bir açıklama almak yordum . Daha en başından beri onun zorlukları­ önemlidir. nın n erede olduğunu biliyordum ama gerçeğ e Bu yön tem kiliselerdeki, çağdaş psikolojik yaklaşmak için en küçük bir girişimin, aramızda tekniklerin bazı bakımlardan taklit ettikleri, gü­ tam bir kopm aya neden olacak şiddetli bir savun­ nah çıkarmayı andırır. Bununla birlikte uygula­ ma reaksiyonuyla karşılaşacağını da fark etm iş­ mada, aşırı aşağılık kom pleksinin ya da karakte­ tim. Hoşuma gitse de gitm ese de ilişkimizi koru­ rin ciddi güçsüzlük hislerinin, hastanın kendi y e ­ mak için elim den geleni yapmalı, rüyalarıyla d es­ tersizliği ile doğrudan karşılaşabilmesini çok zor­ teklenen ve konuşmalarımızı nevrozunun kökle­ laştırdığı hatta olanaksızlaştırdığı görülür. Bu rinden uzaklaştıran sapmalarını izlem eliydim . yüzden çoğunlukla, başlangıçta hastaya pozitif Konudan o kadar uzaklaşıyorduk ki, kendimi sık görüşler verm eyi daha faydalı buluyorum ; b ö y le ­ sık hastamı yanıltmakla sııçluyordum . Onu sert likle hasta, acı verecek bilgilere ulaştığında ken­ disine yardım ed ecek bir güven duygusu kazan­ mış olur. Örneğin bir kim senin kendisini İngiltere Kraliçe si’yle çay içerken ya da Papa’yla ahbaplık ed er­ W a lte r M itly'n in kendi küçüklük ken gördüğü bir “kendini yü celtm e” rüyasını ele duygusunu kompanse ettiği kahramanlık alalım. E ğer rüya gören şizofren değilse sim gele­ düşleri (1 9 4 7 'd e James Thurber'in bir rin pratikteki yorum u onun o andaki ruhsal duru­ öyküsünden çevrilen bir filmden) (sağda). bir şekilde kendiyle yüzleştirm ekten beni alıko­ yoldan yürüm esinin zorunlu olduğunu gösteri­ yan tek şey durum unun yavaş yavaş düzelm ekte yordu. Başlangıçtaki şok o denli ağırdı ki hasta oluşuydu. bunu tek başına taşıyamıyordu. Bunun için bir Sonunda, on uncu yılda hasta iyileşmiş old u ­ başka insanm yardım ına gereksinimi vardı. T era­ ğunu, bütün nörotik belirtilerden kurtulduğunu pinin görevi de bir klinik kuramın ispatından çok bildirdi. Şaşırmıştım, çünkü kuramsal olarak du ­ daha önem li olan güven ilişkisine yavaş yavaş rumu iyileşem ezdi. Benim şaşkınlığımı fark etti­ ulaşmaktı. ğinde gülüm seyerek “ Size her şeyden ön ce du­ Buna b enzer olgulardan, yöntem im i hastaların yarlılığınız ve bitm eyen sabrınız için teşekkür e t­ gereksinim lerine uydurmayı, özgün bir olguda m eliyim ” dedi; “çünkü nevrozum un utanç veren belki hiç kullanılamayacak olan genel kuramsal nedeniyle başa çıkm am da bana siz yardım ettiniz. konulara fazla dalmam ayı öğrendim . İnsan doğa­ Şimdi artık size buna ilişkin her şeyi söyleyebile­ sı hakkında altmış yıllık pratik deneyim le elde cek durumdayım. Bunu, yapabilseydim , daha ilk edilmiş bilgilerim, bana her olguyu yeni bir olgu buluşm am ızda size söylerdim . Am a bu benim si­ olarak ele almayı, daima bireysel bir yaklaşıma zinle olan ilişkimi m ahvederdi; o zaman b en ne çabalamayı öğretm iştir. Bazen çocu k su olgu ve olurdum ? On yıl b oyu n ca size güvenm eyi öğren ­ fanteziler üzerinde derinlem esine incelem elerde dim; güvenim geliştikçe durum um da düzeliyor­ bulunmaktan çekinm em , hem en arkasından gene du. Bu uzun süreçte kendim e güvenim i geri ka­ en yukarıdan başlarım; bu beni kenarda k öşede zandım. Artık beni hasta eden sorunu konuşabi­ kalmış metafizik spekülasyonlara götürse bile! lecek kadar gü çlüyüm .” Her şey, hastanın özgün dilini öğrenm eye, onun Ardından sorununu bana bütün çıplaklığıyla bilinçdışım , kendisinin el yordam ı ile gün ışığına açıkladı. İtirafı, tedavinin neden böyle garip bir çıkarabilm eye bağlıdır. Bazı olgular şu, öbür olgu- G o ya tarafından yapılm ış olan "Tımarhane". Sağ taraftaki "Kral" ve "K ardinal" dikkati çekiyor. Şizofreni sıklıkla kendini yüceltme biçim ini alır. lar ise bu yöntem i gerektirebilirler. Bu, özellikle gören ler en başta gidiyor, bir su hendeğinin üze­ de sem bollerin yorum unda geçerlidir. İki farklı rinden kolaylıkla atlıyor, onları izlem ekte olanlar kimse birbirinin n ered eyse aynı olan rüyaları g ö ­ ise h en değe düşüyorlardı. Rüyayı gören yaşlı rebilirler. Ama, örneğin biri gen ç, öbürü yaşlıysa, adam, rüya sırasında hastaydı ve söz dinlem ediği sorunları da farklıdır ve her iki rüyayı aynı şekil­ için gerek hekim ine gerekse hem şireye, bir dolu de yorumlamak saçm a olur. zorluk çıkarmaktaydı. Apaçıktı ki rüya, g en ç ada­ Örnek olarak, geniş bir alanda atla yarışmakta ma ne yapm ası gerektiğini belirtip cesaret verir­ olan bir grup gen cin göründüğü bir rüya aklıma ken, yaşlı adama ne yaptığını, ne gibi zorlukların geliyor. Bana rüyayı anlatan gen ç adam dikkatli, kendisini beklediğini gösterm eye çalışıyordu. Bu içedönük bir tipti. Aynı rüyayı aktif, girişken bir örnek, rüya yorum unun kişisel durum a ne ölçü de yaşam sürmüş olan gözü pek karakterli yaşlı bir bağlı olduğunu gösterm ektedir. adamdan da dinlemiştim. Her ikisinde de rüyayı Bu müze sergisinin gösterdiği gibi insan felusu d iğ e r hayvanları andırır ve böylece insanların fizik gelişiminin kanıtını verir Psike'de bir "evrim" geçirmiştir. M odern insanların Jung'un arketipsel resimler olarak ad la ndırdığı kimi bilinçdışı içerikleri, eski çağ la rdaki insanların ruhsal ürünlerini andırır. Rüya sembolizminde arketip I)aha ön ce belirttiğim gibi, rüyaların telafi am acı­ ri, “kolektif im geleri” ve m itolojik m otifleri ara­ na hizmet ettiğini ön e sürüyorum . Bu varsayım, sında benzer analojileri tanıyabilir. rüyaların bilinçdışı tepkileri ve anlık dürtüleri bi­ Biyologun karşılaştırmalı anatom i bilimine g e ­ lince taşımakta olan, normal ruhsal olaylar oldu ­ reksinimi gibi, psikolog da “rııhun karşılaştırmalı ğunu kabul etm ektedir. Rüyaların çoğu, rüya g ö ­ anatom isi” olmaksızın fazla ilerleyem ez. Psikolog ren kişinin rüyada görülenin içeriğini zenginleşti­ yalnız rüyalar ile bilinçdışım n öbür ürünleri hak­ recek, aydınlatacak olan çağrışımlarının yardı­ kında zengin ve yeterli bilgi sahibi olmakla yetin­ mıyla yorumlanabilir. Bu yöntem , normal olarak m em eli, mitolojik bilgiye de sahip olmalıdır. Bu bir akraba, bir arkadaş ya da bir hasta, bunu bir ceph an e olm adan, bir obsessil'-kom pulsif nevroz söyleşi sırasında anlatırsa daima uygundur. Am a ile klasik bir cin çarpm ası arasındaki önem li ana­ acı veren ve duygu yüklü rüyalar söz konusu ol­ lojileri kavrayamaz. duğunda, çoğu zaman rüya görenin çağrışımları, “Arketipler” ya da “öz resim ler (U rbild )” adını doyurucu bir yorum için yetm ez. Böyle durum ­ verdiğim “arkaik kalıntılar” üzerine olan düşün­ larda, ilk olarak Freud tarafından gözlem lenm iş, celerim , rüya psikolojisi ve m itoloji hakkında y e ­ yorum lanmış olan, rüyalarda sık sık rüya görenin terli bilgisi olm ayanlarca hep eleştirilmiştir. “Ar­ kişisel deneyim lerinden çıkartılamayan elem an­ k etip” deyimi, çoğunlukla belirli bir m itolojik im­ ların ortaya çıktığı gerçeğin i anımsamamız gerek ­ ge ya da m otif olarak yanlış anlaşılıyor. Ama bu m ektedir. Freud’un “arkaik kalıntılar” adını ver­ tür im geler ancak bilinçli tasavvurlardır; böyle diği bu elemanlar, insan ruhunda doğuştan geli­ değişken resimlerin kalıtsal olarak aktarılabilece­ yorm uş gibi görünen ruhsal biçimlerdir. İnsan vü­ ğini düşünm ek saçm a olur. Arketip, bir motifin cudu, her birinin ardında uzun bir gelişim öyküsü bu türden temsili resimlerini oluşturm a eğilimli­ olan bir sürü organın m üzesi gibi olduğuna göre, dir. Bu temsili resimler, tem el yapıları değişm ek- aynı şekilde ruhum uzun da b öyle örgütlenm iş ol­ sizin ayrıntılarda çok büyük farklılıklar gösterebi­ duğunu düşünebiliriz. İçinde bulunduğu vücut gi­ lir. Örneğin düşm an kardeşler m otifinin birçok bi o da tarihten yoksun bir ürün değildir. “Tarih” çeşitli temsili vardır ama tem el şem a hep aynı derken, ruhumuzun kendi geçm işiyle sözel ya da kalmaktadır. diğer kültürel gelenekler açısından olan ilişkisini Beni eleştirenler, benim “kalıtsal olarak edinil­ kastetmiyorum. Ruhsal oluşumları henüz hay- miş tasavvurlar” dem ek istediğim i sanmakta, bu vanlarmkine çok b enzem ek te olan arkaik insanla­ n edenle de arketip fikrini yadsımaktadırlar. Bu rın ruhlarının biyolojik, prehistorik, bilinçdışı g e ­ arada, eğer arketipler bilinçli tasavvurlar olsaydı lişimini kastediyorum . Tıpkı vücudum uzun yapı­ onları aracısız olarak anlayabilmemiz gerek eceği sının sürüngenlerin anatomik m odeline dayalı o l­ gerçeğin i gözd en kaçırmaktadırlar. Oysa bunlar ması gibi, bu sonsuz eski “psike” de ruhumuzun bilincim izde ortaya çıktıklarında çoğunlukla şaşı­ esasını oluşturur. A natom icilerin, biyologların rıyor, anlayamıyoruz. G erçekte bunlar, kuşların alışmış gözleri vücudum uzda o eski m odelin pek yuva yapmaları ya da karıncaların örgütlü toplu­ çok izini bulur. Ruhun deneyim li araştırıcısı da luklar kurmaları cinsinden içgüdüsel bir eğilim­ m odern insanların rüyalarıyla ilkel ruhun ürünle­ den ibarettir. J * * * f insanların bilinçdışı arketipsel resimleri de formasyon oluşturan göçm en kuşların yetisi, karıncaların örgütlü toplumlar kurma yetisi ve kovana besi kaynağının tam yerini bildiren arıların dansı kadar içgüdüsel d o ğ a d a d ır. Bir profesör, kendisinin hiç görm ediği eski bir kitaptaki a ğ a ç gravürün aynı olan bir düş görmüştü. Kitabın kapak sayfası (sağda). Onun yanında eril ve dişil prensiplerin birleşmesini simgeleyen bir başka a ğ a ç gravür (en sağda). Bu arada içgüdülerle arketipler arasındaki iliş­ p rofesörü çok iyi anımsıyorum . Tam bir panik kiyi de anlatmalıyım: İçgüdü dediğim iz duyuları­ içinde bana gelmişti. B en yalnızca 400 yıllık bir mızla algılayabildiğimiz fizyolojik uyaranlardır. kitabı raftan çektim , tam da aynı görüntüyü g ö s­ Ama aynı zam anda fanteziler şeklinde ortaya çı­ teren bir gravürün basılı olduğu sayfayı göster­ kar ve varlıklarını da çoğ u zaman sem bolik resim ­ dim. “Kendinizi ruh hastası sanmanıza gerek y o k ” lerle belli ederler. B enim arketip adını verdiğim, dedim , “bakın size görünen hayal 400 yıl ö n ce bi­ işte bu içgörüntülerdir. Kökenleri ise bilinm e­ le biliniyordu” . Bunun üzerine bitkin, ama artık mektedir. Görünen h er zaman, yeryüzünün her tam am en normal olarak koltuğuna yığılıp kaldı. tarafında ortaya çık ıyor olmalarıdır. Bunların Çok önem li bir örneği kendisi de psikiyatrist doğrudan atalardan gelerek mi yoksa göçler s o ­ olan bir adam getirmişti. Günün birinde, on ya­ nucu bir “çapraz d öllem e” ile mi oluştuğu henüz şındaki kızının eliyle yazıp N oel için kendisine ar­ araştırılmaya m uhtaçtır. m ağan ettiği bir kitapçıkla geldi. İçinde kızcağızın Kendilerinin ya da çocuklarının rüyalarını an­ sekiz yaşındayken görm üş olduğu bir dizi rüya layamadıkları için bana başvurm uş olan birçok ki­ vardı. Bunlar benim o zamana kadar gördüğüm şiyi anımsıyorum. Rüyalarının dilini bir türlü an­ en ilginç rüya dizişiydi, babanın şaşkınlığını da layamıyorlardı. Bunun nedeni rüyaların, kendi çok iyi anlayabiliyordum. Ç ocu k ça da olsa ürkü­ hatırlayabildikleri ya da çocuklarına uyan bir şey­ tücüydüler, baba için ise hiç anlaşılamaz im geler­ le bir türlü bağlantısını kuramadıkları im geler le doluydular. Motifleri aşağıda sıraladım: içerm esiydi. Oysa bu kimselerin kimileri yüksek 1. eğitim görm üştü dahası birkaçı da psikiyatristti. yılan benzeri bir canavar bütün öbür hayvanları “Kötücül hayvan” , bir dolu boynuzları olan Birdenbire bir hayal görm üş, bu yüzden de öldürüp yutmaktadır. Am a tanrı d ört köşeden kendini ruh hastası olarak kabul etmiş olan bir d ört ayrı tanrı biçim inde çıkagelir ve ölü hayvan- A R T I S , O iV A M C H E M İ A M V O C A N T . ANTIO.VIS- ■ 11*1 1 T T H P M I, ! fitti ■ , T m h n u o to s n o n rm */ -«• >* 'T tımmm lk4 ' 4 , ■‘ - /■ / • lara yem den yaşam verir. 7. 2. miş ve ayık olarak çıkar. C ennete doğru bir uçuş; orada putperest Sarhoş bir kadın suya düşer, oradan yenilen­ danslarıyla bir şeyler kutlanmaktadır. Sonra c e ­ 8. hennem e doğru inilir; orada da m elekler iyi şey­ yuvasının üzerinde yuvarlanıp durmaktadır. Ka­ ler yapmaktadır. rıncalar onlara saldırır. Rüyayı gören kızcağız pa­ 3. nik içinde bir ırmağa düşer. Bir dolu küçük hayvancık kızı korkutm akta­ Sahne Am erika’dır; bir sürü kişi bir karınca dır. Bu hayvanlar inanılmaz düzeyde büyüm eye 9. başlarlar ve bunlardan biri kızı yutar. bu çölü n kumlarına batarak o denli derine gider 4. ki sonunda ceh en n em e gelir. Minik bir fareciğin içinden sırayla kurtçuklar, Aym üzerinde bir çöl vardır; rüyayı gören kız yılanlar, balıklar ve insanlar geçerler. Sonunda fa­ 10. Bu rüyada kız ışıklı bir top görm ektedir. D o­ re insan haline gelir. Bu, insanın kökenlerinin kununca ondan dum anlar yükselir. Bir adam g e ­ dört evresini gösterm ektedir. lir ve kendisini öldürür. 5. Küçük bir su damlacığı m ikroskopla bakılır 11. Kız tehlikeli bir hastalığa yakalandığını gör­ gibi görülm ektedir. Kız su damlasının dallarla d o ­ mektedir. Derisinin içinden birdenbire kuşlar çı­ lu olduğunu görür. Bu, dünyanın kökenini g öster­ kar ve kendisini tam am en örterler. m ektedir. 12. Sivrisinek bulutlan güneşi, ayı ve yıldızları 6. karartmaktadır. Yalnız bir yıldız kalır ve bu tek Yaramaz bir oğlanın elinde bir çam ur topağı vardır. Bundan küçük parçalar koparıp gelen g e ­ çe n e fırlatır. B öylece herkes hastalamr. yıldız kızın üzerine düşer. Kısaltılmamış orijinal m etinlerinde her rüya Küçük kızın ilk düşündeki (s. 6 9 ] arketipsel motiflerin paralelleri. Isa A dem 'in mezarı üzerinde çarm ıha geriliyor. Yeniden doğum konusunun bir simgesi. Yeni Adem olarak Isa (Strasburg M anastırı) (solda). N avahoların bir kumresmi dünyanın dört köşesini, boynuzlu başlarla gösteriyor (üstte). Ingiliz taç giym e töreninde (Kraliçe II. Elisabeth, 1 9 5 3 ) halk Westminster Katedrali'nin dört portaline yerleşmiştir (sağda). bir masal gibi “evvel zaman içinde; bir varmış, bir yok m u ş” diye başlıyordu. Bu sözcüklerle kızcağız, her rüyanın babasına Noel hediyesi olarak anlat­ masını istediği bir masal olduğunu gösterm ek isti­ yordu. Babası rüyaları içeriklerine göre yorum la­ maya çalışmıştı. Am a hiçbir kişisel bağlantı nokta­ sı bulam adığı için becerem em işti. Bu rüyaların bilinçli uydurulmuş olduğu olası­ lığı, ancak çocu ğu n doğruluğundan emin olacak kadar onu tanıyan birisi tarafından giderilebilirdi. Aslında rüyalar yalnızca fantezi bile olsalar, araş­ tırmak için pek çok uyaran içerm ekteydiler. Bu olayda baba rüyaların gerçekliğinden emindi, b e ­ nim de bundan kuşku duymam için hiçbir n eden yoktu. Küçük kızı tanıyordum gerçi ama babasına rüyalarını verm ed en ön ce onun hakkında sorular sormak için fırsatım olmamıştı. Kız başka bir ülke­ de oturuyordu ve o N oel’in hem en ardından bir enfeksiyon hastalığı son ucu öldü. Bu rüyalar olağanüstü gariptir. İzlenen düşün­ Ç ocuğun bu d ü şü n celeri dini eğitimi n ed en iy­ ce felsefi niteliktedir. Örneğin ilk rüya öbür hay­ le tanıdığı düşünülebilir. Am a dinsel geçm işi ger­ vanları öldüren kötü bir hayvandan söz etm ek te­ çek te çok önem siz boyuttaydı. Ebeveyni ge rçi is­ dir. Am a tanrı onlara tanrısal bir Apokatastasis, m en Protestan’dı ama Incil’i yalnız söylentilerden yani yeniden yaratış ile yaşamı geri verm ektedir. biliyorlardı. Ç ocuğa, zaten az bilinen A pokatasta­ Batı dünyasında bu, Hıristiyan geleneği yoluyla sis tablosunun öğretilm iş olması özellikle olanak­ bilinen bir imgedir. Evliyaların işleri arasında (II­ sızdı. Babası bu mistik tasavvuru kesinlikle hiç I: 21) görülebilir: “Her şey yeniden yaratılıncaya işitmemişti. 12 rüyanın dokuzunda bu yok olup kadar cen n et onu (M esih) kabul ed ecek tir...” Er­ yen iden var olm a tem ası vardı. Dahası bu rüyala­ ken Yunan kilise önderleri, örneğin Origenes, rın hiçbirinde özgün Hıristiyan eğitim ve etkileri­ özellikle zamanın sonunda, kurtarıcıyla her şeyin nin izi bulunm uyor. Hatta tam tersine ilkel m it­ en eski ve tam durum una geri getirileceği varsa­ lerle yakın bağlantılılar. Bu bağlantı 4. ve 5. rüya­ yımı üzerinde dururlardı. Am a Matta’ya göre de da beliren “kozm ogonik m it” (dünyanın ve insan­ (XVII: 11) zaten eski bir Yahudi söylencesi vardı: ların yaradılışı) ile doğrulanıyor. Aynı bağlantı Bi­ îlyas “gerçek ten g elecek ve her şeyi yeniden rinci Korint m ektubunda (XV: 22) da görü lm ek ­ oluşturacaktır” . İlk Korint m ektubu da (XV: 22) tedir ki bunu da az ön ce belirttim. Görüldüğü gi­ aynı tasavvura gön d erm e yapar: “A dem de olduğu bi onda da A dem ve Mesih, ölüm ve diriliş birbir- gibi hepsi ölecek ve Mesih ile hepsi yeniden yaşar leriyle bağlantılıdır. kılınacaktır.” Kahraman-tanrı Karga bir balinanın karnında (Amerika'nın pasifik kıyılarındaki H aidu yerlilerinden) küçük kızın ilk düşündeki büklümlü canavara uyuyor (üstle). Küçük kızın ikinci düşü (Cehennemdeki meleklerle cennetteki kötücül ruhlar) görünüşe göre her ahlakın görecelliği düşüncesini canlandırıyor. Aynı tasarım, hem şeytan hem de ışığın parıldayan taşıyıcısı Lucifer olan düşmüş meleğin ikili yanında d a vurgulanır (sağda). Bu zıtlar, tanrı figüründe de görülür. (Blake'in bir çizim inde): Eyüb'e bir düşte bir şeytanın çatallı toynağı ile görünüyor (en sağda). Genel Kurtarıcı Mesih tasavvuru, canavar ta- l afından yutulan, ama kendisini öldüren canavarı temaları elbette tanrı, m elek, cennet, cehennem , öldürüp m ucizevi şekilde yeniden ortaya çıkan kötü ve şeytan gibi tasavvurlarla oluşturulm uş da kahraman ve kurtarıcı ile ilintili olarak, Hıristi­ olabilir. Ama bunların bu çocu ğu n rüyalarında ele yanlık ön cesi yaygın olan bir temaya aittir. Bu almış tarzı ve yolu h iç de Hıristiyan olm ayan bir motifin hangi k ök enden kaynaklandığını, ne za­ kökene işaret etm ektedir. man ortaya çıktığını kimse bilmiyor. Hatta bu k o­ Tanrının bulunduğu ilk rüyaya bakalım. Bura­ nuyu araştırmaya n ered en başlayacağımızı dahi da aslında “d ört k öşed en ” gelen d ört tanrıdan bilmiyoruz. Bilinen, her kuşağın bunu eski kuşak­ oluşan bir “tanrı”dan söz edilm ektedir. Hangi lardan naklen öğrendiğidir. Olasılıkla bu, insanın dört k öşed en ? Rüyada bir odadan söz edilmiyor. bir kahraman mitine sahip olduğunu henüz bil­ Resim de de bir odaya yer yok, çünkü apaçık bir mediği bir zamandan, yani söylediğini henüz dü­ şekilde kozmik bir olay söz konusu. “ Quaternité” şünm ediği bir çağdan kalmadır. Kahraman figü­ (D örtlük) elem anı, oldukça garip bir düşü n ce o l­ rü, düşünce ön cesi çağlardan beri var olan bir ar- makla birlikte, birçok din ve felsefed e büyük bir ketiptir. rol oynamaktadır. Hıristiyan dininde bunun yeri­ Arketiplerin çocu k lar tarafından üretilmesi ne “Trinité” (Ü çlük-T eslis) geçm iştir. Bu kavramı özellikle dikkat çekicidir. Çünkü çocukların tarih­ da çocu k olasılıkla daha iyi bilm ekteydi. Am a b u ­ sel nakiller ile hiçbir doğrudan bağlantıları yok ­ günün orta sınıf ailelerinde kimin ilahi bir d ört­ tur. Bu olguda da Hıristiyan geleneği ile ilişki an­ lükten haberi vardır? Bu düşü n ce ortaçağın hor cak çok yüzeysel olarak bulunuyordu. Hıristiyan metik felsefesin de ise oldukça tanıdıktı. Ancak V ı t K D r e a m s u p o n my b e d thou, .s e n r e s t , m e AcalFnglitest m e with. V is io n s 18. yüzyılın başlarında sona erdi, en az iki yüzyıl­ hasına uygun böylesine devrim ci bir tasavvuru dan beri de tümüyle kullanım dışı. Peki ama b u ­ n ereden bulmuştur? nu küçük kız nereden alabilmişti? İshak Peygam - Bu sorular bizi yeni bir soruya götürür: Bu rü­ b e r’in vizyonundan mı? Am a Serafim ’i tanrı ile yaların nasıl bir telafi anlamı olabilir ki, küçük kı­ özdeşleştiren hiçbir Hıristiyan öğretisi yoktur. zın N oel’d e babasına armağan e d e ce k kadar Aynı soru boynuzlu yılan için de sorulabilir. önem verm esine yol açmış olsun? Gerçi Incil’de, örneğin Vahiyler Kitabı’nda birçok Rüyayı gören eğer ilkel bir büyücü olsaydı bu boynuzlu hayvandan söz edilm ektedir. Ama b un ­ rüyaların ölüm, dirilme ya da yeniden yaratılma, lar, en önem lileri canavar olsa bile (Canavar an­ dünyanın orijini gibi felsefi motiflerin görünebilir lamına gelen Yunanca drakon sözcüğü, kelime varyasyonları olduğu düşünülebilirdi. Am a bu tür anlamıyla yılan dem ektir) hep dört ayaklıdır. rüyalar, kişisel d üzeyden yorum lanmak istendi­ Boynuzlu yılan, 16. yüzyılın Latin simyasında, ğinde um utsuzca zorlaşır. Bunlarda kuşkusuz Merkür’ün ve cıvanın simgesi ve Kutsal Üçlüğün “kolektif resim ler” vardır ve ilkel kabilelerde er­ karşıtı olarak, Q uadricornutus Serpens kekliğe geçişten ö n ce anlatılanlarla belirli bir (D ört boynuzlu yılan) adıyla görülür. Am a benim sapta­ analojileri bulunm aktadır. Bu d ö n e m le rd e o yabildiğim kadarıyla bu bilgi yalnızca bir yazarda gen çlere tanrıların işleri ya da hayvanlan yara­ bulunmaktadır ve bu çocu ğu n onu tanıma olasılı­ tanlar anlatılır, dünyanın ve insanların nasıl yara­ ğı da yoktu. tıldığı, dünyanın sonunun mutlaka geleceği ve İkinci rüyada kesinlikle Hıristiyanlık dışı olan ölüm ün ne dem ek olduğu öğretilirdi. Hıristiyan ve bilinen değerlerin tersine çevrilmesini, örn e­ cem aatlerde de gen çlere aşağı yukarı benzeri bir ğin cen n ette putperestlerin danslarını, ceh e n ­ öğretim verilir. Ama insanların çoğu bu şeylerin n em de iyilik yapan m elekleri içeren bir m otif b u ­ üzerinde ancak yaşlandıklarında, ölüm yaklaştı­ lunmaktadır. Bu simge moral değerlerin göreceli­ ğında yeniden düşünürler. ğini gösterm ektedir. Bu çocu k , N ietzsche’ııin d e­ Küçük kız tesadüfen her iki duruma aynı anda Küçük kızın düşlerinde (s 69 ), ilkel olgunluk [örenlerinde gençlere verilen dersleri andıran yaratılış, ölüm ve yeniden doğuş simgeleri var. Bir N a v a h o töreninin sonu: Kadınlığa adım alan bir genç kız, meditasyon için çöle gidiyor (solda). Ö lüm ve yeniden doğuş simgeleri, yaşamın sonunda, ölümün gölgesi düştüğünde görülen rüyalarda d a ortaya çıkar. G o ya 'n ın son tablolarından biri: Karanlıktan çıkan g a rip figür, belki bir köpek, ressamın ölüm sezgisi olarak yorum lanabilir Birçok mitolojide, köpek, ölüler diyarına götüren kılavuz olarak ortaya çıkar (sağda). girmişti; ergenliğe ve aynı zamanda yaşamının s o ­ yanda bir mezar, öbür yanda yeniden diriliş, yani nuna yaklaşmaktaydı. Normal bir yetişkin yaşa­ ölüm den sonsuz yaşam a geçiş temsil edilm ekte­ mının başlangıcını işaret eden çok az şey vardır, dir. hatta hem en hiç yoktur; ama yok olm a ve yen i­ Ç ocuğa düşlerin verdiği fikirler bunlardı. Bun­ den var olm a konusunda birçok anlatım bulun­ lar ilkellerin erkekliğe geçiş törenlerinde ya da maktadır. Rüyaları ilk okuduğum da gerçekten Zen Budizm ’inin Koan’larıııda olduğu gibi, kısa yaklaşan bir felaketin habercisi oldukları duygu­ öyküler halinde bir ölüm e hazırlıktı. Böyle bir sunu aldım. Bunun neden i çok özgün telafi ka­ m esaj, sıkı Hıristiyan öğretisine yabancıdır. Eski rakteriydi. Buna sim gelerden varıyordum. Bu, bu ilkel düşüncelere daha yakın durmaktadır. K ö­ yaşlardaki bir kız çocuğu n un bilincinden bekle­ kenlerinin, tarihi gelenek dışında tarih öncesi nebileceklerin tam tersiydi. çağlardan beri yaşam ve ölüm üzerine felsefi, di­ Bu rüyalar yaşam ile ölüm ün yeni ve oldukça ürkütücü bir yönünü açmaktadır. Böyle resimler ni spekülasyonları beslem iş olan, çoktan unutul­ muş psişik kaynaklarda olduğu anlaşılıyor. yaşamını geriye doğru gözd en geçiren bir ihtiyar­ Her yeni doğan hayvanın bireysel olarak yen i­ dan beklenebilirdi. Am a normal olarak ileri doğru den kazanmak zorunda olmasını d ü şü n em eyece­ bakan bir çocuktan hiçbir zaman beklenem ezdi. ğimiz içgüdüler gibi, insan ruhunda da kalıtsal A tm osfer eski Romalıların bir atasözünü anımsa­ olarak, doğuştan kazanılmış kolektif tasavvur m o ­ tıyordu: “Yaşam kısa bir düştür.” Ç ocuğun yaşa­ delleri vardır. Böyle tasavvur m odellerine ilişkin mı, Romalı şairin dediği gibi Ver Sacrıım V oven- duygusal belirtiler de yeryüzünün her yerinde dum (ilkbahar kurbanının adağı) gibiydi. D en e­ aynıdır. Bunları hayvanlarda bile saptayabiliriz. yimler, ölüm ün fark ed ilem eyen yakınlığının, kur­ Hatta hayvanlar birbirlerinden farklı türlerden ol­ banın yaşamı ve rüyaları üzerine bir A dum bratio salar bile, birbirlerini bu bakımdan anlayabilmek­ (vaktinden ön ce düşen g ölg e) düşürdüğünü g ö s ­ tedir. Ya karmaşık işlevleri olan böcek ler? Çoğu teriyor. Hıristiyan kiliselerinde bile mihrapta bir kendi ana babalarını bile tanıyamazlar dahası kendilerine bunu ö ğ retecek kimseleri de yoktur. Öyleyse, insanın spesifik içgüdüleri olmayan ve psikesinde gelişm esinden hiçbir iz kalmamış tek canlı olduğunu mu düşünelim ? Am a psike bilinçle eş değerli alınırsa o zaman, insanın bom boş bir psike ile dünyaya geldiği ve ileriki yıllarda da deneyim lerinden başka hiçbir şey içerm eyeceği hatasına kolayca düşülebilir. Ama psike bilinçten farklı bir şeydir. Hayvanların az bir bilinci vardır ama birçok uyaran ve reaksi­ yondan, bir psikeleri olduğu anlaşılabilir. İlkel in­ sanlar da nedenini, anlamını bilm edikleri birçok şeyi yapabilm ektedirler. Aslında birçok uygar in­ sana Noel ağacının ya da paskalya yumurtasının n ered en çıktığını, ne anlama geldiğini sorm ak b o ­ şunadır. Onlar da birçok şeyi, nedenini bilm eden yapıp durmaktadır. Ben daha çok, bu tür şeylerin ön ce yapılmaya başladığını, anlamlarının ancak Böyle bir insan, bu ıstırap anını ebediyen aklında çok sonradan düşünüldüğünü sanıyorum. Psiko­ tutacaktır. log, aslında zeki olan ama bazen hiç açıklanama- İnsanın bilincinin gelişm esinin nedeninin bu yacak davranışlarda bulunan, ne dediklerini, ne tür deneyim ler olup olmadığını bilmiyoruz. Ama yaptıklarını bilm eyen bir sürü insan görüp dur­ kuşkusuz ki, insanları uyandırmak, ne yapmakta maktadır. Bu kim seler kendilerinin de hiçbir olduklarına dikkatlerini toplamak için buna b en ­ açıklama bulamadığı birtakım akıldışı uyaranların zer güçlü duygusal şoklar gereklidir. 13. yüzyılda etkisi altına birdenbire giriverirler. yaşamış bir İspanyol soylusu olan Ramon Lull’un Yüzeysel bakıldığında böyle reaksiyonların, öyküsü oldukça ünlüdür. Uzun uğraşlardan son ­ uyaranların çok kişisel türden olduğu sanılabilir. ra, hayran olduğu bir hanımdan gizli bir randevu Bu yüzden bunları anormal davranışlar olarak koparabilmişti. Buluştuklarında kadın hiç ses çı­ ayırıyoruz. Oysa gerçek te, bunlar ön ced en belir­ karmadan elbisesinin önünü açmış ve kanserden lenmiş olan ve daima hazır bulunan bir içgüdü harap olm uş olan göğsünü gösterm işti. Bu şok sistem ine aittirler. Bu da insanlar için karakteris­ Lull’un yaşamını baştan başa değiştirdi. Daha tiktir. Düşünce formları, genel olarak anlaşılabi­ sonra m ükem m el bir teolog, kilisenin en önemli len jestler ve daha birçok davranış, insanoğlu b u ­ m isyonerlerinden biri oldu. Böyle ani değişim du ­ nu yansıtabilecek bir bilinç geliştirm eden çok ö n ­ rumlarında çoğunlukla, bir arketipin uzun süre­ ce düzenlenm iş bir m odeli izler. Hatta insanın den beri bilinçdışıııdan etkilediği, krize yol açan yansıtma yeteneğinin, güçlü duygusal yaşantıla­ durum u da ustaca hazırlamış bulunduğu gösteri­ rın sonucu olduğu bile tahmin edilebilir. Yalnızca lebilir. bir temsil olarak, kötü giden bir balık avının ver­ Bu tür deneyim ler arketip m odellerinin yalnız diği ölke ve düş kırıklığı sonunda biricik oğlunu statik formlar değil, tam tersine dinamik faktörler b oğu p öldüren, hem en ardından da derin bir acı olduğunu, kendilerini içgüdüler kadar anlık uya­ içinde küçük çocuğu n cansız cesed in e sarılan bir ranlarla belli ettiklerini gösterm ektedir. Rüyalar, Avustralya yerlisini gözünüzün önüne getirin. hayaller, düşünceler birdenbire ortaya çıkabilir. Bir yılan (lanrı Asklepios'un simgesi) bir adam ın omuzunu ısırıyor (solda) ve tanrı omuzu iyi ed iyo r (en solda). Konslanlin (Italyan resmi, 1 4 6 0 ) kendisini Roma İmparatoru yap an savaştan önce uyuyor. Düşünde İsa'nın simgesi olan bir chi-ro (sağda) görmüş ve bir ses "Bu işaretle yeneceksin." demişti. O d a bu işareti kendi arması yapmış, savaşı kazanmış ve böylece H ıristiyanlığa ihtida etmişti (en sağda). Ne kadar dikkatle aranırsa aransın nedenleri de çok yeniydi. Hasta, hekiminin hasta olduğu ve bulunamayabilir. Kuşkusuz ki bir n edenleri var­ hastaneye yattığı dışında bir şey bilm iyordu. Üç dır, ancak o kadar uzakta ve karanlıkta kalmıştır hafta sonra hekim öldü. ki artık tanmamamaktadır. Bu durum da ya anla­ Bu örneğin de gösterdiği gibi rüyaların tahmi­ mım yeterin ce anlayıncaya ya da bir dış olay rü­ ni bir yön ü de olabilir ve bu dikkate alınmalıdır. yayı açıklaym caya kadar beklem ekten başka çare Özellikle önem li olduğu belli olan bir rüya, açıkla­ yoktur. yıcı bir içerik taşımadığı zaman bu düşünülm eli­ Rüya anında bu olay henüz g elecek te yatm ak­ dir. Bu tür rüyalar durup dururken ortaya çıkar, tadır. Ama bilinçli düşüncelerim iz sık sık g elecek ­ buna neyin n eden olduğu da anlaşılamaz. İçinde le, gelecek tek i olasılıklarla nasıl m eşgul oluyorsa, gizli olan m esaj anlaşılabilirse elbette n eden i an­ bilinçdışı ve rüyalarımız da öyledir. Uzun zaman laşılabilir. Çünkü, bir şeyden haberi olm ayan yal­ rüyaların tem el işlevinin gelecek ten haber ver­ nız bilincimizdir. Bilinçdışının çoktan haberi ol­ m ek olduğuna inanılmıştır. Eskiçağlardan orta­ duğu bellidir ve vardığı sonuçlar rüyada ifade çağlara dek rüyalar tıbbi tahm inde rol oynam ış­ edilmiştir. O halde bilinçdışı da tıpkı bilinç gibi lardı. Daldisli A rtem idorus’un İsa’dan iki yüzyıl gerçekleri in celey ecek , sonuçlar çıkarabilecek sonra anlattığı eski bir rüyadaki tahminim ben durumdadır. Belirli verileri kullanır, tam da biz m od ern bir rüyada ispatlayabildim. Adam ın biri fark etm ediğim iz için olası sonuçları ön ce d e n b e ­ babasının yanan bir evd e yanarak öldüğünü g ö ­ lirtir. rür. Kısa bir süre sonra kendisi, zatürreeden kay­ Rüyalar sayesinde saptayabildiğimiz kadarıyla naklandığım sandığım bir phlegm one (a teş) s o ­ bilinçdışı kendi düşüncesini içgüdüsel olarak sür­ nucunda ölür. dürüyor. Bu ayrım önemlidir. Mantıksal analiz bi­ Meslektaşlarımdan biri ölüm cül bir kangrenli lincin yetkesindedir; seçim lerim izi akıl ve bilgiyle ateşle, yani phlegm one ile hastalanmıştı. Onun yaparız. Buna karşılık bilinçdışı en başta içgü d ü ­ eski hastalarından biri rüyasmda bu hekim in b ü ­ lerle yönlendiriliyor gibidir. Bu da buna uygun yük bir yangm da öldüğünü gördü. O sırada bu h e ­ düşünce biçim leri, yani arketiplerde kendini g ö s ­ kim hastaneye yeni yatırılmıştı, hastalık henüz term ektedir. Bir hastalığın seyrini tanımlamak İs­ ınsan vücudu sıklıkla ev olarak gösterilir. 18. yüzyıldan bir İbrani M * »d» J ? r İH»* I **41 ansiklopedisinde bir ev ve bir vücut yan yan a karşılaştırılıyor: Kuleler kulakları, pencereler gözleri, bir fırın T?* i m ideyi gösteriyor (solda], James Thurber'in bir karikatüründe bir kılıbık evini ve eşini tek varlık olarak görüyor (sağda]. I.nyen bir hekim “ enfeksiyon ” ya da “ateş” gibi Kişisel kom pleksleri tek yönlü ya da yanlış bilinç rasyonel kavramlar kullanmak zorundadır. Rüya yönelişlerinin telafisi olarak kabul ediyoruz. Bu­ İse daha şairanedir. Hasta vücudu kişinin evi, ate- nun gibi dinsel m itler de insanlığın açlık, savaş, $i de evi yok ed en yangın olarak sunar. hastalık, yaşlılık ve ölüm gibi acıları, korkuları Bu rüyanın gösterdiği gibi arketipsel zihin, du­ için bir tür ruhsal terapi gibidir. rumu zamam nda A rtem idoru s’un yaptığı gibi ele Örneğin evrensel kahraman miti daima cana­ almıştır. Az çok bilinm eyen bir doğası olan şey, var, yılan, cin, u cu b e vb biçim inde görü nen kötü ­ bılinçdışı tarafından ele alınır, arketipsel bir çalış­ yü yenen, halkını mahvolm aktan ve ölüm den kur­ maya tabi tutulur. Büincin uygulayacağı son uç çı­ taran bir güçlü insandan ya da tanrı-insandan söz karma yerine, arketipsel ruh bir ön ced en görm e etm ektedir. Kutsal m etinlerin anlatılması ya da işi yapar. O halde arketiplerin kendi inisiyatifleri, törensel olarak yinelenm esi, böyle bir kahraman enerjileri bulunmaktadır. Bu gü çler onların (k en ­ figürünün dans, şarkılar, dualar ve kurbanlarla di sim gesel stillerinde) anlamlı bir yorumlama yüceltilm esi izleyicileri gizem li bir büyü gibi sa­ yapmalarım, kendi uyaranlarıyla herhangi bir du ­ rar, b öylece bireyleri kendilerini kahramanla ö z ­ ruma karışabilmelerini sağlamaktadır. Bu açıdan, deşleştirm eye doğru yüceltir. kom pleksler gibi iş görm ektedirler. Canları iste­ Böyle bir durum u inananların gözleriyle g ö r­ diği gibi gelip gitm ekte, bilinçli planlarımızı karış­ m eye çalışırsak belki alelade insanın bu yoldan tırıp engellem ekte ya da değiştirm ektedirler. kendi güçsüzlüğü ve sefaletinden nasıl kurtuldu­ Arketiplerin özgül enerjilerini, onlara yoldaş­ ğunu, hiç değilse bir süre için, hem en hem en in­ lık eden özgün hayranlık yaşandığında fark e d e ­ sanüstü özelliklerle donandığını anlayabiliriz. Ç o­ biliriz. Arketiplerin sanki bir büyüsü varmış gibi­ ğu zaman böyle bir inanç onu uzun bir süre için dir. Böyle bir özellik kişisel kom plekslerde de g ö ­ dik tutacak, yaşam m a belli bir biçim verecektir. rülür. Tıpkı arketiplerin bireysel öyküleri bulun­ Hatta bu bütün toplum düzeni için d e örnek ola­ duğu gibi, kolektif kom plekslerin de arketipsel bilir. Bunun ilginç bir örneği ancak Hıristiyanlık döküm leri vardır. Am a kişisel kom pleksler kişisel çağında, 7. yüzyılda söndürülebilm iş olan Eleusis bir tutumdan başka bir şey üretem ezken, arke- gizemleridir. Bunlar, Delfi kehanetleriyle birlikte tipler bütün milletleri, tarihin çağlarını karakteri- eski Yunan’ın kültürünü, ruhunu oluşturmaktay­ ze eden efsaneler, dinler ve felsefeler yaratırlar. dı. Çok daha büyük bir ölçek te olmak üzere Hıris- Arketiplerin etkinliği insanları kolektif hareketlere yönlendirm ede kullanılabilir. N a zile r bunu biliyorlardı ve halkı kendi davalarına kazanm ak için Teuton mitlerini kullanıyorlardı. Hitler'i kahraman bir haçlı şövalyesi olarak gösteren bir pro p a g a n d a resmi (en sağda). Hitler G en çliği'nin bir gündönümü şenliği; putperest bir şenliğin yeniden canlandırılışı (sağda). Bir çocuğun yaptığı bir noel resmi d e iyi bilinen mum ağacını gösteriyor (en üstte]. Yeşil kalan a ğ a ç, kış gündönümü şenliği simgesiyle "yeni yıl"ın (Hıristiyanlığın yeniçağının) M esih'le birleşimidir. Haç, ortaçağın Italyan freskindeki g ib i çoğunlukla a ğ a ç olarak görülür; Mesih iman a ğ a c ın d a çarm ıha geriliyor (solda). Hıristiyan törenlerinde mumlar, İsveç'in Santa Lucia şenliklerinde olduğu g ib i, tanrısal ışığı simgeler (üstte). liyanlık dönem inin kendisi de gerek adını gerek ­ bollere ilişkin, bizden ön ceki birçok kuşakdaıı da­ se önem ini, kökeni arketipsel Osiris-I lorııs mitin­ ha fazla şey bilm ekteyiz. İlk çağlarda insanlar de olan antik tanrı-iıısan mitine borçludur. kendi simgeleri hakkında hem en hiç düşünm ü­ Genellikle tem elde yatan mitolojik fikirlerin, tarih ön cesi çağlarda usta bir filozof ya da p e y ­ yorlardı. Onlar yalnızca yaşıyorlardı ve bu sim ge­ lerin içeriğinden h eyecan duyuyorlardı. gam ber tarafından “icat edilm iş” olduğu, daha Bunu Afrika’da, Elgoıı Dağı yerlilerinde izledi­ sonra buna, kolay kabullenen, eleştirel yaklaşma­ ğim bir olguyla gösterm ek istiyorum. Her sabah yan halk taralından inaıulageldiği sanılır. A yrıca şafak sökerken kulübelerinden çıkıyor, avuçları­ güç arayan bir ruhban grubunun anlattığı öyk üle­ nın içine hohlııyor ya da tükürüyor sonra da rin “ge rçe k ” olm ayıp sad ece “dilek-dtişünce” ol­ avuçlarını güneşin ilk ışıklarına karşı tutuyorlar­ duğu da söylenir. Am a “icat” sözcü ğü de g erçek ­ dı. Sanki soluklarını ya da tükürüklerini yükselen te bir şeyin arayarak bulunması demektir. Bu da tanrıya sunuyor gibiydiler. Güneş M ungu’ydu. Bu sonunda bulunan bir şeyin varlığının ön ced en bi­ Swahilice sözcük, Polinezyaca bir sözcü k olan linmesi gerekliliğine işaret eder. Mana ya da Mıılungu’dan gelm ektedir. Bu ve b en ­ Gene küçük kızın rüyalarındaki garip düşü n ce­ zeri anlatımlar olağanüstü etkisi, kalıcılığı olan lere dönelim. Çocuğun bunları düşünerek çıkar­ bir “g ü ç”ü anlatmaktadır. Mımgu sözcü ğü Allah mış olması olanaksızdır. Çünkü bunları bulduğun­ ya da tanrı ile de eşanlamlıdır. Kendilerine bunu da şaşırmaktadır. Bunlar ona daha çok soıı derece neden yaptıklarını sorduğum da “Her zaman b ö y ­ özgün, beklenm edik öyküler gibi gelm ekte, çok il­ le yaparız. Güneş doğarken böyle yapılır.” d e ­ ginç bulduğu için de babasına Noel armağanı ola­ m ekle yetindiler. Bunun mantıki son ucu olarak rak verm ektedir. Böylelikle küçük kız bu rüyaları güneşin Mımgu olup olmadığı sorulduğunda, gü ­ bizim yaşayan Hıristiyan gizlerimizin alanına sok­ neşin Mııngıı olmadığını, güneş doğuşunun Mıııı- maktadır. Efendim iz İsa’nın doğuşu, daima yeşil gu olduğunu söyleyip güldüler. kalan ağaçla karışmış olarak, yeni doğm uşun ışığı­ Yerlilerin ne yaptıkları, kendilerine değil ama nı taşımaktadır (Bu 5. rüyadadır). Mesih ile ağaç bana apaçıktı. Onlar anlamı üzerinde hiç düşün­ simgesi arasında her ne kadar tarihsel ipucu var­ meksizin bir şey yapıyorlardı, bu yüzden de bana sa da küçük kızın ebeveynine İsa’nın doğuşunu açıklayamıyorlardı. Ben onların kendi ruhlarını yanan mumlarla süslü bir ağaçla kııl,lamanın ne Mııngıı’ya sunduklarını sanıyorum. Çünkü soluk anlama geldiği sorulsaydı herhalde oldukça şaşı­ ya da tükürük, ruh ana m addesi anlamını taşır. Bir rırlardı. Belki de “aman, işte öyle bir Hıristiyan şeye üflemek ya da tükürm ek büyülü bir etkiye adeti” derlerdi. Daha derine inen bir yanıt için an­ sahiptir. Örneğin İsa körlerin gözünü açmakta tü­ tik “ölen tanrı” sem bolleri, buradan da “büyük kürüğünü kullanır. Bazı kabilelerde oğul, ölen ba­ ana” kültü ve 0111111 simgesi olan ağaç gibi açıkla­ basının son nefesini soluyarak içine alır. B 11 Afri­ malar gerekirdi. Bu da bu karmaşık sorunun an­ kalı yerlilerin, ço k eski geçm işte bile kendi tören­ cak bir yönünü açıklayabilirdi. lerinin anlamı üzerinde daha fazla bir şey bildikle­ Bir “kolektif resm in” ya da kilise diliyle söy le­ ri pek düşünülem ez. Onların ataları da m otifleri­ yecek olursak “dogm anın” köklerini 11e denli ya­ nin çok fazla bilincinde değillerdi, yaptıkları üze­ kından incelersek, arketipsel m odellerden örülü rinde sonrakiler kadar bile düşünmüyorlardı. sonsuz örgüyü o denli iyi görebiliriz. Bu ancak G oeth e’ııiıı Faust’u büyük bir isabetle “ Evvela son zamanlarda bilinçli yansıtmaların konusu ola­ edim vardı!” diyor. E dim ler bulunmaz, edilirler. bilmiştir. Çelişkili olarak biz bugün mitolojik sem ­ D üşünceler ise buna göre insanlığın oldukça g e ç bir buluşudur. İnsan ö n ce bilinçdışı faktörlerle E lbette insan yeni zamanlarda artık istediği yapıp etm eye yönelm iş, ancak çok sonra hareket gibi kullanabildiği belli bir istenç gücü kazanmış nedenleri üzerinde düşünm eye başlamıştı. Onun, bulunuyor. Artık çalışm a tem posuna girm ek için aslında kendi başına hareket ediyor olduğu gibi şarkılarla, davullarla hipnotize olmayı beklem i­ gülünç bir inanışa sahip olunması çok uzun za­ yor. Hatta artık ilahi yardım alabilmek için gün­ man sonrasına rastlar. delik bir duadan bile vazgeçebilm ektedir. Buna Bir bitkinin ya da bir hayvanın kendi kendisi­ karşılık ilkel insanlar adım atarken bile batıl ni icat etmiş olduğu gibi bir iddiaya gülüp g e ç e ­ inançlarla, korkularla ve daha birçok görünm ez riz. Am a kendi psikelerini ya da kendi ruhlarını dirençlerle engellenm iş görünm ektedirler. “İs­ kendilerinin yaratmış olduğunu düşünen birçok ten ç olunca bir yol bulunur” sözü ise m odern in­ insan vardır. Ruh, doğası gereği bugünkü bilinçli- sanın batıl inancı haline gelmiş bulunuyor. lik durumuna gelişmiştir; tıpkı bir palamutun bir Bugünkü insanın tanrıları ile cinleri sad ece m eşe ağacına gelişm esi ya da dinozorlardan m e­ yeni isimler almışlardır. Aslında yitmiş değiller; melilerin gelişm esi gibi. Ruhun gelişimi çok uzun tersine onu huzursuzluk şeklinde, psişik kom pli­ bir süre almıştır, hâlâ da gelişm eye devam etm ek­ kasyonlar halinde, haplara, alkole ve tütüne d o ­ tedir. Bu oluşum için yalnızca dış uyaranlar değil, yurulmaz bir ihtiyaç olarak, her şeyd en önemlisi aynı zamanda iç güçlerle, gelişim tarafından da de birçok nevrozla izlem ektedirler. m otive edilmekteyiz. Bu iç güçler, bilincin denetim inde olmayan bir kaynaktan fışkırmaktadır. Eski çağların m itoloji­ lerinde bu güçlere ruhlar, cinler ya da tanrılar adı Soluğun büyülü özelliklerine inancın iki örneği: Bir Zulu büyücüsü, inek boynuzundan kulağına (ruhları kovmak için) üfleyerek bir hastayı tedavi ediyor verilmekteydi. Bunlar bugün de her zamanki gibi (altta solda). Bir ortaçağ yaratılış resmi etkindirler. Ama biz kontrolü elim izden alan bir­ tanrının A dem 'e yaşam üflediğini takım güçlerin elinde bulunduğum uzu hiçbir za­ gösteriyor (sağda). 13, yy'd a n bir Italyan man kabul etm ek istem iyoruz. tablosunda İsa bir körü tükürükle iyileştiriyor (altta). insanın ruhu Bugün bilinçlilik dediğim iz şey, içgüdülerden ya­ Bu bölünm üş psikolojiye bir örnek olarak bir vaş yavaş ayrılmıştır; ama bu içgüdüler de tüm ­ alkoliğin olgusunu anımsıyorum. Belli bir dinsel den yitip gitmiş değildir. Yalnızca bilincimizle iliş­ hareketin yüceltici etkisine girmişti. Durum ken­ kilerini yitirmişlerdir, bu yü zden de kendilerini disini o denli hayranlık duygusuyla doldurm uştu dolaylı yollardan g ö sterm ey e zorlanm ışlardır. ki alkol bağımlılığını tüm üyle unutmuştu. G örü­ Kendilerini bir nevroz olgusunda bedensel sem p ­ nüşe göre m ucizevi şekilde İsa tarafından iyileşti­ tom lar yoluyla olabileceği gibi, anlaşılamayan ke­ rilmiş bulunuyordu. Böylelikle ilahi affın ve söz yifsizlikler, unutkanlıklar ya da konuşm ada yapı­ konusu dinsel örgütün etkinliğinin çok uygun bir lan yanlışlarla da gösterebilirler. tamğı haline gelmişti. Ne var ki topluluk önünde İnsan gerçi kendi ruhuna egem en olduğunu birkaç hafta itiraflarda bulunduktan sonra h e y e ­ sanmaktadır. Ama ruh hali ve duygularına e g e ­ canı azalmaya başladı, bir parça alkollü içki uy­ m en olamadığı, bilinçdışı faktörlerin sayısız gizli gun gibi görünüyordu ve b ö y le ce yeniden içm eye yollardan kararlarına sızdığını fark etm ediği süre­ başladı. Bu kez örgüt, bu olgunun patolojik oldu­ ce muhakkak ki kendisinin egem eni değildir. Bu ğu, İsa’nın bu işe karışmasının uygun olmadığı so ­ bilinçdışı faktörler varlıklarını arketiplerin özerk ­ nucuna vardı. A dam cağız ondan sonra bir kliniğe liğine borçludur. M odern insan kendi ikiye b ölü n ­ kaldırıldı. B öylece kendisini ilahi bir iyileştirici müş durumunu görm ek zorunda kalmaktan sis­ değil, bir hekim tedavi altına alabildi. Bu, m o­ temli bir şekilde kaçınmaktadır. Dış yaşamın b e ­ dern, “kültürlü” insan zihninin biraz daha yakın­ lirli bölgeleriyle kendi davranışları eşit şekilde ay­ dan incelem eye değen bir yüzüdür. Burada alarm rı çek m ecelerd e tutulmakta, hiçbir zaman da bir verecek d e re ce d e dağınıklık ve psikolojik şaşkın­ araya getirilm em ektedir. lık bulunmaktadır. Bir an için insanlığı tek bir b irey olarak düşü­ dünyayı yalnızca karşımızdakilerin haksız olduğu nürsek, onun da tıpkı bireyler gibi bilinçdışı g ü ç­ konusunda kandırmaya çalıştığımız sü rece de öy­ lerden etkilendiğini görürüz. İnsan ırkı da belli le kalacaktır. Kendi gölgem izi ve onun kötülükle­ sorunları ayrı çek m ecelerd e saklı tutar gibidir. İş­ rini tanımaya gerçek ten ciddi olarak çalışmak çok te tam da bu yü zd en ne yaptığım ızı çok iyi düşün­ daha akıllıca olurdu. E ğer gölgem izi, yani varlığı­ meliyiz; çünkü hepim iz kendi yarattığımız ölüm ­ mızın karanlık yanım görebilirsek her türlü ahla­ cül tehlikelerin tehdidi altındayız. Dünyamız tıp­ ki ve ruhsal ayartmaya karşı bağışık hale gelebi­ kı nörotik bir insan gibi dağıtm ış durum dadır; D e­ lirdik. Olayın şimdiki durum uyla her türlü hasta­ mir P erde sim gesel ayrım çizgisini oluşturuyor. lığa açığız, çünkü biz de tamam en onlar gibi yapı­ Batılı insan D oğu ’nun saldırgan gü ç istenci karşı­ yoruz. Ancak biz bu durum da, iyi tavır örtüsü al­ sında kendisini olağanüstü savunma önlem lerine tında ne yaptığımızı ne görm eye ne de anlamaya zorunlu saymakta, ayın anda kendi ahlakı ve iyi niyetli olduğum uzdan, daha da geri durumdayız. değerleri ile gururlanmaktadır. Kom ünist dünyanın elinde büyük bir mit bulu­ Ama bu arada k en di güzel tavırları ardında nuyor. Buna aldanma adını veriyor, yalnızca bu sakladığı günahının^ kom ünist dünya tarafından yargımızla da onu d e f edeceğim izi um uyoruz. Bu sistemli olarak yü zü n e çarpılacağını fark etm iyor. mit her şeyin bolluk, berek et halinde olduğu, b ü ­ Batının gizlice, biraz da utanarak katlandıkları yük, adaletli ve akıllı bir sahibin herkesi bir çocu k (diplom atik yalanlar, sistematik şaşırtmalar, ör­ yuvasındaki gibi yönettiği bir altın çağ ya da ce n ­ gütlü tehditler) ^Doğu’da bütün çıplaklığıyla gün net hakkmdaki arketipsel düştür. Bu kudretli ar- ışığına çıkarılıyor. Batılı insana Demir P erd e’nin ketip infantil bir biçim de ele alınmıştır ama sırf ötesin den kendi kötü gölgesi sırıtıyor. bizim daha üstün olan durumum uzla karşı karşı­ Batı toplam larındaki on ca insanın çaresizlik ya kaldı diye ortadan kaybolmaz. Hatta biz onu duygusunu açıklayan durum budur. Onlar zorluk­ kendi çocuksuluğum uzla destekliyoruz bile. Çün­ larımızın aslında ahlaki türden olduğunu, bu zor­ kü bizim Batı dünyam ız da aynı m itolojinin elinde lukları n ükleer silahların artırılmasıyla ya da ek o­ bulunuyor. Farkında olm adan biz de bir refah nom ik yarışm a yoluyla çözem eyeceğim izi yavaş devletine, dünya barışma, insanların eşitliğine, yavaş anlam aya başlamış bulunuyorlar. Çoğum uz insan haklarına, adalete, gerçeğ e ve -b u n u ister­ m oral v e ruhsal çarelerin daha etkili olabileceği­ seniz pek yüksek sesle söylem eyelim - yeryüzün­ ni, çünkü bunların bizi durm adan artan enfeksi­ de tanrının egem enliğine inanıp duruyoruz. yon a karşı bağışık hale getirebileceğini anlayabi­ liyoruz. Acıklı g erçek ise insanların yaşamının g e c e ve gündüz, d oğu m ve ölüm , mutluluk ve sefalet, iyi Yine de bütün bu tür girişimlerin tekil olarak ve kötü gibi uzlaşm az karşıtlıkların karmaşık bir işe yaramadığı anlaşılmıştır. Kendimizi ve bütün kom pleksinden ibaret olduğudur. Üstelik bunlar­ dan herhangi birinin günün birinde karşıtına ga­ lip gelip gelm eyeceğini d e bilem iyoruz. İyinin k ö ­ tüye, sevincin acıya galip geleceğin den emin d e ­ ğiliz. Yaşam bir savaş alanıdır, öyle de kalacaktır; öyle olm asaydı hiçbir şey varlığını sürdürem ezdi. "D ünyam ız nörotik bir insan g ib i dağıtm ıştır." Berlin Duvarı. Eski Hıristiyanları bu dünyanın yakında sona ereceğim um m aya ya da Budistleri bütün d ün ye­ vi isteklerden, hırslardan vazgeçm eye özendiren Her toplumun, arketipsel cennel ya da bir zaman olduğuna ve gene olacağına inanılan altın ça ğ tasarımı kendinindir. 19. yy'dan bir Amerikan resmi, geçmiş bir ütopyanın tasarımını anlatıyor. W illia m Penn ile yerliler arasında 1 6 8 2 'd e anlaşmanın yapılışını gösteriyor. Her tarafında uyum ve barış olan ideal bir manzara (solda). Ütopik bir düşüncenin temsili: Bir M oskova parkındaki afiş, Rus halkını geleceğe doğru götüren Lenin'i gösteriyor (sol altta). ^w:S ' 15. yy'd a n bir Fransız resminde, çevrili (ve şato benzeri) Eden bahçesi ve Adem ile H avva'nın cennetten kovuluşu (üstle). C ranach'm bir resminde ilkel nitelikte bir altınçağ (Adı: "Yeryüzü Cenneti") (sağda). 16. yy Flaman ressam Brueghel'in "C okaygne Ülkesi", bir efsanevi duyumsal tadlar ve rahat yaşam ülkesi (en sağda). (O rtaçağ Avrupasında, özellikle a ğ ır iş gören köylüler ve serfler arasında, buna ilişkin birçok öykü anlatılırdı.) işte tanı da bu çatışmadır. Bu tem el anlayış, her Çok eski zamanlardan beri insanların bir yü ce iki dinin de büyük bölüm ünü oluşturan ve dünya­ varlığa (bir ya da birkaç) ve ölüm den sonraki bir yı yadsıma fikrini bir d erecey e kadar değiştiren dünyaya ilişkin düşünceleri vardı. A ncak bugün özgün moral varsayımlarla, uygulamalarla bağ- bu tür düşü n celer olm adan da yaşayabilecekleri­ lantılandırılamasa, insanları d ü p ed ü z intihara ni düşünüyorlar. Tanrının gizli tahtını bir radyo yönlendirebilirdi. teleskopla keşfedem ediğim iz, sevgili ebeveynim i­ Bunu özellikle vurgulamaya çalışıyorum, çü n ­ zin az çok beden sel biçim leriyle hâlâ yakınları­ kü zamanımızda her türlü dine güvenini yitirmiş m ızda bulunduklarına inanmadığımız için, insan­ milyonlarca insan bulunmaktadır. Bu insanlar lar böyle varsayımların saçm a olduğunu düşünü­ dinlerini artık hiç anlayamıyorlar. Yaşam din o l­ yorlar. Oysa bu tür kavramlar ilk çağlardan beri madan da hiç bozulm adan sürüp gittiğinden, bu insanların yaşamlarına yoldaşlık etmişlerdir. Bu­ kayıp hem en hiç fark edilm eden kalıyor. Ne ki gün bile her fırsatta bilincimizi zorlamaktadırlar. acılarla karşılaşıldığında durum değişiyor. O za­ M odern insan belki bunlar otamadan da peka­ man insan bir çıkış aramaya, yaşamın anlamı ile la yapabildiğini ileri sürecek, hatta bunların ger­ şaşırtıcı ve acı deneyim leri üzerinde düşünm eye çekliğine ilişkin hiçbir bilimsel kanıt bulunm adı­ başlıyor. ğını belirterek fikrinde ısrar edecektir. Ya da Psikologlara -b e n im kendi deneyim lerim e gö- inançlarını yitirmiş olmaktan dolayı üzgün oldu ­ r e - Katolikler’deıı çok Protestanlar’m ve Yalmdi- ğunu söyleyecektir. A ncak söz konusu olan, g ö ­ ler’in başvurması dikkat çekicidir. B en ce bu d u ­ rünm eyen, açıklanamayan şeylerdir. Tanrı insa­ rum norm aldir de; çünkü Katolik Kilisesi kendini nın kavrayışını aşar, ölüm süzlük ispat edilem ez. hâlâ Cura Anim arum ’dan (ruhun selâm etiyle ilgi­ O halde kriz durum larında yardım cı oldukları g ö ­ lenm e) sorumlu sayar. Ama bilimsel çağımızda, rülen dahası varolu şu m u za anlam katan bu önceleri teologların alanına ilişkin olan sorular inançlardan neden vazgeçelim ? Ayrıca bu düşün­ psikiyatristlere yöneltilm ektedir. İnsanlar yalnız­ celerin gerçek olmadığını nereden biliyoruz? Ben ca yaşamın anlamına, tanrıya ve ölüm süzlüğe ina- bıı varsayımların aldanışlar olduğunu söylersem ııabilselerdi pek çok şeyin daha kolay olacağını belki birçok kimse beni onaylar. Bu arada anlaya­ hissetm ektedirler. Yaklaşan bir ölüm ün hayaleti madıkları ise dinsel bir görüşün reddinin de en az çoğ u zaman bu tur d ü şü n celere yol açmaktadır. kabulü kadar ispat edilem ez olduğudur. Hangi görüş açısını seçeceğim izd e tümüyle özgürüz; olmayacaktı. Onun anlam dolu yaşamı, onun tan­ hangisi olursa olsun bu keyfi bir karar olacaktır. rının elçisi olduğundan emin olmasına dayanıyor­ Ancak çok yerinde bir ampirik neden bulun­ du. Onda bir büyüklük hezeyanı olduğu da ileri maktadır. İspat ed ilem eyen düşünceleri gen e de sürülebilir; ama böyle bir ifade tarihin tanıklığı ve beslem ek zorundayız. Yani bunlar faydalı oldu k­ daha sonraki kuşakların yargısı karşısında çok larını gösterm işlerdir. İnsan, yaşamına bir anlam solgun kalır. Onu ele geçirm iş olan mit, yaşamına sağlayan, evrende kendisine bir yer bulmasına da olağanüstü bir m enzil kazandırmıştır. yardım cı olan varsayımlara ve inançlara mutlaka Anıa böyle bir mit, bilinçli olarak uydurulm uş muhtaçtır. İnsan, bir anlamı olduğuna kani oldu ­ değil, vuku bulm uş olan sim gelerden oluşur. Tan- ğu zaman dayanılmaz acılara katlanabilir; ancak rı-insan mitini ileri süren İsa değildi. Bu, İsa’nın bütün şanssızlıkların doruğundayken “aptalın bi­ doğum undan ço k yıllar ön ce de vardı. O kendisi rinin uydurduğu bir masal” içinde yer aldığını ka­ de bu sim gesel m otife yakalanmış, bu da onu Na- bul etm ek zorunda kalırsa yıkılır. sıralı bir dülgerin kısıtlı yaşamından daha ileriye Dinsel sim geler insan yaşamına bir anlam v e r­ mektedir. Örneğin P ueblo Kızılderilileri, kendile­ rinin Güneş Baba’nın oğulları olduğuna inanırlar. Bu inanç onların yaşamına, sınırlı varlıklarının çok ötesine ulaşan bir algı kazandırır. Kişilik geli­ şimlerine genişlik sağlar. Onların durumları, bi­ zim uygarlığımızın kendisinin alUakilerden biri olduğunu ve öyle kalacağını, yaşamının anlamsız olduğunu bilen insanının durumuna oranla çok daha doyurucudur. Kendi yaşaımnm daha derin bir anlamı olduğu duygusu insanı, yalnızca almak, verm ek durum u­ nun üstüne yükseltir. Bu duygu yoksa insan za­ vallı ve yitiktir. E ğer Ermiş Paıılus, kendisinin gezgin bir kilim dokuyucudan başka bir şey olm a­ dığının bilincinde olsaydı kuşkusuz ki olduğu kişi G üney A m erika'da kabile geleneğinden bir tekne cenazesi. Kendi kanosuna yatırılan ölüye yolculuğu için yiyecek ve giyecek de verilir. Dinsel simgeler insan yaşam ına bir anlam katar (solda). Antik halklar ölülere gerçi yas tutardı ama inançları ölümün olumlu bir değişim olduğuna güvenlerini sağlıyordu (sağda yası gösteren bir M ısır heykelciği; bir m ezarda bulunmuştur). yiiceltm işti. Mitler ilkel masal anlatıcılarına kadar uzanır, onların düşleri de kendi heyecan verici fantezile­ riyle hareket eden kimselere dayanır. Bu insanlar, daha ileriki çağlarda şairler ve filozoflar olarak ta­ nımlanan kim selerden pek de farklı değillerdi. İlkel masalcılar kendi fantezilerinin kökleriyle fazla ilgi­ lenm ezlerdi. İnsanların bir masalın nereden geldi­ ğini düşünm eye başlamaları çok sonralara rastlar. Buna karşın yüzyıllarca ön ce, eski Yunanistan’da insan aklı, tanrı öykülerinin çoktan ölmüş krallara, kabile büyüklerine ait olduğunu düşünebilecek ka­ dar gelişmişti. O zaman bile mitin söylediği şeyi kastettiğine marnlamayacak kadar olanaksız oldu­ ğu görüşü egem endi. Bu yüzden de herkesin anla­ yacağı biçim e indirgenm eye çalışılmıştı. Daha yakın zamanlarda aynı durum un rüya sem bollerinde nasıl oluştuğunu gördük. Psikoloji­ nin henüz çocukluk çağında bulunduğu yıllarda rüyaların belirli bir önem i olduğunu fark etmiştik. Ama, tıpkı efsanelerinin sad ece rasyonel ya da “norm al” tarihin işlenm esinden ibaret olduğunu düşünen Yunanlılar gibi, bazı ön cü psikologlar da rüyaların, anlatır gibi göründükleri şeyi anlatma­ dıkları kavramını çıkarmışlardı. Oluşturulan re­ simler ile sem boller, bilincin bastırılmış içeriğinin görünür hale geldiği tuhaf biçim lere indirgendiler. Böylelikle bir rüyanın görünüşteki anlatımından başka bir anlam taşıdığı görüşü kabul edildi. Bu kavramı kabul etm ediğim i zaten söylem iş­ tim; bu da beni rüyaların içeriği kadar biçim ini de incelem ek zorunluluğuna götürdü. N eden içerik­ lerinin gösterdiğinden başka bir anlamları olması Bir çocuğun a ğ a ç resmi (üzerinde güneşle). A ğ a ç sık görülen düş motiflerinin en iyi örneklerindendir gerekiyordu? Doğada olduğundan başka bir şey ve birçok çeşitli anlam a gelebilir. olan herhangi bir şey var m ıydı? Rüya doğal ve Büyümeyi, gelişmeyi ya da normal bir şeydir, aslında olduğundan başka bir psikolojik olgunlaşmayı simgeleyebilir; kurban ya d a ölümü şey de ifade etm ez. Talm ud bile “rüya, kendi ken­ temsil edebilir (M esih'in ağ açta disinin yorum udur” diyor. Karışıklık yalnızca rüya çarmıhı), fallik simge o lab ilir vb içeriklerinin sem bolik olmasından, bu yü zden de (üstte). Aynı şekilde haç (sağda) ve bir anlamdan daha fazla anlam içerm esinden ileri gelm ektedir. Sem boller, bizim bilinçli akılla kavra­ yamadığımız bir yön ü gösterm ektedirler. Bunlar lingam (en sağda) g ib i iyi bilinen düş motiflerinin d e aynı şekilde bir dolu simgesel anlamı olabilir. ya bilinçdışı ya da en azından tam bilinç dahilin­ biçim de form üle etm e yeten eğin e de hiç m erha­ de olmayan bir şeylerle ilgilidirler. m et gösterm ezler. Bunun için tıbbi psikologun Bilimsel akıl için böyle olgular can sıkıcıdır; deneyim ine sahip olm ayan kimselerin, psikoloji­ çünkü bunlar zekayı da mantığı da doyuracak b i­ nin bir bilimadaıuınm laboratuvarmdaki dingin çim de form üle edilem ezler. Psikolojide ise bunlar araştırma işlerini bırakıp, gerçek yaşamın aktif hiç de tek ve biricik olan durumlar değildir. Psi­ m acerasına karıştığında başına gelenleri zor bul­ kolojinin tanımlama çabalarından hep kaçan “af- maları çok doğaldır. Bir poligondaki h edefe atış l'ekt” ya da “em osy on ” fenom eni için de bu çok talimleri, savaş alanından ço k uzaktır; hekim ise zordur. Zorluğun nedeni her iki durum da da ay­ g erçek bir savaşın gerçek kurbanıyla uğraşmak­ nıdır: Bilinçdışınm ele alınışı! tadır. Hekim, bunları bilim sel kategoriler içerisi­ Ben doğa bilimlerinin bakış açısını, tam olarak ne yerleştirem ese de ruhsal gerçeklerle ilgilen­ kavranamayan geçek lerle uğraşmanın ne kadar m ek zorundadır. Bu yüzden hiçbir ders kitabı psi­ güç oldıığıım ı bilecek kadar iyi tanıyorum. G er­ kolojiyi sahiden öğretm eyi başaramaz, bu ancak çekler yadsınaıuayacak kadar apaçıktır ama akıl­ gerçek deneyim le öğrenilebilir. cı bir yoldan form üle edilem em ektedir. Bunun Bu nokıayı, iyi bilinen birkaç sem bole daha için aslında ön ce yaşamın kendisinin kavranabil­ yakından bakarsak, daha duru olarak görebiliriz: mesi gerekir; çünkü duyguları ve simgesel düşün­ Hıristiyan dininde “h a ç” , birçok görüşü, d ü şü n ce­ celeri ortaya çıkaran yaşamın kendisidir. A kade­ yi ve duygulan anlatan önem li bir simgedir; ama mik psikolog, em osyon fenom eni ya da bilinçdışı bir listedeki bir adın sonundaki bir haç yalnızca o kavramını kolaylıkla ilgi alanının dışında bırakabi­ kişinin ölmüş olduğunu gösterir. Fallus, Hindu di­ lir. Buna rağmen bunlar gerçek ler olarak kalırlar ninde pek çok kavramı kapsayan bir sem bol işle­ ve tıbbi psikolog bunları en azından -hom urdana­ vi görür; ama bir sokak çocu ğu duvara bir fallus rak da olsa- kabul etm ek zorunda kalır. Çünkü resmi yaparsa bununla yalnızca kendi penisine duygu çatışmaları ve bilinçdışınm ele alınışı onun karşı dııydugıı ilgiyi belirtmiş olur. Çocukluk ve bilimdalınm klasik objeleridir. Bir hastayı tedavi­ gençlik fantezileri çoğu zaman erişkin yaşlara ka­ ye girişir girişmez bu akıldışılıklar, katı gerçekler dar etkin olduklarından, cinsel anlamı olduğu olarak karşısına çıkarlar, onun bunları akla uygun kuşkusuz olan pek çok rüya vardır. Bunları başka türlü anlamaya çalışmak saçm a olur. Terbiyeli bir uygunsa d a -, gerçek te bunlar bilimin daha yük­ Hintli, Lingam’dan (H indu m itolojisinde Şiva’yı sek alanları için de aynı şekilde önem lidir. Bura­ temsil eden fallus) söz ettiğinde, Batılı birinin bir da rasyonel zekayı ve onun belirli bir soruna u y­ penisle asla bir arada d ü şü nem eyeceği şeyler işi- gulanmasını bütünleyerek, son d e re ce önem li bir tilecektir. Lingam kesinlikle ayıp bir kelim e oyu ­ rol oynarlar. Bütün uygulamalı bilimlerin en kati­ nu değildir; haç da yalnızca ölüm ün sem bolü d e ­ sı olan fizik bile şaşırtıcı ölçüde, bilinçdışı yoldan ğildir. Tüm bunlar b öyle bir rüyayı görenin olgun­ etkin olan sezgiye dayanmaktadır. (Sezgiyle aynı luk d erecesin e göre değerlendirilm elidir. son uca varacak olan mantıksal süreçleri sonra­ Rüyaların ve simgelerin yorum u zeka gerekti­ dan kolaylıkla gösterebilsek bile bu böyledir.) rir. Bunlar, mekanik bir sisteme dönüştürülerek, Sezgi, sem bollerin yorum lanm asındaysa kaçı­ fanteziden yoksun beyinlere tıkılamazlar. Dahası nılmaz olarak gereklidir ve bu ço ğ u zaman, rüya­ bunlar, rüya görenin bir birey olarak kişiliğinin nın gören tarafından derhal anlaşılmasını da sağ­ gittikçe daha fazla bilinmesini, aynı zam anda y o ­ lar. Öte yandan b öyle mutlu bir sezm e gü cü ol­ rum cunun da kendisini gittikçe daha çok, daha dukça tehlikeli de olabilir; çünkü kolaylıkla yanıl­ değişik tanımasını gerektirir. Bu alanda deneyim i tıcı bir kendine güven duygusuna yol açar. Ö rne­ olan kimse, bazen yardım cı olabilecek kuralların ğin rüya gören yoru m cu yu samimi ve g ö re ce k o­ olduğunu yadsıyamaz; ancak bunların da çok dik­ lay bir ilişkiye ayartır, ama bu ilişki bir tür payla­ katlice, zekice uygulanmaları zorunludur. İnsan şılmış düşe götürebilir. Eğer yalnızca sezer gibi bütün kuralları çok doğru kullanabilir, buna rağ­ anlamış olmakla yetinilir ise, gerçek bilginin sağ­ m en korkunç bir saçmalığın içine düşebilir. Çün­ lam zemini yitip gider. Açıklam a ve bilgi ancak kü ço k önem siz gibi görünen, ama daha iyi bir sezgi olguların ve mantıksal bağlantılarının tam zekanın belki de atlamayacağı bir ayrıntıyı gözden bilinmesine indirgenebilirse sağlanabilir. kaçırmıştır. Zeki bir kimse de sezgi ve duygudan yoksun olursa çok büyük yamlgılara düşebilir. Dürüst bir araştırmacı her zaman başarılı ola­ m ayacağını kabul etm elidir, bunu hep akılda tut­ Sem bolleri anlamaya çabalarken karşımızda mamak da dürüst bir şey olmaz. Bir bilimadamı yalnızca sem bol değil, onu üreten bireyin bütünü da önünde sonunda insandır ve başkaları gibi bulunmaktadır. Onun kültürel geçm işini de ele onun için de açıklanamayan şeylerden nefret et­ almalıyız. Bu sü reç sırasında kendi eğitim im izde­ mek ço k doğaldır. Bugünkü bilgimizin, bilebile­ ki bir yığın boşluk da doldurulm uş olur. B en her cek olduklarımızın tamamı olduğu yaygın bir al­ olguyu, daha abecesin i bile bilm ediğim , tümüyle danıştır. Olguları ancak geçici olarak açıklayan, yepyen i bir ö d e v olarak ele almayı kural edinmiş kendi içinde kalıcı bir gerçek içerm eyen kuram bulunuyorum . Y üzeysel kalındığı sü rece rutin ya­ kadar kırılgan başka bir şey yoktur. nıtlar pratik, dahası faydalı olabilirler. Yaşamsal sorunlara dokunulduğu anda ise hayatm kendisi ortaya çıkar; o zaman da en parlak kuramsal söz­ ler bile etkisiz hale gelir. Canlandırma yetisi ve sezgi, anlayışımız açı­ sından hayati ön em e sahiptir. Her ne kadar genel görüş bunların aslında sanatçüar, edebiyatçılar Eski mitolojik yaratıklar bugün müze pa rçalarıdır (sağda]. Am a onlarla arılatılan arketipler güçlerini henüz yitirmemiştir. Belki modern korku filmlerindeki canavarlar da ha fazla için gerekli olduğunu düşünse de - v e bu yüzden bastırılam ayan arketiplerin bozulmuş de aklı başında konularda bunlardan kaçınılması versiyonlarıdır (en sağda]. Sembollerin rolü Tıbbi psikolog sem bollerle ilgilendiğinde “kültü­ yol açm aksızm sökülem ezler. Bastırıldıkları ya da rel” olanlardansa öncelikle “doğal” sem bollerle uğ­ ihmal edildikleri zaman özgün enerjüeri, hesapla- raşacaktır. Bunlar psikenin bilinçdışı içeriklerince nam ayacak olası sonuçlarıyla birlikte bilinçaltına yöneltilirler. Bu yüzden de belli başlı arketipsel savuşup giderler. Bu yoldan kaybolm uş gibi görü ­ İmgelerin çok çeşitli varyasyonlarım gösterirler. n en psişik enerji, gerçek te bilinçdışının en üst ta­ ( )lguların çoğunda bunlar arketipsel köklerine ka­ bakalarında bulunan şeylerin yem den canlanm a­ dar izlenebilir. Bunlar en eski m etinlerde, ilkel sına, yoğunlaşm asına yarar. Bunlar belki de şim ­ toplum düzenlerinde görülebilen düşünce ve re­ diye kadar kendilerini açık etm eye İliç fırsat b u ­ simlerdir. Öte yandan kültürel sem boller “ ebedi lamamış, engellen m eden bilince çıkmak olanağı gerçeğin” anlatımı için bilinçli kullanılmış sem bol­ hiç tanınmamış olan eğilimlerdir. lerdir. Bunlar birçok dinde kullanılırlar. Ç okça bi­ B öyle eğilimler bilincimizin, her zaman var çim değiştirmiş, hatta az çok bilinçli gelişim sü reç­ olan ve potansiyel olarak tahrip edici olan gölge leri geçirmişler, bu yoldan uygar toplumlarca da yanım oluştururlar. Belirli koşullarda olum lu etki kabul edilen kolektif resimler haline gelmişlerdir. yapabilecek olan eğilimler bile, bastırıldıklarında Böyle kültürel sim geler eski gizemlerinin, b ü ­ cinlere dönüşürler. Bu yüzdendir ki doğal olarak yülerinin çoğu na hâlâ sahip durumdadırlar ve b u ­ ço ğ u kimse bilinçdışı olandan ve psikolojiden nu “söylerler” . Bunlarm bazı kim selerde derin korkar. duygusal tepkilere yol açtıkları, psişik yüklerinin Çağımız, yeraltımn kapılarının açılmasının ne önyargılar gibi etkin olduğu bilinmektedir. Bunlar dem ek olduğunu bize gösterm iştir. Yüzyılımızın psikologun hesaba katmak zorunda olduğu fak­ ilk on yılının m asum iyetiyle kimsenin tahmin törlerdir. Yalnızca rasyonel bakış açısından an­ ed em eyeceği kadar korkunç olaylar olm uş, dün­ lamsız oldukları için görm ezden gelm ek ahm ak­ yamızı tep e taklak etmiştir. O günden beri dünya lıktır. Söz konusu sem boller ruhsal yapımızın çok bir şizofreni durum unda kalmıştır. K orkunç ilkel­ önem li parçalarıdır. İnsan toplum unun yapısında liğini kusan yalm z uygar Almanya olmamıştır; yaşamsal önem i olan güçlerdir ve ciddi zararlara Rusya da onunla yönetilm ektedir ve Afrika da tu ­ tuşmuş bulunuyor. Batı dünyasının kendisini ra­ yorlar ki ezelden beri insanlarm kaderine hükm e­ hatsız hissetm esinde şaşılacak bir şey yok. den gizemli psişik kudret karşısında tümüyle kör M odern insan kendi rasyonalizminin, kendisi­ kalıyorlar. Oysa bizler onların gizlerinin, gizem le­ ni psişik yeraltınm m erham etine ne denli bırak­ rinin bütün varlığım yağmaladık ve artık bizim mış olduğunun farkında değildir. Kendini batıl için hiçbir şey kutsal değil. inançlardan kurtarmıştır, en azmdan öyle oldu­ Eski çağlarda, insanların ruhlarında içgüdüsel ğunu sanmaktadır, ama bunu yaparken ruhsal gü çler ortaya çıktığında bilinçleri bunları anlamlı değerlerini de büyük ölçü de yitirmiştir. Ahlaksal bir psişik örgüye entegre edebiliyordu. Am a artık ve ruhsal geleneği yıkılmıştır. Bu çözülm enin b e ­ “uygar” insan bunu yapamıyor. Onun “ilerici” bi­ deli ise şimdi dünya çapında şaşkınlık ve çözü l­ linci içgüdülerin ve bilinçdışm m , görevlerini yeri­ m eyle ödenm ektedir. ne getirebilm elerini ve birbirlerini özüm leyebil- A ntropologlar, ilkel bir toplum düzeninin ruh­ melerini sağlayacak bütün araçlarını elinden al­ sal değerleri uygarlığın saldırısına uğradığm da mış bulunuyor. Özüm lem e organları, genel olarak neler olduğunu sık sık tanımlamışlardır. İnsanlar kutsal sayılan gizem li sem bollerden ibaretti. yaşamlarının anlamına olan inançlarını yitirirler, Örneğin bugün “ıu a d d e”den söz ediyoruz. toplum sal düzenleri çök er ve kendileri de ahlak­ Onun fizik özelliklerini tanımlıyoruz. Laboratuvar ça yıkılırlar. Bizler de bugün aynı durumdayız. Ne deneyleriyle onun çeşitli taraflarım gösterm ek is­ ki biz neyi yitirdiğimizi hiç anlayamadık; çünkü tiyoruz. Yine de “m a dd e” sözcü ğü kuru, insanlık ruhsal önderlerim iz maalesef, simgelerin oluştur­ dışı, saf zihinsel bir kavram olarak kalıyor. Bunun duğu gizem i anlamak yerine, kurumlarmı koru­ bizim için hiçbir psişik anlamı yok. Buna karşılık makla m eşguldüler. Benim kanımca inanç - in ­ “m a dd e”nin eski im gesi ne kadar farklıydı. Yer sanların en güçlü silahı o la n - düşünceyi dışla­ Ana’nm derin duygusal anlamını ifade ed en “Ulu maz; ancak bazı inançlılar doğa bilim lerinden -v e Ana”ydı o. Aynı şekilde bir zamanlar ruh denilen elbette psikolojiden d e - o denli korkar görü nü ­ şey, bugün zihin yoluyla tanımlanmaktadır ve b öylece de “Evrenin Babası” olmaktan çıkmıştır. Bu muazzam kayıp rüyalarımızdaki sem boller­ O artık insanın sınırlı ego düşüncesine indirgen­ le dengelenir. Onlar kökendeki doğam ızı yeniden miştir; “babam ız” sim gesindeki ölçülm esi olanak­ gün ışığına çıkarırlar. Doğam ızın dürtülerini, ö z ­ sız duygusal enerji de entelektüel bir çölün kum ­ gün düşünce tarzını aydınlatırlar. Ne yazık ki iç e ­ larına göm ülüp gitmiştir. riklerini, bize artık yabancı ve anlaşılmaz olan d o ­ Bu iki arketipsel ilke, D oğu ve Batı’nm karşıt ğanın diliyle anlatırlar. Bu yü zden bu dili, ilkel ta­ sistemlerinin tem elinde yatmaktadır. Kitleler ve kıntılarından uzaklaşmış, özellikle de tanımladığı onların önderleriyse, evrensel kuralın, Batı’nm şeylere mistik katılımdan uzaklaşmış olan m o ­ yaptığı gibi eril olup “baba” olarak adlandırılması­ dern konuşm a biçim im izin kelimeleri ve kavram­ nın ya da kom ünistlerin yaptığı gibi dişi sayılıp larına tercü m e etm eliyiz. Bugünlerde ruhlardan “anne” denilmesinin, tem elde hiçbir farkı olm adı­ ve gizem li varlıklardan söz ettiğim izde onları ça ­ ğını anlayamamaktadırlar. Aslında her ikisini de ğırm ıyoruz artık. Bir zamanlar çok güçlü olan bu bilmiyoruz. Eskiden ise bu ilkeler dinsel törenler­ sözcüklerin gü cü de ihtişamı da yitip gitti. Büyü­ de ço k yönlü olarak saygı görm ekteydiler. Bu da lü form üllere inanmayı bıraktık. Artık pek fazla bir zamanlar onların insanlar için taşıdıkları ruh­ tabu ve benzeri kısıtlanma kalmadı. Görünüşe ba­ sal anlamı belirtiyordu. Buna karşılık bugün bun­ kılırsa dünyamız, böyle gizem li varlıklardan, cadı­ lar yalnızca soyut kavramlardır. Bilimsel anlayışı­ lardan, kurt adamlardan, vam pirlerden, çalılık mız geliştikçe dünyam ız insanlıktan uzaklaştı. İn­ ruhlarından ve bütün öbür bizar varlıklardan, bir san kendini kozm osta yalıtılmış hissediyor, çünkü zamanlar ormanları dolduran yaratıklardan arın­ kendisi artık doğa ile bağlantılı değil ve duygusal dırılmış bulunuyor. “bilinçdışı kimliği” doğal görüntüsünü yitirmiş Daha kesin söylem ek gerekirse dünyamızın yü­ bulunuyor. Bunlar da giderek sim gesel içerikleri­ zeyi bütün batü ve irrasyonel unsurlardan tem iz­ ni feda etmişlerdir. Gök gürültüsü artık öfkeli lenmiş görünüyor. Ama, insanların gerçek iç dün­ tanrımn sesi değil, şim şek de onun cezalandıran yasının (onu görm ek istediğimiz şekliyle değil, mızrağı değil. Hiçbir ırmakta bir ruh barınmıyor. Hiçbir ağaç, bir adamın yaşam prensibi, hiçbir yı­ lan akim b ed en e girmiş şekli, hiçbir mağara da büyük bir cinin evi değil. Taşlardan, bitkilerden ve hayvanlardan insanlara seslenen yok, insan da onlara kendisini anlayacakları inancıyla bir şeyler söylem iyor. İnsanın doğayla bağlantısı kaybolup gitmiş ve onunla birlikte bu sim gesel bağın orta­ ya çıkardığı güçlü duygusal enerji de yitmiş. Bastırılmış bilinçdışı içerikler negatif duygular olarak tahripkar biçim de ortaya çıkabilir. 2. Dünya Savaşı'ndaki g ib i. V arşova'da 1 9 4 3 ayaklanm asından sonra yahudi tutsaklar (en solda]. Auschw itz'de ölülerin ayakkabıları (solda). Uygarlıkla temas sonucu inançlarını yitiren Avustralya yerlileri. Bu kabilede ancak birkaç yüz kişi kalmıştır (sağda). gerçek olanı) da ilkellikten kurtulmuş olııp olm adı­ söz edilebilir. Tek başına bir imge, özel bir anlamı ğı başka bir sorudur. 13 sayısı hâlâ birçokları için olmayan bir kelime tem silinden ibarettir. Ama tabu değil midir? Hâlâ birçokları akıldışı önyargı­ eğer o imge duyguyla yüklüyse o zaman bir gizem larla, yansıtmalarla, çocu k su illüzyonlarla büyü­ kazanır, dinamik hale gelir ve zorunlu olarak kimi lenmiş değil mi? İnsan ruhunun gerçekçi bir resmi, sonuçları da olmalıdır. geçen beş yüzyıl boyunca hiçbir şey değişmemiş Arketip kavramım algılamanın ne denli gü ç ol­ gibi hâlâ aynı rolleri oynamakta olaıı bu tür ilkel duğunu biliyorum. Çünkü, doğası tam bir t,anıma özellik ve kalıntılardan bir dolusunu ortaya çıkarır. olanak verm eyen bir şeyi tanımlamaya çalışıyo­ M odern insan gerçek te, uzun ruhsal gelişimi rum. Ama birçokları arketipleri mekanik bir siste­ boyu n ca edinmiş olduğu belirtilerin garip bir ka­ min, biraz eğitim le kolayca öğreııiliverecek par­ rışımıdır. Hiziıu işimiz insan ve oıuııı sem bolleri­ çaları gibi ele aldıklarından, bunların yalnız isim­ dir. Onun ruhsal ürünlerini ayrıntılarıyla in cele­ ler ya da felsefi kavramlar olmadığını vurgulamak meliyiz. Oııım içinde kuşku ve bilimsel kanaat, zorundayım . Bunlar yaşamın kendisinin, yaşayan eski m oda önyargılarla, terk edilmiş düşünce insanlara duygu köprüleriyle bağlanan parçaları­ tarzlarıyla, inatçı yanılgılarla, kör inkarcılıkla yan dır. Bu yüzden bir arketipe isteııçli (ya da genel yana bulunuyor. g e ç e r) bir anlam verm ek mümkün değildir. Bu, Biz psikologların incelem eye çalıştığı sem bol­ leri üreten insan ruhu böyle bir şeydir. Bu sem ­ söz konusu kişinin kendi yaşam durumu nasıl g e ­ rektiriyorsa öyle yorıımlanıııaiıdır. bollerin anlamlarını açıklayabilmek için, bunların İnançlı bir Hıristiyan için haç simgesi yalnızca yalnız kişisel deneyim lere mi bağlı olduğunu, onun Hıristiyan değeri içinde yorumlanabilir. El­ yoksa rüya taralından belli bir amaçla genel bi­ bette eğer rüya başka bir yorum a tam uyan, baş­ linçli bilgi deposundan seçilip getirilmiş mi oldu ­ ka bir neden getirm iyorsa. Öyle bile olsa, özgün ğunu bilebilıııeliyiz. Hıristiyan içerik gözd en uzak tutulamaz. Ama ha­ Örneğin içinde 13 sayısının geçi,iği bir rüyayı çın her zaman, her koşulda aynı anlamı taşıdığı ele alalım. Sorun rüyayı görenin kendisinin bu sa­ ileri sürülem ez. Öyle yapılırsa haçın gizemi silin­ yının uğursuzluğuna inanmakta ıııı olduğunu, miş olur. O zaman yaşamsal gücünü yitirir ve yal­ yoksa rüyanın bu tür batıl inançları olan başka nızca bir kelim eden ibaret kalır. kim selerden mi söz ettiğini bilebilmektir. Yanıt, Arketipiıı özgün duygu yükünü algılayamayan yorum da son d erece önemli bir rol oynamaktadır. biri, aslında her şeyin her anlama geleceğini g ö s ­ İlkinde ilgili kişi hâlâ şanssızlık sayısının etkisi al­ term ek üzere, kolaylıkla dizilip sıralanabilecek tındadır; 13 numaralı bir otel odasında ya da 13 olan, karmakarışık bir yığın m itolojik resim ler g ö ­ kişinin bulunduğu bir masada kendisini çok ra­ rür ya da hiçbir şey görem ez. Bütün cesetler ay­ hatsız hissedecektir. Öbür durum da ise 13 nazik nı kimyasal bileşimi gösterirler, am a canlı insan­ olmayan ya da hakaretamiz bir ifadeden başka bir lar öyle değildir. Arketipler ancak anlamlarını ve şey değildir. Batıl inançlı kişi 13’üıı büyüsünü hep tekil bireyler üzerindeki et,kilerini sabırla anlama­ hissetm ektedir, mantıklı olan ise 13’ten eski d uy­ ya çalışırsak hayata dönerler. gusal rengini silmiştir. Ne için kullanıldıkları bilinm ezse, kelimelerin Bıı örnek, pratik deneyimde arketipleriıı nasıl sad ece kullanılmış olması işe yaramaz. Bu özellik­ ortaya çıktığını göstermektedir. Bunlar aynı za­ le, Aniına ve A nim us’tan, Yaşlı Bilge’den, IJlıı m anda hem im geler hem de duygulardır. Ancak Aııa’daıı ve daha buna benzer birçok arketipteıı bu iki yön bir arada bulunuyorsa bir arketipteıı söz ettiğimiz psikoloji için doğrudur. Azizler, bil- Ç inliler eskiçağda ayı tanrıça Kvvanyin (üstte) ile ilişkilendirirdi. Diğer toplumlar da ayı tanrı olarak görmüştür. M odern d o ğ a bilimleri bize ayın yalnızca kraterleri olan bir küre olduğunu göstermiş olsa da , ayı romantizm ve sevgiyle ilintilendiren arketipsel tasarımdan bir şeyleri d e koruyoruz (solda). Yedi yaşında bir çocuğun yaptığı resim, siyah kuşları, gecenin cinlerini kovan koca Güneş, gerçek efsaneden bazı şeyleri de içeriyor (solda). O yun oynayan çocuklar, ilkellerin de törenlerinde yaptıkları gibi do ğaçlam a , çok do ğ a l şekilde dans ederler (sağda). Eski folklor hâlâ çocukların "törensel" inançlarında varlığını sürdürüyor. Ö rneğin Ingiltere'de (ve başka yerlerde) çocuklar, be yaz bir a t görmenin şans getireceğine inanırlar. Beyaz at çok yayg ın bir yaşam simgesidir. Ata binmiş olarak gösterilen eski Kelt yaratıcı güç tanrıçası Epona sık olarak be yaz bir kısrak üzerinde gösterilir (en sağda). geler, peygam berler ve bütün inançlı kişilere iliş­ İllüzyonlar, fanteziler, arkaik düşünce tarzları, te ­ kin, yeryüzünün bütün Ulu Analar’ma ilişkin her m el dürtüler vb. şeyi bilebilirsiniz. A m a bunlar resim lerden ibaret Bu, insanların çoğu zaman ister istem ez neden kaldıkça, onların gizem leri yaşanm adıkça rüyada bilinçdışının içeriği ile, bazen ondan korksalar bile, konuşulur gibi olur; neden söz edildiği bilinm e­ böylesine uğraştıklarım açıklamaktadır. Bu artık den kalır. Kullanılan kelim eler boş ve değersizdir. içerikler nötr ya da tarafsız değildirler. Tam tersi­ Kelim eler ancak gizem leri, yani yaşayan insanlar­ ne öyle güçlü bir yükleri vardır ki, çoğ u zaman sa­ la olan ilişkileri görülm eye çalışılırsa yaşam ve d ece nahoş olmakla kalmazlar; sahici bir korkuya anlam kazanabüir. A ncak o zaman adlarının pek da neden olabilirler. Ne kadar bastırılırlarsa bütün değerinin olmadığı, insanlarla olan ilişkilerinin tür kişiliği, bir nevroz biçim inde, o denli sararlar. ve biçiminin ise çok önem li olduğu anlaşılabilir. Onlara böylesine yaşamsal bir ön em sağlayan Rüyalarımızın sem bol oluşturucu işlevi, insan­ onların psişik enerjileridir. Bu tıpkı, bir süre bi­ ların asıl ruhunu, daha ö n ce h iç bulunmadığı, ile­ linçdışı bir d önem yaşadıktan sonra birdenbire ri, ayrıntılı, yükselmiş bilince, hem de eleştirel bir belleğinde bir boşluk olduğunu, o sırada önem li bakış ve incelem eye maruz kalmadan getirebilm e şeyler olmuş olabileceğini saptayan bir kimsenin girişimidir. Çok eski zamanlarda insanın bütün durum u gibidir. Psikenin tümüyle kişisel bir konu kişiliği bu esas ruhtan ibaretti. Bilinç geliştikçe olduğunu varsaydıkça - k i çoğ u zaman böyle ka­ bilinçli ruh, ilkel psişik enerjinin bir kısmıyla ilin­ bul ed ilir- yitip gitmiş olan çocukluk anılarını y e ­ tiyi yitirdi. Bilinçli ruh eski ruhu hiç tanımadı niden kazanmaya çalışacaktır. Oysa anılarındaki çünkü aslında kendisinin farkında olabilecek tek boşluk, gerçek te çok daha büyük bir yitimin, ilkel şey olan eski ruh, ayrıntılı ve gelişmiş bir bilincin psikenin yitiminin sem ptom undan ibarettir. gelişimi sırasında gözd en uzaklaştırılmıştı. Tıpkı em briyonun gelişimi sırasında tarih ö n ­ Am a buna karşılık, bizim bilinçdışı dediğim iz, cesini ym elediği gibi, ruh da bir dizi tarih öncesi eski ruhun unsurları olan ilkel bazı belirtileri sak­ aşamalardan geçerek gelişir. Rüyaların ana görevi, lamış bulunuyor. Rüya sem bolleri daima, sanki bu tarih ön cesi ve aynı zamanda çocu k su anıları bilinçdışı, ruhun kendi gelişimi sırasında terk et­ uyandırmaktır. Böyle anımsamaların bazı durum ­ miş olduğu ne varsa geri getirebilm eye çalışırmış larda dikkati çek en bir iyileştirici gü cü vardır. Bu­ gibi bu özelliklere ilişkin bildirimler verm ektedir: nu Freud uzun zaman ö n ce keşfetmişti. Onun göz- Çocukluk anılarının hatırlanması ve arketipsel davranış biçimlerinin reprodüksiyonu, geniş bir ufuk ve bilincin genişlem esi etkisi sağlar. Bu, yi­ ten ve yem d en bulunan içeriğin bilince özüm senm esi ve entegrasyonu sağlanabilirse başarılabilir. Bunlar nötr olmadıkları için benim senm eleri on ­ larda bazı değişikliklere yol açacağı gibi, kişiliği de değiştirir. -B u kitabm ileriki bir bölüm ünde Dr. M. L. von Franz’m tanımlayacağı g ib i- “birey­ selleşm e süreci” admı verebileceğim iz bu evrede sem bollerin yorum u önem li bir rol oynar. Çünkü sem boller, psikedeki karşıtlıkları birbirine barış­ tırmak ve birleştirm ek için doğal bir girişimdir. E lbette sem bolleri yalnızca görm enin ve son ­ ra bir yana süpürm enin böyle bir etkisi yoktur. lemi, çocukluk anılarındaki bir boşluğun (bir çeşit Bu çok çok eski nörotik durum u yem den ortaya hafıza kaybının) geçek bir yitim anlamına geldiği çıkararak bir sentez girişimini m ahveder. Ama ne ve onun yeniden keşfinin yaşamda bir gelişim ve yazık ki, arketiplerin varlığını hiç yadsımayan bir­ huzur sağladığı görüşünü ispat etmektedir. kaç kişi onları yalnızca kelim eler olarak ele al­ Bir ço cu k b ed en en henüz küçük, bilinçli dü­ makta, onların yaşayan geçekliğini unutmaktadır­ şünceleri de henüz az ve basit olduğundan, çocu k lar. Bunların özgünlüğü böylelikle (u su lsü zce) ruhunun çok uzaklara ulaşan kom plikasyonlarm ı dışlanınca sınırsız bir bütünlem e süreci başlar, fark edem eyiz. Oysa çocu k ruhu, tem el kimliğin­ yani bir arketipten öbürüne geçilir, her şey her de tarih ön cesi psikeye dayanmaktadır. Bu “te­ anlama gelir. Arketip biçim lerinin birbirlerinin m el ruh” , insanlığın evrim aşamalarının em briyo­ yerine bir ölçü d e geçebildiği doğrudur. Am a on ­ nunda hâlâ bulunuşu gibi, çocu k ta halen bulun­ ların özgünlüğü bir gerçektir ve öyle kalır. A rke­ makta ve işlem ektedir. Rüyalarım babasına h ed i­ tipsel bir olgunun değeri de buradadır. ye ed en küçük kıza ilişkin ön ce d e n söylediklerim i Bu duygusal değer, rüya içeriğinin yorum u­ anımsarsanız ne dem ek istediğim i daha kolay an­ nun bütün entelektüel süreci boyu n ca göz önün­ layabilirsiniz. de bulundurulmalıdır. D üşünce ve duygu birbir­ İnfantil am nezide, daha sonraki psikozlarda lerine taban tabana zıt olduklarm dan bu ço k k o­ da sık sık görülen garip m itolojik fragmanlar b u ­ laylıkla gözd en kaçabilir. Çünkü düşünce duygu­ lunur. Bu türden im geler son d erece özgün, d ola­ sal değeri n ered eyse otom atik olarak bastıracak­ yısıyla da çok önemlidir. Bu tür birikintiler daha tır. Psikoloji, d eğer faktörünü (yani duyguyu) h e ­ sonraki erişkin yaşam da yen iden ortaya çıktığın­ saba katmak zorunda olan tek bilimdalıdır; çünkü da, kimi kişilerde derin psikolojik bozukluklara bu, psişik olgularla yaşam arasmdaki tek eklem yol açarken, kimilerinde ise m ucizevi iyileşm ele­ halkasıdır. Psikoloji sık sık bilimsel olmamakla re ya da din değiştirm eye n eden olur. Bunlar ç o ­ suçlamr. Eleştirenlerin fark etm edikleri ise d uy­ ğunlukla uzun süredir yitik olan bir yaşam p arça­ gulara hak ettikleri yeri verm enin bilimsel ve ya­ sını geri getirirler. Bu da insan yaşamına am aç şamsal zorunluluğudur. kazandırır, onu zenginleştirir. Çatlağın onarımı Aklımız doğaya egem en olan yeni bir dünya ya­ ırmaklardan, dağlardan, hayvanlardan kaçm ış ve ratmış ve onu u cu b e m akinelerle donatmıştır. tanrı-insanlar da bilinçdışm da yeraltına gizlenmiş Bunlar bizim için o denli vazgeçilm ez olarak g ö ­ bulunuyorlar. Orada, geçm işim izin kalıntıları ara­ rünm ektedir ki onları bırakmak olasılığım bile dü ­ sında zavallı bir yaşam sürdürm eye çalıştıklarım şünem iyoruz. İnsan bilim sel ve araştırıcı ruhunun düşünüyoruz. Bugünkü yaşamımız, akıl adlı tan­ serüven dolu esinlerini izlem eye, kendi m uhte­ rıça tarafından yönlendirilm ekte. Oysa bu b izim şem kazanımlarına hayran olm aya m ecburdur. en büyük dahası acıklı aldanışımız. Aklın yardı­ Aynı zamanda korkunç dehası, kitle halinde inti­ mıyla “doğayı yendik!” diye kendim izi kandırma­ harları giderek daha da olası kıldıkları için gittik­ ya çalışıyoruz. çe tehlikeli olan nesneleri bulmak gibi garip bir eğilime de sahiptir. A ncak bu bir slogandan ibaret. Çünkü yeryü ­ zünün fethi den en şey bizi bu aşırı nüfusa getirdi Hızla artan dünya nüfusu karşısında insanoğ­ ve gereken politik tutum u becerm ekteki yetersiz­ lu, giderek yükselen bu taşkını durdurm a ça rele­ liğimizden ötürü zorluklarımız daha da artacak. rini aramaya başlamış bulunuyor. Ama doğa, in­ İnsanlar için hâlâ ön sırayı kapmak için birbirle- sanın yaratıcı ruhunu insana karşı yönlendirerek riyle boğuşm ak çok doğal. Öyleyse “doğayı yeni- hepim izi geride bırakmaktadır. Örneğin hidrojen şimiz” n erede? bom bası nüfus artışına çok etkin bir son verebile­ Her değişim bir yerden başlamak zorunda ol­ cektir. D oğaya egem en olduğum uz düşüncesiyle duğuna göre, bunu öğrenip uygulayacak olan, bi­ böylesine gururlu olmamıza karşın, aslında onun rey olarak insandır. Değişim bireylerden başla­ kurbanlarıyız, çünkü daha kendimizi kontrol al­ malıdır; her birimiz, değişim i başlatan birey olabi­ tında tutmayı bile öğrenebilm iş değiliz. Yavaş fa­ liriz. Kimse kendi yapm ak istem ediğini yapacak kat görünüşe bakılırsa kaçınılmaz şekilde m ahvo- birini bekleyip etrafa bakmamaz. Am a ne yapm ak luşa doğru ilerliyoruz. gerektiğini kimsenin bilm ediği anlaşıldığına göre, Artık yardım isteyeceğim iz tanrılarımız yok. her birimiz kendi bilinçdışım n bir çıkış yolu bulup Büyük dünya dinleri ilerleyen bir kansızlıktan bulmadığını araştırsa, hiç de fena olmazdı. Bilinç­ m ustaripler; çünkü o faydalı gizem ormanlardan, li akıl bu bakım dan pek faydalı bir şey yapamıyor. Bugünün insanı, büyük inançların da felsefe sis­ temlerinin de kendisine, bugün dünyanın içinde bulunduğu durum da faydalı olacak güveni vere­ bilecek güçlü ve canlı fikirleri sağlayamadığı ger­ çeğinin farkına acıyla varmış bulunuyor. Budistlerin, eğer insanlar Dharma’nm (öğreti, yasa) sekiz soylu yolunu izleyiverseler her şeyin 2 0 yy'ın büyük kenti, N e w York (sol üstte). Bir başka kentin sonu: yoluna gireceğim söyleyeceklerini biliyorum . Hı­ Hiroşim a-19 4 5 (altta), insan do ğ a y a ristiyan da bize, tanrıya inanıversek dünyamızın egemen g ib i görünse d e ju n g henüz daha iyi olacağını söylem ekte. Akıl insanı, insan­ kendi d o ğ a m ız üzerinde denetime sahip olm adığım ızı belirtmiştir. ların zeki ve akıllı olmalarıyla sorunlarımızın çö - zülüvereceğini ileri sürmekte. Yıldırıcı olan, b u n ­ kimsenin, bu konuda yetenekli bir yargıç olabile­ ların hiçbirinin kendilerinin bu sorunları çözem e- ceğini de ileri sürem eyiz. yişleridir. Her ne kadar Katolik Kilisesi, Somnia d eo Mis- İnançlı Hıristiyanlar sık sık, tanrımn eski za­ sa (tanrımn gönderdiği rüyalar) olgusunu kabul manlarda yaptığı gibi kendilerine niçin hitap e t­ ediyorsa da kilise düşünürlerinin çoğunluğu rü­ m ediğini sorarlar. B öyle soruları duyduğum da yaları anlamak için hiçbir ciddi girişim de bulun­ hep, eski çağlarda tanrının insanlara sık sık ken­ muyorlar. V ox D efn in (tanrının sesinin) rüyada dini gösterdiği, şimdi ise böyle bir şey olmadığı algılanabileceği olasılığını kabul ed e ce k kadar ra­ sorusuyla karşılaşan hahamı düşünürüm. Haham, hat bir Protestan yön tem ya da öğreti bulundu­ bu soruyu soranlara “bugün artık o denli aşağıya ğunu da hiç sanm ıyorum . Ama eğer bir teolog, eğilebilen kimse y o k ” diye yanıtlamış. tanrıya gerçek ten inanıyorsa, tanrının rüyalar y o ­ Bu yanıt, tam da çivinin başına vuruyor. Bizler kendi sübjektif bilincim ize öyle yakalanmış, kıs­ luyla konuşm aya m uktedir olmadığını nasıl kabul edebilir? kıvrak sarılmışız ki, yüzyülarm gerçeğini, tanrının Yarım yüzyılı aşkın bir süredir doğal sim gele­ ancak düşlerde ve vizyonlarda konuştuğu g e r çe ­ rin araştırılmasıyla uğraştım. Sonunda da rüyala­ ğini unutmuşuz. Budist, bilinçdışı fantezilerin rın ve onlardaki sem bollerin hiç de budalaca ve dünyasını işe yaramaz illüzyonlar olarak red d ed i­ anlamsız olmadıkları sonucuna ulaştım. Tam ter­ yor; Hıristiyan, kilisesiyle İncil’ini kendisiyle bi­ sine rüyalar, rüya sem bollerini anlamak zahm eti­ linçdışı arasına koyuyor; rasyonel düşünen aydın ne katlanana, son d e re ce ilginç bilgiler sunm akta­ ise daha kendi bilincinin ruhunun tamamı olm a­ dır. Gerçi sonuçlar, alım satım gibi dünyevi işler­ dığım bile bilmiyor. Yetmiş yılı aşkın bir süredir, le p ek ilgili değiller ama yaşamın anlam ve önem i bilinçdışı, hiçbir ciddi psikolojik araştırmanın bir herhalde ticaret yaşamıyla yeterince açıklana­ kenara atamayacağı, tem el bir bilimsel kavram maz. İnsan gönlünün derin özlem i de bir banka haline gelmiş olmasına rağm en, bu görm ezden hesabıyla doyurulamaz. geliş sürüp gidiyor. İnsanlık tarihinin bu dönem inde, elde bulunan Artık doğal olguların faydaları karşısmda kadi­ bütün enerji doğanın araştırılması için kullanılır­ ri mutlak tanrıyı andırır yargıçlar gibi davranm a­ ken, insanın bilinçli işlevleri de elbette araştırıla­ malıyız. Artık botaniği, eski usul faydalı ve fayda­ caktır; ama ruhun sem bolleri üreten asıl karma­ sız bitkiler sınıflamasına ya da zoolojiyi, ilkel, za­ şık kısmı hâlâ araştırılmamış duruyor. Her g e ce rarsız ve tehlikeli hayvanlar sınıflamasına göre oradan sinyaller almamıza rağmen onları deşifre ele almıyoruz. Ne var ki hâlâ yalnız bilincin an­ etm enin çoğ u insana gereksiz görünm esi inanıl­ lamlı, bilinçdışm m sa anlamsız olduğunu sanıyo­ maz bir şey. İnsanm en önem li aygıtı, ruhu ilgi ruz. D oğa bilim lerinde b öyle bir düşü nce ancak çekm iyor; hatta güvensizlik ve küçük görm e ile gülünçtür. Örneğin mikroplar anlamlı mı, yoksa bakılıyor. “S adece psikolojik b u ” deniyor sık sık; anlamsız mıdırlar? yani hiç önem li değil! Bilinçdışı ne olursa olsun, anlamlı oldukları, Bu yaygın önyargı n ered en geliyor? Anlaşılan önem li oldukları görülen simgeleri üreten bir d o ­ ne düşündüğüm üz sorusuyla o denli m eşgulüz ki, ğa fenom enidir. Yaşamında m ikroskoba bakm a­ bilinçdışı ruhum uzun bizim hakkımızda ne dü ­ mış bir kimsenin, m ikroplar alanında bir otorite şündüğünü sorm ayı unuttuk. Sigmund Freu d’un olduğunu düşünem eyiz. A ynı şekilde, doğal sim­ düşünceleri, çoğu kimse için zaten var olan psi- geleri hiç ciddi bir şekilde incelem em iş olan bir kenin hor görülüşünü haklı çıkarmaktadır. Fre- ııd’dan ö n ce psike sad ece görm ezden gelinirdi; bugün ise ahlaki süprüntüler için bir çöplük oldu. Bu çağdaş görüş noktası elbette tek yönlü ve haksızdır. Bilinçdışı hakkında g erçek bilgilerimiz, oıuın doğal ve nötr bir fenom en olduğunu g ö s te ­ riyor. O insan doğasının, açık-koyu, iyi-kötü gibi bütün yanlarını içerm ektedir. Bireysel ve kolektif sem bollerin araştırılması henüz başlangıç aşama­ sında ama ilk veriler cesaret verici ve bugünün insanının yanıt bulamamış birçok sorusu da yanıt bulacak gibi görünüyor. Rembrandt'ın "A çık Kitabıyla Filozof" resmi, 1 6 3 3 . İçedönük yaşlı adam , Jung'un her birim izin kendi bilinçdışım ızı araştırmamız gerektiği inancını görünürleştiriyor (üstte), Bilinçdışı görm ezden gelinem ez; o yıld ızla r gibi do ğ a l, sınırsız ve kudretlidir (sağda). Modern İnsan ve M itler Joseph L. Henderson Yeni İrlanda adasından tören maskesi. M o d e rn İnsan ve M itle r Ebedi simgeler İnsanlığın eski öyküsü bugün, eski insanlardan katkıda bulunmuştur. Londra ya da N ew York’ta kalan sem bolik resim ler ve mitlerle yeniden keş­ biz, cilalı taş dönem i insanlarının bereket törenle­ fedilm ektedir. Arkeologlar geçm işin derinliklerini rini arkaik batıl inançlar olarak yadsıyabiliriz. Bi­ kazdıklarında, hazine olarak topladıklarımız eski risi bir hayal gördüğünü ya da sesler işittiğini ile­ çağların olguları değil, heykeller, resimler, tapı­ ri sürerse artık o kutsal biri ya da bir kahin gibi naklar ve eski inançlardan haber veren dillerdir. m uam ele görm ez. Daha çok bir ruh hastası sayı­ Diğer sem boller bizim için bu inançları anlaşılabi­ lır. Eski Yunanlıların mitlerini ya da Kuzey A m e­ lir kavramlara tercü m e ed en filologlar ve din bi­ rika yerlilerinin halk söylencelerini okuyor ama limciler taralından aydınlığa çıkarılacaktır. Bun­ onlarla bizim “kahramanlar” ya da dramatik olay­ lar da kültür antropologlarınca yaşama geçirilir­ lar karşısındaki durum um uz arasında hiçbir ilişki ler. Onlar, bugün bile, uygarlığın kıyısında yaşa­ görm üyoruz. Oysa böyle ilişkiler vardır. Onların yan küçük kabile topluluklarının töre ve mitlerin­ temsil ettiği sem boller insanlık için önem lerinden de yüzlerce yıldan beri değişm eden aynı sem b o­ hiçbir şey yitirmiş değiller. lik örneklerin bulunabildiğini gösterirler. Bu tür ebedi sim gelerin anlaşılması ve yen i­ Bütün bu araştırmalar, bu tür simgelerin yal­ den değerlendirilm esinde çağımızın en önemli nızca eski çağların halklarına ya da “geri kalmış” katkılarından birini, Dr. C. G. Jııng’ıın Analitik kabile topluluklarına ait olduğunu, bugünkü kar­ Psikoloji okulu başarmıştır. Bu, sem bollerin gün­ maşık yaşama uygunsuz olduklarını sanan m o ­ delik yaşamın doğal bir parçasını oluşturduğu il­ dern insanların tutumunu değiştirm ekte pek çok kel insanlarla, sem bollerin görünüşte hiçbir aıı- lanı taşımadığı m odern insanlar arasındaki yapay isteyen eski bir sem bolün süregelen değerini keş­ sınırın yıkılmasına yardım cı olmuştur. fetm ekte ona yardım edilmelidir. Jung’un bıı kitapta zaten açıklamış olduğu gi­ Analist bir hastayla birlikte sem bollerin an­ bi, insan ruhunun kendi tarihi vardır ve Psike, lamlarını etkili bir şekilde araştırmadan ön ce, kendi ön cek i gelişim inden birçok izleri taşımak­ bunların kaynakları ve anlamları üzerine iyi bilgi ladır. Ayrıca bilinçdışının içeriğindekiler de psike edinmiş olmalıdır. Çünkü eski mitlerle m odern üzerinde şekillendirici bir etki yapmaktadır. Bi­ insanların düşlerinde görünen öyküler arasındaki linçli olarak bunu görm ezden gelebiliriz; ama b i­ analojiler rastlantı değildir. Bunlar, m odern insa­ li nçdışı olarak onlara ve onları anlatan sem bolik nın bilinçdışı ruhu, bir zamanlar anlatımını ilkel­ biçim lere -düşler de dahil olmak üzere- tepki g ö s ­ lerin inanç biçim lerinde ve adetlerinde bulan teririz. sim geleştirm e yeteneğini korum uş olduğu için Tekil bireyler belki düşlerini birbiriylc ilgisiz vardır. Bu yeten ek hâlâ da önem li bir rol oyna­ bulur. Ama uzun bir zaman sürecinde analist, bir maktadır. Bizler, bu sem bollerin aktardığı m esaj­ dizi düş im gesinden, bunların belli bir örnek taşı­ lara sandığımızdan çok daha fazla bağımlıyız. G e­ dıklarını saptayabilir; hasta bunu anladığı zaman rek tutumumuz gerekse davranışlarımız bunlar­ olasılıkla yaşamı karşısında yeni bir bakış açısı dan aynı şekilde etkilenm ektedir. kazanır. Bu sem bollerin bazıları, Jııııg tarafından Örneğin savaş sırasında H om eros’ım, Shakes “kolektif bilinçdışı” adı verilenden, psikeııiıı in­ p eare’iıı ve T olstoy’un yapıtlarına karşı artmış bir sanlığın ortak mirasını içeren ve dışa vuran tara­ ilgi ortaya çıkar ve onların savaşa sürekli (ya da fından gelm ektedir. Bu sem boller o denli eski ve “arketipsel”) anlam yükleyen bölüm leri yeni bir m odern insanlar için o denli az tanıdıktır ki, onu anlayışla okunur. Bunlar bizde, bir savaşın güçlü doğrudan 11e anlayabilir ne de özüm seyebilirler. duygusallığını hiç yaşamamış olan birine oranla Burada analist yardım cı olabilir. Belki hasta ço k daha derin bir tepki uyandırır. T n ıva düzlü­ yıpranmış olan dahası artık uygun olmayan sim ­ ğündeki savaşlar gerçi A g in co u ıl ya da Borodı gelerin yükünden kurtarılmalıdır. Ya da ölm üş ol­ ııo ’dakilere hiç benzem iyordu ama büyük yazar­ mak yerine m odern bir biçim de anlatını bulmak lar zaman ve yer farklarını aşmayı, evrensel olan 2 0 . yy'd a ki biçim iyle, eskiçağların simgesel bir löreni: Amerikalı aslronol John G lenn, dünya çevresindeki dolaşm asından sonra, VVashington'da bir geçit töreninde, 1 9 6 2 . Eskiçağlarda bir zaferin ardından bir zafer alayıyla geri dönen bir kahraman g ib i (en solda]. Bir Yunan bereket tanrıçasının haçı andıran heykeli (IO 2 5 0 0 dolayları] (orta solda). Putperest dönem den bir parça dişilliği hâlâ koruyan 1 2. yy'dan bir Iskoç taş haçının iki yönlü görünümü: Enine p a rç a d a göğüsler (solda). Hıristiyan şenliğinin yerini a laca k olan ateist bir paskalya için bir Rus afişi. Tıpkı Hıristiyan şenliği g ib i eski putperest gündeğişimi törenine dayanıyordu (sağda). motifleri vurgulamayı becerirler. Buna, bu tem a­ lişi daha ilk bakışta, Osiris, Tammuz, Orfeus ve lar sim gesel bir nitelik taşıdıkları için tepki veri­ Baldur gibi diğer “kurtarıcı”lardakilerle aynı b e ­ riz. reket m odeline sahiptir. Onlar da tanrısal ya da Bunun daha iyi görülebildiği bir örnek, h er­ yarı tanrısal kökendendiler, geliştiler, öldürüldü­ hangi bir Hıristiyan toplum da yetişmiş herkes ler ve yeniden doğdular. Hepsi, bir tanrı-kralın için tanıdıktır. N oel’de, hiçbir bilinçli dini inancı­ ölüp yeniden doğuşunun ebedi bir mit oluşturdu­ mız olmasa da bir tanrı-insan çocu ğu n m itolojik ğu döngüsel inançlardandır. doğum u karşısında duygulanırız. Bilmeksizin y e ­ Ama Hıristiyan diriliş kavramının nihai oluşu niden doğuş sim gesiyle karşılaşmışızdır. Bu dü ­ (Hıristiyanlıktaki ahiret yargısı tasavvuru da b ö y ­ şünülem eyecek kadar daha eski olan, kuzey ya­ le “kapanmış” bir konu içerm ektedir), Hıristiyan­ rım küresinin kuru manzarasının kendini yen ile­ lığı öbür tanrı-kral m itlerinden ayırmaktadır. Bu y eceğ i um udunu anlatan bir gündönüm ü şenliği­ bir kez vuku bulm uştur ve töre yalnızca bunu nin kalıntısıdır. Dünyayı kavrayan bütün ileri z e ­ anımsatmaktadır. Ama bu nihai oluş duygusu bel­ ka yapımıza rağmen gen e de tıpkı paskalya yortu ­ ki de henüz Hıristiyanlık ön cesi törelerin etkisi sunda çocuklarım ızın şen paskalya yumurtası ve altında bulunan ilk Hıristiyanların, Hıristiyanlıkm paskalya tavşanı törelerine katıldığımız gibi, bu eski bereket törelerinin kimi öğeleriyle bütünlen­ sim gesel şenlikte de doyum buluyoruz. m esi gerektiğini düşünm elerinin nedeni olm uş­ Am a ne yaptığım ızı anlıyor m uyuz ya da tur. Yinelenen yen iden doğuş muştusuna gerek ­ İsa’nın doğum u, ölüm ü ve dirilişi öyküsüyle p as­ sinimleri vardı, bu da paskalya yumurtaları ve kalyadaki halk simgeleri arasındaki bağlantıları paskalya tavşanıyla simgeleştirildi. görebiliyor m uyuz? Genellikle bu tür şeylere en ­ telektüel açıdan hiç bakmayız. M odern insanın, batıl inançlı ve eğitim den yoksun kimselerin halk masalları olarak kabul Oysa bunlar birbirini tamamlamaktadır. Pas­ edip bilinçle hiç de ciddiye almayacağı türde d e ­ kalyadan ön ceki cum a günü İsa’nın çarm ıha geri­ rin psişik etkilere nasıl tepki verm eyi sürdiirdü- Bir kentin yakılıp yıkılmasını gösteren bir 13. yy Japon resmi (solda). Londra'da St. Paul Katedrali, 2. Dünya S avaşı'nda bir hava saldırısı sırasında, aynı şekilde alev ve dum anlar arasında. Savaş yürütmenin yöntemleri zam anla değişmiş olsa da savaşın duygusal yanları zam anı aşar ve arketipseldir (altta). ğünü gösterm ek için iki çok farklı örneği kullan­ dım. Am a daha ileri de gidilmelidir. Simgeselliğin öyküsü ve simgelerin ço k çeşitli kültürlerin yaşa­ m ında oynadığı rol ne denli yakından incelenirse, bu sim gelerde yen iden yaratılışa dair bir anlamın da gizli olduğu o denli anlaşılır. Arkaik ya da ilkel mitlerle bilinçdışının çıkar­ dığı sem boller arasındaki bağlantı halkası analist için son d e re ce d e önem lidir. Bu analiste söz k o­ nusu sem bollerin, onlara hem tarihsel bir p ers­ pektif hem de psikolojik bir anlam veren bir bağ­ lantıyla tanımlanması ve yorumlanması olanağını sağlar. Burada eski çağların önem li mitlerini ele alarak onların, düşlerim izde karşılaştığımız sim ­ gesel m alzem eyle nasıl -ve ne amaçla- uyum lu o l­ duğunu göstereceğim . İsa'nın doğuşu |ortada|. Ç arm ıha gerilişi (sol ülte). G ö ğ e çıkışı (sol altta). Doğumu, ölümü ve yemden doğuşu, birçok eski kahraman mitinin örneğini izler. Kökende belki 3 0 0 0 yıl önce Stonehenge'de (Ingiltere] de kullananlar g ib i, mevsimsel bereket törenlerine dayanan bir örnektir. Y az gündönümünde Stonehenge'de güneşin doğuşu (altta). Kahramanların yaratılışı Kahraman miti en bilinen ve yeryüzünde en yay­ şından belli oluşuna, önem li konum a ya da gü ce gın olan mittir. Onu Yunanlılar ve Romalıların kla­ hızla ulaşmasma, kötüye karşı başarıyla d övü ş­ sik m itolojilerinde, ortaçağda, U zakdoğu’da ve m esine, kibir denilen günaha kapılmasına, ölm e­ bugünkü ilkel halklarda buluyoruz. Bizim düşleri­ sine neden olan ihanet son ucu düşm esine ya da m izde de ortaya çıkıyor. Onda belirgin bir drama­ kendini “kahram anca” feda edişine ilişkin öyküler tik çizgi, göze ço k çarpm asa da derinlere giden işitilir. psikolojik bir anlam bulunmaktadır. Daha sonra bu örgüyü psikolojik olarak neden Kahraman mitleri ayrıntılarda birbirlerinden anlamlı saydığımı ve aynı zamanda kişiliğini k eş­ ço k büyük farklar gösterirler ama hepsinin yapısı fetm eye, ortaya çıkarmaya çalışan bireyler için birbirine çok benzer. Bu dem ektir ki onlar birbi- olduğu kadar kendi k olektif kimliğim saptamak riyle hiçbir doğrudan kültürel teması olmayan, gibi bir gereksinim i olan toplum için de önem ini örneğin Afrika zencileri ya da K uzey Amerika Kı­ ayrıntılı olarak göstereceğim . Gene de kahraman­ zılderili boyları, Yunanlılar ya da Peru’nun İnka- lar mitinin bir başka önem li özelliği bir çıkış n ok ­ ları gibi gruplar ve bireyler tarafmdan geliştiril­ tası sağlamasıdır. Çoğu söylen cede kahramanın miş de olsalar, hepsinin evrensel bir örgüsü var­ başlangıçtaki güçsüzlüğü, kendisine insanüstü dır. Daima bir kahramamn yoksul da olsa hariku­ görevlerinin çözüm ü için yardım cı olan güçlü lade doğumuna, insanüstü gücünün daha en ba- “ koruyucu” figürler ya da kollayanlarca denge- Kahramanların güçlerini erkenden belli edişleri çoğu kahraman mitinde görülür. Ç ocuk Herkül iki yılanı öldürüyor (altta). Büyülü bir kılıcı taştan çekebilecek biricik kişi olan genç kral Arthur (üstte sağda). Uç yaşında bir ayıyı öldüren Am erikalı Davy Crockett (altta sağda). Kahramana ihanetin iki örneği: Kutsal Kitap kahramanı Samson (en üstte) Delilah tarafından ihanete uğrar; ve Pers kahramanı Rüstem, güvendiği bir adam tarafından tuzağa düşürülür (üstte). Kibirin modern bir örneği: Hitler'in Rusya'ya saldırışından sonra, 1 9 4 3 'te S talingrad'da Alman tutsaklar (altta). Üslle arketipsel kahram anlara yoldaşlık İskandinav kahramanı Sigurd, yılan Fafnir'i oden koruyucu figüre uç örnek. Yunan öldürür (üstte). Eski Babil destanından mitinde genç A şil'e öğüt veren Kentaur kahraman G ılgam ış, bir aslanla dövüşür Che^on (en üstte) Kral Arthur'un (ortada). G üzel kızların kurtulması için tek koruyucusu Büyücü M erlin, elinde bir kağıt kişilik gücüne sık sık başvurulan modern tomarı tutuyor (ortada). M o dern yaşam dan Amerikan ç iz g i kahramanı Superman bir örnek: Bilgi ve deneyim ine meslekten (altta). bir boksörün çoğunlukla bağım lı olduğu antrenör (altta). Ç oğu kahram anlar çeşitli canavarları ve kötü güçleri yenmelidirler. lenm ektedir. Yunan kahramanlarından T h ese- alıyorum; çünkü bu, kahramanın gelişim indeki us’un yanında koruyucu tanrı olarak denizler tan­ dört evreyi çok belirgin bir şekilde gösteriyor. Dr. rısı P oseidon durmaktadır; Perseus’un yanında Paul Radin’in 1948’de H ero C ycles o f the W inne­ Athena, A chilles’in yanında bilge Kentaur Cheri- bago on bulunur. adıyla yayınladığı bu öykülerde kahraman kavra­ (W in n e b a g o ’nun Kahram an D ön gü leri) Böyle tanrı benzeri figürler gerçekte, kişisel mının en ilkelinden en m ükem m eline kadar bu egoda bulunmayan gü cü sağlayan bütün psikenin ilerlem e görülebilm ektedir. Her ne kadar bunlar­ sem bolik temsilcilerdirler. Onların özgün rolleri, daki sem bolik figürler başka başka adlar taşısa da kahramanlar mitinin belli başlı işlevinin, yaşamın rolleri aynıdır. Örneğin ruhunu kavradığımızda karşısma çıkaracağı zahmetli görevlere hazırlan­ bunu daha iyi anlayacağız. ması için, bireyin benlik bilincinin -kendi gücünü Radin, kahraman mitinin gelişim inde dört ev­ ve güçsüzlüğünü bilişinin- gelişmesini sağlamak re saptar. Bunları Hilebaz, Tavşan, Kızılboynuz, olduğunu düşündürüyor. İnsan giriş sınavım başa­ İkiz evreleri olarak adlandırır. “ Bunlar bize bü yü ­ rıp yaşamın olgunluk evresine girdiğinde kahra­ m e sorunuyla başa çıkmaktaki zorlanmamızı, çok manlar miti geçerliliğini yitirir. Kahramanın sim ­ ed ebi bir anlatım yardım ıyla gösterm ek tedir” gesel ölüm ü aynı zamanda bu olgunluğa eriştir. derken, bu gelişimin g erçek psikolojisini çok iyi Şimdiye kadar kahramanlar mitinin, doğu m ­ tanımıştır. dan ölüm e kadar bütün döngünün ayrıntıyla b e ­ Hilebaz evresi en erken, en az gelişmiş yaşam timlendiği bütününden söz ettim. Ama dikkat edi­ kesitine uyar. Hilebaz, b eden sel ihtirası davranışı lirse, bu döngünün her aşamasında, kahramanlık için tayin edici olan bir figürdür; bir ço cu ğ u n akıl öyküsünün, bireyin benlik bilinci gelişiminde ulaş­ yürütm esine sahiptir. Zalim, alaycı ve duygusuz­ tığı belirli bir noktaya ve o anda karşısına çıkan dur. Bizim Tavşan Brer ve Tilki Reynard öyküle­ soruna uygulanabilecek özgün biçim ler vardır. Ya­ rimiz Hilebaz m itinden belirgin hatlar taşımakta­ ni kahramanın resmi, insan kişilik gelişiminin her dır. Başlangıçta bir hayvan biçim inde olan bu fi­ evresini yansıtan bir biçim de gelişir. gür arka arkaya gözü pek işler yapar, zamanla da Bunu bir tür diyagramla sunarsam daha kolay değişir. Orada burada b oş b oş gezinm esinin so ­ anlaşılır. Bu örneği K uzey Am erika’nın az bilinen nunda Hilebaz, erişkin bir adamın fizik görünü­ bir kabilesi olan W innebago Kızılderililerinden m ünü almaya başlar. Bir sonraki figür Tavşan’dır. Hayvansal çizgi­ gösterir. Gücü K ızılboynuz’un olası zayıflıklarını leri Am erika yerlilerince çoğ u zaman bir K ojot dengeleyen, “yolda saldıran” adlı kudretli bir kuş olarak temsil edilen Hilebaz gibi o da ön ce bir biçim inde bir yoldaşı vardır. Kızılboynuz’la artık hayvan biçim inde görünür. Henüz insan vü cu d u ­ insanların, insanüstü gü çler ya da koruyucu tan­ nun olgunluğuna erişm em iştir ama buna rağmen rılara, telıditkâr kötü gü çlere karşı zafer kazan­ insan kültürünün kurucusu, biçim lendiricisi o l­ mak için gereksinim duyduğu dünyasına, bu h e­ duğu ortaya çıkar. Onun kendilerine ünlü büyü nüz arkaik bir dünya olsa da varmış olduk. Öykü­ törelerini verdiğine inanan W innebagolar bu yü z­ nün sonuna doğru tanrı benzeri kahraman k aybo­ den onu kurtarıcıları ve kültür kahramanları sa­ lur. Kızılboynuz’u ise oğullarıyla yeryüzünde bı­ yarlar. Radin’in bildirdiğine göre bu töre o kadar rakır. İnsanın mutluluk ve güvenini tehdit eden etkiliydi ki P eyote töresinin üyeleri, Hıristiyanlığı tehlike artık onun kendisinden gelm ektedir. tanıdıklarında Tavşan’ı terk etm eyi reddetm işler­ Sondaki İkiz evresinde' de yin elen ecek olan bu di. O Mesih’in biçim iyle karışmıştı dahası kimileri esas konu şu soruya yol acar: İnsanlar kendi ki­ hazır Tavşanları varken M esih’e h iç ihtiyaçları o l­ birlerine ya da m itolojik olarak söylersek, tanrıla­ madığını düşünüyorlardı. Bu arketipsel figür, Hi- rın kıskançlığına yenilıneksizin ne kadar mutlu lebaz’a göre belirgin bir gelişim gösterir: Tav- kalabilirler? şan’ın nasıl bir toplum sal varlık olduğu, Hile- İkizler Güneşin oğullan sayılsalar da insan ni- baz’da var olan diirtüsel ve çocu k su uyaranları teliğindedirler ve ikisi birlikte tek bir varlık oluş­ nasıl düzelttiği görülür. tururlar. En başta ana karnında birlik iken d o ­ Kahraman figürlerinin üçü n cü sırasındaki Kı- ğumla ayrılmışlardır. Aıııa gene de birbirlerine zılboynuz, denildiğine göre on kardeşin en g en ci­ aittirler ve çok gü ç olsa da. onları yeniden birleş­ dir. A rketipsel bir kahramanın yerine getirm esi tirmek zorunludur. Bu iki çocu k ta insan doğası­ gereken beklentileri, belirli sınavları geçerek g ö s ­ nın her iki yanını görürüz. Kiri, “e t” yumuşak, di­ terir: Yarışlar kazanır, dövüşlerde öne çıkar. İnsa­ rençsiz ve girişimsizdir; öbiirü, “d estek ” ise dina­ nüstü yetenekleri, devleri (zar oyununda) hileyle mik ve isyankârdır. Kimi ikiz kahraman öyküle­ ya da (bir gü reşte) gü cü ile yenm esiyle kendini rinde bu davranış özellikleri öylesine işlenmiştir "H ile b a z “'. Kahraman milinin gelişiminde ilk aşam a; kahraman dürlüsel, çekinm eden ve çoğu kez de çocukça hareket eder 16. yy' ın bir Ç in destanında, maymun kılıklı kahraman (Pekin'de modern bir opera temsilinden), hilelerle ırmaklar kralını büyülü bir asayı vermeye zorlar (en solda). IO 6. yy'd a n bir vazo üzerinde çocuk Hermes, Apollo'nun ineğini çaldıktan sonra beşiğinde yatıyor (solda). Karışıklık yaratan N orm an tanrısı Loki (19. yy'dan yontu) (sağda). C harlie C hap lin "Asri Z am anlar" (1 9 3 6 ) film inde-20 yy'ın bir düzenbazı (en sağda). ki bir figür, özel bir yansıtma yetisi olan bir iç e d ö ­ golar, aynı zamanda Irokualar ve bazı A lgonquin nüğü temsil ederken öbürü dışadönük bir eylem kabileleri olasılıkla insan etini, kendi bireyleşici, insanı, büyük işler yapan biridir. tahrip edici dürtülerini yatıştıracak olan totemik Uzun süre bu kahramanların her ikisi de yenil­ bir törenle yiyorlardı. mezdir; ister ayrı figürler olarak ister birin içinde­ Kahramanın ihanete uğradığı ya da yenildiği ki iki varlık olarak temsil edilmiş olsunlar, herke­ Avrupa m itolojilerinde de töresel kurban motifi si yenerler. Am a Navaho Kızılderililerinin m itolo­ kibir için özgün bir ceza uygulaması olarak bulun­ jisindeki savaş tanrıları gibi sonunda güçlerini k ö ­ maktadır. Am a W innebagolar da Navaholar da o tüye kullanma hastalığına yakalanırlar. kadar ileri gitm ezler. Her ne kadar İkizler giinah Y enebilecekleri korkunç yaratıklar artık ne işlem işlerse ve cezaları ölüm olsa da kendileri yerd e ne de gökte kalmıştır. Bunun ardından ya­ kendi güçlerinden o kadar korkarlar ki birlikte ban taranan intikam alır. W innebagolar sonunda sürekli bir durağanlık içinde yaşamaya karar v e ­ hiçbir şeyin, hatta dünyayı tutan direğin bile o n ­ rirler. B öylece insan doğasının çatışan yanları y e ­ lardan sakımlamadığım anlatıyorlar. İkizler, dün ­ niden dengeye gelmiş olur. yayı taşıyan dört hayvanı da öldürünce artık sı­ Burada dört kahraman tipini biraz ayrıntılı ta­ nırlarını aşmışlardı. Yollarını sonlandırmak zam a­ nımladım, çünkü bunlar gerek tarihsel m itlerde nı gelmişti. Cezaları ölüm olacaktı. gerekse bugünkü insanların kahramanlık düşle­ Kızılboynuz’da olduğu gibi İkizler evresinde rinde ortaya çıkan m odeli belirgin şekilde göster­ d e kurban edilm e ya da ölm e motifi kibire, ölçü ­ m ektedir. Orta yaştaki bir hastanın düşünü in ce­ süz gurura karşı zorunlu bir çaredir. Kültür o r­ lerken bunu aklımızda tutmalıyız. Bu düşün yoru ­ tamları Kızılboynuz evresine denk düşen ilkel mu analistin mitoloji bilgisiyle hastasına başka toplum larda bu tehlikenin barıştırıcı nitelikte ola­ türlü çözü lem ez gibi görünen bir bilm eceye yanıt rak, bir insan kurban edilm esiyle karşılandığı an­ bulmakta nasıl yardım cı olabileceğini gösterm ek ­ laşılıyor; bu da daima ortaya çıkan ve muazzam tedir. Bu adam düşünde kendisinin tiyatroda “g ö ­ sim gesel önem taşıyan bir temadır. W inneba- rüşüne saygı duyulan bir seyirci” olduğunu gör- Gelişim inin ikinci aşamasında kahraman insan kültürünün kurucusudur. Tanrılardan ateşi ç a lıp insanlara getiren Kojol efsanesinin N a v a h o kum-resmi Yunan efsanesinde ceza olarak kayalara bağlanan ve bir kartal tarafından g a galana n Prometeheus gibi (solda], İO ö . yy'd a n kap (altta). Üçüncü aşam ada kahraman, Buda gibi Bir kurdun büyütlüğü ve Roma'yı kuran Dördüncü aşam ada ikizler, Roma güçlü bir tanrı-insandır: 1. yy'd a n heykelde ikizler Romulus ve Remus (bir ortaçağ kahramanları Kaslor ve Pollux'un, Sıddnarla, aydınlanm ayı bulup Buda Italyan heykeli). Bunlar kahraman milinin Leukippos'un kızlarını kaçırışları gibi, ola ca ğ ı ge ziye başlıyor (üstle). dördüncü aşamasına en bilinen örneklerdir güçlerini kötüye kullanırlar (Flaman ressamı (altla solda). Rubens'in bir tablosunda) (altla). inekteydi. Bir sahnede beyaz bir maymun, çe v re ­ bir adamdı. M esleğinde başarılıydı, anlaşıldığı ka­ sinde birçok insanın olduğu bir kaidenin üstüne darıyla k oca ve baba olarak da halinden çok h o ş­ çıkıyordu. Bu düşü anlatırken adam: nuttu. Ne ki psikolojik olarak bakıldığında olgun değildi. Bu psişik hamlık kendini düşlerinde kah­ Rehberim, rüzgarın saldırısına uğrayıp raman mitinin çeşitli yönleriyle belli etm ekteydi. dayak yiyecek olan genç bir denizcinin söz Kendisinin gündelik yaşamı ile hiçbir ilgisi olm a­ konusu olduğunu anlatıyor. Ama ben karşı sa da bu im geler fantezilerini gene de kuvvetle çıkarak maymunun denizci olmadığını söylü­ m eşgul ediyordu. yorum; ama o anda karalar giyinmiş bir genç adam ortaya çıkıyor ve ben asıl kahramanın o olduğunu düşünüyorum. Ama bir başka yakı­ şıklı genç bir mihraba çıkarak dikiliyor. Çıp­ lak göğsüne, onun insan kurban olarak sunul­ duğunu belirten bir işaret koyuyorlar. Ondan sonra kendimi birçok başka kişiyle birlikte bir platformun üzerinde görüyorum. Dar bir Bu düşte de düşü görenin gerçek kahraman olarak ortaya çıkmasını sürekli beklediği bir var­ lığın çeşitli yönleri olarak, tiyatro gibi bir ç e r ç e ­ v ed e ortaya çıkan bir dizi figür görüyoruz. îlki b e ­ yaz bir maymun, İkincisi bir denizci, üçüncüsii karalar giyinmiş bir gen ç adam ve sonuncusu da “yakışıklı bir gen ç adam ”dır. Sunumun, apaçık bir merdivenden aşağı inebiliriz, ama ben çekini­ denizcinin zor sınavını temsil ed en ilk bölüm ünde yorum çünkü aşağıda iki kavgacı genç var. düşü gören yalnızca beyaz bir maym un görür. Ben onların bizi de yakalayacağını sanıyo­ Karalar giyinmiş adam birden ortaya çıkar ve ay­ rum. Ama gruptan bir kadın merdivenden so­ nı hızla kaybolur; bu ö n ce beyaz maymuna bir run çıkmaksızın inince bunun güvenli oldu­ kontrast oluşturan ve bir an için asıl kahramanla ğunu görüyorum ve hepimiz kadının ardın­ karıştırılan yeni bir figürdür. Düşte bu şekilde ka­ dan aşağı iniyoruz. rışıklıklar hiç de alışılmadık değildir. Biliııçdışı düşü gören e her zaman belirgin im geler sunmaz. Bu tür bir düş çabukça, basitçe yorum lana­ Bu figürler dikkati çek ercesin e bir tiyatro g ö s ­ maz. Bunun düşü gören le ilgisini, diğer sim gesel terim inde ortaya çıkıyorlar. Bu kavramla düşü içeriğini gösterm ek için onu dikkatle çözm eliyiz. görenin analizdeki kendi terapisine gön derm e Bu düşü gören hasta bedensel olarak geçk in ce yaptığı anlaşılıyor: Sözü edilen “rehber” de belki Bireyin psikesi, kahraman milinde de olduğu g ibi, ilkel, çocuksu bir evreden gelişir ve ilk evreden resimler ruhça olgun olmayan erişkinlerin düşlerinde sık ortaya çıkar. İlk aşama biraz, çocukların Fransız filmi "Zéro d e C onduite'd e ki (1 9 3 3 ) yastık kavgası g ib i kaygısız oyunlarına benzer (solda), İkinci aşama gençliğin korkusuzluğuna uymaktadır: Amerikan gençleri sinirlerini, hızla giden bir otom obilde test ediyorlar (sağda) Daha sonraki bir evre ileri dönem gençliğinin idealizm i ve fedakarlığını ortaya çıkarır: 1 9 5 3 Berlin ayaklanm ası, gençler taşlarla tanklara saldırıyorlar (en sağda). analizcidir Ama düşü gören kendisini bir hasta bağımlı, tabiat olarak çekingen olduğunu öğren ­ olarak değil, “görüşüne saygı gösterilen önem li miştim. Bu n edenle g e ç çocu klu k dönem i için çok bir seyirci” olarak görm ektedir. Burası, onun eriş­ doğal olan yaramazlıkları hiç yaşamamış, okul ar­ kin olmak deneyim iyle ilintilendireceği çeşitli fi­ kadaşlarının oyunlarına da katılmamıştı. Ne diğer gürleri gözden geçirm eye başlamak için uygun oğlanlar gibi bir başkasına “m aym unsu” oyunlar bir noktadır. Örneğin beyaz maymun ona, yedi- oynam ış 11e de “maymun gibi” kimsenin taklidini on iki yaşlarındaki oğlan çocukların oyuncu ve ol­ yapmıştı. Bu söyleyiş özelliği gerekli ipucunu sağ­ dukça uygunsuz davranışlarını anımsatır. Denizci lıyordu. Maymun gerçek ten Hilebaz figürünün ilk geııçligin serüven keyfini, hem en onu izleyen sim gesel bir biçimiydi. “dayak” da sorum suzluk nedeniyle cezalaııdırılışı Ama neden Hilebaz m aymun olarak görü nü ­ düşündürm ektedir. Karalar giymiş gen ç adam yordu ? N eden beyazdı? Daha ön ce gösterdiğim için rüya gören hiçbir çağrışım verem em ektedir; gibi, W innebago söylencesi, Hilebaz’ın döngünün ama kurban edilm ek üzere olan yakışıklı g en ç sonunda yavaş yavaş insana benzer bir görünüm adamda, g e ç ergenlik dönem inin, fedakâr idealiz­ kazandığını anlatır. Buradaki düşte o bir insan minin kalıntılarım görmüştür. varlığına, bir insanın gülünç bir karikatürü gibi Bu aşamada tarihsel m alzem e - y a da arketip- benzeyen bir m aym undur. Rüyayı görenin kendi­ sel kahraman resim leri- ve düş görenin kendi ki­ si maymunun neden beyaz olduğuna ilişkin her­ şisel yaşantıları, her ikisinin birbirini 11e kadar hangi bir çağrışım verem iyordu. Ama biz ilkel doğruladığı, yadsıdığı ya da daha yakınlaştırdığı­ sim geler konusundaki bilgim izden, beyaz rengin, nı görm ek için birleştirilebilir. kendi başına alelade olan bir varlığa “tanrıya ben ■ İlk çıkarsama beyaz maymunun llilebaz’ı ya zerliğiıı” özgün niteliğini sağladığını çıkarsayabili­ da en azından W innebagoların llilebaz’a verdiği riz. Birçok ilkel toplum da albinolar kutsal sayılır. karakter özelliklerini temsil ettiğidir. Ama bence, Bu, I lilebaz’m yarı tanrısal ya da büyülü gü çleri­ maymun düşü görenin bizzat ya da kendine uy­ ne de çok iyi uymaktadır. gun olarak yaşamamış olduğu bir başka şey için O halde beyaz mayınım, düşü gören için apa­ de bulunmaktadır; dediği gibi o düşünde seyirci çık çocukluğun, o zamanlar yeterin ce kabul e d e ­ olmuştur. Küçük çocu k k en ebeveynine çok fazla m ediği ve şimdi övm ek zorunda olduğuna inandı- ğı çocu k su oyunculuğun olum lu özelliklerini sim ­ zayıf ama savaşan bir figür olduğu şeklindeki sö y ­ gelem ektedir. Düşün söylediği gibi onu “bir ka­ lemleriyle bir ilinti kuruyoruz. Düşün bu evresin­ idenin üzerine” yerleştirm ekte, böylelikle o yiti­ de hasta yeniden, çocukluğunun ve erken gen çli­ rilmiş bir çocukluk deneyim inden daha fazla bir ğinin önem li bir yönünü tam yaşamamış olduğu­ şey haline gelm ektedir. Erişkin bir adam için bu nu fark etm ektedir. Ç ocukluğunun oyunculuğu­ yaratıcı denem e zevkinin bir simgesidir. nu da bir oğlan çocu ğu n u n biraz daha ileri h oy­ Peki, son uç olarak, maym un bir maymun mu ratlıklarını da kaçırmıştı. Şimdi bu eksik kalan d e ­ yoksa dayak yem esi gerek en denizci midir? Han­ neyim lerin ve kişisel özelliklerin rehabilitasyonu gisi olursa olsun, insan gelişiminin bir sonraki için yollar aramaktaydı. aşaması, çocukluğun sorum suzluğunun toplum ­ Bundan sonra düşte garip bir değişim olm ak­ sallaşma evresine yer açtığı bir durumdur. Bu da tadır. Karalar giyinmiş g en ç adam ortaya çıkar. acı veren bir disipline boyun eğm ek anlamına g e ­ Düşü gören bir an için “asıl kahraman”ın bu oldu ­ lir. Bu yüzden denizcinin, Hilebaz’m bir tür ol­ ğunu sanır. Bu karalar giyinmiş adama ilişkin ola­ gunluk sınavı yardımıyla sosyal sorumluluk sahi­ rak bilebildiğim iz bundan ibarettir; ama bu kaça­ bi bir kişiye dön ü şeceği bir ileri biçimi olduğu mak bakış, düşlerde sık sık ortaya çıkan daha söylenebilir. Sim geye öyküsel olarak bakılırsa önem li bir m otife dikkati çekm ektedir. rüzgarın bu süreçteki doğa unsurlarını temsil et­ Bu, analitik psikolojide önem li bir rol oynayan tiğini, dayağın ise insandan kaynaklandığını d ü ­ “gölg e ” kavramıdır. Jung, bireylerin bilinçli zihin­ şünebiliriz. lerinin ortaya attığı bu gölgenin, kişiliğin gizli, Bu noktada W innebagoların Tavşan evresi bastırılm ış, d eğersiz (v e günahkâr) yönlerini üzerine, kültür kahramanının, çocukluğunu daha içerdiğini gösterm iştir. Am a bu karanlık basitçe ileri bir gelişm e uğruna feda etm eye hazır olan, bilinçli egonun tersinden ibaret değildir. Egonun değersiz ve tahrip edici tasarımları olduğu gibi, gölgenin d e normal güdüler ve yaratıcı dürtüler gibi iyi özellikleri de vardır. E go ve gölge ge rçe k ­ te ayrı olsalar da birbirlerine tıpkı düşü n ce ve G enç, farklılaşmamış Ego-Kişiliğ anne tarafından korunur. Bu koruma çok belirgin olarak M a d o n n a (15, yy'd a n Italyan ressam Piero della Francesca'nın bir tablosunda) (solda) ya da M ısır'd a göğün, yeryüzü üzerine eğilen tanrıçası N u t (IO 5 . yy'd a n bir kabartm ada) görülüyor tarafından temsil edilir (sağda). Ama Ego sonunda bilinçdışı ve hamlıktan kurtulmalıdır. Onun bu "özgürlük savaşı" çoğunlukla kahramanın bir canavarla savaşıyla simgelenir. Japon tanrısı Susanoo (1 9. yy'ın bir tahta oym asında) bir yılanla boğuşur (üstte). Kahraman her zam an hemen kazanm az. Ö rneğin Yunus bir balina tarafından yutulur (bir 14. yy el yazm asında) (en sağda). duyguların birbirlerine bağlı olması gibi, şaşmaz şekilde bağlıdırlar. Ego, yine de gölge ile çatışma, Jung’un dediği gibi, “kurtuluş savaşı” içindedir. İlkel insanın bilinçliliğe erişm e çabalarında bu çatışm a arketipsel kahramanla, ejderhalar ve canavarlar olarak kişileştirilen kötülüğün kozmik güçleri arasındaki savaşla ifade edilm ektedir. Kendini geliştirm ekte olan bilinçte kahraman figürü ve bilinçdışm m tem belliğini yenerek ortaya çıkmakta olan ego, olgun insanı çocukluğun mutlu durumuna, ann e­ nin egem en olduğu bir dünyaya geri dönm e ö z le ­ m inden kurtaran sim gesel araçtır. M itolojide kahraman genellikle ejderhaya kar­ Egonun orlaya çıkışı dövüşten başka bir fedakarlıkla, yeniden doğuşla sonlanan bir şı savaşını kazanmaktadır. (Buna ilişkin az sonra ölümle de simgelenir. Devrim böyle bir daha fazla şey anlatacağım.) Ama kahramanın e j­ fedakarlıktır (altta). Delacroix'nın derhaya teslim olduğu m itler de vardır. Bunlar­ "M issolongi harabelerinde ölen Yunanistan" tablosu, iç savaşla ölen ve dan bilinen bir i anesi İlyas Peygam ber ve balina­ kurtuluşu ve yeniden doğuşu bekleyen dır. Burada kahraman, onu, güneşin guruptan şa­ ülkeyi canlandırm aktadır. Bir bireyin fağa ilerleyişini sim geleyen batıdan doğuya doğru fedakarlığı. Ingiliz şair Byron Yunanistan'da g e ce yolculuğuna çıkaran bir deniz canavarı tara­ 18 2 4 devriminde ölmüştür (üstte). Hıristiyan a zizi Lucia, gözlerini ve yaşamını inanç fından yutulur. Kahraman, bir tür ölümü temsil uğruna feda etmişti (altta solda). ed en bir karanlık içine girm ektedir. Bu m otif b e ­ önem li bir bölüm ünü sahiden tam yaşamayı be- nim kendi klinik deneyim im de karşılaştığım rüya­ cerem em işti. Bunun son ucu olarak da g erçek leş­ larda da ortaya çıkmaktadır. m eyen metafizik erekler peşinde sem eresiz ara­ Kahramanla ejderha arasındaki dövüş bu m i­ yışlarda kendini yitirmiş, gerçekliği tam olmayan tin aktif biçimidir. A çık ça egonun geriye dönük ya da eksik biriydi. Yaşamın, iyi olanı da kötü ola­ eğilimler karşısındaki zaferini yansıtan arketipsel nı da aynı şekilde yaşamak buyruğunu kabul et­ temayı gösterir. İnsanların büyük çoğunluğu için m eye henüz hazır değildi. kişiliğin karanlık ya da olum suz yanı bilinçdışı ka­ Hastamın düşündeki kara giyimli adamın, bi- lır. Ama kahraman gölgenin var olduğunu ve için ­ linçdışınm bu yönüyle ilintili olduğu anlaşılıyor. deki gü cü tüketebileceğim kavramak zorundadır. Onun kişiliğinin “g ö lg e ” yanına, bunun çok yönlü Ejderhayı y en eb ilecek kadar ürkütücü olmak isti­ olanaklarına ve kahramanın yaşamın zorluklarına yorsa tahripkâr güçlerle anlaşması gereklidir. Ya­ hazırlanmasındaki rolüne böylesi bir uyarı, düşün ni eg o zafer sevincini yaşamadan ön ce kendi g öl­ erken bölüm lerinden, kurban edilen kahraman gesini zorlamalı, özüm sem elidir. temasına, mihrap üzerinde yatan yakışıklı gen ç Bu temayı büyük bir edebi kahraman figürün­ adama, önem li bir geçiş oluşturmaktadır. Bu fi­ de, G oethe’nin Faust’unda da bulabiliyoruz. Fa- gür hem en her zaman, gençliğin geç d ön em in d e­ ust, M ephistopheles’le bahse girdiği zaman bir ki ego oluşturma sürecini çağrıştıran kahraman­ “gölg e ” figürünün gü cü altına girer. Düşünü an­ lık biçim ini tem sil etm ektedir. Bu d ön em de kişi lattığım adam gibi Faust da ön ceki yaşamının yaşamının ideal ilkelerini ifade etm ekte, onların Birinci Dünya Savaşı'ndan askere çağrı: M ito lo jid e kahraman çoğunlukla, kibiri Piyadeler ve bir askeri mezarlık. yüzünden tanrıların onu yeniden C anlarını ülkeleri için verenleri anma tevazuya döndürm ek istemeleriyle ölür. törenleri ve ayinler çoğunlukla M o d e m bir örnek olarak: 191 2 'd e kahramanın arkatipik kurbanındaki ölüş Titanic gemisi bir aysberge çarparak ve yeniden doğuş motifini yansıtır. batmıştır. ("Titanic" filminden bir montaj, Birinci Dünya Savaşı ölüleri için dikilen 1 9 4 3 ). Onun ba tam a yacağ ı bir İngiliz anıtındaki yazı "günbatım ında söyleniyordu. Am erikalı yaza r W a lte r ve gün doğum unda sîzleri a n a c a ğ ız " Lord'a göre bir gem ici "tanrı bile bu der (altta]. gem iyi batıram az" demişti (sağda). kendisini ve başkalarıyla olan ilişkilerini değişti­ Aynı şekilde, gençliğin egosu da daima bu ris­ rebilecek gücünü hissetm ektedir. Yani gençliğin, ki göze almak zorundadır çünkü eğer bir genç, çok çekici, enerji ve idealizm dolu olan çiçek a ç­ ulaşabileceğinden daha yüksekteki bir ereğe y ö n ­ ma dönem inde bulunmaktadır. Am a acaba neden lenm ezse, gençlikten olgunluğa kadar önüne çı­ kendisini kurban-iıısaıı olarak sunar? kacak olan engelleri aşamaz. Bunun nedeni belki de W innebago söylen ce­ Şimdiye kadar hastanım kendi kişisel çağrı­ sindeki İkizler’i, yok olmamak için güçlerinden şımları düzeyinde ilişkilendirebildigi sonuçlardan vazgeçm eye iten nedenin aynıdır. Gençliğin çok söz ettim. Ama daha arketipsel bir düş düzeyi, güçlü bir itici gü ce sahip olan idealizmi gözü p e k ­ sunulan insan kurbanındaki gizde vardır. Bu bir liğe kadar gitmelidir; insan egosu ancak kibrin­ giz olduğundan, sim gelem iyle bizleri insanlık tari­ den yokoluşa düşm e tehlikesini göze alarak tanrı hinin en derinlerine götüren törensel bir eylem le benzeri bir konum a yükseltilebilir. (Kırılgan, in­ anlatılmaktadır. san eliyle yapılmış kanatlarla gökyüzüne çıkan Bu törensellik aslında aynı zamanda hem b e ­ ama bu sırada güneşe çok yaklaştığından düşen lirli bir keder hem de ölüm ün bir yenilenm e oldu­ Ikarııs öyküsünün anlamı da budıır.) ğuna inançla bir tür sevinç taşımaktadır. İster Kahramanlar sıklıkla zor durumdaki (Anim a'yı temsil eden) bir kızı kurtarmak için canavarla boğuşurlar. A z iz G eo rg, bir kızı kurtarmak için bir canavarı öldürüyor (1 5. yy'ın bir Italyan resminden) (solda). 1 9 1 6 'd a "Büyük Sır" film inde canavar bir lokom otife dönüşmüş am a kahram anca kurtarış aynı kalmıştır (sağda). W innepago yerlilerinin efsanelerinde ya da kuzey halklarının söylencelerin de Baldur’un ölüm ün­ den yakımlırken ortaya çıksın, ister Walt Whitm an’ın Abraham Lincoln’ün yasını tutan şiirlerin­ Am a bir düşle m itolojide bulunabilecek m alze­ de ya da düşteki insanın kendi gençliğinin um ut­ m e arasında tam ve mekanik koşutluklar aramak ları ve korkularına geri d öndüğü törensellikte, te­ gerektiği samlmamalıdır. Her düş söz konusu ma hep aynıdır; ölüm yoluyla yeni bir doğum un olan düş gören e özgüdür. Bunun biçimi d e birey­ dramı. lerin kişisel (lıınıınu taralından belirlenir. Benim Düşün sonu, düşü görenin kendisinin nihayet gösterm ek istediğim bilinçdışınm düşe arketipsel düşteki eylem e katıldığı ilginç bir son söz getir­ m alzem eyi nasıl kattığı, onıın örgüsünü düş g ö re ­ m ektedir. Kendisi diğer kimselerle birlikle, aşağı nin gereksinim ine göre nasıl değiştirdiğidir. Bu atlamak zorunda kaldığı bir platform un üzerinde­ yüzden bu özgün düşte W innebagoların Kızılboy- dir. Merdivene güvenm ez çünkü kavgacıların ka­ nıız ya da İkizler döngüsünde gösterdikleri ile rışmasından korkmaktadır; ama bir kadın kendi doğrudan bir ilişki aranmamalıdır. İlişki noktası sini cesaretlendirerek aşağıya güvenle in ebilece­ daha ço k her iki tem anın ortak özelliği olan kur­ ğini gösterir, gerçek ten öyle de olur. Benim onun ban öğesidir. çağrışımlarından çıkardığım; katıldığı bütün g ö s ­ Genel bir kural olarak, kahraman sem bolleri­ terinin, yaşadığı içsel değişim in süreci olan anali­ ne gereksinimin, egonun bir desteğe m uhtaç ol­ zinin bir parçası olduğunu, belki yeniden gü nde­ duğu durumlarda, yani bilinçli ruh bir g örev kar­ lik g e rçeğ e dönm enin güçlüğünü düşündüğüydü. şısında sorunu yalnız başına ya da bilinçdışmdaki Kendi deyim iyle “kavgacılar”dan korkusu, Hile­ gü ç kaynakları olmaksızın çözem ediğin de, ortaya baz arke tipinin kolektif bir biçim de ortaya çıka­ çıktığı saptanabilir. Örneğin sözünü ettiğim düş­ cağından korkusunu tanımlamaktaydı. te tipik kahraman söylencelerinin daha önemli Bu düşteki kurtarıcı elemanlar, burada olası­ bir yanma, güzel kadınları korkunç tehlikeden lıkla rasyonel aklın sim gesi olan, insan eliyle ya­ kurtarma yeten eğin e ilişkin hiçbir belirti bulun­ pılmış m erdiven ve düş göreni m erdiveni kullan­ m uyordu. (Z or durum daki gen ç kız, ortaçağ A v­ maya yüreklendiren kadının varlığıdır. Onun dü ­ rupa’sında öne çıkan bir efsaneydi.) Bu mitlerin şün sonucunda ortaya çıkışı, belki bu son d e re ce ­ ya da düşlerin “anima” , G oeth e’nin “eb edi dişi” de eril eylem i bütünlem ek üzere dişil bir öğe ka­ adını verdiği erkek ruhundaki dişil öğe üzerinde tıldığı anlamına gelir. oynamalarının bir yoludur. Bu dişil öğenin doğası ve işlevi bu kitapta da­ runmasız bir ruhsal durum da bulunduğunu, bu ha sonra Dr. von Franz tarafından işlenecektir. yü zden de rahatsızlık veren yeni üstelik hoş ol­ Am a onun kahraman figürüyle olan ilintisini b u ­ m ayan deneyim lere maruz kalacağını belirtiyor­ rada, gen e olgun yaşlardaki bir erkek olan bir du. Kadının kendisine, küçük bir çocu k k en anne­ başka hastanın gördüğü düşle gösterebilirim . Düş sinin yaptığı gibi, bir yağm ur başlığı sağlaması g e ­ şöyle başlamaktadır: rektiğini düşünüyordu. Bu episod ona, annesinin “Hindistan’ı boydan b oya yürüyerek yaptığım (özg ü n kadın resm inin) kendisini koruyacağın­ bir geziden yeni dönm üşüm . Beni ve arkadaşımı dan em in olduğu zamanlarda gerçek leşen eski se- bu gezi için bir kadın donatmış. D önüşüm de onu rüvenli gezilerim anımsatmıştı. Büyüdüğü zaman bize siyah yağmur başlıklarını verm ediği, bu yü z­ bunun ço cu k ça bir hayal olduğunu anlamıştı. den de yağm urda sırılsıklam olduğum uz için su ç­ Şimdi başarısızlığının suçunu artık annesine d e ­ luyorum .” ğil, kendi animasına atıyordu. Düşe giriş, daha sonra anladığıma göre, bu Düşün bir sonraki kesitinde hasta, bir grupla adamın bir arkadaşıyla birlikte tehlikeli dağlık birlikte yapılan bir geziye katılışını anlattı. Yoru­ b ölgelerd e “kahram anca” gezintiler yaptığı bir larak bir bah çe lokantasına giriyor, orada birden dönem le ilintiliydi. (K endisinin hiçbir zaman Hin­ yağmurluğunu ve az ö n ce kayıp olan yağm ur baş­ distan’a gitm em iş olm asından ve bu düşe ilişkin lığını buluyor. Burada dinlenm ek için oturuyor, çağrışımlarından, düşündeki gezinin yeni bir b ö l­ bu sırada üzerinde, bir lise öğrencisinin bir tiyat­ geyi, yani gerçek bir yeri değil bilinçdışı alanı ro tem silinde Perseus rolünü alacağı belirtilen bir araştırmayı tanımladığını çıkardım .) afiş görüyor. Sonra, bir oğlan ço cu ğ u değil de D üşünde hasta, görünüşe göre bir kadının güçlü kuvvetli g en ç bir adam olduğu anlaşılan, -olasılıkla kendi aramasının bedenleşm iş bir şek- afişte adı ge çe n gen ç ortaya çıkıyor. G encin ü ze­ lin in - kendisini böyle bir araştırma gezisine y e te ­ rinde gri bir elbise, başında siyah bir şapka vardır rince donatmamış olduğunu hissediyordu. Uygun ve siyah elbiseli bir başka gen çle oturup kon uş­ bir yağm ur başlığının eksik oluşu, kendisinin k o ­ maya başlar. Bu sahnenin hem en ardından düşü gören kendini yen iden güçlü, gruba katılacak du ­ rü siyah giyinmiş olarak ikisi birlikte, daha ön ce rumda hisseder. Hepsi birlikte ilerideki tep eye de söylediğim gibi İkizler’in bir versiyonu olarak tırmanırlar. Orada aşağüarda gidecekleri yeri g ö ­ ele alınabilir. Bunlar eg o ve alter-egonun karşıt rür; bu şirin bir liman kentidir. Bu keşifle kendini olmakla birlikte uyumlu, birlik halinde bir ilişki cesu r dahası gençleşm iş hisseder. içinde bulunuşunu tem sil ed en kahraman figürle­ İlk bölüm deki huzursuz, rahatsız gezinin aksi­ ridir. ne burada düşü gören bir grubun içindedir. Bu Hastanın çağrışımları bunu onaylar; grili figü­ fark, ön ceki yalnızlık ve gençlik protestosundan, rün yaşam karşısında uyumlu, dünyalı tutumunu başkalarıyla olan ilişkilerin toplumsallaştırıcı et­ tem sil etm esine karşın siyahimin, bir rahibin si­ kisine doğru değişimini belli etm ektedir. Burada yahlar giym esi bağlam ında m anevi olam cisim len­ bir ait olabilme yetisi de bulunduğundan, artık dirdiğini vurgular. Onların şapka giym eleri (k en ­ animasının ön cek in d en daha iyi işlev gördüğü çı- disinin de kendininkini bulmuş olm ası), oldukça karsanabilir, ki bu anima figürünün ön ced en sağ­ olgun bir kimliğe ulaşmış olduklarını belirtm ekte­ lamayı unutmuş olduğu eksik olan şapkanın b u ­ dir. Bu kimlik, hastanın ideal benlik-im gesi bilge­ lunması ile sim gelenm ektedir. liğine ulaşmak isterken, Hilebaz niteliğinden bir Am a düşü gören yorgundur. Restorandaki sahneler onun daha önceki tutumunu, gücünü bu türlü kurtulamadığı, gençlik yıllarında özlediği kimliktir. geri dönüşle canlandırabilme umuduyla, yeni bir Helenistik kahraman P erseus’a ilişkin çağrışı­ ışık altında gözd en geçirm eye olan gereksinimini mı, onu T h eseu s’la karıştırması bakımından il­ yansıtmaktadır. G erçekten de öyle de olur. İlk ginçti. Bu karışıklık onun her ikisinde ortak olanı gördüğü, üzerinde bir gen cin bir kahraman rolü ­ keşfetm iş olması bakınundan anlamlıydı. Her iki­ ne çıkacağını duyuran bir afiştir; bir lise öğren ci­ si de bilinm eyen, dem onik, annesel gü çlere duy­ si Perseus’un partisyonunu oynayacaktır. A rdın­ duğu korkularını yen m ek ve tek, g e n ç bir dişi dan artık bir adam olan genci, kendisinden açık­ varlığı bu gü çlerden kurtarmak zorunda kalmış­ ça farklı olan bir adamla görür. Biri açık gri, ö b ü ­ lardı. Perseus, M e dusa'yı öldürüyor (İÖ 6 . yy'dan vazo resmi) (en solda), Perseus, bir canavardan kurtardığı A ndrom eda ile (IO 1. yy'd a n duvar resmi) (solda). Theseus, M inotaurus'u öldürürken A riadn e seyrediyor (İÖ 1. yy'dan bir testi) (sağda). İÖ 6 7 yılından bir G irit parası üzerinde M inotaurus'un labirenti (altta). Bu kurtarış anima figürünü, annesel imgenin sağladıktan sonra bir gen çleşm e duygusu belir­ kendisini boğan yönlerinden kurtarmayı sim ge­ m ekteydi. Kahraman arketipinin temsil ettiği iç­ ler. Ancak bu sağlandığmda bir erkek kadınlarla sel gü ç kaynağını bulm uştu; kadında simgesini gerçek ilişki yetisini kazanır. Bu adamın animayı bulan tarafını geliştirmiş, kendini egosunun kah­ anneden ayırmayı becerem ediği, annesine ba­ ramanca hareketiyle annesinden kurtarmıştı. ğımlılığının “b o ğ u cu ” yönünün sem bolik resmi Ellilerine yaklaşan bir hastam m esleki başarı­ olan bir ejderhayla karşılaştığı bir başka düşte de ları, kişisel ilişkileri son d erece olumlu olduğu vurgulanmaktaydı. Bu ejderha kendisini kovalı­ halde yaşamı b oyu n ca periyodik korku nöbetleri yor, adamın silahı olm adığı için bu dövüşte s o ­ çekm ekteydi. Düşünde dokuz yaşındaki oğlunu nunda yenik düşüyordu. on sekiz, on dokuz yaşlarında, bir ortaçağ şöval­ Ama o düşte karakteristik bir şekilde karısı or­ yesinin parlak zırhlarına bürünm üş bir gen ç taya çıkıyor, onun gelişi ile ejderha bir biçim de kü- adam olarak görm üştü. G enç adam bir yığın kara­ çülüp daha az korkutucu oluyordu. Düşteki bu d e­ lar giyinmiş adamla dövüşm ek zorunda kalıyordu ğişim, düşü görenin kendi evliliğiyle, gecikerek de ve buna da hazırdı. Am a birden miğferini çıkarı­ olsa annesine olan bağımlılığından kurtulmuş oldu­ yor, saldıran kalabalığın ön derine gülüm süyordu. ğunu gösteriyordu. Kahramanla ejderhanın savaşı E lbette bunun üzerine dövüşm üyor, tersine dost kendi “erişkin oluşunun” sembolik anlatımıydı. oluyorlardı. A ncak kahramanın görevinin, biyolojik ve aile­ Düşteki oğul, adamın sık sık “g ö lg e ” tarafın­ sel uyumu aşan bir ereği vardır. Bu da animanın dan kendine güvenm em e biçim inde tehdit edilen psikenin o içsel öğelerin den kurtarılmasıdır. Bu gençlik egosudur. Bir bakıma büıun olgun yaşamı her türlü gerçek yaratıcı uğraş için zorunludur. b oyu n ca bu düşmana karşı başarılı bir savaş sür­ Adam gruba karşı yeni, olum lu bir yaklaşım dürmüştü. Kahramanın kızı kurtarışı, annenin "boğucu" yanından A nim a'nın kurtuluşunu simgeleyebilir. Bu yanı, kötü bir dişil ruh olan (en solda) Rangda'nın maskesini (solda) takmış Balili dansçılar ya d a Yunan kahramanı Jason'u yutan ve sonra gene kusan yılan (üstte) temsil ediyor. Sayfa 1 2 4 'te anlatılan düşteki g ib i, bir liman kenti yaygın bir Anima simgesidir. M a rc C h a g a ll'in bir posteri N ic e 'i bir denizkızı olarak gösteriyor (altta). Şimdi, kısmen kendi oğlunun böyle kuşkular olmaksızın büyüdüğünü görm eyi umuyor, ama asü kendi çevresinin m odeline en yakın bir kahra­ Olgunlaşma töreni (inisiyasyon) arketipi man resmi verdiği için artık gölgeye karşı d övü ş­ m eyi gerekli görm üyordu; onu kabul edebilirdi. Bu da dostluk eylem iyle sim geleşm ekteydi. Artık Psikolojik bağlam da kahraman resminin asıl ego bir rekabet savaşma zorunlu değildi; tam tersine ile özdeş olarak görülm em esi gerekir. Bu daha dem okratik bir topluluğu oluşturmak gibi uygar çok egonun kendim , erken çocu klu ğu n ebeveyn bir görevle yüküm lüydü. Yaşamın doyum una resimleri yoluyla ortaya çıkan arketiplerden ayır­ ulaştığı gibi bir karar kahramanca görevlerin ö te ­ masına yarayan sem bolik araçlardandır. Jung, sine geçiyor, gerçek ten olgun bir konum a ulaşı­ her insan varlığının tem elde bir bütünlük duygu­ yordu. suna, tam güçlü, m ükem m el bir kendilik duygu­ Am a bu değişim otom atik olarak olmaz. Ol­ suna sahip olduğunu düşünm ektedir. İnsan eriş­ gunlaşma arketiplerinin çeşitli biçim lerinin anla­ kin olduğunda da bireyselleşm iş eg o bilinci bu tım bulabileceği bir geçiş evresini gerektirir. kendilikten -ruhsal bütünlükten- yükselir. Son yıllarda Jung’un bazı öğrencilerinin çalış­ maları, bireysel egonun bebeklik çağm dan ç o c u k ­ luk çağm a geçiş sırasında ortaya çıkardığı bir dizi olguyu belgelem iş bulunuyor. Bu ayrışma, baş­ langıçtaki bütünlük duygusuna ağır zararlar ver­ m eksizin hiçbir zaman tamamlanamaz. E go, ruh­ sal sağlığı korum ak için benlikle olan bağlantısını durmadan yen iden ele almak zorundadır. Benim çalışmalarımda kahraman mitinin, psi- ler. Bu zedelenm enin, bireyleri grup yaşamına kenin farklılaşmasında belki de ilk aşama olduğu özü m seyecek bir iyileşm e süreciyle yeniden ona­ ortaya çıkmaktadır. Bunun, anlaşıldığına göre rılması gerekir. (Bireylerin grupla özdeşleşm esi egonun başlangıçtaki bütünlük durumunun g ö r e ­ çoğunlukla bir totem hayvan tarafından sim gele­ ce özerkliğine ulaşmaya çalıştığı dörtlü bir döngü nir.) Böylelikle grup, zedelen en arketipin gerek­ çizdiğini söylem iştim . Belli bir d ereced e özerkli­ lerini yerine getirm iş ve gençlerin, yeni bir yaşa­ ğe ulaşılmadıkça bireyler hiçbir zaman erişkin bir ma başlamak için ö n ce sem bolik olarak kurban çev rey e uyum sağlayabilecek durum a gelem ez­ edilm eleriyle ikincil bir eb eveyn haline gelmiş ler. Yine d e kahraman miti bu kurtuluşun olaca ­ olur. ğına garanti verm ez. Yalnızca egonun bilinçlen­ Jung’un deyim iyle “gen ç adamı geri bırakabi­ m esinin nasıl olacağım gösterir. Bireylerin anlam­ lecek gü çlere verilen bir sunu gibi görünen bu lı bir yaşam sürebilm ek ve çok gerekli olan birey­ çok önem li serem on ide” , başlangıçtaki tem el ar­ sel biriciklik duygusunu kazanabilmek için bu bi- ketipin gücünün asla, bilinçdışının besleyici g ü ç­ linçliliğe sahip olmak, onu geliştirm ek sorunu ise lerine karşı yabancılaşmanın felç edici duygusu h ep vardır. Hem ilk çağların tarihi hem de bugün­ olmaksızın, kahram an-ejderha savaşındaki gibi kü ilkel toplumların töreleri bize, olgunlaşma mi- sürekli, kalıcı biçim d e kınlamadığını görüyoruz. terine, törelerine, g en ç erkek ve kadınların anne İkizler efsan esin de kibirlerinin sonuçlarından babalarından ayrılıp kendi soylarının düzenine korkulduğu için onları uyumlu bir ego-benlik iliş­ girmelerinin biçim ve yöntem lerine ilişkin zengin kisine zorla geri döndürm ekle, bunun nasıl düzel­ m alzem e sağlamaktadır. Ama çocukluk dünyasın­ tildiğini görm üştük. dan bu kopuş tem eldeki ebeveyn arketipini z e d e ­ Bir Avustralya yerlisi dinsel bir törende, kabilesinin totem hayvanı olan Emu'yu taklit ederek dans ediyor. Birçok modern toplumda amblem olarak totem benzeri hayvanlar kullanılır (solda). 17. yy'd a n B elçika'nın bir allegorik haritasında aslan arması (altta). Amerikan H ava Kuvvetleri A kadem isi'nin futbol takımının maskotu şahin (sağda). Diğer totemistik amblemler; İngiltere'de bir vitrinde okul ve kulüp işaretleri ve kravatları (en sağda). Bu sorun kabile topluluklarında olgunlaşma törenleriyle son d erece etkin şekilde çözülür. Bu tören yeni yetm eleri tem eldeki a nn e-çocu k ya da ego-benlik kimliğinin en derin düzeyine götürür. Böylelikle onları sim gesel bir ölüm le ölm eye zor­ lar. Bir başka deyişle çocu ğ u n kimliği g eçici ola­ rak kolektif bilinçaltm da erir ve bu durum dayken yeni bir doğuş töreniyle kurtarılmış olur. Bu ego ile totem , klan, kabile ya da her üçü tarafından ifade edilm ekte olan büyük grubun gerçek bir kaynaşmasıdır. İster kabile topluluklarında ister daha karma­ şık toplum larda olsun, yeni yetm enin bir yaşam basamağından bir sonrakine, erken çocukluktan g e ç çocukluğa, erken gençlikten g e ç gençlik d ö ­ nem ine, oradan da olgunluğa geçişini gösteren ölüm ve yem den doğum törenlerinde şaşmaz bir şekilde ısrar edilm ektedir. Olgunlaşma olguları elbette yalnızca gençlik psikolojisinden ibaret değildir. Bireylerin bütün yaşamları b oyu n ca her gelişm e aşamasına benli­ ğin istekleri ile egonun buyrukları arasındaki te ­ m el çatışm anın yinelenişi eşlik eder. Bu çatışm a kendisini erken olgunluktan orta yaşa geçiş evre­ sinde (toplum um uzda otuz beş ile kırk arası) d i­ ğer zamanlara oranla daha belirgin olarak belli eder. Orta evreden yaşlılığa geçişte de ego ile psikenin bütünü arasmdaki farkın belirtilmesi yeni- den ön em kazanır; kahraman harekete geçm ek mızla özdeş olduğu anlaşılıyor. Bu beden sel acı için son çağrıyı, yaklaşmakta olan yaşamın ölü m ­ temasının, g en ç adamın mihrapta kurban edildiği le sona erişi karşısında ego bilincini savurtma ça ğ­ rüyada bile mantıksal son uca vardığını g örü yo­ rısını alır. ruz. Bu kurban, olgunlaşm a töreninin başlangıcı­ Bu kritik evrelerde olgunlaşma arketipi, g e n ç­ nı anımsatıyordu ama sonu belirsizdi. Yeni bir te ­ liğin çok dünyasal bir tat veren törenlerinden, ma bulmak için kahraman döngüsü sona erdiril­ ruhça daha mutlu edici olacak anlamlı bir duru­ miş gibiydi. ma geçişi başarabilmek için kuvvetle harekete Kahraman mitiyle olgunlaşm a töreni arasında geçer. Dinsel bağlam da arketipsel olgunlaşma tö ­ çarpıcı bir fark bulunmaktadır. Tipik kahraman releri -ki eskiden beri gizem ler olarak bilinir- b ü ­ figürleri çabalarının ereğine ulaştıklarında tüken­ tün kiliselerin doğum , evlenm e ya da ölüm duru­ mişlerdir; kısaca, hem en ardından kibirleri yü ­ m unda gerçekleştirdikleri ayinlerle iç içe geçm iş zünden cezalandırılsalar, öldürülseler bile başarı­ durumdadır. ya ulaşırlar. Buna karşılık olgunlaşma törenine gi­ Kahraman mitini incelediğim iz gibi olgunlaş­ ren gen ç dileklerini, isteklerini bırakmaya ve sı­ mayı incelerken de m odern insanların, özellikle nava girm eye çağırılmaktadır. Bu sınavı başarı de analiz görm üş olanların öznel deneyim lerinde­ um udu olmaksızın kabul etm eye istekli olmalıdır. ki örnekleri de aramalıyız. Ruhsal sorunlarla uğ­ G erçekten de ölm eye bile hazır olmalıdır. Sınavın raşan bir hekimin yardımını isteyen bir insanın bedeli kolayca katlanılabilir de olsa (bir oru ç aşa­ bilinçdışında, tarihten tanıdığımız olgunlaşma sü­ ması, bir dişin kırılışı ya da dövm e yapılışı gibi), recinin ana m odelini yineleyen im geler ortaya acı dolu da olsa (sünnet, bir kesim ya da başka çıkması hiç de şaşılacak bir şey değildir. bir organın sakatlanması gibi) amaç daima aynı­ Belki bu m otiflerin g en ç insanlarda en yaygın dır: Ardından yen iden doğuşu sim geleyen bir ruh görülebileni gü ç denem esidir. Bunun bizim, rüz­ durum unun geleceğ i bir ölüm ruh durumu sağla­ garın etkilerine ve dayağa maruz kalan denizci ya mak. da yağm ur başlığı olm adan Hindistan gezisine çı­ Yirmi beş yaşındaki bir adam düşünde, doru ­ kan adamın uygunluk sınavındaki gibi kahraman ğunda bir tür mihrap bulunan bir dağa tırm andı­ mitinin görüldüğü m od ern düşlerde saptadığı- ğını görüyordu. Mihrabın yanında, üzerinde ken­ Ilkellerin olgunluk ritleri gençlikten erişkin yaşa, kolektif kabile yaşam ına geçişi oluşturur. Ç oğu ilkel toplumda olgunlaşm aya sünnet (simgesel bir kurban) de refakat eder. Avustralya yerlilerinde sünnet töreninin dört evresi: G ençlerin üstü örtülür (yeniden do ğacakları bir simgesel ölüm) (en sol üstte ve ortada). Erişkin erkeklerce sıkı tutulurlar (altta). Sünnet olmuş gençlere yeni statülerinin simgesi olarak konik külahlar takılır (solda). Sonunda temizlenmek ve belli öğretileri alm ak için kabilenin geri kalanından ayrılırlar (sağda). di heykeli bulunan bir lahit gördü. Ardından, elin­ yerine kendisine erişkin yaşın moral sorum luluk­ de, ucunda g eçek bir güneş parlayan bir asa tu­ larını sağlayabilecek olan bir olgunlaşma değişimi tan bir rahip ortaya çıkıyordu. (Daha sonra düşü töresine katılmalıydı. konuştuğum uzda gen ç adam dağa tırmanışın ona Boyun eğm e m otifi kadınlarda, gen ç kızlarda analizindeki kendi kendisini yenm e çabalarını da sıklıkla açıkça dile gelir. Onların törenleri ö n ­ anımsattığım söyledi.) Kendisini ölü olarak gör­ ce yapıları gereği bir edilgenliği vurgular. Bu m ekten, bir gü ç duygusu yerine yitim ve korku özerkliklerinin regl döngüsü son ucu fizyolojik duymaktan şaşkmdı. Bunun ardından gün eş kur­ olarak sınırlanması ile güçlenir. Regl döngüsünün sunun sıcak ışınlarıyla yıkanınca bir gü ç ve g e n ç­ gerçek te kadın için, yaşamın yaratıcı gü cü karşı­ leşm e duygusu gelmişti. sında derin bir itaat duygusu uyandırma gü cü ol­ Bu düş, olgunlaşma töreniyle kahraman miti duğundan, olgunlaşmanın en önem li bölüm ünü arasında yapm amız gereken ayrımı kısa ve kesin oluşturduğu varsayılmıştır. Bununla o, kendini, olarak gösterm ektedir. Dağa tırmanmanın bir güç erkeğin toplum yaşamı içinde kendisine verilmiş denem esi anlamına geldiği anlaşılıyor; bu gençlik olan rolü kabul edişi gibi, kendi dişil görevine v e ­ gelişiminin kahramanca evresindeki ego bilincine recektir. ulaşmak istencidir. Görünüşe göre hasta terapi­ Öte yandan kadın da tıpkı erkek gibi başlan­ nin, toplum um uzun gençlerinin geçirdikleri er­ gıçtaki, yeni bir doğuş için kurban olmasını g e ­ keklik testlerine denk olduğunu sanmıştır. Mih­ rektiren gü ç sınavlarını başarmalıdır. Bu kurban raptaki sahne ise asıl görevinin kendini daha b ü ­ kadına kişisel ilişkilerin ilm eklerinden kurtulmak, yük bir gü ce teslim etm ek olduğunu göstererek kendini bir birey olarak daha bilinçli bir role ha­ bu yanılgıyı düzeltmiştir. Kendisini ölm üş olarak zırlamak olanağını verir. Bunun karşıtı bir erk e­ görür ve arketipsel anneyi bütün yaşamın en te ­ ğin kutsallaştırılmış bağımsızlığını feda edişidir; m eldeki vericisi olarak düşündürecek biçim de onun da kadınla ilişkisi böylelikle daha bilinçli m ezara girmelidir. A ncak böylesi bir teslim iyet olacaktır. eylem iyle yen iden doğuşu yaşayabilir. G üçlendi­ Burada olgunlaşm a törelerinin kadın ile erk e­ rici bir tören onu bir Güneş Baba’nın sim gesel oğ ­ ği birbirleriyle tanıştıran, b öylece kadınsı ve er- lu olarak yeniden yaşam a döndürm ektedir. Bunu da bir kahraman döngüsüyle, “ Güneşin O ğullan” İkizler’le karıştırabiliriz. Oysa bu olguda olgunlaşacak olanın kendini aşacağına ilişkin h iç­ bir belirti yoktur. Onun yerine hasta, gençlikten olgunluğa giden yolunu belirleyen bir ölüm ve y e ­ niden doğuş töreniyle, bir alçakgönüllülük dersi almış bulunuyor. Yaşı bakım ından böyle bir geçişi tamamlamış IÖ 2. yy'd a , Teb'den, bütün olması gerekirdi ama gecikm iş bir gelişim süreci yaşamın koruyucusu olan Ulu geri kalmasına neden olmuştu. Bu gecik m e ona, A na'nın olduğu bir tabut. Kapak tedaviye gelm esine yol açan nevrozu getirmişti. içinde tanrıça N ut'un bir resmi vardır. Tanrıça böylece öleni Düş ona her iyi kabile büyücüsünden d e alabile­ kucaklar (ölenin resmi tabut dibin d e ceği akıllıca bir tavsiyede bulunuyordu: Dağlara bulunmaktadır] (en sağda). tırmanarak gücünü sınamaktan vazgeçm eli, onun keksinin eski zıtlığım bir parça hafifleten yönüne geliyoruz. Erkeğin varlığı (L ogos) b ö y le ce kadı­ nın aidiyetiyle (E ro s) karşüaşır. Bunların birleş­ m esi kutsal bir evliliğin, tarihin en eski mistik dinlerinden beri olgunlaşm a törenlerinin çek ird e­ ğini oluşturan sim gesel töreniyle tem sil edilir. Am a bunu m odern bir insanın kavrayabilmesi son d erece zordur. Bunu anlaşılabilir kılmak için ç o ­ ğu zaman özel bir kriz gerekir. Birçok hasta bana kurban motifinin, kutsal ev­ lilik m otifiyle birlikte olduğu düşler anlatmışlar­ dır. Aşık olan ama evliliğin güçlü bir anne figürü­ nün egem en olduğu bir tür hapishane olacağın­ dan korktuğu için evlenm eyi hiç istem eyen bir g en ç adamın b öyle bir düşü vardı. Çocukluğunda üzerinde kendi annesinin ço k güçlü bir etkisi var­ dı, dahası m üstakbel kayınvalidesi de böyle bir tehdit gösterm ekteydi. Bu annelerin çocuklarını baskıladıkları gibi acaba müstakbel karısı da k en­ disini aynı şekilde baskılamayacak m ıydı? Düşünde bir başka adam ve iki kadınla bir halk dansı yapmaktaydı. Kadınlardan biri kendi sevgi­ lisiydi. Öbür iki kişi, yakın bağlılıklarına rağmen aralarında bireysel farkları için yeterince yer bı­ raktıkları, sahip çıkıcı görünm edikleri için düş g ö ­ reni etkileyen bir yaşlı adamla karısıydı. Bu yüz- Dörl farklı kabul töreni. M anastıra yeni alınan rahibe adayları döşemeleri ovar ("Rahibenin Öyküsü" filminden, 1 9 5 8 ) ve saçlarını kestirirler (bir ortaçağ resminden) (üst solda). Ekvatoru geçen gemi yolcuları vaftiz edilir (ortada). Bir Amerikan kollejinde yeni gelenler, eskilerle törensel bir dövüşte (altta). M a la y a ve Borneo'daki D yak'larda gelinin törensel kaçırılışı (Yitik Kıta filminden, 1 9 5 5 ) (sağda). Bu uygulamanın bir kalıntısı gelini kapı eşiğinden taşımak adetinde kalmıştır (en sağda). den bu ikisi gen ç adam için, her iki eşin bireysel etm eye hazır olm azsa izole olacağı ve utanacağı doğalarına kaldırılamayacak hiçbir zorlamada b u ­ gerçeğini kavraması için erkekliğine hitap edil­ lunmayan bir evlilik durum unu tem sil etm ek tey­ m esine gereksinim i vardı. Düş ve ardından gelen di. E ğer kendisi de b öyle bir durum sağlayabilse d üşünceler kuşkularını kırmaya yetti. Düş aracılı­ evlilik kendisi için de kabul edilebilir olurdu. ğıyla gen ç bir erkeğin saf özerkliğini bırakıp, ken­ Oynanan oyunda her erkek damının yüzüne di payına düşen, kahram anca olmasa da ilişkiler bakmaktaydı ve dördü, kare şeklindeki bir dans bakımından zengin olan yaşam biçim ini kabul pistinin köşelerinde bulunuyorlardı. Dans e d er­ e d eceği sim gesel töreni yaşamıştı. ken bunun bir tür kılıç dansı olduğu ortaya çıkı­ Sonunda evlendi, eşine bağlılıkla uygun bir yordu. Dans edenlerin her birinin elinde kısa bir doyum a kavuştu. Dünyadaki başarıları evliliği yü ­ kılıç bulunuyordu. Kolların, bacaklarm bir dizi zünden hiç de kısıtlanmış olmadı, tersine arttı. hareket yaptığı, sırayla saldırı ve yenilgi anlatım­ Gelinin duvağının ardında görünm ez annele­ larının verildiği zor bir arabesk icra edilm ekteydi. rin, babaların pusu kurmuş olması olasılığı karşı­ Son sahnede dans edenlerin dördü de kılıçlarını sındaki nörotik korkuyu bir yana bıraksak bile, göğüslerine saplayacak ve öleceklerdi. Yalnızca normal gen ç erkeğin de düğün törenine ilişkin düşü gören intihar etm ekten çekiniyor, öbürleri kaygılanmak için yeterin ce nedeni vardır. Bu her yere yıkıldığında yalnız kendisi ayakta kalıyordu. şeyd en ön ce, erkeğin kendini pek de kahraman Öbürleriyle birlikte kendisini feda etm ediği için olarak h issedem eyeceği dişil bir olgunlaşma töre­ korkaklığından çok utanıyordu. nidir. Kabile toplum larında bunun için gelinin ka­ Bu düş hastamın yaşam karşısındaki tutum u­ çırılması gibi panzehir törenlerin bulunmasına nu değiştirm eye çoktan hazır durum da olduğunu hiç de şaşırtmamalıdır; bunlar erkeğin kahraman gösterm ekteydi. Çok benm erkezciydi, kişisel ba­ rolünün elindeki kalıntılarına bir an için sıkı sıkı ğımsızlığın hayali güvencesini aramaktaydı ama sarılmasını sağlar, çünkü hem en ardından gelinin içten içe çocukluğunda annesi tarafından bu d en ­ egem enliğine girerek evliliğin sorumluluklarını li ezilişinden kaynaklanan korkunun pençesin - üstlenm ek zorunda kalacaktır. deydi. Eğer çocukluğunun ruh durumunu terk Fakat evlilik teması öylesine evrensel bir im­ gedir ki daha derin bir anlam da taşır. Bu aynı za­ olarak harfi harfine ya da mutlak bir anlamı değil, manda, erkeğin kendi ruhundaki dişil öğenin, ancak sim gesel bir anlamı olabilir. Onun korkusu gerçek bir eşi almakla kabul edilebilir, hatta g e ­ kimliğini, çok ataerkil bir evlilik içinde yitirmekti rekli hale gelen sem bolik keşfidir de. Bu yüzden ki gerçek te de başından ge çe n buydu. bu arketiple, uygun bir uyaran olduğunda, hangi yaşta olursa olsun her erkekte karşılaşılabilir. Bununla birlikte arketipsel bir biçim olarak kutsal evlilik, bütün gelişimi b oyu n ca olgunlaşm a Evlilik durum u karşısında bütün kadınlar töreleri niteliğindeki birçok olayla buna hazırlan­ olum lu bir tavır takınmazlar. Z or ve kısa bir evli­ mış olduğundan, kadın psikolojisi için çok ön em ­ lik yüzünden terk etm ek zorunda kaldığı doyuru- li ve anlamlıdır. lamamış kariyer dilekleri olan bir kadın hasta, dü­ şünde kendisini, gen e diz çökm üş olan bir erk e­ ğin karşısında diz çökm üş olarak görüyordu. Er­ kek kendisine yüzüğü takmaya çalışıyor ama yü ­ zük parmağını kaskatı geriyordu. Bunun bu evlilikle birleşm e töreninin yadsın­ ması olduğu apaçıktı. Bütün bilinçli kimliğini erkeğin hizm etine sun­ mak zorunda kalacağı yanılgısı içindeydi. G erçek ­ te evlilik ondan, kendi bilinçdışı olan, doğal yanı­ Şiva ve Parvati; arketipsel düğün nı erkekle paylaşmasını bekler. Bunun da ilke (zıtlıkların, eril ve dişilin birleşmesi); 19. yy'd a n Hint heykel. Güzel kız ve canavar (Güzel ve çirkin) Bizim toplum um uzda kızlar da eril kahramanlık gen ç kadınlarla birlikte bir kuyrukta duruyor, m itlerinde yer alırlar çünkü oğlanlar gibi onlar da kuyruğun n ereye gittiğini görm ek için ileriye bak­ güvenilir bir ego-kim liği geliştirirler ve belli bir tığında hepsinin sırayla kafasının kesildiğini görü ­ eğitim almaları gerekir. Buna karşın duyguların­ yor. Düşü gören hiç korkmaksızm kuyrukta kalı­ da ruhun daha eski bir katmanının yüzeye çıktığı, yor, kendisine de aynı işlemin yapılmasına hazır onları erkek taklidi değil d e kız olmaya zorladığı olduğu anlaşılıyor. görülüyor. Bu ruhsal içerik ortaya çıktığında m o ­ Kendisine bunun, her şeyi anlayışıyla karşıla­ dern kadın olasılıkla bastırmaktadır çünkü bu on ­ maya çalışma alışkanlığından vazgeçm ek istediği ların eşitlenm iş nitelikteki arkadaşlıklarını orta­ anlamına geldiğini açıkladım; bedenini özgür bı­ dan kaldıracak bir tehlike olur. rakmayı, b ö y le ce doğal cinsel tepkilerini ve anne­ Bu bastırış o denli başarılı olabilir ki kadın b el­ likle kendi biyolojik işlevlerini doyurm ayı öğren ­ li bir süre için, okulda, üniversitede öğrendiği eril m esi gerekiyordu. Düş bunu drastik bir değişiklik zihinsel ereklere yönelm eyi sürdürür. Evlense gereksinim i olarak ifade ediyordu; “eril” kahra­ evlilik arketipine görünüşte hiç konuşulm asa da man rolünü feda etmeliydi. içerdiği anne olmak yükümlülüğü ile birlikte tabi B ekleneceği gibi bu eğitimli kadın bu yorum u olmasına rağm en bir özgürlük aldanışını korur. entelektüel d ü zeyde almakta zorluk çekm edi. B öylece bu durum, bugün çoğunlukla olduğu gi­ Kendisini kocasına tabi kılmaya çalıştı. Aşk yaşa­ bi, kadını sonunda göm ülü dişiliğini yeniden keş­ mı daha doyu ru cu hale geldi ve sağlıklı iki ç o c u ­ fetm ek için sancılı ama sonunda kazançlı bir sü­ ğu oldu. Kendisini giderek daha iyi tanıdıkça bir re ce zorlar. erkek için (ya da bir kadının eril eğitilmiş aklı Buna iyi bir örneği henüz çocu ğ u olmayan için) yaşamın fırtınalar içinde, kahramanca bir is­ ama kendisinden beklendiği için bir iki ço cu k sa­ tencin eylem i olarak g e ç e ce k bir şey olduğunu hibi olmak isteyen g en ç bir evli kadında görm ü ş­ ama bir kadının kendini tam kendi gibi h issede­ tüm. Cinsel tepkileri hiç doyu ru cu değildi. Bunun bilm esini yaşamın uyanış süreciyle en iyi ge rçe k ­ için hiçbir açıklamaları olmadığı halde bu durum leştirilebileceğini görm eye başlamıştı. onu da kocasını da çok sıkıyordu. G enç kadın iyi İçinde bu tür bir uyanışın anlatımını bulduğu bir yüksek okulda m ükem m el bir sınavı başarm ış­ ünlü bir mit güzel kız ve canavarın masalıdır. Bu tı. Kocasıyla birlikte diğer erkeklerle birçok en te­ masalda, öbür kardeşleri pahalı armağanlar iste­ lektüel dostlukları vardı. Yaşamının bu yanı b ü ­ dikleri halde babasından kendisi için yalnız bir yük ölçü d e olumlu ilerlerken sık sık öfke patla­ beyaz gül isteyen, dört kızın en küçüğü ve baba­ maları oluyor, erkeklerin yabancılaşm asına yol sının gözdesi olan güzel bir kız anlatılır. Kız bu sı­ açan, kendisinin d e hiç hoşuna gitm eyen saldır­ rada isteğinin babasını ve onunla olan iyi ilişkile­ gan konuşmalar yapıyordu. rini ciddi bir tehlikeye attığını fark etmemiştir. Bu sırada kendisine çok önem li gelen, bu yü z­ Çünkü babası bu beyaz gülü bir canavarın büyü­ den de anlayabilmek için bir uzm ana danışması­ lü bah çesinden çalacak, bu hırsızlığa ço k kızan na yol açan bir düş görm üştü. Düşünde başka canavar da babaya, olasılıkla ölüm olan cezasını çekm ek üzere üç ay sonra gen e gelm esini buyu­ navar onsuz yaşayamayacağını, şimdi geri d ön d ü ­ racaktır. ğüne göre artık mutluluk içinde öleceğin i anlatır. (Canavarın babaya bu vadeyi verişi, üstelik Am a kız canavarı sevdiğini onsuz kendisinin de ona eve dönüşünde ardından bir sandık dolusu yaşayam ayacağını anlar. Bunu ona söyler ve eğer altın da gönderişi kendi doğasına aykırıdır. A da­ ölm eyecek olursa onunla evlenm eye söz verir. mın kızma anlattığına göre canavar hem zalim hem de dostçadır.) Bunu söyler söylem ez şato parlak bir ışık ve müzikle dolar, canavar kaybolur. Onun yerinde Kız babasının cezasını üstlenm ekte ısrar eder yakışıklı bir prens durmaktadır. Prens kıza bir ca ­ ve ü ç ayın sonunda büyülü şatoya kendisi gider. dının büyüyle kendisini canavara dönüştürdüğü­ Orada kendisine güzel bir oda, hoş bir yaşam su­ nü, büyünün etkisinin güzel bir kız kendisine yal­ nulur; yalnızca kimi zaman canavar onu ziyarete nızca iyiliği yüzünden aşık oluncaya kadar sürdü­ gelerek kendisiyle günün birinde evlenip evlen­ ğünü anlatır. m eyeceğin i sormaktadır. Kız bunu her seferinde Bu öykünün sem bollerini çözüm lersek güzel reddeder. Bir gün büyülü aynasında babasının kızın, babasına duygusal olarak çok bağlı olan hasta olduğunu görür. Ona bakmak için bir hafta­ herhangi bir kız ya da gen ç kadın olduğunu g ö r e ­ lığına eve gitm ek üzere canavardan izin ister. Ca­ biliriz. Onun iyi huyu bir beyaz gül dilem esiyle navar kız kendisini terk ederse öleceğini, ama bir simgelendirilmiştir ama bilinçdışı amacı, bir an­ haftalığına gidebileceğini söyler. lam oynamasıyla babasıyla kendisini, yalnızca iyi­ Evde babası kızının eve dönm esine ço k sevi­ lik değil, aynı zam anda zulüm ve lütuf ifade eden nir; ama kız kardeşleri onun rahatını kıskanırlar, bir ilkenin gü cü altma sokm uştur. Sanki kendisi­ canavara verdiği sözünü tutmaması için onu en ­ ni aşırı ahlaklı ve gerçekdışı bir durum da tutan gellem eye çalışırlar. Bir gün kız düşünde canava­ sevginin yükünden kurtulmak istem ektedir. rın üzüntüsünden ölm ek üzere olduğunu görür. Canavarı sevm eyi öğrenm ekle içindeki insan O zaman izin süresini aştığını hatırlar, onu ya­ aşkı, hayvansal (bu yü zden kusursuz olm ayan) şamda tutmak için hem en geri döner. ancak tam anlamıyla g erçek erotik biçim iyle uya­ Ölm ekte olan canavarın bakımını üstlenir, bu nır. M uhtem elen bu kendisinin ilişkilerdeki asıl arada onun çirkinliğini tümüyle unutmuştur. Ca­ rolünün uyanışını temsil etm ektedir. Başlangıçta"La Belle et la Betp" (1 9 4 6 . R ejijea n C octeau) filminden üç sahne1 Kızın babası beyaz gülü çalarken yakalanıyor (solda); hayvan ölüyor (sağda); hayvan bir prense dönüşüyor ve kızı elinden tutarak götürüyor (en sağda). O ykü bir genç kızın inisiyasyonu olarak görülebilir, yani erotik, hayvansı yanını yaşam ak için babasına olan b a ğ lılığ ın dan kurtuluyor. Bu oluncaya kadar bir erkekle gerçek bir ilişki kuramaz. ki dileğinin, daha ö n ce ensest korkusuyla bastır­ Daha yaşlı kadınlarda ise canavar motif mak zorunda kaldığı erotik unsurlarım kabul e d e ­ laka babaya olan fiksasyona bir yanıt bulma bilmesini sağlar. Babasını terk edebilm esi için en ­ sel bir ketleıım eyi çözm ek ya da psikoanalil sest korkusunu kabul etm esi gerekecektir. Cana- şünen bir akılcının m itlere bulabileceği var-insanı tanıyıp sahip olduğu gerçek dişil tepki­ herhangi bir gereksinim anlamına gelm e lerini k eşfed in ceye kadar, kendisine bunu yalnız­ g en ç yaşlarda olduğu kadar m en opozu n ba: ca düşlerinde yaşama iznini verecektir. sıyla da ön em kazanan bir tür dişil sezginiı Böylelikle, kendini ve eril imgesini bastırıcı tımı da olabilir. Ruh ile doğanın bütünlü, gü çlerden kurtaracak, ruhu ve bedeni birleştiren bozulduğu her çağda bu m otif ortaya çıkab aşkına güvenm eyi öğrenecektir. Özgür yaşayan bir kadın hastamın bir düşü, Elli yaşlarındaki bir kadın aşağıdaki dü, lattı: babasının eşinin ölüm ünden sonra son d erece aşın bir şekilde kendisine bağlanmış olması n ed e­ Tanımadığım birçok kadınla birlikte niyle düşüncelerinde çok gerçek bir durum almış evde merdivenlerden aşağı iniyorum. Bird olan bu ensest korkusundan kurtulma gereksini­ bire kötü kötü bakan bir sürü “mayn mini gösterm ekteydi. Düşte kendini öfkeyle sal­ adam”la karşı karşıya kalıyoruz. Taman dıran bir boğa karşısında görüyordu. Ö nce kaçı­ yor ama hem en bunun hiçbir anlamı olmadığını anlıyordu. Yere düşüyor, boğa üzerine çıkıyordu. Tek um udunun boğaya şarkı söylem ek olduğu aklına geliyor, titrek bir sesle de olsa bunu yap­ maya başlayınca boğa sakinleşiyor ve ellerini ya­ lamaya başlıyordu. Yorum ortaya çıkardı ki k en­ onların elimleyiz ama ben tek çıkış yoluı panik içinde kaçmak ya da dövüşmek olm;; ğını hissediyorum. Bu yaratıklara, dikkatli ni kendi iyi yönlerine çekmek için insaı davranmalıymışız. Bir mayınım bana yakl; yor; onu dans partnerimmiş gibi selamlı rum, dans etmeye başlıyoruz. Daha sonra ı ğaüstii güçlerim varmış ve adamın biri de disi artık erkeklerle çok daha kadınsı bir şekilde, mek üzere. Benim elimde bir kuş tüyü ya yalnızca cinsel olarak değil, bilinçli kimliğinin dü ­ gagası var, onunla onun burun deliklerine ' zeyine uygun bir şekilde en geniş anlamıyla e ro ­ va üflüyorum; yeniden soluk almaya başlıy tik olan özel ilişkilere girebilecek durumdaydı. Bu kadın bir eş ve anne olarak yazarlık yetile­ nerek dolanmaya başlıyor ve okşanmak isti­ rini ihmal etm ek zorunda kalmıştı. Düşü gördüğü yor. Bunun bir peri masalı durumu ya da bir sıralarda kendini yen iden çalışmaya zorlamaya düş olduğunu anlıyorum; onun değişmesini uğraşıyor ama aynı zamanda kendisini daha iyi ancak yumuşaklıkla sağlayabilirmişim. Onu bir eş, sevgili ya da anne olamadığı için eleştiri­ yordu. Düş sorununu olasılıkla benzer bir deği­ şim süreci içinde bulunan diğer kadınların ışığın­ da gösteriyor, yabancı bir evin üst katından, yük­ kucaklamak istiyorum ama dayanamayıp onu kendimden itiyorum. Ama onu yanımda tut­ mam ve ona alışmam gerektiğim hissediyo­ rum, belki bir gün onu öpebilirim de. sek bilinçli bir d üzeyden alt bölüm lere d oğru ini­ liyordu. Bunun kolektif bilinçdışının, canavaradamın, kahraman döngülerinin başlangıcında rastladığımız hem kahramansı hem soytarı b en ­ zeri Hilebaz figürünün eril tarafını kabul etm eye zorlayan anlamlı bir yönüne giriş olduğunu düşü­ nebiliriz. Bu maymun insanlarla ilişki onun için ön ce yaratıcı ruhunun evvelden bilmediği doğal bir un­ suruyla tanışma anlamına gelm ektedir. Böylelikle yeni, yaşına daha uygun bir tarzda yazmayı öğ re­ necektir. Bu dürtünün yaratıcı eril unsurla ilişkili old u ­ ğu, bir adamı bir tür kuş gagasıyla burnuna hava üfleyerek canlandırdığı ikinci sahnede gösteril­ mektedir. Solunumla ilgili bu uygulama erotik bir sıcaklıktan çok ruhun güçlenm esi gereksinimini anımsatmaktadır. T örensel eylem yeni bir girişim için gereken yaratıcı yaşam soluğunu verm ek te­ dir; bu bütün yeryüzünde bilinen bir simgedir. Burada bir ön cek in d en farklı bir durumla kar­ şılaşıyoruz. Bu kadın içindeki eril, yaratıcı işlevle çok fazla yüklenmiş bulunuyordu. Bu kom pulsif zihinsel yanı yüzünden dişil, kadınsı yanını hiç doyuram ıyordu. (D üşüyle ilgili olarak “kocam eve geldiğinde yaratıcı yanım yerin dibine giriyor, aşı­ rı titiz bir ev kadınına dönüşüyorum ” dem işti.) Düşü kadınlığı açısından kötülenmiş ruhunu d ö ­ nüştürerek onu kendisinde kabul etm eye, bak­ maya zorluyordu. B öylece kendi yaratıcı en telek­ tüel ilgilerim, kendisinin başkalarıyla içten ilişki kurmasını sağlayan içgüdüleriyle birleştirebile­ cekti. O halde bu kadın kendi naif kendilik portresi­ ni aşabilmeliydi; duygularının bütün zıtlıklarını kucaklamaya hazır olmalıydı. Tıpkı onun gibi gü ­ zel kız da iyicil öfke ve saldırısını uyarmaksızın kendisine saf bir beyaz gül verem eyen babasına olan masum güvenini bırakmak zorundaydı. Bir başka kadının düşü de güzel kız ve canavar öyküsünün “doğa” yönünü anlatır: Böcek benzeri bir hayvan uçarak p en ce­ reden içeri giriyor. Sarı-siyah kaplan postu, ayı pençeleri ve kurda benzeyen bir yüzü olan bir yaratığa dönüşüyor. Bu saldırıp ç o ­ cuklara kötü bir şeyler yapabilirmiş. Pazar öğleden sonraymış ve okul yolunda giden bembeyaz giyinmiş küçük bir kız görüyorum. G re k tanrısı Dionysos kendinden geçmiş lir Polisten yardım çağırmak zorundayım. Ama çalıyor (üstte) (vazo resmi). Dionysos kültünün sonra bir de bakıyorum ki o hayvan yarı yarı­ orjisel törenleri d o ğ a gizlerine açılım ı simgeler. ya bir kadın oluyor. Benim etrafımda sürtü­ M e n a d 'la r Dionysos'u övüyor (sağda) S atirler aynı yaban tapınm a sırasında (en sağda). Orpheus ve ademoğlu “Güzel kız ile canavar” masalını, hiç beklenm edik rahip adayının varlığı erotik bir doyum la sim gele­ şekilde ortaya çıkan, ço k doğal bir olağanüstülük nen çok sıkı korunm uş gizlere, tanrı D ion ysos’un, duygusu uyandırıp bir an için onun belli bir bitki eşi Ariadne ile kutsal birleşm e törenine, sim gesel türüne m ensup olduğunu unutmamıza yol açan bir esrime yoluyla hazırlanabilmesiydi. yabani bir çiçeğ e benzetebiliriz. Yalnız daha b ü ­ Zamanla D ionysos ayinleri duygulandırıcı din­ yük tarihsel efsanelerde değil mitin vurgulandığı sel güçlerim yitirdiler. Doğal yaşam ve sevi sem ­ ya da onun tarafından yönlendirildiği inançlarda bollerinden kurtuluş özlem i ortaya çıktı. Durma­ da bu tür bir giz bulunur. dan ruhsal ve beden sel olanlar arasında salın­ Bu tür bir psikolojik yaklaşımı çok yerinde bir makta olan D ionizyen’din belki çok yabandı. Per- şekilde ifade eden tören ve mit tipi G reko-R om en hizkâr ruhlar için pek uygun bulunmamıştı. Bun­ Dionysos kültü ve onu izleyen Orpheus m itinde lar dinsel vecdi O rpheus’a tapınmakla içsel olarak çok karakteristik şekilde görünür. Her iki mit de yaşayabiliyorlardı. “gizem ler” olarak bilinen tipe belirgin bir başlan­ Orpheus büyük olasılıkla bir şehadet. ile ölmüş gıç sağlar. Hayvan ya da bitkiler alemi üzerinde olan, mezarı bir adak yerine dönüşen gerçek bir çok mahrem bilgilere sahip olduğuna inanılan insan, bir şarkıcı, yalvaç ve öğretm endi. Erken androjen nitelikte bir tanrı-insanla ilintili sem bol­ d önem Hıristiyan kilisesi O rpheus’da M esih’in ilk ler içerir. örneğini görm üştü. Her iki din de g e ç Helenistik D ionysos kültünde inisyanlaşanm kendim b ü ­ tünüyle hayvansal yanm a bırakmasını, böylelikle dünyaya gelecekteki bir yaşama ilişkin vaadi g e ­ tirmişlerdir. yer ananın doğurganlık gücünü algılayabilmesini Ama Orpheus kültüyle Hıristiyan dini arasın­ sağlayacak orjisel törenler bulunurdu. Tören şa­ da önem li bir fark vardır. Orphik gizem ler sulan- rap içm ekle başlıyordu. Bundan beklenen, yeni dırılnuş biçim de de olsa eski Dionizik dini yaşam ­ da tutuyorlardı. Ruhsal dürtü, eski bereket tanrı­ anlatılanlarda bulunabilir. Bu sırada, ortaçağ kili­ ları gibi tarımla bağlantılı olan, yılın ancak belli sesinin en yüksek başlangıç ayini haline getirm iş zamanlarında ortaya çıkan, başka bir şekilde sö y ­ olduğu vaftiz töreni de yapılırdı. Bu rit bugün pek lem ek gerekirse doğum , gelişim, olgunluk ve ölü ­ kalmamış, Protestan kilisesinde ise bütün bütün mün sonsuza kadar durmadan yeniden gelen ortadan kalkmıştır. döngüsü dem ek olan bir yarı-tanrıdan geliyordu. Bugün de inananlar için tem el bir inisiyasyoıı’ Buna karşılık Hıristiyanlık gizem leri ortadan gizi anlamı taşıyan bir ayin, Katolik Kilisesi ayin­ kaldırdı. İsa Mesihleri, peygam beri saf semavi k ö­ lerinde kupanın kaldırılmasıdır. Jung ayinlerdeki kenli bir varlık olarak tasarlayan, babaerkil ve g ö ­ değişim simgeleri üzerine bir çalışmasında bunu çe b e bir çobanlar dininin ürünü ve devrimcisiycli. şöyle tanımlar: “ Kupanın havaya kaldırılması şa­ İnsani bir bakireden doğm uş olan insanoğlu, tan­ rabın ruhanileşmesini hazırlar. Bu, hem en ardın­ rısal bir ete bürünm e olayı son ucu sem adan gel­ dan Kutsal Ruh’un çağırılmasıyla onaylanmakta­ mişti. Ölüm ünden sonra da “ ölülerin ayağa kalkı­ dır. Çağrı, şarabın Kutsal Ruh’la birlikte içilm esi­ şıyla” geri d ön ü n ceye değin tanrı hakkı için y ö ­ ni sağlar, çünkü o üreten, bütünleyen ve değişti­ netm eyi sürdürm ek üzere, kesin olarak sem aya ren Kutsal Ruh’tur. Havaya kaldırmadan sonra geri dönm üştü. eskiden kupa, M esih’in sağ tarafından akan kana E lbette erken Hıristiyanlığın perhizkârlığı faz­ la sürm edi. D öngüsel gizlere olan inanç inananla­ uygun olarak, İsa’nın etini sim geleyen ekm eğin sağına indirilirdi.” rı o denli sıkıyordu ki sonunda kilise putperest Cemaata katılım töreni, (kom ü n yon ) ister Di- geçm işin birçok uygulamalarını kendi törelerine o n y sos’un kadehinden ister kutsal Hıristiyan ku­ almak zorunda kaldı. Bunlar arasında en önem li pasından içilsin, her yerd e aynıdır. Am a içerd ik ­ olanlar Yas Cuması ve Paskalya Pazarı’n da’ , leri ayrıntılar her iki dinde farklıdır. D ionysos İsa’nın dirilişi kutlamalarında yapılanlara ilişkin kültü katılımcıları şeylerin kökenine, karşı k oy­ maya çalışan toprak ananın karnından dışarı atı­ Belli bir dine kabul ediliş töreni (çn .) lan tanrının “ fırtına gibi” doğuşuna bakarlar. Pom pei’de Villa dei Misteri (G izem ler Evi) duvar­ Pom pei'de Villa dei M isteri'deki bir larındaki fresklerde anlatılmış olan ritte tanrı, bir freskte bir Dionysos töreni görünüyor (üstte]. O rta d a bir yeni gelene, rahibin adaya sunduğu D ionysos kadehinde k or­ arkasında tutulan tanrı maskesinin kutucu bir maske olarak yansıtılmıştır. Daha son ­ yansımasını gördüğü Dionysos'un ra, tanrının ürem e, gelişm e ilkesinin simgesi ola­ tören kabı veriliyor. Böylece tanrının rak, içinde yeryüzünün lezzetli yenüşleri ve fallus ruhu simgesel olarak içkiyle karışır; Katolik ayin sırasında kadehin bulunan sepeti görürüz. Ana fikri doğanın eb edi doğum ve ölüm d ön ­ güsü olan bu geriye bakışın aksine Hıristiyan gi­ zemi, adayın aşkın nitelikte bir tanrıyla birleşm e umudu üzerine ileriye yöneliktir. Doğa ana bütün o güzel m evsim sel değişim leriyle geride bırakıl­ mıştır. Hıristiyanlığın tem el yapısı insanın gök ler­ deki tanrının oğlu olduğuna olan ruhsal inancı su­ nar. Am a her ikisi D ion ysos’u anımsatan ama M e­ sih’i de sevinçle b ekleyen O rpheus’un, tanrının fi­ güründe kaynaşmışlardır. Bu orta figürün p sik o­ lojik anlamı, İsviçreli yazar Linda Fierz David’e göre Orpheus ayininin Villa dei Misteri’de resim ­ lerle ifade edilmiş olan yorum unda tanımlanmış­ tır: “Orpheus şarkı söyleyip lirini çalarken öğret­ m ekteydi ve şarkısı o denli kudretliydi ki bütün doğayı zorluyordu. Liriyle şarkı söylerken kuşlar kaldırılışı töreninin bir paraleli (altta). X'rcccwccw:^ Orpheus şarkılarıyla hayvanları büyüler (solda: bir Roma mozaiği). Orpheus, Trak kadınlarınca öldürülür (bir grek vazosu) (üstte) Isa iyi çoban (6. yy'dan mozaik) (altta solda], Isa ve O rpheus d o ğ a insanı arketipinin paralelleridir. C ran ach'ın tablosunda d a (altta) d o ğ a insanının masumiyeti görünür. 1 8. y y 'ın Fransız filozofu Rousseau, basil d o ğ a çocuğu, günahsız soylu yabanlar görüşünü geliştirmişti (karşı sayfada solda). Uygarlıktan hemen hemen tümüyle bağım sız d o ğ a ya dayalı biı yaşam süren 19 . yy Amerikalı yaza r Thoreau'nun kitabı "W a ld e n "in kapağı (en sağda). onun çevresinde uçuyor, balıklar sudan çıkıp Sonra gözlerimi yavaşça açıyorum, ya­ onun yanma geliyordu. Rüzgar ve deniz susuyor, nımda sözde beni iyileştirecek olan bir ada­ akarsular onun çevresin de akıyorlardı. Kar ve d o ­ mın oturduğunu görüyorum. Dostça görünü­ lu yağm ıyordu. A ğaçlar hatta kayalar bile Orphe- yor, bana acaba kendisini işitmiyor muyum us’un ardından gidiyordu; kaplanlar ve aslanlar, diye soruyor. Nerede olduğumu çok iyi bildi­ koyunlarla yan yana ve kurtlar geyiklerle, ceylan­ larla birlikte onun yanm a uzanıyorlardı.” Peki bu ne dem ektir şimdi? Doğa olaylarına tanrısal bir bakışla bu kuşkusuz dem ektir ki “ I )oğadaki olgular içeriden harmonik bir düzene gire­ bilirler. E ğer aracı tapınma eylem inde ışık ile d o ­ ği anlaşılıyor. Çok çirkin göründüğümü, çev­ remde bir ölüm havası okluğunu fark ediyo­ rum. Bıınım onun için itici olup olmayacağını bilmek istiyorum. Ona uzun uzun bakıyorum. Geri çekilmiyor. Daha iyi soluk alabiliyorum. Sonra vücudumu serin bir meltemin ya da soğuk suyun yaladığını hissediyorum. Bunun ğayı temsil ederse h er şey ışık olur ve bütün ya­ üzerine beyaz çarşafa sarınıyorum, uyumak ratıklar barışır. O rpheus düşünce ve imanın be- istiyorum. Adamın şifa veren elleri omuzları­ denleşıııesidir. O bütün çatışmaları çözen dinsel mın üzerinde. Bir ara orada yaralar okluğunu tutumu sim geler, çünkü bununla bütün ruh, her anımsar gibiyim; ama ellerinin ağırlığının ba­ türlü çatışmanın ötesin de olan ona yönelecektir. na güç verdiği ve beni iyileştirdiği görülüyor. Bunu yapan gerçek Orpheus da iyi bir çoban, onun ilkel bir bedenleşm esi olur.” Bu kadının önceleri çok güçlü dinsel kuşkuları İyi bir çob a n olduğu kadar bir aracı da olarak vardı. Çok sıkı bir Katolik eğitim görm üştü ama Orpheus, D ionysos kültü ve Hıristiyan dini ara­ gençliğinden bu yana ailesinin biçimsel dinsel an­ sında bir denge sağlar; aslında D ionysos da Mesih layışından kurtulmaya çalışıyordu. Gene de kilise de söylediğim iz gibi zaman ve mekan olarak fark­ yıllarındaki sem bolik olgular ve onların anlamına lı yönelişler gösterseler de benzer roller oynar; derin bir bakış, kendisinin ruhsal değişim süreci­ aşağı dünyaya karşı semavi, ezeli ve ebedi olan ne yoldaşlık etm ekteydi; bu yüzden de onun ana­ döngüsel bir din. Bu başlatıcı olaylar dizisi, dinler lizi sırasında dinsel sem boller üzerine bu derin te­ tarihinde durmadan, m odern insanın düşlerinde, mel bilginin çok yardım cı olduğunu görüyordum . fantezilerinde olabilecek her türlü anlam kayma­ F a n t e z ile r in d e n larıyla yinelenir. Analizdeki bir kadının çok y or­ gun ve çökkün bir durum dayken şöyle bir fante­ I W A L l)K N t zisi vardı: LİFLİ Yüksek ve kubbeli, penceresiz bir mekan­ da uzun, dar bir masada oturuyorum. Vücu­ dum büzülmüş, zayıf. Beyaz uzun bir çarşaf omuzlarımdan yere kadar iniyor. İçimde faz­ la yaşam kalmamış. Gözlerimin önünde altın varaklar üzerinde kırmızı haçlar beliriyor. Uzun zaman önce bir görev yüklendiğimi, şimdi nerede olursam olayım bunun bir par­ çası olduğumu hissediyorum. Orada çok uzun süre oturuyorum. İN THK W <fU U a. seçtiği anlamlı unsurlar, kendisinin kurban örtüsü olarak algıladığı beyaz örtü, bir mezar olarak ka­ bul ettiği kemerli mokan ve bir şeye boyun eğm e yi çağrıştıran zorunluluktu. Kendi deyim iyle bu zorunluluk, tanrıyı kendi başına bulmak için kili­ seyi ve ailesini terk edişini temsil eden, ölüm ç u ­ kuruna tehlikeli bir inişle birlikte gerçekleşen bir iııisiyasyon töreni gibiydi. Sim gesel bağlam da “ İsa’nın ardından gitm e” girişiminde bulunmuş ve bundan ölüm cül yaralar almıştı. Kurban bezi, çarm ıha gerilmiş İsa’nın m ezara konulduğu sırada sarıldığı çarşaf ya da kefeni dü ­ şündürür. Fantezinin sonu analisti olarak ben im ­ le biraz bağlantılı olan ama yaşantısını tam bilen bir arkadaş olarak görünen bir erkeğin iyileştiren görüntüsüne ulaşmaktadır. O kendisine henüz anlayamadığı sözlerle hitap etm ektedir ama elle ri kendisini sakinleştirm ekle, iyileştirici bir g ü cc sahip oldukları görülm ektedir. Bu figürde aracı ve elbette iyi edici olarak iyi çobanın, Ornheııs ya da Mesih’in dokunuşu, sözleri hissedilm ektedir. O yaşam tarafında durur ve kendisini artık m e­ zardan geri gelebileceğin e ikna etmelidir. Buna yem den doğuş ya da diriliş mi dem eliyiz? Belki her ikisi de ya da hiçbiri. En önem li ayin sonda­ dır: Serin rüzgar ya da vücudunu yalayan su, en eski ölüm cül günahtan temizleniş işlemi, gerçek vaftiz olgusudur. Aynı kadının, doğu m gününün, İsa’nın dirili­ şiyle aynı gün oldugıı şeklinde bir fantezisi daha vardı. (Bu kendisi için, çocukluğunda, doğum günlerinde o kadar dilediği gü ven ce ve yenilenm e duygusunu hiç verm em iş olan annesini anımsa­ maktan çok daha anlam lıydı.) Bu onun kendisini İsa’yla ö zd eşleştird iği anlam ına gelm iyord u . İsa’da bütün gücün e, ihtişamına rağmen bir şey­ ler eksik kalıyordu. Ona dua yoluyla ulaşmaya ça ­ lıştıkça o ve çarmıhı göğe, insanın ulaşamayacağı uzaklığa yükseliyordu. Bu ikinci fantezide doğan güneş olarak yen i­ den doğuş sim gesine geri dönm ekteydi ve yeni bir dişil sim ge ortaya çıkıyordu. O ön ce “sulu bir tan bir kiliseye ulaştıran bir başka düş izliyordu. kese içindeki em b riyo” şeklinde görünüyordu. Burada, kendisini başka kiliselere göre daha faz­ Daha sonra sekiz yaşındaki bir oğlanı kucağında la evindeym iş gibi hissediyordu , çünkü Aziz suyun içinden “tehlikeli bir nokta”dan geçiriyor­ Fransiskus da O rpheus gibi doğası gereği dindar du. Bunun ardından artık ölüm tehdidiyle karşı olan bir kimseydi. karşıya olmadığı duygusunu alıyordu. “ Bir or­ Bu düşler dizesi D ionysos kültünden uzak bir manda küçük bir çağlayanın yanm da duruyorum . yankıyla son buluyordu. (Bunun O rpheus’ıın bile Ç epeçevre yeşil asmalar var. Elimde içi kaynak bazen insandaki hayvan-tanrının dölleyici gü cün ­ suyu dolu taştan bir çanak, biraz yeşil yosun ve den biraz fazlaca uzak kalabildiğine bir hatırlatma m enekşeler var. Çağlayanın altında yıkanıyorum. olduğu söylenebilirdi.) Kendisini sarı saçlı bir kız O altından ve ipek gibi, sanki çocuklaşıyorum .” çocu ğu n u elinden tutarken görüyordu. “Sevinç Bu kadar değişken im gelerin gizem le anlatılı­ içinde her yanda güneşin, ormanların, çiçeklerin şındaki içsel anlamda yamlınsa bile, bu olayların olduğu bir şenliğe katılıyoruz. Ç ocuğun elinde b e ­ anlamları apaçıktır. Burada daha büyük, ruhsal yaz bir çiçek var, bunu siyah bir boğanın başına bir benliğin doğarak doğada vaftiz edildiği bir y e ­ koyuyor. Boğa şenliğin bir parçası ve şenlik için niden doğuş süreci bulunmaktadır. Bu arada ka­ süslenm iş.” Bu temsil, boğa kılığındaki D iony­ dın çocukluğunun travırıatik bir dönem inde bulu­ sos’ıın kutsandığı eski törenleri anımsatmaktadır. nan kendi egosu olan bir başka çocu ğu kurtar­ Am a düş burada sona erm iyordu. Kadın, “ bir maktadır. Onu, ebeveyninin geleneksel inançla­ süre sonra boğaya altın bir ok saplanıyor” diye d e ­ rından uzaklaşmak korkusu dem ek olan tehlikeli vam etti. Şimdi bir de D ionysos’ıın yanı sıra boğa­ bir noktadan geçirm ektedir. Am a asıl, dinsel nın simgesel bir rol oynadığı bir başka Hıristiyan­ sem bollerin olmayışı anlamlıdır. Her şey doğanın lık ön cesi ayin vardı. İran’ın güneş tanrısı Mitra bir elindedir; dirilen M esih’ten çok çoban O rplıe- boğayı kurban eder. Orpheus gibi o da insanın il­ us’ıın ülkesinde bulunmaktayız. kel özelliklerine galebe çalan ve ona bir iııisiyas- Bu düşü, kendisini Giotto tarafından yapılmış freskleriyle Aziz Fransiskus’ım kilisesini anımsa­ Pers tanrısı M itra bo ğayı kurban ediyor. Dionysos ritinin d e bir parçası olan kurban insan ruhunun kendi hayvansılığı karşısında zaferinin simgesi olarak görülebilir. Bu belki kimi ülkelerdeki b o ğ a güreşinin popülerliğini de açıklaı (solda). Picasso'nun bir gravürü (1 9 3 5 ) Theseus miti gibi burada d a denetimsiz dürtü gücünün simgesi olan bir M inotaurus tarafından tehdit edilen bir kızı gösteriyor (sağda). yon töreninin ardından barışı sunacak olan, bir ru­ hani yaşama olan özlem i temsil etm ektedir. Bu im geler dizisi bu türden birçok düşün, fan­ lamına gelir. Ölüm daha ço k -özellikle de Orphe- tezinin ebedi bir barış ve huzur olmadığını anlattı­ us kültü için- ölüm süzlük vaadi taşımaktadır. ğı kanışım doğrulamaktadır. İnsanlar, özellikle de Hatta Hıristiyanlık, yalnızca (dön gü sel gizem ler­ çağdaş Hıristiyan toplumlarda yaşayanlar, dinsel deki gibi bir reenkernasyon anlamı içerm ekte arayışlarında, üstünlükte ısrar etm ekte olan eski olan) bir ölüm süzlük vaat etm ekle kalmaz, daha geleneklerin gücü altındadırlar. Bu putperest ve da ileriye giderek cen n ette sonsuz bir yaşam s ö ­ Hıristiyan inançlar arasmdaki bir çatışmadır. zü verir. Hastamn ilk fantezisinde kolaylıkla g özd en ka­ M odern yaşam da da daima eski tarzlarm yin e­ çabilecek olan ama belki de bu sorunun çözü m ü ­ lendiğini görüyoruz. Ölümün gözlerinin içine ba- ne yardım cı olabilecek ilginç bir sem bol bulun­ kabilen kimse, ölüm ün bizim tıpkı yaşama hazır­ maktadır. Kadm m ezardayken altın daireler ü ze­ landığımız gibi kendimizi aynı itaat ve boyu n rinde kırmızı haçlar görm üştü. Analizde daha eğişle hazırlamamız gerek en bir gizem olduğunu sonra ortaya çıktığı gibi, gerçek te derin bir ruhsal anlatan eski söylem i yen iden öğrenecektir. değişim yaşamaktaydı. Bu “ ölüm ”den de yeni tür­ de bir yaşam çıkartmak üzereydi. Bu yü zden bu imgenin de bir şekilde kendisinin gelecekteki dinsel tutum unu belirttiği düşünülebilirdi. Ü ze­ rinde daha fazla çalışıldığında gerçek ten kırmızı haçların kendisinin Hıristiyan düşünüşe olan sa­ dakatim, buna karşılık altın dairelerin Hıristiyan­ lık ön cesi gizem dinlerini yüceltişini ifade ettiği ortaya çıktı. Gördükleri onun gelecekteki yaşa­ mında Hıristiyan ve putperest unsurları birbirleriyle bağdaştırması için yol gösterm ekteydi. Son ama önem li bir gözlem de eski inisiyasyon ritleri ve onların Hıristiyanlık ile olan ilişkileri üzerinedir. Eleusis gizlerinde (berek et tanrıçala­ rı olan D em eter ve P ersep h on e’ye tapınma ayin­ leri) uygulanmış olan inisiyasyon riti yalnızca b e ­ reketli bir yaşam sürm ek isteyenler için geçerli değildi; aynı zamanda ölüm e d e o da geçiş için bir inisiyasyon töreni gerektiriyorm uşçasm a, bir ha­ zırlıktı. Bir R om a m ezarında bulunmuş olan bir ölü külü kavanozu üzerinde, adayı tanrıçaların huzu­ runda gösteren bir inisiyasyon töreninin sonu temsil edilm ektedir. A yrıca bundan ön cek i iki te ­ m izlenm e töreninden birinde “mistik d om u z”un kurban edilişi, diğerinde kutsal düğünün manevi versiyonu görülm ektedir. Bütün bunlar, yasm ke­ sinliğine sahip olm ayan bir ölüm irıisiyasyonu an­ Aşkınlık (transandans) sembolleri İnsanları etkileyen sem boller çeşitli amaçlara hiz­ Başka türlü söylem ek gerekirse, bunlar kişinin sı­ m et edebilirler. Kimilerinin uyandırılmaları, inisi- nırları belli herhangi bir varoluş biçim inden kur­ yasyonlarını D ionizyen bir “yıldırım riti” yolu ile tulmasını ya da onu aşmasını sağlar. Söz konusu yaşamaları gerekir. Diğerleri ise tapmak alanında kişi bu suretle gelişiminin daha yüksek ya da da­ ya da kutsal bir mağarada inkıyat edileceklerdir. ha olgun bir aşamasına doğru ilerleyebilir. Tam bir inisiyasyon eski m etinlerde olduğu kadar Daha ön ce de belirttiğim gibi, bir çocu ğu n bir yaşayan kim selerde de görebildiğim iz gibi, her m ükemm elliği vardır, ama bu yalnızca kendisinin ikisini de içerir. İnisiyasyondaki tem el amaç, ego bilinci ortaya çıkm adan öncedir. Bir erişkin gençliğin doğasında başlangıçta bulunan “hile- ise bütünlük duygusuna ancak bilincin bilinçdışı bazlığı” eğitmektir. Bu n edenle yapılması gerekli ruhsal içerikle birleşm esinden sonra ulaşır. Bu ayinler zorlayıcı olsa da inisiyasyonun uygarlaştı­ birlikten Jung’un “ruhun aşkın işlevi” dediği şey rıcı, yüceltici bir am acı bulunmaktadır. gelişir. Bununla insan en yüksek ereğine, kendi Yanı sıra bilinen en eski kutsayıcı geleneklere kişisel benliğinin tam gerçekleşm esine ulaşabilir. ait, insanın yaşamındaki geçiş evreleri ile ilintili Bizim “aşkmlığın sem bolleri” olarak adlandır­ bulunan bir başka simgesellik de vardır. Bu sim ­ dığımız insamn bu ereğe d oğru olan çabalarını geler adayı herhangi bir dini öğretiye ya da dün ­ temsil eden simgelerdir. Bunlar bilinçdışının iç e ­ yevi bir grup bilincine entegre etm eye çalışm az­ riklerinin bilince ulaşmasına yardım e d e ce k araç­ lar. Tam tersine insanın ham, sabit, kesin olan bir ları hazırlarlar, kendileri de bu içeriklerin etkin durumdan kurtulma gereksinim ine yöneliktirler. ifadesidir. Şamanlar ve kuşlar aşkmlığın simgeleridir ve çoğunlukla birbirine ba ğlıdır. Lascaux m ağarasından bir resim, kuş maskesiyle tarih öncesi bir şamanı gösteriyor (solda). Bir Sibirya kabilesinin kuş giysili şamanı (altta). Direkler üzerinde kuş figürleriyle bir şamanın tabutu (yine S ibirya'dan) (sağda). if ılç tí V ritM O h M » f ( K U J t m i I’m . Bu simgr'ler çok çeşitli biçim lerde ortaya çı­ linde yatmakta olan kuş maskeli bir şaman resmi karlar. Bunlarla ister tarihte ister yaşamlarının bulunmaktadır. Sibirya’da şamanlar şimdi bile kritik bir aşamasında bulunan kadınlarda ve er­ kuş giysileri giyerler ve birçoğu annelerinin onla­ keklerde karşılaşalım ne kadar önem li olduklarını ra bir kuştan g e b e kaldığına inanır. B öylece şa­ kolaylıkla görebiliriz. Bu simgelerin en arkaik dü­ manlar yalnızca bir tanıdık hem şehri değil, n or­ zeyinde gen e Hilekâr m otifiyle karşılaşıyoruz. mal ayık bilincimiz için görünm ez olan, insanın Ama bu kez o artık kanunsuz bir kahraman öz en ­ gözü n e en fazla bir kez gözüken ulu güçlerin kut­ tisi değildir. Artık büyü uygulamaları ve sezgisel sanmış ço cu ğ u d u r” . öngörülerinin kendisini misiyasyonıın ilkel ustası Bu tip, sihirbazlığın sık sık gerçek ruhsal içgö- haline getirdiği şaıuan-büyücü olmuştur. Gücü rüııün yerine geçirildiği küçük hilelerden uzak bir kendi bedenini terk ederek bir kuş halinde bütün inisiyasyon eyleminin en yüksek aşamasında Hin­ evreni dolaşabilm esinden ileri gelm ektedir. du yoga ustalarını buluyoruz. Onlar trans duru­ Bu olguda kuş, aşkınlık (traıısandans) için en uygun sem boldür. Bu, bir m edyum aracılığıyla, mundayken normal düşünce kategorilerinin çok ötesine ulaşırlar. yani transa benzeyen bir durum da karşılaşabildi­ Aşkınlık yoluyla kurtuluşun en bilinen düş ği çok uzak olaylardan ya da bilinçli olarak hiç bil­ simgeleri, adayın ölüm ün doğasıyla tanışacağı mediği olaylara ilişkin bilgiler veren bir adam ara­ yalnız başına bir gezi ya da bir hac yolculuğudur. cılığıyla çalışan sezginin kendine özgü doğasını Ama bıı m ahşer ya da inisiyasyon için başka bir belirtir. Bu tür gü çlere ilişkin kanıtlar, Amerikalı gü ç denem esi değildir. Bu bir tür acım a ruhu ta­ bilgin Joseph Cam pbeirin Fransa’da bulunmuş rafından yönlendirilen bir kurtulma, bırakma ve olan mağara resimlerine ilişkin yorum larında işa­ tövbe yolculuğudur. Bu nıh çoğu zaman iııisiyas- ret ettiği gibi yontm a taş devrinde bile bulunabil­ yonun erkekten çok kadın efendisi tarafından mektedir. Yazdığına göre Lascaux’da “Trans ha­ temsil edilen had safhada dişil (yani aııima) bir fi M it ve düşlerde yalnız başına bir yolculuk, kurtarıcı bir geçişi simgeler. Italyan şair Dante'nin bir resmi; elinde kitabı İlahi Kom edya'yı tuluyoı (üstte). Resim cehennem ve cennete yolculuklarını gosteriyor. Ingiliz yaza r John Bünyan'ın 'Pilgrim's Progress"inde (1 6 7 8 ) hacının y aptığı yolculuk (en solda). (Yolculuk dairenin merkezine doğru yaklaşan bir dönm e hareketidir.) Bu kitap d a bir düş biçim inde yazılmıştır. Solda düş gören hacı. Birçok kimse alışılmış yaşamlarının değişmesini diler. Ama gezilerle sağlanan özgürlük gerçek bir içsel kurluluşun yerini lulmaz. "Denize kaçış" öneren bir reklam (sağda). »ftO-OZOSNT LINES gürdür. Örneğin; Çin Budizm inde Kwanyin, Hıris- pacaklarını, çalışmayı sürdürm ek ya da tiyan-gnostik öğretide Sophia ya da Yunan akıl mak, evde kalmak ya da geziye çıkmak üzerine tanrıçası Athena Pallas. düşünm eye başladıkları zaman diliminde, özellik­ Bu simgeleri yalnızca kuşlarm uçuşu ya da oyn a­ le ön em kazanabüir. vahşi doğaya yapılan bir gezi değil, aynı zamanda Yaşamları serüven dolu, huzursuz ya da değiş­ kurtuluşu örnekleyen herhangi bir hareket de ken geçm işse belki sakin bir sonu, dini bir inanı­ temsil eder. Yaşamın henüz insanın ailesine, s os­ şın tesellisini özlerler. Hep doğup büyüdükleri yal gruplarına bağımlı olduğu ilk kısmında bu sosyal çevrenin içinde kaldılarsa kurtarıcı bir d e ­ sim geler yaşama yalnız başına girmek için g e re ­ ğişikliğe müthiş bir istek hissedebilirler. Bu g e ­ ken kararlan almayı öğrenm eyi sağlayan inisiyas- reksinim rahatlıkla bir dünya seyahati ya da sade­ yon anı olarak algılanabilir. Bu, T. S. E liot’un Ç o­ ce daha küçük bir eve taşınmakla o an için d oyu- rak Ülke’de; rulabilir. Ne ki eski iç değerlerin yerine yeni bir yaşam biçim i konmazsa, bu değişikliklerin hiçbiri Bir masumiyet çağının hiç geri çekilemediği Bir terk ediş anının korkunç cesareti yeterli olmayacaktır. Bu türden bir vakada, hoş, kültürel bakımdan Bir anlık kapılışın korkunç ataklığı ço k yönlü, güvenceli bir yaşam sürmüş olan bir Ki bir sakınganlık çağı da onaramaz bunu kadın, bana aşağıdaki düşü getirdi: İşlenmiş değil de, doğada, güzel biçimli, nadir diye tanımladığı andır. birtakım tahta parçaları buluyorum . Biri “bunları Yaşamın daha sonraki k esim lerin de belki Neandertal adamları getirdi” diyor. O zaman önem li sem bollerle bütün bağların kopartılması biraz ileride koyu renkli bir kitle gibi görünen o gerekm ez. Ama yine de özgür insanları yeni bu­ Neandertal adamlarım görüyorum . Onların h içbi­ luşlar yapm aya ya da yaşamım baştan düzen le­ rini tam olarak ayırt edem iyorum . Tahta parçala­ m eye zorlayan o ilahi hoşnutsuzluk ruhuyla d o p ­ rından birini beraberim de alıp gidebileceğim aklı­ dolu olunabilir. Böyle bir değişiklik, orta ve ileri ma geliyor. yaşlar arasında, çoğ u kimsenin emeklilikte ne ya­ İngiliz kaşif R. F. Scott ve arkadaşları 191 1'd e A ntarktika'da Isolda]. Bilinmeyene doğru gide n kaşif alışılmıştan kurtuluşa uygun bir tablodur. Yılan simgesi genellikle aşkınlıkla bağlantılıdır. Çünkü masala göre bir yeraltı yaratığı ve bu yüzden iki alem arasında bir "a ra a "d ır. Grek-Roma tıp tanrısı Aeskulap'ın değnek üzerinde yılan simgesi, bugünkü Fransa'da bir doktor arabasının işareti olarak kullanılıyor (sağda). Daha sonra yalnız başıma bir gezideym işim gi­ bi yola devam ediyorum ve çok yüksekten aşağı­ parçasıyla kadın, kolektif bilinçdışının en derin tabakalarmı ele almış oluyordu. ya doğru, sönm üş bir yanardağı andıran bir yere Sonra gezisini yalnız başına sürdürdüğünü bakıyorum . Kısm en su dolu ve orada daha başka söylüyor. Daha ö n ce d e söylediğim iz gibi yalnızca N eandertal adamları da görm eyi bekliyorum . bu m otif bile kurtulma gereksinim ini gösterir; o Onun yerine sudan çıkan ve yanardağın siyah ka­ halde aşkınlığın bir sim gesine daha ulaşmış olu ­ yaları arasında dolaşan siyah su domuzları görü ­ yoruz. yorum . Bundan sonra düşte, bir zaman yerin en derin Bu kadının aile bağlarına ve çok eğitimli ya­ katmanlarından gelen ateşin boşaldığı sönm üş bir şam biçim ine karşın, düş onu bir tarih ön cesi za­ volkanm büyük kraterini görüyor. Bunun, trav- mana götürm ektedir. İlkel insanlar arasında h iç­ matik bir yaşantının anlam yüklü bir anısı olduğu­ bir sosyal gruplaşm a görem ez; onları uzakta, bi­ nu varsayabiliriz. Kendisi bunu, yaşamının erken linçsiz, kolektif, “koyu renkli bir kitle” olarak g ör­ dönem lerinde ihtiraslarının hem yıkıcı hem yara­ mektedir. Am a onlar yaşamaktadır ve kadın onla­ tıcı gücünü, n ered eyse aklını yitirecek şiddette rın tahtalarından birini alabileceğini düşünür. hissettiği kişisel yaşantıya bağlıyordu. G eç ergen ­ Düş, tahtanın işlenm em iş, doğal olduğunu vurgu­ lik dönem indeyken beklenm edik bir şekilde, aile­ lamaktadır. O halde bilinçdışının en baştaki, kül­ sinin aşırı tutucu tavrından kaçmaya çalışmıştı. türden etkilenm em iş bir düzeyinden gelm ek te­ Bu kopm ayı önem li bir zorluk olmaksızın tamam­ dir. Çok yaşlı oluşuyla ilgi çek en tahta parçası bu lamış, sonradan ailesiyle barış bile sağlayabilmiş­ kadının çağdaş yaşantısını, insan yaşamının uzak ti. Ama hâlâ ailesinin sosyal zem ininden uzaklaş­ kökenleriyle bağlamaktadır. mak, özgürlüğü kendi bildiği şekilde sürdürmek Yaşlı bir ağaç ya da bitkinin, olağan olarak için güçlü bir isteği vardı. hayvanlarla sim gelenen dürtüsel yaşamın aksine Bu düş tüm den bam başka sorunları olan ama ruhsal yaşamın büyüm esini, gelişm esini gösterd i­ benzeri bir içgörü ye gereksinim i olduğu anlaşılan ğini birçok örnekten biliyoruz. O halde bu tahta bir gen ç adamın gördüğü düşü anım satıyordu. O da bir farklılaşma dürtüsü hissetm ekteydi. Dü­ şünde bir volkan görm üştü. Volkanın patlayaca­ ğından korkan iki kuş, kraterinden havalanıyor­ du. Düş, kendisiyle volkan arasında bir su parça­ sı bulunan, yabancı, tenha bir yerde geçiyordu. Bu olguda düş bireysel bir inisiyasyon gezisi sun­ maktaydı. Bu, bilinen en düşük aile davranışına sahip gruplar olan besin toplayıcı kabilelerden bildiri­ len olguların aynıdır. O toplum larda gen ç adayın bir kutsal yere yalnız başına yolculuk yapm ası g e ­ rekir. (K uzey Pasifik kıyılarındaki Kızılderili kül­ türlerinde bu yer gerçek bir krater gölü olabilir.) Orada hayal ya da transa b en zer bir durum için­ de, bir hayvan, bir kuş ya da doğal bir nesne kılı­ ğındaki kendi “koruyucu ruhu” ile karşılaşacaktır. Kendini bu “ çalılık ruhu” ile sımsıkı özdeşleştirir, leler, yılanlar ve bazen de balıklardır. Bunlar su b ö y le ce erkek olur. B enzer bir yaşantı geçirm ek ­ altı eylem ile kuş uçuşunu (yaban ördekleri ve sizin, bir Achıımaui büyücüsünün belirttiği gibi, kuğuları) yeryüzündeki yaşamla birleştiren bağ­ “Alelade bir Kızılderilidir, hiç kim sedir” . lantı hayvanlarıdır. Belki aşkmlığııı en bilinen düş G enç adamın düşü yaşamın başlarında gelm iş, sem bolü, tıp sanatının sim gesi olarak bugüne ka­ ileride bir erkek olarak yaşayacağı bağımsız haya­ dar da yaşamış olan, Rom a tıp tanrısı Asklepi- tı muştıılamıştır. Sözünü ettiğim kadın ise yaşa­ o s ’ıııı sağaltım sim gesinde olduğu gibi, yılandır. mının sonlarına yaklaşmaktadır. O da ben zer bir Bu bildiğimiz kadarıyla başlangıçta zararsız bir seyahat yaşamıştır ve aynı şekilde bağımsızlığa ağaç yılanıydı; iyileştiren tanrının asasına sarılmış ulaşması gerektiği anlaşılmaktadır. olarak gökle yerin arasında bir bağlantı oluştur­ Böyle bir bağımsızlık, dünyayı bütün kirleriyle duğu anlaşılıyor. birlikte terk etm ek dem ek olan Yogi benzeri bir Aşkmlığııı daha önem li ve yaygın olan bir sem ­ kapanışla sonlanmaz. Kadın düşündeki genel ola­ bolü de birbirine dolanm ış olan iki yılandır. Bun­ rak ölü ve kuru manzara içinde, hayvansal yaşa­ lar eski Hindistan’ın ünlü Naga yılanları olarak o r­ mın izlerini fark etm ektedir. Bunlar, hastanın as­ taya çıkarlar; onlarla tanrı H erm es’e ait olan d e ğ ­ lında tanımadığı bir tür olan “su dom uzları”dır. neğin ucundaki örülü yılanlar olarak da karşılaşı­ Anlaşılan düşteki su dom uzları, hem karada hem rız. Erken Yunaıı’daki bir görüntü, üzerinde tan­ suda yaşayabilen özgün canlılar anlamını taşı­ rının büstü bulunan bir taş sütundur. Bunıııı bir maktadır. ucunda dolanmış yılanlar, öbür ucunda dikilmiş Bu hayvanların aşkmlık sem bolleri olarak or­ bir l'allus görülm ektedir. Yılanlar cinsel birleşme tak niteliğidir. A çık ça yer ananın derinlerinden halinde gösterilm iş olduğuna ve dikilmiş l'allııs da gelen bu yaratıklar kolektif bilinçdışının sim gesel hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde cinsel an­ sakinleridir. Onlar g en ç adamın düşünde kuşların lam içerdiğine göre, bu sütunun H erm es’itı bolluk sim gelediği ruhsal esinden farklı bir özgün anlam simgesi olduğu sonucunu çıkartabiliriz. ve önem i, bilince taşırlar. Diğer aşkınlık sim geleri kemiriciler, kertenke­ Ne var ki bıııuın yalnızca biyolojik bereket ol­ duğunu sanırsak yanılırız. Hermes bir elçi roliin- /W w V \ AMM Bir duvar resminde balıkçıl kafalı M ısır tanrısı Thot (IO 3 5 0 civarı) (üstle). Thot bir yeraltı figürüdür ve aşkınlıkla bağlanlılandırılır. Ö lülerin ruhlarını o yönlendirirdi. G rek tanrısı Hermes'e de "Psyhopompos=Ruhların öncüsü" denirdi. O n a d a ölülerin ruhlarını yeraltına götürmek görevi verilmişti. Yol kavşaklarına dikilen ve tanrının iki lı 'l alem arasında bağlantı rolünü simgeleyen taş bir Hermes (solda). 17. yy'd a n bir Fransız lablosu yılanın Hermes'nin bir yanında çubuğa sarılı aracı rolünü gösteriyor (solda): Orpheus yılanlar vardır. Bu simge (Caduceus) lir çalıyor ve dinleyicileri, Eurydike'yi aynı şekilde kanatlar takılarak Roma (resmin ortası) bir yılanın soktuğunu fark tanrısı M erkurius'a d a aktarılmıştır, etmiyorlar. Ölümcül yara onun yeraltına böylece ruhsal aşkınlığın simgesi inişini simgeliyor (N icolas Poussin). olarak kuşu andırır (sağda). deki Hilekâr, yol kavşaklarının tanrısı ve sonunda simyanın sanatsal vurgulanma biçim leri olan ka­ ruhları yeraltına götürüp getiren önderdi. O hal­ natlı at ya da kanatlı ejderha şekillerinde de g ö ­ de onun fallusu bilinen dünyadan bilinm eyene rülür. Hastalarımızla çalışırken bu simgelerin sa­ doğru, kurtuluş ve iyileşm eye doğru ruhsal bir yısız değişimlerini izlem ekteyiz. Bu deneyim ler, mesaj arayarak ilerlem ektedir. tedavim iz derinlerde yatan ruhsal içeriği serbest Aslında Hermes, Mısır’ın karabatak kafalı tan­ bırakabilir ve bu sim geler bilinçli donanımımızın rısı T h oth ’tu. Bu yü zden de aşkın ilkenin kuş kılı­ parçası haline gelebilirse, n erelere ulaşılabilece­ ğındaki şekli olarak algılanmaktaydı. Yunan m ito­ ğini gösterm ektedir. M odern insanlar için g e ç ­ lojisinin Olimpik dönem inde Hermes yılansı ka­ m işten kaynaklanan ya da düşlerim izde görünen rakterine ek olarak kuş yaşamından da özellikler sim gelerin anlamlılığının kavranması hiç kolay kazanmıştır. D eğneği yılanların üzerine kanatlar değildir. Korunm a ve özgür kalış simgeleri arasın­ da alarak Merkür’ün kanatlı asası, tanrının kendi­ daki eski çatışm anın bizim halimizle nasıl ilişkili si de kanatlı miğferi ve sandallarıyla “uçan adam ” olduğunu görm ek de kolay değildir. Eğer arketip- olmuştur. Burada onun bütün aşkmlık gücünü, sel örneklerin yalnızca özgün biçim lerinin değişe­ yeraltmdaki yılan varlığından yeryüzü gerçeği bileceğini, ruhsal anlamlarının olduğu gibi kalaca­ aracılığıyla, uçm a yetisiyle vurgulanan insan üstü ğını kavrarsak işimiz daha kolay olur. g e rçeğ e yükselişini görebilm ekteyiz. Kurtuluş, özgürlük sim geleri olarak yaban B öyle bir birleştirilmiş simge, Jung’un bu k o­ kuşlarından söz etmiştik. Bugün aynı şekilde jet nudaki yapıtlarında ayrıntılı olarak anlattığı gibi, uçaklarından ya da roketlerden de söz edebiliriz, Kanatlı canavar (üstte): (1 5. yy'ın bir el yazm asından) aşkınlık simgesini, yılan ve kuşla kom bine eder. Ruhsal aşkınlığın bir temsili (sağda): M uham m ed, kanatlı at Burak üzerinde göğün katlarına uçuyor. çünkü onlar da bizi en azından bir süre için yer çekim inden kurtarırlar, aynı ilkenin biçim lenm i­ şidirler. Buna ben zer biçim d e bir zamanlar dur­ gunluk ve korumayı anlatan eski sim geler de b u ­ gün m odern insanın ekonom ik güven ve refah arayışı olarak ortaya çıkarlar. E lbette yaşam ım ızda serüven ve disiplin, k ö­ tülük ve erdem , özgürlük ve güven arasında bir çatışm a bulunduğunu hepim iz saptayabiliriz. Am a bunlar yalnızca bizi huzursuz eden ve olası­ lıkla hiçbir zaman yanıt bulam ayacağımız bir b i­ linmezliğin tanımlarıdır. Oysa bir yanıt bulunmaktadır. Korunm a ve kurtuluşun birbiriyle buluştuğu bir nokta vardır. Bunu da söz ettiğimiz inisiyasyon törenlerinde buluyoruz. Bunlar bireylere de topluluğun bütü­ nüne de karşıt güçleri içlerinde birleştirmek, ya­ şamlarında denge oluşturmak olanağını sağlarlar. Am a ayinler bu olanağı kendiliğinden ya da otom atik olarak sunmazlar. Bunlar bireylerin ya da grubun yaşamındaki belli aşamaları ima ed er­ ler. İyi anlaşılmadığı ve yeni bir yaşam biçim ine yansıtılamadığı takdirde belki de doğru an kaçırılabilir. İnisiyasyon başlıca bir boyun eğm e ayiniy­ le başlayıp bir korunm a dönem iyle süren ve bir kurtuluş ayiniyle sona eren bir süreçtir. Bu yolla h er insan kendi kişiliğindeki birbirine karşıt un­ surları birbiriyle barıştırabilir; gerçek bir insan ve kendinin gerçek egem eni olmasını sağlayacak bir denge oluşturabilir. Birçok modern insanın düş ve fantezilerinde büyük uzay roketlerinin uçuşu çoğunlukla, aşkınlık olarak algılanan özgürleşme dürtüsünün simgesel gerçekleşmesidir. Bireyleşme Süreci M. L. von Franz Paris N otre Dame katedralindan bir vitray gül. B ireyleşm e Süreci Ruhsal olgunlaşma sürecinin yapısı Bu yapıtın başında C. G. Jung, bilinçdışı kavramı­ nı, bu kavramın kişisel ve kolektif yapılarım, sim­ gesel dışavurum yollarım sundu. Bilinçdışm ın sembollerinin derin anlamlan bir kez anlaşılınca geriye bunların yorum u gibi zor bir sorun kalmak­ 7 . yy'd a n bir el yazm asındaki süsleme olarak bir "M e and er" (altta). Bireysel düşler d e aynı şekilde yabancı etki tadır. Yani Jung, her şeyin belli bir düş yorumunun y a p a r ve yukarıdaki g ib i bir kitap kavranıp kavranmadığına, kişi tarafından anlamlı süslemeleri detayı tarzındadır (üstte). olarak kabul edilip edilmediğine bağlı olduğunu Ama bütün bir yaşam süreci düşünde göstermiştir. Böylelikle düş imgeleminin olası an­ m eander biçim i, ruhsal gelişim sürecini açıklar. lamım, işlevini önem le ortaya koymaktadır. Am a Jung’un kuramının gelişim inde bu olası­ lık başka bir soruya yol açmıştır: Bireyin bütün düş yaşamının am acı nedir? Düşler insan varlığı­ nın, yalnızca anlık psişik ekonom isinde değil, ya­ şamının bütününde nasıl bir rol oynamaktadır? Pek çok kişiyi gözlem leyerek, düşlerim in cele­ yerek (ki en az 80.000 düşü yorumladığını h esap ­ lamıştır) Jung, yalnızca bütün düşlerin düşü g ö ­ renlerin yaşamlarıyla çeşitli d erecelerde bağlantı­ lı olduğunu değil, aynı zamanda bunların h ep g e ­ niş bir psikolojik etm enler ağının parçaları oldu ­ ğunu bulmuştur. Buna ek olarak, bunların bir b ü ­ tün olarak belirli bir kurguyu ya da üslubu izler gibi göründüğünü de saptamıştır. Bu kurguya Jung “bireyleşm e rü reci” adım verm ektedir. D üş­ ler her g e ce farklı sahneler ve im geler ürettikle­ rinden, çok dikkatle gözlem eyen kim seler olası­ lıkla bir ana şema bulunduğunun farkma vara­ mazlar. Oysa yılları kapsayan bir süre b oyu n ca kendi düşlerim gözlem leyerek bütün sekansı in­ celeyen biri, belirli içeriklerin ortaya çıkıp kay­ bolduklarım, sonra yem d en geldiklerini g ö r e ce k ­ tir. Hatta çoğ u kimse aynı figür, manzara ve d u ­ rumları yineleyerek düşlem ektedirler. Bütün bir Meander: Irmakların bizde menderes de denilen büklümleri, (çn.) dizi b oyu n ca izlenirse bunların yavaş fakat algıla­ nabilir şekilde değiştikleri görülebilir. Düşü g ö re ­ nin bilinçli yönelim i düşlerin ve sem bolik içerik­ lerinin uygun bir yorum uyla etkilenecek olursa bu değişim ler hızlanabilir. B öylece düş yaşamımız, tek tek ipliklerin bir görünüp bir kaybolduğu, hiç ummadık bir zam an­ da da yen iden ortaya çıktığı dalgalı bir dokum aya benzer. E ğer bu dalgalı desen uzun bir zaman di­ limi b oyu n ca gözlenirse, yavaş, zor fark edilebilen bir ruhsal gelişim ve bireyleşm e sürecini m eyda­ Psike, yüzeyinde bilinci temsil eden beyaz bir leke (A) bulunan bir küreyle gösterilebilir. Ego na getiren bir tür gizli düzenleyici ya da yön len ­ o yüzeyin merkezidir (bir şey ancak e g o onu dirici eğilimin çalışmakta olduğu görülebilir. tanıyorsa bilinçlidir). Self, hem bütün küre (B), Giderek daha kapsamlı, daha olgun bir kişilik ortaya çıkar, diğer kim seler tarafından da hisse­ hem aynı zam anda onun çekirdeğidir. Onun düzenleme işlemleri düşleri üretir. dilir. Sıklıkla gelişimin bir aşamasında takılı kal­ maktan söz edişimiz, böyle bir gelişm e, olgunlaş­ ma sürecinin her birey için mümkün olduğunu gösterir. Bu ruhsal gelişm e istenç gücünün bi­ linçli çabasıyla m eydana getirilem ediği, istenç dı­ şı ve doğal olarak olduğundan, düşlerde gelişimi, yavaş, güçlü ve isten ç dışı büyüm esi de belli bir planı izlem ekte olan, bir ağaçla simgelenir. Düzenleyici etkinin kaynaklandığı düzenlem e merkezinin, kendi ruhsal düzeneğim iz içinde bir çeşit “çekirdek atom ” olduğu anlaşılmaktadır. Bu düş imgelerinin kâşifi, organizatörü dahası kayna­ ğı olarak da adlandırılabilir. Jung bu m erkeze, b ü ­ tün ruhun ancak küçük bir parçasını oluşturan “e g o ”dan ayırmak için, “s e lf’’ adım vermiş, onu ruhun tamamının bütünlüğü olarak tanımlamıştır. Çağlar boyunca insanlar kendiliklerinden böyle bir iç m erkezin varlığını fark etmişlerdir. Yunanlı­ lar ona insanın iç “Daim on”u demişler, Mısır’da bu “Ba” (ca n ) kavramıyla anlatılmış, Romalılar da onu bireyin öz “Genius”u saymışlardır. Daha ilkel to p ­ luluklarda bu çoğunlukla bir hayvanda vücut bulan bir varlık ya da fetiş olarak düşünülüyordu. Bu sem bol Labrador Yarım adasinm yerlileri olan Naskapi Kızılderilileri’nin tasarım dünyasın­ da özellikle bozulm am ış halde bulunmaktadır. Bu orm an avcıları öylesine küçük aile gruplarında birbirlerinden o denli uzak ve yalnız yaşarlar ki bu yü zden hiçbir kabile geleneği, dinsel görüş ya da tören geliştirem em işlerdir. Sonuç olarak Nas­ kapi avcıları kendilerini yaşam boyu yalnızca içle­ rinden gelen bilinçdışı sese ve düşlerine bırak­ mışlardır. Neye inanacaklarını anlatan din öğret­ menleri, törenleri, bayramları ya da kendilerine yardım cı olacak töreleri yoktur. Basit yaşam g ö ­ rüşlerinde insanın ruhu sad ece bir içsel yoldaştır; ona doğrudan doğruya “dostum ” ya da “Mista’p e o ” yani “Ulu A dam ” diye seslenirler. Bu Mista’p e o yürekte yaşar, ölüm süzdür; ölüm anında ya da ondan hem en ö n ce bireyi terk eder, daha sonra bir başka varlık içinde yem d en var olur. Düşlerine dikkat eden, anlamını bulm aya ve doğruluklarını araştırmaya girişen Naskapiler Ulu A dam ’la daha derin bir bağlantıya girer. O bu ki­ şileri ödüllendirir; onlara daha çok, daha iyi düş­ ler gönderir. O halde bir Naskapi bireyinin en bü­ yük zorunluluğu düşlerindeki yol göstericileri iz­ Self: (İng.) benlik, kendilik. Türkçe karşılığı Jung’un ifa­ desini karşılamadığı için kitapta Self olarak geçecektir. lem ek, sonra da onlarm içeriklerine sanatla kalıcı bir biçim vermektir. Yalan dolan Ulu A dam ’m iç taşlarm niteliği, yerin konum u, güneş ve rüzgara varlıktan kaçmasına n ed en olurken, cöm ertlik, göre durum u gibi bir dizi özgün etm en bulun­ diğerkâmlık ve hayvan sevgisi onu çeker. B öylece maktadır. Çamın bütünsel gizil varlığı bu durum ­ düşler Naskapi’ye doğada, av olanakları, hava ve lara örneğin eğri büğrü büyüyerek, taşlardan benzeri yaşam için ço k önem li koşullar bakım ın­ uzaklaşıp gü neşe doğru uzanarak tepkiler verir, dan da tam anlamıyla kılavuz olur. Bu çok ilkel in­ bunun sonucunda ağacm büyüm esi biçimlenir. sanları burada, bizim uygarlaşmış düşünceleri­ B öylece bir çam bireyinin biricik olan, yinelen­ m izle hiç buluşm amış oldukları v e Jung’un “ s e lf ’ m esi olanaksız varlığı ortaya çıkar. Asü tek ger­ adım verdiği öze ilişkin doğal bir içgörüyü hâlâ çeklik budur, oysa başlı başm a çam yalnızca bir korudukları için anlatıyorum. olanak ya da som ut bir fikirdir. İnsanlarda bu tek Self, bilinçli kişilikten farklı olan bir içsel y ön ­ olanın, biricik olanın gelişimi Jung tarafından bi­ lendirici etm en olarak tanımlanabilir. Yalnızca ki­ reyleşm e süreci olarak adlandırılmıştır ki bunun şinin kendi düşlerini denetlem esiyle yakalanabi­ da iki yön ü göz önünde tutulmalıdır. Ö n ce bütün lir. Bunlar onun, kişiliğin sabit yayılımı ve olgu n­ canlılarda olduğu gibi insanda da kendiliğinden, laşmasını sağlayan, düzenleyici bir m erkez old u ­ bilinçdışı bir gelişim süreci olur; bu bir insanın ğunu gösterir. Ruhun bu daha geniş, n ered eyse kendi içinde yaşadığı bir süreçtir; ama aslında bu bütün olan yönü, ön ce doğuştan gelen bir olanak süreç, eğer insan bunun farkındaysa bir gerçeklik olarak ortaya çıkar. Yavaş yavaş ortaya çıkabilir olur. Çamın, kendisine şekil veren koşullan bilip ya da yaşam b oyu n ca oluştukça tam olarak geli­ bilmediğini, bundan üzülüp üzülmediğini ya da şebilir. Bunun ne kadar gelişebileceği, egonun sevinip sevinm ediğini elbette bilmiyoruz. Am a in­ ş e lfte n gelen mesajları dinlem eye hazır olup o l­ san bu olup bitenlere bilinçle katılır, bunu d uy­ m am asına Ulu guyla da yaşar, hatta ayrıntıları özgür istencinin A dam ’ın işaretlerim almaya açık olan kişilerin da­ kararıyla etkileyebilir de. S özcüğün daha dar an­ ha iyi, daha işe yarar düşler gördüklerini fark e t­ lamıyla bireyleşm e bu işbirliğini içerir. bağlıdır. A n cak N askapiler, mişlerdir. Alıcı kişilerin içinde doğuştan bulunan E n azından insanlarda buna, çam örneğinde Ulu A dam ’ın, bunu görm ezden gelenlere göre da­ olm ayan bir şey daha eklenir: B ireyleşm e süreci, ha gerçek olduğunu ekleyebiliriz. Böyle bir kim se içte bütünlüğü sağlayan özle, dıştan etküeyen ol­ aynı zam anda daha tam bir insan da olur. guların ortak etkilerinden daha fazla bir şeydir. Bu bakımdan egonun doğa tarafından kendi is­ Bunun içsel algüanışında sanki kişilik üstü bir tencini sürdürmek üzere değil, ona bir bilinçlilik güç, yaratıcı bir edim le işe karışıyor gibidir. Kimi- katarak gerçekleşm esine yardımcı olmak üzere g e­ leyin bu bilinçaltı gizli bir plana uygun olarak iş­ liştiği anlaşılıyor. Örneğin b en eğer hiç farkında ol­ leri yönetiyorm uş gibi de hissedilir. Sanki bir şey, madığım bir sanat yetisine sahipsem aslında bu hiç benim tarafımdan görü lem eyen ama beni gören yok gibidir, çünkü ancak benim egom onu algılar­ bir varlık, belki yürekteki Ulu Adam , bana bak­ sa gerçeğe dönüşebilir. Bu yüzden doğuştan gelen makta, bana ilişkin görüşlerini düşlerim le bana bireyleşm e olanağı, bilinçle kavranarak yaşama g e­ anlatmaktadır. çirilen ruhsal bütünlükle aynı şey değildir. Ne var ki ruhsal özün bu yaratıcı etkin yanı an­ Bu, şu şekilde göz önün de canlandırılabilir: cak ego, bu daha özgün, derin varoluş şekline Bir dağ çam ının tohum u ağacın bütününü latent yaklaşabilmek için kendini her türlü fayda ve olarak barındırır; ama h er tohum belirli bir za­ am aç düşüncesinden özgürleştirebilirse işe k oyu­ m anda belirli bir yere düşer, orada toprağın ve labilir. E go kendini herhangi bir amaç ya da plan olmaksızın, bu içsel gelişim yönelişine bırakabil- kalksan kırılır. Bundan hiçbir şey yapılmaz; melidir. B irçok varoluşçu filozof bu durumu ta­ bu kullanılamaz. Bu yüzden bu ağaç bu kadar nımlamaya çalışmışlarsa da yalnızca bilinçlilik al­ danışını yadsımaya kadar varabilmişlerdir; bilinç - uzun yaşayabilmiştir.” Ama aynı gece dülger bir hana ulaşıp uy­ kuya daldığında o ulu meşe ağacı düşüne gir­ dışının kapışma kadar ulaşmakta ama kapıyı a ç­ di ve dile geldi: “Beni sizin yetiştirdiğiniz alıç, makta yetersiz kalmaktadırlar. Bizlerden daha armut, portakal ve elma ağaçlarıyla, bütün köklü ilişkileri olan kültürlerde yaşayan insanlar, öbür meyve ağaçlarıyla mı kıyaslıyorsun? çoğunlukla ruhun içsel gelişim sürecine yer aça­ Bunlar kendi yemişlerini olgunlaştırmaya bi­ bilmek için, bütün bilinçli amaç düşüncelerinden uzaklaşmak gerektiğini bizden çok daha iyi anlar­ le fırsat bulamadan insanlar üzerlerine saldı­ rır, onları kırıp dökerler. Dalları kırılır, to­ murcukları yolunur. Kendi armağanları ken­ lar. Bir keresinde dışadönük başarılar bakımından dilerine zarar verir. Yaşamlarını bile sonuna hiçbir şeye ulaşamamış olmaktan yakınan yaşlı kadar sürdüremezler. Bu her yerde böyle bir hanım tanımıştım. G erçekte ise zor bir k ocay­ olur. Bunun için ben hep tümüyle faydasız la iyi bir evlilik sürdürebiliyordu ve sonunda ol­ gun bir kişilik geliştirebilmişti. Bana yaşamda h iç­ olmaya çalıştım. Zavallı ölümlü! Bir işe yara­ mış olsaydım bu büyüklüğe ulaşabilir miy­ dim? Ayrıca sen de ben de yaratıklarız. Nasıl bir şey yapamamış olduğunu söylediğinde bir Çin olur da bir yaratık öbürünü tepeden yargıla­ bilgesi olan Chuang Tzu’nun bir masalım anlat­ yabilir? Faydasız ölümlü adam, ne anlarsın tım. Hemen anlayıp çok rahatladı. Öykü şuydu: sen faydasız ağaçlardan?” Dülger uyanınca düşüne ilişkin düşünce­ Kaya adındaki bir gezgin dülger dolaşır­ ken, bir yer sunağı yakınındaki bir tarlada di­ kili, dev bir meşe ağacı gördü. Ağaca hayran olan çırağına “bu tümüyle faydasız bir ağaç” dedi. “Bu ağaçtan bir gemi yapmaya kalksan kısa zamanda çürür; ondan araçlar yapmaya lere daldı ve sonra çırağı yer sunağını neden bu ağacm koruduğunu sorduğunda, “kapa çeneni” dedi, “Tek kelime bile duymak iste­ miyorum buna dair! O ağaç özellikle orada yetişmiştir; yoksa onu tanımayanlar ona kö­ tülük ederlerdi. Eğer o yer sunağının ağacı olmasaydı çoktan kesilebilirdi.” A ğ a ç altında bir yer sunağı (1 9. yy'd a n bir Hint resminden]. Bu tür Görülen o ki dülger düşünü anlamıştı. Yani b ö y ­ yuvarlak ya da dörtköşe yap ılar lelikle tanrının kendisine biçtiği yaşamı sürebilen genellikle, bireyleşme sürecinin ağaç en büyük olmuştu ve onun önünde insanların tamamlanması için ego'nun tabi olması gereken Self'i temsil eder. amaca yönelik düşüncesi susmalıydı. Kendi amacı­ nı gerçekleştirebilm enin en büyük insani başarı ol­ duğunu, faydacı kavramların bilinçdışı ruhumuzun gereksinimlerine yol verm esi gerektiğini görm üş­ tü. Bu benzetm eyi psikoloji diline çevirirsek ağaç bireyleşm e sürecini simgelemekte, uzak görüşlü olmayan egom uza bir ders vermektedir. Chuang T zu’nun öyküsünde kendi amacını gerçekleştirm iş olan ağacm altmda bir yer sunağı vardı. Üzerine insanların, o yer parçasının sahibi olan, onu koruyan tanrıya sunularını koyacakları ham, yazısız bir taştır. Bu yer sunağı simgesiyle, bireyleşm e sürecinin gerçekleşm esi için ne yapıl­ benzerler, yoksa onları çam olarak adlandıramaz- masının gerektiğine ya da genellikle doğru olarak dık; ama hiçbiri öbürünün aynı değildir. Bu aynı­ kabul edilenler ile genellikle olup bitenler açısın­ lık ve farklılık etm enlerinden ötürü bireyleşm e dan düşünm ek yerine bilinçdışınm kişilik üstü sürecindeki varyasyonları özetlem ek de olanak­ güçlerine egem en olmanın gerekli olduğu gerçeği­ sızdır. G erçek olan herkesin farklı, yalnız kendisi­ ne işaret edilmektedir. Öğretilere yönelm ek yeri­ ne özgü biricik bir şey olma zorunluluğudur. ne belirli bir durum için içsel bütünlüğün şimdi ve Birçokları, Jungiyen yaklaşımı, psişik m alzem e­ burada ne yapılmasını istediğini dinlemek gerekir. yi sistematik şekilde sunmamış olmakla eleştirir. Yönelişimiz yukarıda belirtilen dağ çamı gibi Ne ki eleştirenler bu malzemenin, ancak çok yü­ olmalıdır: O gelişirken ne yoluna bir kaya çıkınca zeysel şekilde sistematiğe dökülebilen duygularla, kızar ne de böyle engelleri nasıl aşabileceği ü ze­ usa sığmayan, durmadan değişen doğayla besle­ rine planlar yapmakla uğraşır. Sadece sağa mı s o ­ nen, başlı başına canlı bir deneyim olduğunu ımut- la mı büyüyeceğini, dirence karşı zorlayacağını maktadırlar. Çağdaş derin psikoloji burada, ınikro- yoksa ondan uzaklaşması mı gerektiğini hisset­ fıziğin önüne çıkan smırlarla karşılaşmış oluyor. m eye çalışır. Bu nasıl işleyeceğim , ne yön e g id e ­ Yani rasyonel ve sistematik tanımlamalar ancak is­ ceğini kimsenin b ilem eyeceği saf bir yaratıcı u ğ­ tatistik ortalamayla uğraştığımız sürece mümkün­ raştır. Bu yöneltiri dürtüler egodan değil, ruhun dür. Am a tek bir ruhsal olguyu tanımlamaya kal­ bütünlüğünden, ş e lfte n gelir. Biz de bir ağaç gibi kıştığımız zaman, onun olabildiği kadar çok açıdan, kendimizi, bu belli belirsiz, gene de tüm üm üze olabildiğince dürüst bir resrruni verm ekten başka egem en olacak kadar güçlü olan güdüye, derin­ bir şey yapamayız. Tıpkı fizikçilerin de ışıgııı ne ol­ lerden gelen biricik ve yaratıcı gerçekleşm e g ü ­ duğunu tammlayamadıkları, ancak kimi deneylere düsüne bırakmalıyız. Bu sırada bir başkasını tak­ dayanarak onun parçacıklardan mı yoksa dalgalar­ lit etm ek de işe yaramaz; çünkü herkesin yerine dan mı oluştuğunu söyleyebildikleri gibi psikoloji getireceği görev, dolduracağı yer kendisirıindir, de aynı zorluklarla karşı karşıyadır; biz de bireyleş­ bunu bir başkası bilem ez. Gerçi insanoğlunun s o ­ m e sürecinin, bilinçdışınm aslında ne olduğunu runlarının çoğ u birbirinin benzeridir ama asla tıp­ söyleyem ez ancak onun nispeten tipik olan belirti­ kısı değildir. Çam ağaçları da birbirlerine çok lerini tarif etm eye çalışabiliriz. Bilinçdışıyla ilk karşılaşma İnsanların gençlik dönem i çoğunlukla gerek dün­ mayan bir şeyi gösterir. Zaten sonunda da yaşa­ yaya gerekse kendi iç varlığına, büyük bir duygu­ mını “ soğuk elleri” ile kendisi sona erdirmiştir. sal yoğunluk durumu içinde yavaş yavaş uyanışla B öylece daha bu çocu klu k düşünde bütün trajik karakterizedir. Çoğu çocu klu k düşlerinin hem en kaderi belliydi. hepsi, çoğunlukla da ilk önem li izlenimler, sem ­ Kimi zaman bunlar yalnızca bir düş olm ayıp bolik biçim de belli başlı kader örüntülerini h e­ belirli kader unsurlarının sem olik olarak belirdiği m en sergilem eye başlarlar. Kimi zaman bunlar, çok etkileyici, unutulmayan gerçek olgulardır. g erçek olgular sim gesel bir bakışla görüldüklerin­ Bunlar dışta gerçek ten olmalarına rağmen bir de, kehanet etkisi bırakan anılardır. Örneğin pa­ düş gibi görülebilirler. Yalnızca sim gesel anlamla­ tolojik korku nöbetleri yüzünden kendi yaşamını rı nedeniyle belleğe yapışık kalmışlardır. Okul ça ­ yirmi altı yaşında sona erdirmiş olan g en ç bir ka­ ğının başlamasını, çoğu n d a gittikçe artan bir ego dın, daha küçük bir çocu k ken düşünde yatağında oluşum u ve dünyaya uyum evresi izler. Bu evre­ yattığı sırada, Jack Frost’un -kış mevsiminin haki­ nin acı verici kimi şok yaşantıları olmaksızın yü ­ mi olan masal kahramanı kral- odaya girerek tam rümesi çok nadirdir. Çoğu kim sede bu aynı za­ m idesi üzerinden karnını avuçladığını görüyordu. m anda artan bir farklı olm a duygusuyla bağlantı­ Uyandığında karnını kendisinin avuçladığını fark lıdır. Bu biricik olma duygusu da birçok çocu ğu n etmişti. Bu çocu ğu n soğuğun, donm uş yaşamın yalnızlığına bağlı olan belli bir kederle birliktedir. ciniyle karşılaştığında gösterdiği tepkisizlik iyi ol­ Dünyada yolunda olm ayan her şeyin, hem dışarı­ Dış dünyaya uyumunda çocuk şoklar yaşar. Korku uyandıran okulun ilk günü (en solda). Bir başka çocuğun saldırısının uyandırdığı şaşkınlık ve korku (ortada). Ö lüm le ilk karşılaşma sonucu karmaşa ve kaygı (solda). Bu tür şoklara karşı savunma olarak çocuk düşünde, görünüşe göre psike'nin merkezini simgeleyen da ire şeklinde, dört köşeli bir motif görür ya da böyle bir resim yap ar (üstte). daki hem de kendi içindeki kötülüklerin gittikçe linçsizce içgüdüsel ya da kazanılmış arketipsel farkına varılmaktadır. İçeriden yükselen ama h e ­ tarzların dinamizmiyle yol almaya çalışanlar da nüz gerçek leşem eyen gelişim olanakları da bas­ vardır. Bu gen ç insanlar, sevgi, doğa, spor ve ça ­ tırmaktadır. Bütün bu sorunlar hem bunlarla hem lışma deneyim leri onlara çabuk üstelik doyu ru cu d e dış dünyayla başa çıkm aya çalışan gençlerin bir anlam sağladığı için yaşamın daha derin anla­ omuzlarına ağır bir yük olarak biner. Bilincin d o ­ mını henüz kavramamışlardır. Onların illa ki daha ğal oluşum u bu evrede bozulursa çocu k çoğ u n ­ yüzeysel oldukları söylenem ez. Sadece yaşamın lukla dış ya da iç güçlükler nedeniyle, içsel bir ka­ akışıyla, içedönü k yaşıtlarına göre daha az sür­ leye çekilir. Bu gerçekleştiğinde de düşlerinde, tüşm eli ve daha az fırtınalı şekilde ilerlem ektedir­ bilinçdışı m alzem eden gelen sim gesel çizimlerin- ler. E ğer bir araba ya da trende dışarıya bakm a­ de aşırı miktarda daire, kare ve “ çekirdek” m otif dan gitm ekteysem , hareket halinde olduğum u ortaya çıkar. Bunu daha sonra açıklayacağım. Bu fark etm em i sağlayacak olan yalnızca durmalar, daha ön ce söz edilmiş olan psişik çekirdeği, kişi­ kalkmalar ve ani dönüşlerdir. liğin bilincin bütün yaşamsal gelişiminin kaynak­ Asıl bireyleşm e süreci -kişinin kendi iç m erke­ landığı yaşamsal m erkezim anımsatır. Bu m erke­ ziyle (ruhsal çekirdeğiyle) ya da şelfiy le bilinçli zin imgesinin, bireyin ruhsal yaşamının tehdit al­ olarak karşı karşıya gelm e- genellikle kişiliğin ya­ tında olduğu zaman özellikle çarpıcı şekilde orta­ ralanması ve buna refakat ed en acı ile olur. Bu ya çıkacağı apaçıktır. Bu m erkezi çekirdekten başlatıcı şok, öyle algılaıımasa da bir tür “ hida­ (bu gün bildiğimiz kadarıyla) ego bilinçliliğinin y e t” şeklinde olur. E go ise daha çok kendini is­ bütün yapısı yönlendirilm ektedir. Burada egonun tenci, istekleri bakımından engellenm iş olarak orijinal m erkezin yapısal bir karşıtı ya da taklidi hisseder, genellikle bu ket vurmayı da dıştaki bir olduğu apaçık görülm ektedir. şeye yansıtır. Yani tanrı, ekonom ik durum, pat­ Bu erken evrede ciddi olarak yaşamda kendi­ ron ya da eş bu tıkanmadan sorum lu tutulur. lerine gerek içlerindeki gerekse dışlarındaki ka­ Ya da belki her şey dışarıdan m ükem m el g ö ­ osla başa çıkmada yardım cı olacak bir anlam bul­ rünm ektedir de yüzeyin altında kişi ölüm cül bir maya çalışan birçok çocu k vardır. Ama hâlâ b i­ can sıkıntısından yakınmaktadır; hiçbir şeyin ar­ tık bir anlamı kalmamıştır. Bu başlangıç durumu maktadır. Böyle durumlarda bütün iyi niyetli, du ­ birçok söylen cede, masalda sim gesel olarak, baş­ yarlı nasihatler, aklım başına toplamak, bir süre taki kralın yaşlı ve hasta olduğu, kral ile karısının tatile çıkmak, bu kadar ço k çalışmamak (veya h iç çocu ğu olmadığı, bir canavarın bütün kadınla­ tersine kendini çalışmaya verm ek ), arkadaşlarla rı, çocukları, atları ya da devletin hâzinesini alıp bir araya gelm ek (veya onlardan kaçınm ak) ya da götürdüğü, bir cinin m em leketin bütün orduları­ bir hobi edinm ek gibi öneriler hiçbir işe yaramaz. nı ve donanmasını alıkoyduğu ya da ülkeyi karan­ Yalmz bir şey genellikle hem en her zaman yar­ lığın sardığı, kuyuların kuruduğu, sellerin, kurak­ dım cı olur; yaklaşmakta olan karanlığa geri d ö n ­ lığın, donun ülke üzerine çöktüğü şeklinde ta­ m ek, yitip giden hedefi, olabildiğince önyargısız, nımlanır. Sanki yaklaşmakta olan “içerideki koca saf olarak araştırmaya çalışmak. Karanlık içinde adam ın” gölgesi düşm ektedir ya da sanki “iç bu h edefe yönelm işlik çoğunlukla öylesine garip, d o st” bir avcı gibi gelip çaresiz titrem ekte olan daima öylesine kendine özgüdür ki aslında yaşa­ egoyu ağına düşürm üştür. E fsanelerde bu çare­ mın yaratıcı akımının ne tarafa akmak istediği an­ sizliğin iyileşmesi için daima çok özel bir şey g e ­ cak düşlerin, bilinçdışı fantezilerin yardımıyla b u ­ rekm ektedir. Bir masalda kralın iyileşm esi için lunabilir. Böyle önyargısız olarak bilinçdışına d ö ­ “bir beyaz karatavuk” ya da “yüzgeçlerine altın nüldüğünde çoğunlukla yardım cı olabilecek bir bir yüzük takılı bir balık” bulmak gereklidir. Bir dolu resim ve sem bol fışkırır. Am a ön ce bazı acı başkasında kral “yaşam suyu” ya da “şeytanın ba­ ilaçların, yani insanın içinde değil başkalarında şından üç altın tel” ya da “bir ağaca asılı, bir tu­ görm eyi yeğleyeceği cinsten acı veren görüntüle­ tam altından kadın saçı” ve elbette ardından da o rin yutulması gerekir. Bunlar bencillik, düşünce saçın sahibini ister. Bu kötü durumdan kurtara­ tem belliği, hayalcilik, doğru olmayış, korkaklık, cak “şey” ne olursa olsun mutlaka çok özgün, da­ cimrilik gibi o anda “aman, önem li değil, nasıl ol­ hası zor bulunacak bir şeydir. sa kimse fark etm edi” ya da “bunu başkaları da Bireyin bu yaşam krizi de öyledir; bulunması olanaksız ya da kimsenin bilm ediği bir şey aran17. yy'd o n bir simya kitabından tahta oym a (en solda|; çoğunlukla bireyleşme sürecinin ilk evresini gösteren (bilinçteki) boşluk ve sıkıntının yayg ın simgesi olan hasta kral. Bu ruh durumu için bir başka resim (Italyan filmi "La Dölce V ita 'd a n , 1 9 60) (solda): Konuklar düşmüş bir aristokratın malikanesinin harap olmuş içini araştırıyorlar. İsviçreli ressam Paul Klee'nin, "M a sal" ad ın da bir resmi (sağda). "M a v i mutluluk kuşu"nu a ra yıp bulan ve böylece bir prensesle evlenebilen bir gencin öyküsünü gösteriyor. Birçok masalda hastalıkları iyileştirmek ya d a talihsizliği yenmek için böyle bir tılsım gerekir. yapıyor” deniliveren küçük günahlardır. Gölgenin algılanışı Bilinçdışı ister ö n ce yardım cı olarak ister olum ­ yor bunu” dediği küçük günahlarm ayrıdına varır, suz biçim de gelsin bir süre sonra bilinçli yönelişi, -ç o ğ u kez de bu n eden le u tanır- bilinçdışı etm enlere yeniden adapte etm e gerek ­ Eğer bir dostunuz sizi bir kusurunuz nedeniyle sinimi ortaya çıkar. Bu yüzden d e bilinçdışından eleştirdiğinde içinizden bir öfke kabarıyorsa, tam o gelen ve eleştiri gibi görü nen şeyin kabulü gerek ­ noktada bilincinde olmadığınız gölgenizin bir par­ lidir. Düşler aracılığıyla kişiliğin şu ya da bu n e ­ çasının bulunduğundan emin olabilirsiniz. “Daha denle görm ezden gelinen yanlarıyla bir tanışıklık iyi olmayan” öbürleri sizi gölge kusurlarınızdan d o ­ sağlanmaktadır. Bu, Jung’un “gölgenin algılanışı” layı eleştirdiklerinde öfke duymanız elbette doğal­ adım verdiği durumdur. (G ölge deyimini, kişiliğin dır. Ama eğer kendi düşleriniz, yani kendi varlığı­ bu bilinçdışı kısmı düşlerde sık sık kişileşmiş bir nız içindeki bir iç yargıç, sizi eleştirirse ne söyleye­ biçim de ortaya çıktığı için kullanmıştır.) bilirsiniz? Bu an, egonuzun yakalandığı andır, so­ Gölge, bilinçdışı kişiliğin bir bütünü değildir; nuç da elbette şaşkın bir sessizlik olacaktır. Bunun egonun bilinmeyen ya da az bilinen özelliklerini, tü­ ardından acılı ve uzun bir kendini eğitme çalışma­ müyle kişisel alana ait olan taraflarım temsil eder, sı başlar; bu çalışmanın Herkül’ün işlerinin psiko­ bunlar rahatlıkla bilinçli de olabilir. Bazı bakımlar­ lojik bir eşdeğeri olduğunu söyleyebiliriz. Anımsa­ dan gölge, bireyin kişisel yaşamı dışındaki bir kay­ yacağınız gibi Herkül’ün ilk işi, Augias’ın yüzlerce naktan gelen kolektif etmenleri de içerebilir. sığırın onlarca yü dışkılarım bırakmış oldukları ağı­ Bir birey kendi gölgesini görebilm ek için giri­ lım bir gün içinde temizlemekti; bu sıradan bir şim de bulunduğunda, kendisinde bulunduğunu ölümlünün yalnızca düşünm ekle bile ölüm cül bir inkar ettiği, ama başkalarında bol bol gördüğü yılgınlığa düşeceği bir görevdi. özelliklerin, bencillik, zihinsel tem belük ve dağı­ Ama gölge yalnızca yapılmayanlardan, eksik nıklığın, gerçekdışı hayallerin, utanç ve kötü ni­ kalanlardan ibaret değildir. Aynı sıklıkla çok hızlı yetlerin, dikkatsizlik ve korkaklığın, para hırsının yapılmış olanlarda da görülür. Düşünm e fırsatı bi­ ve ihtiraslarm, kısaca kendi kendine “hiç önem i le bulamadan kötü sözcük ağızdan çıkıverir, entri­ yok; bunu kimse fark etm ez, ayrıca herkes yapı­ ka, yanlış karar gerçekleşm iş olur! Dahası gölge, insanları hesaplanam az bir serseri sürüsüne dönüştüren ve Ego kişiliğinin karanlıkta kalan yanı olan G ölge karşısında yaralanab ilir olan "kolektif enfeksiyon"a üç örnek. 17. yy'd a "şeytanın eline düşmüş" Fransız rahibelerle ilgili bir polonya filminden |1 9 6 1 ) sahneler (solda). Brughel'in, o rtaçağ da yaygın olan (tamamen psiko-somatik nitelikli olan "St. Vitus dansı"na tutulmuş olanları gösteren bir çizim i (sağda). Amerikan G üney devletlerindeki aşırı milliyetçi gizli birlik Ku-Klux-Klan'ın ateşten haç am blem i (en sağda). Bilindiği gibi bunun ırkçı ba ğnazlığı çoğu yasadışı cürümlere neden olmuştur. kolektif enfeksiyonlara daha fazla maruz kalır. Ki­ hiç kilit bulunmadığım görmekle huzursuzla- şi yalnızken işler nispeten yolunda gibidir; ama şıyorum. Bu sırada yan komşularda işçiler “öbürleri” karanlık ve ilkel olanı yaparken birden buna katılmamakla yetersiz kalınacağı, aptal sayı­ var ve bunlardan biri fark edilmeden içeri gi­ rebilir diye düşünüyorum çünkü... Yeniden zemin kata çıkarken gene dışarıya ve öbür lacağı korkusu kendisini sarar, b öylece gerçekte evlere açılan geçitlerin bulunduğu bir avlu­ hiç de kendisine ait olmayan dürtülerin eline dü­ dan geçiyorum. Tam bunlara yakmdan bak­ şer. Özellikle aynı cinsin üyeleriyle düşüp kalkıldı­ mak isterken avludan bir adam yüksek sesle ğı sırada kişinin ayakları kendinin ve başkalarının gülerek, ilkokuldan beri eski arkadaşlar oldu­ gölgelerine takılıp sendeler. Buna karşılık karşı cinsten olanlarla birlikteyken gölge gene de görün­ se de artık belli bir çekingenlik de duyulmaktadır. ğumuzu söyleyerek yaklaşıyor. Ben de onu tamyorum. O bana kendi yaşamım anlatırken onunla birlikte çıkışa doğru ilerliyorum, son­ ra da çıkıp sokakta dolaşmaya başlıyoruz. Mitlerde ve düşlerde gölge bu yüzden aynı cinsten Kocaman dairesel bir yol boyunca yürü­ bir figür olarak ortaya çıkar. Buna örnek olarak yoruz. Ortalık garip bir şekilde aydınlık. Bir aşağıdaki düş verilebilir. Bu düş kırk sekiz yaşında, yalnız başına ve kendi için yaşamaya gayret eden, yeşil alana vardığımız sırada önümüzden üç at dört nala geçiyor. Çok güzel, güçlü hay­ vanlar ve çok da bakımlı görünüyorlar. Ama çok çalışan, çok mazbut, haz ve içtenliği gerçek binicileri yok. (Acaba bir askeri birlikten mi doğasının elverdiğinden çok daha fazla bastırmaya kaçmışlar?) çalışan bir erkek tarafından görülmüştür. Bodrumdaki bir sürü bilinmeyen geçit ile kilit­ Kentte çok büyük bir evim varmış, orada siz odalar eski Mısırlıların, bilinçaltının ve onun sı­ oturuyormuşum. Ev o kadar büyük ki her ta­ nırsız olanaklarının simgesi olan yeraltı tasarımla­ rafını bilmiyorum bile. Bu yüzden evin içinde rını anımsatıyor. Aynı zamanda insanın gölge ala­ dolaşıyorum. Özellikle bodrumda hiç bilme­ nında, gizlice sokulan yabancı etkilere ne denli diğim odalar ve yabancı bodrumlara (ya da sokağa) açılan geçitler keşfediyorum. Bu g e­ çitlerin kiminin kilitli olmadığım, kimindeyse açık olduğunu da gösteriyor. Arka avluda, yani dü­ şü görenin ruhunun henüz bilmediği bir alanında eski bir okul arkadaşı, yani düşü görenin kendisi­ Bu, kişi kendi “öte yanı” ile karşılaştığında sık nin, çocukken tanıdığı ama sonra unutmuş olduğu sık ortaya çıkan bir sorundur. G ölgede genellikle bir yanı ortaya çıkıyor. Çoğunlukla kişinin çocu k ­ bilmem gereksindiği birçok d eğer bulunmaktadır ken sahip olduğu (yaşam sevinci, birden öfkelen­ ama bunlar, kişinin kendi yaşamına uyarlaması­ m e ya da saflık gibi) özellikler birden yitip gider, nın zor olduğu bir biçim dedir. Bu düşteki geçitler nereye gittikleri de bilinmez. Burada da düşü g ö­ ve büyük ev de düşü görenin henüz kendi ruhsal renin böyle bir özelliği arka avludan geri dönm ek­ boyutlarını tanımadığını, bu boyutları tam d ol­ te, yeniden dostluk kurmak istemektedir. Bu figür olasılıkla düşü görenin dışladığı yaşamdan zevk al­ ma yetisini, dışadönük gölge yanını temsil etm ek­ tedir. Onun böyle zararsız bir figürden neden kor­ ku duyduğu, onunla karşılaşmadan ön ce neden huzursuz olduğu da hem en anlaşılır: Onunla so­ kaklarda dolaşmaya başladığında atlar başıboş ka­ lır. Düşü gören onların askeri hizmetten, yani ken­ disinin o ana kadarki yaşamını karakterize eden bi­ linçli disiplinden kaçtıklarını düşünür. Atların bini­ durmayı henüz becerem ediğini gösterir. Bu düşteki gölge, içed ön ü k biri (dış dünyadan geri çekilm eye fazlaca eğilimli bir kim se) için ti­ piktir. Söz konusu dış nesnelere, dış yaşama da­ ha fazla yönelik olan, dışadönük bir kişiyse, gölge tüm den farklı görünecektir. Örneğin düşleri yaratıcı bir özel yaşamda ısrar ettiği halde canlılığı n edeniyle durmadan dış uğ­ raşılara, m eslekte başarılı olm a çabasına sapan gen ç bir adam şöyle bir düş görm üştü: Bir adam bir divana uzanmış, örtüyü üzerine cilerinin olmayışı dürtülerin bilinçli denetim den çekmiştir. Bu bir Fransız, her türlü suça hazır bir kurtulabildiklerini belirtmektedir. Bu eski arka­ serseridir. Ben yanım da bir memurla birlikte daşta ve atlarda, düşü gören de şimdiye dek eksik m erdivenden inm ekteyim , aleyhime bir kom plo olan ve aslında çok gereksinim duyduğu bütün hazırlandığının da farkındayım. Fransız beni, te- olumlu enerji yeniden ortaya çıkmaktadır. sadüfenm iş gibi, öldürecekm iş. G erçekten de ar­ Italyan ressam C hirico'dan "Korku dolu ge zi" (solda]. Boş geçitler, çoğunlukla labirentle simgelenen, bilinçdışıyla ilk karşılaşmayı anlatıyor. İO 1 4 0 0 dolaylarından bir papirüsten M ısır yeraltının kapıları (sağda). Labirent çizim leri (altta), soldan sağa: Fin taş bahçesi (Tunç çağı), Ingiliz bahçe tarhı labirenti (1 9. yy) ve Chartres katedrali döşemesinde bir labirent. dımızdan çıkışa doğru yaklaşıyor. Ama ben uya­ ona yazık olmuş olmaz. Serseri de sonunda h oş­ nık bekliyorum. Birden iri yarı, daha gösterişli, nut. Aslında o, yalnızca düş görenin yanlış bilinç varlıklı, nüfuzlu bir adam yambaşımda, sağdaki durumuyla uyuşmadığı için negatif ve tehlikeli duvara doğru sendeleyip yere düşüyor, hastalan­ davranan bir pozitif gölge figürüdür. mış. Bu fırsattan faydalanarak m em urun kalbine Bu düş gölgenin çok çeşitli özelliklerden, ö r­ bir bıçak saplayıp onu öldürüyorum . O zaman nekse bilinçli olmayan gurur (kansız başarılı) ya “yalnızca biraz ıslaklık hissedilir” gibi bir şey d u ­ da içedönüklük (Fransız) gibi özelliklerden oluşa­ yuluyor; bu daha çok bir yorum gibi. Artık özgü ­ bildiğini gösterm ektedir. Düşü görenin bu özgün rüm. Fransız da artık bir şey yapm ıyor; çünkü ona düşte Fransızları çağrıştırışı özellikle aşk işlerin­ bu işi veren ortadan kalkmış. (Galiba memurla iri den iyi anlamalarındandı. Bu bakımdan düşteki adam aynı kişi; biri öbürünün yerine geçiy or.) iki figür çok iyi tanınan iki dürtüyü, iktidar gü dü ­ Serseri, düşü görenin “öbür yanını” , içindeki sü ve cinselliği temsil etm ektedir. İktidar güdüsü içedönü k olanı, “kaybed ecek bir şeyi olm ayan”ı burada ikili olarak, resmi makam ile başarılı kişi temsil ediyor. Divanın üzerinde, örtülü olarak ya­ olarak ortaya çıkıyor. Resmi makam, yani m em ur tışı pasiflik, yalnızlık, içedönüklük aradığını g ö s ­ varlığıyla, daha ço k kolektif uyumu temsil ed er­ teriyor. M em ur ve gizlice onunla eş olan “başarılı ken başarılı kişi daha çok gururu gösterm ektedir; adam ” , sözü edilmiş olan dış uğraşları, dış “zoru n ­ ama elbette ikisi de gü ç güdüsüne hizm et eder. lulukları” sim gelem ektedir. Başarılı olanın yere Düşü gören bu tehlikeli içsel özellikleri giderir gi­ yıkılışı, düşü görenin, dışa karşı çok hareketli derm ez Fransız’ın tehlikesi ortadan kalkar, yani olan yaşamına rağm en sık sık hasta olduğu g e r çe ­ cinsel güdünün tehlikeli yönü de giderilmiş olur. ğini anlatıyor. Bu başarılı olanın damarlarında Gölge sorununun siyasal çatışm alarda büyük kan değil, yalnız bir miktar su olduğu anlaşılıyor. bir rol oynayacağı apaçıktır. Bu düşü gören adam Bu da dış başarılarda artık gerçek bir yaşam b u ­ kendi gölge sorununa ilişkin içgörü den yoksun lunmadığım gösteriyor. Bu yüzden bıçaklanırsa olsaydı serseri Fransız’ı kolaylıkla dış yaşamın “tehlikeli kom ünistleri” ile ya da resm i görevli ve varlıklı adamı “her şeyi elinde tutan kötü kapita­ listler” ile de pekala özdeşleştirebilirdi. O zaman kusurları kendisinde aramaya gereksinim i de kal­ mazdı. Kişi kendi bilinçdışı eğilimlerini “başkasın­ da” gördüğünü düşünüyorsa buna “projeksiyon ” adı verilir. Bütün ülkelerin siyasal kızıştırma p ro ­ pagandaları gibi, küçük gruplarla bireylerin arka m erdiven dedikoduları da öbür insanlara objek tif bir bakışı karartan, g erçek insancıl ilişkileri en ­ gelleyen böyle projeksiyonlarla doludur. Kendi gölgem izi dışa yansıtmanın bir başka dezavantajı daha vardır. E ğer kendi gölgem izi, di­ yelim ki kom ünist ya da kapitalistlerle özdeşleştiriyorsak, kendi kişiliğimizin bir parçası karşı ta­ rafta kalmaktadır. Son u çta istencim izle olmasa da sürekli olarak, bu karşı yanı destekleyen şey ­ ler yaparız, b öylece istem eden düşmanımıza yar­ dım etmiş oluruz. Tersine eğer bu yansıtmanın farkına varır, korku ya da düşmanlık olmaksızın konuyu tartışabilirsek, diğerleriyle duyarlı şekil­ d e ilişki kurabilirsek, o zaman karşılıklı birbirini anlama, en azından anlaşma şansı doğar. Gölgenin dost mu düşm an mı olacağı kendim i­ ze bağlıdır. Bilinmeyen bodrum ve Fransız düşle­ rinin gösterdiği gibi gölge h er zaman bir iç d üş­ man değil, tıpkı birlikte yaşanılan diğer bütün in­ sanlar gibi, durumun gereğine göre bazen boyun eğerek, bazen direnerek, kimi zaman da severek birlikte yaşamak zorunda olduğum uz bir varlıktır. Gölge ancak görm ezden gelinir ya da yanlış anla­ şılırsa düşmanlaşır. Sık olm asa da kimi zaman bir kimse kendi d o ­ ğasının en kötü yanını bilinçli olarak yaşamak, da­ ha iyi olan egosunu bastırmak zorunda kalır. O zaman düşlerde gölge pozitif figür olarak görü ­ nür. Bu suçluların düşlerinde gözlem lenebilir. Onlar alışılmadık d ereced e sık olarak insanlığın hayır sahiplerinin, ışığın, hatta kutsal ülkelerin fi­ gürlerini düşlerler. Bu durum a sıradan insanların kimi özelliklerinde de rastlanabilir. Onlar da her- "Beş yıldan uzun bir süredir bu adam Avrupa'nın her yanında, yakacak bir şey bulmak için deliler g ib i koşup duruyor. | hangi bir pozitif özelliği, kendilerine ilişkin kendi mez. Maalesef bilinçdışı ay ışığı altındaki bir arazi im gelerine uymadığı ya da bu özellik öbür eğilim­ gibidir; bütün görüntüler silinmiş, iç içe geçmiştir. leriyle zor uyuşacağı için bastırırlar. İnsan kalıtsal Bir şeyin nerede başladığı da nerede sona erdiği de faktörlerin inanılmaz bir karışımı olarak dünyaya bilinemez. Buna bilinçdışı içeriğin kirliliği de denir. gelir. Bunların içinde birbirleriyle uyuşması çok Jung bilinçdışı kişiliğin belli bir yönünü gölge zor olan karşıt özellikler de sık olarak bir arada­ olarak adlandırırken bu g ö re ce açık belirgin olan dır. Kendi doğal duygularını çok güçlü yaşayan bir kısımdır. Çoğunlukla bu, egonun kendisinde bir kişiye gölge soğuk, negatif bir entelektüel ola­ bilm ediği her şeydir. Hatta tam da bu yüzden çok rak görünebilir, geride bırakılmış olan zehirli yar­ değerli olan unsurlar da bununla karışıktır. Örne­ gıları, olum suz düşünceleri kişileştirir. B öylece ğin yukarıda anlatılan düşteki Fransız'ın hiçbir işe hangi biçim i alırsa alsın gölgenin işlevi egonun yaramadığım ya da değerli bir içedönüklük parça­ karşıt yanını temsil etm ek ve kişinin çoğu başka sı olmadığını kim söyleyebilir? Gene anlatılan düş­ kişilerde en beğenm ediği özellikleri taşımaktır. teki azgın atlar; bunlar serbest bırakılmalı mı bıra­ E ğer gölge, dürüstçe, içgörüyü de kullanarak bilinçli kişiliğe entegre edilebilirse iş g öre ce daha kılmamalı mıdır? E ğer düş bunu açıkça söylem i­ yorsa ego bilinci bu kararı verm ek zorundadır. kolay olur. Ne yazık ki bu çaba her zaman işe ya­ Gölge değerli yaşam unsurlarını içerm ekteyse ramaz; çünkü gölgeyle dürtü öylesine büyük bir bunlarla m ücadele edilm em esi, tersine yaşamın ihtirasla bağlantılıdır ki akıl bununla başa çıkam a­ içine uyarlanmaları gerekir. Bunun için belki ego yacaktır. Dışarıdan gelen acı bir deneyim kimi za­ gururundan bir parça feda etmeli, kendisine ka­ man yardım cı olabilir. Yani gölge dürtüleri, gü dü ­ ranlık görünse de öyle olmayan bir şeyleri yaşa­ leri durdurabilm ek için bazen insanm başma bir malıdır. Bu da dürtülerin aşılması kadar gözü pek tuğlanın düşm esi gereklidir. Bazen de kahraman­ bir fedakârlığı gerektirebilir. Gölgeyle karşılaş­ ca bir karar bunları durdurabilir; böylesi insanüs­ maktan doğan ahlaki sorunlar Kuran’ın 18. sure­ tü bir çaba ancak “s e lf ’ içindeki Ulu Adam, kişi­ sinde çok güzel anlatılmıştır: Bu öyküde Musa çö l­ nin onu taşımasına yardım ederse mümkündür. de Hızır (Yeşil kişi ya da “tanrının baş m eleği”) ile Ancak gölgenin dayanılmaz bir dürtünün olağa­ karşüaşır, birlikte yolculuk etm eye başlarlar. Hızır nüstü gücüne sahip olduğu gerçeği, onun her za­ Musa’yı, yaptıklarını hiç şaşırmadan izlemesi için man kahramanlıkla bastırılması gerektiği anlamına uyarır. Eğer bunu yapam ayacaksa Hızır’dan ayrıl­ gelmez. Kimi zaman gölge, şelfin gereksinimi de malıdır. G erçekten de Hızır yoksul balıkçıların ka­ aynı yönü gösterdiği içüı güçlüdür, kişi içindeki ba­ yıklarını batırır, Musa'nın gözü önünde güzel bir sıncın şelften mi gölgeden mi olduğunu ayırt ede- çocu ğu öldürür, bir kafir kentinin yıkılmak üzere G ö lg e 'n in ortaya çıkard ığı eksiğim izi kabul etmek yerine onu diğerlerine, örneğin siyasal karşıtlarımıza yansıtırız. Komünist Ç in 'd e bir geçit için hazırlanmış pankart A m erika'yı, bir Ç inli elle öldürülen kötü bir yılan olarak (N azi gam alı haçlarıyla) gösteriyor (üst solda). Hitler bir söylevinde (solda). Yazı C hurchill'in onu tanım layan bir sözüdür. Yansıtma kötücül dedikodularla da beslenir. "C oronation Street" ad lı Ingiliz TV dizisinden (sağda). Fransız filmi "C rin Blanc=Beyaz Y ele"de (1 9 5 3 ) yaban beyaz at (üstle). Yaban alları genel olarak bilinçdışından çıkan denetlenemez dürtüleri simgelerler. Filmde at ve çocuk sıkı bir birlik oluştururlar. Am a çevreden kimi biniciler yaban atları yakalam aya çıkmışlardır. At ve binicisi takip edilir ve sıkıştırılır. Yakalanm am ak için ikisi d e denize atlarlar ve oradan açıklara sürüklenirler. Ovkünün sonu açıkça, bilinçdışına bir kaçışı temsil eder. olan surlarını onarır. Musa daha fazla dayanamaz duğunu ve Sultan’ı öldürm eye niyetlendiğini, ken­ ve bu yüzden Hızır onu terk eder. Ama gitm eden disinin ise onu kurtardığmı anlatır. Burada da di­ ön ce ona gerçeği anlatır: Balıkçıların kayığını, on ­ lenci keşiş, dindar bir kişinin tipik gölgesi yani iyi­ ları gelecek olan haydutlardan kurtarmak için d el­ lik yapm ca beliren kibirdir. Görünüşte bir muhalif miştir; onlar kayığı sonradan gen e onarabilirler. olan şeytansa, gerçek te yaşam dan yanadır ve da­ G enç kendi anne babasını öldürm ek üzeredir, ha sonra tanrıya giden yolu gösterecektir şimdi ise ruhu kurtulmuştur. Duvarı onarmakla Bu ussal sorunları gösterebilm ek için hiçbir duvar içindeki iki inançlı gen ç insana ait olan ha­ düşten söz etm eyişim rastlantı değildir; burada zine açılabilmiştir. O zaman Musa, kendi ahlak bütün bir yaşamın deneyim lerini özetleyen s o ­ yargısının aceleci olduğunu anlar.' runlar söz konusudur. Bunlar da tekil bir düşten Safça bakıldığında Hızır, yasaya sadık, inançlı ço k mistik bir öyküyle daha iyi belirtilebilir. Musa’nın, yasadışı, kötü, kaprisli gölge yamdır. Düşlerimizde karanlık figürler görünüp bizden Am a aslında o böyle değildir. Tanrının gizemli ya­ bir şey yapmamızı isterlerse bunların gölge ya da ratıcı yöntem lerim tem sil etm ektedir. şe lfte n mi yoksa her ikisinden de mi kaynaklandı­ Benzeri bir sorun Heinrich Zim m er’in yorum ­ ğından en başında pek emin olamayız. Bu karan­ lamış olduğu ünlü bir Hint masalı olan “Sultan ile lık “öbürü”nün, yenm em iz gereken bir kusuru mu C eset” masalında da bulunabilir. Dilenerek dola­ gösterdiğini, yoksa kabul etm em iz gereken bir ya­ şan bir keşiş, soylu bir sultanın kendi bağışı son u­ şam parçası mı olduğunu kavramak, bireyleşm e cunda, kendini keşişe bir idam sehpasından g e ce yolunda karşılaşacağımız en zor sorunlardan biri­ vakti bir ceset getirm eye zorunlu hissetmesini dir. Bir düşün bunu açıkça belirtişi tanrının bir sağlamıştır. Oysa cesette Sultan’a şaşırtıcı öyküler lütfü olur; ne ki çoğ u kez düş simgeleri o denli anlatan, sorular soran ve her seferinde cesedi ası­ karmaşıktır ki yorumlam ayı başaramayız. Böyle lı olduğu ağaca götüren bir şeytan (Vetala) saklı­ bir durumda moral belirsizlik acılarına katlanmak­ dır. Sultan bıkmadan ama um utsuzca şeytanla tan, çok kesin kararlara varmaktan olabildiğm ce m ücadele eder. Sonunda şeytan kendisine dilenci kaçınmaktan, düşleri izlemeyi sürdürm ekten baş­ keşişin aslında kibirli, iktidara meraklı bir hain ol- ka çarem iz yoktur. Bu tıpkı, üvey annesi tarafın­ dan önüne bir yığın darı tanesi konulup iyiler ile Burada anlatılan, Kur’an-ı Kerim’deki K ehf Suresi’dir. Hı­ zır’ın adı surenin aslında geçm ez. Yalnızca kimi yorum lar­ kötüleri birbirinden ayırması söylenen, hiçbir da vardır. Ayrıca Hızır Aleyhisselam da İslam’da “Başme- umut olmadığı halde, güvercinlerle karıncalar hiç lek” değil önceki bir peygam berdir, (çn .) beklenm edik şekilde yardıma gelinceye dek sabır­ G ölge nin tehlikeli ve değerli olarak iki yanı vardır H indu tanrısı Vlşnu'nun ıesmi lıoyle l i" ikiliği göstermekledir (kuışı sayla]. İyilik isleyen tamı Vişnu b nada lemonik Bir Ja| |IS ' y a n ıy la görünüyor. l a ğ ın d a Buda iıeykelı 75'?\ (solda] Sayısız eller iyi ve kötü simgelerini tutmakla Kuşkular içindeki M n rlın Lu I İ k j i Gsbcnne'un "Lulheı llnçi'iız ^azaı a d lı oyununda, A iberl 1‘inney laıa lın d a n oyncnıyoj, 1 9 6 1 ] (sağda). lutheı. lisısden ayrılışının tanrı tartıl rıtltın mı esmk;naıqmı '.oksa kondi inadından oldut|i;na hiç emin olamanvşlı la ayıklama işine girişen Külkedisi’nin durumu gi­ landırır. Bu yü zden de etik sorunlar tam am en bi­ bidir. Burada bu yaratıklar, işe yarayan, bilinçdışı- reyleşm e sürecine aittir, duyguları kabul etm ek­ ron derinliklerinden fırlayan, ancak aslında ait ol­ sizin de başa çıkılamaz. dukları b ed en ce hissedilebilen ve çıkış yolunu gösterebilen uyaranları simgelemektedir. Böyle ağır ahlaksal sorunlar ortaya çıktığında kimse öbürlprinı yargüayamaz. Herkes sorununu Bir yerlerde, varoluşun en dibinde, nereye gi­ çözm ek ve kendisi için doğru olanı bulmak zorun­ dilmesi, ne yapılması gerektiği sorularının yanıtı dadır. Bu yüzden bir eski Zen ustası bunu “sürü­ aslında durur. Ama çoğunlukla, bizim “b en ” adını nün kom şu çayıra yayılmaması için elinde üvendi­ verdiğim iz soytarı öyle bir gürültü çıkarır ki içi­ resiyle bekleyen bir sığır çobanı gibi” yapmamız m izdeki sesi duyamayız. gerektiğim söylemiştir. R esm en egem en ahlak ku­ Kimi zaman içsel yönergeleri araştırmak için rallarını göreceleştiren ve bizi hukuk, eğitim, din yapüan bütün girişimler son uçsuz kalır; o zaman, konularının bütün alanlarında çok ince, bireysel yaratana sığınıp, elbette bilinçdışı başka bir yön hükümlere zorlayan derin psikolojinin bu verileri gösterirse h er an vazgeçip geri dönm eye de hazır gözler önündedir. Bilinçdışmm keşfi son yüzyüda olmak koşuluyla, bilinçdışı tarafından doğru gibi yapılmış olan en devrim ci gerçektir. Ne ki bilinç­ görü nen e karar verm ekten başka çare kalmamış­ dışı gerçeklıginı algılamanın dürüst bir kendini tır. Kimi zaman da -ama gen e de seyrek olarak- gözlem i ve kişinin bütün yaşamını yeniden düzen­ bilinçdışınm isteklerine kesinlikle direnm ek, b u n ­ lemesini gerektirmesi, birçok kimsenin hiçbir şey dan sıkıntı duymak pahasına insanlığın genel ah­ olmamış gibi davranmayı sürdürm esine neden ol­ lakına uym ak gerekebilir. (Bu örneğin sırf kendi­ maktadır. Bilinçdışmı ciddiyetle ele almak, ortaya ni tam gerçekleştirebilm ek için özellikle suç olan çıkan sorunlarla başa çıkmak büyük cesaret ister. bir dürtünün doyurulmasının gerekli olduğu du­ İnsanların çoğ u davranışlarının bu tür ahlaksal rumlarda ortaya çıkan durum dur.) yönleri üzerinde derinlem esine düşünem eyecek E gonun böyle bir karar alabilmesi için gere­ ken gü ç ve içsel duruluk, kendini çok açık şekil­ d e gösterm eye pek yanaşmayan “Ulu A dam ”dan kaynaklanır. Kimi zaman ş e lfin egonun özgür bir seçim yapmasını istediği olur ya da şelfin g erçek ­ leşm esi insanın bilincine, onun kararlarına bağlı görünür. Jung, yapıtlarında insanm sorunlarında gen el­ likle iki farklı “ahlak” gücünün egem en olduğunu gösterm iştir. Bunlar bir yanda kolektif ahlak k o ­ deksi (F reu d ’un sü per-egosu ) ve öte yanda d o ğ ­ rudan doğruya seslenen bireysel vicdanın “etik” sesidir. Bu İkincisi “Ulu A dam ”dan gelm ektedir ve çoğ u zaman “tanrısal bir g örev” olarak algıla­ nır. Am a bizim için en büyük zorluk, herhangi bir durum da her iki durum dan hangisinin söz k on u ­ su olduğunu hissedebilm ektir. Çünkü bu hiç de açık değildir. İsteklerimiz sık sık görüşüm üzü b u ­ kadar tem beldirler; bilinç altlarının kendilerini na­ sıl etkilediğini kavramaya ise düpedüz üşenirler. Amina: Erkekteki kadın B öyle zor zihin sorulan yalnızca gölgenin görün ­ yanlarım gösterm ek için kadın giysileri giyer ya da m esiyle oluşmaz. Çoğu zaman bir başka “içsel fi­ takıları arasmdan görünen m em eler takarlar. gür” de ortaya çıkar. Düşü gören eğer erkekse bi- Bildirilmiş bir rapor, yaşlı bir şaman tarafın­ linçdışım n dişil bir kişiliğini de keşfedecektir; bir dan dine kabul edilen, bunun için de karda açıl­ kadın içinse bu bir eril figür olur. Çoğunlukla bu mış çukura göm ülen gen ç bir adamı anlatmakta­ figürler gölgenin ardında durup yeni, farklı s o ­ dır. Adam bu sırada düşsel bir durum a girip sa­ runlar çıkarırlar. Jung, bunların eril ve dişil b i­ yıklamaya başlar. Bu kom a içinde birden ışıklar çim lerine “animus” ve “anima” adım verir. Anima saçan bir kadın görür. Bu kadın kendisine bilm e­ erkeğin ruhundaki, belli belirsiz duygular, huylar, si gerekenleri öğretir. Daha sonra da bu zor uğra­ sezgiler, akıldışı olana karşı duyarlık, kişisel sevgi şını uygulamakta karşılaşacağı sorunlarda, ö te d e ­ yetisi, doğa sevgisi, en önem li olarak da bilinçdı- ki güçlerle bağlantı kurmasını sağlayarak yardım ­ şmı algılama yetisi gibi bütün dişil psikolojik eği­ cı olmak için, koruyucu bir ruh gibi yanında olur. limlerin kişileşmesidir. Eskiden birçok halklarda Böyle bir yaşantı erkeğin bilinçdışım n kişileşmesi tanrısal buyrukları alabilmek, tanrılarla bağlantı olan “anima”yı gösterm ektedir. Erkekte animarun görünüşü ön ce annesinin ka­ kurmak için kadın rahiplerin kullanılmış olması (Yunan Sybil’leri gibi) bir rastlantı değildir. rakteri tarafından biçimlenir. Eğer onu olumsuz Animarun erkeğin ruhundaki bir iç figür olarak olarak algılamışsa anima çoğunlukla depresif tabi­ nasıl algılandığına iyi bir örnek Eskimolar, diğer at, sinirlilik, sonsuz hoşnutsuzluk ve alınganlık kutup kabilelerindeki büyücüler ve şamanlarda özelliklerim taşır. Am a eğer erkek bunu aşabilirse bulunabilir. Hatta bunların bazıları “hayaletler ül­ bunlar onun erkeksiliğini güçlendirici olarak da et­ kesi” ile bağlantı kurmalarını sağlayan içsel dişil kiler. Böyle bir erkeğin ruhunda olumsuz anne ani- Anim a (erkek psikesindeki dişil unsur) sık sık cadı ya d a rahibe olarak, yani "karanlıkların güçleri" ya d a "ruhlar dünyası" ile (yani bilinçdışıyla) bağlantısı olan bir kadın olarak temsil edilir. C inler ve şeytanlarla bir büyücü kadın (17. yy'd a n bir gravür) (solda). Kadın kılığında bir şaman; bir Sibirya kabilesinde (altta). Kadınların ruhlarla da ha kolay ilişki kurduğuna inanılır. Bir medyum (Gian C arlo M enotti'nin bir operasından uyarlanmış "The M e dium " 1951 filminden) (üstte). Bugünkü medyumların çoğu kadındır. Kadınların akıldışına erkeklerden da ha duyarlı oldukları inancı çok yaygındır. ma figürü sürekli olarak “Ben bir lıiçim. Her şey Gel ey yalnız avcı akşamın sessizliğine, anlamsız. Başkalarının durumu farklıdır elbette Gel, gel! Seni bekliyorum, özledim seni! ama ben... Bana hiçbir şey keyif verm iyor” diye fı­ Seni kucaklayıp sarayım gel! sıldayıp durur. Hastalık, iktidarsızlık, kazalardan Gel, gel; yuvam buracıkta, buracıkta, sürekli korku onun tarafından üretilir. Bütün ya­ Gel yalnız avcı, gel buraya, hemen şam kederli, sıkıcı bir özellik kazanır. Hatta böyle Karanlığın kucağma gel! karanlık bir huy intihara kadar da götürür; işte o Avcı giysilerini çıkarıp atarak ona ulaş­ zaman anima bir ölüm m eleği olur. Anima, C octea- mak için suya atlayınca kadın kahkahalar atıp u ’nun Orphée filminde bu rolle görünmektedir. Fransızlar bu tür anima figürüne “fem m e fata­ le” adını da verirler. (B u karanlık animanın daha bir baykuşa dönüşür, uçup gider. Avcı ise ge­ riye, giysilerine doğru yüzmeye çalışırken buzlu sularda donarak boğulur. hafif bir versiyonunu M ozart’ın Sihirli Flüt O pera­ sı’ndaki G ece Kraliçesi kişileştirm ektedir.) Yunan Bu öyküde anima g erçek olm ayan bir aşk ve m itolojisindeki Sirenler ve Almanların Lorelei’ı da mutluluk düşünü, anne sevgisi ve sığınma isteği­ animanın bu biçim iyle tahripkâr düşlem i sim gele­ ni (yu va ), kişiyi gerçek yaşam dan koparıp alan m ekte olan tehlikeli yönünü kişileştirmektedir. bir aldanışı simgeler. A vcı erotik dileğin gerçeğ e Aşağıdaki Sibirya söylem i tahripkâr animayı özel­ dönüşm esi düşünün peşine düşü n ce de donar. likle güzel tasvir etm ektedir: Olumlu anne kompleksi olan erkek yaşama kar­ şı çoğu zaman, annesiyle pastaneye giden bir oğlan Yalnız başına avlanmakta olan bir avcı ır­ çocu ğu gibi davranır, yani hiçbir zahmete girmeksi­ mağın karşı yakasındaki ormanın derininde zin durmadan “şunu isterim, bunu isterim” diye güzel bir kadın görür. Kadın ona el sallayıp şarkı söylemeye başlar: tutturur. Yaşam bunları kendisine sevgi dolu bir anne gibi sunmalıdır; bu olmadığında da acı çığlıkG ö lg e g ib i A nim a'nın d a bir olumlu ve bir olumsuz yanı vardır. "O rphée " (C octeau'nun filmi) den bir sahne (solda). Kadın ölüm getiren bir A nim adır; karanlık yeraltı figürlerinin taşımakta olduğu O rpheus'u mahva sürüklemiştir. Germen efsanesindeki, şarkılarıyla erkekleri ölüm kapanına düşüren Lorelei'da kötücüldür. 19. yy'd a n bir çizim (altta). Bir Slav efsanesindeki paraleli: G e lip geçen erkekleri büyüleyip boğulm alarını sağlayan Rusalka, yani boğulmuş kızların ruhu (alt sağda). lanyla ya da inatçılıkla tepki gösterir. Duygu yanı rir. Bu animamn etkisinde olan erkek ailesini s o ­ ve iç yaşam böylesine ihmal edildiğinde, duygular rum suzca terk edebilir ya da kendi E ros’unun d e ­ ilgiyi çekm ek için zorlarlar ama bu görece alt bir ğersizliğini ortaya koyan zulüm ler yapabilir. Orta­ düzeyde gerçekleşir. Bunu da belli tipteki kadınlar çağda bu cadıların etkisiyle açıklanırdı. Birçok kendi çıkarlarına kullanmayı çok iyi bilirler. mit ve masalda bu yüzden erkeğin kendi asıl sev­ İhmal edilen anima böyle zorlu durumlar ya­ gilisine ulaşabilmesi, yani kendi sevm e yetisini rattığında buna animaya kapılmışlık denir. Bu er­ yeniden bulmak için ö n ce cadısal bir sahte sevgi­ keğin uygunsuz şekilde dişilleşm esine yol açar; liden kurtulması gerekir. Heinrich von Kleist’ııı, ya dişil rolde bir eşcinsel olur ya da kadınlara kar­ K aetchen von H eilbroıın oyunuyla bu masal m o ­ şı ağır eril bir soğuklukla davramr. tifi edebiyata da girmiştir. Erkeğin kişiliği içindeki olum suz animamn bir Öte yandan erkeğin annesiyle olan yaşantısı başka ortaya çıkış biçim i de eşek arısı gibi zehir­ olum lu olm uşsa animasını bam başka bir yön d e li, efem iııe iğnelem eler ve dokundurmalarla her etkiler; ya efem ine olur ya da kadınlara av haline şeyi değersizleştirm ektir. Bu tür dokundurm alar­ gelir, bu yüzden de yaşamın ağırlığıyla başa çıka­ da her zaman yalan kadar biraz gerçek payı da m az olur. Böyle bir anima genellikle erkeğin, yaş­ bulunur. Ama hep tahripkârdırlar. Bütün dünya­ lı bir kız gibi ya da otuz şiltenin altındaki nohut da içinde (D oğ u ’da verilen adla) “zehirli çiçek ” fi­ tanesini bile fark eden masal prensesi gibi duygu­ gürü bulunan söylenceler vardır. Bu, vücudunda sal tepkiler gösterm esine yol açar. Anima figürü­ gizli bir silah ya da zehir bulunan ve aşıklarını d a­ nün böyle özellikle incelm iş bir biçimi masalda ha ilk g e ce d e öldüren bir güzeldir. Bu görünüşüy­ aşıklarına çözülm esi gereken bilm eceler soran ya le anima, erkekteki, birdenbire ilgisizleşmesine da onlara kendisinden kaçıp saklanmalarını b u ­ yol açabilen soğuk, ruhsuz doğayı bedenselleşti­ yuran prenses olarak ortaya çıkar. Bu ödevi yeri­ Konusu ağırbaşlı bir profesörün bir kabare şarkıcısına (olumsuz bir Anima) aşkı olan Alm an filmi "M a v i M elek"ten 1 9 3 0 dört sahne (üstle). Kız çekiciliğini profesörü aşağılam ak için kullanır. Kabaresinde onu soytarıya dönüştürür. Salom e'yi, karal Herodes üzerindeki gücünü sınamak için öldürttüğü Vaftizci Y ahya'nın başıyla gösteren bir çizim (sağda). 15. yy'd o n Italyan ressam Stefano di canlandırıyor. Fransız filmi "Eve"i duyuran için kullanılan bir tanım. Filmdeki baş rolün G iovanni'nin tablosu çekici bir genç kızla bir Ingiliz sinema ilanı; 1 9 6 2 (üstte tanımı; "G izem li, acı veren, baştan karşılaşan a z iz Antonius'u gösteriyor sağda). Bir "femme fatale"in serüvenlerine çıkaran, yosma-ama içinde derinlerde (üstte). Kızın yarasa benzeri kanatları onun ilişkin bir film; unlü Fransız oyuncu Jeanne erkeği mahveden büyük bir ateş y a n ıy o r', gerçekte bir cin olduğunu belirliyor. A ziz M o reau tarafından canlandırılan bu melodram atik bir tanım am a olumsuz Antonius'u baştan çıkarm ak için birçok kavram, erkeklerle ilişkileri belirgin olumsuz A nim a'nın kişileşmesine tam uyuyor. girişimden biri; ölümcül Anima figürünü Anima özelliği gösteren "tehlikeli" kadın ne getirem ezlerse öleceklerdir. Bu tür anima er­ laklarını seyretm eleri olsun, ister onlara sinem a­ keği zeka oyunlarına sokar. Bu tür anima bütün larda, dergilerde, striptiz gösterilerinde ya da yal­ yalancı entelektüel söyleşilerde gözlem lenebilir, nızca gündüz düşlerinde asılsın, erotik fanteziler bunlar erkeğin gerçek lere dokunmasını engeller. olarak ortaya çıkar. Animanın bu ilkel estetik ve 0 zaman erkek yaşam üzerinde o kadar düşünür saf doğal olan yanı özellikle bir erkek, E ros ala­ ki her türlü içtenlik ve gerçek duygular yitip git­ nında daha bebek kalmışsa saplantılı olur. tiği için kendisi bir türlü yaşayamaz. Bu tür bir Animanın bütün bu yönleri gölge ile aynı eği­ anima, O edipus’a bilm ece soran Yunan Sfenks’i limi taşır, bir kim seye, gerçek bir kadının özellik­ ile gösterilmiştir. Görünüşe göre doğru yanıtladı­ lerini almış gibi görünm esine yol açacak şekilde ğında Sfenks intihar taklidi yapar. Böylelikle Oe- yansıyabilir. Bir erkeğin birdenbire “aklı başından dipus bunu aştığını sanır ve aslında kaçınması g e ­ giderek ” aşık olmasına, bu kadını kendi içinden reken anne-anima karmaşasına doğru koşar. Bu oldum olası tanıyıp bekliyorm uşçasm a “ilk bakış­ eski Yunan söylencesi bugün bile önüm üzde bir ta tutulmasına” yol açan da bu yansıtma sü reci­ uyarı işareti olarak durmaktadır; çünkü bugünün dir. Erkek o zaman öylesine tutulur ki bu dıştan Avrupa aklı o zamanki Yunan’da gelişm eye başla­ bakan için çılgınlık olarak görünür. Özellikle de mıştı. S öylen ce bize aynı zamanda, bilinçdışı ruh belli belirsiz bir perisel yapıdaki kadınlar bu tür ve E ros’un sorunlarını kendi başımıza çö z e b ile ce ­ anima yansımalarını çekerler; çünkü erkek onla­ ğimizi sandığımızda uğursuz bir düş içine yuvar­ ra akla gelebilen bütün değerleri yansıtabilir. lanacağımızı da gösterm ektedir. Anim adan kaynaklanan b öyle ani tutkular pek Çok sık olarak da anima ister birçok erkeğin çok aileyi sarsar, bütün karmaşalarıyla o ço k bili­ sanki zorunluym uş gibi hanımların güzel yuvar­ nen “ü çg e n ”e neden olurlar. A ncak anima bir iç- Bir erkeğin enlelleklüalizmi vurgulayışı olumsuz bir A nim a'ya bağlı olabilir. Bu masal ve millerde, erkeğe ya çözmek ya da ölmek zorunda olduğu bilmeceler soran dişil figürlerle canlandırılır. 19. yy dan bir Fransız resmi Sphinx'in bilmecesini yanıtlayan O edipus (üstte). Demonik A nim a'nın cad ı olarak canlanışı: “C adının çarptığı al uşağı" adını laşıyan bir 16. yy a ğ a ç oyması (solda). Anima çeşitli pornografi türlerinde, erkeklerin çocuksu bir dişi figür fantezileriyle ortaya çıkar. Bir Ingiliz striptease gece klübünde bir gösteri (altla). Japon filmi "Ugelsu M o n o g a la ri" (1 9 5 3 ) de bir adam bir hayalet prensesin tuzağına düşer. A nim a'nın yok edici bir düşsel ilişki üreten "peri g ib i" bir kadına projeksiyonu. 19. yy ünlü Fransız roman yazarı Gustave Flaubert "M a d a m e Bovary"de bir Anim a porjeksiyonunun neden olduğu bir "aşk çılg ın lığı"nı anlatır. "Durmadan değişen m izacıyla, kimi zam an gizem li, kimi zam an neşeli, bir an konuşkan, ardından suskun, bir ihtiraslı, ardından küçümseyici, onda binlerce isteği, binlerce dürtüyü ve anıyı nasıl uyandıracağını çok iyi biliyordu. Bütün rom anlardaki sevgili, bütün tiyatro yapıtlarının baş kadın kahramanı, her şiirdeki " o ' idi. O nun om uzlarında yıkanan odalıkların "kehribar renkli ışıkla rın ı buluyordu. O n d a şövalyeler çağı kadınlarının endam ı vardı. Aynı zam anda "B arcelona'lı solgun kadın" d a oydu. Ama her zam an bir melekti. Emma Bovary; 1 9 4 9 'd a çevrilen filmden (solda). sel gü ç olarak tanınabilirse buna katlanılabilir bir çözü m bulunabilir. Sanki bilinçdışı, erkeğin kişili­ ğinin olgunlaşması, bilinçdışı kişiliğinin daha baş­ ka parçalarım entegre edebilm esi için bu tür karı­ şıklıkları özellikle am açlıyor gibidir. Animanın olumsuz yönlerinden bu kadar söz et­ mek yeter. Gerçekte bir o kadar da olumlu tarafla­ rı vardır. Erkeğin “gerçek” kadını bulmasını, bunun da ötesinde bilinçdışırun aklıyla çok da iyi seçem ediği alacakaranlıktaki gerçek değerleri ve değersiz­ leri ayırt edebilmesini sağlar. Ama yaşam için bun­ Erkekler A nim a'yı kadınlar kadar nesnelere dan da önemli olam, zilinin doğru içsel değerlerle de yansıtır. Ö rneğin bir gemi da im a dişil aynı ayan, uyumu bulmasını ve böylece içsel derin­ olarak tanımlanır. Eski Ingiliz gemisi "Cutty liklerine giden yollan keşfedebilmesini sağlaması­ Sark"ın mahmuzundaki dişi kalyon figürü dır. Sanki bir içsel alıcı, yukandaki anlamsızlıklan değil, o “koca adam”ın sesini alabilecek şekilde bel­ (üstte]. G em inin süvarisi simgesel olarak onun kocasıdır. O yüzden gemi batınca onun d a birlikte gitmesi gerekir. li bir dalga boyuna ayarlanır gibidir. Bununla anima içe doğru bir rehber niteliği kazanır. Bu rolde şa­ malıların inisiyasyonu üzerine anlattıklarım öne çı­ kar. Dante’nin Cennet’inde Beatrice’nin de Altın Eşek’in yazan Apuleius’a kendisini daha yüksek bir nıhsal yaşam biçimine geçirm ek için düşünde g ö ­ rünen tanrıça İsis’in de işlevleri budur. Elli beş yaşında bir psikoterapistin aşağıdaki dü­ şü animanın içsel rehber rolünü aydınlatabilir: Bir Bir a ra b a d a genellikle dişil olarak önceki gün uykuya dalacağı sırada, yaşama bir ör­ algılanan bir başka maldır; yani o da gütün ya da kilisenin desteği olmaksızın yapayalnız birçok erkeğin Anim a projeksiyonu haline dayanmak zorunda olduğu için kendine acımaktay­ gelebilir. Gem iler g ib i o d a çoğunlukla dişi dı. Böyle bir örgütün koruyucu kucağına sığınmış olarak adlandırılır ve sahipleri onu d a istekli bir sevgili g ib i okşayıp severler (altta). olanlara imreniyordu. (Protestan olarak doğmuştu ama artık dini bir bağı yoktu.) Düş şöyleydi: Büyük, eski bir kilisenin içindeyim. Karım ve annemle birlikte kilisenin sonunda ilave sı­ ralarda oturuyoruz. Ayini rahip olarak ben yürüteceğim, bu­ nun için elimde daha çok bir ilahi kitabı ya da bir şür antolojisini andıran büyük bir dua ki­ tabı var. Bu kitabı tanımıyorum; onun için de doğru metni bir türlü bulamıyorum. Neredey­ se başlayacağım, bu yüzden de çok heyecan- lıyım. Bu yetmiyormuş gibi karımla annem önemsiz şeylerden gevezelik edip canımı sıkı­ yorlar. O sırada org susuyor, herkes beni bek­ lemeye başlıyor. O zaman kararlı bir şekilde ayağa kalkarak arkamda diz çökmüş olan bir rahibeye elindeki dua kitabını bana vermesi­ ni, gereken yeri de işaretlemesini söylüyo­ rum. Bunu istekle yapıyor. Ardından da bir rahip yardımcısı gibi sol arkamdan geliyor. Kilisenin yan tarafına doğru ilerliyoruz. Elim­ deki dua kitabı yaklaşık bir metre uzunlukta, 30 cm genişlikte resimli bir levha gibi oluyor. Üzerindeki dualar da sütunlar halinde yan ya­ na dizilmiş antik resimlerden ibaret. Önce rahibe duanın törensel sözlerine başlıyor, [¿en hâlâ yerimi bulamamışım. Ger­ çi o bana “on beş mimara” demiş ama numa­ ralar silik, bir türlü bulamıyorum. Ama karar­ lı bir şekilde topluluğa dönüyorum ve birden on beş numaralı yeri buluyorum. Bu da son­ dan bir önceki bölüm. Ama bu metni çözüp de okuyabileceğimden gene de emin değilim. Anim a'm n gelişim inde iki aşama: Ne olursa olsun denem eye kararlıyım. Tam Birincisi ilkel (üslte) (G auguin'in bir bu sırada uyandım. resminden), İkincisi romantize edilmiş (solda) Kleopalra pozuyla Rönesansın bir llalyan kızı. İkinci aşama klasik bibim de Güzel H elena 'da canlanır (allla, Paris ile). Bu düş akşamki düşü n celere bir tepki oluştu­ ruyor, düşü gören e sem bolik olarak “sen kendi iç kilisende, yani ruhunun kilisesinde kendi rahibin olmalısın” diyor. Kalabalık (ruhunun bütün ele­ m entleri) onun ayini yön etm esin de ısrar ed iyor­ lar ama burada gerçek bir ayin söz konusu ola­ maz, çünkü dua kitabı gerçek bir dua kitabından çok farklıdır. Ayin aslında bir sem bol olarak anla­ şılabilir; bu tanrının da hazır bulunduğu, b öy lece insanın onunla ilişki kurduğu kutsal bir kurban toroııi olmalıdır. Bu tür bir çözüm elbette her za­ man geçerli değildir. Bu düşü gören için biliııçdışınııı bir yanıtı, bir Protestan’ın dinsel sorununa tipik bir yanıttır. Çünkü gerçek sadakati halen Katolik Kilise’ye olan birisinin animası kilisenin kendisini algılar ve kutsal im geler onun için bilinçdışınııı simgeleridir. Hu düşü görende bu solü yaşantı olmamıştır; bu yüzden de bir iç yolu izlemektedir. Dahası düş ona ne yapması gerektiğini söyler. Der ki: “Senin annene bağlılığın ve dışadöniiklügün (bu dışadöniik biri olan eşi taralından temsil edilir) seni y ol­ A nim a'nın üçüncü aşaması Bakire M e ryem 'de canlanır (van Eyck in bir lablosu] (üstle]. Giysisinin kızıllığı duyguların (ya d a Eros'un] simgesel dan çıkarıyor. Kendini güvensiz hissel,mene yol rengidir. Am a bu aşam ada Eros da açıyorlar, anlamsız konuşmalarıyla seni içsel ayi­ spirilüalizedir. Dördüncü aşam aya iki tirnek (altta): Ö reklerde aklın tanrıçası ninden alıkoyuyorlar. Eğer rahibeyi (yani içe d ö ­ nük aııimayı) izlersen o seni hem yardımcın lıenı de rahibin olarak yönlendirir. Onda 1(5 (4 çarpı 4) antik resim içeren garip bir dua kitabı vardır. Senin kendi ayinin senin dindar animanm göstereceği ruhsal resimlerden ibarettir.” Başka türlü söyler­ sek, eğer düşü gören anne kompleksinden kaynak­ lanan iç güvensizliğini yenebilirse yaşamdaki göre­ vinin doğasının dini bir hizm et niteliği olduğunu anlayacaktır. Eğer ruhundaki imgelerin sembolik anlamı üzerinde derin düşünürse bunlar kendisini onları gerçekleştirm eye ulaştıracaktır. Bu düşte anima, eg o ile self arasında aracı ola­ rak ortaya çıkıyor. “Dört kere d ört” resim sayısı bu içsel ayinin bütünlüğe hizmet ettiğini gösteriyor. Jung’ıın gösterdiği gibi ruhun iç çekirdeği (self) kendini çoğ u zaman dördül yapılarla gösterir. Athena (solda) ve M o n a Lisa. Dört sayısı arama ile de bağlantılıdır çünkü kendi animasmdan gelen duygularım, huylarını, Jung’un bildirdiğine göre onun gerçekleşm esi için bilinçdışı fantezilerini ciddiye alır, bir biçim de dört aşama gereklidir. İlk aşama m itolojide en b e ­ saptamaya, örneğin yazıda, resim de, heykelde or­ lirgin olarak, saf biyolojik nitelikte olan Havva’da taya koymaya, müzik ya da dansla bağdaştırmaya simgeleşmiştir. İkinci aşama örneğin Faust’un He- kalkarsa ortaya çıkar. Sonra onun üzerinde sabır­ lena’smda belirir. Bu E ros’un estetik, romantik bi­ la çalışırsa, derinlerden gittikçe daha çok içerik çimidir, cinsel unsurlarla da karışıktır. Ü çüncü yükselir. Ama bu çalışma zihinsel, ahlaksal olmalı, aşama ruhsallaştırılmış Eros olarak örneğin Baki­ yani duyguları katarak yürümeli, fantezi de mutla­ re M eryem ’de biçimlenir. D ördüncü aşama sevgi­ ka “Nasıl olsa fantezi, canım !” gibi gizli yan düşün­ yi çoğunlukla Sapienta (bilgelik) olarak kişileşti- celer olmaksızın gerçek olarak alınmalıdır. Bilinç­ ren biçim de ortaya çıkar, çünkü bilgelik en kutsal, dışı üzerinde böyle bir hevesle yeterince uzun ça­ en saf olanı da aşabilir. Bu son aşama için bir baş­ lışılırsa bireyleşm e süreci yavaş yavaş kişinin ken­ ka imge Süleyman’ın N eşideler N eşidesi’ndeki Şu- di gerçekliği haline gelir, bütün yönlerini açar. lam kızıdır; bu m odern insanın çok seyrek ulaşa­ Animanm içe doğru rehberlik rolü sayısız ya­ bildiği bir aşamayı simgelemektedir. Buna en çok zın yapıtında anlatılmıştır; F ra n cesco yaklaşabilen Mona Lisa olabilir. na’nm H ypnerotom achia’smda, Rider Haggard’m C olon - Burada dörtlük kavramının belirli tipte sim ge­ She yapıtında ya da Sonsuz Dişi’sinde, G oet- sel m ateryalde sık görüldüğüne işaret edeyim . h e ’nin Faust’unda. Bir ortaçağ m etninde böyle Bunun ana esasları daha sonra tartışılacaktır. bir figür kendisini şöyle anlatıyor: “Ben tarlada Peki animanm içe giden yoldaki rehberlik rolü çiçek, vadilerde zambağım; güzel aşkın, korku­ pratikte ne dem ektir? Olumlu işlevi, bir erkek nun, bilginin, kutsal inancın anası benim. Ben çok 17. yy'd a n bir gravür (solda). Egemen olan bu dünyayla (belki insanın dürtüsel doğasını canlandıran maymun) ile öbürü (bulutlardan uzanan tanrının eli) arasında aracı olan Anima figürüdür. Anima figürü görünüşe göre, A p o ka lip s,;n aynı şekilde on iki yıld ızd an oluşan bir hale taşıyan kadınına, eski çağların Ay tanrıçalarına, Ahd-i Atik'in S apientia'sına ve (aynı şekilde d a lg alı saçları olan ve kucağında bir hilal bulunan) M ısır tanrıçası Isis'e paraleldir. W illia m Blake'in bir tablosunda yol gösteren Anim a; Dante'nin "İlahi ■'IfnmcJıa- K o m e d isin d e "P urgotorio"=Araf'tan bir sahne (sağda). Beatrice, Dante'ye, simgesel olarak eziyetli resmedilmiş bir d a ğ yolunda kılavuzluk ediyor. Rider H a g g a rd 'ın "O " romanından eski bir film de gizem li bir kadın da ğcılara d a ğ la rd a yol gösteriyor (daha sağda). güzelim ve tüm üyle lekesizim. Birbiriyle uyuşan elem entler arasındaki bağım; sıcak olanı serinle­ tir, kuru olanı nemlendiririm, sert olanı yum uşa­ tırım. Ben rahipte kural, peygam berde söz, b ilge­ de nasihatim. Ben öldürebilir, ben yaşatabilirim ve kimse b en d en kurtulamaz.” Bu m etin yazıldığı sırada din, yazın ve bütün ruhsal kültür büyük bir atılım yaşamaktaydı, fan ­ tezi dünyası da o güne dek hiç olmadığı kadar saygındı. Şövalyeliğin ve onun hanımına olan bağ­ lılığının çağıydı. Bu erkek doğasının dişil yanını, dış kadından, aynı zamanda iç dünyadan ayırt edebilm e girişimiydi. Şövalyenin hizmetini sunduğu kadın onun için animanın kişileşmesi dem ekti. Söylencenin W ol­ fram von E sch en bach tarafından yazılan versiyo­ nunda kutsal kasenin taşıyıcısı şu anlamlı adı ta­ şır: Conduir-am our (aşk reh b eri). Kahramana ka­ dına karşı duygu ve davranışını birbirinden ayır­ mayı öğreten oydu. Dörtlü motifiyle Anima motifi arasındaki bağlantı İsviçreli ressam Peter Birkhaeuser'in tablosunda (sağda) görülüyor. Dört gözlü bir A nim a korkunç bir vizyon olarak görünüyor. Dört gözün simgesel anlamı vardır; A nim a'nın bütünlüğe ulaşma yetisini anlatırlar. M odern ressam Slavko'nun resminde (sağda) Self, A nim a'dan ayrılmış, am a D oğa ile kaynaşmıştır. Resme "Ruh manzarası" adı verilebilir; solda koyu renkli bir kadın, Anima oturuyor, sağda bir ayı, hayvansal ruh ya d a içgüdü görülüyor. A nim a'nın yakınında bir a ğ a ç var. Bu bireyleşme sürecini simgeliyor. G erid e önce bir buzul görünüyor am a dikkatli bakılırsa bu aynı zam anda bir yüzdür. Bu dört gözlü yüzden yaşam ırmağı çıkıyor. Bu Self'tir. Bu resim bilinçdışı bir simgenin bir hayali m anzarada nasıl anlatım bulduğunun güzel bir örneğidir. Ama daha sonra erkeklerin animaya ilişkin bu bireysel çabaları yok oldu. Bu figürün ruhsal y ö ­ nü Bakire M eryem ’le özdeşleşti. Ne ki anima M er­ y em ’de yalnızca olumlu yanını bulduğu için olum ­ suz yanları da gen e o sırada fışkırmakta olan cadı inancına kaldı. Çin’de Kuan-Yin M eryem ’e paralel bir figür ya da “A y Perisi”nin folklorik figürünü oluşturur; sevdiklerine müzik ve ölüm süzlük yetisi verir. Hindistan’da aynı arketip Şakti, Parvati, Rati ve daha birçok tanrıçayla, Müslümanlarda Muhamm od ’in kızı Fatma ile temsil edilir. Bu tür bir ani­ ma resm en dinsel bir figür olarak saygı gördü ğün ­ de kendi kişisel yanlarını yitirir. Buna karşılık yal­ nızca kişisel bir konu olarak yaşandığındaysa yal­ nızca dış aşk ilişkilerine yansıtılmış olarak kalma­ sı tehlikesi vardır. Yalnızca acılı ama sonunda oldukça basit olan kendi fantezilerini, duygu dalgalanmalarını cid d i­ ye alma kararı erkeğin içsel gelişim inde bu aşa­ mada duraklamayı engelleyebilir. Ancak o zaman bu kadın figürünün içsel gerçeklik olarak ne d e ­ mek olduğunu anlayabilir. O zaman anima yen i­ den aslına döner: Ş elfin egoya yaşam için çok önem li mesajlarını ileten “ İçsel Kadın”dır. A vrup a'da "Aşk Kuru", M eryem inancından etkilenmişti. Şövalyelerin sevgilerini sundukları hanımlar M eryem kadar temiz sayılırlardı (üstte: 1 4 0 0 yıllarından bir örnek bu kukla benzeri oym adır). 15. yy dan bir kalkan üzerinde (en solda) bir şövalye hanımı önünde d iz çöküyor. Kadına bu idealize bakış, karşıt bir inanca, cad ı inancına d a yol açmıştı. C a d ı ayini (1 9. yy'd a n bir tablodan) (solda). A nim a resmi bir kişiye projekte edilirse, M eryem ve C a d ı gibi ikili bir yön kazanır. Solda başka bir zıt çift (1 5 . yy'ın bir el yazm asından): Kilisenin M eryem le kişileşmesi (resmin sağında) ve Sinagog (günahkar Havva ile gösterilmiş). Animus: Kadındaki erkek Kadındaki bilinçdışının karşı cinsten biçimlenişi annesi gibi biçim lendirm esine benzer olarak kızı­ olan animus da olumlu ve olum suz yanlar taşır. nın animusunu da baba biçim lendirir. Kızının ru­ Ama animus kadınlarda sıklıkla erotik fanteziler ya huna bu tartışılamaz olan görüşlerin rengini v e ­ da yönelişler olarak değil daha çok “kutsal” inanç­ ren babaciır; ne ki bu arada kızın gerçekliği eksik lar olarak ortaya çıkar. Bu kendini yüksek sesle, kalır. Animusun kimi zaman ölüm m eleği olarak enerjik olarak dışavurduğunda kadının eril yam tem sil edilmesi bundandır. Örneğin bir çingene kolaylıkla tanınabilir. Am a dıştan son derece dişil masalı yalnız yaşayan bir kadınının tanımadığı etki bırakan kadında da sessiz ama son derece güzel bir gezgini yanm a alıp onunla yaşamaya sert, katı bir güç olarak görülebilir. Onda birden başladığını anlatır. Oysa bunun ölüm ün kralı ol­ soğuk, tartışılmaz, bencil bir şeylerle karşılaşılır. duğunu anlatan korkulu bir düş görm üştür. Bir Kadındaki animusun durmadan yinelediği, en süre onunla birlikte olduktan sonra ona kim oldu ­ sevdiği tem a “tek istediğim sevgi ama o beni sev­ ğunu açıklaması için baskı yapm aya başlar. Ya­ m iyor” ya da “bu koşullarda yalnız iki olasılık bancı açıklarsa kadının öleceğin i söyleyerek ön ce var”dır. Bunlardan ikisi de sevimsizdir. (Olum suz buna karşı koyar. Kadın yine de ısrar eder. S o­ animus hiçbir zaman istisna kabul etm ez.) Ani- nunda kendisinin bizzat ölüm olduğunu söyler ve m usa kolay itiraz edilm ez; nasıl olsa haklıdır ama kadın korkusundan ölür. o durum a tam uygun değildir. G erekçeleri g örü ­ Mitolojik bakış açısından görülürse güzel ya­ nüşte çok mantıklıdır ama n eden se hep gerekli bancı olasılıkla pagan bir baba-tanrı imgesidir, olan noktanın dışında kalır. Erkeğin animasmı ölülerin yöneticisidir -P e rs e p h o n e ’yi kaçıran Ha- Animus'u kutsal bir inanç biçim ini almış olan Jeanne d 'A rc (Ingrid Bergman'ın oyn adığı filmden, 1 9 4 8 ], Olumsuz Animus'un resmi (sağda): Ö lüm le dans eden kadın (1 6. yy) ve (1 5 0 0 yılından bir el yazm asından) Hades ile yeraltına kaçırdığı Persephone. I I İngiliz kadın yaza r Emily Bronte'un "Rüzgarlı Bayır" (1 8 4 7 ] romanının demonik baş figürü Healhcliff, kısmen olumsuz bir Anim a figürüdür. Üstteki montajda H eathcliff (Laurence Olivier, film, 1 9 3 9 | Emily karşısında. G erid e Rüzgarlı Bayır bugünkü haliyle. Tehlikeli Animus figürü örnekleri. M a vi Sakal efsanesine çizim (1 9. yy Fransız ressam G ustave Doré) (solda); karısını i \ belirli bir kapıyı açm aması için % uyarıyor. (Ama kadın onu a ça r ve mavi i I sakalın önceki karılarının cesetlerini t» t I bulur. Y akalanır am a ölümden kurtulur.) 19. yy'dan tablo, yol kesen haydut C laude Duval, bir kadın yolcuyu soymak için durdurur, am a yolun kenarında kendisiyle dans etmesi koşuluyla onu serbest bırakır (sağda). des g ib i- bir tür animusu kişileştirmektedir. Kadı­ lanmasını, kazaya uğramasını hatta ölüm ünü b e k ­ nı her türlü insancü ilişkiden uzaklaştırır, özellik­ leyebilir ya da kadın çocuklarının evlenm esini en ­ le de gerçek bir erkeği sevm ekten alıkoyar. Olay­ gellem ek ister. Yaşlı, saf bir kadın bana bir se fe ­ ların “nasıl olması gerektiği”ne dair bir dolu haya­ rinde boğulm uş olan oğlunun ölüm döşeği fo to ğ ­ li, yaşamdan uzak, dilekler ve yargılarla dolu saf­ rafını gösterirken “ Onu başka bir kadına kaptır­ sataları da yaşamla her türlü temasını engeller. mış olmaktansa böylesi daha iyi” demişti. Birçok mitte animus yalnızca ölüm değil, hay­ Garip bir duygu felci, derin bir kendine gü ven ­ dut ve katil olarak da ortaya çıkar; örnek ise karı­ sizlik de çoğ u kez iyi kadının içindeki bilinm eyen larını öldüren Şövalye Mavi Sakal’dır. Anim us ka­ bir animus yargısının işidir. Animus derinlerden dınların kendi başlarına kaldıklarında, özellikle kadına fısıldar. “Sen umutsuz bir vakasın n eden de duygusal zorunlulukların karşılanmasının ek­ uğraşasın? Ne yapsan boş; nasıl olsa yaşamın h iç­ sikliğini hissettiklerinde akıllarına üşüşen her bir zaman daha iyi olm ayacak.” türlü yarı bilinçli, soğukkanlı, ruhsuz düşünceyi Bilinçdışmın bu figürleri bilincim ize girdikle­ tem sil eder. Aile mirasının paylaşılmasına ilişkin rinde ne yazık ki bu düşü n ce ve duyguların kişi­ olan bu türden düşünceler, diğer kimselerin ölü­ nin kendisinden olduğu sanılır, hatta ego bunlar­ m ünün bile istendiği kötücül planlar, örneğin ka­ la kendini o denli özdeşleştirebilir ki onlarla artık dının güzel Akdeniz manzarası karşısında “kocam ob jek tif olarak ilgilenemez. Bu figürler insanı g e r­ ölün ce Riviera’ya taşınırım” şeklinde düşünm esi çek ten “büyüler” , ancak bu büyü kişiden uzakla­ bu türden animus işleridir. şırsa bunun kişinin g erçek düşüncelerine, duygu ­ Gizli tahripkâr eğilimleriyle, bilincin yüzeyine larına ne denli zıt olduğunun dehşetle farkına va­ hiçbir zaman çıkmaksızın bir kadın kocasının, rılır. O zaman yabancı bir psişik etm enin etkisi al­ hatta bir anne çocuklarının gizliden gizliye hasta­ tına girilmiş gibi olur. Animus sık sık da bir grup erkekle temsil edilir. Olumsuz bir Animus grubu tehlikeli bir suçlu çetesi olarak ortaya çıkar; 1 8. y y Italyan resminde, eskiden gemileri ışıklarla kayalıklara çeken ve parçalandıklarında d a yağ m alayan kıyı korsanları (üstte). Olumsuz grup Animus'unun kadınların Sheakspeare'in "Bir Yaz Gecesi Rüyası" düşlerinde sık görünen şekli de romantik, için Fussli'nin bir resmi (altta). Peri kraliçesi am a tehlikeli haydut çetesidir. Llstte büyü sonucunda, gene bir büyüyle bir maceraperest bir kadın öğretmenin bir eşek kafası edinmiş olan bir çiftçiye aşık çete reisine aşkını anlatan bir Brezilya oluyor. Bu tür öykülerde, bir genç kızın filmi olan "H a y d u fta n (1 9 5 3 ] bir sahne: büyüden kurtaran sevgisinin sık görülen bir Ürkütücü bir haydut grubu. m odelidir. J r İV » W İn » « » « U .U k r. rr» ImmI f f y'M iotf Wwp>t. Tıpkı anima gibi anirnusta da yalnızca olum suz ikili oluşu, bu saldırganlarda çift etki olasılığı b u ­ özellikler, gaddarlık, saldırganlık, boş konuşma ya lunduğunu, bunun da öyle eziyetli düşü n celer­ da sessiz, takıntılı kötü düşünceler yoktur. Bunun den ço k farklı bir şey olabileceğini gösteriyor. aynı şekilde kesin olumlu, değerli bir tarafı da var­ Düşü görenin onlardan kaçan kız kardeşi yakala­ dır. O da yaratıcı etkinliğiyle ş e lfle köprüler kura­ nır, işkence görür. G erçek yaşam da bu kız kardeş bilmesidir. 45 yaşındaki bir kadının aşağıdaki dü­ kanserden oldukça erken yaşta ölmüştür. Sanat şü bu noktayı gösterm eye yardım cı olabilir: yeten eği olduğu halde bunu hem en hiç kullanma­ mıştır. Daha sonra düşte saldırganların kılık d e ­ Gri, kapüşonlu giysili iki kişi balkondan ğiştirmiş sanatçılar olduğu ortaya çıkar. E ğer dü ­ odaya tırmanıyorlar. Niyetleri bana ve kız şü gören onların (aslında kendisinin) yeteneğini kardeşime kötülük etmek. Kız kardeşim ya­ anlarsa kötü girişimlerini sürdürm eyeceklerdir. tağın altına saklanıyor anıa onu bir sopayla Bu da düşün anlamını gösteriyor: Korku n öb etle­ oradan çıkarıp işkence ediyorlar. Ondan son­ rinin ardında bir yandan gerçek bir ölüm tehlike­ ra sıra bana geliyor. İkiliden daha yetkili ola­ nı beni duvara dayıyor. Ama İkincisi o sırada birden duvara bir resini çiziyor. Ben bunu gö­ rünce (dostça davranmak için) “ne güzel re­ sim!” diyorum. O zaman bana eziyet etmekte olanın başı bir sanatçıya benziyor, kıvançla “evet, gerçekten” diyor ve öbürünün yapıtını dostça temizlemeye başlıyor. si, ama öte yandan da yaratıcı bir olanak bulun­ maktadır. Düşü görenin resirne üstün bir yeten e­ ği vardı ama bu uğraşının anlamlı olacağından h ep kuşku duyuyordu. Düş ona bu yeteneği yaşa­ ması gerektiğini cid di bir dille anlatmaktadır. O zaman tahrip edici aniınusu yaratıcı bir gü ce d ö ­ nüşecekti. Yukarıdaki düşte olduğu gibi animus sık sık Bu iki figürün sadist yön ü düşü gören için çok tanıdıktı; çünkü gerçek yaşamda da sevdiği kişi­ lerin tehlikede olduğu, hatta belki de ölm üş o l­ dukları duygusuna kapıldığı korku nöbetleri g e ­ çirm ekteydi. Am a bu düşteki animus figürünün bir grup erkek şeklinde, kişisel olmaktan çok ko­ lektif bir şey gibi görülür. Bu kolektif zihinlilikten dolayı kadınlar çok yaygın olarak (içlerindeki anirmısu dile getirdiklerinde) fiilleri “ insan....... ya­ par” , “ ...yapılır” , “ ... giyilm ez” , “ ... olm az” biçim le­ riyle kullanırlar. Anlatım larında da “h erkes” , “dai­ m a” , “h ep ” gibi genellem eler sıktır. Tenor Fronz Grass, VVagner'in "Uçan Pek çok mit ve masalda, büyüyle bir yaban H olla nda lı" operasında (üst solda]. Bir hayvanına ya da canavara dönüştürülm üş olan ve kadının sevgisi bu laneli çözünceye bir kızın sevgisiyle geri dön en bir prensten söz dek bir hayalet gem iyle gitm eye lanet­ lenmiş olan bir kaptanın öyküsünü anlatır. edilir. (Dr. H enderson bu “Güzel ve Çirkin" m oti­ finin sıklığını bir ön cek i bölü m de yorum lam ıştır.) Gene sık olarak söylencen in kadın kahramanının Birçok efsanede kadının sevgilisi gizem li, bilinm eyen sevgilisine ya da kocasına so ­ gizem li bir figürdür; onu hiç görm em elidir. G rek m itolojisinden bir ru sormasına izin verilm ez ya da onunla ancak ka­ örnek: Eros'un sevdiği Psike (1 8. ranlıkta buluşur, yüzüne bakamaz. Söylenen an­ yy'd a n bir gravür], sevgilisini hiç cak kör bir sadakat ve sevgi ile onu eski haline görm em elidir [solda]. Am a sonunda döndürebileceğidir. Am a bu bir türlü başarıla­ bunu y a p a r ve onu yitirir. Uzun aram a ve acılardan sonra aşkını yeniden kazanabilir. maz. Her seferinde sözünü bozar ve sevdiğine an­ cak uzun, zor yollardan yen iden kavuşabilir. Bunun yaşamdaki koşutu, bir kadının kendi animus sorunu ile bilinçli uğraşısının ço k zamana, acıya neden oluşudur. Am a eğer animusunun ne ve kim olduğunu, kendisine neler yaptığını anlar­ sa, büyülenm ek yerine geçeklerle yüzleşirse o kendisine girişim, cesaret, objektiflik ve ruhsal berraklık gibi eril özellikler sağlayan son d erece değerli bir içsel yoldaşa dönüşecektir. Erkekteki anima gibi animusun da dört gelişim aşaması o l­ duğu anlaşılıyor: Ö nce fizik gü ç simgesi, örneğin bir ünlü sporcu olarak görünüyor. Bir sonraki aşamada inisiyatif ve yapıcı gü ç kazanıyor, ü çü n ­ cü aşamada da dile geliyor ve bu yü zden de ruh­ sal büyüklere, örneğin hekim e, rahibe, profesöre yansıtılıyor. D ördüncü aşamada “anlamı” içselleş­ tirip yaşama bireysel bir anlam sağlayan yaratıcı, dinsel iç yaşantılara yöneliyor. O zaman kadına yum uşak varlığını telafi ed en ruhsal sağlamlığı veriyor. Onu aktüalitoyle de bağlantılandırabilir; o zaman kadın yaratıcı yeni düşünceler karşısın­ da erkeklerden ço k daha açık olabilir. Onların e s­ kiden beri ruhlar dünyasıyla geleceği okuyan ara­ cılara dönüşm esi bundandır. Olumlu animuslarıııın yaratıcı cesareti insanın yeni girişimlerini yü­ reklendiren d üşü n celer üretir. Kadının yapısı akıldışı olana daha yakındır, o yüzden bilinçdışının yeni esinlerini daha iyi açabilirler. Kadınların kamu yaşamında daha az yer alışları da animusun özel yaşamın loşluğunda saklı prens olarak daha etkili olmasından olabilir. Animus'un dörl aşamasının canlanışları: Bir erkeğin portresine sevgiyle bakan bir Birincisi tümüyle bedensel erkek; hayali cangıl genç kız (Hint minyatürü) (sağ üstte). Bir resim kahramanı Tarzan (En üstte oynayan Johnny ya d a film yıld ızına aşık olan kadın a p açık W eismüller], İkincisi romantik erkek; İngiliz kendi Animus'unu erkeğe yansıtmaktadır. Film şair Shelley, 19. yy (orta solda). Ya da y ıld ızı Rudolph Valentino (1 9 2 2 yılında bir "Eylem ad am ı" Ernest H em ingw ay; savaş filmde) binlerce kadının Animus kahramanı, yazar, avcı vb. Üçüncüsü "Söz projeksiyonunun sağlığında da ölümünden sahibi" -Büyük siyasal hatip Lloyd G eo rge sonra d a ağ ırlık noktası olmuştu (sağda). Dördüncüsü ruh gerçeğine bilge önder- Dünyanın her tarafından kadınların G andhi. Valentino'nun cenazesine gö nderdiği çiçeklerin bir bölümü (en sağda). Kadının ruhundaki içsel erkek dışa yansıtılır­ sa, aile yaşamında, tıpkı anima gibi, zorluklara n eden olabilir. Durum u daha ağırlaştıran da her iki cinsteki animus ve animanın birbirlerini karşı­ lıklı olarak uyarmalarıdır. B öylece, aşk çatışm ası­ nın stereotipisinin d e gösterdiği gibi, her çatışm a kendiliğinden daha aşağı duygusal bir düzeye iner. Söylediğim iz gibi kadının animusu cesaret, gi­ rişim ruhu, gerçekçilik, en üst biçim inde ruh d e ­ rinliği ve içselleştirm e sağlayabilir ama ancak kendi “kutsal” inancını sorgulayabilecek ve düş­ lerinin yol gösteren işaretlerini, kendi inançlarına karşı da olsa alabilecek nesnelliğe ulaşabilmişse. O zaman self, içsel tanrısal bir yaşantı verebilir ve kadının yaşamına bir anlam katar. Self: Bütünlüğün simgeleri İnsan kendi animası ya da animusuyla içinden, bi­ Aşk acıları içinde yalnız başına yaşayan linçsiz bir şekilde onunla özdeşleşem ey ecek d en ­ bir kız, bakır bir kayıkla gelen bir büyücü ta­ li uzun boğuşursa, bilinçdışı ego karşısında başka, rafından göğe kaçırılır. Bu büyücü aslında in­ yeni bir sem bolik biçim alır. Ruhun çekirdeğinin, sanlara avda başarılı olmaları için yardım yani ş e lfin biçim inde görünür. Kadınların düşle­ eden ay ruhudur. Ay ruhu bir keresinde gi­ rinde self kişileştiğinde üstün bir dişil varlık, ör­ neğin rahibe, büyücü, toprak ana, doğa ya da aşk tanrıçası olarak görünürken erkekte takdis edici (örneğin bir guru), yaşlı bilge, doğanın ruhu, kah­ raman gibi ortaya çıkmaktadır. Buna örnek ola­ rak burada iki masal verilebilir. Bir Avusturya masalı şunları anlatır: dince kız evnini yanındaki küçük bir eve mi­ safirliğe gider. Orada ufacık bir kadın bulur. Bu kadın sakallı foklarm bağırsaklarmdan bir elbise giymektedir. Bir de küçük kızı olan bu kadın, ay ruhunun aslında kızı öldürmek ni­ yetinde olduğunu anlatarak kızı uyarır. O bir tür Mavi Sakal, bir kadın katilidir. Onu kur­ tarmak için küçük kadın, kızı gökten yeryü­ züne ulaştıracak uzun bir ip örer. Bu yeni ay Bir kral askerlerine lanetli bir kara pren­ doğduğunda olmalıdır, çünkü o sırada küçük sesin tabutu başında nöbet tutma buyruğunu kadın ay ruhunu bayıltabilecektir. Kız kendi­ verir. Ama prensesin her gece kalktığı ve n ö­ ni iple aşağı bırakır. Ama kız, küçük kadın betçiyi öldürdüğü bilinmektedir. Sonunda sı­ özellikle anlattığı halde aşağıya vardığında rası gelen bir asker korkusundan ormana ka­ gözlerini yeterince hızlı açamaz. O zaman bir çar. Orada yaşlı bir zither' çalgıcısıyla karşıla­ örüm ceğe dönüşür. Artık hiçbir zaman yeni­ şır. (Ama bu çalgıcı aslında bizzat tanrıdır.) den insan olamayacaktır. Bu yaşlı çalgıcı ona kilisenin belli noktalarına saklanmasını ve kara prensesin kendisini bul­ maması için de çok sessiz durmasını öğütler. Bu öğütle asker hem kurtulur hem de pren­ sesi büyüden kurtarır. Sonunda da onunla evlenir ve kral olur. Birinci masalda tanrının kendisi olan yaşlı zit­ her çalgıcısı şelfin , erkeğin ruhunda ortaya çıktı­ ğı gibi yaşlı bilge olarak görünüşünün tipik bir ör­ neğini verm ektedir. Eski m asallarda B ü yücü Merlin ya da Yunanlılarda tanrı Hermes de aynen ortaya çıkar. “Bağırsaktan giysileri” ile küçük ka­ Aslında bizzat tanrının kendisi olan yaşlı zit­ her çalgıcısı, psikolojik dile çevrilirse ş e lfin sim ­ gesidir. Askere, yani egoya yok edici anima figü­ ründen kurtulmakta hatta onu kurtarmakta yar­ dın da burada b enzer bir şey, bir kadındaki self fi­ gürüdür. Yaşlı çalgıcı kahramanı tahripkâr animasmdan ve küçük kadın da masal kahramanım, ay ruhu kılığında bir E skim o’dan, Mavi Sakal’dan dım cı olur. kurtarır. E lbette ardından kızın kendi kabahati Kadında ise self yukarıda da söylendiği gibi di­ yüzünden iş kötü sonuçlam r ama bu başka bir k o­ şil bir görüntü taşır. Buna örnek olarak da bir E s­ nudur. kim o masalı verilebilir: Self figürü düşlerde yalnızca yaşlı bilge ya da bilge kadın olarak görünm ez; aynı sıklıkta genç hat­ Zither: Alp halklarının, özellikle Avusturyalılar’ın, gitara benzeyen bir halk çalgısı, (çn .) ta çocu k biçiminde de görünebilir. Çünkü self aynı Psike'nin tümünün iç merkezi olan self, düşlerde üstün bir insan figürüyle canlanır. K adınlarda self bilge ve güçlü bir tanrıça olarak görünür. Örnek; G rek tanrıçası Demeler (oğlu Triptolemus ve kızı Kore ile. IO 5 . yy'd a n bir kabartm ada] (sağda|. Birçok masalın koruyucu meleği d e dişil self canlanışıdır. Kül kedisinin koruyucu perisi (Gustave Dore nin resimlemesinden] (üstte). Hans Christian Andersen'in bir masalının resimlerinden yardım eden yaşlı kadın (altta). Erkeklerin düşlerinde self çoğunlukla "b ilg e ihtiyar" figürüyle canlanır. Arthur efsanesinin Büyücü M erlin i (1 4. yy'd a n bir Ingiliz el yazm asından] (en solda]. 18. yy'dan bir Hint resminde bir guru (bilge] (ortada]. Ş elfin bir canlanışını gösteren, Jung tarafından yapılm ış bir resim (solda). Bunu rüyada görmüştü. Elinde anahtar tutan, Jung'un deyişiyle "yüksek içgörü'yü temsil eden, kanatlı yaşlı adam . Self genellikle düşü görenin yaşamının kritik zam anlarında, dönüm noktalarında, temel tutumunu ve yaşam stilini değiştirdiğinde düşlerine girer. Değişimin kendisi suyu geçm ekle simgelenir. Büyük bir değişim e yol açan gerçek bir ırmak geçiş (üstte), G eo rge W ashing ton Amerikan devrimi sırasında D elaw are ırmağını geçiyor (1 9. yy'd a n bir Am erikan resmi). Suyu geçmenin söz konusu olduğu bir başka önemli o la y 19 4 4 yazınd a D D a y'd e N o rm a n d iya 'ya ilk saldırı (solda]. Self her zam an üstün bir yaşlı ile canlandırılm az. Peler Birkhaeuser'in kendi düşünün resmi. Burada self bir çocuk olarak ortaya çıkar. Ressam bunun üzerinde çalışırken bilinçdışından başka düşünceler de gelir. Çocuğun arkasındaki, güneşe benzeyen yuvarlak bir bütünlük simgesidir. Ç ocuğun dört kolu da ruhsal bütünlüğü gösteren diğe r dörtlü simgeleri anım satıyor. Çocuğun önünde bir çiçek vardır; sanki ellerini kaldırınca ortaya çıkar. O ğlan , geceleri (yani bilinçdışı] varoluşundan do la yı karadır. zamanda oldukça zaman dışı bir şeydir, gen ç ya da yatlamış, donuklaşmış yaşamı zenginleştiren, ya­ yaşlı onun için eşittir. Örneğin bir erkeğin aşağıda­ ratıcı olanaklarla dolu bir içsel serüven haline d ö ­ ki düşü şelfi bir çocuk şekli ile vermektedir: nüştüren böyle bir armağan sunar. Bir kadının psikolojisinde şe lfin aynı şekilde gen ç kişileşm e­ Bir oğlan çocuğu ata binmiş sokaktan ge­ si doğaüstü yetenekli bir gen ç kız olarak görü n e­ lip bahçemize giriyor. (Bahçenin gerçekte bilir. Buna örnek kırk sekiz yaşındaki bir kadının olan çiti ve çevre çalılığı yok, bahçenin sınırı aşağıdaki düşüdür: açık. Oğlanın maksatlı mı geldiğini, yoksa atın mı onu isteği dışında getirdiğini bilmiyo­ rum.) Atölyeme giden patikada durmuş, onların gelişini keyifle izliyorum. Oğlanın güzel atın üstünde görünüşü beni derinden etkiliyor. Çok küçük ama son derece güçlü yaban bir at bu. (Bir erkek domuzu andırıyor.) Kalın, gü­ müş grisi, uzun, fırça gibi kılları olan bir deri­ si var. Oğlan önümden, evle atölye arasından ge­ çiyor, sonra atından atlıyor ve onu ekili olan Bir kilisenin önündeyim, süpürgeyle taşla­ rı temizliyorum. Birden üzerine bir kalas atıl­ mış olan bir dereyi geçmek zorunda kalıyo­ rum. Orada bir öğrenci var. Onun bana yardım etmesini istiyorum ama birden onun, kalası gevşeterek beni engellemek islediğini fark ediyorum. Birden karşı kıyıda küçük bir kız beliriyor ve bana elini uzatıyor. Beni tutabile­ cek gücü olduğunu hiç sanmıyorum ama elini tuttuğumda beni doğaüstü bir güçle kolaylıkla ve gülümseyerek karşı kıyıya çekiveriyor. kırmızı ve sarı lalelerin ezmemesi için çiçek tarhından dikkatlice uzaklaştırıyor. Bu lalele­ ri düşümde karım az ön ce dikmiş. Bu düşü gören, dindar bir kişidir ama düşüne bakılırsa kiliseye (P rotestan ) artık bağlı kalama­ yacaktır; gerçek te girişi yitirmiş görünm ektedir, Bu çocu k şelfin , yaşamın yenilenm esi, yaratı­ cı bir atılımın ortaya çıkmasıyla her şeyin yeniden yaşam ve girişim ruhuyla dolacağı yeni bir ruhsal uyum anlamına gelm ektedir. Eğer bir adam ken­ dini bilinçaltının önerilerine bırakırsa bu ona, ba­ gen e de kilisenin yolunu tem iz tutmaya çalışmak­ tadır. Ama bunun yerine bir dereyi geçm esi ge re ­ kir. Bu, tem el yaklaşım değişikliklerinde sık görü ­ len bir simgedir. Düşü görenin kendisi öğrenci motifini, bir ön ceki g e c e ruhsal arayışını belki Bugün birçok kimsenin düşlerinde self, ünlü kişilikler kılığındadtr. Psikologlar erkeklerde sık sık Albert Schvveilzer (en solda] ve C huchill'in (solda), kadınlarda ise Eleanor Roosvelt ve kraliçe Elisabeth'in (bir Afrika evindeki resim) göründüğünü gözlem lem ekledir (sağda). üniversiteye yen iden giderek rahatlatabileceğim oluşm uş; soluk aldığında yel esiyor, konuştuğun­ düşünm esine bağlamıştır; ama düş apaçık b un ­ da gök gürlüyor, çevresine göz attığında şim şek­ dan vazgeçm esini salık verm ektedir. Bunun ü ze­ ler çakıyormuş. İyi olduğunda hava iyi, kötü oldu ­ rine dereyi kendi başına geçm eye çalışırken self ğunda kapalıymış. Öldüğünde parça p arça olmuş; figürü küçük kız harika bir şekilde yardıma gelir; vücudu Çin’in b eş kutsal dağını oluşturmuş; başı küçüktür ama doğaüstü bir gücü vardır. doğudaki T ’ai Dağı’m, gövdesi ortadaki Sung Da- Ama ister yaşlı ister gen ç olsun insan biçim i ğı’m, sağ kolu kuzeydeki Heng Dağı’nı, sol kolu şelfin g e c e ve gündüz düşlerinde görünüş ola­ güneydeki Heng Dağı’nı, iki ayağı da batıdaki Hua naklarından yalnızca biridir. Onun kendini g ö s­ Dağı’nı oluşturmuş. Gözleri ise güneş ve ay o l­ terdiği çeşitli yaş aşamaları da yalnız bizi bütün muşlar. yaşam evrelerinde izlediğini değil, aynı zam anda Daha ön ce de dediğim iz gibi bireyleşm e sü re­ bizim bilinçli zaman duygum uzun ötesine ulaştı­ ciyle ilgili olan sim gesel resim ler dördlil bir yapı ğım gösterir. şeklinde düzenlenm e eğilimi gösterirler. Örnek Self yalm zca bilinç alanımızda, onun zaman dört bilinç işlevi ya da anima ve animus gelişim i­ aralığında bulunmaz. Onun zaman dişilik, daima nin dört aşamasıdır. Dörtlük bu yüzden P’an varoluşluk yam da vardır. Bu yüzden sıklıkla b ü ­ Ku’da da ortaya çıkar. Çok özel durum larda self tün evreni kaplayan bir “ Ulu A dam ”la sim gelendi- sim gesi başka sayı yapılarında da görünebilir; d o ­ rilir. Bir bireyin düşünde böyle bir sem bol ortaya ğal durum da o her zaman 4 ya da 4’ler dizisinin 8, çıkarsa sorunlarının yaratıcı bir çözüm e kavuşa­ 16, 32 gibi öbür sayılarıdır. Özellikle 16 sayısı 4 cağı umulabilir çünkü ruhsal yaşamın çekirdeği kere 4 simgesi olarak ço k önemlidir. harekete geçm iş, iç varlığın birliğini sağlamış da­ Batı uygarlığında da ilk insan olarak A dem bi­ hası büyük zorlukları alt ed ebilecek hale gelmiş çim inde benzeri “kozmik adam ” düşünceleri g e ­ demektir. lişmiştir. Örneğin bir Yahudi söylencesin de tanrı Bu yü zden birçok mit ve dinde kozmik bir in­ A d em ’i yaratmak için dünyanın dört köşesinden san figürünün ortaya çıkmasına, çoğunlukla da kırmızı, siyah, beyaz, sarı tozları almış, b öylece çok olumlu bir rol oynam asına şaşılmamalıdır. Bu A dem “dünyanın bir ucundan öbür ucuna ulaşa- bizde A dem , İran’da Gayomart ya da Hindistan’da biliyormuş; eğildiğinde başı doğuya, ayakları batı­ Puruşa olarak görünür. Çoğunlukla evrenin tem el ya değiyorm uş.) Bir başka Yahudi söylencesine prensibi olarak tanımlanır. Çinliler bütün dünya­ göre bütün insanlığın ruhları daha o zaman dan ön ce tanrısal bir insanın, P’an Ku’nun yaşadı­ A dem ’in içinde m evcutm uş; ruhu “bir kandilin fi­ ğını, onun gök ve yere biçim verdiğini düşünür­ tili gibi sayısız iplikten örülü” imiş. Burada insan­ lerdi. O ağladığında Sarı Nehir ve Yangçe Irmağı lığın, bütün ayrımlardan öte birliği düşüncesi bu- M r M* S UN * - A ¡1 * a i'İ ft) İt ta Z ti M u* 3 * JZ. tt g a te İt .» K w i\ t - K T. ¡4 ~ T E L t fc v» m pî a t* flfe tt s (t n + A <n i £7) K » «i i£ u ,'f fi fk .: en .I.« Evreni kişileştiren ve içeren, her şeyi kaplayan varlık Kozmik A dam , self'in mil ve düşler de sık bir görünüşüdür. Ingiliz filozof Thomas Hobbes'un "leviatha n" adlı kitabının kap ağı (solda]. 17. yy Levialhan'ın muazzam varlığı, 'C om m onw ea lth "in, H obbes'un idealinde­ ki, insanların merkezi otoriteyi kendilerinin seçtiği toplumun bütün üyelerinden oluşuyor. Eski Ç in 'd e kozmik figür P'an Ku; kozmik insanın tıpkı bir bitki gibi kendiliğinden var oluşunun işareti olarak yapraklarla kaplı (üstte). 18. yy'ın bir Hint el yazm asından bir sayfada kozm ik aslan tanrı güneşi elinde tutuyor (Bu aslan birçok insan ve hayvanın birleşiminden oluşmuştur] (altta]. kıyılarında yaşayan bir grup yerli için A dem gizli “ruhüstü” ya da “koruyucu ruh” olarak bütün in­ sanlığı onurlandırır; onların söylencesine göre bir hurma ağacından tom urcuklanarak ortaya çık­ mıştır. (G en e bir bitki m otifi!) İlk bölüm de bireyleşm e sürecinin bilinçdışıııda sıklıkla bir ağaç olarak sim gelendiğini sö y le ­ miştik. Burada da “kozmik insan”ın bitkiyi anım­ satır biçim de de göründüğünü görüyoruz. Bir bit­ ki belirlenm iş örneğine göre düzenli bir gelişm e gösterir, yaşamını doğrudan doğruya inorganik m addeden kurar. S elf de benzer şekilde her tür­ lü dürtü ve güdünün ötesin de insan ruhunda psi­ şik unsur olarak gelişen, süreklilik ve saf varoluş anlamına gelen bir şeydir. Bu yüzden onun resmi insan psikesinde de aynı şekilde yaşamın ve d o ­ ğanın bütününden içim ize yerleşik bir parçaya sahip olduğum uzu anlatmaktadır. Doğu ve Batı’daki kimi gnostik çevrelerd e “Ulu Adam ” ruhsal bir içsel tasvir gibi tanınmak­ ta, som ut bir gerçeklik olarak anlatılmamaktadır. Hinduların görüşüne göre Puruşa, her insan bire­ lunmaktadır. Bu resim de şelfin toplum sal yönü yinde yaşayan ve ondaki ölüm süz olan tek şeydir. de belirtilm ektedir; ama bundan daha sonra söz Bu içsel “Ulu A dam ” , eğer yaradılış ve acılarından edilmelidir. eb edi kökene geri götürebilirse bir kim seyi tü ­ Bu “Ulu A dam ”ın kozmik doğasının, insan ru­ m üyle de kurtarabilir. Am a bunu ancak kişi onu hunun en iç çekirdeğinin, yani ş e lfin bireysel bir tanır, kendini ona bırakacak kadar uyanırsa yapa­ egonun çok üstünde genişlediğini gösterdiği an­ bilir. Hintlilerin sem bol dünyasında bu varlık Pu- laşılıyor. G erçekten de bilinçdışının ve görü ntüle­ rinin gözlem i onun kısıtlanamaz bir genişleyebilirliğinin olduğunu gösteriyor. Eski İran’da aynı ilk insan, Gayomart, dev ve ışıldayan bir varlık olarak tanımlanmıştır. Öldü­ ğünde b edeninden m adenler akmış, ruhundan al­ Rhodesia'da bir mağara resmi ilk insanın (ay), sabah ve akşam yıldızıyla çiftleşerek yeryüzü yaratıklarını ürettiği yaratılış mitini tın m eydana gelmiştir. Dölü toprağa düşm üş, iki gösteriyor (üst solda). Kozmik insan çoğu ravent kamışı şeklinde ilk insan çiftini dünyaya zam an Adem benzeri ilk insan olarak getirmiştir. İlginçtir ki Çin’in P ’an Ku’su da ya p ­ ortaya çıkar. Ve Isa da self'in kişileşmesi olarak anlaşılmıştır. 1 5. yy Alm an ressamı raklarla kaplı olarak, bir bitki gibi resmedilir. Bu hiçbir hayvansal hareket gösterm eden büyüyen, yani kendi istencinin hiçbir belirtisi olmaksızın sad ece var olan bir bütünlüktür. Bugün de Fırat G rü new ald'ın resmi İsa'yı, kozm ik adam yüceliğinde gösteriyor (sağ üstte). ruşa yani “insan” ya da “kişi” adım alır. Bu dışarı­ da kozm osta ama aynı anda kişinin içinde ve g ö ­ rünm eyen bir şeydir. Birçok mitin anlatımına göre bu “Ulu A dam ” dünyanın yalnızca başı değil, aynı zamanda dün­ yanın ve yaşamın son ereğidir. Bir ortaçağ bilge­ si, Eckhart Usta bu bağlam da “her tohum un en iç özü buğday, her m adenin özü altın, her doğum un özü insandır” dem ekteydi. Psikolojik olarak bakıl­ dığında bu gerçektir: Her insandaki ruh içi g e r çe ­ ğin sonuçta gizli bir ereğe yönelişi vardır, bu ken­ dini gerçekleştirebilm ektir. Bu da her bireyin va­ roluşunun yaşam da kalmak, türün sürmesi, cin ­ sellik, açlık ya da ölüm dürtüsü gibi herhangi bir am aç düzeneğiyle açıklanamayacağı, bunun yeri­ ne ve bundan daha öteye kendinde bulunan bir insanlığın sunum una yaradığı ve ancak kendi g e r­ çeğim izin bir kez olsun algılanmasıyla bu “insan”m kurtulabileceği dem ektir. “D enize akan, Krali çift örnekleri, (psişik bütünlük ve G rek başını Jung, örtülü şekilde iki yanlı, self'in simgesi] Şiva ve Parvati'yi gösteren yani hermafrodit olarak düşündü. Sabine H int heykeli (solda]. O n la r hermafroditik ya zd ığ ı mektupta "öbür özdeşleri Adonis, olarak birleşmişlerdir. Hindu tanrıları Tammuz ve .. Baldur g ibi, her iki cinsin Krişna ve Radha bir a ra d a (altta]. bütün çekiciliği ve güzelliğine" sahip olduğunu yazıyor (sol altta]. Bern'de bulunmuş olan ayı tanrıça Artio'nun Roma öncesi heykeli (Bern de ayı demektir] (sağda). O lasılıkla bu, bu sayfada anlatılan düşteki ayıyı andıran bir ana tanrıçaydı. Bu düşteki simgesel figürlere öbür özdeşler: Ölülerin ruhlarını barındırdıklarına inandıkları kutsal taşlarıyla Avustralya yerlileri (ortada). 1 7. yy'ın bir simya elyazm asından; aslan çifti olarak gösterilen bir krali çift (altta). ulaştıklarında içine dalan, o zaman kendi adlarını ve varlıklarım yitiren, ondan sonra yalnız deniz­ den söz edilebilen ırmaklar gibi seyirci olanın (e g o n u n ) parçaları da Puruşa’ya vardıklarında onun içinde adlarını, varlıklarını yitip giderler. Ondan sonra yalnız Puruşa’dan söz edilir ve o (in ­ san) ayrılamaz ve ölüm süz olur.” E gonun dış d ün ­ yaya yönelişi, konudan konuya acele eden algıla­ maları, n esned en nesneye atılan dilekleri “Ulu A dam ”m gerçekleşm esiyle çekip giderler. Bu çeşitli uygarlıklardan, zamanlardan alınmış örnekler bize kozmik insan simgesinin, insanın bütünlüğünün gizem inin resm i olarak ne denli yaygın olduğunu gösterm ektedir. Simge tam ve bütünü anlattığından “Ulu A dam ” cinsiyetlerarası olarak da sunulur. Bu biçim de en önem li ruhsal karşıtlıkları, eril ve dişil olanı da birleştirm ekte­ dir. Bu birlik çoğunlukla ilahi, asil ya da benzeri bir çift ile sim gelendirilerek gösterilir. Kırk yedi yaşında bir erkeğin aşağıdaki düşü, şelfin bu y ö ­ nünü özellikle belirgin olarak gösterm ektedir: Yukarıda duruyor, aşağıdaki kaba ama ba­ kımlı bir kürkü olan, muhteşem, siyah dişi ayıya bakıyorum. Arka ayakları üzerinde du­ ruyor ve bir tepsi üzerindeki gittikçe parla­ yan oval, yassı siyah bir taşı ovalıyor. Ondan çok uzak olmayan bir dişi aslan ve daha kü­ çük bir aslan da aynı şeyi yapıyorlar. Yalnız onların ovaladıkları taş biraz daha büyük ve daha yuvarlak biçimde. Bir süre sonra dişi ayı Düşte bir ayna bilinçdışının, bireyi objektif iri yapılı, siyah saçlı ve koyu, ateşli gözleri yansıtma, böylece bireye, belki o ana olan çıplak beyaz bir kadma dönüşüyor. Ona karşı erotik açıdan uyarıcı davranıyorum. Bu­ kadar olm ayan içgörüsünü kazandırma yetisini simgeleyebilir. A ncak bilinçdışı, bilinci şoke eden ve şaşırtan böyle bir nun üzerine bana saldırıyor ve yakalamaya içgörüyü ileri sürebilir. G rek miti G orgon a çalışıyor. Ben bundan korkarak az önce iske­ M e dusa'nın bir bakışı erkekleri taşa çevirir lesinde durduğum binaya kaçıyorum. Daha ve bu yüzden ancak aynadan bakılabilir. sonra kendimi bir dolu kadının arasmda bu­ Bir kalkana yansımış olan Medusa (C aravaggio'nun tablosu, 17. yy]. luyorum. En az yarısı, kabarık siyah saçları olan ilkel kadınlar ve öbür yansı da sarışm ya da kahverengi saçlı bizim (düşü görenin ül­ kesinden) kadınlar. İlkel kadınlar (daha çok genç kızlar) yüksek soprano sesle çok doku­ naklı acıklı bir şarkı söylüyorlar. Sonra yük­ sek, süslü bir araba üzerinde, başında yakut­ larla süslü altın bir taç olan sarışın bir genç adam çıkageliyor. Bu çok güzel bir görüntü oluşturuyor. Yanında genç sarışm bir kadın, herhalde karısı oturuyor, ama onun tacı yok. Bu çift az önceki dişi aslan ve küçük aslan­ mışlar. Onlar da ilkellerden. O zaman bütün kadınlar (hem ilkeller hem de öbürleri) kut­ layıcı bir şarkı söylemeye başlıyorlar ve krali­ yet arabası da ufka doğru yavaş yavaş uzak­ laşıyor. Burada self ön ce, hayvansal doğanın derinle­ rinden, ilkel ruh katmanlarından ortaya çıkan asil bir çiftin g eçici görüntüsü olarak görünüyor ve gen e kayboluyor. Başlangıçtaki dişi ayı bir tür cü, elektrik yüklenmiş gibi yem d en yükselir. ana tanrıçadır. (Ö rneğin Yunanistan’da A rtem is’e Düşü gören yaşamında şim diye dek bir kadın­ dişi ayı olarak tapılırdı.) Onun ovarak parlattığı la evlilik bağını yadsımıştır. Yaşamın bu yönüne oval taş olasüıkla düşü görenin kişiliğim sim gele­ yakalanmaktan duyduğu korku düşte ayı-kadm - m ektedir. Taşları ovalamak ve parlatmak insanlı­ dan gen e pasif seyirci rolüne kaçm asm a neden ğın bilinen, olağanüstü eski bir uğraşıdır. Avru­ olmaktadır. Ayının taşı ovalamasıyla kendisine pa’da birçok yerde kabuk şekline getirilmiş “kut­ yaşamın bu yanma da karışması gerektiği anlatı­ sal” taşlar bulunmuştur; bunlar taş devrindeki in­ lır; çünkü ancak evliliğin ovalamasıyla kendi var­ sanlarca olasılıkla tanrısal güçlerin korunduğu lığı yontulacaktır. kaplar olarak kullanılmıştı. Avustralya’da bugün Taş parlayınca bir ayna gibi olur b ö y le ce ayı de ölen atalarının iyicil tanrısal gü çler olarak taş­ onda kendisini görebilir. A ncak yeryüzündeki sı­ lar içinde barındığını düşünen yerliler vardır. Bu kıntıları kabul ederek insan ruhu tanrısal güçlerin taşlar ovulduğu zaman onların ve kendilerinin gü- aynası haline gelebilir. Am a düşü gören yükseğe, yani yaşamın zorunluluklarından uzağa kaçar. Düş ona b öy le ce ruhunun, animanın farklılaşma­ dan kalacağını, bir dolu anonim nitelikte ve biri il­ kel, diğeri daha yüksek d üzeyde olmak üzere iki­ ye ayrılmış kadınlarla gösterir. Dişi aslan ve oğlu bireyleşm enin gizem ini g ö s ­ term ektedirler. Çünkü self simgesi olan yuvarlak taşları biçim lendirm ektedirler. Kendileri de asil bir çifttirler ve böylelikle içsel bütünlüğün sim gesidirler. Ortaçağ sem bolizm inde örneğin “bilgelik taşı” , içsel bütünlüğün ünlü simgesi bir çift aslan ya da aslanlara binmiş bir çift insan olarak temsil edilir. O halde bireyleşm e zorlaması çoğunlukla insanın bir başka insana duyacağı aşk tutkusunda ortaya çıkar. Karşı cinse olan doğal eğilim son un ­ da insan kendi bütünlüğünün gizemini h e d efle­ m ektedir. Bu yü zden tutkuyla sevdiği zaman in­ san sevdiğiyle bir olm ayı yaşamın tek önem li ere­ ği olarak hisseder. İçsel bütünlük aslan çifti olarak ortaya çıktı­ ğında bu şe lfin henüz gü cü aşan bir tutkuda sak­ lı olduğunu gösterir. A ncak aslanlar kralla annesi olduklarında bireyleşm e dürtüsü insancıl bilinç aşamasına erişmiştir, ondan sonra da düşü g ö re ­ nin yaşamının uzak ereğidir. Aslanlar değişm eden ö n ce yalnız ilkel kadınlar Self çoğu kez yardım cı bir hayvan olarak gösterilir. (Psike'nin dürlüsel temelinin simgesi) Grimm Kardeşler'in "Altın Kuş" masalındaki büyücü tilki (üst solda). H induların M aym un tanrısı, tanrılar Şiva ve Parvali'yi kalbinde taşıyor (ortada). TV ve sinemanın yardım a koşan köpeği Rin Tin Tin (altta). Taşlar sıklıkla self simgesidir; çünkü tamdırlar, yani değişm ez ve kalıcıdırlar. Ç oğu kimse bugün d e güzel taşları toplarlar (sağ üstte). Bazı H indular büyülü güçler atfettikleri taşları b a b a d a n oğ ula verirler (ortada). Kraliçe I. Elisabeth'in (1 5 5 8 -1 6 0 3 ) mücevherleri gibi "pa halı" taşlar rütbe ve varsıllığın dıştan görünen işaretidir. duygusal nitelikte şarkı söylüyorlardı. Yani düşü görenin duyguları hem ilkel hem de duygusaldı. Buna karşılık insanlaşan aslanların onuruna, uygar ve ilkel kadınlar ortak bir övgü şarkısında birleşir­ ler. Duygularının böyle birleşmiş bir biçim de dışa­ vurumu içte hayvansal olanın ayrılması yerine şimdi bir içsel uyum un geçtiğini gösterm ektedir. Ş elfin bir başka görünüş biçim i bir kadının ak­ tif düşlem e denilen y ön tem d e düşlediklerinde g ö ­ rülmektedir. “A ktif düşlem e”den bilinçdışıyla ger­ çek bir partnerm işçesine karşılaşılan bir tür düş­ sel m editasyon anlaşılır. Bu m editasyon biçim i ki­ mi bakımlardan Zen Budizmi ya da Tantra Yoga gibi bazı D oğu m editasyon teknikleri ile ya da Cizvitler’in E xercitia’sıyla kıyaslanabilir. Am a tem el­ de m editasyoııdaki kişinin hiçbir bilinçli ereği ve amacı olmayışıyla onlardan ayrılır. Bununla aktif düşlem e bir özgür bireyin bilinçdışını yön len dir­ mek için hiçbir eğilim kullanmaksızın kendi ken­ disiyle doğrudan karşilaştığı tek yaşantıdır. Ama burada bu konuya daha fazla girilm eyecek, C. G. Jung’ıın “Aşkın İşlev” adlı m akalesinde bu konuda anlattıkları kaynak olarak verilecektir. Bu kadının nıeditasyonunda egosuna hitap eden bir geyik görünm üş, “Ben senin hem ç o c u ­ ğun hem de annenim; bana bağlantı hayvanı d e ­ nir. Çünkü içlerine girdiğim de öbür insanlar, hay­ vanlar, bitkiler ve taşlarla bağlantıyı sağlarım” d e ­ mişti. Konuşmayı sürdürerek “Ben senin kaderin ya da objektif egoyum . Benim ortaya çıkışım seni yaşamın anlamsız zararlarından kurtarır. Ben ru­ hu b eden le ve yaşamı ölüm le birleştiririm; benim içim de yanan ateş bütün doğada yanıyor; insan bunu yitirdiğinde yalnız, bencil, yönsüz ve güçsüz kalır” dedi. Self sıklıkla, kendi dürtüsel doğam ızı, bu doğa­ nın kişinin çevresiyle bağlantısını sim gelem ek üzere bir hayvanla temsil edilir. (Bu yü zden mit ve masallarda bu kadar ço k yardım sever hayvan vardır.) Self sim gesinin çevredek i doğayla, hatta ev- renle ilişkisi “ruhun atom u ”nun bir biçim de b ü ­ çerli değildir. Jung düşlerin uygar insanlara da g e ­ tün iç ve dış dünyayla örülü olduğunu gösterir. rek iç gerekse dış dünyadaki sorunları arasından Bildiğimiz bütün yüksek organizmalar belli bir za­ yolunu bulmada rehberlik ettiğini bulmuştur. Ger­ man, m ekan sürekliliğiyle uyumlu kılınmıştır. Ör­ çekten düşlerimizin çoğu dış yaşamımızın ayrıntıla­ neğin hayvanların kendi özgün besin türleri, ö z ­ rıyla ilişkilidir. Pencerenin önündeki ağaç, bisiklet, gün yapı m alzem eleri, belirli yaşam alanları var­ araba ya da bir yürüyüş sırasında yerden alınmış dır. Dürtüleri bunların hepsine tam olarak uyum ­ olan bü' taş düşlerimizde sembolik bir düzeye çıka­ ludur. Yaşam düzenleri de bu uyum u olanaklı kıl­ rak bizim için anlam kazanabilir. Soğuk ve kişisel­ mıştır: Yalnızca bütün ot yiyen hayvanların yav­ likten uzak, anlamı olmayan rastlantılar dünyasın­ rularını tam da otun en bol bulunduğu sırada d o ­ da yaşamak yerine düşlerimize önem verirsek ken­ ğurduklarını düşünm ek bile bunu kavramaya y e ­ dimize ait olan, gizemle düzenlenmiş önemli şey­ ter. Tanınmış bir zoolog bu yüzden hayvanların lerle dolu bir dünyaya geçebiliriz. içselliklerinin bütün dünyayı kavradığını, zaman Am a düşlerimiz öncelikle dış dünyaya uyum u­ ve mekanı “ruhsallaştırdığını” söylemiştir. İnsan­ muzla ilgili değildir. Uygar dünyam ızda çoğ u düş, ların bilinçdışı da kendi çevresine, sosyal gru bu ­ ş e lfe doğru iç yönelişin gelişim iyle uğraşır. Çün­ na, giderek mekana, zamana ve bütün doğaya kü bu ilişki içim izde, m odern düşünce ve davra­ uyum sağlamıştır. Örneğin ruhsal m erkezlerinde­ nış biçim leri nedeniyle ilkel insanlarda olduğun­ ki “Ulu A dam ” Naskapi Kızılderililerine düşlerle dan ço k daha fazla zedelenm iştir. Onlar genellik­ sadece içsel süreçlerini gösterm ekle kalmaz, av­ le doğrudan doğruya iç m erkezlerinden yaşamak­ cıya nerede ve nasıl avlanacağını da bildirir. Nas- tayken bizler, köklerini yitirmiş olan biliııçliliği- kapiler b öy lece düş m otiflerinden av hayvanları­ mizle, çoğunlukla dış ve tümüyle yabancı olan nı çek en büyü şarkılarını da geliştirir. şeylere öylesine bulaşmış durum dayız ki, şelfin Bu sadece doğada yaşayan ilkel insanlar için g e ­ mesajlarının bize kadar ulaşması çok zor olm ak­ Taşların "e b e d i" niteliği kayalık ve d a ğlarda görülebilir. K aliforniya'da W illia m son Dağı yam açlarında kayalar (solda]. Bu yüzden ta; her zam an anıt olarak kullanılmıştır. Dört Amerikan başkanının başları; G üney D akota'da Rusmore D ağı'nın kayalık yüzüne kazılıdır (üstte). Taşlar tapınm a yerlerinin işaretlenmesi için de kullanılmıştır. Kudüs tapınağındaki kutsal kaya (en sağda). O kentin, sağdaki ortaçağ haritasının gösterdiği g ib i, merkeziydi. Kent de dünyanın merkezi olarak görülüyordu. tadır. Bilinçli düşüncem iz sürekli olarak, öbür b ü ­ sürdürdüğüne inanırlardı. Bizim mezarlara taş tün algılamalarımızı b lok e eden, kesin biçim len­ dikme adetimiz de kısmen, ölenden, en iyi taşlar­ miş, “g erçek ” bir dış dünya yanılgısı üretm ekte­ la simgelenebilen, ölüm süz bir şeylerin kalmış ol­ dir. Gene de bilinçdışı doğam ız aracılığıyla psişik duğu sim gesel tasarımından ileri gelmektedir. ve fizik çevrem izle şaşmaz bir biçim de bağlantüı kalıyoruz. İnsan varlığının taştan bir yandan tümüyle farklı olmasına karşm, öte yandan insanın bilinç­ Yukarıda da belirttiğim gibi, self sıklıkla bir dışı çekirdeğinin taşa yakın akraba olduğu gibi bir taş, değerli taş ya da kristalle sim gelenerek orta­ izlenim alınmaktadır. Bunda, ego farkındalığmın ya çıkar. Bunu aslanların yuvarlak taşları ovu ş­ duygu, sanı ve düşüncesinin çok ötesinde, saf bir turdukları düşte görm üştük. B irçok düşte self de kendi oluş, sadece var olan ve her zaman orada kristal biçim inde görünür. Kristalin matematik olan bir birlik sim gelenm ektedir. Bu bağlam da nıükenunellikteki düzeni, “ölü ” m addede bile ya­ belki taş, bir insanın sahip olabileceği en basit, şayan bir ruh, bir düzen ilkesi bulunduğu duygu­ aynı zamanda da en derin ebediyet, değişm ezlik sunu uyandırmaktadır. Bu yüzden kristal, düşte yaşantısını sim gelem ektedir. H em en her uygar­ zıtlıkların birliğinin bir sim gesi olmaktadır. lıkta, ünlü insanlara, olgulara taştan bir anıt dik­ Belki bir taş, varlığı doğadaki saf “kendi oluş”u m e eğilimini görebiliriz. Yakup’un ünlü düşünü anlattığı için şelfin sim gesi olmaya özellikle uy­ gördü ğü yere diktiği taş, halkın yerel azizlerin, gundur. Birçok kişi, n eden böyle yaptıklarını bil­ kahramanların mezarlarına diktiği taşlar, hep in­ m eden, biraz göze çarpan taşları alıp evlerine g ö ­ sanların “eb ed i” yaşantıyı taşla sim gelem e eğili­ türür, saklarlar. Sanki bu taşlarda kendileri için mini gösterir. Çoğu dinlerde tanrının ya da en yaşayan bir giz vardır. En eski zamanlarda bile in­ azından onun yeryüzünde tapıldığı yerin bir taşla sanlar böyle yapmışlar, belli taşlarda yaşam gü çle­ işaretlenişine şaşmamak gerekir. Müslümanların rini, gizlerini görm üşlerdir. Örneğin eski Germ en­ en kutsal şeyi, her inançlı Müslümanm yaşam ın­ ler ölülerin ruhlarının m ezar taşlarında yaşamayı da bir kez ziyaret etm eyi um duğu Kâbe, M ek­ ke’deki bir siyah taştır.' da tanrının ispat,mı bulmayı uman simyacıları bu Hıristiyan kilise sem bolizm ine göre İsa “yapı gizi “bilgelik taşı” ile özdeşleştirirlerdi. Bunu ya­ ustalarının yadsıdığı taştır” ve “köşe taşı” olm uş­ parken aranan taşın, aslında ancak insanın içinde tur (Lııka’ya göre İncil XX: 17). Kimi zaman da o bulunan bir şeyin sim gesi olduğunu da biliyorlar­ “yaşam pınarının fışkırdığı kayalık” (1 Kor, X: 4) dı. Bir Arap simyacısı olan Morienus bu yüzden olur. Ortaçağın, o sırada bilini ön cesi bir tarzda “Bu şey (bilgelik taşı) sen den salgılanır; onun “m addenin gizini” arayan, onun içinde tanrıyı ya cevheri sensin ve de onu içinde bulabilirsin; daha açık söylersek onlar (sim yacılar) onu senin için­ Yazar b u ra d a m etin ve ilgili re sim le rd e , aslında bir tapm ak den çıkarırlar. Bunu anladığında içindeki taşa olan K a b e’nin siyah g ö rü n ü şlü yapısıyla, oıu ııı bir k ö ş e s i­ olan sevgin, saygın artar. Bunun hiç kuşkusuz n e yerleştirilm iş olan H a cer-iil E sv e t’i (S iyah T a ş ) karış­ tırm aktadır. Kitabın g e r e k İngilizce g e re k A lm a n ca ba skı­ gerçek olduğunu bil” diye yazıyordu. Simyanın sın da ay n e n y in e le y e n bu yanlış, yazarın bilgi ek sik liğin ­ taşı (lapis) içim izdeki kaybolmayan, çözü lm eyen d e n kaynaklanm ış olsa gerek tir. Bildiğim iz gibi K abe ea- bir şeyi, ebedi olan, bu yü zden de birçoklarınca hilliye d ö n e m in d e K u reyş kabilesinin bü tü ıı putlarını b a ­ rındıran bir tapm ak, bir P a n th e o n ’dur; aşağıdaki m in y a­ “ruhun içindeki tanrı” yaşantısı ile tanımlanan bir tü rd e d e g ö n ild iiğ ii gibi norm al yapı taşlarından inşa e d il­ şeyi sim gelem ektedir. Bu taşın üzerini kaplayan m iştir. İslaıu için kutsallığı ilk ezanın Bilal-i H a l» ş i taralın­ dan on u n ö n ü n d e o k u n m u ş olm asın d an v e Islam ın M ek ­ bütün önem siz şeylerin tem izlenm esi uzun acıla­ k e ’yi fe th in d e n son ra K ıble olarak saptanm ış olm asın d an ra mâl olur. Am a en azından bir kez bir self ya­ kaynaklanır. Siyah g ö rü n ü şü ise ü zerin e örtü len ö z e l ö r tü ­ şantısı olmayan insan pek yoktur. Dinsel bir ya­ d e n dolayıdır. H acer-iil E s v e fis # M ekke yakınlarına d ü ş ­ m üş bir m e te o r d u r v e g e n e eahilliye d ö n e m in d e K a b e ’nin şam, kişinin bu yaşantıyı yeniden bulabilmek, ar­ k ö şe sin e yerleştirilm iştir. S ö y le n c e y e g ö r e daha o zam an tık elinde tutabilmek (bir taş da başlı başına kalı­ e rd e m iy le tanınan M uh aıum ed, bu taşın y e rin e k on u lm a sı için seçilm iş kişiydi v e h eıu iz p e y g a m b e r d eğildi, ( ç ıı.) cı bir şeydir), böylelikle şe lfin her zaman danışı- M ekke'deki M uham m edin Islama katmak için kutsamış olduğu siyah taş (Arap el yazm asından. Bir örtünün dört köşesinden, kabile enderleri tarafından, her yıl binlerce müslüman tarafından ziyaret edilen Kabe'ye taşınm aktadır (altta solda). Bir başka iim g e taş d a Scone (ya da talih) taşıdır (sağda). Üzerinde eski Iskoç kralları taç giyerlerdi. 1 3. yy'da Ingiltere'ye getirilip W estminster K atedrali'ne kondu; am a Iskoçlar için önemini hiç yitirm edi. 1 9 5 0 n o e l gecesi bir grup Iskoç milliyetçisi taşı katedralden çalarak Iskoçya'ya götürdüler. 1951 nisanında taş katedrale geri konuldu. Bir turist İrlanda efsanesinde ad ı geçen "Blarney" taşını öpüyor. O nu öpene güzel konuşma yetisi verdiğine inanılır (sağda). labilen bir iç dost olmasını sağlamak için başvur­ gördü. Yukarıdaki örnekte bu, aynı anda iki olgu­ duğu çarelerden biridir. da görünm ektedir: Bunların ortak adı da ölüm Ş elfin en değerli ve en sık rastlanan sem bolü­ haberidir. nün inorganik m addeden bir şey olması gerçeği Belli türde olguların tercihen belli zamanlarda de gen e araştırılmayı bekleyen bir başka şeye, bi- sıklaştığına dikkat etm eye başlarsak, bütün tıp, liııçdışı ruhun m adde ile olan henüz bilinm eyen felsefe hatta mimarlık ve devlet sanatlarını bir “eş ilişkisi sorununa işaret etm ektedir. Bu sorunla oluş” bilimi üzerine kurmuş olan eski Çinlileri de özellikle psikosom atik tıp ilgilenir. Bizim ruh ve anlamaya başlarız. Eski Çin metinleri bunu nasıl m adde dediğim iz içten ve dıştan bakıldığında ay­ yaptığımızı, neden ve sonuçlarını değil, neyin nı bilinm eyen gerçeği de anlatıyor olabilir. Jung neyle bir arada olduğunu araştırırlardı. Aynı dü ­ bu sorun için “Eşzamanlılık” (Senkronisite) adıy­ şü n ceye astroloji ve çeşitli kültürlerdeki fal tek­ la yeni bir kavram ortaya atmıştır. Bu, içsel bir ol­ niklerinde de rastlanır. guyla dışsal bir olgunun, birim leriyle nedensel Jung eşzamanlılık kavramını ileri sürm ekle bir ilişkileri olmaksızın “zamansal bakım dan an­ ruh ve m addenin ilişkisini anlamakta yeni bir ola­ lamlı olan bir rastlantısını” anlatmaktadır. Burada nak açm ış oldu. Özellikle taş sim gesi bu ilişkiyle vurgu “anlamlı” sözciiğündedir. Çünkü elbette yorumlanabilir. Bu gelecekteki fizikçi ve psikolog sayısız anlamsız rastlantı da sürüp gitmektedir. kuşaklarının incelem esini zorunlu kılan hiç araş­ Eğer tam ben burnum u tem izlerken karşımda bir tırılmamış bir gerçektir. uçak düşerse burada hiçbir anlamı olmayan bir Eşzamanlılıktan söz etm enin konudan sapma­ birlikte oluş söz konusudur. Ama bir mağazaya mıza neden olduğu görülüyor. Ama kısa da olsa mavi bir elbise ısmarladığım halde oradan bana söz edilmesi gerekiyordu çünkü burada yaratıcı siyah bir elbise gönderilirse ve de tam o gün bir gelecek olanakları ile dolu bir kavram bulunmak­ akrabam ölürse bu beni “anlamlı” bir rastlantı ladır. Her şeyden ön ce eşzamanlı olgular özellikle olarak irkiltir. Bu iki olay birbirleriyle nedensel bireyleşm e sürecinin en önem li evrelerinde orta­ olarak bağlı değildir ama bir “anlam” onları birbi- ya çıkmaktadır. Sadece bunlar çok dikkati çekm ez riyle ilişkileııdirir, bu da siyah rengin toplum u- çünkü bireyler bugün düşleri ve dış olguları anlam muzdaki anlamıdır. eşitlikleri bakımından görm eye alışık değillerdir. Jung kişinin yaşamındaki böyle anlamlı birlik­ telikleri gözlem lediğinde düşlerde tam o sırada bilinçdışm da bir arketipin de aktive olduğunu Ressam Hans Haffenrichter'in bir resmi, her taş g ib i bir bütünlük simgesi olan bir kristali andırıyor. Self'le ilişki Bugün pek çok kim se, özellikle de işleri n eden iy­ re deliğinin önünde bekleyen kedi benzetm esini le kentlere yazgılı olanlar, can sıkıcı bir boşluğun kullanırlar. Bununla anlattıkları dikkatin ne çok sıkıntısını çekiyorlar. Sanki bir türlü gelm ek bil­ gergin ne de çok gevşek olması gerektiğidir. “Bu m eyen bir şey bekleniyor. Gerçi sinema, spor yol denenm eye başlandığında... Zamanla doğru an olayları, siyasal heyecanlar bizi bir süre çek ebili­ geldiğinde bireyin ruhsal içinin sanki yere düşen yor ama bunların ardından gen e yorgunluk ve olgun bir kavun gibi birdenbire açılmasını sağlayan düş kırıklığıyla evin kuruluğuna dönülüyor. bir şeyin oluvermesi şeklinde meyvesini verecek ­ Çağdaş insan için yaşanmaya değer tek serü­ tir. O zaman bunu uygulayan, sadece içtiği suyun ven ancak kendi içinde bulunabilir. Bunun böyle soğuk mu sıcak mı olduğunu bilen biri gibi olur. olduğu sezgisiyle bugün birçok kimse Yoga ve Bütün kuşkular uçar, gider ve de kişi köşe başında benzeri D oğu öğretilerine yönleniyorlar. Söz k o­ babasıyla karşılaşan biri gibi mutlu olur.” nusu serüven bunlarda bulunamaz oysa; çünkü Böylelikle alışilagelmiş yaşamın ortasında bir­ kişi yalnızca Hintli ve Çinlilerin halihazırda var denbire h eyecan verici bir iç serüven başlar. Bu olan bilgilerini üstlenerek doğrudan kendi iç m er­ herkes için tek ve biricik olduğundan başkası ta­ kezi ile karşılaşamamaktadır. Kendi içine yoğ u n ­ rafından ne taklit edilebilir ne de çalmabilir. laşma da gerçi aynıdır ama Jung, kişinin herhan­ Kişi çoğunlukla iki n eden d en kendi ruhunun gi bir yön erge olmaksızın yalnızca ve özgürce yön eten m erkeziyle tem ası yitirir. Bunlardan biri kendi iç varlığına ulaşabileceği yolu göstermiştir. bir içgüdüsel dürtünün ya da duygusal im genin S elfm gerçekliğine gündelik olarak bir parça onu, dengesini yitirm esine neden olan bir tek dikkat edildiğinde iki ayrı düzeyde ya da iki ayrı yönlülüğe götürm esidir. Bu hayvanlarda da olur; dünyada yaşanıyor gibi bir durum ortaya çıkar. Bir örnekse cinsel tutkuya kapılmış olan bir erkek yandan daha ön ce de olduğu gibi dikkat dış dünya­ geyik bütün korunm a duygusunu, hatta açlığı daki olaylara, görevlere yönelirken, aynı zamanda tüm den unutur. İlkel halklar bu tek yönlüleşm e- gerek dış olgularda, gerek düşlerde şelfin, am acı­ ye “ ruhun yitimi” adını verirler ve bundan çok nı ve yaşamın akışının hangi yöne gideceğini açık korkarlar. Bu tür bozukluğun bir başka biçim i de ettiği bütün işaretlere, göz kırpışlara dikkat edilir. sürekli olarak belli ve gizli karmaşalar çevresinde Bu tür yaşantıyı tanımlayan eski Çin metinleri, fa­ dönen gündüz düşleridir. Aslında gündüz düşleri kişinin kendi karmaşalarıyla tem asa geçm esin den kum resimleri yardımıyla, hasta bir kişiyi kendiy­ kaynaklanır; ama aynı zamanda bilincin yoğ u n ­ le ve evrenle yem den uyumlu hale getirm ek, böy- laşma yetisini ve sürekliliğini de tehdit eder. lece sağlığına kavuşturmak için uğraşırlar. İkinci n eden tam karşıt niteliktedir; ego bilin­ Doğu uygarlıklarında benzer resimler iç varolu­ cinin aşırı sağlamlaşmasındandır. Her ne kadar şun pekiştirilmesi ya da kişiyi derin meditasyona disiplinli bir bilinçlilik bütün uygar etkinlikler için ulaştırmak amacıyla kullanılır. Mandalamn önünde zorunluysa da -b ir dem iryolu makasçısı düşlere derin tefekküre dalmak bir iç barışa, yaşamın yeni­ dalarsa ne olacağını herkes b ilir- bunun ş e lfte n den anlam ve düzen kazandığı duygusuna ulaştırır. gelen dürtüleri, mesajları bloke etm ek gibi ciddi Mandala aynı zamanda bu tür bir dinsel gelenek­ bir dezavantajı da vardır. Bu yü zden b irçok uygar ten etkilenmemiş olan, bunu bilmeyen çağdaş in­ kişinin düşleri bilinçaltı ve onun çekirdeği self ile sanın düşlerinde kendiliğmden göründüğü zaman temasın yen iden kurulması ile ilgilidir. da bu duyguyu ortaya çıkarır. Belki pozitif etkisi Ş elfin mitolojik temsilleri arasında dünyanın bu gibi durumlarda daha da büyük olur çünkü bil­ dört köşesi kavramına sık sık rastlamr. Çoğu im­ gi ve gelenek kimi zaman düşünceyi karıştırabilir, gede de Ulu Adam, d örd e bölünm üş bir çem berin doğaçlam a yaşantıyı durdurur. m erkezinde görünür. Bu oluşumu Jung, Hindu Altmış iki yaşındaki bir kadının aşağıdaki dü­ kavramı olan “mandala” (büyülü halka) sözüyle şünde kendiliğinden ortaya çıkan bir mandala ö r­ adlandırmıştır. Bu ruhun çekirdek atomunu sim­ neği bulunmaktadır. Bu kişinin yaşamının çok ya­ gelem ektedir, bunun aslı ve anlamı hakkında h iç­ ratıcı yeni bir evreye geçişine bir prelüd gibi o r­ bir şey bilmiyoruz. İlginçtir ki Naskapi Kızılderili­ taya çıkmıştır. leri kendi “ Ulu A dam ’larım bir insan biçim inde değil bir mandala şekliyle gösterm ektedirler. Nas- Yarı aydınlık bir manzarayı seyrediyorum. kapiler içsel yaşantıyı dinsel ayinlerin, doktrinle­ Arka tarafta yumuşak bir şekilde yükselen ve rin yardımı olmaksızın doğrudan doğruya, safça aynı düzeyde devam eden bir tepe görüyo­ yaşarken diğer toplumlar mandala motifini yitik rum. Onun başladığı ufuk çizgisinde “altın gi­ bir iç dengeyi yem den kurabilmek için kullanırlar. bi parlayan kare şeklinde bir disk” ilerliyor. Örneğin Navaho Kızılderilileri mandala biçimli Kentlilerin sık sık şikayet ettiği can sıkıntısı duygusu zam an zam an macera filmleri (en solda) ve "eğlencelerle" (solda) da ğılır. Jung, bireyler için tek maceranın, bilinçdışının keşfi olduğunu vurgulamıştır. A m aç self'le bir bağlantı kurmaktır. M a n d a la bütünlüğü simgeler ve Brasilia'daki katedralin yapısında kendini göstermiştir (sağda). Ön tarafta filizlerin çıkmaya başladığı koyu N avah oların sağaltım töreninde kum resimleri (en üstte]. Hastanın içine girm eden önce çevresinde d o la şacağı bir mandalanın planı (üstle). C . D. Friedrich'in "Kış m anzarası". M a n z a ra resimleri genellikle "ruh hali"ni gösterir (solda). renk sürülmüş toprak var. Birden “üzerinde Aniela Jaffe’nin bu kitabın daha sonraki sayfa­ gri bir taş levha bulunan yuvarlak bir masa” larında gözlem leyeceği gibi, yuvarlaklık (m anda­ görüyorum. Aynı anda kare disk de masanın la m otifi) genellikle doğadaki bütünlüğü sim ge­ üzerinde duruyor. Tepeden ayrılmış ama na­ ler; buna karşılık dörtgen, bunun bilinç tarafın­ sıl ve neden buraya geldiğini bilmiyorum. dan algılanışını gösterir. Düşte dörtgen disk ve yuvarlak masa bir araya geliyor. B öylece m erke­ Manzara düşlerde -sık sık da sanatta- sözle zin bilinçli algılanışına ulaşılmıştır. Yuvarlak masa anlatılamayan, bilinçdışı duygu durum unu sim ge­ bütünlüğün iyi bilinen bir simgesidir ve m itoloji­ ler. Burada loş ışık güneş ışığının, yani gündüz bi- de de rol oynar; buna en bilinen örnek Kral Art- linçliliğinin, egonun kısıldığım ve “iç doğa’Yım ar­ hur’un Yuvarlak Masası’dır ve bu da aslında Son tık kendi ışığıyla aydınlandığını gösterir. Bize Yemek im gesinden türemiştir. dörtgen şeklindeki diskin ufukta belirdiği anlatıl­ Ne zaman bir kişi, öznel düşünceleri ve d uy­ maktadır. O zamana kadar selfiıı simgesi olan bu gularıyla geviş getirm eksizin, düşleri ve özgün disk düşü görenin zihinsel ufkunda bir sezgiden fantezilerini izleyerek, kendi nesnel doğasına ve ibaretti; şimdi ise ortaya çıkmakta dahası ruhsal bilinçdışm a dönse, kendini tanımaya yön else er manzaranın ortasına yerleşm ektedir. Çok ön ce g e ç şelfi ortaya çıkar. O zaman ego bütün yeni­ ekilmiş olan tohum artık filiz veriyor; düşü gören lenm e olanakları için gereken içsel gücü bulur. uzun bir- zamandan beri düşlerini dikkatle izle­ Ama burada, benim şimdiye dek ancak dolaylı m ekteydi ve artık bu çaba ürün veriyor. (Kozm ik olarak sözünü ettiğim en zor sorunla karşılaşılır. insanla bitki arasındaki ilinti akla geliyor.) Şimdi Bu bilinçdışmın bütün biçimlenişlerinin, gölge, altın disk birden sağa doğru, yani nesnelerin bi­ aııima, aniıuus ve şelfin bir aydınlık, bir de karan­ linçli hale geldiği yana harekete geçiyor. “Sağ” lık yanlarının olmasıdır, örn eğ in daha ön ce de b e ­ daha birçok şeyin yanında sıklıkla bilinç, uyum lirttiğimiz gibi gölge, kişinin alt etmesi gereken gü­ tarafı, “d oğru” olan taraf demektir. Buna karşılık düsel bir dürtüyü içerebilir. Ama bu, kişinin besle­ “ sol” uyum suz, bilinçdışı tepkileri, bazen de mesi ve izlemesi gereken gelişm eye yönelik bir gü­ “ters” olanı belirtir. Sonunda altın diskin hareke­ dü olabilir. Aynı şekilde anüna ve aııimusun da iki ti sona erer, yuvarlak taş masanın üzerinde du ­ yönü vardır; onlar da kişiye yaşam veren bir geliş­ rur. Artık kalıcı bir zem ine ulaşmıştır. m e ve yaratıcılık sağlayabildikleri gibi katılaşmaya Bu sayfada anlatılan düş (düşü görenin kendinin yaptığı) resimlerinde m andala motifi d a ire yerine dörtgen olarak görünüyor. Genellikle dörtgen formlar, iç bütünlüğün bilinçle gerçekleşmesinin simgesidir (solda). Bütünlüğün kendisi genellikle, düşte de görülen yuvarlak masa g ib i daire figürleriyle gösterilir. Kral Arthur'un söylencedeki yuvarlak masası (15. yy'd a n bir elyazm asında) (sağda). Bir vizyonda kutsal kupa görünür ve şövalyeler ünlü arayışlarına başlar. Kupanın kendisi içsel bütünlüğü simgeler. ve ölüme de yol açabilirler. Hatta self, bilinçaltıma sağ çıkamadığını söylemişler ama o yılmamış. ya da bütünlüğün bu en kapsamlı simgesi de b ö y ­ Sonunda yuvarlak bir yapının önüne gelmiş. le ikili bir yan taşır. Bunu daha ön ce örnek verilen, Elinde ayna tutan bir berber onu içeri buyur aydaki ufak kadının masal kahramanına yardım et­ m ek istediği ama gerçekte kızın bir örüm ceğe d ö ­ nüştüğü Eskimo masalı çok iyi anlatır. Hatta şelfin tehlikeli yam, aynı zam anda en büyük gü ce de sahip olduğundan, n eredeyse da­ ha büyüktür. Tehlike burada kelimenin tam anla­ mıyla örüm cek haline dönüşm ekte, yani hezeyan ­ edip hamama götürmüş. Ama suya girer gir­ mez bir gök gürültüsü duyulmuş, her yer kapkaranlık kesilmiş, berber de kaybolmuş ve su yükselmeye başlamış. Hatem çaresizce çepeçevre yüzmeye baş­ lamış; bir yandan da su yüksele yüksele kub­ beye ulaşmış. Artık işinin bittiğini düşünüp duasını etmiş ve kubbenin kilit taşını tutmuş. lar örm eğe başlamaktadır. Örneğin bu noktada O zaman gene bir gök gürültüsü olmuş, her kişi büyük bir heyecanla en derin kozmik bilm e­ şey ortadan silinmiş ve Hatem kendini bir ç ö ­ celeri yakaladığına, çözdü ğü ne inanabilir. Bu ara­ lün ortasında yapayalnız buluvermiş. da bütün insan gerçekliğiyle bağlantısı k opm uş­ Çölde ilerlemeye başlayan Hatem neden tur. Bu durum un güvenilir bir belirtisi mizah algı­ sonra zar zor çok güzel bir bahçeye ulaşmış. sının ve insancıl duyguların yitimi olabilir. Bunun ortasında halka şeklinde dizilmiş taş Bu durumda ş e lfin ortaya çıkışı kişinin bilinç­ li egosu için büyük bir tehlike de oluşturmakta­ dır. Ş elfin iki yönlü özelliği “B adgerd Hamamı’nm Gizem i” adlı şu güzel İran peri masalında ço k iyi gösterilmiştir: heykeller varmış. Bu halkanın tam ortasmda kafesi içinde bir papağan duruyormuş. O sıra­ da yukarıdan bir ses duymuş: “Ey yiğit, bu ha­ mamdan canlı çıkamayacaksın. Günün birinde Gayomart (İlk İnsan), güneşten ve aydan da­ ha parlak koca bir taş bulmuş, onu kimsenin bulamayacağı bir yere saklamıştı. Bunun için Soylu prens Hatem Tai sultandan Bad­ bu büyülü hamamı yaptırdı. Burada gördüğün gerd (Olmayış Kalesi) Hamamı’nın gizemini papağan büyünün bir parçasıdır. Onun ayakla­ araştırma buyruğunu almış. Hatem Tai bir rının altında altm bir yayla altın oklar vardır. dolu maceradan korkusuzca geçip kaleye Onlarla üç kez deneyeceksin. Eğer kuşu vura- yaklaşmış. O zamana kadar oradan kimsenin w i(w fu & to itu w tT to H n ir 0* it tH&fhumfi n ro u ı bilirsen lanet kalkar. Ama vuramazsan sen de m e sürecinin tarzını kullanıp kopyalamak değildir. buradaki öbürleri gibi taş kesileceksin.” Daha çok onun başardığı gibi, aynı cesaret ve dü­ Hatem oku birinci atışında ıskalamış ve he­ men o an bacakları taş olmuş. İkinci deneme de boşa gidince göğsüne kadar taş olmuş. O zaman gözlerini kapatıp Allah-ü ekber demiş, oku körlemesine atmış ve papağanı vurmuş. O an gene gök gürültüsü duyulmuş, her yeri toz duman kaplamış. Dumanlar dağılınca papağa­ nın yerinde kocaman bir elmas parlıyormuş. Aynı anda bütün taş heykeller de canlanmış ve ona kurtuluşları için teşekkür etmişler. rüstlükle kendi içsel yolunu izlemektir. Elinde aynayla ortaya çıkan ve kaybolan b er­ ber, Hatem’in en gerekli anda yitirdiği yansıtma yetisini, yükselen sular bilinçdışm da boğulm a, kendi duyguları içinde kaybolma tehlikesini sim­ gelem ektedir. Çünkü bilinçdışm ın işaretlerini an­ layabilmek için kişi kendini yitirmemelidir. Bilinçdışının sim gesel yönergelerini kavrayabilmek için kişinin kendini yitirm em eye dikkat etm esi, duygusal olarak daima “kendi kendisi” olması g e ­ Burada self simgeleri kolayca tanınabilir: İlk in­ san Gayomart, yuvarlak, mandala biçiminde ha­ mam, kubbenin kilit taşı ve elmas. Ama bu sonun­ cusu tehlikelerle sarılmıştır. Şeytani papağan, in­ sanların ereklerinden sapmalarına, ruhça taşlaş­ malarına neden olan taklit ruhu temsil eder. Daha ö n ce de işaret ettiğim gibi, bireyleşm e süreci, baş­ kalarının bu papağana benzeyen her türlü taklidi­ ni dışlar. Zaman zaman bütün ülkelerde insanlar içsel önderlerin, İsa’nın, Buda’nın ve benzerlerinin tem el dinsel yaşantılarım birtakım “dış” ya da tö ­ rensel yöntem lerle taklit etm eye çalışmış, bu yüz­ den de “taşlaşmış”lardır. Büyük ruhsal önderi izle­ mek onun yaşamında sürdürmüş olduğu bireyleş- rekir. G erçekten de egonun normal yolda işlev görm eyi sürdürm esi yaşamsal önem dedir. Çünkü ancak bilinçli bir insan olarak, m ükem m el olm a­ dığım ın bilin cin d e kalabilirsem önem li içerik ve süreçlerini algılayabilirim. Ama bir insan kendisiyle evrenin birliği duygusunun gerilimini, o sırada yalnızca zavallı bir dünya ya­ ratığı iken nasıl kaldırabilir? Bir yandan, eğer kendimi sad ece istatistik bir sayı olarak algılar­ sam, yaşamımın hiçbir anlamı kalmaz. Am a öte yandan kendimi çok daha büyük bir şeyin sadece bir parçası sayarsam ayaklarımı sağlam basmayı nasıl sürdürebilirim? Bu içsel zıtlıkları içim izde, birine ya da öbürüne düşm eksizin birlikte tutabil­ m ek gerçekten ço k zordur. Heraclitos çayının azg ın suları bir G rek tapınağını basıyor (Fransız ressam André M asson'un bir resmi) (en solda). Resim içsel dengesizliğin sonuçlarını anlatan bir allegori olarak görülebilir. M a ntık ve aklın Yunanlılarca vurgulanışı (tapınak) içgüdüsel güçlerin yok edici boşanışına neden olm aktadır. Daha doğrudan bir allegori (1 5. yy Fransız allegorik şiiri "Roman d e la Rose"daki bir resimde): M a n tığ ı gösteren figür do ğ a yla karşılaşınca şaşkınlığa düşer (solda). Pişmanlık içindeki a z iz M a ria M a g d a le n a aynaya bakıyor (1 7. yy Fransız ressam G eorges de la Tour'un bir resmi). M a d g e rd Ham am ı masalındaki g ib i burada d a ayna, doğru ve içgörülü "yansıtma"nın gerekliliğini simgelemektedir (sağda). bilin çd ışm ın Self'in toplumsal yönü Bugün, özellikle de büyük kentlerde kendini belli larla gezm eye gitm ek istersiniz; ama bir düş bunu eden muazzam nüfus artışının bizim üzerimizde yasaklayarak onun yerine yaratıcı bir iş yapm aya bunaltıcı bir etkisi olması kaçınılmazdır. Hepimiz sizi zorlar. Eğer bilinçdışm ızı dinlerseniz, bilinçli “ Pekala, ben yalnızca, tıpkı bınlercesi gibi şu ya da planlarınızla sürekli bir çatışm a beklenebilir. İs­ bu adreste yaşayan şu ya da buyıım. Bunlardan tencinizin önü diğer amaçlarla, teslim etm ek ya birkaçı ölürse ne fark eder? Daha elde yeteri ka­ da en azından ciddi bir şekilde düşünm ek zoru n ­ dar var” diye düşünüyoruz. Gazetelerde, bizim da olduğunuz amaçlarla kesilmiştir. Bireyleşm e için şahsen bir anlam taşımayan sayısız m eçhul in­ sürecinin zorunluluk ve yük olarak algılanışının sanın ölümünü okuduğum uzda da içimizdeki ken­ nedeni bııdur. di yaşamımızın da hiç önem i olmadığı duygusu Bütün seyahat edenlerin koruyucusu Aziz daha da büyüyor. İşte bu nokta bilinçdışına ilginin Kristof bu yaşantı için uygıın bir simgedir. Söy­ en fazla işe yarayacağı andır. Çünkü yaşamın her lenceye göre Kristof aşırı gü ç duygusuyla kibirliy­ ayrıntısının en belirgin gerçekliklerle nasıl iç içe di, ancak en güçlü olana hizm et etm ek istiyordu. örülü olduğunu insana apaçık gösteren düşleridir. Hizmetini ön ce bir krala sundu ama onun şeytan­ Kuramsal olarak hepimizin bildiği, her şeyin bi­ dan korktuğunu görü n ce ondan ayrılıp şeytanın reylere dayandığı gerçeği, herkesin ancak kendi hizmetine girdi. Am a şeytanın da İsa’dan korktu­ başına yaşayabileceği gerçekler olarak düşlerde el­ ğunu görü nce ona hizm et etm eye, onu buluncaya le tutulur hale gelir. Kinıi zaman Ulu Adam’m biz­ kadar beklem eye karar verdi. Bir keşiş onu bir ır­ den bir şeyler istediği, bize çok özgün görevler ver­ mağın en dar yerinde bulabileceğini söyleyince diği şeklinde güçlü bir duyguya kapılırız. 15u yaşan­ böyle bir yer bulup yıllarca orada, ırmağın karşı­ tıya yanıtımız bize, kendi ruhumuzu ciddiye alarak sına geçm ek isteyen yolcuları sırtında taşıdı. Fır­ kolektif önyargıların akıntısına karşı yüzebilmek tınalı bir g e ce d e küçük bir çocu k gelerek karşıya için gereken gücü sağlamakta yardımcı olur. geçm ek istedi. Kristof çocu ğ u kolayca sırtladı Elbette bu her zaman kolay kabul edilir bir g ö ­ ama ırmağın içinde attığı her adımda sırtındaki rev değildir. Örneğin bir sonraki pazar arkadaş­ yük ağırlaşıyordu. Irmağın ortasında artık “sııtırı- da sanki bütün evreni taşıyordu” . 0 zaman om u z­ larında taşıdığının, beklediği İsa olduğunu kavra­ dı; İsa da bütün günahlarını bağışlayarak ona ebedi yaşam verdi. Bu m ucizevi çocu k , sıradan insanı kelimenin tam anlamıyla “bastıran” ama aynı zam anda da kurtarabilecek olan şe lfin simgesidir. Sanatta bu çoğunlukla sırttaki yerküre ile gösterilir, çünkü ço cu k ve küre bütünlüğün en yaygın simgeleridir. Kişi kendi bilinçdışınııı isteklerine uymaya ça ­ lıştığında yalnız kendine uygun olanı yapamaz, aynı şekilde sad ece çevresinin isteklerini de yeri ne getirem ez. Bu arada kendini bulabilmek için sık sık kendi grubundan, örneğin ailesinden, eşin­ den ve öbür kişisel bağlantılarından larklı düşm e­ yi de göze almak durum unda kalır. Bunun son u ­ cu olarak kimileri, bilinçdışını gözetm enin kişiyi toplum dışı ve bencil yaptığını ileri sürerler. Ama Psikoljik olgunluğa erişmek bireyin aslında öyle olm az; çünkü burada daha az bilinen kendi işidir. Bu yüzden de bugün bir başka gerçek, yani ş e lfin kolektif ya da to p ­ gittikçe zorlaşıyor. Çünkü insanların lumsal yönü oyuna girer. bireyselliği yayg ın konformizmin tehtidi karşısındadır. Stereo tipik yap ılarıyla Pratik bir bakış açısından bu etm en, düşlerini modern bir Ingiliz yerleşim yeri (en belli bir süre izleyen kimsenin, kısa zamanda ç o ­ solda). İsviçre'de bir spor gösterisi ğunlukla çevresindeki diğer kimselerle olan ilişki­ o rganize bir kitle görünümü sunuyor (solda). W illia m Blake'in Songs of Innocence and Experience yap ılından bir sayfa (üstle). Şiirler Blake'in "Kutsal Ç ocuk" kavramını, self'in tanınmış bir simgesini anlatıyor. 16. yy'd a n bir tablo (sağda). (Bir yerküreyle çevrili olan) Kutsal Çocuk İsa'yı (m andala ve simge) taşıyan A ziz Krislof. Bu yük, Krislof'un gezginlerin koruyucusu rolü ve insanın ruhsal bütünlük yolunu aram a zorunluluğunu yansıttığı kadar, bireyleşme sorununun "a ğ ırlığ ı” nı da simgeliyor (bir arabanın kontak anahtarında Krislof m adalyonul (en sağda). leriyle uğraştığını fark etm esiyle ortaya çıkar. Ör- neğin düşler onu bir kişiye fazla güvenm em esi Kendini bilinçle gerçekleştirmek insanlar için uyarabilirler ya da düşünde, o ana dek dikka­ arasında, aile gibi açık do ğal gruplar tini çekm em iş birisiyle kendisini mutlu eden bir oluşmasını yadsıyan bir bağlantıya neden o la b ilir (üstte solda). Bilinç düzeyinde bir karşılaşma görür. Elbette düş bir kimseyi bu tarz­ ruhsal akrabalık, kültürel gelişimin çekirdeği da ortaya çıkarıyorsa bunun iki türlü yorum u ola­ olabilir. 18. yy'ın Fransız ansiklopedistleri bilir. Birincisinde bu kimse bir yansıtma olabilir, (aralarında elini kaldırmış olan Voltaire) yani düş imgesi düşü görenin kendisinin bir iç y ö ­ nünün simgesidir. Örneğin birisi düşünde uygun­ suz bir kom şu görebilir, ama kom şu burada düş tarafından kişinin kendi uygunsuzluğunun resmi olarak kullanılmıştır. Düş yorum unun buradaki işi, kişinin hangi özel alandaki uygunsuzluğunun söz konusu olduğunu ortaya çıkarmaktır. (Bıına özne düzeyinde düş yorum u denir.) Ama düş bize gerçek ten diğer kim selere dair bir şey de söyleyebilir. Bu şekilde bilinçdışı bu g ü ­ ne kadar tam anlaşılmamış olan bir rol oynam ak­ tadır. Bütün yüksek canlı türlerinde olduğu gibi insan da bilinçdışı olarak çevresindeki canlıların dışavurumlarına göre kendini uyarlamıştır. Bi­ linçdışı onların acılarını, sorunlarını, olum lu, olum suz özelliklerini ya da değerlerini, onlara iliş­ kin bilinçli düşüncelerinden tüm üyle bağımsız, içgüdüsel olarak alır. Düş yaşamı bizim bu eşikaltı algılamalar süre­ cine bir göz atabilmemizi sağlar, bunların bizi et­ kilediğini d e gösterir. Çevrem deki bir insana iliş­ kin hoş bir düş gördüğüm de, istem eden, düşü de hiç yorumlamadan, o güne kadar dikkat etm edi­ ğim o kişiyle daha çok ilgilenm eye başlarım. Bu sırada düşüm beni, kendi yansıtmalarımla aldat­ mış olabileceği gibi, beni objektif olarak bilgilen­ dirm ekte de olabilir. Bunu bulmak için dürüst, (üstte). 2 0 . yy başlarında M a x Ernst'in "D a d a is tle ri (altta). İngiliz W ills Laboratuvarlarında fizikçiler (en altta). İnsanın bugün gereksindiği ruhsal birlik, birçok düşle, "Hiroshima. M o n Amour" (1 9 5 9 ) filmindeki Fransız kızın Japon erkekle birleşmesiyle anlatım ını buluyor (üstle). Yani psişik dissosyasyon 2 0 . yy'ın bir tablosuyla, Atom Bombası patlamasıyla simgeleniyor (sağda). dikkatli bir tutum ve bilinçle düşünm ek zorunlu­ kim seler vardır; dikkatle bakıldığında ise onların dur. Am a bütün içsel süreçlerde olduğu gibi bura­ ancak benim yaramaz köpeğim le yapabildiğimi da da self en üst makamdır. Bu yüzden bütün in­ yaptıklarını görürüz; yani köpeğe sadece, nasıl ol­ san ilişkilerini de bilinçli ego sorunu ele alarak ya­ sa yapacağı sezilen em irler verilir. Ancak uzun bir nıltıcı yansıtmaları ortaya çıkarıp onu kişinin dı­ çalışmayla, bilinçli konum un da değişm esiyle bir­ şında değil içinde düzeltm edikçe, o düzenler. Bu likte, bilinçdışı adım adım değişebilir. K am uoyu­ yüzden çoğunlukla ruhça birbirine uyan, aynı zih­ nu etkilem eye niyetli kim seler simgeleri kullan­ niyete sahip kişiler birbirlerini bulurlar ve bu dıklarında elbette bu kimseler, gerçek sim ge iç e ­ gruplanış bütün dış toplumsal, örgütsel düzenle­ riğini kullanmak koşuluyla, insanlara daha kolay m elerden bağımsız olarak işler. Birleştirici unsur seslenebilirler; gen e de insanlarm duygularının, bilinen ilişki, çıkar ortaklıkları değil, self aracılı­ bilinçdışlannın gerçek ten harekete geçip g e ç m e ­ ğıyla oluşan bir bağdır. Böyle bir grup başkalarıy­ yeceği ön ced en hesap edilem ez. İstatistikler h iç­ la mutlaka çatışm a halinde değildir, yalnızca “özel bir prodüktörün, bir müzik parçasının “hit” olup ve başka”dır. Çok büyük toplum sal zorunluluklar olm ayacağım ön ce d e n bilem eyeceğini gösterm iş­ ise bu grup oluşumu için çok zararlı da olabilir, tir. Bilinçdışının bireylerde olduğu gibi kitlelerde çünkü bilinçdışının insanları birleştiren gizli etki­ de kendi özerkliğini koruduğu anlaşılıyor. sini engeller. Bu bakımdan, “ideal” bir m otiften Tam da bu nokta bilinçdışmı tanıyanlarca en hareket edilse bile, kitle bilincinin yalnızca bir fazla kuşku belirtilmiş olan noktadır. Çünkü düş­ gerçeğin bildirilmesini aşan nitelikte siyasal ola­ ler çok sık olarak hem en daha o gün karşılaşılmış rak kurcalanması, reklam ve propaganda zararlı­ olan motifleri içerir. Am a dikkatle bakıldığı zaman dır. Burada elbette, insan ruhunun bilinçsiz tara­ bu “gündüzden kalanlar”m çoğunlukla değiştiril­ fım etkilem enin m ümkün olup olmadığı sorusu da diği ya da tümüyle farklı bağlamlarda kullanıldığı ortaya çıkar. Pratikte düşlerin etkilenem ediği g ö ­ görülebilir. Ayrıca düşün neden tam da bu motifi rülmüştür. G erçi bunu yapabildiklerini ileri süren seçtiği, binlerce öbür m otife ise hiç dokunmadığı da sorgulanmalıdır. Bilinçdışı yalnızca kendi y o ­ rum ilintilerine uyan imgeleri, olguları seçm ek te­ dir. Örneğin kendi çocu k su doğallığım bastırmış olan birisi, trafikte çiğnenen bir çocu ğa ilişkin bir şeyler okur, hem en o g e ce de bununla ilgili bir düş görür. Dıştaki olgu bilinçdışı tarafından alınmış, bir iç gerçekliğin simgesi olarak kullanılmıştır. Kolektif dış içerikler için de böyle olur. Bunda da bilinçdışı dış dünya yaşantılarından, kendini dışavurabileceği resimleri seçer. Örneğin ben çağdaş düşlerde sık sık, ruhun “yaralı nokta”sının yani şelfin kolayca ortaya çıkacağı yer olan büyük ça­ tışmanın simgesi olarak Berlin’i bölen duvarın g ö ­ rüldüğüne tanık oldum. Birçok düş de “Hiroshimam on A m our” (Hiroşima Sevgilim) filmine ilişkindi. Çoğu da ya filmdeki sevgililerin yeniden bir araya gelmesi (şe lfin bir görünüşü olarak) ya da bir atom patlaması (çıldırma ve toptan yok oluş sim­ gesi olarak) mesajlarım içerm ekteydi. Bu filmlerin bilinçdışını etkilemiş olduğu kolaylıkla sanılabilirdi; oysa durum kesinlikle öyle değildi. Bilinçdışı fil­ mi kendini ifade etmek için kullanıyordu. Kam uoyunu sad ece m anipüle eden yetkililer, ekonom ik baskı ya da şiddet uyguladıklarında bir süre için halkın ruhunu etkileyebilirler. Ama bu yalnızca bilinçdışının bastırılmasıdır ki bu da ka­ labalıklar için, bireyde olan sonuçların aynını v e ­ rir; yani ruhsal hastalığa yol açar. Çünkü bilinçdı- Özgürlük. Fransız devrimcilerinin yol O lumlu Anima figürleri çoğunlukla göstericisi (Delacroix'nın bir tablosu] yardım cı olup yol gösterir. Davud, peri (sağda). Bilindışı içeriği serbest M e lo d ia 'd a n esinleniyor (1 0. yy'ın bir bırakarak bireyleşmede yardım cı dua kitabından) (sol üstte]. G em i olan A nim a'nın işlevini simgeliyor. kazazedesi bir denizciyi bir tanrıça Fantezi film "M etropolis"de (1 9 2 5 ] kurtarıyor (1 6. yy'd a n tablo) (üstte). bir kadın robota benzer işçileri, Kumar oynayanların "Lady Luck" ruhsal "kurtuluşu" aram ak için "Bayan Şans"ı (2 0 . yy başlarında bir zorluyor (en sağda). M o nte C arlo kartpostalı] (sağda). Bu d a yardım cı bir Anima. şını uzun süre bastırmaya yönelik bütün girişim­ ması için büyük bir siyasal etkinlikle çalışan bir ler, içgüdülere aykırı olduklarından başarısız kal­ adam şu düşü görm üştü: maya yazgılıdır. Hem şerilerimle birlikte m erdivenlerden bir Yüksek hayvanların toplumsallığı üzerinde ya­ m üzenin, siyah boyalı bir gem i kamarasını andı­ pılan araştırmalardan, küçük grupların (on-elli ran bir salon olan çatı katına çıkıyoruz. İçeriden arası) genellikle hem tekil hayvan hem grup için şatafatlı giyimli, orta yaşlı bir kadın kapıyı açıyor; olabilecek en iyi yaşam olanaklarım sağladığım adı X. (X düşü görenin ülkesinin, Fransa’nın Je- biliyoruz, insanın da burada bir istisna oluştur­ anne d ’A rc’ı ya da İsviçre’nin Wilhelm Tell’i gibi madığı görülüyor. Gerek ruhsal yaşamının gerek ­ tarihi bir özgürlük kahramanıdır. Am a X g e rçe k ­ se ruhsal sağlığının ve hayvanlardan fazla olarak te erkektir ve kızı da yoktu r.) Salonda iki soylu da kültürel yetilerinin böyle bir toplum sal işlevde kadının çiçekli, brokar giysili portreleri asılı. Ba­ cıı iyi geliştiği anlaşılıyor. Bugün bireyleşm e sü­ yan X bu portreleri anlatırken bunlar canlanıyor­ recini tanıyabildiğimiz kadarıyla “s e lf ’ her zaman lar; ö n ce gözler hareket ediyor, sonra göğüsleri böyle bir grup biçim lendirm eye eğilimlidir, bu da inip kalkmaya başlıyor. İnsanlar şaşırarak bir bir yandan bütün insanlar için bir duygu bağı, öte konferans salonuna toplanıyorlar; orada bayan X yandan belli bireyler için belirli duygu borcu bu olguyu açıklıyor. Resim leri kendisinin düş gü ­ oluşturmakla olur. Bu bağlar ancak self bütünlü­ cü ve duyguyla canlandırdığını söyleyince, bazı ğü tarafından kurulursa, gurur çatışmaları, kıs­ kim seler öfkeyle bayan X ’in delirmiş okluğunu kançlık ya da olum suz yansımaların gruba sıçra­ söylüyorlar; hatta bazıları salondan çıkıp gidiyor. mayacağı umulabilir. Konumuzla ilgili olarak önem li olan motif, aııi- E lbette bu görüş farklarının ya da görev çatış­ ma figürü olan bayan X ’in düşün doğrudan uy­ malarının olm ayacağı anlamına gelm ez, ama her durduğu, ama büyük bir ulusal kahramanın adını bireyin her seferinde etkin bir şekilde geri çekil­ taşıyan birisi (Ö rneğin Tell’in kızı W ilhelmina Teli m esi, kendi şelfin in yönlendirdiği pozisyonu bul­ gibi) olmasıdır. Bu yoldan bilinçdışı düşü görene, mak için iç sesini dinlem esi gerekir. bugün bu kişi için söz konusu olanın bir zamanlar Yurttaşlık görevlerinin yerine getirilmesinin X ’in yaptığı gibi yurdunu dışarıdan çabalarla kur­ dışında fanatik parti uğraşlarının bu yüzden bi­ tarmaya çalışmak olmadığını, kurtuluşun anima, reyleşm e süreciyle uyuşm az olduğu görülür. Ör­ yani ruh tarafından, tıpkı resim lerin canlanışı gi­ neğin yurdunun yabancı bir yönetim den kurtul­ bi sağlanacağını apaçık anlatmaktadır. Müze salo- nurum siyah boyalı bir kamara gibi görünm esi de dir. Am a tek bir birey kendi bireyleşm e sürecini anlamlıdır. Siyah, geceyi, karanlığı, içe dönüşü tamamlamışsa onun çevresindekilere olumlu an­ belirtir v e kamara m otifi de m üzeyi bir gem iye lam bulaştıran bir etkisi vardır. Bu bir kıvılcımın çevirm ektedir. K olektif bilincin anakarası, bilinç­ sıçraması gibi ve çoğ u zaman da çok konuşulm a­ sizlik ve vahşet baskım altındaysa bu m üze gem i, dan, bilinçli bir amaç gütmeksizin olur. canlanan bilinçdışı resim lerle, onları canlandıran­ N eredeyse gezegenim izdeki bütün dinler bi­ ları diğer ruhsal kıyıya götü ren kurtarıcı bir reyleşm e sürecini ya da onun en önem li evreleri­ Nuh’un Gemisi haline gelebilir. M üzedeki resim ­ ni gösteren sem boller içerirler. Self Hıristiyan­ ler “geçm işin ölü kalmtdarı”dır ve genellikle de lık’ta, daha ö n ce de belirtildiği gibi “İkinci A d em ” bilinçdışm m im geleridir ama animanm onlara yani İsa’ya yansıtümıştır. D oğuda bu Krişna ya da duygu ve düş gücüyle bakması sonucunda yaşa­ B uda’dır. Bu figürler bireyler için yaşamında tak­ maya başlarlar. lit e d e ce ğ i daha kapsamlı kişilik m odelini oluştu­ Düşteki öfkeli kim seler düşü görenin kolektif­ rurlar. B irçok kim sede de bu figürlerin kendisine ten etküenen, ruhsal resimlerin canlanışından y ol gösterici rehberler olarak ortaya çıktığı düşle­ hoşlanm ayan yam m gösterir. Bunlar “hepsi iyi, re rastlanır. Her zaman dinlerine bağlı kalmış güzel ama atom bom bası düşerse bunlar pek işe olan, yani onun öğretilerine ve içeriğine “inanç” yaram ayacaktır” gibi seslenen bilinçdışm a karşı taşıyan kimselerin yaşamlarının psikolojik düzen ­ direnci gösterm ektedir. Bu yan kendim durağan lenişi dinsel sim gelerden etkilenir, düşleri de tasarımlardan, akılcı önyargüardan pek kurtara­ bunların çevresinde gelişir. Örneğin Katolik bir maz. Buna karşılık düş, bugün insanların asü kur­ kadın Papa XII. Pi’nin, M eryem ’in gö ğ e çıkmış ol­ tuluşunun ancak ruhsal bir değişim le olabileceği­ duğunu ilan etm esinden hem en sonra kendisini ni gösterm ektedir. E ğer sonunda ulaşüacak, öz ­ bir Katolik rahibe olarak görm üştü. Bilinçdışı gürlüğün kullanılmasını gerektiren bir yaşam dogm a düşüncesini o anda sürdürmüş “M eryem am acı yoksa vatanı kurtarmak n eye yarar? İnsan artık n ered eyse bir tanrıça; o halde rahibeleri de yaşam ında bir anlam bulam ıyorsa, kom ünist reji­ olm alıdır” diye düşünmüştü. min mi yoksa kapitalist rejimin mi olduğu hiç İnancının kimi küçük yanlarına biraz kuşku önem li değildir. A ncak özgürlüğü anlamlı bir şey duyan bir başka Katolik kadm düşünde doğduğu yaratabilmek için kullanacaksa o önemlidir. Bu kentin kilisesinin yıkılıp yeniden inşa edilmiş ol­ yü zden d e içsel bir yaşam anlamı bulabilmek, bi­ duğunu görm üştü. Am a mihrap, kutsanmış yuva­ reyler için her şeyden ön de gelir. sı ve M eryem ’in heykeliyle birlikte eski kiliseden Bugün kullanımda olan araçlarla (gazete, rad­ yenisine taşınmıştı. Bu düş dinin insanlar tarafın­ yo, televizyon ve reklamlarla) kamuoyunun etki- dan katılmış yönlerinin yenilenm esi gerektiğini, lenişi iki faktöre, bir yandan toplumdaki akımların inancın en tem el yanlarının bundan etkilenm eye­ istatistik değerlendirilm esine, öte yandan da ma- ceğini gösteriyordu. Bu tür düşler bilinçdışının, nipüle edilenlerin bilinçdışı karmaşalarına, özel­ bireyin dinsel tasarımlarına canlı katılımım g ö s ­ likle de iktidar karmaşalarma ve projeksiyonlarına term ektedir. Am a bu durum bizim çağdaş insan­ dayanır. Am a istatistik bireye uyarlanamaz; eğer da dinsel düşlere genel bir eğilim bulup bulm adı­ bir yığındaki taşların ortalama büyüklüğü b eş san­ ğımız sorusuna da yol açmaktadır. Jung bizim b u ­ tim etre küpse, bu yığında tam bu büyüklükte tek günkü Hıristiyan (protestan ve Katolik) kültürü­ bir taş bile pek bulunamaz! İkinci faktörün olum ­ m üzde sık sık üçlü tanrı tasarımımızı, dişi, karan­ lu bir şey yaratamayacağı ise daha başından belli­ lık, m addi ve kötüyü de katan bir dördü ncü yle bütünlem ek için biünçdışı bir eğilim saptamıştır. maksızın yapılam ıyordu. Yeninin içinde eski aynı G erçekte bu dördüncü elem ent dinsel tem silleri­ zamanda daha yüksek bir düzeyde geri dönm üş m izde her zaman var olm uştur ama tanrı im gesin­ oluyordu. Bu bir spiralin belli bir yön d e geliştik­ den ayrı tutulmuş ve m adde biçim inde -y a da çe durmadan aynı hizadan yeniden geçişi gibiydi. m addenin efendisi yani şeytan olarak - onun kar­ Basit, Protestanca eğitilmiş bir kadının bir ke­ şıtı halini almıştır. Şimdi bilinçdışım n bu u çlan resinde yaptığı bir resim böyle spiral bir mandala yen iden birleştirmek istediği, ışık çok parlak o l­ gösteriyordu. Bu kadma düşünde tanımın resmini duğu için karanlıkla gölgelendiği anlaşılıyor. El­ yapması buyruğu verilmiş, gene aynı düşte bu res­ bette dinin ana simgesi tanrı, bilinçdışı değişim mi bir kitapta görmüştü. Tanrının varlığı olarak eğilimlerinde en fazla yansıyandır. yalnızca onun, pelerinini görmüştü. Pelerinin kıv­ Bir kez bir Tibetli başrahip Dr. Jung’a Ti­ rımları güzel bir ışık ve gölge oyunu oluşturuyor­ b et’teki en etkileyici “mandala”larm grubun p si­ du. Bu da arkadaki koyu mavi gökyüzünde bir spi­ kolojik dengesi bozulduğu ya da belli bir düşünce ral olarak durağanlaşıyordu. Düşü gören bu p ele­ henüz kutsal öğretiye girm ediği için, bulunam a­ rin ve spirale hayran olarak kayalıktaki öbür figür­ dığı, bu yü zden de aranması gerektiği zaman im ­ lere dikkat etmemişti. Uyanıpta bu kutsal figürün gelem eyle (yönlendirilm iş düş uğraşıyla) yapıldı­ ne olduğunu düşündüğünde birden bunun “tanrı” ğını anlatmıştı. Bu bağlam da mandala simgesinin olduğunu kavramıştı. Bu onu birden şoke etmişti. aynı anda iki tem el yön ün den söz edilm ekteydi. Çoğu kez Ruh-ül Kudüs Hıristiyan sanatında bir Mandala bir yandan eski düzenin yen iden kurul­ alev ya da güvercinle simgelenir; ama burada spi­ ması gibi tutucu bir amaca, öte yandan da henüz ralle temsil edilmektedir. Örneğin bu “henüz öğre­ olmayan bir şeyi biçim lendirm ek gibi yaratıcı bir tide bulunmayan yeni bir düşünce”dir ve kendili­ amaca hizm et ediyordu. Bu ikinci yan birincisi ile ğinden bilinçdışından ortaya çıkmaktadır. Ruh-ül çelişkili değildi çünkü çoğunlukla eski düzenin Kudüs’ün her seferinde “yeni gelişimlere zorladığı” yen iden kurulması aynı anda bir yeni yaratış o l­ yeni bir fikir değildir ama spiralle temsili yenidir. 15. yy'ın bu M eryem heykelciği içinde tanrı ve Isa'nın temsilleri var. Bakire M eryem 'in "Ulu A na" arketipinin temsilcisi olarak anlaşılabileceğinin apaçık bir kanıtı. Aynı kadın bu resim den sonra gene bir düşten esinlenen İkincisini yaptı. Bunda Kudüs üzerine doğru inen, kanatlarıyla kenti karartan şeytan g ö ­ rünüyordu. Bunda kanatlar, kıvrık biçimleriyle bir önceki resimdeki tanrının pelerinini andırmaktay­ dı. İlk resimde bakış açısı bir şekilde yukarıda, gökyüzündeydi ve önünde kayalar arasında derin bir yarık görülüyordu. Tanrının pelerini sağdaki fi­ güre, İsa’ya doğru dalgalanıyor ama ona kadar ulaşamıyordu. Buna karşılık ikinci resime aşağıdan bakıldığında seyreden iki kişi, kadın ve kendisinin puzitif aıümıısu, tanrının pelerininin koyu renkte bir cinsi gibi görünüyordu. Ama yukarıdan bakıl­ dığında hareket eden ve kaplayan tanrının bir par­ çasıdır. Üzerinde gelecekteki olası gelişimin sim­ gesi olarak spiral bulunmaktadır. Daha insaıısal gerçeğim izin tabanından bakınca bu havadaki ka­ ranlık, korkunç kanat, şeytanın kanadıdır. Biliııçdışınııı bu anlatımını sonuna kadar düşünürsek, iyi ile kötü, karanlık ile aydınlık karşıtlıkları şelfin resminde, bilinçdışımızın gördüğü şekilde birbiri­ ne yaklaşmaktadır. Ama resimlerin kişisel olanı aşan bir boyutu da bulunuyor: Bunlar Hıristiyan dünyasına çökm ekte olan ilahi bir karanlığı da ha­ ber veriyorlar. Ama bu karanlık ardında yeni geli­ şim olanaklarını gizlem ektedir. Spiralin ekseni yu­ 15. yy Fransız "S aallar K ilabı"ndan bir minyatür, M e ryem 'i Kutsal Uçlu ile karı değil, resmin gerisine doğru olduğundan, ile- gösteriyor. Kutsal bakirenin g ö ğ e çıkışına riki gelişim ne ruhsal bir yüceliğe ne de m addenin ilişkin Katolik d o g m a d a M eryem 'in gerçekliğine doğru, fakat bambaşka bir boyutta, "dom ina rerum", D oğa'nın Kraliçesi olarak g ö ğ e alınmış olması, Üçlü yü dörtlemiş oluyor. Bu d a temeldeki bütünlük arketipine uygundur. belki de resim de görülen gizemli figürlere doğru olacaktır. Bu da biliııçdışı demektir. Tekil kişilerin bilinçdışm daıı böyle dinsel sim ­ geler ortaya çıkınca, bu kimi insanlarda derin bir huzursuzluğa n eden olur. R esm en kabul edilmiş dinsel sim geler ve öğretilerin, haksız olarak d e ­ ğişmiş ya da göreceleşm iş olmasından korkuya kapılırlar. Hatta biliııçdışım n psikolojisinin yad ­ sınması da buradan kaynaklanır. Psikolojik bakış açısından buna karşılık şunla­ rı söyleyebiliriz: Dinsel konum ları bakım ından bugün üç türlü insan tipi vardır1. Birinci grup din- lerine gerçek ten hâlâ inanmakta olanlardan olu­ artık inanmamakta, ama öte yandan varlıklarının şur. Bunları bu tür im geler, öğretiler doğrudan bir kısmıyla gene de yan inanmaktadırlar. Ünlü doğruya aydınlatır. Bu aydınlanma öylesine di­ Fransız filozof Voltaire bunun bir örneğidir. Katolik rekt ve canlıdır ki bundan en küçük bir kuşku bi­ Kilisesi’ne şiddetle karşı çıkmış (écrasez l’infame) le duyamazlar. Bu, bilinçli görüşle onun bilinçdışı ama ölüm yatağmda, bazı raporlara göre korkular geri planı arasında nispeten güçlü bir uyuşma söz içinde kıvranmıştır. Kafası inançsızdı ama duygula­ konusuysa görülür. Bu kim seler psikolojik ger­ rının sofu Katolik olduğu anlaşılıyor. Bunlar bir oto­ çekleri de önyargı olmaksızın, “in a n çların ı yitir­ büsün otomatik kapışma sıkışan, ne içeri girebilen m ekten korkmadan kabul ederler. Onların düş ne de dışarı atlayabilen kimseleri anımsatıyor. Ger­ yaşamı ayrıntılarda daha dogm a dışı gibi görünse çi düşleri onlara tam da bu soruna ilişkin bir şeyler de bu ayrıntılar gen e de kolayca var olan görüşe söyler ama gene de bilinçdışma dönem ezler çünkü entegre edilebilir. kendileri de ne düşünüp ne istediklerini pek bile­ İkinci gruptakiler ise “inanç”larıru yitirmişler, onun yerine bilinçli, akılcı bir dünya görüşü g e ç ­ mezler. Bilinçdışını ciddiye almak önünde sonunda bir kişisel cesaret ve sağlamlık işidir. miştir. Böyleleri için bilinçdışının psikolojisi sadece Bu ara yerde kalanların karmaşık durumları yeni keşfedilecek ülkeye bir kılavuzdur. Böyle biri­ kısmen kolektif dinsel öğretilerin eskiden biliııç- si için bu girişime onay vermek hiçbir zorluğa ne­ dışıııdan kaynaklandıkları halde bugün den olmaz. Gene de uygulamada sıklıkla böyle kim­ ud’un siiper-ego d ediği) kolektif bilince ait olm a­ selerin de bilüıçdışıyla karşılaşmaktan kaçındıkları sındandır. Gerçi bunu birçok tarihçi ve teolog görülür. Yani onların akılcılığı da gizlice fanatik bir yadsır. Onlar bunun yerine bir tür “vahi” olduğu­ “inanç” haline, neredeyse dinsel bir imana dönüş­ nu kabul ederler. Yıllarca Jung’un varsayımına bir müştür. Bu kimseler bilimsel objektif bir tutumday­ kanıt aradım. Ama bunu bulmak son d erece zor. mış gibi yaparlar ama İliç de öyle değildirler. Dinsel ritüeller o denli eski ki kaynakları artık bu­ (F re- Bunların yanında büyük bir grup oluşturan kim­ lunamıyor. Gene de aşağıdaki örneğin bu ritüelle- seler bir yandan “kafaları” ile kökenlerindeki dine rin çıkışına iyi bir kanıt olduğunu sanıyorum: Sayfa 2 2 5 ve 2 2 6 'd a anlatılan düşlerin çizim i: Spiral (bir m andala formu] Kutsal Ruh'u gösteriyor (solda], ikinci düşte Şeytan'ın siyah kanadı (sağda], iki motifin ikisi de insanların çoğu için (düşü görene de) tanıdık bir dinsel simge anlam ı taşımıyor, ikisi de kendiliğinden bilinçdışından fırlamıştır. Ogalala S ioux’larının kısa süre ö n ce ölen “Kara bir kartal töreni yapmasını söyledi. Bunun Geyik” adlı şamardan, otobiyografisinde, dokuz nasıl yapılacağım da gösterdikten sonra avcı yaşlarındayken ağır hastalandığım, ateşliyken de birden fenalaşıp bayıldı, ve uyandığında ken­ etkileyici, korkunç bir hayal gördüğünü anlatıyor. dini gene elçilere rastladığı yerde karda yatı­ yor buldu. Bunun üzerine halkma törenin na­ Son d erece güzel atlar dört grup halinde dört sıl yapılacağım anlattı. Onlar da bunu hâlâ yön d en fırlıyorlar, ardm dan bulutlar üzerinde yapıyorlar. oturan kabilenin ataları “Dünyanın Altı D ed esi” görünüyordu. Onlar kendisine halkma faydalı altı Bu iki örnek, bir ritüelin ya da dinsel adetin sim ge armağan ediyorlar ve yeni yaşam yolunu anlatıyorlardı. On altı yaşm a geldiğinde müthiş bir yıldırım korkusuna kapıldı. Ne zaman gök gürleşe, “ acele et, acele et” diye sesler duyuyordu. Bunlar ona o hayalindeki atlarm nal seslerini anımsatıyordu. Yaşlı bir şaman bu korkuyu, gördüğü hayali halkı­ na anlatması gerekirken kendine saklamış olm a­ sından diye açıklamıştı. Bunun üzerine kabilesine anlatmış, onlar da o düşü gerçek atlarla bir tören gibi uygulamışlardı. Kara Geyik ve halkının b irço ­ nasıl bir kişinin bilinçdışınm bir yaşantısından kaynaklandığım ve sonra bütün bir boyu n yaşa­ mını biçim lendirdiğim gösterir. Bu tür adetler yi­ nelendiğinde zamanla yen iden biçim lenip az çok sabitleşinceye kadar m ükem m elleşirler. Bu kris­ talleşme sürecinin kötü tarafı gittikçe daha fazla kişinin asü yaşantıyı unutmaları, yalnız kendileri­ ne anlatılana inanmalarıdır. Artık bu tür olguların gerçek olduğuna, böyle bir yaşantının olabilece­ ğine inanmazlar. Bu dinsel gelenekler çok çalışılmış ve eskimiş ğu bunun üzerlerinde şifalı bir etki yaptığına y e ­ min ediyorlardı... “Hatta atlar bile eskisinden da­ ha mutlu ve sağlıklıydılar.” O düş kabile tarafından, o kabile kısa zaman sonra beyazlar tarafından yok edildiğinden yin e­ lenem edi. Am a elim izde halen yaşayan farklı bir olgu var. Alaska’daki Colville Irmağı çevresinde yaşayan Eskim o kabileleri kendi Kartal Ayinleri’nin kaynağım şöyle açıklıyorlar: olan şimdiki biçim leriyle, çoğunlukla bilinçdışı y e ­ ni yaratıcı değişim lere karşı direnirler. Hatta te o ­ loglar bu “ doğru” dinsel simgeleri ve simgesel doktrinleri, bilinçdışı ruhun dinsel işlevinin araştı­ rılmasına karşı savunurlar; bu arada uğrunda sa­ vaştıkları değerlerin varlıklarım tam da bu işleve borçlu olduklarım unuturlar. Derin esinleri algıla­ yan, biçim lendiren bir insan ruhu olmadan insan­ ların gerçekliğine hiçbir dinsel simge de girem ez­ Genç bir avcı bir kez güzel bir kartal vur­ di. (Peygam ber ve evliyaları anımsamak yeter.) Bu tür dinsel gerçekliklerin bir insan ruhun­ muştu. Kartalın güzelliğine hayran olan avcı onu doldurdu ve ona sunular vermeye başla­ dan bağımsız olarak kendiliğinden ortaya çıktığı dı. Günün birinde yoğun kar fırtınasında ge­ ileri sürüldüğünde “E ğer bunu ortaya çıkaran bir ne avlanmaya gittiğinde birden karşısında iki insan ruhu değilse n edir?” diye sorulabilir. Bu hayvan-insan belirdi. Kendilerini kartal ülke­ ruh, g erçeğ i kavramamızı sağlayan tek organım ız- sinin elçileri olarak tanıttılar ve onu kartal ül­ dır. kesine götürdüler. Orada koyu bir davul sesi B öylece bilinçdışınm çağım ızda araştırılışı bir işitiliyordu. Yanındakiler bunun “bir annenin kapıyı daima kapalı tutar. Bazılarının tercihiyle, çarpan kalbi” olduğunu anlattılar. Sonra kar­ bir kimsenin kendi başm a spiritüel bir gerçeklik şısına siyah giysili bir kadın, avladığı kartalın annesi çıktı, halkının ölen oğlunun onuruna olabildiği şeklindeki hayali ruhsal gerçek, kesin­ likle dışlanır. Çağdaş fizikte d e H eisenberg’in “b e ­ lirsizlik ilkesi” ile, mutlak bir fizik gerçeklik bula­ olarak anlaşılabileceği, onlara doğru olanın anla­ bileceğim iz yanılgısı dışlanarak bir kapı kapatıl­ tılabileceği yanılgısına kapı kapatılmakta ama ay­ mıştır. Ama bilinçdışm ın keşfi bu sevilen yanılgı­ nı anda onunla kıyaslanabilir bambaşka geniş bir ların yitimini, önüm üzde tahmin edilem eyecek alan, yani şe lfin birçok tekil insanı etkileyen bir­ kadar çok yönlü ve sınırları içinde tutulamayacak leştirici işlevi açılmaktadır. Bugün egem en olan olan yepyen i bir gerçeklik alanını açarak gider­ entelektüel gevezeliklerin yerini b ö y le ce psike- m ektedir. Bunda objek tif araştırma ve kişisel etik nin gerçekliğinde olup biten anlamlı olgular ala­ serüven garip bir şekilde birleşm ektedir. Bu ger­ caktır. Bunun insanın ruhsal ve toplum sal gelişi­ çeğin tanınması olasılıkla yepyeni türden bir “bi­ m ine nasıl etki ed eceğin i bilmiyoruz. Am a gen e lim ” ortaya çıkmasına yol açacaktır. Çünkü o za­ d e bir şeyden eminim: Jung’un bireyleşm e sü re­ man duygu, moral değerlendirm e işlevi artık dı­ cini buluşu, ileriki kuşaklarca, eğer gerilem e ve şarıda bırakılamayacaktır. Am a bu yeni alanın y o ­ duraklamadan kaçınmak isterlerse, bir gerçek lunun öğretilebilirliği g ö r e ce azdır. Çünkü bunda­ olarak sayılmalıdır. ki birçok unsur biriciktir, insandan insana dille tam anlatılamaz. Burada da öbür insanların tam Erhard Jacoby'nin bu resmi, her birimizin dünyayı öbüründen bir pa rça farklı gördüğünü, herkesin kendi psikesinden baktığını gösteriyor. Adam , kadın ve çocuk aynı sahneye bakıyorlar am a her biri için farklı ayrıntılar belirgin ya d a karanlık. A ncak bilinçli algılayışım ızla dünya "dış"tır. Tümüyle tanım adığım ız ve bilm ediğim iz şeylerle çevriliyiz. (Bu da burada resmin gri geri planıyla gösteriliyor.) 4 Görsel Sanatlarda Sembol Aniela Jaffé Richard Lippold: Güneş. Tel plastik. G örsel S a n a tlard a S em bol Kutsal semboller - taş ve hayvan Sem bolizm in tarihi her şeyin, doğal nesnelerin (taşların, bitkilerin, hayvanların, insanların, dağlar ve vadilerin, güneş ve ayın, rüzgar, su ve ateşin) ya da insan eliyle yapılmış olanların (ev, tekne ya da arabaların), hatta soyut biçim lerin (sayıların ya da üçgen, dörtgen ve dairelerin) sim gesel anlam ka­ zanabileceğini gösterm iştir. G erçekte bütün evren potansiyel bir simgedir. İnsan, sim geleştirici yetisiyle bilinçsiz olarak n esne ve biçim leri sem bollere dönüştürür (b u sıra­ da onları büyük psikolojik önem le yüklem iş olur), bunları da gerek dininde gerekse görsel sanatında dışavurur. Tarih ön cesi çağlara kadar uzandığında din ve sanatın karşılaştırmalı tarihi, atalarımızın kendileri için anlamlı sim geler bıraktıklarının ka­ yıtlarıdır. Bugün bile çağdaş resim ve heykelin g ös­ terdiği gibi, din ile sanatın etkileşimi hâlâ canlıdır. Görsel sanatlardaki simgeselliği tartışmamın ilk bölüm ü olarak, insan için evrensel olarak kutsal, gizem li olan kimi özgün m otifleri incelem ek istiyo­ rum. Bu bölüm ün geri kalanında da 20. yüzyılın sa­ natı olgusunu, sem bolleri kullanışı bağlam ında d e ­ ğil, başlı başına bir sem bol olarak, çağdaş dünya­ nın sim gesel bir dışavurumu olarak öne çıkışı bağ­ lamında tartışmayı düşünüyorum . İzleyen sayfalarda çok çeşitli zamanların sana­ tında sim gelem in varlığım ve niteliğini gösteren üç yineleyici m otifi seçtim . Bunlar taş, hayvan ve dai­ re simgeleridir. Bunların her birinin, insan bilinci­ nin en erken dışavurumlarından, 20. yüzyıl sanatı­ nın en sofistike biçim lerine kadar kalıcı olan psik o­ lojik önem leri vardır. Ham taşların bile eski, ilkel toplum lar için bü ­ yük sim gesel anlamı bulunduğunu biliyoruz. Sık- lıkla kaba, doğal taşların ruhların, tanrıların to p ­ olarak dikti ve tepesine zeytinyağı döktü. Ve lanma yerleri olduğuna inanılırdı ve bunlar ilkel o yerin adını Beyt-el koydu..." kültürlerde m ezar taşı, sınır taşı ya da dinsel say­ gı nesneleri olarak kullanılırdı. Onların kullanımı Yakub için taş vahinin bütünleyici bir parçasıy­ heykelin ilk biçim i, taşa rastlantüarın ve doğanın dı. Kendisiyle tanrı arasmda bir aracıydı. Birçok il­ verebileceğin den daha büyük bir gü ç verm enin kel taş kutsamasında kutsallık tek bir taşta değil, ilk çabası olarak kabul edilebilir. çeşitli tarzlarda dizilmiş çok sayıda yontulmamış Eski A hit’teki “Yakub’un D üşü” öyküsü, bin­ taşla temsil edilmiştir. (B retagne’daki geom etrik lerce yıl ö n ce taşta nasıl yaşayan bir tanrının ya taş koridorlar ve Ston eh en ge’in taş dairesi ünlü da kutsal bir ruhun yerleşik olduğunun düşünül­ örneklerdir.) Kaba doğal taş düzenlem eleri Zen düğüne, taşın bir sim ge oluşuna tipik örnektir: Budizmi’nin ileri uygar taş bahçelerinde de belir­ gin bir yer tutar. Onlarm düzenlem eleri geom etrik Ve Yakub... Haran’a doğru gitti. Ve bir y e­ değil, tamamen rastlantıyla gibidir. Am a gerçekte re erişip orada geceledi, çünkü güneş bat­ bu, çok ince bir düzen ve denge izlenimi iletir. Taş mıştı; ve o yerin taşlarından birini alıp başı al­ bahçelere ilişkin eski bir Japon gizem kitabı bunu tına koydu ve o yerde yattı. Ve rüya gördü ve anlamak için gereken anahtarı veriyor: İnsan taşı işte yer üzerine bir merdiven dikilmiş ve başı dikm eden ya da yerine koymadan ö n ce taş için göklere ermişti ve işte, onda Allah’ın melek­ leri çıkmakta ve inmekteydiler. Ve işte Rab onun üzerinde durup dedi: Baban İbrahim’in Allah’ı ve İslıak’m Allah’ı Rab benim; üzerin­ de yatmakta olduğun diyarı sana ve senin zürriyetiııe vereceğini... Ve Yakub uykusun­ dan uyanıp dedi: Gerçek Rab bu yerdedir ve ben onu bilmedim. Ve korkup dedi: Bıı yer ne heybetli! Bu başka bir şey değil, ancak Al­ m editasyona dalmalıdır. Bir kez dikildikten ya da yerine konduktan sonra artık yerinden oyııatılamaz; çünkü bu onda yerleşik olan ruhu rahatsız e d e r.1 Psikolojik bakış açısından, burada söz edi­ len ve saygı gösterilm esi gereken “ taşın ruhu” , ona insan tarafından can verilişini temsil eder. Onu canlandıran, bilinçdışm ın ona yansıtılmış olan içeriği, ruhun arketipsel bir timsalidir. Böyle lah’ın evidir ve bu göklerin kapısıdır. Ve Yakub sabahleyin erken kalktı ve başı altına koymuş olduğu taşı aldı ve onu direk Brötanya, C a rn a c 'd a taş cad de; İÖ 2 0 0 0 (sol üstte). D oğal kayalar sırayla, olasılıkla törensel am açla dikilmiş. Tırmıklanmış kum üzerinde d o ğ a l kayalar (Ryoanji Tapınağı, Japonya) (solda). Görünüşte rastlantısal olan gruplam a incelmiş bir ruhsallığın anlatım ıdır. Tarih öncesi M enhir (sağda). Kazılmış olan çizgilerle dişil bir figür (Belki ana tanrıça) olarak işaretlenmiş. M a x Ernst'ten (doğ. 1 8 9 1 ) plastik (en sağda). Taşların do ğ a l biçim ine hemen hiç dokunulmamış. Bu pasaj ç ev rilm ey ip Kutsal K ila p ’ııı T ü rk çe çev irisin d en d oğ ru d a n alındı. T ekvin , B ap 28. (ç n .) yansıtmaların yapılmayıp bulunuverişi, yani bi- da bulunduğunda şaşkınlık öylesine büyük ve o n ­ linçdışı oluşu psikolojik bir kuraldır. ları o sıradaki sanat tarihi görüşüne sığdırmak ö y ­ Taşın bu şekilde etkileyişine ya da biçim sel ta­ lesine zordu ki alelacele hem en çağdaş sahteler sarımların taslaksı anlamlarını verişiyle yetinilişi- olarak ilan ediliverdiler. A ncak bu yüzyılda araş­ ne eğilim, yüzyılımızda da vardır. Günümüz sana­ tırmalar onların olağanüstü önem ini anlayıp an­ tında da sanatçının her şeyden ön ce taşın kendi lamlarını kavrayabildi. Başka ülkelerde de yeni ifadesine baktığı, yani söylenceler diliyle söyler­ buluşlar yapıldı. Görüşler, o ana dek varlığını sek, “taştaki ruh”u konuşturm aya çalıştığı örnek­ kimsenin bilm ediği, sonsuz gerilere giden bir ta­ ler vardır. Böyle heykeller Hans A esch bach er, Ja­ rih ön cesi kültürün kapılarını açtı. m es Rosati, Max Ernst ve diğerlerinin yapıtları Bugün de resimlerin, kaya çizimlerinin bulun­ arasında bulunur. Carola G iedion’a bir m ektu­ duğu mağaralarda garip bir büyü varsayıldığı görü­ bunda Max Ernst, 1935’te Maloja’dan “A lberto lüyor. Sanat tarihçisi Herbert Kühn, Afrika, İspan­ (G iacom etti) ve ben plastik bir hummaya yaka­ ya, Fransa ve İskandinavya’daki kaya resimlerini zi­ landık. Moranlar’da ve Forno Buzulu’ndaki irili yareti sırasında daima, onların yakınına bile sokula- ufaklı granit blokları çalışıyoruz. Zaman, buz ve mayan kimselere rastladığını anlatıyor.11 Dinsel bir rüzgarla harikulade yontulm uş, daha kendi halle- çekingenlik, mağaralarda bulundukları sanılan ruh­ rindeyken bile fantastik bir güzellik taşıyorlar. lardan ürküntü onları uzak tutuyor. Öte yandan Buna insan eli yetişem ez. O halde asıl işi n eden bugün bile, Kuzey Afrika’nın kaya resimlerine ora­ elem entlere bırakıp, yalnızca kendi gizlerimizi lardan geçen göçebeler sunular bırakıyorlar. Mağa­ onlara eski Germ enlerin yazıları gibi kazımakla ralar ve kayalıklar hiç değişm eden, eskiden nasıl al­ yetinm eyelim ?” diye yazıyordu.2 gılanıyorsa öyle algılanmayı sürdürüyorlar. O yerle­ Gizin ne olduğu söylenm ez. Ama bu yazımızın rin büyüsü binlerce yıldır yerinde duruyor. son bölüm ünde, çağdaş sanatçıların “giz’lerinin, B irçok mağarada uzun, zahmetli bir yolu al­ eski ustalarm “taşın ruhu” dediklerinden h iç de çak, karanlık ve rutubetli geçitlerle geride bırak­ farklı olmadığı görülecektir. Din ile sanat daha en mak gerekir ama sonunda ortalık birdenbire g e ­ eski hayvan resim lerinde bile birbirine sıkıca b ağ­ nişler ve insan, resimli duvarlarıyla bir salonla lıdır. Hayvan resimleri Buz Çağı’na (ÎÖ 60000’den karşılaşır. Yol ve şaşırtıcı sonu ilkel insanlar ü ze­ 10000’e ) kadar geriye gider. Bunlar geçen yüzyı­ rinde korkunç bir izlenim e yol açmış olmalıdır. lın sonlarında Fransa ve İspanya’nın mağaraların­ Bu salonda bulunan her şeyin kültsü bir gizem Lascoux m ağarasında hayvan resimleri (en solda|. Bu resimler yalnız süs d e ğildi büyülü bir işevleri de vardı. A nalojik bir büyüyü gösteren, alış delikleriyle bir bizon resmi (solda]. Resmin törensel öldürülmesi av hayvanının üstünlüğünü giderecekti. Bugün bile bir anıtın yıkılması simgesel öldürme olarak algılanır. M a c a r ayaklanm asında (1 9 5 6 ] kırılmış bir Stalin büstü (sağda). A yaklanm acılar Stalinist başbakan Rakosi'nin büstünü bir lam ba direğine asmışlardı (sağ dışta). olarak yaşandığı düşünülm ektedir. Ola ki yolun mağara resimlerinde hayvan resimleri arasında za­ zahm eti de mağaranın kuytuluğu da gizin korun­ man zaman bulunan, hayvan kılığına girmiş insan­ ması için düşünülmüştür. ları andıran figürler ilgi çeker. Trois Freres’de hay­ Taş Çağı’mn mağara resimleri hem en istisna­ van postu giyinmiş bir adam, sanki hayvanları ezgi­ sız olarak, hareketleri, duruşları son d erece doğal lerle etkilemek ya da büyülem ek istiyor gibi basit olan ve büyük bir sanatsal yetiyle yapılmış olan bir kaval çalar. Aynı mağarada dans eden, hayvan hayvanlan gösterir. Am a gen e de gerçeğin natli- gibi giyinmiş geyik boynuzlu, at kuyruklu, ayı pen­ ralist bir kopyasından başka bir şeyin söz konusu çeli bir insan, yaklaşmakta olan yaklaşık beş yüz olduğunun belirtileri vardır. Kühn, “ En garip olan hayvanlık bir sürüye hükmeder. Kuşkusuz ki bu kimi resim lere atışlar yapılmış olmasıdır. M ontes- “Hayvanların Efendisi”dir. Bunlar Afrika'nın halen pan’da, bir yaban çitine sokulm uş bir at gravürü yaşayan kabilelerinin adetleridir. Bunlar bilinme­ görülür. Bu, yü zlerce atış deliğiyle delinmiştir. yen, kuşkusuz simgesel olan biçimlerin anlamı so ­ Aynı mağaradaki bir ayı heykelinde iki yüz kırk rusuna yanıt verebilirler. İııisiyasyon törenlerinde, atış deliği bulunmaktadır. Trois Freres mağara­ gizli birliklerde, krallıklarda da hayvanlar ve hayvan sında bir ayı resmi üzerinde bu delikler resm edil­ kılıkları belirli bir rol oynarlar. Kral ve kabile şefi miştir; ayının başı aşağı düşm üştür ve burnundan her zaman bir hayvan, çoğunlukla aslan ya da leo­ kan boşanır” diyor. Öldürm e sürecini gösteren pardır; İmparator Haile Selasiye’nin ünvanı olan çeşitler sayısızdır. Bum erang’ın isabet ettiği atlar, “Yuda Aslanı”, bugün bile bu anlamı çağrıştırır. oklar saplı yaban hayvanlar görülür. Onu yakalar­ Zaman içinde geriye gidildikçe ya da ilkel, bu mış gibi uzanan ve öyle de olan, sayısız el iziyle neden le de doğaya yakın bir kültür düzeyine ya­ çevrelenm iş hayvan resimleri bilinmektedir. kınlaştıkça bu ünvan kelime anlamıyla alınmaya Bütün bu resimler, yüzyılımızda da henüz A f­ başlar. Ş ef artık yalnız hayvan olarak adlandırıl­ rika’da yaşayan avcı kabilelerce uygulanmakta maz, aynı zamanda hayvan olarak yaşanır. Oğlan­ olan bir av büyüsünü anlatıyor. Bu sırada resm e­ ların olgunluk törenlerinde tam hayvan kılığında dilen hayvana bir “eş”in işlevi veriliyor; ona olan, göründüğünde artık tam bir hayvandır ya da da­ ilkel analoji düşü n cesine göre gerçek hayvana da ha da korkutucusu, bir hayvan ruhu, bir cindir ve olur. Resim onun yaşayan özü, en iç varlığının sünneti de o yapar. Bu anda kabilenin ya da s o ­ sim gesi yerine geçer. yun atasını bedenleştirm ekte ya da temsil etm ek­ Psikolojinin bakış açısından, her şeyden önce, tedir, bu yüzden de asıl tanrının kendisidir. T o ­ tem hayvanı temsil ed er ve odur. Bu yü zden T ro- leri bulmuştur. Bunlar daha Buz Çağı törelerinde is Freres’deki, dans ed en hayvan insamn, kılığıy­ dans edildiğini gösteriyor. “Yere sade topuklar la bir tür hayvan cine dönüşm üş olan bir kabile bastırılmış; dans edenler bizonlar gibi adımlarla şefi olduğunu çıkarsamak doğru ve haklıdır. Za­ dans etmişler. Bir b izon dansı, hayvanların verimi man içinde birçok yerde, hayvan giysisi, hayvan ve çoğalm ası ve öldürülm eleri için bir dans yap­ ve cin m askelerine dönüşm üştür ve bunların sa­ mışlar.”4 natsal biçimlendirilişi büyük ustalıkla kullanılır. Jung anlatımında yerlilerin totem hayvanla Çoğunlukla bunlarda aşılamaz bir güç, etkilem e bağlantılarına, hatta onun kimliğini kazanışlarına gü cü vardır ve tanrı ile aynı saygıyı görürler. Mas­ işaret ediyor. Belli törenler bu ilişkiyi oluşturm a­ kelerin bugün bile b irçok ülkede, en başta İsviç­ ya yarar. Bunlar her şeyden ön ce çocukların er­ re ’de bir halk sanatı olarak algılandığı biliniyor. kekliği kazandıkları olgunlaşm a törenleri ya da Maske sanatsal bütünlem e amacıyla klasik çağ ti­ inisiyasyon ritleridir. Oğlan kendi hayvan ya da yatrosunda olduğu gibi Japonya’da da çeşitli No totem ruhunu alır, aynı anda da sünnetle kendi­ Oyunları’nda oyun cu m askeleri olarak kullanıl­ sinde dürtüsel ya da hayvansı olanı feda etm ek mıştır. Simgesel geri plan bakımından maske, zorundadır. Bu ikili süreçle yalnızca totem klanı­ başlangıçtaki hayvan kılığının anlamından farklı na alınmış olmaz, yalnızca totem hayvanla ilişkisi değildir. Onun ardında harekete geçen bireysel kurulmaz, bir erkek, dolayısıyla daha geniş bir dışavurumuyla insan doğası saklıdır. Bunun için anlamda insan olur. bunu taşıyan cinin onurunu, güzelliğini ama aynı Doğu kıyılarındaki Afrikalılar sünnet olm am ış­ zamanda korku uyandıran ifadesini de elde eder. lara “hayvan” derler. Onlar henüz totem ruhunu Psikolojik bakış açısından maskenin onu taşıyanı almamış, güdüselliklerini feda etm em işlerdir. arketipsel bir figüre dönüştürdüğü söylenebilir. Hayvanla insamn henüz ayrılmamış olduğu söyle­ Aslında bütün ya da kısmi kılığın ona uygun nebilir; bu yüzden de içlerindeki hayvan daha üs­ hareketler ve jestlerle bütünlenişi olan dans da tündür ve onlar insan olarak değil, hayvan olarak başlangıcında kültü tamamlayan bir rit olarak ka­ görülm elidirler. bul edilir. Bu cinler tarafından, cinlerin onuruna Psikolojik bakış açısından hayvan, insanın gü ­ yapılırdı. Kuhn, T uc d ’A udu bert’te yumuşak kil düsel ve dürtüsel doğasının bir simgesidir. Uygar üzerinde hayvan heykellerini çevreleyen ayak iz­ insan da kendi dürtüselliğinin gücünü, bilinçdı- Trois Freres m ağarasında tarih öncesi resimler. Sağ kenarda boynuzlu ve pençeli bir insan figürü (en solda). Burm a'da, maskeli dansçıların "m anda ruhu"na yaka la ndığı manda dansı (solda). Bolivya'da şeytan dansı (sağda). Dansçılar demonik hayvan maskeleri taşıyor. Eski Alman halk dansı (en sağda). Dansçılar hayvan maskeleriyle ca d ı ve büyücü kılığında. şmdan yükselen özerk dürtüler ve duygular kar­ yerleşmiştir. Bunlar bugüne kadar da Zodyak işa­ şısındaki güçsüzlüğünü fark eder. Bilinçliliği zayıf retleri olarak geçerli olmuştur. Babil’in tören yolu ­ olan ilkel insan duyguların akınına karşı kendini nun duvarlarında yüz yirmi aslan bulunuyor, bun­ çok daha güçlükle savunabilir. Bu kitabın ilk b ö ­ ların talihsizliği giderecek gü cü taşıdıklarına inanı­ lüm ünde Jung, kötü giden balık avından kötü bir lıyordu. Mısırlılarda tanrıça Hator inek başlı, Am- ruh durum unda evine gelen ve kendisini karşıla­ m on koç başlı ve T ot balıkçıl başlı ya da maymun mak için koşan oğlunu öfkeli tepkisiyle öldürüve- olarak gösterilmiştir. Hindistan’da Ganeş, insan bi­ ren Buşiman’m trajik öyküsünü anlatıyor. K endi­ çim inde ve fil kafalı talih tanrısıdır. Vişnu erkek ne geldiğinde yaptığının pişmanlık ve kederiyle dom uz, Hanuman maymun tanrılardır. Yaratıklar başa çıkam ıyordu. Burada bilinçli istencini aşarak dizisinde insan ilk sırada değildir; fil ve aslanın yıkıcı işlemini yapan olum suz bir duygulanım p at­ rütbesi daha yüksektir. Yunan mitolojisi de hay­ lamıştı. Böyle bir dürtü gücünü bir hayvan ciniy­ van sembollerim sürdürür ve tanrıların babası Ze- le sim gelem ek son d ereced e yerindedir. Sim ge­ us, kuğu, boğa ya da kartal kılığında sevdiği kadın­ nin canlılığı ve açıklığı insanların içlerindeki teh ­ lara, oğlanlara sokulmaktan çekinmez. Germen likeli gücü biçim lendirm elerine yarar. Bu im gede mitolojisinde kedi, tanrıça Freya için kutsanmıştır, n eden ve ne zaman korkması gerektiğini tanıya­ erkek domuz, karga ve at da Odin için kutsaldır. bilir, sim gesel işlem lerle, sunu ve ritlerle onu iyi­ leştirm eye çalışabilir. Hıristiyanlıkta da hayvan simgeleri şaşırtıcı bü­ yüklükte rol oynar. Dört İncil yazıcısı azizden üçü­ Sayısız mit değerli bir hayvanın kurban edil­ ne hayvanlar; Luka’ya boğa, Markus’a aslan, Yu- m esi gerektiginı, bu sununun bereket hatta yara­ van’a kartal refakat eder. Yalnız Matta’nın yoldaşı tıcılık getireceğini anlatmaktadır. Mitra tarafın­ bir melektir. İsa’nın kendisi bile, tanrnun, babası dan boğanın kurban edilm esiyle birlikte dünya­ tarafından kurban edilecek olan kuzusu ya da ba­ nın bütün zenginlik ve ürünleriyle ortaya çıkışı da lık olarak ortaya çıkar. Ama aynı zamanda, Allego- böyleydi. riae Christi’de çarmıha tırmanan yılan ya da aslan Hem en bütün halkların dinlerinde en büyük ve ender durumlarda da urıicorn’dur (efsanevi tek tanrılar hayvan simgeleriyle düşünülmüş ya da boynuzlu at). Psikolojik bir bakış açısından İsa'nın hayvan olarak gösterilmiştir. Babillilerde tanrılar hayvan simgeleri tanrının oğlunun, en yüksek in­ k oç, boğa, aslan, akrep ya da balık biçim inde göğe san figürünün de üstün ruhsal özelliğine rağmen diirtüsel özelliklerinden uzaklaşamadığını göster­ mektedir. Sadece insanüstü olan değil, insanaltı olan da ilahi olarak yaşanır. Her ikisi de ego kişili­ ğini yüceltir, bu yüzden tanrısal alana alınmışlar­ dır. Her ikisi, içgüdü ve ruhani özellikler, insanın bütünlüğüne, şelfe aittir ve bu yüzden gizemli bir ilişki içindedir. Isa’nın Noel’deki imgesi, hayvanla­ rın arasmda, ahırdaki beşik, bu iki kutuplu ilişkinin simgesidir. Sanatta bu en derin anlamı bulmuştur. Bütün zamanların ve halkların din ve sanatın­ daki hayvan sim gelerinde göze çarpan bu zengin­ lik bunun ne kadar önem li olduğunu anlatır. Her simge bilinçdışı bir içeriğin bilinçlenişiııe yarar çünkü onu elle tutulur hale getirir. Burada güdü ve dürtü dünyası bilinçdışı için bir tehlikedir ama bilinçli bir insanın yaşam ında vazgeçilem ezdir. İç­ güdü ve hayvansı ruh, fanteziyi daima yeni yara­ tışlara zorlar. Sanki kendisine her durum ve k o­ şulda dikkati çekm ek, bilince, hem de gerçek te olduğu haliyle, yani yaşamın ihtimam ve inançla ele alınacak tem el bir gerçeği olarak kaydedilm ek istem ektedir. Aslında hayvan ne iyi ne de kötüdür, sad ece doğanın bir parçasıdır. Bir bakıma insandan bile daha yukarıdadır; Jung’un dediği gibi tanrının em ­ rini ondan daha iyi yerm e getirm ektedir. D oğasın­ da olmayan bir şeyi isteyem ez. Öbür türlü söyler­ sek içgüdülerim izler. Bu içgüdüler çoğu zaman Jap onya'd a eski N o tiyatrosunda oyuncular maskelerle tanrıları, ruhları ya da cinleri canlandırır (solda). Japon dans tiyatrosunda maskeli oyuncular (sağ üstte). Japon Kabuki tiyatrosunda maske benzeri bir m akyajla bir ortaçağ kahramanı olarak giyinmiş oyuncu (sağ altta). bize gizemli görünür ama insan yaşamında da k o­ şutları vardır. İnsan doğasının temeli içgüdüdür. Ama insanda “hayvansal varlık” (içinde içgü ­ düsel psikesi halinde yaşayan) dikkate alınmaz, yaşamla uzlaştırılmazsa tehlikeli olabilir. İnsan iç­ güdüyü kendi istenciyle denetlem e gücü olan tek yaratıktır, ama onu bastırabilir, saptırabilir daha­ sı yaralayabilir de ve de m ecazen ele alırsak bir hayvan hiçbir zaman onun yaralandığı zamanki halinden daha tehlikeli olamaz. İnsanda da bastı­ rılmış içgüdüler kontrolü ele geçirebilir, hatta onu m ahvedebilir. Düşü göreni bir hayvanın kovaladığı bilinen düşler, hem en daima bir içgüdünün bilinci deldi­ ği ve yaşama yeniden kabul edilerek uyarlanmaya çalıştığını gösterir. Düşteki hayvanın davranışı ne denli tehlikeliyse, düşü görenin ilkel ve içgüdüsel ruhu o denli bilinçdışıdır, eğer buna onarılamayacak kadar bozuk bir kötülük yerleşm işse de yaşa­ mına entegre edilm esi daha da zorunludur. Bastırılmış, zedelenm iş içgüdüler uygar kişiyi tehdit eden tehlikelerdir; buna karşılık ilkel ada­ mı tehdit edenlerse ketlenm em iş dürtülerdir. Her iki durum da “hayvan” doğasına yabancılaşmıştır. Her ikisi için de hayvansı ruhun kabulü bütünlük ve tam yaşanacak bir yaşam için koşuldur. İlkel adam kendisindeki hayvanı ehlileştirmeli, onu kendi yardım cı yoldaşı yapmalıdır. Uygar insansa kendisindeki hayvanı iyileştirmek, kendi dostu yapm ak zorundadır. Bu kitaba katkıda bulunan öbür yazarlar taş ve hayvan m otiflerinin önem ini düşler ve mitler b ağ­ lamında tartışıyorlar. B ense bunları burada yal­ nızca, bu yaşayan sim gelerin sanat tarihi (özellik­ le de dinsel sanat) b oyu n ca görünüşünün genel örnekleri olarak kullandım. Şimdi aynı şekilde en Üç dinden hayvan görünüşünde tanrılar. Hindu tanrısı G aneşa (N e p a l kral sarayında boyalı heykel] bilgelik ve mutluluk tanrısı (üstte). Kuğu görünüşüyle Zeus, Leda'yla güçlü ve evrensel simgeyi, daireyi inceleyelim . (ortada). Bir ortaçağ sikkesinin ters yüzlerinde çarmıha gerilmiş Isa insan ve yılan görünüşüyle (sağda). Sanatta daire simgesi M. L. von Franz daireyi (ya da k iin'yi) bütünlü­ ri eklenir ya da duygular heyecanlara yakıııdır- ğün ya da şelfin sim gesi olarak açıklıyor. Daire ortaya çıkabilmesini anlatır. motifi ortaya çıktığı her yerde, eski güneş inanç­ Hindistan ve U zakdoğu’nun sanatında dört ya larında ya da çağdaş dinsel görüntülerde, mit ya da sekiz oklu tekerlek, m editasyoııda kullanılan da düşlerde, m editasyon resim lerinde ya da m o­ dinsel imgelerin yaygın biçimidir. Özellikle Tibet dern kentlerin planlarında, daima yaşamın bir y ö ­ Lamaizm’inde zengin figürlü mandalalar önemli nüne, tem elindeki bütünlüğe işaret eder. bir rol oynar. Kural olarak bu mandalalar, kutsal Bir Hint yaradılış efsanesi, tanrı Brahma'nın güçlerle evren arasındaki ilintiyi temsil eder. bin yapraklı dev bir altın lotus’ıın tam ortasında Buna karşın D oğu m editasyon figürlerinin bir­ durduğunu, bakışlarını uzayın dört yönüne g ö n ­ çoğ u saf geom etrik desenlerdir; bu desenlere derdiğini anlatır. Onun, çiçeğin yuvarlaklığı içinde yantra adı verilir. Bu “ soyu t” yantralarda daire ve dörtlü bakışı, yaratış işine başlamadan önceki te­ kareler yanında ü çgen de rol oynar. Bunlar iç içe mel konumu, vazgeçilem ez bir düzen girişimidir. ge çe n üçgenlerdir; birinin tepesi aşağıya, öbürii- Bııda’dan da aynı şekilde söz edilir. D oğduğu nünki yukarıya doğrudur. Anlatılara göre bunlar an bir lotus çiçeği açm ış, Buda ufkun sekiz y ön ü ­ Şiva ve Şakti’nin, görsel sanatlarda da sayısız var­ nü görebilm ek için onıın ortasına çıkmıştır. Bun­ yasyonlarla gösterilen tanrı çiftinin birliğidir. Psi­ dan başka yukarıya ve aşağıya da bakıyordu. Dü­ kolojiyle yorum landığında bu çift, ruhun ya da zenleyen bakışlar gibi sim gesel bir jest, en kısıtlı şelfin iki kutuplu, dişil olduğu kadar eril de olan sözlerle Prens Siddharta’nın daha doğum unda bi­ bütünlüğünü temsil etm ektedir. Tanrıça dünyevi ricik bir kişilik, aydınlatma için öngörülm üş bir olanın kişisel ve zamansal dünyasını, tanrı da ru­ Bothisatva olduğunu anlatmaktadır. Kişiliği ve hun kişisel ve zamansal olmayan dünyasını g ö s ­ ilerideki varoluşu, bir bütünlük izlenimi verir. term ekledir. Biri bilinçdışı, öbürü bilinç içindir. Brahma ve Bııda’da görülen mekan uyumu, Ü çgen yantralarda da Şiva ve Şakti’nin resim- insanın psişik uyumu için sem bolik olarak alına­ sel birleşiminde de karşıtların geriliminin vurgu- bilir. Bilincin, Jung tarafından kendi bölüm ünde anlatılmış olan dört işlevi -düşünce, duygu, h eye­ can ve sezgi- insanı dünyanın, gerek kendi için­ den gerekse dışından algılamakta olduğu izlenim ­ lerini alabilmek için donatır. Bu işlevler aracılı­ ğıyla yaşantılarıyla başa çıkacak, onları özü m se- Dokuz iç içe geçmiş üçgenden oluşan bir Yanlra; bülünlüğü simgeleyen bir m andala (sağda], yecek , bunlar aracılığıyla tepkiler verecektir. Buda'nm doğumunu gösleren Brahma’nın evreni dörtlü olarak tarayışı, insanın Tibet resmi; alt kenarda Buda bu dört işlevin gerekli olduğu entegrasyonunu da ire şeklindeki çiçeklerden bir haç üzerinde (en sağda). Büyük sim gelem ektedir. (Sanatta daire, sıklıkla sekiz İskender'in doğum unda m andala ışınlıdır. Bu bilincin söz konusu dört işlevinin al­ biçim inde yıld ızlar görünüyor. gısal olarak üst üste gelm esi vo b öylece ara dört (1 6. yy elyazması) (sağ üstte). işlevin daha -örn eğ in düşü nceye sezginin renkle­ «t. UiV *> eia ukv. i t ycnuvçŞtfoıatt <tı M tuate^c fauiv «ttnHiıtv <tıw «A c*tnt irfanı tıe cıto tffnsmS t W fa ttt jiUil'v ttîuttvb x maıttr< WiTHujtf*. ■frt <n< > e idk ft f<njrtct& ç ft ıÇtxf) « töıırb'ıu Vntt ct) ,t(C i!x v fr tt İWTa— r r r ^ r r landığı görülür. Birçoğundaki belirgin erotik cin­ sel karakter bundandır. Bu dinamik bir sürece, yani bütünlüğün yaradılışı ya da oluşuna işaret eder. Buna karşılık d örd e ya da sekize bölüm lü daire olduğu gibi bütünlüğü, bulunan durağan büyüklüğü temsil etm ektedir. Zen Budizmi’nin soyut daire resimleri de yantralara akrabadır. Ünlü Z en rahibi S engai’nin (1750 -1 83 7 ) “Daire” adlı resm ine ilişkin olarak bir başka Zen ustası “ Zen için daire aydınlanma dem ektir. Bu insan bütünlüğünü sim geler” d e ­ mektedir. Avrupa Hıristiyan sanatında da soyut mandalalar görünür. Bunların en m ükem m el örnekleri katedrallerin pencerelerindeki güllerdir. Bunlar insan şelfin in kozmik düzeye geçirilmiş tem sili­ dir. Dante’ye de kozmik bir mandala, parıldayan H i m r inf . t n r r . ’ C ıv u /i .»*» >ıdCfi* t Ot* ı* /v -/ît f* ^ beyaz bir gül biçim inde görünm üştü. Dinsel re­ sim lerde İsa’nın ve Hıristiyan azizlerinin başlan üzerindeki haleleri de mandala olarak kabul e d e ­ biliriz. Çoğunda yalnızca İsa’nın halesi d örd e b ö ­ lünmüştür. Bu onun, insanoğlu olarak çektiği a cı­ ların, çarmıhtaki ölüm ünün bir belirtisi, aynı za­ manda da farklılaşmış bütünlüğünün simgesidir. Erken Iîomanik dönem i kiliselerde zaman zaman soyut daire resimleri görülür; bunlar belki p u tp e­ rest kökenlere bağlıdırlar. Hıristiyanlık dışı sanat­ ta böyle daireler “güneş tekerleği” olarak tanım­ lanır. Bu çizim ler daha tekerleğin bulunuşundan çok öncesinde, taş devri duvar resim lerinde bu­ lunmaktadır. Jung’un da işaret ettiği gibi “güneş tekerleği” deyim i yalnızca dışarıdan uymaktadır. Bütün zamanlarda asıl önem li olan “yuvarlak” olanın, taş devri insanının da kayalara ceylanlar, atlar ve sığırlar gibi resm ettiği içsel yaşantısıdır. Hıristiyan sanatında daha birçok resim sel mandala bulunur. Buna örnek Bakire’nin, yanan Dinsel mimarlıkta m andala; Kare planı ve köşelerinde dört kulesiyle K am b oçya'da Angkor-VVat lapınağı (solda]. D anim arka'da bir kalenin d a ire şeklinde kalıntısı (IS 1 0 0 0 ) (sağda], İtalya'da yıld ız şeklinde surlarıyla Palmanova kenti (sağ ortada]. Paris'te Place de l'E toile'da on c a d d e da ire şeklinde ağ ızlanır (en sağda). çalılık şeklindeki tanrı simgesi olan dairesel bir B öyle bir törenle kurulan Rom a kenti daire bi­ ağacın m erkezindeki resmidir. Hıristiyan sanatın­ çim indeydi. E lbette bu öykü R om a’nm eski ünü da en yaygm olan mandala ise, dört azizle çev re­ olan “urbs quadrata” (kare, dörtgen kent) tanı­ lenmiş olan İsa görüntüsüdür. Bunun kökeni eski mıyla çelişiyor. Bu çelişkiyi açıklamaya çalışan Mısır’a tanrı H orus’un dört oğluyla gösterilişine bir teoriye göre “ quadrata” sözü, “d örd e b ölü n ­ kadar gider. m üş” olarak anlaşılmalıdır, çünkü yuvarlak kent Mimarlıkta da mandala önem li bir rol oynar kuzeyden gü neye ve doğudan batıya giden iki ama bu gözd en kaçar. Oysa hem en her kültürde, yolla bölünüyordu. Bunların kesişme noktası da dinsel olduğu kadar dindışı birçok yapının planı “m undus” oluyordu. Öbür teoriye göre bu çelişki, böyledir. Klasik çağ, ortaçağ ve hatta şimdiki ça ğ­ daha Eski Yunan’da uğraşılan, daha sonra sim ya­ da kent planlamasına girer. Klasik bir örnek, Plu- da rol oynayan, geom etride çözü lem eyen “quad- tark’m (İS 4 6-12 0), R om a’nm kuruluşunu anlatı­ ratura circuli”nin (dairenin kareleşm esi) görsel mıdır: görünüşü olarak, sim gesel anlaşılmalıdır. Gariptir Rom ulus Etruria’dan kendisine masallardaki ki Plutark da kuruluşun daire törenini anlatma­ gibi, her şeyi belli kutsal törelere ve yöntem lere dan ö n ce “Rom a quadrata” dem ektedir. Belki R o ­ göre, gizlerdeki gibi d ü zenleyecek olan adamlar ma onun için hem kare, hem daireydi! Her iki getirtti. Bunlar ön ce bugünkü Com itium ’un oldu ­ açıklamadan gerçek bir m andala biçim i çıkar. Bu­ ğu yerde yuvarlak bir çukur açtılar ve oraya ya na Plutark’ın, Etrüsklerin kent kuruluşunu “giz­ yasaların buyurduğu ya da doğanm gerekli kıldığı lerdeki gibi” yani gizem li olarak öğrettikleri anla­ şeyleri koydular. Ö n ce h er biri geldiği yerden bir­ tımı da ekleniyor. Kent yapım ında dış biçim den likte getirdiği bir avuç toprak attı ve hepsini iyice daha fazlası söz konusuydu. Mandala biçim i ken­ birbirine karıştırdılar. Bu çukura -a yn ı zamanda ti ve elbette oturanları da sad ece nesnel olanın dünya dem ek o la n - “m undus” dediler. Bundan üzerine yükseltm ektedir. Bu da m erkezde bulu­ sonra, burayı bir dairenin m erkezi olarak alıp nan “m undus” ile vurgulanır. Bu ad “öte ta ra f’ kentin sınırlarını çizdiler. Romulus bir sabana bir alanıyla, ata ruhlarının ülkesiyle bağlantıyı kuru­ saban demiri takıp bir inek ve bir boğayı ona k oş­ yor. (A yrıca m undus, büyük bir taşla örtülüydü. tu ve derin bir çizgi çekti. Duvar bu yarık üzerine “Ruh taşı” adı verilen bu taş belli günlerde kaldı­ yapılacaktı. Kapıların olacağı yerlerde sabanı yu ­ rılıyor, yani ölülerin ruhları açığa bırakılıyordu.) karı kaldırılıp bir boşluk bırakıyor, sonra sürm eye devam ediyordu. Ortaçağ kenti de usulen bir mandala planıyla inşa edilmiştir. Yaklaşık olarak daire biçim inde olan bir duvarla çevrilidir. İki ana cad de onu kent na geliyordu. Bu dindar kişilerin yaşam duygusu­ çeyreklerine (quartier) böler ve duvarın dört ka­ na ve gereksinim lerine uyuyordu. (M odern kent­ pısında sona erer. Caddelerin kesişm e noktasın­ lerdeki daire şeklinde planlamada ise estetik ya da, yani kentin yaklaşık olarak m erkezinde kated­ da pratik kaygıların rol oynadığını Paris’in bu say­ ral durur. Ortaçağın dörde bölünm üş kentinin fadaki havadan çekilm iş resmi gösteriyor.) m odeli, Kutsal Kitap’ın vahiyler bölüm ündeki, Psikolojik bakış açısından her mandala yapısı, d ört köşeli planı ve üç kere dört kapısı olan duva­ ister sivil, ister dinsel olsun, arketipsel bir içeri­ rıyla “ C ennetteki K udüs”tiir. M erkezinde ise, ğin dış dünyaya yansımasıdır. Kent, kale, tapınak vurgulanarak belirtildiği gibi, bir tapınak yoktur. psişik bütünlüğün sim gesi olur ve bu yolla bu Çünkü o Kudüs’ün ortasında zaten bizzat tanrı­ mekanla karşılaşan ya da orada yaşayan insanlar nın varlığı bulunur. (Bir kentin mandala tarzında üzerinde özgün bir etki yapar. Mimarlıkta da b ü ­ planlanışının m odası hiç geçm em iştir. M odern bir tün yansıtmalarda olduğu gibi, bilinçdışı bir süre­ örnek W ashington kentidir.) cin, bilinçdışı olmasına rağm en anlamlı bir biçim ­ Ne ortaçağ kentlerinde, ne de ilkel ya da eski­ lendirm enin söz konusu olduğunu yen iden belirt­ çağ kent yapım ında mandala tem el bir estetik ya m ek gerekm ez. “Bu şeyler düşünülm ez” diyor da ekonom i sorunuydu. Bu, mekanın düzenli bir Jung, “Altın Çiçeklerin Gizem i” adlı Çin kitabı y o ­ evrene sem bolik yüceltilişi, ortasından öteki d ün ­ rumunda: “Am a gen e de geçm işin karanlık derin­ yaya bağlanan bir yer olarak kutsanması anlamı­ liklerinden, bilincin en derin içgörüsünü ve ru­ O rtaçağ dinsel yapılarının planları genellikle da ire şeklindeydi. Etyopya'da Kaya kilise, 1 3. yy (solda], Rönesansda İtalya'da yuvarlak kilise yapım ı tutulmuştu. Yuvarlak bir kilisenin insan vücudu oranlarına uyan planı. Italyan sanatçı ve mimar Francesko di G iorgio'nun çizim i, 15. yy (sağda). hun en yüksek sezgisini anlatmak, b öy lece insan­ yoğunluğuna ortaçağda, onun m istiğinde ulaşıl­ lığın bugünkü bilinciyle, çağlar ötesindeki g e çm i­ mıştı. Bu, sim gesel anlatımını yalnızca haçın m er­ şini kaynaştırmak için yükselir.” kezinin kaymasında değil, aynı zamanda yüksek­ Hıristiyan sanatında m erkezi simge mandala lere tırmanan ve m addeyi alt eden gotik katedral­ değil haç ya da haça gerilmiş İsa’dır. Daha Karo- lerde bulmaktadır. Bunun temeli uzunlamasına lenj dönem i görsel sunumlarında haç bacakları haçtır. Planları hem en h ep ortasında vaftiz tek­ eşit olan bir biçim de bir Grek haçı, dolaylı olarak nesi bulunan, gerçek bir mandala olan vaftiz yer­ bir mandala biçim i gösteriyordu. Zamanla haçın leri bunun istisnasıdır. ortası yukarıya doğru alındı ve bugün de bilinen, R önesans’ın başlamasıyla insanların dünyayı kullanılan uzunlamasına haç biçim ini aldı. Bu bi­ kavramasında bir değişim oldu. “Yüksek”e tırma­ çim değişimi, Hıristiyanlıkm ortaçağın ortasına nan hareket en yüksek noktasına erişmişti ve ters kadar içsel bir gelişimine, yani insanlığın, inancın yön e dönm üştü; insan yen iden merkezini dünyevi olandan uzaklaştırarak, gittik­ ğanın, bedenin güzelliğini keşfetti, ilk dünya gezi­ çe ruhaniye doğru “yükseltm e” eğilimine uyduğu lerine çıktı, dünyanın küre biçimini kanıtladı. Fi­ için anlamlıdır. Bu eğilimin tem elinde İsa’nın “ B e­ ziğin, mekaniğin, nedenselliğin yasaları bilimin nim krallığım bu dünyada değildir” şeklindeki ana temeli oldu. Mantıklı düşü n ce ve aklın kazançla­ mesajının gerçekleştirilm esi çabası yatar. Bu m e­ rının, doğanın keşfinin arkasında, ortaçağda o ka­ sajın çekirdeği olarak, yeryüzü yaşamını, “bu dar büyük rol oynamış olan dinsel duygular, akıl­ diinya”yı ve bedeni aşan yücelik görülebilir. Öz­ dışı ve mistik dünya gittikçe daha geriye çekildi. lem öbür tarafa yönelm iştir, doyum da cenn etten Sanat stili, ortaçağ sanatçılarıyla kıyaslandığında, g öz kırpar. Öte yan için uğraşmanın en yüksek daha gerçek çi, duyumlara dayalı hain geldi. Artık yem döndü. D o­ bütün görünen dünyayı kapsıyordu. Görsel sanat, lığın m erkezi resm i d eğişm ed en kaldı. İsa hâlâ, bütün ihtişamı ve korkunçluğuyla dünyevi çeşit­ şim di de olduğu gibi Latin haçıyla sim gelen iyor­ liliği yakalamıştı. Kendisinden önceki gotik sanat du. Yani dinsel insanın m erkezi, doğaya dönm üş gibi o da değişen çağın simgesi oldu. Bu yüzden olan dünyevi insana g ö re yüksek, m anevi plana kiliselerin yapım stilinin de değişm esi rastlantı yükselm iş olarak kalıyordu. B öylece insanın g e ­ sayılamaz. Yüksek gotik katedraller yerine şimdi, leneksel Hıristiyanlığıyla akılcı ve en telektüel özellikle de İtalya’da ana yapı daha güçlü ön e çı­ zihni arasında bir yarılm a ortaya çıktı. O gü n den kıyordu. Bunun tem eli aıtık uzunlama haç değil, beri çağdaş insanın bu iki yanı hiç bir araya g e l­ daireydi. Ama değişiklik dinsel değil, estetik n e­ m edi. Yüzyıllar g e çtik çe insanın doğaya, onun denlere bağlıydı. Bu sim ge tarihi bakımından yasalarına artan içgörü sü yle bu ayrım giderek önemlidir. Bu ana binaların merkezinin, asıl kut­ arttı ve 20. yüzyılda da Batı Hıristiyanımn ruhu­ sal yerin b oş kalışı ve mihrabın aksantrik olarak nu bölm eyi sürdürüyor. duvarın bir girintisinde oluşu ancak böyle açıkla­ E lbette burada verilen kısa tarih özeti fazla nabilir. Bu nedenle gerçek mandaladan söz edile­ basitleştirilmiştir. Dahası Hıristiyanlık içinde olup mez. Planlarını Bramaııte ve M ichenangelo’nım biten gizli dinsel hareketleri, çoğu Hıristiyamn yaptığı R om a’nııı St. Peter Kilisesi bunun istisna­ görm ekten kaçındığı inançları, şeytani, chtoııik sıdır. Bunda mihrap ortadadır. Bu istisna mim ar­ ya da dünyevi espri sorusunu içerm em ektedir. ların dehasına bağlanmak istenir; deha daima ça ­ Bu herm elik hareketler her zaman azınlıktaydı, ğının hem içinde henı üzerindedir. nadiren de görünür bir etki yaptı. Ama kendi y o l­ Am a R ön esan s’ın sanat, felsefe ve bilim e getirdigi ço k ileri değişim lere karşın, Hıristiyan­ larında Hıristiyan spiritüalizmine bir karşı kutup oluştururlar. Rönesansdo Kopernik'in Güneş merkezli Sanatçının ışık, d o ğ a ve vücuda ilgisi dünya goruşu nrlaya çıktı (solda). Rönesansda başladı (en solda: Sanatsal ilgi d o ğ a y a döndü. Tintoretto, 16. yy) ve empresyonistlere Leonardo'nun insan kalbinin inceleme kadar canlı kaldı. Renoir'nın (1 8 4 1 - eskizi (sol altla). 1 9 1 9 ) lablosu (altla). Sim yacıların da ire tasarımı (en solda]. Bütünlük ve zıtların birleşmesinin (burada kadın ve erkek olarak gösterilmiş) simgesi. Dörtgen ve dairenin modern sunumu (1 8 9 4 dğ. Ben Nicholson], simgesel eğilim i olm ayan sıkı geometrik figürler (solda). Japon ressam Sofu Teşigahara'nın (dğ. 1 9 0 0 ) güneş tekerleği. Daire biçim ini asimetrik düzenlemekte modern ressamların eğilim ini o da izliyor (sağda). ÎS 1000 dolaylarında ortaya çıkan birçok tari­ B öylece yüzyıllar b oyu n ca izlenen iki sunum kat ve hareket arasında simya önem li bir rol oy ­ tarzı, iki stil görülüyor. Biri dış dünyaya, duyum ­ nar. Simya Hıristiyanlıkın ileri sürdüğü “ilahi ruh” ların dünyasına, öbürü düşlerin dünyasına, içgö- yanında “m addenin ruhu”nu ileri sürüyordu. Ruh rüntülere, fanteziye tutunmaktadır. Bunların ti­ ile m addeyi birleştiren bir bütünlüğün p eşin dey­ pik işaretleri çıkarılmaya çalışılmıştır. Yeni za­ di. Bıı bütünlük için bin ad, sim ge kullandı. Bun­ manlarda, mağara resimleri araştırmalarıyla tanı­ ların en önem lilerinden biri “quadratura circuli” dığımız H. Kühn, “imajinativ” yani fanteziden çı­ (dairenin kareleşim i) gerçek mandalaydı. kan ve “ sensoryel” yani doğaya uyan stili birbirin­ Sim yacılar deneylerini, yaşantılarını yalnız sözcüklerle anlatmamış, düşlerini, düşlemlerini den ayırır. Her iki kavram da öyle basit ve açık görünüyor ki bunları kullanmayı yeğliyorum . birçok resimle de vermişlerdir. Bunlar yaratıcılık İmajinativ sanatın ilk kanıtları ço k eskilere ve sim gelem de üstüne çıkılamayacak sem bolik uzanıyor. Akdeniz havzasında İÖ ü çü n cü bin yıl­ resimlerdir. Sanat kalitesine nadiren ulaşırlar. da en parlak dönem in e ulaşıyor. Bu eski sanat ya­ Büyük Flaman ressarru H ieronym us B osch (1450 pıtlarında “yapam am ak” ya da “henüz yapam a­ civarı) bu sanatın en iyi tem silcisi sayılabilir. Ya­ mak” değil, dinsel-ruhsal bir kavrayışın belirli an­ pıtlarındaki sim geler en ön ce simya bakımından latımının söz konusu olduğu şimdi anlaşılıyor. anlaşılabilir. Bugünkü sanat bu eski yapıtlarla yen iden yakın Simyacılar yalnız ve saklı, fantastik olduğu ka­ bir ilişki kuruyor, çünkü yarım yüzyüdan fazladır, dar derin anlamlı, bir o kadar da sofu yapıtlarını sanatsal anlatım imajinativ olarak tanımlanacak yaratırken öte yanda aydınlık gün ışığında du ­ olan bir evrede bulunuyor. yumlara yönelik sanatın m ükem m el eserleri d o ­ Bugün de geom etrik ya da “soyu t” daire sim ­ ğuyordu. R önesans’tan beri durmadan yen iden gesi resim de dikkate d eğer bir yer tutuyor. Am a keşfedilen dünya, doğa karşısındaki hayranlık ö y ­ birkaç istisnayla, değişen zamana uygun olarak, le büyük oldu ki ardm dan gelen beş yüzyılın g ö r­ karakteristik bir değişim geçiriyor. Yuvarlak artık sel sanatını etkilem eyi sürdürdü. Duyumsal, d o ­ dünyayı kaplayan, resm i dolduran tek ve belirgin yurucu ana, ışık ve atm osfere bağlı sanatın son figür değildir; çoğalm ış, n eredeyse rastlantıyla tem silcileri 19. yüzyılın em presyonistleriydi. ortam da bulunan, gevşek şekilde bir arada duran bir grup olarak görünüyor. Bazen daire yüzeyi, R obert Delaunay’ın ünlü güneş halkalarındaki gi­ bi asimetrik yapılanmıştır. Henri Matisse’in “Va­ zodaki Latin Çiçekleri ile Natürm ort” tablosunda bakışın odağında eğri siyah bir kalas üzerinde, Latin çiçeklerinin ço k sayıda yaprağı yeşil bir yu ­ varlağa doğru gelişm ekte ve küre sol üst köşesi kıvrılmış, kare bir figürü kapatmaktadır. Bu güzel resm e bakarken daire ve dörtgen formlarının bir zamanlar birbirine ait olduğu, düşünceler, duygu­ lar dünyasını anlattıkları hiç anımsanmaz. Ama anımsayan ve bunun anlamını soran, çağlardan beri bir bütünü oluşturan elem entlerin, artık k op ­ tuğunu, ayrıldıklarını ama gen e de var oldukları­ nı, birbirlerine dokunduklarını düşünür! Rusya doğum lu sanatçı Vasili Kandinsky’nin yaptığı bir resim de sabun köpükleri gibi görünen birbirinden ayrı renkli toplar ya da daireler var­ dır. Bunlar da gerideki büyük bir dörtgen, bunun içinde de kareye yakın iki küçük dörtgenle bağ­ lantılıdır. “ Birkaç Daire” adını verdiği bir başka resm inde gene koyu bir bulut (ya da ona çarpan bir kuş) ve düzensiz bir grup renkli küre ya da daireler görülür. İngiliz sanatçı Paul Nash yuvarlağı gizemli bir bağlantıyla gösterir. “Aşağılardaki Ş ey” adlı res­ m inde, dünyanın yaradılış çağından b oş bir m an­ zarada ön planda bir top bulunuyor. Bir tenis to ­ pu görünüm ündeyse de üzerindeki çizgiler Çin’in sonsuzluk işareti olan Tai-gi-t’u gibi görünür ve manzaranın boşluğu karşısında yeni bir boyut "Aklın Sınırları" (Paul Klee, 18 7 9 19 4 0 ). Burada daire simgesel anlam kazanıyor (solda]. açar. “Bir Düşten Manzara” adlı resmi de aynı oluşum u gösterir; bir aynaya yansıyan sonsuz d e ­ rin bir manzaradan toplar yuvarlanır, ufukta da d ev bir güneş görünür. Bir top da kare biçim inde­ ki aynanın ön tarafındadır. İsviçreli sanatçı Paul Klee “Anlayışın Sınırları” adlı tablosunda basit bir küre ya da daireyi m er­ diven ve çizgilerden oluşan karmaşık bir figür üzerine yerleştirmiştir. Dr. Jung, gerçek bir sim ­ genin, düşünülenin düşünülem ez, ancak sezilir ve hissedilir olduğu zaman göründüğüne işaret eder. Bu da K lee’nin “Anlayışın Sınırları” ile dü­ şündüğüdür. Şuna işaret etm ek gereklidir ki kare, dikdört­ gen ve kare, dikdörtgen ve rom boid grupları, m o ­ dern sanatta daire kadar sık ortaya çıkar. Kare­ lerle oluşturulan harmonik (gerçek ten “müzi- Delaunay'in ( 1 8 8 5 -1 9 4 1 ) gevşek dağılm ış daireleri "Formes circulaires: soleil, lune" (üstte). Kandinsky'nin (1 8 6 6 -1 9 4 4 ) "Birkaç daire"si (solda). Paul N ash'in (1 8 8 9 -1 9 4 6 ) "Landscape from a D ream 'i (sağda). Pierre M o ndrian 'm (1 8 7 2 -1 9 4 4 ) dörtgen biçimlerin egemen olduğu "Kom pozisyon"u (altta). kal”) kom pozisyonların ustası Hollanda doğum lu yet taşıdığı anlaşılıyor. Zamanımızın (yalnızca sanatçı Piet M ondrian’dır. Onun resim lerinde ku­ renkli bir yapılanma ya da “ilk m add e”yi gö ste ­ ral olarak hiçbir gerçek m erkez yoktur, gene de ren ) belli soyut resim lerinde de bu tarz zaman kesin, neredeyse asketik tarzlarıyla düzenli bir zaman yeni bir gelişimin dokusuym uş gibi ortaya bütün oluştururlar. Diğer sanatçıların resim lerin­ çıkıyor. deki düzensiz dörtlü kom pozisyonlar ya da g ev ­ Daire simgesi günüm üzün yaşamında ço k d e ­ şek olarak gruplanmış sayısız dikdörtgenler daha ğişik bir olguda da garip bir rol oynamıştır, zaman da yaygındır. zaman hâlâ da oynamaktadır. İkinci Dünya Sava- Daire psikenin simgesidir. Eflatun da psikeyi şı’nın son yıllarında uçan yuvarlak cisim lere iliş­ küre olarak tanımlamıştır. Kare ve sık sık da dik­ kin “görsel d edik odu ” ortaya çıkmış, bunlara dörtgen toprağa bağlı m addenin, bedenin, ger­ uçan daire ya da UFO (U ııidentified Flying Ob- çekliğin simgesidir. En m odern sanatta bu iki te ­ je c ts = Tanımlanamayan Uçan N esneler) d en m e­ mel biçim arasındaki bağlantı ya yoktur ya da ye başlanmıştır. Jung bunları “Gökte Görülen gevşek ve rastlantısaldır. Bunların ayrılığı 20. Şeylere İlişkin M odern Bir Mit” kitabında in cele­ yüzyıl insanının psişik durumunun bir başka an­ miştir. UFO’ları, bütün zamanlarda daireyle sim­ latımıdır; ruhu köklerini yitirmiştir, dağılmak gelen en bir psişik içeriğin, yani bütünlüğün p ro ­ ü zered ir. (D r. jeksiyonları olarak açıklar. Başka türlü söylersek, Jung’un giriş bölüm ünde işaret ettiği gibi) bu ay­ bu “görsel dedik odu ” , zamanımızın birçok düşün­ rılma geçektir. Dünyanın batı ve doğu yarım kü­ de de görüldüğü gibi, bilinçdışı kolektif psikenin, releri Demir P erde ile bölünm üştür. apokaliptik çağımızdaki yarılmayı daire simgesi Bugün dünyanın durum u nda Ama karo ve dairenin görünüş sıklığı abartıl- aracılığıyla yeniden iyileştirme çabasıdır. mamalıdır. Bunların sim gelediği yaşamın tem el faktörlerini bilince çıkarmanın kesinlikle bir acili- 16 . yy'd a n Alman broşür. Gökte ga rip yuvarlak nesneler görünüyor İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki yıllarda görülen "uçan daireler"i andırıyorlar. Jung bunu, bütünlük arketipinın yansıması olarak açıklamıştı I*. (üstte). Sembol olarak "modern resim" Bu bölüm de “m odern resim ”, “m odern sanat” d e ­ Üzerine” adlı ünlü yazısında, “Her çağm sanatsal yimleri sokaktaki adamın verdiği anlamda kulla­ özgürlük ölçüsü kendine göredir. Bu özgürlük sı­ nılacaktır. Benim ele alacağım ise Kühn’ün d eyi­ nırını da en güçlü deha bile g e çe m e z ”7 diye for­ miyle m o d e m imajinativ resimdir. Bu tür resim ­ m üle etmiştir. ler soyut, daha doğrusu non-figürativ olabilirler Yarım yüzyıldan beri artık “M odern Sanat” ama hep öyle olmak zorunda değildirler. Favizm, duyguları etkilem ektedir. Tartışma bugün de Kübizm, E kspresyonizm , Fütürizm, Süprem a- başlangıcında olduğu kadar sıcaktır. Olumlayan- tizm, Konstrüktivizm, Orfizm gibi çeşitli tarzlar lar ile karşı çıkanlar birbirleriyle çarpışırlar ama arasm da bir ayrım çabam olmayacaktır. Bu gru p ­ yen i anlatım biçim leri h iç ön görülm ediği kadar lardan biri ya da öbürüne özellikle yönelirsem bu dayanmıştır. Onu teh dit e d e n tehlikeler yalnızca tam am en rastlantısal olur. M od em resimlerin e s ­ d ejen era syon ve stil ya da m od a olarak donm a­ tetik ayrımıyla, özellikle de sanatsal değerlendir­ sıdır. m esiyle ilgilenmiyorum. M odern imajinativ resim Geniş kitlede -en azından Avrupa’da- yandaş burada yalnızca çağım ızın bir olgusu olarak ele ve karşıtlar çatışıyor. Ama tartışmanın sıcaklığı, alınmıştır. Onun sem bolik içeriği sorusunun tartı­ her iki tarafın tem silcilerinin de duygusal olarak lıp yam tlanabileceği tek yol budur. Bu kısa b ö ­ etkilendiklerini gösterir. Karşıtlar da yadsıdıkları lüm de yalnız birkaç sanatçıdan söz edilebilir, ya­ yapıtların etkisinden kurtulamıyorlar. Rahatsız pıtlarından yapılacak seçm eler de az çok rasgele­ ya da öfkelidirler ama duygusallıkları, etkilendik­ dir. M odern sanatı, az sayıdaki tem silcisi bakı­ lerini gösteriyor. Olumsuz hayranlık da olumlu m ından tartışırken bir sınır içinde kalmalıyım. hayranlık kadar önem lidir. M odern sanat sergile­ Çıkış noktam, sanatçının bütün zamanlarda rindeki ziyaretçi sayısının yüksek oluşu yalmz çağının ruhunun aracısı, sözcü sü olduğu gerçeğ i­ meraktan daha fazla bir şey olduğunu gösteriyor. dir. Yapıtı kendi psikolojisiyle ancak kısmen anla­ Merak olsa çabuk doyurulurdu. Yapıtlar için ö d e ­ şılabilir. Bilinçli ya da bilinçsiz olarak sanatçı za­ nen fantastik fiyatlar ise verilen sosyal değerin manının, sonunda kendisini d e biçim lendiren d o ­ ölçüsüdür. ğasına, değerlerine biçim verir. Hayranlık, bilinçdışı etkilendiği zaman ortaya M odern sanatçı çoğunlukla zamanıyla yapıtı çıkar. M odern sanat yapıtlarının etkisi yalnız g ö ­ arasmdaki etkileşimi algılar. Fransız ressam ve rünüşleriyle açıklanamaz. Klasik ya da duyumsal eleştirm en Jean Bazaine, “N otes sur la peinture sanata eğitilmiş g öz için bunlar alışılmamıştır, ya­ d ’aujourd’hui”sinde5 “insan istediği resmi ya p ­ bancıdır. Nonfigürativ sanatta izleyiciye kendi maz; söz konusu olan, bütün gücüyle çağm yapa­ dünyasını anımsatacak hiçbir şey yoktur; hiçbir bileceğini yapm aktır” der. Birinci Dünya Sava- şey kendi gündelik çevresin den değildir, hiçbir şı’nda ölen Alman ressam Franz Marc, “büyük ya­ insan ya da hayvan tamdık bir dil konuşmaz. Sa­ ratıcılar biçimlerini geçm işin sislerinde aramaz, natçının yarattığı bir dünya ve evren belirtisi de zamanlarının gerçek en derin ağırlık m erkezine yoktur. Gene de insanla bir bağlantısı vardır. Üs­ yönlenirler.”6 diye yazıyordu. Daha 1911’de Rus telik bu bağlantı belki d e duyumsal sanatın d o ğ ­ ressam Kandinsky bunu, “ Sanattaki Spiritüel rudan hissettirip yaşattığından daha yoğundur. Çağdaş sanatçı insanın içine bakışım, yaşamın ne de “M odern Sanat”ın simge içeriğini soruştu­ geri planını anlatmak ister. Bu durum da sanat ya­ ran psikologlar için bu yazıların incelenişi çok pıtı yalmz som ut, “doğal” , duyumsal olanın alanı­ açıklayıcıdır. Bu yü zden aşağıdaki tartışmada sa­ nı değil, bireysel alam da terk eder. Son d erece natçının kendisinden olabildiğince sık söz edil­ k olektif olur, b öy lece birkaç kişiye değil birçok melidir. kişiye dokunur. Bireysel olarak kalan sunumdur, “M odern Sanat”m başlangıcı tarihi olarak tarz ve kalitedir. Bilm eyen için çağdaş sanatçının 1910 alınabilir. Bu başlangıç dönem inin en güçlü duygulanımının gerçek , yapıtının anlatımının iç ­ kişiliklerinden biri, etkisi yüzyılın ikinci yarısında ten, taklit edilmiş ya da etki altmda kalarak mı da izlenebilen Kandinsky’di. “Biçim Sorununa yapılmış olduğunu anlamak zordur. Çoğu zaman Dair”8 adlı denem esin de şöyle yazıyor: “Bugün ön ce yeni çizgi ve renk kullanımına alışması g ere­ sanat açıklanabilecek olgunluğa ulaşmış olan kir. Bunu bir yabancı dil öğrenir gibi öğrenm esi “spiritüel”i temsil ediyor. Bu temsilin biçim leri iki gerekir. Sonra güzelliklerini, anlatım gücünü ve kutupta toplanabilir: 1. Büyük soyutlama, 2. Bü­ kalitesini keşfedecektir. yük realizm. Bu iki kutup önüm üze, bir erekte Bu yüzyılın sanatının öncüleri yeni sunum sonlanan iki yol açıyor. Sanatta bu iki unsur her tarzlarının seyirciye nasıl geldiğini hissetmiş ol­ zaman vardı; birincisi ikinci içinde ifade edilirdi. malıdırlar. Daha ön ce, 20. yüzyılın yenilikçileri gi­ Bugün her iki unsurun varlıklarını ayrı ayrı sür­ bi kimse, ereklerine ilişkin o kadar bildiri, yazı ya­ dürdükleri görülüyor. Sanat anlaşılan soyutun yınlamamıştır. Burada söz konusu olan yalnız nesnel olanla anlatımı ya da tersi gibi hoş bütün­ başkalarına kuramsal açıklamalar değil, daha çok lem elere bir son verm iş.” kendi sanatsal inanç bildirileriydi. Bunların çoğu İki örnek Kandinsky’nin varsayımım açıklaya­ da çelişkili, karışık, bazen de şiirsel, kendi yaratı­ bilir. 1913’te Rus Kasimir Maleviç, beyaz zemin cı çalışmalarım garip bir biçim de açıklayan d en e­ üzerinde siyah bir kareden başka bir şey görü lm e­ m elerdi. Sanatçılar başkalarıyla değil, kendileriy­ yen, belki de yüzyılın ilk soyut resmini yaptı.9 Bu­ le hesaplaşm aya çalışıyorlardı. na ilişkin olarak “sanatı, nesneler dünyasının den ­ Asü önem li olan, sanat eseriyle doğrudan kar­ şılaşmadır, her zaman da öyle olmuştur. Am a g e ­ gesinden kurtarmak için um utsuz bir çaba sonun­ da kare biçim ine sığındım ” diye yazıyordu. Duyumsal ya da nesnel sanat, düşsel ya da "gerçekdışı" sanata karşı. Tavrın dondurulduğu nesnel sunumun örneği: Bir kumarbazın batışını anlatan bir diziden (W illiam Frith İngiltere, 19. yy) (sağda), im ajinativ ve kesin soyut sanat örneği (Kazimir M alew itsch, 1 8 7 8 1 9 3 5 ) (solda). i I.üthJhpIiP'I i. N<ıı*t. M. llMlüVihlr.-VIrr (iırfiHö I Krapilii-i. 1 1 ,'s GeMtAcp".v' X V*\y !r . ,\f]. rııd.lı. A ritm i) • « i >‘ f l.l.-tiT r « ..ıu t n L r .- l- c n ıb » j İ t ' Wn**’*0 | dapkut’«' 1 * !,r ı» < » " Kurt Schwitters in (1 8 8 7 -1 9 4 8 ) iki kom pozisyonu. Onun düşsel tasarımları alışılmış gündelik nesnelerin (eski biletler, kağıt, maden vb) üstüste getirilişiydi (solda ve "«"Hit M , Slfotii ' üstte). tıtrifb^ı. Hans A rp'ın (dğ. 18 8 7 ) bir araya getirdiği tahta parçaları (sol altla). Pica^so (dğ. 1881) plastiğini yapraklı bir dalla bütünler (altta) Bir yıl sonra Fransız ressam Marcel Ducham p, Nesnelerin gizemli ruhu rasgele seçtiği bir nesneyi, bir şişe kurutucuyu bir sehpa üzerine yerleştirip bir sergiye koydu. Jean Bazine buna ilişkin olarak: “ Kullanım ama­ cından uzaklaşıp kıyıya atılmış olan bu şişe kuru­ tucu, garip bir efeııdisiz nesne olma onuru kaza­ nıyor. Hiçbir işe yaramaz, am ade, her şeye hazır yaşıyor. Huzursuz eden, anlamsız bir yaşamın ke­ narında yaşıyor. Huzursuz eden nesne; bu sanata atılan ilk adım ” diye yazıyordu. Kare ve şişe kuru­ tucu, sanatla kelimenin dar anlamıyla hiç ilişkisi olmayan sem bolik jestlerdi. Gene de bunlar bir­ birlerini karşıt sınırlara ( “büyük soyutlam a” , “b ü ­ Gördüğümüz gibi, “büyük som ut”un çıkış noktası Ducham p’m ünlü, garip şişe kurulucusuydu. Şişe kurutucu yapılışında sanatsal değildi. Duchamp kendisini anti-sanatçı olarak adlandırıyordu. Ama onunla, sayısız sanatçı için önem li bir rol oynaya­ cak olan bir unsur günışığma çıkmıştır. Onlar buna “objet trouvé” ya da “ready m ade” diyorlardı. Nes­ nenin büyüleyici etkisi hissedilm eye başlanmıştı. Örneğin İspanyol ressam Joan Miro her gün şafakta kumsala “dalgalarla yıkanmış nesneleri yük realizm”) götürüyorlardı, g elecek onyılların toplamak için” gider, “kişiliklerini k eşfed ecek bi­ sanat tarzını da bunlar yönlendireceklerdi. Ne rini bekleyerek orada yatan nesneler” bunları olursa olsun bunların aralarında içsel bir ilişki bu ­ bulduğunda atölyesinde saklar. Zaman zaman o n ­ lunmaktadır: Korku yüklü, huzursuz eden nesne lardan bazılarım alır, çok da ilginç k om p ozisyon ­ soyutlam aya götürür; ruh m addeyi aşacaktır. lar ortaya çıkar. “Sanatçı sık sık kendi yarattıkla­ Psikolojik açıdan, çıplak nesneyle soyut n es­ rının biçim leri karşısında şaşırır.” nesizlik gibi ayrı kutuplardan iki jest, o zanuın, Bi­ Daha 1912’de İspanya doğum lu sanatçı Pablo rinci Dünya Savaşı (incesi insanlardaki, sanatta Picasso ve Fransız sanatçı Gorges Braque, çöp ler­ sim gesel bir anlatını bulan psişik yarılmayı g ö ste ­ den topladıklarıyla “collages”lar yapıyorlardı."’ rir. Bu yarılmanın kökeni, bu bölü m de de g ö ste ­ Max Ernst resimli “big business” çağının resimli rilmeye çalışıldığı gibi, çok ön celerd e aranmalıdır. dergilerinden kupürler kesiyor, onları kendi fante­ Bu daha R önesans’ta ela hissediliyordu, o zaman zisine göre bir araya getirip, burjuva yaşamı at­ kendini doğa bilimleriyle din, bilm ek ve inanmak mosferini, deıvıonik, kabus benzeri bir gerçekdışı- arasında belli ediyordu. O zamandan beri insan ııa çeviriyordu. Alman ressam Kurt Schwitters uygarlığı doğal tem ellerinden, içgüdüselin alanın­ keııdi çö p tenekesinin içindekilerle çalışıyordu; çi­ dan daha da uzaklaşmış, b öylece aradaki uçurum viler, paket kağıtları, yırtık eski gazete parçaları, giderek daha derinleşmiştir. Artık, bilinç ve bilinçdışııım uyuşmazlığı gibi, nesne dünyasıyla ruh dünyasının karşıtlığı şeklinde de yaşanıyor. Bu iki kutup arasındaki gerilim, çağdaş insanın, sanat yapıtlarında anlatım bulmaya çalışan psişik duru­ m unu karakterize ediyor. tiren biletleri ve kumaş artıklarını bir araya getiri­ yor, bunları garip güzellikleri şaşırtıcı bir etki ya­ pan orijinal bir bütün de birleştiriyordu. Ama Schw itters’in bu nesneler saplantısı, bu “nesneler­ den maııik büyüleniş” “ bazen anlamsızlığa kadar da gidiyordu. “N esnelere Adanmış Bir Katedral” admı verdiği yapıyı çöp lerd en inşa etti; üzerinde 10 yıl çalıştı, buna yer açmak için kendi evinin üç katını deldirdi. Bu katedralde çöp ler arasında in­ sanlar için hiç yer bulunm uyordu. Psikolojinin bakış açısından bu “ob jets trou v é ”ler, “co lla g e ”lar, absü rd değerlen dirilm iş nesneler ve bunların büyüleyici etkisi, Scwit- geride duran, sanatın bütün gizemli ihtişamım ters’in yapıtlarıyla, “M odern Sanat”ın insan zihni­ oluşturan daha y ü ce durum unu tanımamızı sağ­ nin ve sem bollerinin tarihinde alacakları yerin ilk layan, alışılmış eşyadır” diye yazıyordu.12 belirtilerini veriyor. Burada eski bir geleneğin, bi- Paul Klee ise “nesne, dışından anlaşıldığından linçdışı da olsa sürdürüldüğünü gösteriyor. Bu, daha fazla bir şey olduğunu bilişimiz sonucunda, aralarında özellikle simyanın ve herm etik fe ls e fe ­ dış görünüşünün ötesine doğru genişlemiş olur”13 nin bulunduğu, ortaçağ gizli dinsel hareketlerinin diyordu. Jean Bazaine de “bir nesne bize, kendisi­ geleneğidir. Simyacılar da m addeyi, m addenin ni aşan güçlerle dolu göründüğü için bizde sevgi ruhunu kendi m editasyonlarm ın objesi durum u­ uyandırır” 14 diye ekliyordu. Bu çok kez yinelenen na yükseltmişlerdi. Schw itters en değersiz m ad­ “nesnenin ruhu” ya da “m addenin ruhu” kavramla­ deyi, ç ö p kovasındaki atıklan sanat eseri d eğeri­ rıyla, eski bir simyacı varsayımı da yem den canla­ ne, “katedral” düzeyine yükseltirken, bilm eden nıyordu; m addeye sıkışmış olan bir ruhu kurtarıp simyacıların özdeyişini, aranan değerin pislikte serbest bırakmak, eski bir simya kavramıdır. Bilin­ bulunacağı ilkesini izlem ekteydi; “In stercore in- cin bilebilişirun sona ulaştığı, kavranamayacak ola­ ventur.” A ynı gerçeği Kandinsky de dile getirir: nın başladığı her yerde, kolektif bilinçdışmdan “Bütün ölüler titrer. Yalnızca şürlere konu olan böyle tasarımlar ortaya çıkar. Simyacılar “m alze­ yıldızlar, ay, ormanlar, çiçek ler değil sokaktaki m e ve değişimi” bilm ecesini kendi tarzlarında çö z ­ çam urdan göz kırpan pantalon düğm esi de... Her m eye uğraşmışlardı. Yüzyılımızın insanı için “m ad­ şeyin, konuşm aktan çok susan bir ruhu vardır.” d e ” fizik sayesinde akıldışı bir kavram olmuş, böy- Sanatçüarın olduğu kadar simyaciların da bil­ lece nesneler de giz haline gelmiştir. m ediği, m addeye ya da eşyaya kendi ruhlarından B irçok sanatçının hissettiği “nesnenin gözün bir parçayı yansıttıkları gerçeğiydi. Bunların, hat­ gördüğünden daha fazla bir şey olduğu” duygusu, ta çöplerin bile büyüleyici etkisi, aldıkları yüksek İtalyan ressam Giorgio de C hirico’nun yapıtların­ değer, o “gizemli canlanış” bundandı. Kendi ka­ da vurgulanıyor. Kendisi bir mistik, aradığım hiç ranlıklarım, dünyevi gölgelerini, kendilerinin ve bulamayan trajik bir arayıcıdır. Kendi portresinin zamanlarının yitirdiği psişik içeriği ona yansıtı­ (1 9 0 8 ) altına “Et quid am abo nisi q u od aenigma yorlardı. Am a simyacılardan farklı olarak m od ern est?” (V e ben d e sevilir olan bulm aca değilse n e­ sanatçılar Hıristiyan düzeni içine katılmıyorlar, d ir?) diye yazm ıştı.15 onun tarafından korunm uyorlardı. Hatta Schw it- Chirico, “pittura m etafísica” ekolünün kuru­ ter’in yapıtı bir bakıma kiliseye karşıydı. Hıristi­ cusuydu. “Her n e sn ed e” diye yazıyordu, “İki yön yanlık m adde alemini aşmaya çalışırken, o n ere­ bulunur; her zaman gördüğüm üz, herkesin gör­ deyse fanatik bir tek yanlılıkla m addeye bağlı ka­ düğü, bilinen yan ile ruhsal ve m etafizik olan, an­ lıyordu. Am a paradoks olarak Schw itter’in tarzı cak nadir kimselerin, berrak bilinç anlarında, m e­ nesnelerin som ut gerçekliklerini ele geçirir. R e­ tafizik m editasyonla görebildiği yan. Bir sanat ya­ sim lerinde m alzem e soyut sunumların soyut un­ pıtı, dış görünüşünde görülem eyen bir şeyi anlat­ suru olur. Kendini soyutlam aya başlar. Am a bu malıdır” .16 garip şekilde o anın gerçeğin e uygundur; aynı an­ C hirico’nun yapıtları nesnelerin “ruhsal y ö - da fizikte m addenin mutlak “ som u t”luğu sorgu ­ nü”nü görünür kılar. Bunlar gerçeğin, bilinçdışm ­ lanmaya başlanmıştır. dan görüntüsel olarak gelen düşsel transpozis- “N esnenin gizli ruhu” , varoluşun geri plam o yonlarıdır. Am a “m etafizik soyutlam a”sı korkutu­ sırada ressamları uğraştırıyordu. Carlo Carra, cu bir katılıkla anlatılmıştır. Resim lerdeki atm os­ “Bu basitlik biçim ini ortaya çıkaran, varoluşun o fer kabus ve m elankolidir. İtalyan kentlerinden mydı. Elbette C hirico’nun “durgun güzellik”te bulunan “korkunç boşluk”u gösterip g österem e­ diği kuşkulu kalabilir. Resimlerinin ço ğ u huzur­ suz edicidir, hatta kimi bir kabus gibidir. Ama “boşluk”a sanatsal anlatım kazandırmaya yoğ u n ­ laşmasıyla, bugünün insanının ana sorunsalına kadar ilerleyebilmiştir. Chirico’nun dayandığı Nietzsche, keşfettiği kor­ kunç boşluğun nedenini “tanrı öldü” diyerek bildi­ riyordu. Chirico’nun çağdaşı Kandinsky de benzer şekilde formüle ediyordu: “Gökyüzü boşaldı. Tann öldü”.18Bu söylem ler duyulmamış bir etki yapabilir, ama yeni değildir. Tanımın ölümü ve bunun sonu­ cu, “metafizik boşluk” daha 19. yüzyılda edebiyat­ çıları, özellikle de Almanya ve Fransa’da huzursuz Gerçeküstü sanatın örneği olarak René M a gritte'in (dğ. ] 8 9 6 ] "Le etmişti.19 Şimdi 20. yüzyılda açıkça tartışılmaya Souliers Rouges"u. Uygunsuz başlanan ve sanatta simgesel anlatım bulan uzun elemanların bir araya gelişi absürd, bir gelişimdi. B öylece çağımızın sanatının Hıristi­ irrasyonel ve düşsel etkiyi yanlıktan ayrılışı mühürleniyordu. uyandırıyor. Jung da bu garip, zor anlaşılır “tanrının ölü ­ m ü” görüngüsünü, çağımızın bir olgusu olarak ele almıştır. “Biliyorum ki ve bununla da sayısız baş­ ka insanın da bildiğim vurgulamış oluyorum , şim ­ çeşitli alanlar, kuleler, nesneler olağanüstü k es­ kin bir perspektiften ve sanki havasız bir m ekan­ da, görünm eyen bir ışık kaynağından gelen acı­ masız soğuk bir ışıkta görünür. Antik tanrı başla­ rı, klasik geçm işle bağlantıyı oluşturur. En korkutucu resim lerinden birinde m erm er bir tanrıça başm m yarana bir çift kırmızı lastik el­ diven, m odern bağlam da “büyülü bir n esne” k o ­ yar. Zem indeki yeşil top , çarpıcı zıtlıkları birleşti­ ren bir simge olarak rol oynar; onsuz psişik dağüma daha fazla olurdu. Bu resim, kesinlikle sofisti­ ke bir deliberasyonun son ucu değildir; bir düş resm i olarak alınmalıdır. Chirico, N ietzsche’nin ve Schopen h auer’in fel­ sefelerinden esinlenm işti.17 İlk olarak S chopen hauer ve N ietzsche, yaşamın anlamsızlığının d e ­ rin anlamım ve bu anlamsızlığın sanata nasıl d ö ­ n ü şeceğin i anlatm ışlardı. K eşfedilen korkunç diki zaman, tanrının görünm ezliği ve ölüm ü çağı­ dır.” Yıllarca hastalarının düşlerinde, yani m o ­ dern insanların bilinçdışında, Hıristiyan tanrı im ­ gesinin solmakta olduğunu gözlem ledi. Bu im ge­ nin yitimi, yaşama anlam veren yü ce bir etm enin yitimi demektir. G ene de işaret edilm elidir ki, ne N ietzsch e’nin “tanrı öldü” anlatımında ne de C hirico’nun “m e­ tafizik boşluk”unda ya da Jung’un bilinçdışı im ge­ lerden çıkarttıklarında, tanrının gerçekliği, varlı­ ğına, aşkın bir varoluş ya da olmayış üzerine h er­ hangi bir şey vardır. Söz konusu olan yalnızca, bilinçdışından bilince çıkan, resim, düş, düşünce, intuisyon' gibi insan anlatımlarıdır. İçeriklerin k ö­ ken olarak bilinçdışında nasıl ortaya çıktığı ve ya­ şayan tanrı im gesinden ölü tanrı im gesine d önü ­ şüm ün nedeni, açık bırakılması gereken bir soru ­ dur. Burası anlayışın şuurlarıdır. boşluk, m addenin ruhsuz, durgun güzelliğinin ayİntuisyon: içedoğm a. (çn .) G io rg io de C hirico (dğ. 1 8 8 8 ) da M a rc C h a g a ll (dğ. 1 8 87) g ib i, "görünenin ardındaki varoluş"un anlatımı peşindeydi. C hirico'nun vizyonu ("Filozof ve Şair") a ğ ır bir melankoli taşır (altta). C hagall'inkiyse sıcak ve duygu yüklüdür. Kudüs'teki cam pencerelerinden biri. (1 9 6 2 ) (sağda). C hirico'nun "Aşk şarkısı" tablosunda antik mermer baş ve lastik eldiven uyuşmaz elem anlardır. Yeşil küre, bütünlüğe bilinçdışı bir eğilim i gösterebilir (solda). "M e tafizik peri" (C arlo C arra, dğ . 1 88 1). Hatları olm ayan varlık figürü C h irico 'd a geri döner (sağda). Chirico, bilinçdışm m karşısına çıkardığı bu s o ­ Chagall ve C hirico’ıum karşılaştırılması, ça ğ­ runsalın çözüm ünü bulmadı. Yapıtlarında bu, en daş sanatçının yapıtında neyin bilinçdışm m rolü, açık olarak insan resim lerinde görülür. Bugünkü neyin insanın duruşuna bağlı olduğu sorusunu durumda, kişisel olm asa da yeni bir onur ve s o ­ ortaya çıkıyor. rumluluk taşıyan “insaıı”m kendisidir. Jııng bunu îlk yanıtlardan birini, kurucusu şair André bilinçli olma sorum luluğu olarak tanımlamıştır. Breton sayılan “Gerçeküstücülük” akımında bulu­ Ama C hirico’da insan ruhsuzlaşmıştır, bir “ıııa- yoruz. (Chirico da gerçeküstiicü olarak tanımla­ ııichino” , yüzü olmayan, yani bilinçliliği bulunm a­ nabilir.) Daha bir tıp öğrencisi iken Breton, Fre- yan bir kukla olmuştur. ııd’ıın öğretisini tanımıştı, bu yüzden kendisi için “ Büyük Metafizikçi” adlı yapıtının çeşitli versi­ de düş önem li bir rol oynuyordu. “ Düş de yaşanım yonlarında yüzsüz bir figür çöplerden bir tahta tem el sorunları için kullanılamaz ıuı? G elecekte oturmuştur. Bu figür, metafiziğe ilişkin “g e ıçe k ”i düş ile gerçek arasında görünür çelişkiyi, bir tür aramaya çabalayan insanın bilinçli ya da bilinçsiz mutlak gerçekliğin, gerçeküstünün (sürrealite) iroııik bir sunumu, aynı zamanda yalnızlık ve an­ çözebileceğin e inanıyorum ” diye yazmıştı.2"1 lamsızlığın uç noktasının simgesidir. Ya da belki, B reton sorunu çok doğru görm üştü; düş ve öbür çağdaş ressamların yapıtlarını dolduran “ıııa- gerçek karşıtlıklarının birleşm esine çalışıyordu. nichiııi” , yüzsüz kitle insanının ön habercisidir. Ama onun bu ereğe varmak için tuttuğu yol, psi­ Chirico kırkma vardığında “pittura metafisi- kolojik bakımdan yanlıştı. Freud’uıı serbest çağrı­ ca ”yı bıraktı; geleneksel stile döndü, ama yapıtla­ şım yöntem iyle çalışmaya, bilinçdışıııdan gelen rı o derinliği yitirmişti. Bu herhalde, bilinçdışı sözcük ve tüm celerin, herhangi bir bilinç deneti­ çağdaş varoluşun temel açmazına bulaşmış olan mi olmaksızın otomatik yazımıyla başladı. Breton yaratıcı zihin için “gelinen yere geri d önü ş” olm a­ buna “düşüncenin, bütün estetik ve ahlaksal kay­ yacağının kanıtıdır. gılardan özgür dikLesi” diyordu. “1Böylelikle biliuç- Marc Ohagall psikolojik bakış açısından Chiri- dışıııdan gelen imge akımına yol açılmış, bilincin c o ’nıın tersi olarak görülebilir. Onun yapıtlarında önem li hatta asıl betim leyici olan rolü dışlanmış da “gizemli ve yalnız bir şiir” ve “nesnelerin, ancak oluyordu. Ama bilinçdışı değerlerin anahtarı bilin­ nadir kimselerin görebileceği ruhsal yanları” var­ cin elindeydi ve psişik gü çler arasındaki gü ç den ­ dır. Ama OlıagaH’111 zengin simgeciliği köklerini, gesini vurgulayan gen e de oydıı.2" Bilinçdışıııdan Doğu Yahudiliği’nin Hassidist sofuluğundan ve ya­ ortaya çıkan içeriğe yanıt verebilecek, insanlar şama kaışı sıcak bir duygudan alır. Ne boşluk so­ için şimdi ve burada som ut gerçekliği içinde ö n e ­ runuyla ııe de tanrının ölüm üyle karşılaşmıştır. mini kavrayabilecek olansa ancak bilinçti. Bilinç­ “Demoralize dünyamızda, yürek, insanın sevgisi dışı ancak bilinçle birlikte çalışarak yaratıcı gü cü ­ ve tanrısal olana inancı dışında her şey değişebi­ nü gösterebilir, ancak o zaman boşluk ve anlam­ lir. Bütün şiirler gibi resmin de bir parçası tanrı­ sızlığın melankolisi aşılabilirdi. Uyarılmış bilinçdı­ saldır; insanlar bunu bugün hâlâ, eskiden hisset­ şı kendi başına bırakılırsa, içeriğinin aşırı gü çlen ­ tikleri kadar derin hissediyorlar” diyor.21 m esi ve tahrip edici olması tehlikesi vardır. G erçe­ İngiliz yazar Sir. Herbert Read, Chagall’in bi- küstücülükte bilinç en geri plana çekilir. Ahlaksal, liııçdışmın eşiğini hiçbir zaman aşmadığını, ayağı­ estetik kaygılar kapatılır. B öylece yapıtlara, bütün nın daima gücünü aldığı toprağa sıkıca bastığını faııtastizm ve akla gelenlerin zenginliğiyle, sıklıkla ileri sürer.22 Ama lanı da bu, bilinçdışıııa eıı “d oğ­ bir korkunçluk, bir yokolıış duygusu egem en olur. ru” duruştur, bu yüzden de ChagaU’in “günüm ü­ zün en ışıltılı sanatçısı olması”2" o kadar anlamlıdır. G erçeküstiicü resim lere (örn eğin Salvador Dali’nin Yanan Zürafa’sm a) buııu aklımızda tııta- rak baktığımızda düşgücündeki zenginliği, bilinçdışı düşlem in bu aşırı gücünü duyabiliriz. Ama çoğunda beliren h er şeyin sonu simgelem i ile dehşeti de algılarız. Bilinçdışı saf doğadır ve doğa gibi armağanlarını b olca döker. Ama kendine bı­ rakılırsa ve insan bilincinin tepkisi olm aksızın (gen e tıpkı doğa gibi) kendi armağanlarını tahrip eder, onları er g e ç mahvolm aya süpürür. M odern sanatta bilincin yeri sorusu, resimleri oluştururken “rastlantı”ııın kullanılışıyla ilişkili olarak da ortaya çıkar. Max Ernst, resim yapm a­ nın ötesinde “bir ameliyat masası üstünde bir di­ kiş makinesiyle bir şem siyenin tesadüfen bir ara­ ya gelişi (Bu, şair Lautréam ont’a gön d erm ed ir), gerçekü stü cü ler tarafından keşfedilm iş olan, iki ya da daha fazla birbirine yabancı unsurun, her ikisine de yabancı bir düzlem de bir araya gelm e­ sinin şiirselliği en güçlü ateşleyen şey olduğu ol­ gusunun, şimdi çok klasik olm uş tanıdık bir örn e­ ğidir” diye yazıyor."' Max Ernst’in bu sözleri herhalde bilm eyenler için, A ndré B reton’un aynı etkiyle yazılmış yoru ­ mu kadar kavranması gü ç bir şeydir: “Bir donıate- Salvador Dali (dğ. 1 9 04) en tanınmış M a x Ernst'in "D oğa Tarihi"nden frottaj (18 gerçeküstücü ressamlardandı. Unlü tablosu yy) (sağ altla). Gerçeküstücü stilde gravür. "Yanan Zürafa" (üstle). M ercan, laş ve iskeletlerin kompozisyonu (altta). sin üzerinde dörtnala koşan bir atı algılayamayan yatıyordu. Örneğin Max Ernst, Boticelli’nin “ Eğer kişi bir budaladır.” (Burada yeşil topun, antik boyaya batırılmış bir sünger duvara fırlatılsa, onun m erm er başın ve kırmızı lastik eldivenin Chiri- bırakacağı lekeden başlayarak, hayvanlar, manza­ c o ’nun tablosunda “rastlantıyla” bir araya gelişle­ ralar ve her türlü biçim görülebilir” sözlerini tartı­ ri akla geliyor.) E lbette bu çağrışımların b irçoğu n ­ şan Leonardo da Vm ci’ye geri dönüyordu. da şaka, oyun ve saçmanın şans eseri şiirsellikleri 1925’te Max Ernst, döşem e tahtalarındaki bin­ de vardır. Am a sanatçıların çoğu için oyun ve şiir­ lerce çizik ve lekeye gözlerini dikip baktığı sırada sellikten tamam en farklı bir şey söz konusuydu. kendisini zorlamaya başlayan bir hayali şöyle anla­ Bunu Fransız heykeltıraş Jean (ya da Hans) tır: “Meditasyon ve hallüsinasyon yeteneklerimi ko­ A rp’ın yapıtında rastlantının oynadığı rol gösteri­ rumak için bu çizgi ve lekelerin üzerine rasgele ka­ yor. “Görüntülerin ardında derinde uyuklayan gi­ ğıtlar sererek üzerlerine kurşun kalem grafiti sürüp zemli bir tem el anlam”28 ve son derece basit bir bir dizi çizim aldım. Daha sonra bu çizimlere gözle­ anlatım yaratabilmek için Arp, rasgele fırlatılmış rimi dikerek baktığımda birden, birbirine karşıt ve yapraklarla tahta yontular yapıyordu. Bunlara iç içe geçen resimlerden oluşan bir hallüsinasyo- “rastlantılar yasasına göre düzenlenmiş yaprak­ nun güçlenişi ile sarsıldım. Frotajla kazanılmış bu lar” ya da “rastlantılar yasasına göre düzenlenm iş resimlerden ilk diziye Histoire Naturelle adını ver­ dörtgenler” gibi adlar veriyordu. Bunlarda yapıta dim.”"9 Bu “frottage”larından birçoğunun üzerine derinliği veren rastlantıydı. Bu, düzenlem elerde ya da arkasına Max Ernst halkalar ya da daireler belireni, fark edilm eden işleyen bir gücü, “gizemli yerleştirerek, resme kendine özgü bir derinlik ve bir tem el anlam”ı anlatmaktaydı. duygu katmıştır. Burada psikolog, imgenin doğal Gerçreküstürüleıiıı sanatsal çabalarının, bulut dilinin kaotik zararlarını, “self'i içeren bir psişik bü­ formasyonlarının, odun yongalarının, düşsel re­ tünlük simgesiyle karşılamak, dengeyi sağlamak simlerine çıkış noktası yapılmasının ardında, Paul çabasını kolayca görebilir. Halka ya da daire resme Klee’niıı sözleriyle “rastlantıyı öne çıkarmak” fikri egemendir. Kendiliğinden anlam taşıyıcı, anlam ve- Roma'dan arlan uzaklıkla bir sikke üzerindeki resim gittikçe değişiyor. Baş resmi çözülüyor. Bununla LSD etkisi altında yapılm ış çizim lerdeki (A lm anya'da, 1 9 5 1 ) çözülm e süreci karşılaştırılabilir. Bilincin zayıflam asıyla soyutlama eğilimi artıyor. rici olan simge, doğanın üzerine çıkmaktadır. Max Ernst’in, nesnelerdeki gizemli çizgileri iz­ lem e çabalarında, 19. yüzyıl romantikleriyle bir g e ”ları kadar soru taşır. Psikolog için bunlar sim­ gelerdir. Bu yüzden de hissedilm ekle kalmaz, ay­ nı zamanda yorumlanabilirler. akrabalık görülür. Onlar her yerde, kuş kanatla­ İnsanların, birçok m odern sanat yapıtı karşı­ rında, yumurta kabuklarmda, bulutlarda, karda, sında geri kaçışı, yansıtmanın olamayışı ve bilinç- kristallerde, donan suda ya da diğer “rastlantının dışının bilince üstünlüğü, belli başlı saldırı nokta­ özgün bağlantılarında” tıpkı düş ya da hayal gibi larına eleştiriyi ortaya çıkarmaktadır. Patolojik görülebilen “doğanın el yazısı”ndan ya da “büyük sanattan söz edilm ekte, ruh hastalarının yapıtla­ şifre”den söz ederler. Bunların hepsi onlar için ay­ rıyla kıyaslamalar yapılmaktadır. Çünkü ego kişi­ nı “doğanın resim dili”nin dışavurumlarıdır. Bu liği ile bilincin, psikenin bilinçdışı içeriğinin saldı­ bakım dan Max Ernst’in deneyleriyle elde ettiği re­ rısı altmda kalışı, psikozlar için karakteristiktir. simlere “Doğa Tarihi” adını verm esi gerçek bir ro­ B öyle bir kıyaslamanın bugün eskisi kadar ga­ mantizm olarak görülebilir. Nesnelerin bu rastlan­ rip olmadığı da doğrudur. Jung 1932’de Picasso tısal biçimlenişini kendisine çıkartıveren bilinçdı- üzerine bir denem esinde böyle bir bağlantı olası­ şmın doğa olduğunu söylerken de haklıdır. lığından ilk söz ettiğinde makalesi öfke fırtınaları­ Ernst’in Histoire N aturelle’i ya da A rp ’ın rast­ na neden olmuştu. Bugün Zürih’in tanınmış bir lantı kom pozisyonları ile psikologun yargısı baş­ galerisinin katalogunda, ünlü bir m odern sanatçı­ lamıştır. Bir rastlantı aranjmanının, nereden, ne nın “n eredeyse şizofrenik tutkusu”ndan söz edil­ zaman gelirse gelsin, bunu karşılayan insan için m ekte, Alman yazarı R u dolf Kassner gibi biri, şa­ ne anlama geldiği sorusuyla yüz yüze gelmiştir. ir G eorg Trakl’ı en büyük Alman liriklerinden biri Bu soruyla insan ve bilinç, onlarla birlikte de an­ olarak tanımlayıp daha soluk almadan “ Onda şi­ lam olasılığı işe karışmaktadır. zofren bir şeyler var. Yapıtlarında da bu izleniyor; Rastlantıyla yapılan resim güzel ya da çirkin, uyumlu ya da dağınık, içeriği zengin ya da yoksul, onlarda da bir parça şizofreni var. Evet, Trakl b ü ­ yük bir şairdir” diyerek devam ediyor. iyilikte ya da hastalıkta yapılmış olabilir. Bu et­ Bugün, şizofreni durum u ile sanatçı görü şü ­ m enler sanatsal değeri tayin ed er ama psikologu nün birbirinden pek ayrılamayacağı biliniyor. tatmin etm ez. Bu da genellikle sanatçıyı ya da bi­ Meskalin ve diğer drug’larla yapılan deneylerin, çimi çok doyurucu bulan kişiyi rahatsız eder. Psi­ bu tem el görüş değişikliğinde yardım cı olduğunu kolog daha ileri gider ve rastlantı aranjmanının pek yadsımıyorum. Bunlar, harika renk ve biçim “gizli k odu ”nu, deşifre edilebildiği kadar, anlama­ görüntülerinin refakat ettiği şizofreniye benzer ya çalışır. A rp’ın rasgele bir araya serptiği n esn e­ bir duruma yol açmaktadırlar. lerin sayısı ve biçim i de Ernst’in fantastik “frotta- Gerçeklikten kaçış Franc Marc “geleceğin sanatı bilimsel bilincimize ler “nesnenin gerisindeki varoluş”u saptamaya biçim sel anlatım sağlayacaktır” demişti. Bu p e y ­ çalışıyorlardı. Aynı zamanda yapıtları bilincin ar­ gam berce bir sözdü; bilinçdışmın, m odern resmin dındaki, hatta ancak çok en der hallerde nesnesiz birçok yapıtında hangi rolü oynadığını, derin p si­ olan düşün ardındaki bir varoluşun dışavurum uy­ kolojinin verilerinin sanatçıyı nasıl esinlediğini du. B öylece fizik ve psişik görüngülerin gerisin­ gördük. Sanatla, atom fiziği verileri arasında da de, bilinem eyen bir varoluş olarak duran o “geri şaşırtıcı bir ilinti ortaya çıkıyor. (Fizikle bilinçdı- plan ge rçe k liğ i”ni g ö sterm ek tey d iler. şı ilişkisi M. L. voıı Franz’ın son uç yazısında tartı­ onun eşdeğerleriydi. şılacaktır.) Bunlar Ancak birkaç sanatçı anlatım yollarıyla fizik ile A tom fiziği, basitçe söylersek m addenin yapı psikoloji bilimleri arasındaki ilintinin farkındaydı. taşlarından nesnelliği ya da som utluğu, aynı za­ Kandinsky fizikte, o sırada henüz başlangıç aşa­ manda doğrudan kavraııabilirliği çalmış, b öylece masında olunan buluşlar karşısındaki şaşkınlığını m addeyi bir gizem haline getirmiştir. Bu da ger­ vurgulayan ustalardan biriydi: “Atom un p arça­ çeğin değişik bir algılanışına ulaşmıştır. İçinde bi­ lanması benim ruhumda bütün dünyanın parçala­ zim fizik yasalarımızın geçerli olduğu “doğal” nışıyla eşitti. p]n kalın duvarlar birden yıkılmıştı. dünyamızın arkasında, şim diye kadar bilinm eyen Her şey güvensiz, sallantılı ve gevşek hale gelm iş­ yasallıklarıyla yeni, akıldışı gerçekler ortaya çık ­ ti. Gözümün önünde bir kaya havada eriyip gö- mıştır. Buna uygun olarak psikolojide de bir deği­ şim olm uş, bilinç dünyasının ardında, derinde bir bilinçdışı katmanı bulunm uştur (ya da daha d o ğ ­ rusu yeniden bulunm uştur) ve burada da yeni, şim diye kadar bilinm eyen yasallıklar geçerlidir. Bu ve bir önceki sayfadaki resimler Her iki yeraltı dünyasının karakteristiği, sü­ (Franz M a rc, 1 8 8 0 1 9 1 6 ) artan bir reçlerinin, içeriklerinin görülem ez oluşudur. Sa­ soyutlayış ve dış objeden uzaklaşma natın çağımızın anlatımı olarak anlaşılmasında bu gösteriyor. "M a vi Atlar" (191 1) (en solda). "O rm anda Geyikler" önem lidir; sanat artık som ut gerçekliği bırakarak ( 1 9 1 3 / 1 4 ) (ortada). "O yn ayan “soyu t” hale geçm ektedir. Büyük sanatçı kişilik­ Formlar" (1 9 1 4 ) (altta). "Saf fornrTu geometrik formlarla oluşturma girişimi (Piet M o ndrian] (solda], Paul Klee "gizli b a kış'a , bir "d o ğ a d a ki ru h 'a biçim vermeye çalışıyordu. ’Ölüm ve Ateş" (sağda). "D enizci S in dba d" (en sağda). rünm ez olsa artık şaşırmazdım. Bilim bana göre m ut” , “figürativ” ve “nonfiglirativ” , “duyum sal” ve m ahvolm uştu.”111 Düş kırıklığının sonucu nesnel “düşsel” ayrımlarından ya da biçim sorunlarından olandan ve doğa alem inden geri çekilmekti. “B e­ çok daha önem li şeyler vardı. Onlar yaşamın, n es­ nim için sanat alemi, doğa alem inden gittikçe ay­ nelerin merkezinin, bunların değişm ez zemininin rılmaktaydı.”10 ve içsel kesinliğin arayışı içindeydiler. Sanat mis­ Sanatın Doğa alem inden ayrılışı o sırada sayı­ tik hale gelmişti. sız sanatçıda da oluyordu. Franz Marc “G örüntü­ Sanatçıların gizem inde boğuldukları ruh, n es­ lerinin görsel aynasını kendilerine doğrulttukça nelerde, yaşamın doğal görünüm lerinin ardında nesnelerin daha çok konuşacağını bin yıllık d en e­ aradıkları gizli bir ruhtu. Bu simyacıların m adde yim im izden bilm iyor m uyduk? Görüntü ebediyen ve doğada keşfetm eyi umdukları ruhun tıpkısıy- yassıdır” 13 diye yazmıştı. Onun için sanatın ereği dı. Simyanın mistiği gibi sanatçılarmki de Hıristi­ “her şeyin ardında bulunan ve dünyevi olmayan yanlık dışındaydı, çünkü “doğanın ruhu” ya da varoluşu gösterm ek, yaşamın aynasını kırarak var “nesnelerin ruhu” , Hıristiyanlığın “sem avi” ruhu­ oluşun gözlerine doğrudan bakmak”tır.:',, Paul na uygun değildir. Daha ço k onun karanlık, dün­ Klee şöyle yazıyor: “Sanatçı doğal görüntünün bi­ yevi zıddıdır. Bu çağdaş sanata yol açm ış ve ta­ çim lerine, kendisini eleştiren gerçekçilerin ço ğ u ­ rihsel önem ini de betimlemiştir. Ortaçağdaki her- nun verdiği zorunlu önem i verm ez. Kendini g e r­ m etik’ hareketler gibi sanat da bugün, çağın Hı­ çeklikle çok bağlı hissetm ez; çünkü doğanın bu ristiyanlığı bütünleyen bir anlatımı olarak anlaşıl­ ürünlerinde yaratış sürecini pek görem em ek te­ malıdır. dir. Biçim sel ürünlerden çok biçim leyen güçlerle Kimse sanatın mistik zeminini Kandinsky ka­ ilgilidir.”1’5 Piet M ondrian kübizmi, soyutlamayı dar açık görüp sözünü etmemiştir. Onun için b ü ­ mantıksal sonucuna kadar götürm em iş olmakla yük sanat yapıtlarının önem i “yüzeyinde, dışında suçlar. Ona göre soyutlamanın son ereği “değişen değil, bütün köklerin kökü, sanatın mistik içeri- doğal biçim lerin gerisinde saklı duran değiştiril­ ğindedir” . 17 Bu yü zden der ki: “Sanatçının açık m em iş, saf gerçeklik için bir anlatım”d ır.“ Sanat­ gözü kendi içsel yaşamına yönelm iş olmalı, kula­ çı bu “son erek ”e, artık öznel duygulanım ve tasa­ ğı içsel gereksinim inin sesini dinlemelidir. Mistik rımdan etkilenm eyen bir biçim lem e ile ilerler. Bkz. B aba oğlu ; H erınetizm , B D S yayınları, 1997, İstanbul Aslında o sırada sanatçılar için “soyu t” ve “s o ­ (ç n .) I S 'v k r n * 'H m * bakımdan zorunlu olana anlatım kazandırmanın bazen poetik, bazen dem onik anlatımı olarak g ö ­ tek yolu budur.”"8 Kandinsky için dünya “ruhsal rülmelidir. Mizah ve gariplik insani olana kurulan olarak etkileyen varlıkların evreni”dir,™ o resim­ köprüdür. Doğa yasalarının dikkatli gözlem i ve lerini evrenin ruhsal il'adesi, renk ile şekillerin yaratılmışlara olan sevgi, uzakları dünyaya bağ­ harmonisi olarak alıyordu. “ Biçimin, tam soyut lar. “Sanatçı için doğayla diyalog con d itio sine olduğunda, bir geom etrik biçim in aynısı olduğun­ qua non olarak kalır. ”4r da bile, bir iç ezgisi vardır, bu biçim le aynı özel­ “ Gizli ruh”un bam başka bir anlatımını da g en ç liklere sahip bir ruhsal varlıktır.”"’ “ Bir üçgenin soyut ressamların en dikkati çekenlerinden, daha tepesinin bir daireye dokunuşu gerçekte, M iclıc- kırk dört yaşındayken bir araba kazasında ölen laııgelo’da tanrının parmağının A d em ’in parmağı­ Amerikalı Jackson P ollock ’ta buluruz. Oııun “a c­ na dokunuşundan daha az etkileyici değildir.”'" tion paintig” stili çağımızın gen ç sanatçıları ü ze­ 1914’te Franz Marc “Aforizm alar”mda “Madde rinde büyük bir etki yapmıştır. “ My Painting” ad­ insanın en fazla tolere ettiği ama algılamadığı bir lı yazısında çalışma tarzım şöyle anlatıyor: “R e­ şeydir. Eskinin dünyaya bakışı yerini dünyayı g ö ­ sim yaptığını sırada ne yaptığımın bilincinde ol­ rüşe bırakmıştır. Hiçbir mistik, cenneti apaçık mam. Ancak sonradan resim le bir tanışma süreci gördüğü en yoğun anında bile çağdaş düşüncenin başlar. Değişiklikler yapmaktan, imgeyi tahrip e t­ m ükem m el soyutluğuna, derinlem esine görü şü ­ m ekten hiçbir korkum yoktur. Çünkü resmin ne ulaşamamıştır”“ diyor. kendi yaşamı vardır. Bunun gerçekleşm esi için Çağdaş ressamlar arasındaki şair sayılabilecek çalışırım. Ancak resim le tem ası yitirirsem sonuç olan Paul Klee için sanat yalnızca görüleni ver­ beş para etm ez. Yitirmediğim takdirde saf bir m ekle kalmamış, “gizli olanı da görünür kılmış­ harmoni, kolay bir alış ve veriş olur ve ortaya iyi tır” .'1" Yapıtı tem el bir yaratış zem ininden kök al­ bir resim çıkar.” Bu sırada yere serilmiş olan tu­ maktadır. “Elim çok uzak bir dünyanın aracıdır. val üzerinde çılgınca dans ediyor, kanava üzerine Kafam da şurada işleyen değil, uzak, yüksek bir boyaları fışkırtıyor, serpiyordu. B öylece ortaya yerlerdedir.”44 K lee’nin yapıtında doğanın ruhu çıkan resim ler tüm üyle şekilsiz, kaotik, renkten ile bilinçdışının ruhu birbirine ayrılmaz biçim de lav ırmakları, çizgiler, yü zeyler ve noktaların da­ bağlıdır. E goyu da kendi büyülü halkalarına çe k ­ ğılımı oluyordu. Simyacıların “massa con fıısa” , mişlerdir. Yapıtı gerideki bir yaşamın çok yönlü, “prim a materia” ya da “ch a os” tanımlarını anım­ satıyordu. Bu simyacıların değişim sürecinin d e ­ dinsky’nin “büyük soyutlam a” ve “büyük gerçek - ğerli başlangıç m addesiydi, psikolojik olarak da çüik” kavramlarının, sanatın sonuç olarak tek bir bilinçdışının sim gesi olarak kabul edilm eliydi. ereğe varacak olan birbirinden ayrı iki kutbu ola­ P ollock ’un resimleri de aynı zamanda her şey rak etkin olmaya başladığı akla geliyor. B öylece olan bir “h iç”i temsil etm ekteydi. Bu resim ler bi­ bu ereğe ulaşılmış m ıydı? Elbette hayır. Ancak şu linç ve varoluşun ortaya çıkmasından da ön ceki kadarı söylenebilir ki sanatçının biçim lendirişinde zamanlarda yaşar gibiydiler; ya da her türlü varo­ pek de sanmak istediği kadar özgür olmadığı an­ luşun ve bilincin yok olm asından sonraki fantas­ laşılıyor. Resm i az ya da çok bilinçdışı m eydana tik harabe manzaralarıydı. gelm işse o zaman, doğanın onun geride bırakma­ Yüzyılımızın ortasında nonfigüratif ya da so­ yı um duğu biçim lendirm e yasaları güçlerini sür­ yut, resm in en önem li, en sık kullanılan anlatım dürmektedirler. Soyutla doğa yapıları arasındaki yolu oldu. Biçimin çözülm esi ne denli öne çıkarsa, esrarlı ilinti fark edilm eden çok ön ce Kandinsky resim sim gesel içeriğim o denli yitirdi. Çünkü bunu anlatmıştı: “Soyut resim doğanın ‘deri’sini simge bilinm eyeni gösterse de bilinen dünyaya terk etmiştir, yasalarını, büyük konuşmama izin aitti. Nonfigüratif resim lerde ise bilinen dünya verin kozmik yasaları, terk etmiş değildir.”4*5 çözülm üştür. Bilinenle bilinm eyen arasında bir Bunun onlara nasıl geldiğini ve resim lerinde köprü olabilecek hiçbir şey yoktur. Ama beklen ­ olanın ruhun hangi derinliklerinden fışkırdığını m edik bir şey belirmiştir; soyutlamaları n ered ey ­ en açık şekilde söyleyenler bugünkü sanata yol se tam olan birçok resim, organik ve inorganik açanlardı. Onlar bugün de bunun anlaşılması için m addelerin m olekıiler yapılarının m ikrofotografi yolu gösteriyorlar. Çünkü izleyen kuşaklar kendi­ ile alınmış resimlerine şaşırtıcı bir benzerlik g ö s ­ lerini aynı biçim de hesaplaşm aya zorunlu hisset­ term ektedir. B öylece doğa ile garip bir bağlantı miyorlar. Ne Kandinsky, ne Klee ne de m odern oluşm uştur ve sanatsal soyutlama sanatçı farkına resm in erken dönem ustalarından herhangi biri, bile varmadan, uzak olsa da saf bir gerçeklik ola­ egonun itilmesi ve doğal m addenin yadsınm asıy­ rak la, psikolojik bakış açısından ruha ve doğanın te­ görü n m ek tedir. Yüzyılın başında Kan- m eline mistik bir batışla ne tür bir tehlikeyi ateş­ ederken Marini: “E ğer son on iki yıldaki binici lemiş olduklarının farkındaydılar. yontularıma art arda bakarsanız, atm yaban kor­ Bunu açıklamak için soyut sanatm bir başka kusunun giderek arttığını ama korkudan şahlana­ yönüne bakılmalıdır. W ilhelm W orringer ünlü ya­ cağı ya da kaçacağı yerde donu p kaldığım görür­ pıtları “ Soyutlam a ve H issetm e” (1 9 0 7 ) ve “ Go- sünüz. Bütün bunlar, dünyanm sonuna yaklaştı­ tik’in Biçim S oru n ların d a (1 9 1 2 ), soyutlayıcı sa­ ğımızı düşündüğüm dendir. Her figürde daha d e ­ natı, en ço k nordik insanlarda bulunduğuna inan­ rin bir korku ve çaresizliği vurgulamaya çalıştım. dığı metafizik bir huzursuzluk ve korkunun dışa­ Sona eren bir efsanenin, bireysel, m uzaffer kah­ vurum u olarak belirtmişti. Nordik insan, güneyli­ raman efsanesinin, hümanistlerin “u om o di vir- lerin doğallığı ve dünyeviliğine sahip değildir. tu ”sunun (ahlak insanı) son evresini verm eğe ça ­ Gerçeklikten acı çeker. Ruhani olan, gerçeküstü, lışıyorum .” duygulanım üstü bir dünyanın özlem i içindedir. Masallar ve efsanelerde “m uzaffer kahraman” Sanatçı olarak da bu dünyaları arar, özlem ini so- bilincin simgesidir. Onun yıkılışı, Marini’nin de yutlayıcı bir üslupta dışavurmaya çalışır. Sir Her- belirttiği gibi bireysel insanın ölümü, gerçek bire­ bert Read, “C oncise History o f M odern A rt” adlı yin yokoluşundan çok sosyal alanda olan, sanat yapıtında, metafizik kaygının artık yalnızca ger- alanında resim den insanın geri çekilişi ile gösteri­ manik ve nordik insanın özelliği olmayıp, m odern len bir olgudur. dünyanın bütününü karakterize ettiğine işaret R oditi’nin, Marini’nin stil olarak klasikten mi ederek, K lee’nin 1915 başlarında günlüğüne yaz­ uzaklaşmak istediği, “soyu t” olma yolunda mı ol­ dığım alıntılar: “Bu dünya ne denli korkunçsa sa­ duğu sorusunu “sanat korkuyu vurgulamaya ça ­ nat da (bugün olduğu gibi) o denli soyut hale g e ­ lıştığı anda klasik idealden uzaklaşmış olur” diye­ lir; buna karşılık mutlu bir dünya gerçek çi sanatı rek yanıtlar. Sanatının ön örnekleri olarak Marini, üretir.”47 Franz Marc için soyutlamaya kaçışı, P om pei kazılarının gün ışığına çıkardığı cesetleri dünyadaki kötü ve çirkin yüzündendi. “Daha çok arıyordu. Roditi, Marini’nin yeni stiline bir tür erkenden insanları ‘çirkin’ buluyordum ; hayvan “Hiroşima Stili” adını veriyor. Bu bir kıyam et g ö ­ bana daha güzel görünüyordu. Am a onda da d uy­ rüntüsünü andırıyordu. Marini bunu onaylıyor. gularıma aykırı, çirkin o kadar çok şey buluyor­ Kendisini yeryüzündeki bir cen n etten kovulmuş dum ki yaptıklarım içgüdüsel olarak gittikçe daha gibi hissettiğini söylüyor. “Kısa zaman öncesine şematikve soyut hale geldi.”48 İtalyan yontucu Marino Marini de benzerini Jackson Pollock (dğ. 1 9 1 2 ] resimlerini transa benzer bir durumda yaşıyordu. Yıllarca çeşitli varyasyonlarda yaptığı yapıyordu (solda], Fransız G eorges ana motif, bir atm sırtındaki çıplak bir g en ç oldu, M atthieu d a "action painting" ikinci büyük savaştan sonra yapılan erken yon tu ­ yöntemini kullanmaktaydı (en solda]. larında gen ç hayvanın üzerinde kolları alabildiği­ Soyut resimlerle do ğ a d a ki elemanların m ikrofotografik resimleri ne açık ve beden i hafif arkaya eğikti. Marini, ya­ arasında şaşılacak benzerlik vardır. zar E douard Roditi ile 1958’de sanatı üzerine Gliserin içindeki ton yaptığı konuşm asında49 bunu “umut ve şükran dalgalanm alarının resmi (Karşılaştırınız s. 2 2 ] (sağda). sim gesi” olarak tanımlamıştır. Yıllar geçtik çe bu şekil “soyu t”landı; binicinin az çok “klasik” görü ­ nüşü ortadan kalktı. Bu değişim im altmda yatan duygulardan söz kadar yon tu cu dolgun, duygulu, güçlü biçim leri aramaktaydı. Ama yaklaşık on beş yıldır yontu sa­ natı çözülm ekte olan biçim leri seviyor.” Marino Marini ile Edouard Roditi arasındaki konuşm a yorum gerektirm iyor. Duyguları açık olarak bir m odern sanat sergisini gezen kimse, sanatsal çalışmaya hayranlığına ve beğenisine, sergilenen çalışmaları çok sevm esine rağmen, re­ sim lerden, plastiklerden yayılan korku, şaşkınlık, saldırganlık, alay izlenimini almaktan kurtulamaz. Sayısız yapıtta huzursuzlukla vurgulanan “m eta­ fizik korku” Marini’de olduğu gibi, tehdit eden bir kıyamet karşısındaki umarsızlıktan gelmiş olabi­ lir. Başkalarında üslup, “tanrı öldü ” duygusuyla daha çok dinsel olana kayabilir. Her ikisi birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Bu içsel sıkıntının köklerinde bir yenilgi, daha doğrusu bilincin dünya ve insan gerçeğin den g e ­ ri çekilm esi yatar. Sanatçı kendisini bilinçdışm dan gelen doğaçlam alara bırakmaktadır. Mistik yaşantının taşkını ile yaşama, dünyaya, zaman ve mekana, m addeye, canlı, doğal görünüm lere iliş­ kin her şey bırakılır ya da yabancılaştırılıp çö z ü ­ lür. Yersel olanın ve bilincin dengeleyici, sınırla­ yıcı karşı gücü olm ayınca biliııçdışı hiç şaşmaksızın kendi öbür, karanlık yanm a döner; yaratıcı s e ­ sin “ dünyaların ahengi”ni ya da ana tem elin hari­ kulade gizlerini, şaşkınlık ve tahrip izler. Bir olgu ­ dan daha fazlasında sanatçı bilinçdışının pasif kurbanı olmuştur. Fizikte de yeni araştırılan arka plan dünyasının çelişkileri ortaya çıkmıştır. Doğanın en iç yasaları, tem el elementinin, atomun yeni keşfedilen yapı ve ilişkileri, o zamana kadar görülmemiş tahrip gücü olan silahların bilimsel tabanını oluşturmuştur. B öylece kıyamete giden yol açılmış oluyor. En d e ­ rin bilgi ile dünyanın yok edilmesi burada, doğanın tem el zemininin keşfinin iki yanıdır. Bunun köke­ ninde de bilincin yani bilinçdışı güç dürtülerin kar­ şısındaki sorumluluğun yadsınması bulunuyor. Bilinçdışının ve içeriğinin tehlikeli ikili özelli- ğini de egem en olan bilincin önem li rolü kadar ta­ ile kişileştirirlerdi. M erkür’ün “iki yüzlü M erkür” nıyan Jung, insanlığa katastrofa karşı tek bir silah (M ercurius dup lex) olarak adlandırılması boşuna sunabilmektedir: O kadar basit ama bir o kadar değildir. Hıristiyanlığım dinsel dilinde bu şeyta­ da iddialı bir çare olan bireysel bilincin uyandırıl- nın olum suz ruhudur. Am a olanaksız görünse de ması. Bilinç, yalnızca bilinçdışım dengeleyen kar­ onun da çift bir yanı vardır. Gizil bir olum lu yan şı ağırlık olarak zorunluolmakla, yaşama anlam olarak, Lucifer olarak da görülür. Lucifer “ışık ta­ katma olanağı olmakla kalmaz. Bilincin belirgin şıyıcı” demektir. bir pratik önem i de vardır. Dış dünyada, kom şu­ Kendi içinde birbirine karşıt ya da kutuplu larda ya da kom şu halklarda tanık olunan kötü­ olan chtonik ruhun bu paradoksal durumu ışığın­ nün, bizim kendi ruhumuzun da içeriğinde bulun­ da bakıldığında (ch ton ik ruhun simgesi olduğunu duğunun bilincine varmak, kom şum uza tavrımızı anladığım ız) m odern sanatın da ikili bir yön ü var­ değiştirm ede de ilk adımdır. dır. Olumlu bağlam da bu, gizemli derin bir doğa İmrenme, iştah, şehvet, yalan ve bütün bilinen mistiğinin dışavurumudur. Olumsuz olarak da an­ günahlar biliııçdışının “karanlık” yanıdır. Kendini cak kötü ve tahripkâr bir ruhun dışavurumu ola­ iki türlü gösterebilir. Olumlu bağlam da insanı, rak yorumlanabilir. Bu iki yan birbirine aittir. nesneleri ve dünyayı yaratıcılıkla dolduran “doğa B öyle bir paradoks biliııçdışının ve içeriklerinin rulııı” olarak görünür. Bu, bu yazıda sözü çok edi­ tem el özelliğidir. len “chtonik” , dünyevi, yerscl-ruhtur. Ama aynı Bir yanlış arılamayı önlem ek için bu açıklanan ruh, aynı bilinçdışı hiç fark edilm eden karanlık düşüncelerin, sanatsal ya da estetik değerlerle bir ruha, “kötü ruh”a dönüşebilir, iktidar ve tah­ hiç ilgisi olmadığını, yalnızca zamanımızın sanatı­ rip dürtüsü olarak yaşanır. Bu değişim özellikle nı yorumlamak için düşünüldüğünü yeniden vur­ bilinç yetersiz kalırsa tamamlanır. gulamak gerekir. Simyacılar doğanın bu ikili ruhunu “Merkür” M a rin o M a rini'n in 1 9 4 5 ve 1 9 5 1 'deki iki heykeli, at ve binici temasının figürler gittikçe soyutlaşırken, sükunet anlatım ından acı veren korku ve şaşkınlığa nasıl değiştiğini gösteriyor (üstte ve ortada]. M a rin i'n in geç yapıtları, Pom pei'de bulunan panikle dam galanm ış cesetlerden etkilenmiştir (solda). Zıtların birleşmesi Am a daha sonuna ulaşmadık. Zamanın ruhu sü­ sam, gelecek te yavaş yavaş kendine ulaşabilecek, rekli hareket halinde algılanmalıdır. Çok yavaş, kendi ağırlığım yen iden bulacak ve onu dünyanın belli belirsiz ama durm adan akan bir ırmak gibi­ dış gerçekliğine kadar güçlendirebilecektir.”51 dir. Hızlı yaşanan yüzyılımızda on yıl bile çok uzun bir zamandır. Jean Bazaine de b enzer deyim lerle konuşu­ yor: “Bugünün ressamları için duygularının saf Yüzyılın ortalarında resim de bir dönüş belir­ ritmini, kalbinin en gizli vurum unu, som ut bir bi­ m eye başladı. Bu hiç de devrim ci, sanatı 1900’ler- çim de hapsetm ek yerine resm etm enin baştan çı- de olduğu gibi alt üst ed en bir şey değildi. Am a karıcılığı büyüktür. Onunla kurutulmuş bir m ate­ ereklerini şu ana kadar ele aldığımızdan değişik, m atiğe ya da m onotonluk ve çizginin artan yo k ­ yeni bir şekilde form üle ed en sanatçı grupları sulluğunda sona eren bir tür soyut dışavurum cu­ oluştu. Bu değişim soyut resmin sınırları içinde luğa düşüyor. Oysa inşam dünyasıyla yen iden ba­ oluyor. rıştıran tarzda, insanın her an dünyada kendi bi­ İnsanların yaşanan ana kalıcılık sağlamak g e ­ reksinim inden ortaya çıkan, som ut gerçeğin su­ çim lendirilm em iş yüzünü yen iden k eşfed ebilece­ ği bir tür ‘kom m ünion sanatı’ vardır.” numu bu arada fotoğrafla geçerli bir tarz bulm uş­ Sanatçılar için söz konusu olan kendi iç ger­ tu. Buradan gerçek bir figürativ sanat gelişti.50 O çekliklerinin dünyanın ya da doğanın gerçekliğiy­ zaman doğal olarak çoğ u görsel sanatçı derinle­ le birleşmesiydi. Bu yolla “insan olarak ağırlığın şen bir içselliğe doğru, düşsel sanatı izlemeyi sür­ yeniden geri fethedilm esi”ne giden yolları bulabi­ dürerek bir adım daha ilerlediler. Ama birçok leceklerine inanıyorlar. Bir kez daha sanatın iki g en ç sanatçı için onlarca yıldan beri var olan an­ ayrı yolu birleşir gibi görünüyor. Bunları Kan­ latım yolları artık hiçbir m acera, hiçbir feth edile­ dinsky yüzyılın başında “büyük soyutlam a” ve cek alan sunm uyordu. Yenilikler arıyorlardı. A ra­ “büyük realizm” diye tanımlamıştı. Am a bu bir­ dıklarını hem en yambaşlarında olan ve gen e de leşm e şimdi ve kesin olarak, soyut resim le doğa­ kaybolm uş olanda, doğa ve insanca olanda b u ld u ­ dan m ikrofotografiyle alınmış resim ler arasında lar. Am a söz konusu olan doğanın resimle k opya ­ sı değil, doğaya duygusal bir yanıttı. Fransız ressam A lfred Manessier sanatının ereğini şu sözlerle form üle ediyordu: “Yitip giden gerçekliğin ağırlığını yen iden yakalamalıyız. K en­ dim ize insanın ölçülerinde yeni bir yürek, yeni bir D oğa ve insan bir zam anlar sanatın can, yeni bir ruh başarmalıyız. Ressamın asıl g e r­ konularıydı. Bu yüzyılda bunlar fotoğraf çekliği ne soyutlam ada, ne d e realizmde, kendi­ sanatınca üstlenilmiştir. M o dern nin insan olarak ağırlığını yeniden kazanmakta­ fotoğrafçılık yalnız çekim yapm az, ruh dır. N onfigüratif bana şu anda, ressamın kendi iç hali ve duygulu yaşantıyı da biçim lendirir. Bir Japon kış manzarasının gerçeğin e ulaşabileceği ve tem el kendiliğini yaka­ layabileceği en uygun şans olarak görünüyor. A n ­ cak bu yeniden fethedilen noktadan sanırım res­ fotoğrafı (W erner Bischof, 1 9 1 6 -1 9 5 4 ], VI rastlantıyla bulunan benzerliklerle değil, sanatsal sı, yalnızca siparişi verenin açık düşüncesini g ö s ­ biçim leyişin bilinçli değişim iyle olmaktadır. term ekten daha fazla bir şey. Bu daha çok “m o ­ G özlem ci ön ce bu sanatçıların yapıtlarında dern sanat”ııı rolünün, Hıristiyanlığım, hernıetik değişik bir atm osfer fark ediyor. A lfred Manesi- bağlam da bütünleyicisine dönüşm esi gerçeğini er’iıı, Gustave Singier’in, Oscar D a M t’in ve diğer­ simgeliyor. Bütünlem eden bir birlikte etkilem e lerinin resim lerinde, bütün soyutlam a ile bir va­ yolıı açılıyor. İsa’nın hayvan sim gelerine bakılırsa roluşun onamı, bütün duygu yoğunluğuyla n e re ­ semavi ile doğal olan arasındaki gerilim ve birlik­ deyse ateşli bir biçim ve renk harmonisi ortaya teliğin anlatıldığı görülür. Bugün bu bin yıllık in­ çıkıyor. Jean Lurçat’nm ünlü duvar kağıtlarında sanlık sorununun çözü m ü n d e yeni bir aşamaya doğa yaşamaktadır. Bunlar düşsel, duyumsal sa­ varılmış gibi görünüyor. G elecekte ne olacağı bi­ nalın mutlu bir birleşimi sayılabilir. linem ez. Olumlu sonuçların karşıtlar arasında bir Klee de benzeri için uğraşmıştı. Am a Klee köprü mü oluşturacağı yoksa bu yolun ön ced en “ ölülerin ve doğmamışların yakınında” , kozmik görülem eyen kargaşalara mı yol açacağı henüz denilebilecek bir uzaklıkta yaşıyorken, burada yanıtlanamayaıı bir sorudur. Henüz çok fazla kor­ söz edilen gen ç sanatçı kuşağı köklerim sağlam ca ku, çok fazla tehdit etkindir. Bunlar toplum yaşa­ toprağa daldırmışlardır. Onlar için biçim lendir­ mında olduğu gibi sanatta da ağırlığını koruyor. m ede, çalışmada bu yandaki gerçeklik önemlidir. Her şeyden ön ce bireylerin, sanat olarak ya da M odern resmin şu anda, içsel ve dışsal olanın bir­ sanatta kabul etm eye hazır olduklarından kendi­ leşimi ön e çıkm ışken, yen iden dinsel konuları ele leri ve yaşam için sonuçlar çıkarmaya karşı di­ alması anlamlı görünüyor. “ Metafizik boşluk” aşıl­ rençleri çok güçlü. Sanatçı psikologun anlatmak­ mış görünüyor. Şimdi hiç beklem ediğim iz bir şey tan çekindiği birçok şeyi, bilincinde olmadan, ortaya çıkıyor; kilise m odern sanatın sipariş ve re ­ düşmanlığı da uyandırm adan anlatabilir. Psiko­ ni oluyor. Yüzyılımızın sanatının kiliseye taşm m a- logların sözleriyle bireyler kendilerine dokunul- muş ve seslenilmiş hissederler. Sanatçının yaptı­ ğı, özellikle çağımızın insanı için uzak ve kişisel olmayan bir alandadır. Psikolog bilince yönelm iş­ tir, sanal, yapıtıysa bilinçdışıııa dokunur. Ama gerçek sanal, yapılı kendi çağının ötesini, zaman ötesini gösterir. Bu onun uyandırdığı ve hep uyandıracağı hayranlığı açıklar. O izleyende de zaman ötesine bir köprü kurabilmişi,ir. 2 0 . yy'ın ortasında resimde büyük bir yaşam onayı eğilim i ortaya çıktı. Jean Lurçat yapıtlarını açık arazide sergilerdi (sol üstte). Alfred M anessier'nin (dğ. 191 I] "D édicace a Sainte M arie-M a deleine" (üstte]. "Pour la N aissance du Surhomme" (Pierre-Yves Trémois, dğ. 1 9 2 1 ] (sağ üstte). Pierre Soulages'in (dğ. 1 9 1 9 ) tablosu (sağda). Sarının koyu elem anlar gerisinde bir ışık olduğu anlaşılıyor. Olgunlaşma Yolundaki Simgeler Jolande iacobi 17. yy'd a n bir Fransız gravürü: Düşler sarayı. ci m o ykxjLijcqljociíijsj P T TjfT U t l i m U l U T U r i m r n m O lg u n la ş m a Y o lu n d a k i S im geler Giriş Jung psikolojisinin yalnızca yaşamının ikinci ya n ­ Kendisi içedönük, utangaç, ince hatlı, uzun b o y ­ sında bulunan kimselere uygulanabileceği yaygın lu, açık renk saçlı, açık yüksek bir alnı ve koyu göl­ bir kamdır. Ama bu bir yanılgıdır. Çünkü bireyleş­ geli mavi gözleri olan bir gençti. Bir analizin ne ol­ m e süreci, insanın ruhsal gelişim yolu, doğum dan duğu, nasıl olduğuna ilişkin hiçbir fikri yoktu. Bana ölüm e kadar sürer dolayısıyla yaşamın ilk yansım gelmesine yol açan, birçok kişi için söz konusu ol­ da kapsar. “Gölge” adı verilen şeyle ilişkili sorunla­ duğu gibi bir nevroz değil (en azından bir görüşm e rın çalışılması, bilinçlendirilmesi, b öylece egonun rica eden m ektubunda böyle diyordu), kendi ruhu güçlendirilmesi bu dönem e aittir. Yaşama, çevreye üzerinde bir çalışmaya “içten gereksinim” duyma­ uyum gereksinimi karşısındaki korku, kendi düşle­ sıydı. Bu “gereksinimin” ardında anneye güçlü bir rine geri çekilme, çocu k kalmaya eğilim, özellikle bağlılık, yaşam, yaşamın getireceği zorunluluklar gen ç içedönüklerde bireyleşm e sürecinde kimi ve riskler karşısında duyulan korku vardı. Henry şeyleri engellemiştir. Am a derin bilinçdışı alanları eğitimini yeni tamamlamış, büyük bir endüstri fir­ uyarmak, içlerindeki hâzineleri, örneğin düşlerde masında işe girmişti. Her gen ç adamın, erişkinliğm gizli zengin simgeleri yukarı çıkarmak başarılırsa eşiğindeyken altetmek zorunda olduğu sorunlar bununla ruhun gelişimi büyük ölçü de desteklene­ önünde dunıyordu. “Sanırım, yaşamımın bu evresi­ bilir. Simgelerin bireyleşm e sürecinde, bunun ilk nin özel bir önem i var” diye yazıyordu: “Karar ver­ yarısında da ne denli büyük bir anlam kazandığım m em gerekiyor; yalnız, kararsız, korunma altında, sizlere, Henry adını vereceğim yirmi beş yaşındaki gerçeklere yabancı bir gen ç olarak mı kalacağım bir m ühendis örneğiyle gösterm ek istiyorum. yoksa bütün güvenceleri fırlatıp atmaya, gerçeğin Henry, bir çiftçi ailesinden gelen babasım n bütün gereklerini kabul etm eye hazır, sağlam bü' pratisyen hekim olarak çalıştığı D oğu İsviçre’nin adam mı olacağım?” Birlikte yapacağımız “gezi”ye kırlık bir bölgesinde oturmaktaydı. Baba kapalı, büyük umutlar bağlıyordu. Bununla yaşamın anla­ m oral ilkeleri, özellikle de “çocuklarından çok mını bulup bulamayacağı anlaşılacaktı. hastalarının babası” olması ile oldukça iletişim­ Kendisini anlatırken Henry, kendini insanların den yoksul bir adamdı. E vde anne h er bakım dan arasmda ketlenmiş hissettiğini, kitaplan her türlü yönetim i elinde tutuyordu. H enry ondan söz arkadaşlığa yeğlediğini söylüyordu. Kendisine kar­ ederken “biz annemin güçlü ellerinde yetiştik” di­ şı eleştiriciydi, çoğu zaman kuşkular içindeydi. Ya­ yordu. A nnenin ataları h er tür sanata karşı özel­ şma göre çok okumuştu hatta estetik bir entellek- likle sevgi, ilgi duyan akadem isyenlerdi. Sertliği­ tüalizme eğilimliydi. Dinsel bakımdan başlangıçtaki ne rağm en geniş bir duygusal ufku vardı; impul- bir tanrı tanımazlıktan abartılı bir Protestanlığa sivdi*, rom antik yapılıydı ve İtalya’ya hayrandı. geçm iş, sonunda bir yansızlığa ulaşmıştı. Erkenden Katolik olmasına karşm çocukları babanın p rotes­ matematik, teknik yetilerini en iyi şekilde kullana­ tan inancım izlemişlerdi. H enry’nin iyi anlaştığı, bileceği bir uğraş seçmişti. Mantıklı, doğa bilimle­ kendisinden ü ç yaş büyük bir ablası vardı. rinde eğitilmiş düşünce tarzı kendisine sağlam bir destek sağlıyordu. Bunun yanında irrasyonele ve impulsiv: fevri, dürtüsel. (ç n .) mistiğe de belirli bir eğilimi vardı ama; daha sonra tam da bu yanı kendisi için çok önem kazanmasına layıcı bir tuzak oluyordu. Açıklanamayan bir güç rağmen, bunu itiraf etm eye bile yanaşmıyordu. onu çocuklukta tutmak istiyor, onu dış dünyada İki yıl kadar ön ce Henry İsviçre’nin Fransızca bulaşabileceğinden korktuğu her şeye karşı çık­ konuşulan bölgesinden gen ç bir Katolik kızla nişan­ maya zorluyordu. Sevgilisinin onda uyandırdığı lanmıştı. Onu zarif, becerikli, girişimci olarak tanım­ hayranlık bile onu annesine bağımlılıktan kurtara­ lıyordu. Buna rağmen bir evliliğin sorumluluğunu m ıyor, kendisini bulmasını sağlayamıyordu. Ruh­ alıp almamakta kararsızdı. Kızlarla pek az teması ol­ sal bakım dan gelişebilm ek çabasının ardında aynı duğundan beklemenin, hatta bütün bütün bekar zamanda anneden kurtulma gereksinimi bulundu­ kalıp kendini bilime adamanın belki daha bile iyi ğunun hiç farkında değildi. olacağını düşünüyordu. Birçok “evet, ama” her ka­ H enry ile analitik çalışm am tam dokuz ay sür­ rarı engelliyordu. Hemen bir karara varabilmek için dü. Bu çalışma 50 düşü sunduğu 35 oturum u biraz daha olgunlaşması gerektiği ortaya çıkıyordu. kapsıyordu. Böyle kısa analizler pek sık olmaz. Her ne kadar Henry’de hem annesi hem baba­ Ancak H enry’ninki gibi çok yüklü düşler gelişm e sından kalıtımla aldıklarıyla özgün bir karışım b u ­ sürecim hızlandırırsa olabilir. Jung’un bakış açı­ lunuyorsa da belirgin bir ölçü de annesine bağım ­ sından elbette başarılı bir analiz için gereken sü­ lıydı. Bilincinde gerçek, yani “aydınlık” anneyle, re için bir kural yoktur. Her şey bireyin içsel olay­ onun ülküleriyle, gururuyla ne kadar özdeşleşm iş­ ları algılamaya hazır oluşuna, bilinçdışı alanlar­ se, bilinçdışı alan da o denli derin ve acımasızca dan iletilecek olan m alzem eye bağlıdır. “karanlık” annenin elindeydi. Bilmçdışı egosunu Çoğu içedönükler gibi Henry de görece tekdü­ sarmalıyor, bütün keskin zekası, kendine saf akıl­ ze bir dış yaşam sürmekteydi. Gün boyunca uğra­ cı bir zemini sağlamak için çabaları ancak yapay şı onu çok meşgul ediyordu. Geceleri bazen kendi­ olarak oluşturulmuş bir üst yapı olarak kalıyordu. si gibi sanat tartışmalarından zevk alan sevgilisi ya G erçek anneye karşı düşm anca tepkilerle, “içsel, da dostlarıyla dışarı çıkıyordu. Am a çoğu zaman ya ruhsal anne”nin gizli kalmış dişil yanının yadsını- bir kitap ya da kendi düşünceleri üzerinde derin­ şıyla böylesine “kavranmışlık”tan kaçış bazen zor­ leşmiş olarak evinde yalnız kalıyordu. Her ne ka- Escorial saray ve manastırı, Ispanya. 1 5 6 3 'te II. Philipp tarafından yaptırılmıştır. Belki kendini iç duvarlarının gerisine çeken içedönük için bir simgedir (solda). Henry'nin çocukken yap tığ ı, kale benzeri çevre duvarları olan am barı gösteren çizim i (altta). dar günlük yaşantıları üzerinde düzenli olarak k onu­ şuyor, çocukluğunu, gençliğini aydınlatmaya çalışı­ yor idiysek de çoğunlukla hızla düşlerinin, iç dünya­ sının sorunlarının incelenm esm e geçiyorduk. Tabii ki burada sunacaklarımın hepsini H enry bildirem ezdi. Bir analizde elbette düşlerin sim ge dünyasının düşü gören üzerinde ne denli patlayıcı etki yapabileceğinin sürekli bilincinde olunmalıdır. Düşlerin şifrelenmiş dili üzerine çok çiğ bir ışık serpilirse, düşü gören korkularının saldırısına uğraya­ bilir, savunma için de rasyonalizasyona sarılabilir. İçsel im gelerle öylesine boğulabilir ki ağır bir ruhsal krize düşebilir. H enry’nin en önem li düşlerinden bazıları burada anlatılmalıdır. Çalışmamızın başmda H enry derin simgesel anla­ mı olan çocukluk anılarını getirdi. Bunların en eski­ si dördüncü yaşma aitti. “Bir sabah annemle birlikte firma gitm em e izin verilmişti ve orada fırıncının ha­ nımından bir çörek hediye aldım. Bu çöreği yem eyip gururla elim de tutuyordum .” diye anlatıyordu. “Yal­ nız annemle fırıncının karısı vardı orada. B öylece tek erkek bendim .” Bu çöreklere halk ağzmda “ay dişleri” denilir, aya bu simgesel gönderm e küçük ç o ­ cuğun kendini “tek erkek” olarak maruz kalmış ol­ duğunu hissettiği gücü, dişil gücü vurgulamaktadır. Bir başka çocukluk amsı da beşinci yaşmdandı. Bu, okuldaki sınavlarından eve gelen ablasıyla ilgiliy­ di. O sırada kendisi oyuncak tahta parçalarından bir ambar yapm aya çalışıyordu. Tahta parçalarıyla kare şeklinde bir ambar yapmış, çevresine de kale surla­ rım andıran bir duvar çekmişti. Yaptığından çok mutlu olan Henry ablasma “ daha okula yeni gittin ama hem en tatil olm uş” demişti. Ablasının, ona b ü ­ tün yıl tatil olduğu şeklindeki yanıtına çok bozu l­ muştu. Başarısının hiç ciddiye alınmadığım hissede­ rek derinden yaralanmıştı. Bugün bile o gün uğradı­ ğı haksızlıktan acı duyuyordu. Daha sonra erkekliği­ nin kabul edilmesi, akılcı ve fantezi değerler arasın­ daki aykırılıklar ile ilgili sorunları bu erken yaşantı­ larında açıkça görünüyordu. Bu sorunlar anlattığı ilk düşün görüntülerinde de belliydi. Başlangıç düşü H enry beni ilk ziyaretinin hem en ertesinde şu düşü görm üştü: bir sağanak başlıyor. Eşyamın, sırt çantamın ve motorlu bisikletimin yanımda olmayışına üzülüyorum. Ama bana onları ertesi gün al­ Tanımadığım kimselerle gezideyim. Zinal- mamı salık veriyorlar. Bu öneriye uyuyorum. rothorn’a gidiyoruz. Çıkış noktamız Samaden. Ama yalnız bir saat kadar yürünüp mola veri­ Jung analize getirilen ilk düşe özel bir önem liyor, çünkü tiyatro oynanacakmış. Bana aktif verir. Ona göre bu beklentisel bir anlam taşır. Ya­ bir rol düşmüyor. Özellikle oyunculardan biri­ ni analize girm eye karar veriş hiçbir zaman psike- ni, acıklı bir roldeki uzun, dökümlü, açık renk nin güçlü bir duygusal çalkanması olmaksızın bir elbise giymiş olan bir genç kadını anımsı­ yorum. Öylen vaktiymiş ve ben geçide doğru devam etmek istiyorum. Öbürleri kalmayı yeğliyorlar. Ben bütün eşyamı bırakıp yukarı doğru tırmanıyorum. Ama kendimi yeniden gerçekleşm ez. Bu sırada da arketipsel resimlerin ve sem bollerin çıkacağı derinlikler karışmış olur. O yü zden bu düşler toplu m ca geçerli olan davra­ nış biçim leri ve çözüm leri gösterirler. Düşü gö re ­ vadide buluyorum ve yönümü tümüyle yitiri­ nin psişik çatışmaları için terapist açısından da yorum. Gezi grubuna dönmek istiyorum ama çok değerli olan içgörü sağlarlar. hangi dağa tırmanmam gerektiğini bilemiyo­ O halde bu düş bize H enry’nin daha sonraki rum. Sormaya da çekiniyorum. Sonunda yaşlı gelişimine ilişkin neler söylüyor? Bunun için ön ce bir kadın gideceğim yolu gösteriyor. Bu kez kendisinin getirdiği çağrışımlara bakmalıyız. Sa- grupla sabah çıktığımızdan daha başka bir yoldan çıkıyorum. Gruba ulaşmak için uygun yükseltide bir dönüş yapmak ve yamacı izle­ mek gerekiyor. Sağ yandaki bir dişli tren yolu boyunca ilerliyorum. Soldan durmadan her m edan’ın, İsviçre’nin 17. yüzyıldaki özgürlük sa­ vaşçısının, Jürg Jenatsch’ın memleketi olduğunu biliyordu. Tiyatro bakımından aklına özellikle sev­ diği bir kitap olan G oeth e’nin “Wilhelm M eister’in birinin içinde gizlenmiş, şişmiş, mavi giysili Öğrenim Yılları” geldi. Kadın ona Arnold B öck- bir adam bulunan arabalar geçiyor. Bunların lin’in “Ölüler Adası” adlı resm indeki beyaz figürü ölü oldukları söyleniyor. Arkamdan da böyle anımsattı ve “Yaşlı Bige Kadın” dediği d e bir yan­ arabaların gelip beni ezebileceklerini düşünü­ dan analisti, öte yandan da J. B. Priestley’in “Bir yorum ve bu yüzden durmadan arkama dö­ Kapı A çılıyor” (T h ey Came to a City) adlı oyunun­ nüp bakıyorum. Ama korkum yersiz. Sağa daki temizlikçi kadını temsil edebilirdi. “ Dişli doğru döneceğim yerde insanlar beni bekli­ yorlar. Beni bir hana götürüyorlar. Bu sırada T ren” de çocukluğundaki (surlarla çevrili) amba­ rı düşündürdü. Düş bir grup gezisini, hazırlandığı analiz girişimine tam uyan bir gezintiyi anlatmak­ tadır. Bireyleşm e süreci çoğunlukla bilinm eyen Henry'nin çocukluk anısı; gene kendi bir yere yapılan bir geziyle simgelenir. Böyle bir çizim iyle hilal (sol üstte). İsviçre'de geziye yazında sayısız koşutluklar bulunur. Örne­ modern bir fırın ışıklı reklamında aynı ğin Dante’nin “İlahi K om edya”smda “gezgin ”in yol şekil (ortada). H ilal şekli her zam an ay anlam ını taşır ve böylece dişil prensibi ararken bir dağa ulaştığı ve ona tırmanmaya karar gösterir; IO 3. yy'd a n Babil tanrıçası verdiği bir örnek bulunur. Ama üç garip hayvan iştar'ın başındaki taç g ib i (altta). onu engellerler. (Ki bu H enry’nin daha sonraki bir Bireyleşme sürecinin başlangıcı sıklıkla bir d a ğılm a dönem i olabilir. Baş kahramanı korku içinde karanlık ormana girer (1 5. yy "Poliphilo'nun düşü" kita­ bından ilk tahta oym a] (solda). Karanlık orman bilinçdışı alanın simgesidir. Henry'nin ilk düşüne ilişkin getirdiği çağrışım lar: "Ö lüler adası", A. Böcklin'in 1 8 2 7 -1 9 0 1 ) yağ lı boya tablosu (sağda). J. B. Priestley'in 1 9 4 4 'le Londra'da sahnelenen oyunu "Bir kapı a ç ılıy o r'd a (They cam e to a city), "uzun yaşam yürüyüşü" sonunda "idea l kent'e ulaşan insanları anlatır. O yunda merkezdeki figür, resimde görülen kocakarıdır (en sağda). düşünde ortaya çıkan bir m otiftir.) Bu yüzden ö n ­ ler. Burada da H enry’de yetersiz olan duygu işle­ ce vadiye hatta oradan cehen nem e kadar inmiştir. vinin önem ini vurguluyordu. Aynı sözcü kteki Bunun ardından ön ce arafa çıkmış oradan da c e n ­ “h orn ” (boyn u z) eki de onun çocukluk yaşantı­ nete ulaşmıştır. Bu koşutluklar H enry’yi de belki sından bildiğimiz ay çöreğini anımsatmaktadır. bir şaşkınlık ve yalnız başına arayış süresinin b ek ­ Düşte kısa bir yürüyüşten sonra m ola verilir, lediğini gösteriyor. Yaşam gezismin ilk yarısı bura­ Henry kendi özelliği olan pasifliğe döner. Bu n ok ­ da dağa tırmanışla simgeleştirilmiş olarak bilinçdı- ta tiyatro seyretm ekle vurgulanmıştır. Tiyatroda şı alanlardan egonun yüksek bir konum una yük­ seyirci olmak yaşama aktif katılımdan kaçınmak seliş, yani analizin vaat ettiği artmış bir bilince için yeğlen en bir fırsattır. Seyirci kendini oyunla ulaşmak olarak gösteriliyor. özdeşleştirebilir, bu sırada fantezilerini de sürdü­ Sam edan düşte girişimin başlangıç yeri olarak rebilir. Bu tür bir özdeşleşm eyle katharsis’ yaşa­ adlandırılmıştır. Burası H enry’nin bilinçdışı ö z ­ mak daha Eski Yunan’da bile, tıpkı J. L. M ore- gürlük arayışının somutlaşması olarak kabul e d e ­ n o’nun “Psikodaram a”sında olduğu gibi, istenen bileceğim iz Jenatsch’m İsviçre’nin Veltlin b ö lg e ­ bir şeydi. Aynı şekilde Henry de düşüncelerinin, sinin Fransızlardan kurtuluşu için harekete g e çti­ bir gen cin olgunlaşm a sürecini anlatan bir yapıt ği yerdir. Am a Jenatsch’m Henry ile başka ortak olan G oeth e’nin “W ilhelm M eister”ine gitm esiyle noktaları da vardır: O da Katolik bir kıza aşık olan bir parça içsel gelişim yaşamış olabilir. Bu sırada bir Protestandı, o da tıpkı anne bağımlılığından romantik, acıklı bir figürün dikkatini çekm esi de ve yaşam korkularından kurtulmak için analiz şaşılacak bir şey değildir çünkü bu ona kendi an­ olan Henry gibi özgürlüğü için çarpışıyordu. Bu nesini anımsatıyor, aynı zamanda kendi dişil ya­ benzerlikler H enry’nin kendi özgürlük savaşının nını da kişileştiriyordu. Onunla Böcklin’in “Ölüler başarısı için olumlu belirtiler olarak yorum lanabi­ Adası” arasında kurduğu ilişki H enry’nin d ép res­ lir. Gezinin h edefi de H enry’nin pek bilm ediği Ba­ sif durum unun kanıtıdır. Bu izlenimi zaten beyaz­ tı İsviçre’deki bir zirve olan Zinalrothorn’dur. Bu lar giyinmiş rahibe b enzer birinin içinde tabut b u ­ Z in alroth orn adındaki “ r o t” (k ırm ızı) h e ce s i lunan bir kayığı bir adadan alıp götürdüğünü g ö s­ H enry’nin duygusal sorununa dokunmaktadır. teren asıl resim de amaçlamaktadır. Burada belir- Kırmızı renk genellikle duyguları, tutkuyu sim ge­ Katharsis: Boşalma, (çn .) giıı bir çift paradoks buluyoruz: İlki kayığın bur­ O anda Henry çaresiz, çıkışı olmayan bir du­ nunun adadan uzaklaşır gibi konuşlanmış olması, rumda bulunmaktadır ama bunu kabul etmekten İkincisi de H en ıy’nin düşüncesine göre herm afro- utanır. O sırada kendisine doğru yolu gösteren dit olan rahibin cinselliğinin belirsiz oluşu. Bu çift “yaşlı kadın”la karşılaşır. Onun tavsiyesini tutmak yönlülük H enry’nin ambivalansını belli etm ekte­ zorunda kalır. “Yardım eden yaşlı kadın, dişil nite­ dir: Ruhundaki zıtlıklar henüz birbirinden tam likteki ebedi akıl”m masallardan ve mitlerden bili­ ayırdedilebilecek kadar ayrışmış değil. Henry bir­ nen bir sem bolüdür. Akılcı olan Henry onu izle­ den fark eder ki bu arada öğlen, “yaşamın ortası” mekten çekinir çünkü bu onun için bir ödün, alışıl­ olm uştur ve yola koyulmalıdır. G eçide doğru yola mış akılcı düşünce tarzının yadsınması, bir sacri fı- koyulur. Bir dağ geçidi, bir eğilim den diğerine, cium intelleetus’u (aklın feda edilişi) gerektirecek­ bir yenisine geçen “geçiş durum u” için iyi bilinen tir. Ama gene de bu ödünsüz olmaz. Bu durum, bir simgedir. Ama bu durum u kendi başına aşm a­ H em y’nin analistiyle durumunda olduğu kadar, lıdır; egosu için bu “g e çiş ”i dış yardım almaksızın analizin kendisi ve hatta yaşam için de geçerlidir. başarabilmek son d erece önemlidir. Bunun için Gene de H enry’nin aklına Priestley’in, insanla­ gereçlerini, yani kendisine artık yük olmaya baş­ rın ancak bir inisiyasyonla girebilecekleri “yeni layan eski bilgi materyalini, aynı zamanda olay­ bir k ent”e ilişkin olan (belki burada A pokalips’te- larla eski başa çıkma tarzım geride bırakır. ki “Yeni Kudüs”le bir analoji de söz konusudur) Bununla beraber yine de başaramaz. Egosu y ö ­ yapıtından, “yaşlı kadın” gelmiştir. Bu çağrışım nünü yitirir, böylece gene çıktığı vadiye gelir. Bu H enry’nin bu karşılaşmayı içinden kendisi için yanügı Henry’nin bilinçli egosunun harekete g e ç ­ çok önem li olarak algıladığını gösterm ektedir. m eye kararlı olduğunu ama (topluluğun öbür ü ye­ Oyundaki tem izlikçi kadın, “ orada kendi odam lerinde kişileşmiş olan) diğer ruhsal özelliklerinin olacağına söz verdiler” der. Dem ek ki o bağımsız eski pasivitede inat ettiklerini, egoya refakat etm e­ ve kendine yeter hale gelecektir, tıpkı H enry’nin ye niyetli olmadıklarını gösterm ektedir. (Yani dü ­ de dilediği gibi. şü görenin kendisi düşte ortaya çıkarsa bu çoğu n ­ Henry gibi çok akılcı düşünen bir gen ç adam lukla yalnız kendisinin bilinçli yamnı, egosunu g ös­ için ruhsal gelişim ve bireyleşm e yoluna bilinçle gi­ terir; buna karşılık diğer figürler düşü görenin az rebilmek, o zamana kadarki bütün eğilimlerini göz­ ya da çok bilinçdışı olan çizgilerini temsil ederler.) den geçirip değiştirmeyi gerektirir. Buna uygun olarak da “yaşlı kadm”m önerisine uyarak tırman­ korkar. Gerçi bu korkusunun yersiz olduğu anlaşı­ maya başka bir yerden başlamalıdır. Ancak ondan lır ama bize H enry’nin geriden, yani egosunun ar­ som a gruba, yani ruhunun geri bıraktığı özelliklere dından gelebilecek olandan korkusunu gösterir. ulaşmak için hangi noktada sapacağım bulabilir. Şişmiş gibi görünen mavi elbiseli adamlar meka­ Bundan sonra, belki kendi teknik eğitiminin nik olarak üretilen steril entelektüel düşünceleri etkisiyle, çift hatlı bir dişli tren yolunun sağ tara­ simgeliyor olabilir. Mavi genellikle düşünce işlevine fım izleyerek -yani bilinçli tarafından- tırmanmaya işaret eder. Böylece bu adamlar entellektüel yük­ başlar. (Sim geciliğin tarihinde sağ yan daima b i­ seklerde, hava azlığından ölmüş düşüncelerin, for­ linçle, sol yansa bilinçdışıyla özdeşleşm iştir.) Sol müllerin simgeleri olabilir. Bunlar ayrıca Henry’nin yandan içinde küçük adamlar saklı olan küçük va­ ruhunun cansız iç parçalarım da anlatabilir. Bu gonlar inmektedir. Bir gidiş geliş olduğu anlaşıl­ adamlara ilişkin bir yorum düşün içinde yapılmak­ maktadır. Henry, yukarı doğru çıkan vagonlardan tadır: “Bunlar ölmüş olabilir.” Am a Henry o sırada birinin arkadan gelip kendisine çarpabileceğinden yalnızdır. Bu açıklamayı kim yapıyor? Bu bir sestir ve bir düşte duyulan ses çok anlamlı bir olgudur. Jung bıma ilişkin olarak düşlerde sesin ortaya çık­ masının şelfin işe karışması olduğu tanımını yapar. Bu, kökleri ruhun kolektif temellerinde olan bir bil­ gidir. Sesin söyledikleri üzerinde tartışılamaz. H enry’nin ölü form üllere ilişkin olarak kazanıp düşe getirdiği içgörü düşte bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Artık yeni, bilinçli bir yön e, bi­ linçli ve dış dünyaya doğru gitm ek için doğru noktadadır. Orada kendisini ö n ce terk edilmiş olan kim seler beklem ektedir. Orada artık onlara, ruhunun ö n ced en tanımadığı öğelerine bilinçli olarak yaklaşabilir. Toplum la uyuşabilir, uzlaşabi­ lir. B öylece bir çatı altı ve y iyeceğe kavuşur. O zaman gerilimi çözen , toprağı b esleyen yağ­ mur başlar. M itolojide yağm ur gök ile yer arasın­ da bir barışma, bir sevgi birliği anlamı taşımakta­ dır. Örneğin Eleusus gizem lerinde her şey suyla Zeus'un kendisiyle bir aşk gecesi için altın yağmuruna dönüşerek g e ld iği Danae (Flaman ressam Jan Gossaer'in yağ lı boya resmi, 16. yy) (solda). Henry'nin düşünde olduğu g ib i bu efsane, yerle gök arasındaki kutsal düğün olan yağmur simgesini yansıtmaktadır. Henry'nin bir başka düşünde bir geyik görünür. Bu d a utangaç dişilliğin simgesidir (Edwin Landseer, 19. yy) (sağda). tem izlendikten sonra gökyüzüne “Yağmuru in­ Bilinçdışı karşısında korku dir!” , yeryüzüne de “B ereket ver!” diye seslenilir. Bu tanrıların kutsal bir evliliği olarak anlaşılır; bu­ rada yağmur, sözcü ğün tam anlamıyla bir “ç ö ­ züm ” olarak anlaşılmaktadır. İnerken Henry sırt çantasıyla, bisikletiyle sim­ gelenen geride bıraktığı kolektif değerlere yeniden kavuşur. Bilincinin genişlem esi ve bunun ardından egosunun güçlenm esinden sonra artık yem den sosyal temaslara gereksinimi vardır. Yalmz başına kendi yolunu bulabilmiştir. Ama arkadaşlarının, şimdilik acele etmemesi, eşyalarmı ertesi gün al­ ması önerilerim kabul edecektir. Yeniden yabancı H enry’nin başlangıç düşünde karşılaştığımız so ­ runlar, daha sonrakilerde de eril -a k tif ve dişil— pasif yanlan arasında gidip gelişlerini ya da en te­ lektüel perhizkârlık ardına saklanma eğilimini göstererek karşımıza çıktı. Dünyadan hem korku­ yor hem de ona doğru çekiliyordu. T em elde bir kadınla sorumluluk taşıyan bir ilişki kurmayı g e ­ rektiren evliliğin zorunluluklarından korkmaktay­ dı. Bu tür bir ambivalans* erkekliğin eşiğinde b u ­ lunan bir kimse için alışılmadık bir şey değildir. bir kılavuzluğu kabul etmiştir. İlkinde yaşlı kadı­ H enry yaş bakım ından bunu geride bırakmış olsa nın, bireysel bir gücün, arketipsel bir figürün, İkin­ da içsel olgunluğu bunu karşılayamıyordu. Bu s o ­ cisinde kolektif bir önerinin, bir grubun dedikleri­ run içedönüklerde ço ğ u zaman gerçekten , dış ni izlemiştir. B öylece Henry kendi olgunlaşma y o ­ dünyadan korkuyla ortaya çıkmaktadır. lunda bir kilometre taşını geçm iş bulunmaktadır. H enry’nin psikanalizden içsel gelişimi için bek­ H enry’nin naklettiği d ördü ncü düş içinde b u ­ lunduğu ruhsal durum u apaçık gösterm ekteydi: lentisi bakımından bu düş çok umut vericidir. Ru­ hunu gerilim içinde tutan çatışmak zıtlıklar bun­ da, bir yandan “tırmanmak” için bilinçli dürtüsü, Bana bu düşü pek çok kez görmüşüm gibi geliyor: Askerlik hizmeti, uzun mesafe yürü­ yüşü. Ben yalmz başıma gidiyorum. Bir türlü öte yandan pasif düşünceli davranışa eğilimi, etki­ hedefime varamıyorum. En sona mı kalaca­ leyici biçim de anlatılmıştır. Beyaz giysili acılı gen ç ğım? Yolu çok iyi biliyorum. Ama hepsi bir kadın görüntüsü de -k i H enry’nin duyarlı ve ro­ mantik duygularını temsil ed erek - mavi giysili c e ­ setlerle -k i onun steril entelektüel dünyasını sim­ déjà vu. Başlangıcı bir küçük ormanın içinde ve yerler kuru yapraklarla kaplı. Arazi yavaş­ ça aşağıya doğru iniyor ve orada kalmak iste­ ği uyandıran çok hoş bir dereciğe ulaşıyor. gelem ek ted ir- kontrast oluşturmaktadır. Ama bü­ Ardından tozlu bir köy yolu geliyor. Bu yol üst tün bu sorunları aşmak, bunların arasında bir den ­ Zürih Gölü yakınında küçük bir köy olan ge sağlamak çok da kolay olmayacaktır. Hombrechtikon’a ulaşıyor. Ama önce sola, Zürih yönüne doğru sapmak gerekiyor. Her iki yanı söğütlerle kaplı bir dere. Böcklin’in, hülyalı bir kadının su boyunca yürüdüğünü gösteren resmini andırıyor. Akşam oluyor. Bir köyde yol soruyorum. Yedi saat uzakta bir ge­ çidin ardında olduğunu söylüyorlar. Kendimi toplayıp yola koyuluyorum. Ama bu kez dü­ şün sonu farklı oluyor. Söğütlerle çevrili dere­ den sonra bir ormana giriyorum. Orada kaçan bir geyik görüyorum. Bu gözlemimden kı­ vançlıyım. Geyik sol tarafta ortaya çıkıyor ve ambivalans: iki yönlü değerlendirm e, (çn .) ben saga dönüyorum. Burada üç garip yaratık Her düş, düşü görenin bilinçli eğilimlerini az görüyorum; yarı domuz, yarı köpek ve ayakla­ ya da ço k dengeler. H enry’nin idealindeki rom an­ rı da kanguru gibi. Yüzleri anlamsız, uzun sar­ tik kızsı figür de garip, kadınsı hayvanlarla d e n g e ­ kık kulakları var. Bunlar belki de kılık değiş­ tirmiş insanlarmış. Ben de bir keresinde bir sirk kostümüyle eşek kılığına girmiştim. lenm ektedir. Ekeğin bilinçdışı yanı dişil dürtü dünyasıyla simgelenmiştir. Orman bilinçdışı ala­ nın bir simgesi, hayvansılığm bulunduğu bir y e r­ Bu düşün başı başlangıç düşüne çok benziyor. dir. Ö nce bir geyik, çekingen, ürkek, masum ka- Burada da karşısına düşsel bir kadın figürü çıkıyor. dınsılığm sem bolü, ortaya çıkar. Bunun hem en Düşün bütün havası da yerdeki kuru yapraklar da ardından Henry üç garip, ürkütücü “m elez h ay­ Böcklin’in başka bir resmini anımsatıyor. O resmin van” görür. Bunların kendi farklılaşmamış dürtü- adı “Güz Düşünceleri” . Bu düşte romantik bir at­ selliğini, içgüdülerinin anlaşılamaz karmaşasını, m osfer de görülüyor. Melankolisini temsil eden bir yani gelecekteki gelişiminin ham m addesini an­ romantik güz atmosferinin Henry’ye hiç yabancı lattığı görülm ektedir. En ço k dikkatini çek en ise olmadığı belli oluyor. Gene bir insan topluluğu onların hiçbir yüz ifadesi olmayışıdır; yani en kü­ içindedir, ama bu kez askerlikte, asker arkadaşla­ çük bir bilinç ışıkları yoktur. rıyla bir uzun mesafe yürüyüşündedir. Bütün bu Çoğu insanın zihninde dom uz kirli cinselliği çağ­ durum, askerliğin de akla getirdiği gibi, ortalama rıştırır. (Örnek olarak Odisse’de Kirke, kendisini ar­ bir erkek durumudur. Henry bana “yaşamın bir zulayan erkekleri dom uza çevirmektedir.) Köpek simgesi” demiştir. Ama düşü gören ona uymayı is­ aslında sadakat simgesiyse de aynı zamanda dişil temez. Yola tek başına devam eder. Olasılıkla her şehvetliliğin de simgesidir çünkü eş arayışında se­ zaman böyle olmaktadır. Déjà vu izlenimi de bu çim yapmaz. Buna karşılık kanguru anaçlık ve şef­ yüzdendir. “H edefim e hiç ulaşamayacağım” dü ­ katli bakımın simgesidir. Am a bu hayvanlar bu özel­ şüncesi güçlü aşağılık duygularını gösterir. Bu ya­ liklerin yalnızca bir kısmım göstermektedirler daha­ rışı hiç kazanamayacağım düşünmektedir. Yürüyü­ sı bu özellikler de anlamsız şekilde karışıktır. Jung, şü onu H om brectikon’a çıkarır. Bu ona gizli kalmış simyada masalsı garip yaratıkların çoğunlukla “ma- çocukluk planlarım anımsatan bir addır. (Hom =ev; teria prima”nm (ilk m adde), her şeyin başlangıcın­ Brechen=kırmak). Ne ki kırma girişimi fantezide daki maddenin, eg o ’nun kendi gelişim ve olgunlaş­ kaldığından burada da (başlangıç düşünde olduğu ma sürecine başlamasından önceki ilk total bilin­ gibi) yolunu yitirir, sormak zorunda kalır. mezliğin simgelendirilmesine yaradığım bildirmek­ H enry'nin ga rip hayvanlan gösteren çizim i. Bunlar dilsiz ve kördür; kendilerini anlatam azlar. Onun bilinçdışı ruhsal durumunu göstermektedirler. Alttaki hayvan yeşil; d o ğ a ve canlanışın, halk ağ zın d a umudun rengi. H enry'nin gelişme ve ruhsal bakım dan farklılaşma olanaklarını belirtiyor (solda). tedir. Bunları karşısında görünce Henry’yi hangi içgüdüselliğini sevilen, dolayısıyla da idealize edi­ korkuların sardığı, onları zararsızlaştırma eğilimin­ len bir eşe yön lendirm eye cesaret edem ez. A n ne­ den, onların sadece, kendisinin de çocukken bir sine olan bağımlılığından ötürü duygularım ve sirk oyunu için yaptığı gibi “kılık değiştirmiş” insan­ cinselliğini aynı kadına sunm akta zorlanmakta- lar olduğunu düşünmeye çalışmasından kendini dır. Düşleri durmadan bu açm azdan kurtuluş ö z ­ belli etmektedir. Korkusu nedensiz değildir; çünkü lem inin kanıtlarını getirm ektedir. D üşlerinde böyle bilinçdışı özellikleri hayvansallıkla simgele­ “keşiş kılığında gizli g ö re v d e ” olarak görünür, bir yen, böyle insana yabancı canavarları içinde barın­ genelevdeki aşağı zevklerle baştan çıkarılır. dıran kişinin korkmak için birçok nedeni vardır. Bir başka düş de H enry’nin bilinçdışının d e ­ rinlikleri karşısındaki korkusunu gösterm ektedir: Bir yelkenli gemide miçoyum. Hiç rüzgar olmamasına rağmen yelkenler şişmiş. Benim görevim bir direği tutmakta olan bir halatı tutmak. Küpeşteler garip bir şekilde taş pla­ kalarla kaplı bir duvarmış. Bu yapı denizle yalnız başına giden geminin tam sınırında yükseliyor. Ben halatı -direği değil- sımsıkı tutuyorum ve denize bakmam yasak. Kendimi bütün erotik serüvenleri geride bı­ rakmış bir iş arkadaşımla birlikte bilmediğim bir kentin karanlık bir sokağında bir evin önün­ de buluyorum. Yalruz kadınlar girebiliyor. Bu­ nun için arkadaşım holde kadın yüzü şeklinde küçük bir karnaval maskesi takıp merdivenler­ den çıkıyor. Muhtemelen ben de öyle yapıyo­ rum; ama orasını iyi hatırlayamıyorum. Bu düşün önerdiği Henry’nin merakını gidere­ cektir, ancak bir dolandırıcılıkla. Bir erkek olarak böyle “yasak” bir geneleve girm eye cesaret e d e ­ Bu düşte H enry psikolojik bir sınır durum un­ memektedir. Ama erkekliğini bir yana bırakarak da bulunmaktadır. K üpeşte onu korumakta ama kadın taklidi yaparsa, kendi bilinci tarafından hep aynı zam anda görüşünü de engellem ektedir. Yü­ yasaklanan dünyaya göz atabilecektir. H enry’nin zeyinde kendi “karşıtı”nı, “gölg e”sini görebileceği girm eye karar verip verm ediği açık kalıyor; ketlen- suya bakması yasaktır. Her şey korkuyla, kuşkuy­ meleri henüz aşılmış değil, bu yüzden bir genelev la karışıktır. H enry gibi kendi bilinçdışının derin­ ziyaretine, bunun olası sonuçları nedeniyle izin ve­ liklerinden korkan birisi, canlı bir kadından ürk­ remez. Belki bu öykü H enry’deki hom oerotik bir tüğü gibi aynı şekilde içindeki dişilden de ürk­ çizgiyi de ele vermektedir; çünkü kadın kılığmday- mektedir. Hem hayran olmakta hem de ona yem ken erkekleri de kendine çekebilecektir. Böyle bir olmamak için kaçmaktadır. Henüz hayvansı olan varsayımı başka bir düş de desteklemektedir: Düşün dom uz benzeri hayvanı hayvansallık ve duygusallık anlamı taşıyor; efsanede hayranlarını dom uza çeviren Kirke g ibi. Bir G rek vazosu üzerinde Odysseus dom uz halinde Kırke ile (solda). G eo rge G rosz'un savaş öncesi toplumu taşlayan bir karikatürü; bir fahişe, a d iliğin i gösteren bir dom uz kafası taşıyan -adamla oturuyor (sağda). Kendimi beş ya da altı yaşıma dönmüş g ö­ rüyorum. O zamanki oyun arkadaşım kendisi­ Azize ve yosma nin bir fabrika müdürüyle nasıl ayıp bir şeyler yaptığını anlatıyor. Arkadaşım sağ elini ada­ mın cinsel organına, hem onu sıcak tutmak hem kendi elini ısıtmak için koyuyormuş. (Henry ek olarak, bu fabrika müdürü, baba­ mın genel bilgisinden ötürü benim çok değer H enry’nin içinde bulunduğu ama kendisinin pek de farkm da olmadığı ruh durum u aşağıdaki düşte çok etkileyici biçim de anlatılmaktadır. İlkel duy­ verdiğim yakın bir arkadaşıydı. Ama biz gusal dürtüsellik ile bir tür perhizkârlığa kaçm a onunla hep “ebedi bekar”, hep “Puer aeter- eğilimi burada tam olarak gösterilm iştir. Yürüdü­ nus” diye dalga geçerdik, dedi.) ğü yolun onu hangi yön e götürdüğü kolayca g ö ­ rülmektedir. Bu yü zden bu düş daha uzun olarak O yaştaki çocuklar arasmda böyle oyunlar alı­ şılmadık bir şey değildir. Am a H enry’nin şimdi b u ­ yorumlanacaktır. na geri dönüşü suçluluk duygularıyla yüklü olduk­ larını, bu yüzden de kuvvetle bastırıldıklarını g ös­ Dar bir dağ yolundayım. Aşağı doğru iniş­ terir. Bunlar eş olarak bir kadına bağlanmaktan te sol tarafta bir uçurum var, sağ taraf ise bir korkuya da yakındırlar. Bir başka düş ve bunun yar. Yol boyunca yalnız başına olan gezginle­ akla getirdikleri bu çatışmayı gösterm ektedir. rin fırtınada saklanması için tek tek kovuklar oyulmuş. Bu kovuklardan birine yarı gizlen­ Tanımadığım bir çiftin düğününe katılıyo­ rum. Sabahın saat birinde küçük düğün toplu­ luğu, yani gelin ve damat, kızın ve erkeğin sağ­ dıçları, eğlenceden ayrılıyorlar. Beklediğim büyük bir salona geliyorlar. Yeni evli çiftin de onların sağdıçlarının da kavga etmiş oldukları miş olarak bir sokak yosması sığınmış. Ama ben onu garip bir şekilde arkadan, kaya tara­ fından görüyorum; biçimsiz, yamık yumuk bir şey. Onu merakla inceleyip gerisine dokunu­ yorum. Belki de diye düşünüyorum, bu bir anlaşılıyor. Çatışmayı sona erdirmek için so­ kadın değil de bir erkek fahişedir. Ama bu ki­ nunda iki erkek, iki kadım bırakıp çekiliyor. şi birden bir azize oluveriyor. Omuzlarında Henri bunun üzerine “bunda Giraudoux’nun ta­ yürüyor ve biraz ileride daha geniş, içinde nımladığı cinslerin savaşım görüyorsunuz” diye kaba ağaçtan yapılmış sandalyeler ve sıralar açıkladı ve devam etti: “ Düşümdeki büyük salonu bulunan kovuğa giriyor. Yüksekten bakan bir kısa, kızıl bir pelerin var. Yoldan aşağı doğru gördüğüm Bavyera’daki saray, kısa süre öncesine kadar yoksullar için acil konutlar yapmak üzere kullanılmıştı. Oradayken kendi kendime, eski bir güzelliğin yıkıntıları içinde yoksul bir yaşam sür­ mek, büyük bir kentin çirkinlikleri arasmda aktif bir yaşam sürmekten daha iyi değil mi diye sormuş­ tum. Kısa süre ön ce bir arkadaşımın nikahında şa­ hit olarak bulunduğum sırada da gelin üzerimde hiç iyi bir izlenim bırakmamış, bu evlilik kısa za­ manda yıkılır diye düşünmüştüm.” Pasivite ve içedönüklüğe sığınma özlem i, bir evliliğin başarısız olacağından korku, düşte cin s­ lerin ayrılışı; bütün bunlar hiç kuşkusuz Henry’nin bilinci gerisinde saklanan gizli kuşkuların sem ptomlarıydüar. bakışla bütün bulunanları, bu arada beni de linç tarafında görüşlerinin sert duvarıyla çevril­ süzüyor ve bütün onu izleyenler o kovuğa gi­ miş dar yolda ilerleyen yalnız gezgin resmi, daha rip yerleşiyorlar. ü ç bin yıl ön cesinin Çin kehanetler kitabı IGing’in dördü ncü işaretinde görülür. Henry de o H enry’ye bu figür paleolitik çağdan kalma bir kitapta anlatüan gezgin gibi “g e n ç bir şaşkın”dır. bereket tanrıçası heykelciği olan W illendorf Ve- Am a belki de analiz sayesinde artık hiç de davet­ n ü sü ’nü çağrıştırm ıştı. “W allis’d e (İsv içre’nin kâr olm ayan yükseklerden aşağı doğru inm ekte­ Fransızca konuşulan bölgesinde bir kanton) bir dir. H edefe yönelik olarak, yani yapay olarak ka­ gezim sırasında eski Kelt mezarlarını gezerken yalara oyulm uş olan kovuklar, H enry’nin bilinç kalçalara dokunmanın eski bir bereket töresi ol­ alanındaki bilinçdışı boşlukları sim gelem ektedir. duğunu duymuştum . Orada bir kayanın düz bir Bunlar, dış dünyadaki gerilim ler tehdit edici ol­ yüzü her türlü m addeyle sıvanmış; çocu ğu olma­ duğunda, “yıldırım lar” d üşerse sığm ılabilecek yan kadınlar, kısırlıktan kurtulmak için çıplak kıç­ yerlerdir. Konsantrasyon gü cü azaldığında fante­ larıyla bu kayadan aşağı kayarlarmış.” Azizenin zi dünyası engellenm eksizin bu boşluklara girebi­ pelerini de ona nişanlısının bir ceketini anımsat- lir. Orada beklenm edik durumlar ortaya çıkabilir mıştı; ama o beyazdı. Bunu bu düşün görüldüğü ve ruhun tasarımlara bol oyun alanı bırakan arka g e c e dans için giymişti. Buna karşılık onun birlik­ planına derinlem esine bir bakış sağlar. Bunun ya­ te olduğu bir kız arkadaşı da kızıl bir cek et giymiş­ nında kaya kovukları “taştan ana rahmi” sem bol­ ti ve bu kendisinin daha çok hoşuna gitmişti. leri, değiştiğimiz, yem d en doğduğum uz esraren­ Düşün anlattıklarını doğru olarak anlayabil­ giz mağaralardır. İçedönük H enry de dışarısı ken­ m ek için H enry’nin aklına gelenleri kültür ve sim ­ disi için fazla bulanık olduğunda, düşlerim özgür geler tarihinden analojilerle bütünlem ek gerekir. bırakabilmek için herhalde bilinçli egosunun bir Sol yamnda, yani bilinçdışı tarafında korkunç d e ­ mağarasına çekilir. Böylelikle onun önünde n e­ rin bir uçurum la sınırlanmış, sağ yanında, yani bi­ den, içsel dişil çizgilerinin bir yansıması olan bir Henry'nin çizim lerinden biri; düşündeki küpeşte yerine taş duvarları olan kayık (solda). H enry'ye fahişenin çağrıştırdığı "VVillendorf Venüsü" ad ı verilen prehistorik figür (sağda]. Aynı düşte aziz kutsal bir m ağara da görünü­ yor. Birçok gerçek m ağara kutsaldır. Resimdeki Lourdes'da Bakire M eryem 'in küçük bir kıza göründüğü Bernadette m ağarası (en sağda). kadın gördüğü de açıklanabilir. Bu biçimsiz, sün- “arkadan” dem ek onun en az insan olan tarafın­ gersi bir nesnedir. Bu bilinçaltına bastırümış olan dan dem ektir, o tarafta kalçalar, yani bedenin er­ dişi resmidir. Ona bilinçli yaşamında asla yaklaş­ keğin şehvet duygularını en fazla uyaran parçası mamıştır bile. O, anne kom pleksi olan her oğul un bulunmaktadır. H enry fahişenin kalçalarına d o ­ kutsallaştırılmış anne kavramının karşı kutbu ola­ kunmakla bilinçsiz olarak, ilkel kabilelerde yapı­ rak gizli bir hayranlık uyandırsa da onun için dai­ lan türden bir bereket riti de uygulamış olm akta­ ma sıkı bir tabu olarak kalmıştır. Kadınla ilişkide dır. Dokunmak, el koym ak hem şifa verm ekle bütün duyguları dışarıda bırakarak kendini saf hem savunmak ve lanetlem ekle çoğu kez eş an­ hayvansı, cinsel olanla sınırlayabilme olasılığının lamlıdır. böyle bir gen ç adam üzerinde çok baştan çıkarıcı Bunun hem en ardından, bu figürün bir kadın bir etkisi vardır. Böyle bir birliktelikte duyguları­ olm ayıp bir “erkek fahişe” olabileceği fikri gelir. nı birbirinden ayırabilir, son u ç olarak anneye g e ­ B öylece o birden m itolojide sık sık ortaya çıkan ne de sadık kalmış olur. Yoksa her dişi varlığın bir herm afrodit figür halini alır. (Başlangıç dü ­ anne olarak tabulaştırılması oğulun ruhunda kar­ şündeki rahip gibi.) Kendi cinsiyetine ilişkin gü ­ şı konulamayacak kadar etkindir. vensizlik ergenlikte hiç de nadir değildir, o yaş­ Tüm üyle kendi fanrezilerinin mağarası içine larda hom oerotizm de bu yü zden alışılmadık bir çekilm iş olan Henry fahişeyi ancak “arkadan” g ö ­ şey değildir. Daha ön cek i birkaç düşte de görd ü ­ rür. Onun yüzüne bakmaya cesaret edem ez. Ama ğüm üz gibi bu H enry’nin yapısındaki bir gen ç Bir pelerin sıklıkla insanın çevresine gösterdiği "maske" ya da "persona” anlam ı taşıyabilir. Ilyas peygam berin kaftanı d a benzer bir anlam a sahipti: G ö ğ e yükseldiği sırada kaftanını halefi A lisa'ya, kendi rolünü üstlenmesi için bırakmıştı. Bir İsveç köylü resminde (solda]. adama hiç de uzak değildir. Belki fahişenin cinsi­ istediği sonucunu çıkarabiliriz. Pelerin kırmızıdır, yeti üzerindeki kararsızlıkta bir saptırma m eka­ yani ihtirasm, duygularm geleneksel rengini taşı­ nizması da işlem ekteydi, b öy lece düş gören için maktadır. B öylece azize bir erotize ruhanilik y ö ­ itici olduğu kadar çekici de olan dişi yapı ön ce bir nü yani cinselliklerini bastıran, yalnızca ruhlarına erkeğe, ondan sonra da bir azize dönüştü. Bu ya da akıllarına dayanan erkeklerde bulunan bir ikinci dönüşüm bu figürden bütün cinsel izleri özellik verir. Düş bunun gen ç bir insan için çok alıp götürm üş oldu, cinselliğin gerçeğindeki her doğal olduğunu belirtm ek istem ektedir. türlü etselliği red d eden perhizkâr bir aziz yaşa­ Aziz kovuktan çıkıp yoldan aşağı, yani yüksek­ mına doğru yol gösterdi. Düş görm ede bir uçtan ten alçağa doğru, vadiye doğru inerken ikinci bir öbürüne dönüşm ek -b u ra d a bir fahişenin azizeye mağaraya girer. Bu kaba odundan sıraları, m asa­ d ö n ü şm e si- h iç en der değildir. Simyada olduğu larıyla ilk Hıristiyanların kovalandıkları sırada gibi en aşağı olandan değişim ve soylulaşımla en ayinlerini yaptıkları sığınakları anımsatmaktadır. y ü ce olan ortaya çıkar. Bunun kutsal, şifa veren bir yer, ruhani, yersel Azizin pelerini de H enry’nin dikkatini çeker. olanın göksel olana, etsel olanın ruhsal olana d ö ­ Bir pelerin çoğunlukla çevreye karşı takınılan k o­ nüşüm ü gizeminin bulunduğu bir yer olduğu an­ ruyucu bir kılıfı ya da Jung’un “p erson a” adını laşılır. Ama H enry’nin onu izlem esine izin yoktur; verdiği bir tür maskeyi sim geler. Persona bir yan­ bütün oradakilerle, yani kendisinin bütün bilinç- dan bireyin dışa görünüm ünü sağlar, öte yandan dışı kısmi kişilikleriyle birlikte dışarı gönderilir. iç kimliğini diğer insanların m erakından korur. “İçerideki” dünyada, ruhsallığm dünyasında kala­ Düşteki aziz personası bize H enry’nin nişanlısıyla bilmesi için ön ce dış dünyaya ayak basmalı, ken­ ve onun kız arkadaşıyla olan ilişkisini açıklamak­ dini ispatlamalıdır. Çünkü aziz, henüz ayrışmamış tadır. Çünkü azizin pelerini her ikisinin kılıkları­ ama kavrayıcı bir biçim de olsa da aynı zamanda nın da özelliklerini taşır. Bundan H enry’nin bi- şelfi, ruhun içinde kaderi belirleyen tanrı resmini linçdışım n, çekim gü çlerinden kendini korumak sim gelem ektedir. H enry ise henüz onun çok yakı­ için her iki kadına da azizlik özelliklerini sunmak nında durabilmek için yeterin ce olgun değildir. Fahişeye Henry'nin dokunuşu, dokunuşun büyülü etki y a p a c a ğ ı inancına ba ğlı olabilir. 17. y y 'd a ün y ap an Irlandalı Valentine Greatslakes'in elini dokundurarak iyileştirdiğine inanılırdı (ortada], Persona'ya bir başka örnek: İngiliz Beatnik'lerin giysileri, değer yargıları ve yaşam tarzını çevreye ilan etmek içindi (sağda). Analiz yolunda Kuşku ve dirençlere rağm en H enry canla başla rüntü oluşturuyor. Çıkartılan parçaların ya­ ruhunda olup bitenlere katılmaya başladı. D üşle­ kındaki istasyonun raylarıyla taşınması gere­ rinden etkilendiği açıkça görülüyordu. Onların b i­ kiyor. Gölün tabanı yeşil bir toprak parçasma linçli yaşamını anlamlı şekilde kom panse ettikle­ dönüşüyor. ri, kendi ambivalansına, kararsızlığına, pasifliğine ilişkin olarak kendisine çok değerli görüşler ver­ E ğer düşü bilinçdışm da olup bitenlerin bir dikleri anlaşılıyordu. Zamanla H enry’nin kendi gösterisi olarak ele alırsak burada, bilinçli yaşam ­ ruh gezisinde tam yol ilerlem ekte olduğunu apa­ da da fark edilebilen önem li bir ilerlem e kendim çık gösteren düşler gelm eye başladı. Analizin gösteriyor. Suya (bilinçdışm a) batmış olan (ba s­ başlamasından iki ay kadar sonra şu düşü getirdi: tırılmış olan) lokom otifler -enerji ve güç sim gele­ ri düşte yük vagonlarıyla- h er türlü değeri, yükü Memleketimden çok uzak olmayan komşu taşıyan araçlarla birlikte gün ışığına çıkartılmak­ bir gölün kıyısındaki küçük bir yerin limanın­ tadır. Onlarla olasılıkla H enry’nin çocukluğunda da, suyun dibinden son savaşta batırılmış lo­ kendisinin aktivite basıncının önem li bir miktarı komotifler ve yük vagonları çıkartılıyor. Önce da alt tabakalara inmişti. Şimdi bunlar yem den silindir biçiminde büyük bir lokomotif kazanı kullanılabilecektir. Gölün koyu renkli tabanının çıkartılıyor, ardından muazzam, paslı bir yük da yeşil bir çayıra dönüşm esi H enry’nin yeni uya­ vagonu. Her şey seyre değer romantik bir g ö­ nan güçlerim anlatır. Am a dişil yanı da Henry’ye yalnız başına yap­ b öy le ce kamburla “çiftleşm iştir” , aksi takdirde tığı bu yolculukta yardım cıdır. On altıncı düşün­ korkulu “ihanet ettiği” düşüncesi akima gelm ez­ d e o karşısma kambur bir kız olarak çıkar. di. G erçekteyse H enry burada kendi dişil yamyla bir ilişki kurmuştur. Bu küçük kambur kızm Tanımadığım, ince görünüşlü ama kendi­ sini çirkinleştiren bir kamburu olan bir genç H enry’nin ruhsal gelişim inde oynadığı önem li rol bir başka düşte anlatılmaktadır: kadınla okul yolundayım. Okul binasına daha birçok genç de giriyor. Ama hepsi şan dersi Tanımadığım bir erkek okulundayım. için özel odalara giderken kız ve ben küçük Oraya ders saatinde gizlice giriyorum. Neden kare şeklinde bir masanın başma oturuyoruz. gizlendiğimi bilmiyorum. Sınıfta küçük dört O bana özel şan dersi veriyor. İçimden birden köşe bir sandığm arkasına saklamyorum. Ko­ bir acıma duygusu yükseliyor ve bu yüzden ridora açılan kapı yarı açık. Yakalanmaktan onu dudaklarmdan öpüyorum. Aynı anda korkuyorum. Önümden bir erişkin beni gör­ suçsuz olsam da nişanlıma ihanet ettiğim ak­ m eden geçiyor. Ama küçük kambur bir kız lıma geliyor. geliyor ve beni hem en buluyor. Saklandığım yerden beni çıkarıyor. Şan ile şarkı duyguların anlatımıdır; bunlar­ dan da Henry hâlâ korkuyor. Bunları ancak ergen Her ikisinde H enry kıza bir okulda rastlıyor. halde, rom antik biçim de tamyor. Bunlar burada Her ikisinde de gelişm esine yardım cı olacak bir eşit dört kenarıyla bir bütünlük m otifi olan “kare” şey öğreniyor. A yrıca bunu fark edilmeksizin bir masayla anlatılmaktadır. Bu durum duyguları­ yapması, o sırada pasif kalması gerekiyor. Buna nı harekete geçirm ek için tam anlamı ile uygun­ ben zer “kambur çirkin kız”lar pek çok masalda dur. Kızı dudaklarm dan öpm esine engel olamaz, ortaya çıkar. Halk ağzında da “kambur”un çirkin­ liğinin, doğru adam gelip de kızı bir öpücükle la­ Resim (W illiam Turner) "Rain, Steam and Speed" adını taşıması gibi, lokomotifler, a p a ç ık dinam izm , enerji netinden çıkarırsa yen iden parlamaya başlayacak olan en büyük güzellikleri sakladığı söylenir. Bu­ ve hareketi simgeler (solda). rada kız H enry’nin, aynı şekilde kendisini çirkin­ Henry'nin düşünde gölden çıkarılan leştiren bir lanetten kurtarılması gereken ruhu lokomotifler de önceden bilinçdışında olabilir. H enry’nin duygularım şarkı söyleyerek bastırılmış duran, değerli bir etkinlik için potansiyeli gösteriyor (altta). uyandırmaya çalışması ya da onu parlak gündüz ışığıyla karşılaşması için saklandığı kuytudan çı­ karışı onun yardıma hazır bir kadm ön d er oldu­ ğunu gösterm ektedir. O halde H enry hem nişan­ lısına hem de aynı zamanda, ö n ce dış dünyadaki “kadın”ın temsilcisi, sonra da ruhunun derinle­ rindeki dişil özelliklerin som utlaşm ası dem ek olan kambur kıza ait olmalıdır. Kehanet düş Tüm üyle akücı düşüncelerine dayanan, ruhsal sol bacağımı yaralıyor. Bu kez yolun açılıp yaşamlarının belirtilerini görm ezden gelen kim ­ açılmayacağım bir fal gösterecekmiş; yoksa selerde sıklıkla batıl inançlara doğru açıklanamaz bunu yaşamımızla ödermişiz. Önce sıra bende. bir eğilim bulunur. Kehanetler, fallar, dinler, b ü ­ Dört Çinli fildişinden çubuklarla fal açıyorlar. yücüler, dolandırıcı şarlatanlar tarafından kolay­ lıkla kandırılırlar. Düşler kişinin dış yaşamım dengelediğinden, bu kişilerin kendi zihinlerine verdikleri aşırı ön em de akıldışı olanla yüz yüze geldikleri ve on dan kurtulamadıkları düşlerle Sonuç olumsuz, ama bana gene de ikinci bir şans veriliyor. Önce yanımdaki kişi bağlanmış­ ken bu kez beni bağlayıp bir yana koyuyorlar ve benim yerime o geçiyor. Onun önünde fal benim için ikinci kez atılıyor. Bu kez sonuç olumlu oluyor ve ben kurtuluyorum. dengelenm iş, kaldırılmış olur. H enry de bu olguyu analizi sırasmda çok etki­ leyici şekilde yaşadı. B öyle aküdışı temalara da­ yalı d ört olağanüstü düş ruhsal gelişim in de önem li kilom etre taşlarım oluşturdular. Bunlar­ dan ilki analizin başlamasmdan on hafta kadar sonra geldi. Bu düşün garipliği ve alışılmadık önem i kadar sem bollerinin zenginliği, bütünlüğü ilk bakışta görülüyor. Bununla birlikte sanki H enry’nin bilin­ ci bunu görm ezden gelm ek istiyor gibiydi. Bilinçdışırım yarattıkları karşısmdaki kuşkuculuğu dü ­ şünüldüğünde bu düşü rasyonalizasyon tehlike­ sinden korumak, araya girm eksizin H enry’nin ru­ Güney Amerika’da maceralı bir yolculuk sırasında nihayet yurda dönmek için şiddetli bir istek duyuyorum. Bir dağ üzerinde bulu­ nan bilmediğim bir kentte tren istasyonuna ulaşmaya çalışıyorum. İçgüdüsel olarak istas­ hunu etkilem esini sağlamak önem li görünüyor­ du. Bu yü zden bir yorum dan kaçındım. Onun y e ­ rine bir öneride bulundum : Kendisine ünlü Çin fal kitabı I Ging’i (D eğişim ler) okumasını v e son ­ yonun kentin merkezinde, dağın en yüksek ra düşteki dört tipin ne yaptığım kendi kendine noktasmda olduğunu düşünüyorum. Gecike­ düşünm esini salık verdim . ceğimden korkmaktayım. Bir şans eseri sağ I Ging kökleri m itolojik zamanlara giden, eli tarafımdaki, istasyona hiç geçit vermeyecek m izde İÖ 3000 yıllarındaki şekli bulunan ço k eski bir duvar gibi dikilen ortaçağ mimarisiyle ya­ bir bilgelik kitabıdır. Bunu harika bir yorum la bir­ pılmış, birbirine bitişik evlerin arasmda ke­ likte A lm anca’ya çevirm iş olan R ichard W ilhelm’e merli bir geçit buluyorum. Sahnede çok pito­ gö re Çin’in her iki ana felsefe akımının, Taoizm resk bir taraf var. Evlerin güneşli, boyalı yüz­ lerini, geçidin karanlık kemerli girişini ve geçi­ din loşluğu içinde kaldırımlara oturmuş pa­ çavralar içinde dört kişiyi görüyorum. Soluk soluğa geçide dalıyorum; birden önümde, bes­ belli aynı şekilde trene yetişmeye çalışan ace­ v e K onfuçyanizm ’in kökleri I Ging’dedir. Kitap in­ sanın, kendisini çevreleyen m ikro ve m akrokozm osla birliği, birbirini tamamlayan, birbirine zıt eril, dişil öğeler üe Yang ve Yin ikiliği varsayımla­ rı üzerine dayanır. I Ging’de 64 işaret bulunur. Bu leci biri beliriyor. Yaklaşırken kapıyı koruyan işaretlerin h er biri altı çizgiden oluşmuştur. Bu dört kişi önümüze atlıyor, Çinli oluveriyorlar çizgiler Yang ve Yin’in olası bütün kom binasyon­ ve bizi engellemeye çalışıyorlar. Onlarla boğu­ larıdır. Düz çizgiler Yang ya da eril yani güçlü, k e­ şurken birinin sol ayağının uzun tırnağı benim sik çizgiler Yin ya da dişil yani zayıf sayılır. Her işaret insancıl ya da kozm ik durumdaki tılı olarak yazmıştır. Şim diye dek rastlantı, tele­ değişiklikleri tanımlamakta, her biri bu durumda pati, kehanet vb olarak tanımlanan olaylar ve tutulacak olan yolu resimli bir dille anlatmakta­ benzerleri de bu ilkeyle açıklanabilir. Düşler de dır. Çinliler bu fala işaretlerden hangisinin belli zaman zaman böyle bir özellik gösterebilirler. bir anda en uygun olduğunu bulmak için bakar­ H enry I Ging’i dikkatle okuduktan sonra, kendisi­ lar. Çinliler bunun için elli çubuktan oluşan bir ne uygun bir d ozda kuşku ile de olsa, benim ö n e ­ dem eti kullanırlar. Am a bugün genel olarak üç rime uymaya, paralarla bir fal açm aya karar ver­ m adeni para kullanılmaktadır. Bunların üçünün mişti. Sonuç şaşırtıcıydı. E lde ettiği işaret Meng de aynı zamanda atılmasıyla bir çizgi oluşur. Bu yani “gençlik şaşkınlığı”ydı ve bu kendi yaşamın­ sırada yazı Yin’dir ve iki sayılır. Tura ise Yang’dır daki durumla ilginç bir “anlamlı eş oluş” göster­ ve ü ç sayılır. Paralar altı kez atılır, b öy lece yamtı m ekte, tam uyan bir “tam ” sağlamaktaydı. Kitaba içerm ekte olan işaret oluşm uş olur. göre bu işaretin üstteki ü ç çizgisi bir dağı, dolayı­ H enry bir kez, Çinlilerin geleceğ i araştırmak sıyla da “sükuneti korum a”yı sim gelem ekteydi. için kullandıkları garip bir oyuna ilişkin bir şeyler Biçim lerinden ötürü bir “kapı” olarak da yoru m ­ oku m u ş (Olasılıkla lanabilirdi. Alttaki ü ç çizgi suyu, çukuru ve ayı Jung’un “Altın Çiçeklerin Gizemi” adlı kitabı y o ­ simgeliyorlardı. Bu sim gelerin hepsi H enry’nin rum unda.) Jung bunun asla saçm a olarak değer­ ön cek i düşlerinde ortaya çıkmışlardı. H enry’ye lendirilm em esi gerektiğini gösterm işti. Çünkü bu uyarlanabilecek sözler arasında şu da bulunuyor­ tür “ilahi gibi” olan yöntem ler “eşzamanlılık” ilke­ du: “Gençlik şaşkınlığı için boş im gelem lere sap­ sine, yani bir dış olayın içsel bir olguyla, nedensel lanış en umutsuz olandır. Bu fanteziler ne kadar olm ayan ama anlamlı olan eş zamanlılığına da­ gerçekdışı olursa utanmaları o denli azalır.” old u ğu n d an sö z etm işti. yanmaktadır. Jung bu konuda “N edensel Olma­ Bu ve benzeri cüm lelerle falın H enry’nin soru­ yan Birlikteliklerin Bir İlkesi Olarak Eşzamanlı­ nu için doğrudan doğruya anlamlı olduğu ortaya lık” adlı yazısında (T op lu Yapıtları, Cilt 8) ayrın­ çıkıyordu. Bu onu çok sarsmıştı. Ö nce bu şoku isl-G ing'in, gençlik toyluğu denilen M e n g heksagramının olduğu iki sayfası (solda). Bunun üst üç çizgisi bir d a ğ ı gösterir ve bir kapı oluşturur. Alttaki üç çizgisiyse suyu ve mahvı göstermektedir. * Henry'nin gece gördüğü miğfer ve kılıcın kendi çizdiği resmi (sağda). Bu d a l-G ing'de Li işaretidir ve "tutan ve ateş" demektir. ■ tenciyle bastırmayı d en ed i ama etkisinden kurtu- ana çizgilerinin kişileşm esi olarak anlaşilması g e ­ lamıyordu. I Ging’deki falın, bilm eceye benzer, rektiği apaçıktı. B öyle resim sel bakım dan güçlü simge dolu anlatımına rağm en onu çok derinden olan düşler oldukça enderdir ama etkileri de o etkilediği anlaşılıyordu. Bunca zaman yadsımış ol­ kadar güçlüdür. Bu yü zden bunlara “Değişim duğu akıldışma yenilmişti. Kimi zaman susarak, düşleri” diyoruz. kimi zaman heyecanla “bunların hepsini iyice d ü ­ Düşü gören e b öyle sim gelerden yana ço k zen ­ şünm eliyim” dedi ve oturum u erkenden terk etti. gin Ertesi seansını da gribi bahane ederek iptal etti H enry’nin aklına da Şili’de bir iş bulma çabası ol­ ve bir daha da görünm edi. Ben “sakin duruş” bağ­ duğu ama orada bekar kim se istem edikleri için lamında sabırla bekledim ; kehaneti henüz sindi­ işe alınmadığından ve Çinlilerin çalışmak zorunda rem ediğini düşünüyordum . B öylece bir ay geçti. olm ayıp kendilerini m editasyona verdiklerinin Sonunda H enry yeniden gözüktü ve h eyecan için ­ belirtisi olarak sol ellerinin tırnaklarını uzattıkla­ de, şaşkın, arada neler olduğunu anlattı. K ehane­ rından başka bir şey gelm iyordu. Güney A m eri­ te aldırmamak için başlangıçta gösterdiği entelek­ ka’da bir iş bulm ada uğradığı başarısızlık karşısın­ tüel çaba işe yaramamıştı. Kısa zamanda bu keha­ da şimdi fantezisi düşüyle yardım cı oluyor, orayı netin bildirdiklerinin kendisini inatla izlediğini Avrupa’daki kendi yurduna karşı ilkel, korkutucu fark etmişti. Düşünde olduğu gibi I Ging’e bir da­ ve duygusal bir ülke haline dönüştürüyordu. Psi­ ha damşmaya karar vermiş. Ama gençlik şaşkınlı­ kolojik anlamda bu kolektif bilinçaltına uygun bir ğı işareti ikinci bir danışmayı kesinlikle yasakla­ resimdi. Bu aynı zam anda H enry’nin bilinci tara­ maktadır. İki g e ce b oyu n ca yatağında uykusuz fından yönetilen kültürlü zihnin ve İsviçre Pürita- dönüp durduktan sonra ü çü n cü g e ce birden g ö ­ nizm i’nin de tersiydi. G erçekte bu kendisinin hep zünün önünde bütün parlaklığıyla bir hayal belir­ özlediği ama kısa zam anda h iç de konforlu bul­ miş: Boş odada karanlıkta bir m iğfer ve bir kılıç m ayacağı doğal “gölge ülkesi”ydi. Güney A m eri­ ışüdayarak havada asılı duruyorlarmış. ka’nın sim gelediği karanlık, annesel yeraltı g ü çle ­ olan d üşler fazla bir şey anım satm az. H enry hem en I Ging’i rasgele açmış ve şaşkın­ ri tarafından düşünde kendi aydınlık annesine ve lık içinde 30. bölüm deki şu yorum u okumuş: nişanlısına doğru itilm ekteydi. Birden onlardan “Tutmaktır ateş, zırhlı giysiler, m iğferler d em ek ­ ne kadar uzaklaşmış olduğunu fark ediyor, kendi­ tir, mızrak ve silahlar dem ektir.” Bunun Li işareti ni tümüyle yabancı bir kentte yapayalnız bulu­ dem ek olduğunu anlamış ve o zaman kehanete yordu. Bilinçteki bu artış düşte “daha yüksek bir ikinci bir başvuruşun n ed en yasaklandığı da orta­ y e r” olarak sim gelenm ekteydi. Kent bir dağ ü ze­ ya çıkmış. Çünkü düşünde ego ikinci bir soru şan­ rinde kurulmuştu. O halde H enry gölge ülkesinde sına sahip olamaz, kehanete ikinci kez başvuran­ daha yüksek bir bilinçliliğe doğru, “yukarı d oğru ” sa tuzakçı yani kendi gölge yanıdır. Aynı şekilde I tırm anıyordu; oradan “yu rdu n a yol bulm ayı” Ging’e ikinci soruyu yorulm adan soran, kitabı um uyordu. Bu bir dağa çıkmak sorunu daha onun açarak gecek i düşüne uyan bir sim geyle karşıla­ şan da H enry’nin yarı bilinçli eylemidir. H enry b öylesine alt üst olduğuna göre artık gördüğü b ü ­ yük düşü yorum lam aya çalışma anı gelmişti. Onu Henry'nin kehanet düşündeki kapı bekçilerinin bir paraleli; Ç in 'd e gördü ğünden bu yana ü ç kocam an ay geçm işti. "M ai-C hi-San" mağaralarının Düşün tekü öğelerinin H enry’nin iç kişiliğinin iç e ­ girişini koruyan heykellerden biri, rikleri olduğu, oradaki altı kişinin kendi ruhunun 1 0 .-1 3 . yy. başlangıç düşünde de vardı. Azizle fahişe düşün­ oluyor. A ncak kendi ruhunun imgelerini tanımış de ve daha birçok m itolojik öyküde olduğu gibi, olan olgunlaşmış bir kim sede self kendi bütün ve dağ değişim ve aşkmlık için vahinin geldiği y e r­ kendine özgü değerleriyle ortaya çıkabilir. dir. Henry istasyonun n erede olduğunu bilm ese “Dağ üzerinde kurulu ken t” de kültür tarihin­ de içgüdüsel olarak onun kentin m erkezinde, en de pek çok kullanım bulan, çok tanınan bir sem ­ yüksek yerde olduğunu tahmin eder. Bilinci ken­ boldür. Kent, tam ortasında tanrının algılandığı di mühendislik m esleğiyle özdeşleşm iş, b öylece self (ruhun en iç çekirdeği ve bütünlüğü) bulu­ iç dünyasını da uygarlığın akılcı bir ürünüyle, bir nan “ruh alanTnı temsil eder; anne simgesi, kuca­ dem iryolu istasyonuyla simgelemiştir. Am a düş ğında tanrının tahtının bulunduğu ebedi alıcının bu yönelişi red d eder ve tüm üyle başka bir yola ikonu ya da ortasında B uddha oturan lotus ç iç e ­ gider. ğidir. Barındıran ve kucaklayan, tam ortasında Bu “y o l” , “alttan” karanlık bir kem erin altın­ çok değerli bir şey bulunan kentin planı, sim gesel dan, yani bilinçaltının derininden gider. Kapı ay­ olarak bakılırsa, ruhun asıl düzeni, bütünlüğü d e ­ nı zamanda bir eşik simgesi, tehlikelerin kol gez­ m ek olan mandalaya uymaktadır. Garip bir şekil­ diği bir yer, ayru zam anda ayıran ve birleştiren de H enry’nin düşünde şelfin mekanı insan toplu- bir yerdir. Aradığı, uygarlaşmamış Güney A m eri­ m unun bir trafik m erkezi, bir istasyon olarak ka’yı Avrupa’ya birleştirecek olan dem iryolu is­ tem sil edilmiştir. Burada bu düşü görenin henüz tasyonu yerine Henry şimdi, girişi yere çökm üş g ö re ce az gelişmiş olan kişilik aşaması nedeniyle olan, sefil görünüşlü dört Çinli tarafından tutul­ kendi yaşantılarından bir nesneyle simgelenmiş muş olan karanlık bir kapının önünde durmakta­ dır. Düş onları birbirinden ayıran bir özellik ver­ miyor. Bu yüzden onlar erkeksi bütünlüğün h e ­ nüz ayrışmamış dört özelliği olarak görülebilir. Bütünlüğün, tamamlığm simgesi olarak dörtlük, Jung’un yapıtlarında ayrıntılı olarak anlattığı bir arketiptir. O halde bu Çinliler, H enry’nin, açılm a­ sı gereken “Ş e lfe giden y o l”u kapattıkları için, al­ dırmadan geçip gidem eyeceğ i bilinçdışı eril ruh­ sal öğeleridirler. Eril ilke ile yüzleşm e, onun ay­ rışması öncelik taşımaktadır. Yoluna devam edip edem em esi buna bağlıdır. Tehdit eden tehlikeden habersiz H enry istas­ yona erişm ek için aceleyle kem erli yola giriyor. Orada kendi gölgesiyle, yani burada doğaya daha yakın olan kaba bir serseri olarak kişileşmiş olan cansız, ilkel yamyla karşılaşıyor. Bu figürün orta­ ya çıkışıyla H enry’nin introvert yanı, olasılıkla içinde bastırılmış olan duygusal ve akıldışı olanla­ rı tem sil ed en bütünleyici ekstrovert yanma katıl­ maktadır. Bu gölge yan, bilinçli egoya göre daha ön e çıkıyor; çünkü o zaten aktif, bağımsız olan bi- linçdışı özelliklerdir. O yü zden bu, her şeyin onun gelen en bu eğilim, hâlâ korkmakta olduğu kendi yüzünden olduğu asıl kader belirleyicidir. dişil, bilinçdışı yanının bakış açısı ya da “ duruş Düş en yüksek noktasına doğru hızla ilerler. noktası” Çinli tarafından yaralanmıştır. E lbette Henry, yanındaki serseri ve dört kapı bekçisi ara­ bu yaralanma H enry’nin gerekli değişiklikleri ya­ sındaki dövüş sırasında H enry’nin sol bacağı Çin­ pabilm esi için yeterli değildir. Çünkü h er türlü lilerden birinin sol ayağının uzun tırnağıyla yara­ değişim in ilk koşulu bir “kıyam et”, yani o ana ka- lanır. Burada H enry’nin bilinçli egosunun A vru­ darki dünya görüşünün yıkılışıdır. Çocukları e r­ palI karakteri D oğu’nun kişileşmiş eski aklıyla, kekliğe geçiren inisiyasyon ritlerinde bu, yeniden yani kendisinin karşıtıyla çarpışmaktadır. Çinliler doğu p da tam değerli bir sop üyesi olarak erkek­ bambaşka bir ruhsal anakaradan, tanımadığı, bu ler birliği arasında yerini almadan ön ce geçirile­ yüzden de çok tehlikeli görünen “öbür ta ra f’tan cek olan sim gesel bir ölüm vardır. Böyle bir yeni gelm ektedirler. Çin aynı zamanda, halkından çok eğilime yer açmak için ö n ce bu gen ç m ühendisin ülkesinin kastedildiği “ Sarı Topraklar” demektir. bilimsel, mantıklı yönelişinin çökm esi gereklidir. Bu topraksallığı, bu yeraltından olanı da Henry Onun ruhunda her türlü “akıldışı” bastırılmalı- kabul etm elidir çünkü kendisinin entelektüel bi­ dır. Bu yüzden de bunlar düşler dünyasının dra­ linç yanının asıl eksiği budur. Çok yakma geldi­ matik paradoksları karşısında kendilerini belli ğinde bu sefil varlıkların Çinli olduklarını anlama­ sıyla, zaten kendi içgörüsü kendi “karşıtı”m ayırt Bir a n aliz görenin yap tığ ı, kırmızı “duygu yam ''nda siyah bir canavar, etm ek üzere bir içgörü yü sağlamıştır; bundan da mavi "ruhani" yanda ise M a donn ayı on da bir bilinç genişlem esinin başladığı çık a rıla ­ anımsatan bir kadın olan resim bilir. H enry’nin daha ön ce işitmiş olduğunu söy­ (sağda). Henry'nin ruh durumu da böyleydi: Bir yanda saflığa, bekarete, lediği uzun tırnağın sol ayakta bulunması -ki ayak yüklenen aşırı değer, öte yanda aynı zamanda p en çe dem ektir- burada bir hare­ bilinçdışı dürtüsellikten korku. G en e de kete geçm ek sorununun değil, H enry’yi yaralaya­ küçük, yeşil, m andalayı andırır bitki cak kadar aykırı olan bir konum ve duruş sorunu­ "birleştirici simge" olarak iki zıt tarafın arasında duruyor. Bir başka analiz nun söz k on usu old u ğu n u b elirtm ek ted ir. sonrasında "uykusuzluk" adını verdiği H enry’nin yeraltından gelene, dişil olan, kendi resmi (solda), lüm üyle tutkulu, kırmızı doğasının m addi derinliklerine bilinçli yönelim i dürtülerini, korkusunun siyah "duvarı" çok belirsiz ve ambivalandır. “Sol bacağı” ile sim ­ ile, bilincini kaplamaması için nasıl geriye bastırdığı görülüyor. ed iverirler. B ö y le ce H enry’nin d ü şü n d e de Akıldışı ile yüz yüze akıldışı olan, insan kaderi üzerinde korkutucu ve anlaşılamaz bir gücü olan yabancı kökenli bir “fal” şeklinde belirmiştir. H enry’nin akılcı egosuna, bir sacrificiıım intellectus’a kayıtsız şartsız boyun eğ ­ m ekten başka bir seçen ek kalmamıştır. Am a H enry gibi böyle deneyim siz ve olgunlaş­ mamış kimselerin bilinci henüz böylesi bir feda­ kârlık için yeterin ce hazır değildir. Şansını yitirir ve yaşamı tehlikeye girer. Aynı zamanda artık y o lıınadevam ederek evine de d önem eyecek , b öy le­ ce erişkinliğe g e ç iş te n de kurtulacaktır. H enry’nin içgöriisii bu “Büyük Düş”le tam da b u ­ na hazırlanmaktadır. Am a o zaman bilinçli, uygar egosu bağlanıp bir kenara konur. Kendi yerine il­ Henry’nin davranışları fal düşünün üzerinde nasıl bir etki yaratmış olduğuna hiçbir kuşku bırakmı­ yordu. Şimdiden soııra artık bilinçdışımn bildirdik­ lerini merakla izliyor, analiz de gittikçe hızlanıyor­ du. O zamana kadar ruhunun derinlerini n eredey­ se yırtacak boyutta olan gerilim artık yüzeye çık­ mıştı. Bununla birlikte cesaretle dayandı ve girişi­ minin mutlu sonuna ilişkin git tikçe artan um udu­ nu korudu. O büyük düşten daha iki hafta g e çm e ­ den (yani henüz düşü konuşmadan ö n ce ) yem den akıldışıyla yüzleştiği bir başka düş görmüştü. kel serseri g e ç e ce k ve H enry’nin yaşamının bağlı olduğu falı o atacaktır. Ama ego izolasyonla tu­ Odamda yalnızım. Bir delikten bir sürü kara, iğrenç böcek çıkıyor ve benim proje tuklanmış ise, gölge figürü ile simgeleştirilmiş olan bilinçdışı içeriği yardım a koşup çözü m geti­ rebilir. Bu, o bilinç tarafından tanınır, sürekli re- masamı kaplıyorlar. Ren onları bir tür büyüy­ le deliklerine geri sokmaya çalışıyorum. Üç ya da dört böcek kalıncaya kadar bunu başa­ l'akata alınırsa olabilir. Henry de b öy lece kurtul­ rıyorum da. Bu kalanlar masadan inip odaya muştur. Çünkü kendi gölgesi, kendi yerine oyunu dağılıyorlar. Onları kovalamaktan vazgeçiyo­ kazanmıştır. rum; çünkü artık o kadar iğrenç gelmiyor­ lar... Saklandıkları yeri ateşe veriyorum. Bü­ yük bir alev yükseliyor. Odamda yangın çıka­ cağından korkuyorum ama korkum boşuna. O sırada Henry artık düşlerinin yorum unu ö ğ ­ renm iş olduğu için bu kez kendisi bir yorum g e ­ tirmeyi denedi: “ B öcek ler benim karanlık özellik­ lerimi temsil ediyorlar. Bunlar analizle uyandırıl­ dılar, görünür hale geldiler. Onların, benim çizim masamın sim gelediği m esleğim i bastırmaları teh ­ likesi var. Bununla birlikte bana bir tür siyah skarabeus’u* anımsatan bu böcek leri elimle ezm eye cesaret edem iyorum , onun yerine kendimi “b ü ­ yü ” kullanmak zorunda hissediyorum . Onların saklandığı yeri ateşe verm ekle “ilahi” güçleri yar­ dım a çağırm aya çalışıyorum . Çünkü fışkıran alev Eski Mısır’da kutsal sayılan b öcek-B okböceği. (çn .) sütunu bana “K onfederasyon A teşi”ni* anımsatı­ yor.” Dikkati çek en böceklerin , depresyon, yas ve ölüm ü anlatan siyah renkte olması. Düşte H enry odada yalnızdır. Bu kolaylıkla içe dönüşü, iç sı­ kıntısını çağrıştırır. M itolojiden, örneğin Mısır’da güneşin simgesi olarak kutsal sayılmış olan “altın” renkli skarabeus’lar bilinmektedir. Am a burada onlarm sırtları siyahtır; o halde tersini yani şeyta­ ni olanı sim gelem ektedirler. H enıy bunlarla büyü ile savaşmak istediğinde bu içgüdüsü doğrudur. Gene de birkaç b öcek yaşam da kalmıştır. Am a sa­ yılarının azalmış olması H enry’nin korkusunu, tik­ sintisini giderm eye yeter. Bu kez de onların yuva­ larım ateşle yok etm ek ister. Bu olumlu bir e y ­ lemdir; çünkü ateş değişim i ve yeniden doğuşu sağlar. (Ö rnek P hoenix söylem i sim gelem i.) Bu İÖ 1 3 0 0 yılından bir M ısır kabartması sırada kuşkusuz ki mantıklı aklı değil bilinçdışı, bir Skarabeus (bok böceği) ve tanrı akıldışı ani bir düşünceyi kullanmaktadır. Ondan A m m on'u güneş içinde gösteriyor sonraki bilinçli yaşam da H enry’nin girişim cesa ­ (üstte). M ısır'd a Skarabeus aynı zam anda güneşin de simgesiydi. Daha retiyle dolu olduğunu görüyoruz, ama bu herhal­ çok Henry'nin düşündeki "şeytansı" d e henüz uygun yer ve biçim de değildir. Bunun böceklere benzeyen böcekler. James için bir başka düşün sorununu daha fazla aydın­ Ensor'un (1 9. yy) çizimi insanları siyah, latması gerekecektir. Bu düş sim gesel bir dille H enry’nin kadınlarla sorum lu bir ilişkiden korku­ sunu, yaşamın duygusal yanm dan kaçınma eğili­ mini gösterm ektedir. Yaşlı bir adam ölmek üzeredir. Çevresinde akrabaları doluşmuş ve ben de onlarm arasındayım. Geniş salona durmadan yeni kimseler geliyor. Her biri kendini özgün bir anlatımla tanıtıyor. Yaklaşık kırk kişi kadar var. Yaşlı adam inleyip mırıldanarak “yaşanmamış yaşam”dan söz ediyor. Bu itirafım kolaylaştır­ mak isteyen kızı ne bakımdan “yaşanmamış” olduğunu, bunu “kültürel” bakımdan mı yok­ sa “ahlaki” bakımdan mı anlamak gerektiğini soruyor. Yaşlı adam yanıtlamıyor. Kız beni küçük bir yan odaya sokuyor. Ben orada is- Isviçre K onfederasyonu’nun kuruluşunun kutlandığı gün dağlarda yakılan ateşler, (ç n .) iğrenç böcekler olarak gösteriyor (altta). kambil falıyla yanıtı bulacakmışım. İlk açaca­ taşımayan kağıt parçalan, pusulalar, zarflar kal­ ğım dokuzun rengi yanıtı verecekmiş. En mıştır. H enry istese de istem ese de gen e, bu kez başta bir dokuz çekmeyi umuyorum ama bir­ kendi kız kardeşinin sim gelediği, kendi dişil yanı­ çok damlar ve papazlar çıkıyor. Düş kırıklığı­ nın yardımını kabul etm ek zorunda kalır. Onunla na uğruyorum. Devam ettiğimde elimde artık kartlar değil bir deste kağıt ve zarf kalıyor. Destede hiç oyun kartı kalmadığını görüyo­ rum. Orada olan kız kardeşimle birlikte her yeri arıyoruz. Sonunda bir defterin ya da ki­ tabın altında bir tane buluyorum. Bu bir maça dokuzlu. O zaman yaşlı adamın “yaşa­ mını yaşamasına” engel olanın ahlaki bağlar birlikte sonunda bir kart bulurlar; bu bir not d e f­ terinin ya da kitabın, yani düşü n ce m alzem esinin altında kalmıştır ve bir m aça dokuzlusudur. Dokuz eskilerden beri “büyülü sayı” sayılır. G eleneksel sayı sim gelem ine göre bu, diğer bir­ ço k anlamının yanında tam üçlem enin ü ç katıyla tam biçim ini sim gelem ektedir. Maça dokuzlusu­ nun rengi siyah, yani ölüm ün, yaşamın yokluğu­ olduğunu anlıyorum. nun rengidir. Her ne kadar oyun kağıtlarında m a­ Bu düşün tem el m esajı H enry’ye eğer “yaşa­ mım yaşayamazsa” g elecek te ne olacağım göster­ m ektir. Ö lm ekte olan yaşlı adam h erh alde H enry’nin bilincine hükm eden ama onun henüz niteliğim bilm ediği ilkelerdir. Orada olan kırk kişi ise onun ruhsal özelliklerinin tamamıdır. Kırk bir bütünlük sayısıdır, yani “dörtlük”ün daha yüksek bir form udur. Yaşlı adamın ölm ek üzere oluşu H enry’nin eril tarafının kesin bir değişim yaşa­ mak üzere olduğunun bir belirtisi olabilir. Bu sırada kızın ölüm ün nedeni üzerine sord u ­ ğu, kaçınılmaz ve can alıcı olan sorudur. Yaşlı adamın doğal duygularını, dürtülerini yaşamasını engelleyenin “ahlak” olduğu görülm ektedir ama yaşlı adam yanıt verm ez. Bunun üzerine kızı, ya­ ni ara bulan dişil ilke, anima aktif hale gelm ek z o ­ runda kalır. H enry’yi, iskambil falıyla yanıtı bul­ ması için yan odaya gönderir. Bu falın kullanılma­ yan bir arka odada olması bu işlemin H enry’nin bilinçli yönelişlerinden ne kadar uzak olduğunu gösterm ektedir. A çılacak ilk dokuzlu yanıtı v ere­ çanın biçim i bir yaprağı andırırsa da renginin d o ­ ğal, canlı ve yeşil olacağına ölüm gibi siyah olm a­ sı etkindir. Ama m açayı ters çevirirsek o zaman da bir kalp ortaya çıkar ama bu ölü yani duygusuz hale gelmiştir. Böylelikle H enry’nin durumunu karakterize eden kafayla kalp arasındaki içsel ay­ kırılık belirtilmiş olur. Düşten, yaşlı adamın yaşamı yaşmasına izin verm eyenin kültürel değil, ahlaksal bağlar oldu­ ğu, H enry’nin olgusunda H enry’nin yaşama ken­ dini dolu dolu, tam verm ekten, bir kadına bütün sorum luluğunu yüklenerek bağlanmaktan, böylece annesine “ihanet” etm ekten korkusu olduğu apaçık belirm ektedir. Düş açıkça “yaşanmamış yaşam ın” , insanın ölüm üne neden olabilecek bir hastalık olduğunu anlatmaktadır. Bu bildirimi H enry artık duym azdan gelem ez. Sonunda yaşa­ mın labirentlerinde işe yarayacak bir pusulaya sahip olmak için sad ece akıldan daha fazlasına gerek sin im i oldu ğu n u , aydınlatan sim gelerin yükseldiği bilinçdışı psike içindeki yol göstericili­ cektir. Henry hem en bir dokuz bulacağını umar ği bizzat ele almanın gerekli olduğunu fark etm iş­ ama yalnız papazlar ve damlar, yani gençliğinde tir. Bunu öğrenm esiyle H enry için analizinin bu gü ç ve zenginliğe verdiği önem in kolektif sim ge­ lerini görü n ce düş kırıklığına uğrar. Resimli kart­ lar bitince, yani iç dünyasının sim geleri tükenin­ ce bu düş kırıklığı yoğunlaşır. Geriye hiçbir im ge kısmının görevi bitm iş oluyordu. Artık sorum suz bir yaşamın cen n etin den kesin olarak kovulm uş olduğunu, bir daha hiçbir zaman oraya d ön em e­ yeceğini biliyordu. Kapanış düşü Sonunda H enry’nin içgörüsünü kesin olarak onay­ layan bir düş geldi. Birkaç küçük, önemsiz, günlük yaşamla ilgili kısa düşten sonra dizide 50. olan son düş, “büyük düş” dem len düşleri karakterize eden bütün simge zenginliğiyle göründü. Dört arkadaş bir aradayız; başımıza şunlar g e ­ liyor: Akşam: Kaba ağaçtan yapılmış uzun bir masa başında oturuyoruz ve her birimiz üç ayrı kupadan içiyoruz; bir likör kadehinden açık, sarı ve tatlı bir likör, bir şarap bardağın­ dan koyu kırmızı bir Campari, büyük, klasik biçimde bir bardaktan da çay. Aramızda dör­ dümüzden başka çekingen, ince bir kız da var, o likörünü çayına karıştırıyor. Gece: Bir içki aleminden dönmüşüz. Ara­ mızdan biri Président de la Republique Fran­ çaise (Fransa’nın cumhurbaşkanı) imiş. Biz onun sarayındayız. Bir balkona çıkıyoruz ve onun aşağıda sarhoş halde bir kar yığınına Alevlerden yeniden d o ğ a n bir Phönix işediğini görüyoruz. Çişi bitmek bilmiyor. Bir (O rtaçağ dan A ra p elyazması) Bilinen bir de tutup, kucağında kahverengi, yün bir bat­ ateşle ölüm ve yeniden diriliş motifi (üstte). taniyeye sarılı bir çocuk bulunan, evde kalmış G randville'den (1 9. yy) tahta oym a. Bunda yaşlı bir kızı kovalıyor. Çocuğu sidiğiyle ıslatı­ oyun kağıtları simgesel anlam larıyla görünüyor. Örnekse maça siyahlığından ötürü zeka ve ölümle bağlantılıdır (altta). yor. Yaşlı kız ıslaklığı hissediyor ama bunu ç o ­ cuğun yaptığını sanıyor. Hızlı adımlarla ora­ dan kaçıyor. Sabah: Kış güneşiyle parlayan sokakta, muhteşem yapılı bir zenci, çırılçıplak yürü­ yor. Doğuya yani Bern’e yani başkente doğru gidiyor. Biz Fransız İsviçresi’ndeyiz. Onu ara­ yıp ziyaret etmeyi kararlaştırıyoruz. Öğle: Karlı boş bir arazide arabayla uzun bir yolculuktan sonra bir kentte, zencinin gir­ diği anlaşılan koyu renkli bir eve geliyoruz. Onun soğuktan donmuş olacağından korku­ yoruz. Ama bizi gene zenci olan uşağı karşılı­ yor. Zenci ile uşağı susuyorlar. Biz yanımız- daki arka çantalarımızda zenciye verebilece­ içecekler, tatlı ve acı, kırmızı ve sarı, esriten ve ğimiz bir armağan arıyoruz. Her birimiz bir ayıltan karışıktır. Oradaki beş kişi hepsinden iç­ armağan vereceğiz. Bunun uygarlık için ka­ m ekle bilinçdışı bir birlikteliğe göm ülm ektedir­ rakteristik bir şey olması gerekiyor. İlk karar ler. Bu olgudaki gizli aracının kız olduğu görülü­ veren ben oluyorum ve bir kutu kibriti alıp yor, çünkü erkeği bilinçdışm a indirmek, b öylece gururla zenciye uzatıyorum. Her birimiz ken­ di armağanını verdikten sonra zenciyle birlik­ te bir şenliğe gidiyoruz. daha derin toparlanmasını, bilinçlenm esini sağla­ mak animanın işidir. Likörle çayın karıştırılmasıy­ la şenlik doruğuna yaklaşıyor gibidir. Düşün ikinci kısmı bize “g e c e ” neler olduğunu Daha ilk bakışta bu düş dört bölüm lü oluşuyla olağandışı bir izlenim veriyor. Bütün bir günü kapsıyor, saat yönü n de, yani gittikçe yükselen bir bilinçliliğe doğru ilerliyor. Bu gidiş akşam başlı­ yor, g e ce sürüyor ve öğleyin, yani güneş tanı te­ pedeyken sona eriyor. anlatıyor. Dört arkadaş kendilerini birden, İsviç­ relilerin gözünde duyguların, keyif ve aşkın kenti olan Paris’te buluyorlar. Burada dördü arasmda, özellikle de asıl işlevi, düşünm eyi yüklenen ego ile düşük değerli olan bilinçdışı işlev, “Président de la R épublique” ile temsil edilen duygu arasında bel­ Bu düşte dört arkadaş Henry’nin ruhunun geli­ li bir farklılaşma oluyor. E go yani Henry ve onun şen erilliğini temsil etmektedir. Düşün dört “sah­ yardım cı işlevleri olarak tanımlanabilecek olan ar­ n e” halinde gelişimi de bir mandala planını andıran kadaşları bir balkondan aşağıya, davranışları bir bir m odel sunmaktadır. Önce doğudan, sonra batı­ psikenin ayrışmamış yanlarıyla tam bir uygunluk dan gelip İsviçre’nin başkentine, m erkeze doğru içinde olan cumhurbaşkanına bakmaktadırlar. Bu hareket etmeleriyle bu arkadaşlar bir dizi zıtlıkları figür dingin değildir, kendini içgüdülerine bırak­ bir birliğe doğru birleştiren bir yol izlemektedirler. mıştır. Sarhoş bir durum da utanmazca sokağa işe­ Düş akşam, yani bilinç eşiğinin alçaldığı, bi- mektedir. Uygarlık dışından bir insan gibi, kendi­ linçdışm dan gelen im gelerin engellenm eksizin ni hayvansal gereksinim lerine bırakırken ne yap­ yükselebilecekleri bir zamanda başlamaktadır. tığının pek farkında değildir. Burada, orta sınıftan Anim a yanının canlanmasına özellikle uygun olan bir İsviçreli bilimadamının bilinçli yaşamdaki dav­ böyle bir durum da elbette bir dişi varlık da katıl­ ranış kalıplarına herhalde en büyük tezadı sim ge­ maktadır. Bu hepsine birden ait olan, onları bir- liyor. H enry’nin bu yanı ancak bilinçdışmın en ka­ birleriyle birleştiren, H enry’nin kız kardeşi gibi ranlık gecesin de var olabilir, kendini gösterebilir. çekingen, ince yapılı olan anima figürüdür. Masa­ G ene de bu cum hurbaşkanı figürünün olumlu nın üzerinde farklı niteliklerde üç kap durmakta­ bir yanı da vardır. Psişik enerji akımının simgesi dır; konkav biçim leriyle “alıcı” olanı dişilliğin sim ­ olarak da düşünülebilecek olan idrarının, görü nü ­ gesini vurgulamaktadırlar. Bu kapların birlikte şe göre sonu gelm ez. Yaratıcı ve canlı güçlerin ta­ kullanılma durum u oradakilerin birbirleriyle ya­ nığıdır. Örneğin ilkeller b ed en d en kaynaklanan kın ilişkilerini gösterm ektedir. Kaplar -likör kade­ her şeye, ister saçlar, dışkı ve salgılar, ister idrar hi, şarap bardağı, klasik biçimli bardak- biçim ola­ ve salya olsun yaratıcı, büyülü bir anlam verirler. rak ve içerdiklerinin renkleriyle farklıdırlar. Zıt Cumhurbaşkanı aynı zamanda, psikenin gölge ya- nına atfedilen gücün, varsıllığın da belirtisi olabi­ bulacaklardır. Bulundukları yer değişmiştir; Paris lir. Am a yalnızca m esanesinin içeriğini utanma­ yolu onları beklenm edik şekilde, Henry’nin nişan­ dan boşaltmakla kalmaz, kucağm da bir çocu k ta­ lısının şımakta olan yaşlı kızı da kovalar. Bu figür aynı H em y’de ilk evrede, henüz kendisine ruhunun bi- zamanda düşün ilk bölüm ündeki utangaç, ince linçdışı güçleri egem en olduğunda bir değişim ol­ animanın “öbür tarafı”dır. Henüz bakiredir ama muştu. Şimdi son olarak yolunu aramaya, sadece görünüşe göre aynı zamanda annedir. H enry’ye düşte de olsa nişanlısının evinin olduğu bir yerden bu arketipsel M eryem ile İsa imgesini çağrıştır- başlayacaktır. Bu artık psikolojik geçm işim kabul mıştır. Ama buradaki çocu ğu n kahverengi, to p ­ ettiğini gösterir. Düşün başında doğu İsviçre’den rak rengi bir yün battaniyeye sarılmış olması, Paris’e, yani doğudan batıya doğru, yani güneşin kurtarıcı çocu ğu n semavi bir varlıktan çok, onun battığı, karanlığın başladığı yere doğru gitmişti. yeraltma, toprağa bağlı bir karşıtı olduğunu d ü ­ Yani karanlıkta kalan bilinçdışm a doğru yol al­ şündürüyor. Cumhurbaşkanının bu çocu ğ u idra­ maktaydı. Şimdi yüz seksen derecelik bir dönüş rıyla ıslatması da bir vaftizin dönüşüm ü oluyor. yapmış, doğan güneşe yani gittikçe artan bilinç­ Şimdi bu çocu ğu H enry’nin içindeki yaratıcı bir lenm eye doğrulmuştur. Bu yol İsviçre’nin ortası­ olasılık olarak, “bir şey olacak olan”m henüz ç o ­ na, cuk halinde bulunan simgesi olarak alırsak, bu Henry’nin, ruhunun bütün zıtlıkları barmdıran vaftizle ona büyük gü çler geçirilm iş olmaktadır. m erkezine, ş e lfe yöneldiğini simgelemektedir. Am a bu konuda düş daha fazla bir şey söylem i­ yor; yaşlı kız çocuk la birlikte aceleyle kaçıyor. oturduğu başkent batı B ern ’e İsviçre’y e getirm iştir. ulaşmaktadır. Bu da Bir zen ci çoğu için “karanlık yaratık” arketipidir, yani k olek tif bilin çdışın dan kaynaklanan Bu sahne düşün dönüşüm noktasını da belirli­ özelliklerin arketipidir. Belki de bu yüzden beyaz yor. Şimdi gen e gündüz olmuştur. Bir önceki b ö ­ ırktan insanlar onu böylesine dışlamakta, ondan lüm de siyah, ilkel ve güçlü olan her şey şimdi bir korkmaktadırlar. Onunla kendi karşıt resim leri­ araya gelmiş, çırılçıplak, yani gerçek olan bir zen ­ nin, kaçmak ve bastırmak istedikleri, gizli, karan­ ci şeklindeki tek bir varlıkta toplanmıştır. G ecenin lık yanlarının gözler önüne çıktığım sanmaktadır­ karanlığıyla sabahın aydınlığı ya da sıcak idrarla lar. Zenci, ilkel dürtüler, arkaik güçler, den etle­ soğuk kar gibi şimdi de beyaz kış manzarasıyla si­ n em eyen içgüdüler gibi kendinde olduğunu g ö r­ yah zenci keskin zıtlık oluşturmaktadır. Dört ar­ m ezden geldiği, farkında olmadığı için uygun bir kadaş şimdi kendilerine bu boyutlar arasından yol yansıtma taşıyıcıdır. G enç adam için zenci, bir yandan bilinçdışm a bastırılmış karanlık özellikle­ Kadın biçim inde antik bir Peru su kabı. Henry'nin rin öte yandan da kendi ilkel, erkekçe güçlü yeti­ düşünde de kaplar dişil lerinin, duygusal ve beden sel güçlerinin bir özeti­ alıcıyı simgeler. dir. H enry ve arkadaşlarının zenciyle karşılaşma­ yı böylesine istem eleri d e bu yü zden erkek olmak yolunda kararlı bir adımı simgeler. Bu arada öğle olmuştur; güneş en yüksek n ok ­ tadadır, bilinç en yüksek berraklığa ulaşmıştır. Diyebiliriz ki H enry’nin egosu gittikçe bütünleş­ miş, yetilerini bilinçli kararlar verebilecek şekilde geliştirmiştir. Hâlâ kıştır ve bu H enry’de duygu ­ nun, sıcaklığın henüz olmadığını gösterir; ruhsal manzara hâlâ kış içindedir ve entelektüel olarak Bu sonuçtu. Altı eril kişi, dört arkadaş, zen ci da ço k soğuktur. D ört arkadaş sıcağa alışık olan ve uşağı neşeli bir havada ortak bir yem ekte bir çıplak zencinin donacağm dan korkarlar. Am a araya gelmişlerdir. A paçıktır ki burada H enry’nin karlarla kaplı tenha bir araziden geçerek yabancı eril bütünlüğü k öşelerinden kurtulmuş, yum uşa­ bir kentte, zencinin uşağıyla birlikte oturduğu mıştır. Düşte egosunun, ş e lfin koyu renkli tem ­ koyu renkli bir eve geldiklerinde korkularının b o ­ silcisi olan zen ciye, arketipsel, büyük kişiliğe bi­ şuna olduğu anlaşılır. “Uzun seyahat” ve terk linçle, özgü rce egem en olabilm ek için gereksindi­ edilmiş arazi, her psikolojik gelişim de mutat olan ği güveni bulmuş görünm ektedir. Düşte olanla­ bıktırıcı, yoru cu arayışı sim gelem ektedir. Burada rın, H enry’nin uyamk yaşam ında da koşutları, so ­ d ört arkadaş yeni bir zorlukla karşılaşmışlardır. nuçları vardı. Artık nihayet kendisiydi. Kısa za­ Z en ci ve uşağı dilsizdirler. Bu durum da onlarla manda karar vererek nişanım kesinleştirdi. Anali­ konuşm ak olanaklı değildir. Onunla bir ilişki ku­ zin başlangıcından tam dokuz ay sonra batı İsviç­ rabilmek için başka bir araç bulmak gereklidir. re ’deki küçük bir kilisede evlendi, hem en ertesi Arkadaşlar lisanla yani entelektüel yoldan değil günü g en ç karısıyla birlikte, son düşün g erçek leş­ duygusal bir hareketle yaklaşm aya çalışırlar. tiği günlerde aldığı bir öneriyi kabul ed erek Ka- Ona, tanrılara onlarm ilgisi ve sevgisini kazanmak nada’ya hareket etti. O zam andan beri küçük bir için sunulduğu gibi bir armağan sunarlar. Bu ar­ ailenin başı olarak aktif, yaratıcı bir yaşam sürü­ mağan uygarlığımızın bir nesnesi, entelektüel b e ­ yor ve büyük bir endüstri şirketinde d e yön etici yaz adamın değerleriyle ilgili bir şey olacaktır. kadroyu elinde tutuyor. Burada gen e doğayı, içgüdüyü tem sil eden zen ci için bir “sacrificium intellectus” gereklidir. H enry’de söz konusu olan analitik bir çalış­ mayla hızlanmış olan olgunlaşma, kendi başma Ne yapılabileceğine ilk karar veren Henry ol­ durabilen, sorumluluk sahibi bir erkek oluş süre­ muştur. Bu doğaldır, çünkü mağrur bilinci, ya da ci, “ dış yaşamm gerçekliğine inisiyasyon” ve b öy- gururu yola getirilecek olan egonun taşıyıcısı odur. le ce bireyleşm e yolunun ilk yansırım tamamlanı­ Yerde duran bir kibrit kutusunu alır, kıvançla zen ­ şıdır. Egoyla self arasm da sürekli, canlı bir ilişki ciye sunar. İlk bakışta H enry’nin küçük, yerde ya­ oluşturmanın söz konusu olacağı ikinci yarı ise tan, belki de fırlatılıp atılmış nesneyi uygun sunu henüz H enry’nin önü n de durmaktadır. olarak kabul etm esi saçma görülebilir; ama bu se­ Her olgu bu denli hareketli ve başarılı olmaz. çiminin olabileceklerin en iyisi olduğu ortaya çı­ Herkes aynı şekilde ele alınamaz; çünkü her biri kar. Kibritler depolanmış, kontrol edilebilen ateş­ farklıdır. Bu yüzden gen ç ve yaşlı kimseler, er­ tir. Alevleri her an yakılabilir, söndürülebilir. Ateş kekler ve kadınlar h ep farklı tedaviler gerektirir­ ile alev sıcaklığı, sevgiyi, duygu ve tutkuları simge­ ler. Aynı sem boller bile her olguda farklı yoru m ­ ler. Bunlar yüreğin, gönlün, insanoğlunun var ol­ ları çağrıştırır. Bunu bilinçdışı süreçlerin m uhta­ duğu her yerde bulunabilen nitelikleridir. riyetine özellikle çarpıcı bir örnek olarak seçtim . Zen ciye böyle bir armağan verm ekle H enry Çünkü çok çeşitli im geleriyle, psişik tem elin tü­ sim gesel olarak bilinçli egonun çok gelişmiş uy­ kenm eyen sim ge yaratıcı gücünü ispat etm ek tey­ gar bir ürünüyle, kendi ilkelliğinin zen cide sim ge­ di. Psikenin kendi kendim düzenleyen etkinliği­ sini bulan m erkezi ve eril gücünü birleştirm ekte­ nin, ço k fazla akılcı açıklamalar ve ayrıştırmalarla dir. Bu yolla Henry, şim diden sonra artık sürekli rahatsız edilm ezse, sim gelerinin etkisiyle ruhsal bir tem as halinde kalması gereken kendi eril yan­ gelişim sürecine ço k yardım cı olabileceği bunun­ larına tam olarak sahip çıkabilir. la ispat edilmiş olmaktadır. "Psikoloji ve SimycT'da Jung, lek bir adam ın 1 0 0 0 'in üzerinde düşünden oluşan bir diziyi anlalır. Bu d iz id e sık olarak self'le ilişkili olan m andala motifinin çok sayıda ve çeşitli görünüşü vardır. Bu sayfalarda m andala motiflerine bazı Srnekler, bu arketipin tek bir kişinin bilinçdışında kendini gösterebildiği çok çeşitli biçimleri göstermek için verilmiştir. Ama açıklam alar yalnızca olası anlam lar olarak alınm alıdır. Düşle Anim a adam ı, kendisine ilgisiz olm akla suçlar. Saat lam bir saalın dolm asına beş dakika kaldığını göslermektediı Adam bilinçdışı tarafından ''sıkıştırılmakta' dır. Bundan kaynaklanan gerginlik saat yüzünden, beş da kika da olaca k bir şeyi beklemekten artmaktadır (solda]. A dam ın atm ak için boşuna uğraştığı kafatası kırmızı bir lopa ve sonra da bir kadın başına dönüşür. Burada adam olasılıkla bilinçdışını bastırmaya çalışm aktadır (kafatasının atılışı). Am a o bir lop (belki güneş) ve Anima figürüyle ısrar eder (altla). Bir düşle bir prens düşü görenin sol elinin dördüncü parm ağına elmas bir yüzük takar (solda). Yüzük, düşü görenin bir "yem in"de bulunduğu anlam ına geliyor. Bir kadın yüzündeki peçeyi açıyor (sol altta). Yüzü de güneş g ib i parlıyor. Tablo bilinçdışının (ve Anim a'nın), bilinçli yorumdan tümüyle farklı bir aydınlanışını gösteriyor. İçinde küçük küreler olan bir saydam küreden yeşil bir bitki çıkıyor (altla). Küre bütünlük, bitki yaşam ve gelişme demektir. Arlık savaşa hazırlanm ayan birlikler sekiz kollu bir yıld ız oluşturarak sola doğru yürüyorlar. Bu resim herhalde herhangi bir içsel çalışmanın harmonik bir çözüm e ulaştığını anlatıyor (altla). Sonsöz: M. L. von Franz Bilinçdışı ve bilimler Ö nceki bölüm lerde C. G. Jung ve bazı arkadaşla­ cak araçlardı. G erçekten bilinçdışırun keşfinin et­ rı bilinçdışırun simge yaratan işlevini anlatmaya, kisi, dünya görüşüm üzün ikiye katlanmasından bu yeni bulunan etm enin g ö z önünde tutulması az değildir; çünkü o andan itibaren her zaman bir gereken kimi yaşam alanlarım gösterm eye çalıştı­ psikolojik olgunun bilinçli mi yoksa bilinçdışı mı lar. Bilinçdışmı, onun arketipsel dinamik çek ir­ görülm esi gerektiğini, hatta her “dış” gerçeğin bi­ deklerini anlamanın daha başındayız; gen e de zim tarafımızdan ne kadar bilinçli ya da bilinçdışı onun birey üzerinde, onun duygularım, ahlaksal, algılandığım sormak zorundayız. spiritüel görüşlerim , toplum sal ilişkilerim yön len ­ Bu arketipsel güçlerin yalnızca ruhsal bir iş­ direrek ve böylelikle on u n bütün kaderini biçim ­ lem de ortaya çıkan ürünlerde görünm eyip, insan­ lendirerek muazzam bir etki yaptığını şim diden lığın diğer kültürel uğraşılarında da ispat edilebil­ kavrayabiliyoruz. Arketiplerin oyununun ve sem ­ m esi şaşılacak bir şey değildir. Bütün insanların b ol biçim lendirm esini işleyişinin bütünsel bir tar­ bu birlikte miras alınmış davranış tarzlarına sahip zı izlediğini, bunun anlaşümasmm ruhsal zor du­ olması, bunların son ürünlerinin de yani sim gesel rumlarda iyileştirici bir etki yaptığım da görebili­ düşünce, fantezi ve uğraşıların da her alanda b u ­ yoruz. Bu arketipsel güçlerin bilincimizi nasıl lunabilm esine şaşmamak gerekir. esinlendirip bozabildiğini görebiliriz: Yeni düşün­ Bu alanların birçoğunun bilimsel incelenişi o ce, davranış türleri getirdiklerinde yaratıcı, bu zamandan beri Jung’un buluşlarından, düşüncele­ düşü nce ve yargüar don u p daha ileri gelişm eyi rinden etkilenmiştir. Örneğin edebiyat tarihinde, engellediklerinde ise bozucu! J. B. Priestley’in “Edebiyat ve Batılı A dam ”m da Jung kendi bölüm ünde, arketipsel içeriklerin Gottfried Diener’in “Faust’un Helena’ya Giden Yo- kültürel ve bireysel yapısını zayıflatmamak için, lu”unda ya da James Kirsh’in “Shakespeare’nin bilinçdışı simgelerin yorum unun nasıl dikkatli da­ Hamlet’i”n de bunları buluruz. Herbert Read ve hası özgün olması gerektiğini gösterm işti. K endi­ Aniela Jaffe’nin sanata bakışları da Jung’un düşün­ si bütün yaşamım bu yoru m çalışmasına adamış­ celerine dayanır. Aynı şekilde Erich Neum ann’ın, tır ama hâlâ da çalışılması gereken yeni uygulam a Henri M oore üzerindeki incelem esi ve Michael alanları bulunmaktadır. Jung bir öncüydü, yaşam Tippett’in müzik üzerinde çalışmaları da böyledir. b oyu da bu yeni alanda daha birçok sorunun g e ­ Arnold T oyn bee’nin tarih anlayışı ve Paul Radin’in niş araştırmalar gerektirdiğinin bilincinde kaldı. Bu n edenle kavram ve varsayımlarını, onları çok da belirsiz form üle edilmiş bırakmadan, olabildi­ ğine geniş, dikkatli oluşturmuştu. Buunun içindir Türeyen bir çelik levhadaki ses da lg ala rı ki onun görüşleri, kapılarım yeni olası buluşlara (serpilmiş olan kumla görünür hale getirilmiş) tam am en açık tutan “açık” bir sistem görünüşün- tam anlam ıyla bir m andala motifi oluşturuyor. dedir. Yani Jung için kavramlar, bilinçdışırun bu yeni bulunan ruhsal alanım araştırmada kullanıla­ antropolojik araştırmaları, arketipleri Jung bağla­ teriyor. Bilinen bir örnek Darwin’in türlerin geli­ mında ele alır. Çin kültürünün araştırılması, R ic­ şimi kuramıdır. Bunu ön ce biraz uzun bir d en e­ hard Wilhelm, Erwin Rousselle, Carl Hentze ve m eyle bildirmişti, 1844’te bunu büyük bir tez ha­ Manfred Porkert’in çalışmalarının gösterdiği gibi line getirm ek için çalışıyordu. Projesi üzerinde özellikle Jung’un senkronisite düşüncesinden fay­ çalışırken birden A. R. W allace admda, tanım adı­ dalanmış hatta Hans Marti kamu hukuku alanında ğı g e n ç bir biyologdan bir yazı eline geçti. Bunda bile arketipleri göstermiştir. Elbette bu sanat ya kısa ama Darwin’inkinin tıpa tıp aynı bir teori an­ da edebiyatın yalnızca arketipleri bakımından an­ latılıyordu. W allace o sırada Malay takımadaların­ laşılabileceği dem ek değüdir. Bu kültür alanları dan Moluk adalarmda bulunuyordu. Darwin’in bir kendi özgün yasallıklanna sahiptir. Am a arketiple­ d oğa araştırmacısı olduğunu elbette biliyordu; ri onların gerisinde duran ve ilham veren güçler ama n e üzerinde çalıştığına ilişkin en küçük bir olarak tanıyabilir, çoğu zaman, da psikolojik bir y o ­ fikri yoktu. rumla, düşlerde olduğu gibi bilinçdışının, belli bir Böylelikle iki yaratıcı doğa araştırmacısı aynı yöndeki, sanatçının da pek fark etmediği etkisini, anda aynı noktaya ulaşmış, h er ikisi de bu düşün­ peygam berane mesajını görebiliriz. ceyi bilinçaltından gelen bir kıvılcımla yakalamış­ İnsanlığın ruhsal etkinliklerinin araştırılması lardı. B öyle bir durum da arketip bir creatio con - alamnda, Jung’un düşüncelerinin önem li olduğu tinua’m n (sürekli yaratış) ajanı gibi ortaya çıkı­ anlaşüabilir. Jung’un buluşları aynı zamanda b ek ­ yor. (Bu yü zden Jung eşzamanlı olguları “zaman lenm edik şekilde doğa bilimleri araştırmalarma, içinde vuku bulan yaratıcı etkinlik” olarak da ad­ örneğin biyolojiye de yen i bir ışık sepmiştir. landırırdı.) Fizikçi W olfgang Pauli, evrim kuramının, C. G. B enzer “işe yarayan rastlantüar” kişi zor bir Jung’un eşzamanlılık kavramının g ö z önüne alın­ yaşamsal durum içinde bulunduğu ve bilm ediği, masını gerektirdiğini ileri sürmüştür. Daha ön ce örneğin bir akrabanın ölüm ü, yaşamsal önem i çeşitli bitki ve hayvan türlerinin rastlantısal kalı­ olan bir şeyin yitimi gibi bir şeyi bilmek zorunda tım m utasyonlarım gösterdikleri, daha sonra ka­ olduğunda da ortaya çıkar. Sıklıkla o sırada, düş­ zanım ilkesiyle en iyi uyum yapanların yaşamda le ya da akima gelm esiyle duyu dışı algılamalar kaldıkları düşünülüyordu. Am a m o d e m hesaplar olur. Buradan anormal rastlantısal olguların da yeryüzündeki evrim için g e ç e n zamanın onun yaşamsal bir gereksinim ya da zor durum oldu­ yalnızca böyle bir gelişim le olabilm esi için çok kı­ ğunda ortaya çıktığı çıkarsanabilir. Buradan da sa olduğunu gösterm işti. Jung’un, eşzamanlılık giderek, büyük bir zorlanm a ya da büyük bir g e ­ olgusunun, nadir ama işe yarayan rastlantılar o l­ reksinim le karşılaşan bir hayvan türünün de duğu düşüncesi, daima “işe yarayan” rastlantısal m addi yapısm da işe yarayan, ama neden sel olm a­ m utasyonların olduğunu açıklam aya yardım cı yan değişiklikler ü retebileceği düşünülebilir. olabilirdi. E lbette bu, sonradan yaşamın araların­ Bilinçdışı psikolojisiyle umulmadık ölçü de bü ­ dan işe yarayanları s e çeceğ i sayısız işe yarama­ yük karşılaşma olanağı bulunan alan atom fiziği­ yan rastlantıdan daha hızlı bir gelişimi olanaklı kı­ dir. Bu ilk bakışta son d e re ce d e olanaksız görü nü ­ lardı. Ne olursa olsun bugün, arketiplerin aktive yor, bu yü zden de kimi açıklamaları gerektiriyor. oldukları zaman böyle yarara yönelik rastlantılar oluşturabildiğini ispat edebiliriz. Her iki alanın göze çarpan ilintisi öncelikle fi­ zikteki tem el kavramların (örn ek; mekan, zaman, K endi bilimimizin tarihi de böyle işe yarayan m adde, enerji, kontinuum ya da alan ve parçacık eşzamanlı rastlantı ham lelerinin örneklerini g ös­ gibi) tem elde, Eski Yunan filozoflarının intuitiv, yarı mitolojik, arketipsel düşünceleri olmalarıdır. ed ile m e z- insan ruhunun doğuştan gelen tem el Bu düşünceler ancak sonradan yavaş yavaş m o ­ eğilimlerinden; onu baş etm ek zorunda kaldığı bü ­ dern biçim lerine ulaşmışlardır. Örneğin parçacık tün çeşitli dış ve iç gerçekler arasmda “d oyu ru cu ” kavramı, ona atom, parçalanamaz tem el birim rasyonel bağlantılar bulma zorunda bırakan eği­ adım veren İÖ 4. yüzyıl Yunan filozofu Leukippos lim lerinden kaynaklanm aktadır. İnsan doğayı ve öğrencisi D em okritos tarafından form üle edil­ araştırdığında, sonunda bir objektif gerçeklik bul­ miştir. Her ne kadar atom u daha sonra parçalaya- mak yerine, ünlü fizik bilgini W erner Heisen- bildiysek de nihayet bugün de m addeyi parçacık­ b erg’in deyimiyle “kendi kendisiyle karşüaşır” . lar ya da dalgalar (ya da daha doğrusu sınırlı quantum lar) olarak görm ekteyiz Bu görüş açısm da yansıyan izlenim ler n e d e ­ niyle W olfgang Pauli ve diğerleri, bilimsel kavram Enerji kavramı, bunun gü ç ve devinim büyük­ alanında arketipsel sim gelerin rolünü araştırma­ lüğü ile ilişkisi de eski stoacı’lardan çıkııuştır. O n­ ya başlamışlardır. Hatta Pauli, dış nesneleri lnce- lar bunu, evrende bulunan bütün nesnelerde b u ­ leyişim izde daima aynı zam anda bilimsel açıkla­ lunan bir tür yaşam veren ton os, gerilim olarak maların içim izdeki oluşumlarını da göz önüne al­ düşünm üşlerdi. Bu m odern enerji kavramının m amız gerektiği kanısındaydı. Bu, daha sonra ko­ açıkça yarı m itolojik olan çekirdeğidir. nuşacağım ız, dünyanın fizik ve psişik, nicel ve ni­ Hatta daha yakın zaman düşünenleri de kav­ tel bütün yönlerinin bir olarak görüldüğü bir tekil ramlarım yan mitolojik olan arketipsel imgelere gerçeklik düşüncesine, yeni bir dünya kavramına üzerine kurmuşlardır. Örnekse 17. yüzyılda René da ışık serpebilirdi. Descartes nedensellik yasasım; “çünkü tann, karar Bilinçdışınm psikolojisiyle fizik arasında bu, ve hareketlerinden vazgeçm ez” diye “ispat” etmiş­ oldukça açık bağlantılardan başka, bir köprü da­ tir. Büyük astronom Johannes Kepler, uzayın “T es­ ha vardır. Jung, Pauli’nin ve diğer bilimadamları- lis”” nedeniyle üç boyutlu olduğundan emindi. mn yakın yardımıyla m odern psikolojinin, atom Bunlar, bizim m odern bilimsel kavramlarımızın fizikçilerinin m ikrofizik olgularıyla karşılaştıkla­ ne denli arketipsel tasarım-varsayımlardan geliş­ rında yarattıklarına şaşüacak kadar paralel olan miş olduğunu gösteren birkaç örnektir. Bunlar kavramlara ulaştığım keşfetti. Bu kavramların en prim er olarak “o b je k tif’ dış gerçekleri yansıtma­ ön em lilerin d en yıp -y a da en azından bunların böyle olduğu ispat “kom plem entarite” kavramıdır. biri, N iels B o h r’un bulduğu M odern fizik, ışığın ancak mantık olarak birbi­ Varlık egemenliğinin baba, oğul ve kutsal ruhta olduğunu rine karşıt ama k om plem en ter (tam am layıcı) ileri süren “üçbirlik” düşüncesi, (çn .) D. Jensen'le birlikte 19 6 3 'te N o b e l ödülü kazanan Amerikalı fizikçi M a ria M a yer. Onun atom çekirdeğindeki sayısal ilişkileri buluşu, bir arkadaşının tesadüfen söylediği bir sözle aktive olan bilinçdışı bir ışık çakması sonucu olmuştu. O nun kuramına göre atom çekirdeği d e iç içe tabakalardan oluşur. En içtekinde iki, b ir sonrakinde sekiz proton ya d a nötron bulunur ve bu sırayla, kendi tanımına göre "büyülü sayılardaki g ib i", 2 0 , 2 8 , 5 0 , 8 2 , 1 2 6 diye sürer. kavramla; dalga ve parçacık kavramlarıyla tanım­ ğişmiştir, bu da geriye dönük olarak bilinci etki­ lanabileceğini bulmuştur. Çok basitleştirilmiş d e ­ ler. Düş tasarımları bu bağlam da, zaten var olan yim lerle söylersek; belli deneysel koşullarda ışık ya n bilinçli içeriklerdir. Bilincin, düşü görenin parçacıklardan oluşmuş gibi, başka koşullardaysa düşü anlamak yaşantısma y ol açan her genişleti- bir dalgaymış gibi görünm ektedir. Aynı şeküde lişinin, bilinçdışı üzerinde de ölçü lem eyen bir e t­ biz h er elem enter parçacığı ya konum u ya da b ü ­ kisi vardır. Bu yü zden bilinçdışı da -fizik tek i yüklüğü bakım ından inceleyebiliriz ama bu iki in­ m adde g ib i- paradoks kavramlarla ancak yaklaşık celem eyi aynı anda yapamayız. G özlem ci deneyi­ olarak tanımlanabilir. Onun “ aslında” ne oldu ğu ­ ni seçm ek zorundadır, b ö y le ce bir “kesi” ile öbür nu da tıpkı m addeyi anlayamayacağımız gibi, hiç den ey olanağmı dışlamış olur. Bu yü zden Pauli anlayamayacağız. “mikrofizik bilimi, tem eldeki bu k om plem enter Fiziğin durumuna bir başka paralel de şu şe­ denilen olanaksızlık durum u nedeniyle, gözlem ci­ kildedir: Jung’un arketipler olarak tanımladıkları­ nin saptanabilir düzeltm eler sonucu olan etkileri­ nı, ruhsal tepkilerin, Pauli’nin sözleriyle, “prim er ni ortadan kaldırmanın olanaksızlığıyla karşı kar­ olasılıklar”ı olarak rahatlıkla tanımlayabiliriz; b u ­ şıya bulunmaktadır, bu yü zd en d e bütün fizik ol­ rada da bir arketipin kendini nasıl göstereceğin e guların objek tif olarak kavranabilm esinden vaz­ ilişkin hiçbir yasa yok, ancak bize olası ruhsal g eçm ek zorundadır” demiştir. Klasik fizik n ed en ­ tepkileri ön ce d e n tahmin etm ek olanağım sağla­ sel olarak saptanabilecek doğa yasaları ararken yan “eğilim ler” vardır. Amerikalı psikolog William bugün istatistik olarak kavranabilecek olan “pri­ James daha uzun zaman ö n ce , “bilinçdışı” kavra­ m er olasılıklar”ı arıyoruz. mının, fizikteki “alan” kavramıyla karşılaştırılabi­ Başka türlü söylem ek gerekirse gözlem ci d e ­ leceğini vurgulamıştı. Elektrom anyetik alana gi­ neyiyle ilintileri, ölçü lem eyen ve b öy lece dışlana­ ren parçacıkların belli bir düzen içinde görü ndü ­ m ayan bir şekilde bozar; bu yüzden de ancak ola­ ğü gibi bilinçdışı alandaki tasarımların da oton om sılıklar kavranabilir. Bu çağımızın doğa bilimle­ olarak düzenlendiği anlaşılıyor. Bilincimizde son ­ rinde korkunç bir dönüşüm anlamına gelir. D e­ radan “akıllı” ya da “aydınlatıcı” olarak tanımla­ neycinin ruhsal varsayımları artık dışlanamaz. Bu dıklarımız sadece, bilinçli düşüncem izin, bilinç yü zden araştırmacı, dış olguları tam “o b je k tif’ ta­ ön cesi belli şekilde düzenlenm iş olan içerikle ay­ nımlama çabasından kesinlikle vazgeçm elidir. nı fikirde olmasındandır. Çoğu m odern fizikçi, gözlem cin in bilinçli tasa­ Başka türlü söylem ek istersek; bilinçli tasa­ rımlarının mikrofizik deneylerde bir rol oynadığı­ rımlarımız, çoğ u kez daha biz bilincinde olm adan nı kabul etm işler ama onun gerisinde daha bilinç- düzenlenm iş bulunmaktadır. 19. yüzyü Alman dışı m otivasyonların da oyuna katıldığım, bu yü z­ m atem atikçisi Karl Friedrich Gauss bize bunun den de gözlem cinin bütün psişik durumunun da bir örneğini, sayılar kuramının bir yasasını nasıl bir rol oynadığım görem em işlerdir. Ama, Pau- bulduğunu anlatır: “A m a bunun benim yoru cu li’nin de vurguladığı gibi, bu gerçekleri fırlatıp at­ çaalışmalarım son ucu değil, tanrının m erham e­ mak için hiçbir n eden yoktur. tiyle olduğunu söylem ek isterim. B ilm ece bir an­ Niels B ohr’un kom plem entarite fikri psikoloji da, şimşek çakmış gibi çözüldü. B en kendim, son için, Jung’un da fark ettiği gibi, bilinçle bilinçdışı d e n e y le rd e yaptıklarım so n u cu bildiklerim le, arasmda da böyle bir orantı bulunduğundan çok bunların sonuçları arasm da bağlantı kurabilecek önemlidir. Çünkü bilincin düzeyine çıkmış olan durum da değildim .” Fransız m atem atikçi Henri her bilinçdışı içerik, bilincin etkisiyle kısmen d e ­ P oincaré, benzeri bir yaşantıyı daha ayrıntılı açık­ lıyor: Uykusuz bir g e ce d e , matematik kom binas­ ta ve m addede farklı olm adığı şeklinde tanımla­ yonların içinde fırtınaya tutulmuş gibi “stabil bir mıştır. Jung bu birlik düşüncesinin yolunu arke- bağlantıya girinceye kadar” nasıl savrulduklarını tiplerin eşzamanlılık olgularında kendini gösteren anlatıyor. “Böyle durum larda insan sanki kendi “p sik oid ” -y a n i yalnızca ruhsal değil aynı zaman­ bilinçdışı çalışmasıyla da oradaym ış gibi olur. Bi- da kısmen m addesel o la n - bir yana sahip olduk­ linçdışı çalışma, kendi özelliğini yitirmeksizin, larını göstererek açm ış bulunuyor. Böyle bir ol­ kendini çok heyecanlanm ış olan bilince belli gunun nedeni içsel yani psişik ve dışsal olayların eder. Böyle fırsatlarla her iki öznenin (e g o ve b i­ anlamlı aranjmanlarıdır. linçdışı) çalışma tarzları arasındaki fark sezilebi- Başka türlü söylem ek istersek arketipler bize yalnızca (hayvanların davranış kalıplarının onla­ liyor.” Fizikle psikoloji arasındaki son paralel olarak ra, kendilerini çevreleyen doğaya uymakta yar­ da Jung’un “anlam” kavramından söz edilmelidir. dım cı olduğu gibi) dış dünyaya uymakta yardım Jung eskiden nedensel, akılla açıklanabilen yasa­ etm ekle kalmaz, kendileri de psike ve materiayı ları aradığımız yerlerde am aç ve anlamı da ara­ birlikte kapsayan eşzamanlı bir aranjmanda orta­ mamızı, yani bir şeyin yalnız neden olduğunu d e ­ ya çıkarlar. Ama bu yalnızca, ileri araştırmaların ğil aynı zamanda niçin olduğunu da sormamızı hangi yön d e olması gerektiğini gösteren bir kanıt önerm ektedir. Aynı eğilim, yani mekanik yasalar­ olarak alınmalıdır. Jung kendisi, bu birlik üzerin­ dan ço k genel bağlantıları arama eğilimi fizikte de de acele spekülasyonlara yol açm adan ö n ce bu ortaya çıkıyor. iki alanı daha uzun zaman derinlem esine araştır­ W olfgang Pauli, bilinçdışının keşfinin psikote- m amız gerektiğini vurgulamıştır. rapide kullanımının dar sınırlarının ötesine yayı­ Jung’un ileri araştırmaların çok verimli olaca­ lacağı, bütün doğa bilimleriyle daha b irçok yaşam ğım düşündüğü alan tem el matematik axiom ata alanım da etkileyeceği beklentisini dile getirm iş­ alanıydı. Pauli bunlara “prim er matematik intuis- tir. O zam andan beri bu beklenti oldukça d estek ­ yonlar” adını veriyor ve bunlar arasında özellikle lenmiştir; kibernetikle (beyn in ve sinir sisteminin aritmetikteki sonsuz sayı dizgeleri ya da g e o m e t­ v e onun taklidi olan bügisayarm denetim sistemi rideki “ sonsuz” kavramlarını sayıyordu. bilim i) uğraşan kimi fizikçiler bilinçdışının psik o­ Bilimlerin tem el bigilerini incelem iş olan Al­ Ö rneğin man yazar Hannah A rendt de ben zer bir vurgula­ Fransız fizikçi Olivier Costa de Beauregard “psi­ m ada bulunmaktadır: “Yeni zamanların doğu şu y­ koloji ve fiziğin artık aktif bir diyaloga girm esi”ni la matematik yalnızca alanını, sonsuz olduğu, istem ektedir. sonsuz genişlem eyi sürdürdüğü düşünülen evre­ lojisiyle ilgilen m eye başlam ışlardır. Psikoloji ve fiziğin düşünce m odellerindeki ne uygulanmak üzere ‘son su z’ genişletm ekle kal­ paralellik, Jung’un ileri sürdüğü gibi, her iki g er­ mamış gerçekle bağlantılı olmayı da bırakmıştır. çeklik alanının sonunda “birlik”e, yani bütün ya­ Matematik bugün varoluş bilimi ya da felsefesinin şam olgularının psikofizik bir “tek” oluşuna yakla­ başlangıcı değildir; artık insan ruhunun yapısının şıyor. Jung, bilinçdışının inorganik m addeyle h er­ bilimi haline gelm iştir.” (Tam da burada bir Jung- hangi bir şekilde bağlantılı olduğundan emindi. çu hem en sorardı: Hangi ruh? Bilinçli olan mı, bi­ Bu zaten bütün psikosom atik hastalıkların g ö s ­ linçsiz olan m ı?) terdiği bir şeydir. Bu, W olfgang Pauli ve Erich Gauss ve P oin care’nin kendilerim anlattıkları N eum ann’ın da izledikleri tekil g erçek düşüncesi­ gibi m atem atikçiler de düşüncelerim izin bazen ni Jung, “unus m undus” sözüyle, aynı alemin ruh­ daha biz farkına varm adan “düzenlenm iş” olduk­ larını keşfettiler. B. L. van der W aerden bilinçdı- Bununla okuyucuya, Jung’un bilimsel tutumu şm dan gelen tem el matematik içgörü örneklerini için özellikle karakteristik bulduğum a ilişkin bir verdikten sonra “ Bilinçdışı yalnızca çağrışım ve fikir verdiğim i um uyorum . O durmadan yaşamın çıkarsamalar yapmakla kalmaz, seçim ve yargı da görüntülerini, konvansiyonel yargılardan arı ola­ yapabilir. Bilinçdışının yargısı intuitiv ama uygun rak, tam tevazu ve kesinlikle anlamaya çalışm ış­ koşullarda tam am en güvenilirdir” sonucuna varı­ tır. Yukarıda dokunulan düşünceleri o yü zden da­ yor. ha fazla kurgulamamıştır. Çünkü kesin bir şey Çeşitli matematik tem el intuisyonlar ya da a söylem ek için henüz yeterin ce gerçeği derlem iş priori düşü nceler arasmda elbette sayüar psik o­ olmadığına inanıyordu. Bunun gibi yeni bir dü­ lojik bakım dan en ilginç olanlardır. Bunlar yalnız­ şünceyi yayınlamadan ö n ce , onu tekrar tekrar in­ ca gündelik hesap ve ölçülerim ize yaramaz, aynı celem ek, her yam ndan yeterin ce kuşkulanabil­ zamanda en eski çağlardan beri zaman birimleri­ m ek için yıllarca beklem iştir. nin “anlamını okum ak”ta, örnekse astronom i, nu- O kuyucunun onun kavramlarında belli bir b e ­ m eroloji, geom anti ve diğer divinasyon teknikle­ lirsizlik olarak görebilecek leri onun tevazuundan rinde de kullanılırlar. Bunların hepsi, Jung’un eş­ ileri gelir. Bu, acele verilmiş yüzeysel kararlarla, zamanlılık kuramı kavramlarıyla tanımlamış oldu ­ basitleştirm elerle yeni buluşlar olanağını dışla­ ğu şeyi daha yakm dan saptamaya yönelik, arit­ mak istem eyişinden, yaşam olgusunun ço k y ö n ­ m etik olarak saymaya dayalı yöntem lerdir. Doğal lülüğüne büyük saygısındandır. Ruh yaşamı Jung sayüar psikolojinin bakış açısından kuşkusuz b i­ için her zaman h eyecan uyandırıcı bir gizem ve zim belli biçim de düşünm em izi gerektiren arke- sınırlı ruhların yaptığı gibi h er tarafını bildiğimizi tipsel tasarımlardır. Örneğin kimse ikinin bizim sandığımız bir şey olarak kalmıştır. sayı sistem im izde bulunan tek asal sayı olduğu­ Benim kanıma göre yaratıcı düşüncelerin d e ­ nu, daha ö n ce onun üzerinde bilinçle düşünm e­ ğeri, gerçeklerin o zamana kadar anlaşılmamış miş olsa bile yadsıyamaz. O zaman sayılar bilinç­ ilintilerinin kilidinin anahtarım içerm eleri, böyle- le bulunm uş değildir. Onlar bilinçdışının spontan, ce yaşamın gizem ine daha derin dalmayı sağla­ oton om ürünleri, bu bakım dan da arketipsel sim ­ malarıdır. Bu yüzden d e Jung’un düşüncelerinin gelerdir. de bu şekilde, birçok bilim alanında (v e gündelik Sayılar aynı zamanda dış nesnelerin de özel­ yaşam da) yeni şeyler bulmakta, bu arada bireyle­ likleridir. Hatta biz onların renk, sıcaklık, büyük­ re daha dengeli, daha dürüst ve bilinçli bir tutum lük gibi bütün niteliklerini alsak bile onların “sa- edinm ekte yardım cı olacağından eminim. E ğer yı”ları geride sabit kalır. Yanı sıra bu sayılar ruhu­ okuyucu bununla, bilinçdışını bizzat incelem ek m uzun, dış nesnelerle bağlantısı olmadan da in­ ve özüm lem ek için (ken di üzerinde çalışmayla celeyebileceğim iz içeriğidir. O zaman sayüarın, daima olduğu gibi) h eveslen ecek olursa, bu kıla­ psike İle materia arasındaki en doğrudan bağlan­ vuz kitap amacına ulaşmış olacaktır. tı oldukları anlaşılır. Jung’un belirttiğine göre b u ­ rada geleceğin çok verimli bir araştırma alanı b u ­ lunmaktadır. Burada, bu oldukça z o r kavramları, Jung’un düşüncelerinin kapalı bir öğreti olmadığım, daha çok , daha gelişebilecek yen i bir dünya görüşünün başlangıcı olduğunu gösterm ek için anlatıyorum. Notlar Aslında dipnotu niteliğinde olan bu notlar kitabın orijinalinde de diye not etmektedir. Jacobi’nin makalesi dışında, yerinde işaretlenmemiştir. Çeviri 1 1 4 . Navaho’lann her iki savaş tanrısı Maud Oakes tarafın­ aynen orijinalinde olduğu gibi sayfa numaralan iledir, (çn.) dan Where the Two to their Father, A Navaho War Ceramonial, Bollingen/New York, 1943 ‘de ele alınmaktadır. C. G. Ju n g - B ilin çd ışı’na giriş 1 1 7 . Jung, Düzenbaz figürünü: Zur Psychologie der Trick- S a y fa 3 7 Nietzsche’nin Kryptomnesie’si Jung’un Zur Psycholo­ ster-Figur, (Ges. Werke, Bd. IX) ‘da ele alır. gie sogenannter okkulter Phaenomene (Okkult denilen fe­ 1 1 8 . Ego ile Gölge arasındaki çatışma Jung'un Der Kampf nomenlerin psikolojisine dair) Toplu Yapıtları, Cilt I’de an­ um die Befreiung von der Mutter (Ges. Werke, Bd. V) de latılmıştır. “Seyir Defteri”nden söz konusu bölüm ve Nietzs­ açıklanmaktadır. ch e’nin alıntısı şöyledir: ' J. Kemer’in “Prevorst’tan yapraklar” Cilt IV, s. 57, “Korkulu 1 2 5 . Minotaurus Mitinin yorumu için Mary Renault’un ro­ manı The King Must Die (Pantheon, 1958) ile karşılaştırınız anlamı olan bir alıntı...” başlığıyla (1831-1837): 1 2 5 . Labirent simgesi Eric Neumann tarafından, Ursprung­ “Dört kaptan ve bir tüccar, Mr. Bell, Stromboli adasmda, sgeschichte des Bewustseins’da incelenir. tavşan vurmak için karaya çıktılar. Saat üçte bu grup gemi­ 12 8 . Ego’nun ortaya çıkışı için karşılaştırınız; Erich Neu­ ye dönmek üzere toplanmışlardı ki şaşkınlık içinde iki ada­ mann, a. g. e. Michael Fordham, New Developments in mın havada kendilerine doğru hızla uçtuğunu gördüler. Analytical Psychology, Londra, Routledge and Kegan Paul, Bunlardan biri siyah, öbürü gri giyimliydi. Çok yakınların­ 1957 ve Esther M. Harding, The Restoration of the Injured dan geçtiler ve onları şaşkınlık içinde bırakıp aceleyle kor­ Archetypal Image (özel basım) New York, 1960 kunç Stromboli yanardağının kraterine daldılar. Bu çifti 1 2 9 . Jung’un inisiyasyon üzerine çalışması, Analytische Londra’dan tanıdıklarını fark etmişlerdi." F. Nietzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt”ünden Bölüm XI, • Psychologie und Weltanschaung (Ges. Werke Bd. VIII) de yayınlanmıştır. Aynı zamanda Bkz. Arnold van Gennap, The “Büyük olaylara dair" (1883): “Zerdüşt mutlu adaya doğru Rites of Passage, Chicago 1961 giderken bir gemi de duman püsküren dağın olduğu adaya demir atıyor ve mürettebatı da tavşan vurmak için karaya açıklanmıştır. Amor und Psyche, Zürih 1952 1 3 2 . Kadınlarda güç deneme Erich Neumann tarafından çıkıyordu. Öğlen saatına doğru, kaptan ve adamları bir araya 1 3 7 . Beauty and the Beast masalı Mme Leprince de Beau- geldiklerinde birden havadan bir adamın kendilerine doğru mont’un The Fairy Tale Book’unda yayınlanmıştır, New uçarak geldiğini gördüler ve o kişi onların yanı başından ge­ York, Simon and Schuster, 1958 çerken bir ses çok net olarak ‘Zamanıdır! Tam zamanıdır! 1 4 1 . Orpheus söylencesi E. Harrison’un Prolegomena to ‘dedi. Ama bir gölge gibi hızla ateş dağı yönünde uçtu ve the Study of Greek Religion, Cambridge University Press, şaşkınlık içinde onun Zerdüşt olduğunu gördüler... ‘Bana ba­ 1922’de bulunur. Aynı zamanda Bkz. W. K. C. Guthrie, Orp­ kın! ‘dedi yaşlı sedümen, ‘Zerdüşt cehenneme gidiyor!’.” heus and Greek Religion, Cambridge, 1935 38. Robert Louis Stevenson, Jekyll ve Hyde’ı gördüğü dü­ 1 4 2 . Jung’un Katolik kupa törenini açıklaması: Das Wand­ şü, “Across the Plains” kitabında “Düşler üzerine bir bahis”de ele alıyor. lungssymbol in der Messe, Ges. Werke Bd. XI, Bkz. ayru za­ 56. Jung’un düşü, Anniela Jaffe tarafından yayınlanmış ard Press, 1953 manda; Alan Watt; Myth and Ritual in Christianity, Vangu­ olan C. G. Jung; “Anılar, Düşler, Düşünceler”, Zürih’te daha 1 4 5 . Linda Fierz-David’in Orpheus ritine yorumu; Psycho­ ayrıntılı olarak işlenmiştir. logische Betrachtungen zu der Freskenfolge der Villa dei 63. Eşikaltı düşünce ve görüntülere örnekleri Pierre Ja- Misteri in Pompeji. Ein Versuch von Linda Fierz-David, net’nin yapıtlarında bulursunuz. Zürih, 1957 9 3 . Kültürel simgelere daha başka örnekler Mircea Elia- 14 8 . Esquilin tepesinin Roma höyüğünü Jane Harrison an­ de’nin yapıtı “Şamanizm latıyor, yukarıda a. g. e. Zürih, 1947’de yayınlanmıştır. C. G. Jung’un toplu yapıtlarına da bakınız. (I-XVIII ciltler- 14 9 . Bkz. Jung: Die transzendente Funktion, C. G. Jung Hazırlanıyor) Institut, Zürih 1 5 1 . Joseph Campbell kuş kılığındaki şamanlardan söz edi­ Jo se p h L. H enderson M odern İnsan ve M itler yor: Das Symbol ohne Bedeutung, Zürih, Rhein-Verl., 1958 10 8 . İsa'nın dirilişinin son olduğuna dair: Hıristiyanlık eskatolojik (son kadere yönelik) bir dindir. Yani göz önünde M. L. von F ran z - B ireyleşm e Sü re ci tuttuğu, kıyametle benzer anlamlı olan bir son erektir. Bir 16 0 . Düşlerde menderes motifinin ayrıntılı incelenişi kabile kültürünün anaerkil elemanları korunmuş olan öbür Jung’un toplu yapıtlarında ele alınmıştır. (Bd. VIII) Ayrıca dinler (örneğin Orfizm) ise, Eliade'ın “Ebedi dönüş mi- Bkz. Jung Ges. Werke Bd. XII, Teil I ve Gerhard Adler, Stu­ ti”nde (Düsseldorf, 1953) gösterdiği gibi döngüseldir. diesin Analytical Psychology, Londra 1948. 1 1 2 . Bakınız; Paul Radin, Hero Cycles o f Winnebago, In­ 1 6 1 . Jung’un Şelfi açıklaması, Ges. Werke. Bd. IX, Teil 2 diana University Publications, 1948. ve Bd. XII. 113. Tavşan figürüne ilişkin olarak Radin; “Tavşan, bütün 1 6 1 . Naskapi Frank G. Speck’in; Naskapi: The Savage Hun­ uygar ve alfabe öncesi dünyadan ve dünya tarihinin en eski ter of the Labrador Peninsula, The University Press o f Ok­ zamanlarından beri bildiğimiz gibi, tipik bir kahramandır." lahoma Press, 1935. 1 6 2 . Psişik bütünlük kavramı anlatılıyor Jung: Ges. Werke Adlers, Frankfurt a. M. 1926, s. 172. Bd. XIV, Bd. IX, Teil 1 ve 2. 17 9 . “Zehir kız”ın bir anlatımı W. Hertz, Die Sage vom Gift- 1 6 3 . Meşenin öyküsünün kaynağı: Richard Wilhelm; maedchen, Abh. der bayr. Akad. der Wis. 1 CI. XX Bd. 1 Dschuang-Dsi; Das wahre Buch vom südlichen Blütenland; Abt. München, 1893. Jena 1923, S. 33-34 17 9 . Öldüren prenses Chr. Hahn tarafından ele alınır; Gri­ 1 6 3 . Jung bireyleşme sürecinin simgesi olarak ağacı; Der echische und Albanesische Maedchen, Bd. 1, München/ philosophische Baum, Von den Wurzeln des Bewustseins Berlin 1918, s. 301: Avcı ve her şeyi gören ayna. (Zürih 1954) ‘te inceler. 18 0 . Bir Anima yansıtmasından ileri gelen Aşk çılgınlığı 1 6 3 . Taştan sunak üzerinde sunu verilen “Yerel Tanrı” bir­ Elinor Bertines, Human Relationships, S. 113 f. Aynı za­ çok bakımlardan antik genius loci’ye uyar. Bkz. Henri manda Bkz. Dr. H. Strauss, Die Anima als Projektionserleb­ MaspĞro, La Chine antique, Paris, 1955, S. 140 f. (Bu bilgi nis, Yayınlanmamış manuskript, Heidelberg 1959. için Ariane Rump’a teşekkür ederim.) 18 0 . Jung, olumsuz bir Anima yardımıyla psişik integrasyo- 16 4 . Jung bireyleşme sürecini tanımlamanın güçlüğünü nu tartışır; Ges. Werke, Bd. XI, s. 164 ff; Bd. IX, s. 224 f; vurgular. Ges. Werke, Bd. XVII, s. 179. Bd. XII, s. 25 f, 110 f, 128. 1 6 5 . Çocuk düşlerinin öneminin bu kısa tanımı başlıca 1 8 5 . Anima’nm dört aşaması için Bkz. Jung, Ges. Werke, Jung’dan kaynaklanmıştır: Psychologische Interpretation von Kindertraeumen (Notlar ve dersler), ETH Zürih, Bd. XVI, s. 174 1938/39 (yalnız özel yayın). Özgün örnek, 1938/39’da aynı erz-David tarafından yorumlanmıştır: Der Liebestraum des başlıklı bir seminerin raporundan, s. 76 ff. Bkz. Jung; Die Poliphilo, Zürih 1947 18 6 . Francesko Colonna’run Hypnerotomacliia’si Liııda Fi- Entwicklung der Persönlichkeit, Ges. Werke, Bd. XVII; Mic­ 18 6 . Anima’nın rolünü anlatan alıntı Aurora Consurgens hael Fordham, The Life o f Childhood, Londra 1944 (öz. s. I’den Çeviri E. A. Glover. Almanca baskısı M. L. von Franz- 104); Erich Neumann, Ursprungsgeschichte des Bewustse­ Jung’un Mysterium Coniunctionis, Bd. 3, 1958 ins; Frances Wiekes, The Inner World of Consciousness, 1 8 7 . Jung, şövalyelerin hanım kültünü inceler. Ges. Werke, New York/Londra 1927; Eleanor Bertine, Human Relatios- Bd. VI, S. 274 ve 290f, aynı zamanda Bkz. Emma Jung ve hips, Londra 1958 M. L. von Franz, Die Graalslegende in psychologischer 16 6 . Jung psişik çekirdeği açıklar: Die Entwicklung der Sicht, Zürih 1960 Persönlichkeit, Ges. Werke Bd. XVII, S. 175 ve Bd. XIV, S. 18 9 . Animııs’un Kutsal İnanç olarak ortaya çıkışı için Bkz. 9 ff. Jung, Two Essays in Analytical Psychology, Londra 1928, s. 1 6 7 . Hasta kralı anlatan masal modelleri için Bkz. Joh. Bol- 127ff; Ges. Werke Bd. IX, Bl. 3. Aynı zamanada Bkz. Emma te ve G. Polivka, Anmerkungen zu den Kinder-und Haus- Jung, Animus und Anima, passim; Esther Harding, Wo- maedchen der Brüder Grimm, Bd. I, 1913-1932, s. 503 ff. man’s Mysteries, New York 1955; Eleanor Bertine, Human Grimm masalı Der Goldene Vogel’in bütün varyasyonları. Relationships, s. 128ff; Toni Wolff, Studien zu C. G. Jungs 16 8 . Gölge’nin bir başka incelemesi Jung’un Toplu Yapıtla­ Psychologie, Zürih 1959, s. 257ff; Erich Neumann, Zur rında, Bd. IX, Teil 2, Kap. 2 ve Bd. XII, s. 29 f ve; The Un- Psychologie des Weiblichen, Zürih 1953 discovered Self, Londra 1958, s. 8-9, Bkz. Frances Wiekes, 18 9 . Çingene masalının alındığı yer: Der Tod als Geliebter; The Inner World of Man, New York/Toronto 1938. Göl- Zigeunermaerchen. (Die Maedchen der Weltliteratur, hsgb. ge’nin algılanmasına iyi bir örnek; G. Schmalz, Komplexe F. von der Leyen ve P. Zaunert) Jena 1926, s. 117f Psychologie und Körperliches Symptom, Stuttgart 1955. 19 4 . Değerli eril özelliklerin ileticisi olarak Animus’u Jung, 1 7 1 . Mısır’ın yeraltı kavramının örnekleri, The Tomb of Ges. Werke Bd. IX, s. 182f ve Zwei Essays, Bl. 4’te ele alır. Ramses VI, Bollingen Series XL, Teil 1 ve 2, Pantheon Bo- 19 6 . Kara prensesten söz eden Avusturya masalı için Bkz. oks, 1954. “Kara Kral Kızı” , Maedchen aus dem Donaulande, Die 1 7 1 . Projeksiyon olgusuyla Jung Ges. Werke, Bd. VI, Ta­ Maedchen der Weltliteratur, Jena 1926, s. 150f nımlar, s. 582 ve Bd. VIII, s. 272 ff. ‘de uğraşır. 19 6 . Ay Ruhu Eskimo masalı “Örümcek olan bir kadına da­ 1 7 3 . Kuran, E. H. Palmer çevirisi, Oxford University Press, ir “den alınmıştır; K. Rasmussen, Die Gabe des Adlers, s. 1949. Bkz. Jung’un Musa ve Hızır öyküsü yorumu, Ges. 121f Werke. Bd. IX, s. 135 ff. 19 6 . Şelfin genç-yaşlı kişileşmesine ilişkin bir açıklamayı 1 7 5 . Hint masalı Somadeva: Vetalapanchavimsati, İngilizce Jung yayınlamıştır; Ges. Werke, Bd. IX, s. 151f çevirisi C. H. Tawney, Jaico book, Bombay 1956. Bkz. Hein­ 200. P’an Ku efsanesi Donald A. McKenzzie; Mythen aus rich Zimmer’in mükemmel psikolojik yorumu The King and China und Japan, (Londra, s. 260) ve H. Maspero; Le Tao- the Corpse, Bollingen Series XI, New York, Pantheon, 1948 ism, (Paris 1950, s. 109) de bulunabilir. Ayrıca Bkz. J. J. M. 17 6 . Zen ustasma yapılan oyun Der Ochs und sein Hirte, de Groot, Universismus, Berlin 1918, s. 130-131; H. Koest- (Koichi Tsujimura çevirisi), Pfullingen 1958, s. 95. ler Symbolik des chinesischen Universums, Stuttgart, 1958, 1 7 7 . Anima üzerine daha fazla bahis için Bkz. Jung, Ges. s. 40; C. G. Jung, Mysterium Coniunctionis, Bd. 2, s. 160- Werke, Bd. IX, Teil 2, s. 11-12 ve Bl. 3; Bd. XVII, s. 198 f, 161. Bd. VII, s. 345, Bd. XI, s. 29-31, 41 f., 476 vb. Bd. XII, Teil 200. Kozmik adam olarak Adem tartışması için Bkz.; Au­ 1. Bkz. ayrıca Emma Jung, Animus und Anima, Zwei Es­ gust Wünsche, Schöpfung und Sündenfall des ersten Mens­ says, The Analytical Club of New York 1957; Eleanor Berti­ chen, Leipzig 1906, s. 8-9 ve 13; Hans Leisegangi Die Gno­ ne, Human Relationships, Ks. 2; Esther Harding, Psychic sis, Leipzig, Krönersche Taschenausgabe. Psikolojik yoru­ Energy, New York 1948 ve diğerleri. mu için Bkz. C. G. Jung, Mysterium Coniuctionis, Bd. 2, 1 7 8 . Sibirya avcı masalı Knud Rasmussen; Die Gabe des Kap. 5, s. 140-199 ve Ges. Werke, Bd. XII, s. 346f. Olasılıkla mann’ın yapıtını kullandım: Die Malerei im 20. Jahrhundert, 2. Aufl. München 1957 ve Herbert Read, Geschichte der mente, s. 84 Modernen Malerei, München 1959, ayrıca birçok tekil yapıt. 263. 45 W. Haftmann’dan alıntı, a. y. g. e., s. 89 251. 8 Der Blaue Reiter, München 1912, Dokumente’den, 264. 46 Essays über Kunst und Künstler, hrsg. von Max s. 87 Bill, Stuttgart 1955, Dokumente, s. 87 253. 9 Notes sur la peinture d’aujourd’hui, Paris 1953, a. g. 265. 47 a. y. g. e., s. 178 e. 253. 10 Kolaj, tekil elemanların yapıştırılmasıyla yapılan 265. 48 Briefe, Aufzeichnungen und Aphorismen, Berlin resimlerdir. 265. 49 Edouard Roditi: Dialoge über Kunst, Insel Verlag 263. 44 Tagebüchern, Berlin 1953, Dokumente, s. 86 1920, Dokumente, s. 79 253. 11 W. Haftmann, Die Malerei im 20. Jahrhundert, 1960 München 1957, s. 254 268. 50 Henri Cartier-Bresson, Werner Bischof, Lucien 254. 12 W. Haftmann’dan alıntı: Paul Klee. Wege bildne­ Clergue ve diğerleri akla gelir. rischen Denkens, 3. Aufl., München 1957, s. 71 268. 51 W. Haftmann’dan alıntı, a. y. g. e., s. 474 254. 13 Wege des Naturalismus, Weimar/München 1923, 268. 52 Notes sur la peinture d’aujourd’hui, Paris 1953, Dokumente, s. 85 Dokumente, s. 126 254. 14 Notes sur la peinture d’aujourd’hui, Paris 1953, Dokumente, s. 125 Jo lan d e Ja c o b i - Olgunlaşm a yolunda sim geler 254. 15 “Bilmeceyi değil de neyi seveyim? “ 272. Der Palast der Traeume. Homeros’un Odisse sinin 254. 16 Sulla Arte Metafisica, Roma 1919, Dokumente, s. XIX. kitabına 16. yy’dan bir illüstrasyon. Orta nişte Uyku 112 tanrıçasını görüyoruz; elinde haşhaş başlarından bir demet 255. 17 Dokumente, s. 112Aynca Bkz. W. Haftmann, ag. e., s. 241ff tutuyor. Sağında, ardında iyi, gerçek düşlerin bulunduğu “Boynuz kapı” (üstünde boynuzlarıyla bir sığır duruyor). 255. 18 Dokumente, s. 36 Solda, ardında yanlış, kötü düşlerin olduğu “Fildişi kapı” 255. 19 Özellikle Heinrich Heine, Jean Paul, Arthur Rimba­ (üstündeki fil başıyla). Saçağm üstünde Solda Ayın tanrıça­ ud ve Stéphane Mallarmé kastedilmiş sı Diana ve sağda kollan arasında çocukları uyku ve ölümü 255. 20 Bkz. Psychologie und Religion, Zürih, Rascher tutan Gecenin tanrıçası. Verlag 277. Analizdeki ilk düşün önemini Jung, Seelenprobleme 257. 21 H. Read’den alıntı: Geschichte der Modernen Ma­ der Gegenwart kitabında ortaya atmıştır. (5. Aufl., Zürih lerei, München/Zürih 1959, s. 128 1950, s. 92) 257. 22 H. Read, ag. e., s. 124 290. “ Kehanet düş” bölümü için Bkz. Das Buch der Wand­ 257. 23 aynı eser, s. 124 lungen ya da I Ging, Çinceden çeviren ve açıklayan Richard 257. 24 Les Manifestes du Surréalisme 1924/42, Paris Wilhelm, Jena 1924, (En yeni basım Düsseldorf/Köln 1956) 1946, Dokumente, s. 117 291. Wilhelm’in Meng işaretini yorumlayan alıntısı I Ging, 257. 25 Les Manifestes. Documente, s. 118 Bd 1, s. 16’da bulunuyor. 257. 26 Bkz. C. G. Jung’un ilk yazısı 292. 4 numaralı işaretin -Meng: Bir tür kapı-üst üç çizgisi­ 258. 27 New York 1948; Dokumente, s. 119, M. Emst ya­ nin simgelemi için Bkz. I Ging, Bd. II, s. 213. Sonra 52 nu­ zar Lautréamont’la bağlantı kuruyor. maralı işaret Gen; Dağ, “sakin duruş” ve aynı zamanda “yan 259. 28 Carola Giedion-Welcker, 1947. Hans Arp, s. XVI yol “demektir. Aynı zamanda “küçük taşlar, kapılar ve açık­ 259. 29 Dokumente, s. 121 lıklar... hadımlar ve bekçiler... ayak parmakları ve bacaklar 260. 30 Almanach de la Librairie Flinker. Paris 1961 “söz konusu olduğunda; ki bu da Henry’nin düşüne tam 262. 31 Rückblicke. M. Bill’in Kandinsky hakkında giriş ya­ uyuyor. Meng işareti için aynı zamanda Bkz. I Ging, Bd I, s. zısından. Über das Geistige in der Kunst, a. g. e., s. 11 14 262. 32 Selbstdarstellung, Berlin 1912, Dokumente, s. 86 292. I Ging’e ikinci bir kez bakışla ilgili olarak Jung, onun 262. 33. Briefe, Aufzeichnungen und Aphorismen, Berlin İngilizce basımına yazdığı önsözde şöyle yazıyor: “Deneyin 1920, Dokumente, s. 79f yinelenmesi, çıkış durumunun yeniden oluşturulamayışı gi­ 262. 34 W. Haftmann’dan alıntı, a. y. g. e., s. 478 bi basit bir nedenle olanaksızdır. Bu yüzden her zaman yal­ 262. 35 Über die Moderne Kunst, Konferans 1924, Doku­ mente, s. 84 262. 36 Neue Gestaltung, München 1925, Dokumente, s. 100 262. 37 Über das Geistige in der Kunst, a. y. g. e., s. 83 263. 38 Über die Formfrage, München 1912, Dokumente, s. 88 263. 39 Ebd. 263. 40 Über das Geistige in der Kunst Dokumente, s. 88 263. 41 Aufsaetze von 1923-1943. Dokumente, s. 91 263. 42 G. Schmidt’ten alıntı: Vom Sinn der Parallele “Kunst und Naturform “ , Kunst und Naturform, Basel 1960 263. 43 Über die Moderne Kunst, Konferans 1924, Doku- nızca ilk ve tek yanıt vardır. “ 292. 30 numaralı işaret Li, tutucu ve ateş hakkında daha fazla bilgi için Bkz. I Ging, Bd. I, s. 87 ve Bd. II, s. 126 292. Dağ üzerindeki kent motifini Prof. K. Kerenyi, “Yük­ sek kentlerin gizi “adlı makalesinde ayrıntılı olarak anlatmış ve yorumlamıştır: Europaeische Revue, 1942, Heft 8/9 ve Einführung in das Wesen der Mythologie, Zürih 1951, Absch. I, s. 19ff 293. “Dört “motifi üzerine Jung, Ges. Werke Bd. IX, XI, XII ve XlV’de ayrıntılı olarak açıklamalarda bulunmuştur. Dörtlem sorunu bütün kitapları boyunca kırmızı bir iplik gibi gitmektedir. 296. Oyun kartlarına bağlanan simgelere ilişkin Bkz. Hand- Wörterbuch des deutschen Aberglaubens, Bd. IV, s. 1015 ve 309. Hannah Arendt’in söylemi; The Human Condition, a. Bd. V, s. 1110 y. g. e., s. 266 297. “Dokuz” sayısının simgeselliğine ilişkin olarak diğer 309. Arketipsel matematik temel içedoğuşlar üzerinde da­ yapıtlardan başka, en önemli olarak Bkz.: F. V. Hopper; Mé­ ha fazla bilgi için Bkz. Pauli, Vortraege... a. y. g. e., s. 122 diéval Number Symbolism 1938, s. 138 ve Ferd. Conseth, Les mathématiques et la réalité, 1948 299. Gece deniz yolculuğu düşünün ana şeması hk. Bkz. J. 310. Pauli, Jung’la birlikte tasarımlarımızın bilincimize çık­ Jacobi; Der Weg zur Individuation, Zürih 1965, s. 84ff madan önce “düzenlenmiş” olduklarım düşünmektedir. 299. İlkellerin, insan vucudunun bütün çıkarttıklarında bu­ 310. B. L. van der Waerden’in söylemi; Einfall und Überle­ lunan büyülü güç üzerine daha fazla bilgi için Bkz.; E. Neu­ gung, a. y. g. e., s. 9 mann; Ursprungsgeschichte des Bewustseins, Zürih 1949 M. L. von F ran z - B ilin çdışı ve B ilim ler 304. Psikenin çekirdeği olarak arketipler için Bkz. W. Pau­ li, Aufsaetze und Vortraege über Physik und Erkenntnist­ heorie. Verlag Vieweg, Braunschweig 1961 304. Arketiplerin hem esin veren hem algılamayı ketleyen etkileri için Bkz. C. G. Jung ve W. Pauli; Naturerklaerung und Psyche, Zürih 1952, s. 163 ve passim 306. Biyolojik algılama üzerine Pauli’nin önerisi; Aufsaetze und Vortraege, op. cit., s. 123 306. Evrimde zaman hakkında daha fazla bilgi için Bkz. Pauli; a. y. g. e., s. 123-125 306. Darwin ve Wallace’in öyküsü için Bkz.; H. Henshaw Ward, Charles Darwin, 1927 307. Descartes hakkında daha fazla bilgi; M. L. von Franz, Der Traum des Descartes. Studien des C. G. Junginstituts, Band: Zeitlose Documente der Seele 307. Kepler’in tasannm: Jung ve Pauli, Natuirerklaerung und Psyche, a. y. g. e., s. 117 307. Heisenberg Hkk. Bkz. Hannah Arendt, The Human Condition, Chicago 1958, s. 26 307. Pauli’nin psikofızik paralelizme ilişkin düşünceleri için Bkz.; Naturerklaerung., a. y. g. e., s. 163 307. Komlementarite için Bkz.; Niels Bohr, Atomphysik und menschliche Erkenntnis, Braunschweig, s. 26ff 308. Pauli’nin bu düşüncesinin anlatımı: C. G. Jung, Von den Wurzeln des Bewusstseins, Zürih 1964, s. 604 308. Bu “Beklentiler katalogu” hkk. Bkz.; Pauli, Vortrae­ ge..., a. y. g. e., s. 125 308. Fizik ve psikolojinin kavram koşutluğu ve aynı zaman­ da bilinçdışınm alan kavramıyla ilişkisi için Bkz.; Pauli, Vor­ traege... a. y. g. e., s. 115-116 308. Gauss’un ifadesi Olbers’e bir mektupta yer almakta­ dır. Bd. X, s. 25; B. L. van der Waerden, Einfall und Übverlegung. Drei kleine Beitraege zur Psychologie des mathe­ matischen Denkens. Basel 1954 309. Poincaré’nin söylemi B. L. van der Waerden’in aym yapıtında, s. 2 309. Pauli’nin, Bilinçdışı fikrinin doğa bilimlerini yeniden biçimlendireceği inancı için Bkz. Vortraege... a. y. g. e., s. 125 309. Psikofızik bir tek gerçeklik fikri için- Bkz. Pauli, aynı eser, s. 118 309. Jung’un eşzamanlılık fikri hakkında Bkz. Jung-Pauli, Naturerklaerung und Psyche, passim 309. Jung’un Unus mundus kavramı skolastik doğa felsefe­ sinden, örneğin John Scotus Erigena’dan kaynaklanmakta­ dır. Unus mundus orada dünyanın, tanrının ruhundaki ge­ nel planı olarak geçer. okuyan I Mus YAYINLANAN KİTAPLAR: SANAT 123456- Desen mi Demesen mi? Cem Mumcu, Yıldırım B. Doğan, Desenler: Selçuk Demirel Artrit ve Sanat, Kolektif Çocuk ve Sanat, Kolektif Bedava Gergedan, Orhan Cem Çetin Orson Welles, André Bazin - Çev. Senem Deniz Sinema Köşelerinde, Ilhan Mimaroğlu EDEBİYAT ROMAN 1- Planımız Katliam, Haldun Aydıngün 2- 7, Cem Akaş 3- Altın, Biaise Cendrars - Çev. Nuriye Yiğitler 4- Bir Kuzgun Yaz, Mehmet Ünver 5- Mariella, Max Gallo - Çev. Asena Sarvan 6- Mathilde, Max Gallo - Çev. Işıl Bircan 7- Sarah, Max Gallo - Çev.: Asena Sarvan 8- Ziyaretçiler, Giovanni Scognamillo 9- Salta Dur, Semra Topal 10- Pus, Mehmet Ünver 11- Kentlerin Kraliçesi, Hakan Senbir 12- Cowrie, Cathie Dunsford - Çev. Funda Tatar 13- Selkie'lerin Şarkısı, Cathie Dunsford - Çev. Funda Tatar 14- İstifa, Akça Zeynep 15- Acayip Hisli, Kate Atkinson, Çev. Devrim Kılıçer Yarangümeli 16- Makber, Cem Mumcu 17- Kötü Ölü, Erkut Deral 18- Boşlukta Sallanan Adam, Saul Bellow - Çev. Neşe Olcaytu 19- Tuhaf Bir Kadın, Leylâ Erbil 20- Hazdan Kaçan Kadınlar, Fidan Terzioğlu 21- Kurban, Saul Bellow, Çev. Perran Fügen Özülkü 22- Hey Nostradamus, Douglas Coupland, Çev. İrem Başaran 23- Kâseden Hisse, Tibor Fischer, Çev. Duygu Günkut 24- Getrude 2'ye nasıl bölündü?. Şule Öncü 25- Üç Başlı Ejderha, Leylâ Erbil ÖYKÜ 1- Beyoğlu Kâbusları ve Diğer Öyküler, Giovanni Scognamillo 2- Bir Gamze-Bir Kuştüyü Yastık, Gülseren Tuğcu Karabulut 3- Üçüncü Sayfa Güzeli / Binbir İnsan Masalları-I, Cem Mumcu 4- Cinsel Öyküler, Kolektif - Editör: Cem Mumcu 5- Hepimiz Gogol'un Palto'sundan Çıktık, Süreyyya Evren 6- Muallâkta, Araf'ta ve Düşlerde / Binbir İnsan Masalları-ll, Cem Mumcu 7- r, Cem Akaş 8- Âşık Öyküler, Kolektif - Editör: Sevengül Sönmez 9- Deli Öyküler, Kolektif - Editör: Cem Mumcu 10- Suçlu Öyküler, Kolektif - Editör: Halil Gökhan 11- Gelecek Öyküler, Kolektif - Editör: Deniz Koç 12- Erotik Öyküler, Kolektif - Editör: Halil Gökhan 13- Sahici Aşklar Külliyatı / Binbir İnsan Masalları-lll, Cem Mumcu 14- Absürd Öyküler, Kolektif, Editör: Nida Nevra Savcılıoğlu 15- Sidre, Berrin Karaka; 16- Aşk ve Öbür Duygular, Türkay Demir 17- Hassas Ruhlar Terazisi / Binbir İnsan Masalları-IV, Cem Mumcu 18- Su Kedileri, Mustafa Ziyalan 19- Tül, Berrin Karakaş • 20- Mevt Tek Hecelik Uyku, Feryal Tilmaç 21- Bütün Hikâyeleri, Fikret Ürgüp 22- Hayat Gerçeğe Perde / Binbir İnsan Masalları-V, Cem Mumcu 23- Aradım Yaz Dediniz, Feryal Tilmaç ŞİİR 1- Ahkâm Vakti Tohumları, Yusuf Eradam 2- Enel Aşk, Yelda Karataş ÖZEL DİZİ 1- Kahramanlar Kitabı, Kolektif Editörler: Cem Mumcu, Nida Nevra Savcılıoğlu 2- Mazruf, Enis Batur 3- Bu Kalem Un(ufak), Enis Batur 4- Koşarak Geldim Çorabı Deldim, Kornet 5- Hayat Kırıklığı, Cem Mumcu PSİKOLOJİ / PSİKİYATRİ 1- Majör Depresif Bozukluk Hastalarının Tedavileri İçin Uygulama Kılavuzu, Çev. Ayla Yazıcı 2- Şiir ve Psikiyatri Kavşağında, Yusuf Alper 3- Duygudurum Bozukluklarında Atipik Antipsikotik Kullanımı, Editör: Simavi Vahip 4- Öteki Peygamberler, Anthony Storr - Çev. Aslı Day 5- Biz - Romantik Aşkın Psikolojisi, Robert A. Johnson, Çev. Işılar Kür 6- Buradan Böyle / Hayatın Psikososyopolitiği, Erol Göka 7- İç Bahçe, Betül Yalçıner, Lütfü Hanoğlu 8- Psikiyatri ve Sinema, Krin O. Gabbard, GlenGabbard, Çev. Yusuf Eradam, Haşan Satılmışoğlu 9- Psikiyatri Tarihi, Ali Babaoğlu 10- Yaşlılık ve Depresyon - Cem Mumcu, Çağrı Yazgan 11- Kadın ve Depresyon - Cem Mumcu, Suzan Saner, PeykanG. Gökalp 12- Az Rastlanır Psikiyatrik Sendromlar - David Enoch, Hadrian Ball, Çeviren: Banu Büyükkal 13- Nöroloji ve Psikiyatrinin Örtüşen Yüzleri, Betül Atabey Yalçıner, Lütfü Hanoğlu 14- Âşiyan'daki Kâhin - Tevfik Fikret'in Melankolik Dünyası, Serol Teber 15- Aşk ve Kıskançlık, Ayala Malach Pines - Çev. Canan Yönsel 16- Kozmik Kahkaha, Vamık D. Volkan, Çev. Banu Büyükkal 17- Cesur Yeni Beyin, Nancy C. Andreasen, Çev. Yıldırım B. Doğan 18- Atlarla Yaşayan Kadın, Vamık D. Volkan, Çev. Banu Büyükkal 19- "Bilimsel Bir Peri Masalı"- Sigmund Freud'un "Aile-ve Tarihsel Romanı", Serol Teber 20- Kusursuz Kadının Peşinde, Vamık D. Volkan, Çev. Banu Büyükkal 21- Şizofreni: Sesler, Yüzler, Öyküler, Editör: Haldun Soygür 22- Depresyon Atlası, Andrew Solomon, Çev. Berna Çapçıoğlu, Gülderen Dedeağaç, Funda Tatar 23- Şizofreni Hastalığı Anlamak ve Onunla Yaşamayı Öğrenmek, Dr.Mustafa Yıldız 24- Kış Bakışı, Bir Ruh Hekiminin İç Bahçesi, Haldun Soygür 25- Canavar ve Kurbanı, Çocuk Ruhunu Anlamak, Türkay Demir 26- İnsan ve Sembolleri, C. G. Jung, Çev. Ali Nahit Babaoğlu 27- Aşk ve İrade, Rollo May, Çev. Yudit Namer 28- Kim Bu Çılgın Türkler?, Ali Nahit Babaoğlu 29- Dinamik Psikiyatri, Edwin R. Wallace, Çev. Hakan Atalay 30- İnsanın Anlam Arayışı, Viktor E. Frankl, Çev. Selçuk Budak İLETİŞİM 1- Basın İlanı Böyle Yapılır, Jim Aitchison, Çev. Serkan Balak MİZAH 12345- Yamyamın Yemek Kitabı, Yusuf Eradam Kafadanbacaklılar, Mehmet Ulusel F, Izel Rozental Geç, Kadir Doğruer B, Izel Rozental GEZİ 12- Dikkat! Buda, Izel Rozental Fethiye'den Antalya'ya Likya Yolu, Barış Doğru FELSEFE / DİN 1- Bir Sevdâ Yorumu Kitabı, Ahmet İnam 2- Hz. Muhammed'in Yolunda / Günümüz Dünyasında Islâmiyeti, Yeniden Düşünmek, Carl W. Ernst-, Çev. Cangüzel Güner Zülfikar TARİH / İNCELEME 1- Medya Tarihi / Diderot'dan İnternete Frédéric Barbier, Catherine Bertho Lavenir Çev. Kerem Eksen 2- Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Samuel P. Huntington - Çev. Cem Soydemir, Mehmet Turhan 3- Labirentin Tarihi, Jacques Attali, Çev. Selçuk Kumbasar 4- Ütopya: Hayali Ahali Projesi, Akın Sevinç 5- Körü Körüne İnanç, Vamık D. Volkan - Çev. Dr. Özgür Karaçam 6- Türkiye'nin Çıplak Tarihi, Kolektif Editör: Cem Mumcu 7- Bakırköy Akıl Hastanesi'nin Gizli Tarihi, Editörler: Betül Yalçıner, Peykan Gökalp, Cem Mumcu EROTİK US 1- Kadınlar İçin Erotik Astroloji, Olivia - Çev. Işılar Kür 2- Yatağında Yalnız mısın? Eski Japon Ozanlarından Aşk ve Özlem Şiirleri Çev. Celâl Üster 3- Kimsenin Konuşmadığı Dil, Eugene Mirabelli, Çev. Ahu Antmen 4- Çifte Alev / Aşk ve Erotizm, Octavio Paz - Çev. Tomris Uyar 5- Ezgiler Ezgisi 'Neşideler Neşidesi' - Çev. Samih Rifat 6- Bahar Noktası, William Shakespeare - Can Yücel 7- Sevdâ Lügati, Mehmed Celâl - Günümüz Diline Aktaran: Sevengül Sönmez 8- Samuraylar Arasında Aşk, Ihara Saikaku, Çev. Fatih Özgüven 9- Lulu, Almudena Grandes, Çev. Nejat Bayramoğlu ANI 1- Şanslı Adam, Michael J. Fox - Çev. Oytun Süngü 2- Bostancı Masalları, K. Özcan Davaz 3- Paşama Mektuplar, Ayşe Nil ... ŞEYSİ 1- Terapi Şeysl, Cem Mumcu, Yıldırım B. Doğan, Desenler: Mehmet Ulusel 2- Hukuk Şeysi, Kadir Şinas ÇOCUK 1- Filmimin Hikâyesi 1, Kolektif 2- Filmimin Hikâyesi 2, Kolektif 3- Noel Baha'dan Mektuplar, J.R.R. Tolkien, Çev. Leyla Roksan Çağlar abcçdefg öhıijklm rı it] k itap lar YAYINLANAN KİTAPLAR: SAĞLIK / YAŞAM / KİŞİSEL GELİŞİM 1- Melekler Okulu, Antero Alli, Çev. Deniz Duruiz 2- Fark Etmeden Diyet, Selahattin Dönmez 3- 'Fark Etmeden Diyet'le Yeni Bir Hayat, Selahattin Dönmez 4- Feng Shui-Pusula İçinizde, Esra Koyuncu 5- 'Fark Etmeden Diyet'le Kalıcı Kilo Verme, Selahattin Dönmez 6- İmdat! Bir Adamla/Çocukla Yaşıyorum, Betty McLellan, Çev. Oytun Süngü 7- ABcD / ABD'de Eğitimin ABC'si, Ayşe Kora 8- Kokoloji 1, Isamu Saito, Tadahiko Nagao, Çev. İpek Djafer 9- Kokoloji 2, Isamu Saito, Tadahiko Nagao, Çev. Âdile Sevinç İpekçi 10- Melekler Okulu, Antero Alli, Çev. Deniz Duruiz 11- A'dan Z'ye Kişiliğiniz, Dr. Ailen R. Miller, Susan Shelly, Çev. Sıla Alayunt 12- Anne Baba ve Çocuk Arasında, Dr. Haim Gnott, Çev. Arzu Tüfekçi 13- Çekim Yasasını Yaşamanın Anahtar'ı, Jack Cankfield, Çev. Arzu Tüfekçi 14- Kim Olmak İstiyorsunuz?, Mana Shriver, Çev. Kenan Şahin 15- Mücadele Eden Herkes İçin Strateji, Hakan Senbir POPÜLER KÜLTÜR 1- Z "Son İnsan" mı?, Hakan Senbir 2- Poplisans, B. Volkan Yücel 3- Biri, Kemal Tümerkan 4- Sana Bi'şey Olmasın, Ayşe Özyılmazel EDEBİYAT ROMAN 1- Güllerim Açtı Seni Görünce, Hande Özcan 2- Evden Uzakta, Cathie Dunsford, Çev. Taşkın Ermişoğlu 3- Aşk Bir Varmış Bir Yokmuş, Tom Perrotta, Çev. Duygu Akın 4- Beni Kalbimden Vuranlar Var Ya, Reşat Çalışlar 5- Kırmızı Fener Sokağı, Mehmet Ünver 6- Konuşmayan Tavuskuşu Camio, Berrak Yurdakul 7- Saatçi Bayırı, Ayça Şen 8- Gece Gelini, Erkut Deral 9- Aşka Şeytan Karışır, Hande Altaylı 10- Hayta, Ergin Atlıhan, Çev. Nejat Bayramoğlu 11- Kentlerin Kraliçesi, Hakan Senbir 12- Rolkesen, Millenia Black, Çev. Perran Fügen Özülkü, Deniz Pehlivaner 13-Türk Diplomatın Kızı, Deniz Goran, Çev. Burcu Küheylan Uyurkulak 14Bir Yazarın Romanı, Mert Özmen 15- Kemal'e Eren Kadınlar, Melike ilgün 16- Her Şeyin Bittiği Yerden, Sami Dündar ÖYKÜ 1- Pornovida, Zafer llbars 2- Aşk Yüzünden, Evren Yiğit 3- Hayat Bu İşte, Suzan Mumcu ÖZEL DİZİ 1- Sallama Klasikler, Greg Nagan, Çev. M. Onur Duman 2- The Stage in the Text, Özden Sözalan EROTİK US 1- Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi, Melissa P. 2- Yusufçuk Gece Gelir, Melissa P. 3- Penisin Katı Gerçekleri, Alexandra Parsons, Çev. Ulaş Erkal 4- 7 Gece, Alina Reyes, Çev. Buket Yılmaz 5- Haram, Selva Nuaymi, Çev. Nehir Su 6- Mutluluk, Denis Robert, Çev. Mehmet Demirtaş ANI 1- Yarım Asırlık Asker, Orgeneral (E) M. Hikmet Bayar 2- Kırk Yılın Penceresi, Suzan Mumcu İNSAN VE SEMBOLLERİ Ç e v ir i: A li N a h it B a b a o ğ lu Cari G ustav Jung'un son yapıtı İn san ve Sem bolleri kendinden sonra gelen nesillere, uzattığı bayrağı devralan bilim adam larına, düşünürlere, dahası dönüp kendi içine bakm ak ve gördüğünün değerini fark ederek “b e n ”ine yaklaşm ak isteyen bireye, dünyayı anlam landırm aya çalışırken faydalanabileceği bir arm ağandır. İnsan ve Sem bolleri okurun, kendi potansiyeline işlerlik kazandırm ası bakım ından içsel, ötekilerle ilişkilerini uyum lu, anlam lı bir hale getirm ek üzere de dışsal yolculuğunda yanından ayırm ak istem eyeceği bir başucu kitabı, kaostan dinginliğe doğru ilerlerken zihnini aydınlatm asına y arayacak bir düşsel kılavuz metindir. Cari Gustav Jung bütün zamanların en büyük hekimlerinden ve bu yüzyılın en büyük düşünürlerinden biriydi. Ereği insanlara kendilerini tanımada yardımcı olmaktı; bu bilgiler ve bunların uygulanmasıyla doygun, mutlu bir yaşam sürmeliydiler. Tanıdığım başka hiç kimsenin sürmediği kadar doygun ve mutlu geçen kendi yaşamının sonunda Jung, kalan gücünü, mesajını şimdiye kadar ulaştırmaya çalıştıklarından daha büyük bir kitleye ulaştırmak için kullanmaya karar verdi. Yapıtını ve yaşamını aynı ay içinde tamamladı. Bu kitap onun geniş okur kitlesine vasiyetidir. John Freeman okuyan us