EĞİTİM SOSYOLOJİSİ DERS NOTU MEHMET EMİN SOYLU WWW.MEHMETEMİNSOYLU.COM Eğitim Sosyolojisi Ders Notları 1. BÖLÜM - EĞİTİM SOSYOLOJİSİNİN TANIMI, KONUSU, ÖZELLİKLERİ VE GELİŞİMİ Eğitim Kavramı ve Eğitim Bilim Eğitim, bireyin yaşadığı toplumda yeteneğini, tutumlarını ve olumlu değerdeki diğer davranış biçimlerini geliştirdiği süreçler toplamıdır. Eğitim, bireyin toplumsal yeteneğinin ve en elverişli düzeyde kişisel gelişmesinin elde edilmesi için seçilmiş ve denetimli bir çevreyi (özellikle okulu) içine alan toplumsal bir süreçtir. Eğitim, bireyin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla ve amaçlı olarak istendik değişme meydana getirme sürecidir. Bu tanımlar dikkate alındığında eğitimin, kişiliğin gelişmesine yardım eden ve onu temel alan, bireyi yetişkin yaşamına hazırlayan, gerekli bilgi, beceri ve davranışlar elde etmesine yarayan bir süreç olduğu söylenebilir. «Eğitim bilim» ise, eğitimi kendisine konu alan bir bilidir. Eğitim olayını bilimsel yöntemlerle inceleyen, eğitim sorunlarını bilimsel bir yaklaşımla çözümlemeye çalışan ve eğitim alanında kurallar ve kuramlar düzenlemeyi amaçlayan bir bilim dalıdır. Durkhiem’a göre eğitim, fizik ve sosyal çevrenin insan üzerinde meydana getirdiği etkilerdir. Fakat eğitim deyince daha çok, okulda sürdürülen etkinlikler anlaşılmıştır. Örneğin çocuğun kalıtım yoluyla getirdiği özelliklerinin keşfedilip azami ölçüde geliştirilmesi; çocuğun, gencin ve yetişkinin içinde yaşadığı çevreye uyarlanması; genç kuşaklara sosyo-kültürel değerlerin aşılanıp öğretilmesi; bireyin toplumun değişim koşullarına ayak uydurabilmesi için gerekli, bilgi, görgü, beceri ve alışkanlıklarla donatılması gibi etkinlikler eğitimi içerir. Birçok düşünür, eğitimi bireysel açıdan ele almıştır. Örneğin Kant’a göre eğitim, insanın mükemmelleştirilmesidir. J. S. Mill’e göre bireyin kendisi ve başkaları için mutluluk aracıdır. H. Spencer’a göre de iyi yaşama olanakları sağlayan etkinliklerin tümüdür. İlkçağların toplumlarında eğitim, sağlam vücut, fizik çevre koşullarına dayanıklılık, cengâverlik, avlanma, ok atma, ata binme gibi becerileri içerirdi. Okul denen kurum mevcut olmayıp, eğitim, yaygın eğitim biçimindeydi. En önemli eğitim kurumları aile, klan ya da kabile, aşiret gibi kurumlarla dinsel ya da siyasal nitelikli önderlerdi. Yazının bulunması ve toprağa yerleşme olayı eğitimin örgütlenmesi ve kurumsallaşması açısından bir başlangıç noktası olmuştur. Yunanlılarda ve Mısırlılarda eğitim, özgünleşmeye doğru gider. Eflatun, yetişkinleri akademide toplayıp onlara ders verirdi. Mısırlılar eğitimi ailede başlatıp, beş yaşına gelen çocuğu okula gönderirdi. Bu toplumlarda eğitim örgütleşmeye yüz tutmuştur. Sparta sitesi devletçi ve toplumsal bir eğitim uygulamaktaydı. Atina sitesi ise, Aristoteles’in bireyci eğitiminin etkisiyle liberal bir eğitim anlayışını uyguluyordu. Sofistler, eğitime hitabet sanatını getirmişlerdi. Bunu destekleyen gramer ve diyalektik de eğitimin belli başlı öğeleri idi. Diyalektik özellikle Sokrates ve onun öğrencisi Eflatun tarafından işlenmiştir. Sokrates’ta hür düşünce ve ahlak gelişmiştir. Eflatun ise, devletçiliğe önem vermiş, bireyler ve aile ikinci planda kalmıştır. Eflatun, çocukların ailesinden alınıp belli bir yaştan sonra devlet okullarında beden eğitimi (cimnastik), müzik ağırlıklı bir eğitime tabi tutulmalarını ister, güzel sanatları bir eğitim aracı olarak sayar. Ona göre eğitim sadece çocuklar için olmayıp, kadınlar için de gereklidir. MESSOYLU | 1 | SAYFA Devlet güvenliği-nin temelinde kolektivist zihniyetin geçerli olduğu ocaklarda yetişen savaşçılar vardır. Bunların ailesi, malı, mülkü yoktur. İdareciler de savaşçıların (bekçi) içinden yetişmelidir. Devletin idarecileri, bekçilerin sahip olduğu ruh ve beden özelliklerine sahip olmalı, beden sağlamlığına, ruhsal inceliğe ulaşmış bulunmalıdır. Ayrıca bilge bir kişiliğe sahip olmalıdır. Bunun için de felsefe bilmelidir. Bu nedenle Eflatun, «Devlet adamı filozof, filozof devlet adamı olmalıdır.» ilkesini önermiştir. Eflatun’un öğrencisi Aristoteles ise, ortaklaşa toplum düzenine karşı çıkar. Köleliğin kaldırılmasını isteyen hocasına «köleliği kaldırırsak tarlalarımızda aristokratları mı çalıştıracağız» itirazında bulunur. O, bireyci toplum düzenine taraftır. Eğitimde insanın beden, içgüdü ve akıl yönünü esas alır. Her üçünün de eğitimde yararlı, gerekli, erdemli, ahlaklı şeylerin öğretilmesini önerir. Aristo da eğitimi devlet ve toplum yaşamının vazgeçilmez bir öğesi olarak düşünmüştür. Batı uygarlığının temelinde Yunan ve Roma kültürü bulunur. Yunanlılar, felsefe, şiir, sanat ve bilim yönünden; Romalılar ise askerlik, hukuk, politika ve yönetim açısından Batı uygarlığının öncüsüdürler. Romalılar, iyi bir yönetim mekanizması içinde eğitime katkıda bulunmuşlardır. Burada eğitim, devlet tarafından ele alınmamış, yasalarla düzenlenmiştir. Aile kurumu, eğitimin gerçekleştiği başlıca kurumdur. Romalıların eğitiminin temel ilkesi iyi vatandaş yetiştirmektir. Ortaçağ Avrupa’sında eğitim dinsel nitelikte idi. İlkçağdaki Hümanist eğitim, yerini teosantrik ve skolastik bir eğitime bırakmıştır. Felsefe ve teoloji kaynaşmıştır. Ortaçağ dinsel eğitim idealinin kaynağı manastır okullarıdır. Şövalyelik, lonca örgütü, kent okulları ve üniversiteler diğer eğitim kurumlarıdır.Yeniçağda Rönesans ve Reform hareketleri eğitime yeni boyutlar kazandırmıştır. Rönesans hümanist eğitimi, çok yönlü ve yaratıcı düşünceyi, gelişmiş insan yetiştirmeyi amaç edinen bir aristokrat ve seçkin eğitimidir. Reform hareketi ise, kilise ve politikadaki yenileşmeyi ifade ediyordu. Hıristiyanlık kültürüne dayanır ve geniş halk kitlelerine yayılır. 17. Yüzyılda rasyonel ve emprik akımlarla doğa bilimleri ve akıl ön plana geçer. Didaktikçi J. A. Komensky’in (1592-1670) de yaşadığı bu yüzyılda, eğitim planlı, sürekli ve mükemmel duruma gelmiştir. Dersler yöntem ve içerik bakımından geliştirilmiş olup, pozitif bilgiler ağırlıklı olmuştur. 18. Yüzyıl ise, bir aydınlanma çağıdır. Descartes (1596-1650), Spinoza (1632-1672), Bacon (15611626), Hobbes (1588-1679), Lock (1632-1704), Hume (1711-1776) gibi filozoflar bu çağı temsil etmektedirler. Rasyonalizm ve Natüralizm gibi felsefi akımlar ön plana çıkmıştır. İnsan zihni boş bir levhadır, önemli olan, eğitimin buna yazdıklarıdır. İnsan, doğadan iyi olarak gelir. Eğer bozulmuşsa bunun nedeni, içinde yaşadığı kültür ve toplumdur. Natüralist eğitimin temsilcisi J. J. Roussseau’dur. Entelektüel ve Hümanist eğitimi reddeder. Ona göre eğitimin amacı, doğal bir insan yetiştirmek olmalıdır. Bireyci bir eğitim modeli, sunar. Kız ve erkeklerin eğitiminin ayrı olmasını ister. Herder (1174-1803) ve Humboldt’un (1769-1859) temsil ettikleri yeni hümanizme göre eğitim, eski Yunan’ın klasik değerlerini getirip harmonik-estetik hareket etmeli, böylece maddî doğa üzerinde egemenlik kurmalı ve otonom bir kişiliğe erişmelidir. Kant’a (1724-1804) göre bireysel eğitimin amaçları disiplinleştirme, uygarlaştırma, kültürleştirme ve ahlikleştirme olmalıdır. Fithce (1762-1814), milliyetçi ve toplumcu eğitimi savunmuştur. MESSOYLU | 2 | SAYFA Öğretim ile işin birleştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Hegel (1770-1831) ise, devletçi eğitimi savunur. Rousseau’nun bireyciliğine cephe alır. Onun eğitiminde temel ilke, doğaya uygunluk değil, kültüre uygunluktur. Birey, kendi okulu, ailesi, ana dili ve ahlakı içerisinde yani tarihsel bir toplum içerisinde vardır. Bireyin içten biçimlenmesi bunlar sayesinde olur. Eğitimci, çocuğun benliğinde nesnel bilincin gücünü geçerli kılmalıdır. Ona göre mutlak bilinci en iyi temsil eden devlettir. O halde eğitim devletin bir işlevidir ve devlet, eğitimin merkezi konumundadır. Pesalozzi(1746-1827) sosyal eğitimi savunur Eğitim ve öğretimin temel amacı, insanların maddi sefaletten kurtulması ve beşeri yönden bağımsız kılınması olmalıdır. Fröebel (1782-1852), okul öncesi eğitimin temsilcisidir. Kır eğitim yurtlarının iş-yaşantı ve yaşam okullarının öncüsüdür. İlk kez oyunun çocuğun gelişimi üzerindeki rolünü ele alıp incelemiştir. H. Specer (1820-1903), pozitivist eğitimin kurucularındandır. İnsanın tüm yeteneklerinin geliştirileceği bir eğitimden yanadır. Eğitime ait düşünceleri yararcılığa dayanır ve bütün bilgilerin yaşamda kullanılabilir olması ile belirlenir. Tabiat bilimlerine ağırlık veren yeni bir sistem getirir. Bu görüş, ABD’de pragmatist eğitim anlayışının temelini oluşturur. SOSYOLOJİ Beşeri toplumun sistematik incelenmesiyle ilgilenen bir toplumsal kurallar bütünü olan toplum bilimdir. Davranış bilimlerindendir ve daha çok uygar toplumlarla ilgilenir. En geniş anlamıyla insan davranış ve ilişkilerini konu edinir. Bir arada bulunan insanlar olayı üzerinde yoğunlaşır. Toplumun her yerinde mevcut toplumsal davranışın kalıplaşmış düzenliliklerini inceler. Bu alandaki toplumsal kuralları ve yasaları saptamaya çalışır. Sosyoloji, toplumda gruplar üzerinde durmakta, grupların yapı ve işlevlerinin çözümlenmesini ele almakta, grupların kökeni, yapısı ve birbirleriyle ilişkilerini insan davranışı yönünden incelemektedir. Toplumdaki olayları nesnel olarak inceleyip, olayların gerçekleşmesine ilişkin kuram ve yasalara sahip olmak ister. Bilimsel yöntemlerle toplumsal olguları inceler. Eğitsel olaylar da toplumda gerçekleştiğine göre, sosyolojinin, eğitimi bir toplumsal kurum olarak ele alması kaçınılmaz bir durumdur. İşte Eğitim Sosyolojisi denen ayrı bir uzmanlık alanı bu nedenle ortaya çıkmıştır. EĞİTİM SOSYOLOJİSİ Klasik sosyologlardan Lester Ward 1883 yılında yayınlanan Dinamik Sosyoloji adlı eserinde ilk kez eğitim sosyolojisinden söz etti. Ward, toplumsal gelişmede bir öğe olarak eğitimin önemine değindi. Daha sonra John Dewey 1899 yılkında Okul ve Toplum isimli eseriyle eğitim sosyolojisi alanını güçlendirdi. Dewey, eğitim sistemini toplumsal değişmenin doğrudan aracı olarak gördü. Böylece okullara bir reform toplumu olarak baktı. Emile Durkheim, eğitimde bilimsel metodolojinin kullanılabileceğini savundu. Özellikle Fransa’da toplumsal düzensizlikle ilgilendi ve okulların bu durumu önleyebileceğini ileri sürdü. Okulun, çocuğun grup yaşamındaki dayanışma duygusunu uyanık tutan gerekli her şeye sahip olduğunu belirtti. Durkheim’in eğitim sosyolojisine temel katkısı, eğitime bir toplumsal olay olarak bakışıdır. Ona göre eğitim olgusu, temel olarak toplumsaldır. Kökeni, işlevi ve eğitim kuramı bakımından sosyoloji ile sıkı ilişkilidir. Eğitim toplumdan topluma değişiklik gösterir. Durkheim, eğitimi işlevsel açıdan ele almaktadır. Eğitimin özel işlevi (görevi) metodolojik olarak toplumsallaşmasıdır. MESSOYLU | 3 | SAYFA Bununla ifade edilen ise, muayyen değerler ve muayyen entelektüel ve fiziksel beceriler kazandırmaktır. Bu becerileri bireyden hem siyasal toplum hem de kendisinin özel çevresi ister. Toplumun hayatta kalması ve uyum ancak bu yoldan sağlanır. Durkheim’e göre, çocuklara ahlak eğitimi verilmelidir. Ahlak eğitimi, toplumun temel değer ve inançlarının benimsenmesi sonucu-nu doğuran toplumsallaşma deneyimlerinden oluşur. Bu, eğer başarılı olursa, güçlü bir toplumsal denetim biçimi olur. Böylece bireyler toplumlarının normlarına inanırlar, doğru ya da ahlâkî davranışlarda bulunurlar. Bunların ihlali durumunda suçluluk ve utanma duyarlar. Alman Sosyolog Max Weber 1920-1930 arası eğitim sosyolojisinde sonradan kullanılan birçok kavramın geliştirilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Eğitimi, sanayileşmiş ve teknolojik bir toplum içerisinde ele almış; örgün eğitimi, bireyleri özel bir yaşam biçimine hazırlayan bir farklılaşma kurumu olarak görmüştür. Eğitsel kurumların gelecekte toplum için yüksek derecede eğitilmiş uzmanlar yetiştireceğini ileri sürmüş; eğitimi, birey ve grupları özel bir yaşam biçimine hazırlayıcı olarak görmüştür. EĞİTSEL SOSYOLOJİ VE EĞİTİM SOSYOLOJİSİ 1940 yılından sonra eğitim sosyolojisinde iki farklı görüş belirdi. ABD’de eğitim sosyolojisine ilgi azaldı. Bunun nedenlerinden birisi Eğitim Psikolojisi dalının ortaya çıkışı oldu. Birçok okul yöneticisi bu konuya eğitim sosyolojisinden daha fazla ilgi duydu ve onun gelişmesini teşvik etti. Eğitim psikolojisini eğitim sosyolojisinden daha pratik buldular. Bu pratisyenler çoğunlukla, testler ve bunların ölçülmesi biçiminde bireysel olarak ilgilenmeyi tercih ettiler. EĞİTİM SOSYOLOJİSİ Eğitim sosyolojisine ilgiyi azaltan ikinci neden ise bu alanı geliştirmeye çalışan kişilerin araştırma yönünden eğitilmemiş olmalarıydı. Bu görüş, bu dalın sosyolojinin bir dalı olduğunu ileri sürdü ve Eğitim Sosyolojisi kavramını kullandı. Bu görüşe göre eğitim sosyolojisi, bilimsel yöntemlerle kuramsal bilgi elde etmeye çalışır. Bu durumda sosyoloji, eğitim konusunda eğitim üzerinde yoğunlaşarak eğitimcileri, okulları ve diğer eğitsel kurumları toplumsal kültürel çerçeveleri içinde anlamaya çalışır. Eğitim ve toplum arasındaki ilişkiler geniş bir biçimde ele alınır. EĞİTSEL SOSYOLOJİ Diğer görüşü ise okul yöneticileri, eğitim uzmanları ve eğitim profesörleri oluşturuyordu ki bu dalın eğitime özgü olduğunu ileri sürerek sosyolojik kuramın somut, pratik ve çağdaş eğitimsel sorunlara doğrudan doğruya uygulanması gerektiği üzerinde durdular. Bir tür uygulamalı sosyoloji olarak algılandı. Soyut, kavramsal sosyoloji ile ilgilenmedi. Bu durumda sosyoloji, eğitsel psikoloji gibi bir işleve sahip olur. Bunlar Eğitsel Sosyoloji kavramını kullandılar. Böylece eğitsel psikoloji ile eğitsel felsefe arasında bir denge kurmak istediler. Eğitsel sorunlara yararlı ve pratik çözüm yolları istediler. MESSOYLU | 4 | SAYFA EĞİTSEL SOSYOLOJİSİ KURAMLARI Başlıca üç kuram yaygındır: İşlevselci Kuram, Çatışmacı Kuram ve Etkileşimci Kuram Tarihsel olarak birincisi daha egemen olmuştur. Bu kuram, toplumları bir arada tutan ve eğitim kurumlarının toplumdaki rolü konusundaki güçler hakkında alternatif yorumlar getirir. İşlevselci Kuramlar Toplumların üyelerinin ortaklaşa bazı algılamalara, tutumlara ve değerlere sahip olmadıkça anlaşılamayacağını savunur. Temel kavramları şunlardır: a) Yapı ve İşlev: Bu kuramcılar, toplumların birtakım parçalardan oluştuğunu söylerler. Bu parçalar, her toplumun toplumsal yapısını oluşturur. Toplumun her parçası, toplumun ayakta kalmasına katkıda bulunur. Bu katkı da işlevdir. Bunlar, toplumların hayatî ihtiyaçlarının kurumlar, normlar ve toplumsal roller tarafından nasıl karşılandığını göstermeye çalışırlar. Toplumun çeşitli parçalarının toplumun bütünü üzerindeki işlevlerini olumlu katkı olarak ele alışları eleştirilmiştir. Diğer öğelerin yıkıcı etkilerini dikkate almamışlardır. b) Bütünleşme: Toplumun çeşitli parçalarının birbirleriyle bütünleşmiş olduğu ifade edilir. Toplumun bir parçasındaki değişme, diğerlerini etkiler. Fakat bu parçalar tam olarak birbirine bağlı olmayıp eşgüdümlü ve bütünleyicidirler. Çok ender olarak birbirlerine ters düşer ve çatışırlar. Her parça diğerinin çalışmasını destekler. c) İstikrar (Denge): Hiçbir toplum tamamen durgun değildir. Her toplumda toplumsal değişme kaçınılmazdır. Dış etkilerle de bir toplum değişebilir. Bununla birlikte, bu kuramcılar, değişmeden çok, toplumları göreli olarak dengeli tutan güçlerin üzerinde dururlar. d) Oydaşma (Konsensus): Önemli algılar, duygular, değerler ve inançlar üzerinde anlaşma olması, bu kuramcıların bir diğer görüşüdür. Fakat bu kuramcılara göre, küçük ya da büyük herhangi bir toplumda dünya hakkında paylaşılmış bir takım soyut ve karmaşık varsayımlar vardır. Bu anlaşma, toplumsallaşma yoluyla sağlanır. Çatışmacı Kuramlar Toplumun zorlayıcı niteliği ve toplumsal değişmenin istilacılığı üzerinde durular. Çatışmacılara göre güç mücadelesi toplumsal yaşamın temel dinamiğidir. Toplumlar, bir yanda, daha az güçlükler üzerinde zorunlu iş birliğinde bulunan güçlü toplumsal grupları bir arada bulundurur, diğer yanda ise toplumlar sürekli olarak değişmekte ve çözülme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü, güç mücadelesi, eskilerin yerini alan yeni elit gruplar sonucu olabilir. Çatışmacılar, toplumların egemen ve yardımcı gruplara bölündüğü görüşündedir-ler. Bu gruplar arasındaki ilişki sömürücüdür. Çünkü egemen gruplar her şeyi alırlar. Bunlar aynı zamanda kendi değerleri ve dünya görüşlerini, diğerlerine empoze ederler. Egemen grup, kendi konumunu meşrulaştırmak için sosyal mitler yaratmalıdır. MESSOYLU | 5 | SAYFA Çatışmacıların temel kavramları, a) Çatışma: Bu kuramcılara göre toplumsal kurumlar ve guruplar, genellikle birbirlerine karşı gelen amaçlarla çalışırlar. Bir grubun amaçları ve programları, diğerininkine karşıdır. İktidardakilerin çıkarları, diğerininki ile bağdaşmaz. O halde çatışma, yaygın bir kavramdır. Her grup, egemen olmak için mücadele eder. Bu çatışma genellikle açık ve şiddetlidir. b) Değişme: Guruplar arasındaki sürekli güç mücadeleleri sürekli değişiklik sonucunu doğurur. Göreli sakinlik ve istikrar dönemleri açıkça gerçekleşir, fakat hızlı değişme dönemlerinde sakinlik ortadan kalkar, hareketlilik ve karışıklık dönemi başlar. Bunlar bastırılınca isyan, devrim sonucu doğurabilir. c) Zorlama: Bu mücadele ve değişme panoramasında herhangi bir özel grup yeterli gücü sağlamıştır. Böylece geçici istikrar ve toplumsal düzen yaratılır ve daha az güçlüler zorlanmış olur. Bu zorlama sadece güç kullanmaya dayanmaz. Egemen gurup, kendi baskılarının meşru olduğunu ikna etmek için ezilenlere propaganda yapar. Güçlü gurup, aynı zamanda, istenen davranışı ödüllendirme olarak kaynaklarını olumlu olarak da kullanabilir. Bununla birlikte güç ve propaganda tamamen başarılı olmaz. Daima baskıya bir direnme görülür ve bu direnme, toplumda diğer kaçınılmaz değişmelerle birleşir ve sonuçta toplumsal değişikliklere ve çözülmeye gider. Zamanla, yeni düzen eskinin yerini alır. Etkileşimci Kuramlar Bu kuramlar, birbirleriyle etkileşim içinde olan bireyler üzerinde odaklaşır. Bir kültürü paylaşan bireyler, muhtemelen aynı biçimdeki birçok toplumsal durumları yorumlar ve ifade ederler. Çünkü benzer toplumsallaşma, deneyimlere ve beklentilere sahiptirler. Böylece, ortaklaşa normlar, davranışı yönlendirir. Bununla birlikte, bireysel deneyimler, toplumsal sınıf ve konum yönünden farklılıklar vardır. Etkileşimciler, toplum ve birey arasında karşılıklı bir ilişinin varlığını, sosyolojik çözümlemelerde toplum ya da bireyin bir önceliğe sahip olmadığını, bunların birbirlerinden ayrılamayacağını savunurlar. Temel kavramları benlik, bireysel ve toplumsal benlik, ayna benlik, başkasının rolünü alma, durum tanımı ve genelleştirilmiş baskı’dır. Bunlar, düşünme kapasitesi, düşünme ve etkileşim, anlamları ve simgeleri öğrenme, aksiyon ve etkileşim gibi konuları ele alırlar. İnsanların düşünme kapasitesine sahip olduklarını, düşünme kapasitesinin ise toplumsal etkileşime göre biçimlendiğini savunurlar. MESSOYLU | 6 | SAYFA 2. BÖLÜM - EĞİTİM SOSYOLOJİSİNİN ÖNEMİ VE DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ Eğitim Sosyolojisinin Önemi Eğitim sosyolojisi, toplumun bir kesimini oluşturan tüm eğitimciler, öğretmenler, davranış bilimleri ve eğitimsel süreçlerle ilgili tüm araştırıcılar için gerekli bir çalışma alanıdır. Eğitimcilerin, eğitim sosyolojisi bilmelerinin nedenlerini birkaç noktada toplamak mümkündür: 1. Bugün eğitimciler, geçmiştekinden daha çok çeşitli toplumsal sınıflardan, ırklardan, yabacı kökenli ve çok farklı tipteki komşuluk çevrelerinden gelen öğrencilere kavramsal araçlar ve toplumsal beceriler öğretmektedirler. Eğitimcilere bu bilgiyi eğitim sosyolojisi sağlayabilir. 2. Öğretmen, eğitim sosyolojisi ile okul ve toplum konusunda daha tam bir görüşe sahip olur. Aynı biçimde öğrenci de eğitim psikolojisi, felsefesi ve tarihi ile eğitim sosyolojisi bilgileriyle geniş düşünebilme yeteneği kazanabilir. Bireyin görüş açısını genişletir. 3. Bugün eğitimci, araştırma sonucu yayınlanan incelemeleri yorumlamak, temel istatiksel araştırmalar yapmak ve genel olarak araştırmada yeterli bir düzeye varmak ihtiyacındadır. Eğitim sosyolojisi ise, bilimsel bilgi ve araştırma yöntem ve tekniklerini grup davranışı ile ilgili araştırmalarda kullanan ve bu yetenekleri eğitimcilere sağlayan bir disiplindir. 4. Eğitim sosyolojisi, eğitimciyi mesleksel davranış ve tutumlarında bölgecilikten kaçınmaya yardım eder. Ona başkalarının da geçerli, yürürlükte olan bir kültürleri olduğu bilgisini sağlamaya çalışır. 5. Eğitim politikasını saptayan eğitimciler, eğitimi, eğitim sistemini etkileyen toplumsal güçler ve biçimleri hakkında hatırı sayılır derecede bilgiyi eğitim sosyolojisi yoluyla edinirler. 6. Bütün eğitimciler, bizatihi okul içinde yerine getirilen farklı toplumsal roller hakkında bu disiplin yoluyla daha iyi görüş kazanır. 7. Eğitim sosyolojisi, ayrıca, eğitsel psikoloji ve eğitsel felsefe ile birlikte muayyen nüfus birimleri arasında uygulanacak ya da uygulanmayacak politikanın saptanmasında eğitimcilere yardımcı olarak onlara yan katkılarda bulunabilir. Güdülecek politikanın tayininde eğitim sosyolojisi, okul ile çevrenin başarıya ulaşması için amaçların saptanmasında kullanılabilir. 8. Toplumsal gelişmeye bireyin katkısı, rol, süreç, kurum, işlev vb. gibi sosyolojik kavramların teknik çözümlenişinin bilinmesiyle daha fazladır. Eğitim sosyolojisi de bu kavramları eğitimle ilgileri açısından inceler. 9. Toplumdaki rollerin yerine getirilmesi, bilimsel sosyolojik bilgi sayesinde daha başarılı olur. 10. Eğitim sistemimizin düzeltilmesi çalışmalarında, çeşitli ülkelerin benzer sorunlar karşısındaki tutumlarının öğrenilmesinde ve ülke gerçeklerine uyan bir eğitim sistemi modelinin geliştirilmesinde bu disiplinin büyük bir katkısı vardır. 11. Bu alandaki çalışmalar, araştırmalar ve elde edilen kuramsal yasalar, aynı zamanda sosyoloji bilimine ve gelişmesine akademik bakımdan katkıda bulunur. MESSOYLU | 7 | SAYFA Eğitim Sosyolojisinin Diğer Davranış Bilimleri ile İlişkisi Eğitim sosyolojisi, diğer davranış bilimlerinden eğitim antropolojisi, eğitim psikolojisi ile klinik ve medikal psikoloji ile yakından ilişkilidir. Bu ilişki en geniş kapsamlıdan en dar kapsamlıya doğru aşağıdaki şekildedir: 1. Eğitim Antropolojisi 2. Eğitim Sosyolojisi 3. Eğitim Psikolojisi Klinik ve Medikal Psikoloji Eğitim antropolojisi, insanın yeryüzünde bugünkü durumuna kadarki eğitici süreçleriyle ilgilenir. Özellikle, insanın toplumsallaşma ve kültürleşme süreçlerinin genel özellikleri üzerinde durur. İnsanın eğitici süreçleri ve doğuşundan bugüne kadarki yapısını karşılaştırmalı olarak inceler. İkinci geniş kapsamlı olan eğitim sosyolojisi, modern eğitsel sistemlerdeki grup ilişkileriyle uğraşır. Daha çok, eğitici süreçler ve sistemlerle etkileşim açısından grupların yapı ve işlev incelemesi üzerinde durur. Eğitim psikolojisi, grup süreç ve davranışlarını bireysel öğretim süreçleriyle ilgili olarak ele alır. Kısaca, birey ve onun öğrenim süreçleriyle ilgilenir. Akıl ve zihinsel süreçler üzerinde daha fazla durur. Klinik ve medikal psikoloji ise, yine, insanın öğrenme süreciyle ilgilidir. Konunun içsel ve psikolojik yönleriyle ilgilenir. Özellikle bireyin öğrenme yeteneğinin psikolojik süreçleri, bu disiplinin inceleme alanını oluşturur. Araştırmalar hastanelerde yapılır ve tıbbî fizikçilerle sıkı ilişki kurulur. Böylece, davranışsal bilimlerde öğretilen konular makroskopik yönden mikroskopik yöne doğru hareket eder. Bu durumda eğitim sosyolojisi biraz orta durumdadır. Çünkü insanın evrensel bireysel özellikleriyle fazla ilgilenmez. İnsan türünün eğitsel süreçteki grup davranışı ile ilgilenir. Böylece eğitim sosyolojisi eğitim antropolojisi ile eğitim psikolojisi arasında bir yerdedir. Bu disiplinler yanında eğitim sosyolojisi; genel sosyoloji, kültürel antropoloji ve toplum psikolojisi ile sıkı bir işbirliği halindedir. Tarih, Ekonomi ve Siyaset de diğer ilgilendiği bilim dallarıdır. Türkiye’de Eğitim Sosyolojisi Öğretimi Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ve daha sonraki Türk sosyologları, eğitimle ilgilenirken, onun toplumla ilişkilerine de değinmiş ve ülkemizde bir eğitim sosyolojisi disiplininin doğmasına düşünsel yönden hazırlayarak ilk katkıda bulunmuşlardır. Z. Gökalp, İ.H. Baltacıoğlu ve Ethem Nejat toplumcu görüşü; Prens Sabahattin, Satı Bey ve Abdullah Cevdet de bireyci görüşü temsil etmektedirler. Ziya Gökalp: Milli Eğitim Ziya Gökalp, eğitimin milli olması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre eğitimin milli olup olmamasına göre toplumlar üçe ayrılır: 1. İlkel toplumlarda eğitim, milli olmakla birlikte kısmîdir. Çocuk genel kültür almayıp aşirete ait kısmî kültürü edinir. 2. Modern ilerlemeyi kabul eden kavimler, yeni bir uygarlık zümresine girerler. Kitaplar, okullar ve öğretmenlerle bu uygarlık kendisini o kavmin çocuklarına öğrettirir. Bu kavimde milli kültür, milletler MESSOYLU | 8 | SAYFA arası uygarlığın gelenekleri altında kaybolur. Bu durumda eğitim, milli değil, milletlerarasıdır. Okullar, çocuklara milli kültürü değil, milletlerarası uygarlığı aşılamaya çalışır. 3. Modern milletler ise milli kültürü arar ve eğitimleri de milli olur. Ziya Gökalp: Eğitimin Amacı Gökalp, eğitimin yararcılık temeline dayanmasına karşıdır. Ona göre eğitimin amacı çok para kazanmak olmamalıdır. Eğitim; yarar gütmezlik, vatan severlik, fedakârlık gibi karakter geliştirme özelliklerini de aşılamalıdır. Modern eğitim ancak modern bir devlette bulunabilir. Gökalp’e göre eğitim, toplumun bireyleri üzerinde toplumsallaştırma işidir. Toplum, bireyler toplumsallaşırken bunun iyi ya da kötü oluşuna göre bir değerlendirme yapar. Bu durumda ödül ve ceza kavramları ortaya çıkar. Ziya Gökalp: Kozmopolit Eğitim Ülkemizde medrese ve okulun, eğittiği kişilerin ahlak ve karakterini bozduğunu söyler. Oysaki başka ülkelerde en karakterli ve ahlaklı kişiler, en fazla eğitim görmüş kişilerdir. Bizdeki bu ters durumun nedeni, eğitimimizin milli değil kozmopolit olmasıdır. Ziya Gökalp: Eğitim Türleri Gökalp, Türk literatüründe ilk kez örgün ve örgün olmayan eğitim ayrımını yaparak yaparak, örgün olmayan eğitimden yana tavır takınmıştır. Çünkü yaygın eğitim, hali hazırdaki toplumun vicdanını nakleder. Örgün eğitim ise, çocuklara toplumun geçmişte toplanmış zihinsel birikimini verir. Eğitim, bir toplumda, yetişkin kuşağın henüz yeni yetişmeye başlayan kuşağa düşüncelerini ve duygularını vermesidir. Bu veriş iki türlüdür. Birincisinde, yetişkinler, haberleri olmadan, konuşmalarıyla hareketleriyle canlı örnekler oluşturarak genç kuşakları etkilerler. İkincisinde ise yetişkinler, resmi görevler alarak etkide bulunurlar. Toplumun bireylere yaygın eğitim yoluyla verdiği kurumların toplamına kültür; önceki kuşağın sonraki kuşağa örgün eğitim yoluyla devretmeye çalıştığı eserlerin toplamına maarif denir. Gökalp, Türkiye’de eğitim sosyolojisinin temellerini oluşturmuştur. Bu alandaki görüşleri hâlâ güncelliğini korumaktadır. Özellikle eğitimde reform dendiğinde her zaman Ziya Gökalp akla gelmektedir. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (1889-1978) Eğitim sistemimizin ulusal olmayışından, biçimsel yenileşme hareketlerinde ve okul programlarındaki Batı taklitçiliğinden yakınmıştır. Üretici bir eğitim sistemini savunmuştur. Öğrencilerini çevre inceleme gezilerine çıkarmış, okul tiyatrosu kurmuş ve oyunlar yazmıştır. Açık hava okulu, doğayı tanıma ve öğrencileri açık havada geliştirmek onun getirdiği yeniliklerdir. Türkiye’de ilk karma eğitimi başlatmıştır. Sanat ve elişi yoluyla eğitimin sadece ilkokullarda değil, ortaöğretimde geliştirilmesine çalışmıştır. Bu ilkelere göre temellendirilmiş «içtimaî mektep» dediği yeni bir okul modelini önermektedir. Bu okul üretim okuludur ve demokratiktir. Üretim önemlidir, kuramsal ve uygulamalı ders biçiminde bir ikilik değil, bütünlük vardır. Üretici adam yetiştirmek eğitimin amacı olmalıdır. MESSOYLU | 9 | SAYFA Ethem Nejat (1882-1921) Bilgiye değil, milli duygulara dayanan, gençleri canlı, güçlü, becerikli yetiştirmeye yönelik bir eğitimi savunmuştur. Beden eğitimi, müzik, el işleri ve özellikle tarım derslerinin önemle ele alınmasını istemiştir. Tarıma dayanan ve köylerin kalkınmasına katkıda bulunacak bir eğitimi savunmuştur. Bu konudaki görüşleri Köy Enstitülerinin açılması için fikir kaynağı olmuştur. Çevreyi korumanın önemine vurgu yapmıştır. Eğitimde uygulamaya önem vermiş, öğretmen okulu öğrencilerini köylere götürerek köylülerle ilişki kurdurmuş, onlara toplumsal çevrelerini tanımayı öğretmiştir. Geziler yaptırarak öğrencilerin çevrelerini ve yurtlarını tanımalarını sağlamıştır. Prens Sabahattin Kişiliğe önem vermeyen eğitim sistemi ve merkeziyetçiliğe dayanan yönetim sistemi, toplumsal yapımızda sorun doğurmaktadır. Eğitim kişiliğin gelişmesine yardım etmelidir. Ailelerimiz çocuklarını özgür bir yaşama hazırlamıyor, onlara özel çalışma girişkenliklerine dayanarak yaşamak ve yükselebilmek gücünü veremiyor. Tüketici memur tipi yerine kedi kendine yeten, üretici, kişisel girişkenlik eğitimi almış kişiler yetiştirmeliyiz. Öğrenim, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kişiliğin gelişmesini sağlayacak etkin bir eğitimin yordayıcısı olmalıdır. Hazır konumlar sağlamaya yarayan bir araç değil, kişisel girişkenliği verimli kılacak bir araç sayılan öğrenimin bütün, derecelerinde programlarıyla pratik yaşamın gösterebildiği çeşitli ihtiyaçları karşılayabilmek gerekir. Yönetim yaşamımızda merkezi sistem, çok giderle az iş görülmesine, yörenin özel sorunlarının merkezden kavranamamasına yol açmaktadır. Bu sakıncaları gidermek için yönetimde adem-i merkeziyetçiliğe giderek, yetkilerin bir kısmını yerel yönetimlere devretmeliyiz. Böylece az giderle daha fazla iş görülmüş olacak, yöre ile ilgili işleri yakından bilen kişilerden yararlanılacaktır. Satı Bey, Abdullah Cevdet Satı Bey’e göre eğitimin görevi, kişideki ruhsal yetenekleri geliştirerek toplumsal yaşama geçişi sağlamaktır. O halde eğitim, hem bireyin kişisel yeteneklerini geliştirecek hem de genel yeteneklerini artıracaktır. Abdullah Cevdet’e göre eğitim, biyolojik üstünlükler gösteren «seçkin»i geliştirmeli, halkı yönetimi denetleyecek düzeye getirebilmelidir. 3. BÖLÜM - TOPLUMSALLAŞMA SÜRECİ En geniş anlamıyla toplumsallaşma, çocuğun eğitimi demektir. Bu sürece, aynı zamanda, «topluma hazırlanma» denebilir. Bu süreçte birey, belli bir toplumla ve dar anlamda ise belli bir grupla bütünleşmektedir. Birey toplumsallaşırken toplumsal etkileşime de tabi olur. Toplumsal etkileşme, kişiler ve gruplar arasında buna katılanların davranışlarını değiştiren herhangi bir ilişkiye verilen isimdir. Çocuk, toplumsal etkileşim yoluyla grubunun kültürünü kazanır. Herhangi bir toplumsal etkileşme, davranışları eğitimcinin istediği yönde değiştirdiği takdirde eğitimin bir parçası olabilir. Çocuk, grup öğrenimi durumlarına, okula gitmeden çok daha önce katılır. En eski ve en temel gruplardan birisi ailedir. MESSOYLU | 10 | SAYFA Çocuğun gelişmesi bakımından aile, sürekli olarak genişleyen toplumsal ilişki halkalarını içine alır. Çocuk, farklı gruplarda rolünü öğrenmeye başlar ve bu, onun kişiliğinin gelişiminin bir parçasıdır. Her türlü yaşam biçiminde birey, o yaşam biçiminin gerektirdiği davranışları öğrenir. Okulda iken aynı zamanda çevresindeki diğer örgütlü gruplara da girer. Bunlar; örneğin bir kulüp, serbest zaman etkinlikleri ve daha geçici nitelikteki arkadaş gruplarıyla ilgili olabilir. Okulu bitirince işiyle ve yersel çevredeki tanışıklarıyla ilgili yeni bir iş çevresi içine girer. Bu yüzden yaşamımız boyunca hepimiz, büyük küçük, farklı dayanışma ve düzen düzeylerine sahip pek çok grubun aynı zamanda üyesi oluruz. Bu nedenlerden grup davranışının incelenmesi, eğitimci için büyük önem taşır ve eğitim sosyolojisi için de temel bir inceleme alanını oluşturur. Toplumsal etkileşimin basın, radyo, film gibi iletişim araçlarını da içine aldığı söylenebilir. Bunlar aynı zamanda kitlenin davranışlarını etkileyen toplumsal tekniklerdir. Eğitimin aracı olduğu kadar propaganda aracı olarak da kullanılabilirler. Onlar bireyin ve onun yakın çevresinin dışında gerçekleşen ve fakat onu en güçlü biçimde etkileyen ve toplumun niteliğini geniş ölçüde yansıtan kültürel etkilerdir. Toplumdaki her şey eğitsel bir etmen olabilirse okulun işlevinin ne olduğunun tekrar ele alınması gerekmektedir. Okul, daha geniş bir toplumda, toplumsal bir birimdir. Bu birim çok yakın zamana dek fazla soyutlanmış bir birim olmuştur. Okulun, topluluktaki diğer toplumsal gruplarla daha yakın ilişki kurmasını sağlamak gerekir. Bu yüzden ağırlık, ev-okul işbirliği ve ebeveyn-öğretmen ilişkilerine verilmelidir. Bundan başka bu okullar, çevre etkilerini okula getirdikleri gibi, kendi eylemlerini de çevreye yöneltmelidir. Toplumsallaşma Kavramı ve Özellikleri Toplumsallaşma, bir kimsenin içinde bir takım işlevleri olabileceği belirli toplum ya da toplumsal kümenin tarzlarını öğrenme sürecidir. Uygun örnekler, değerler ve duyguların kişiselleştirilmesini içerir. Toplumsallaşma süreci, doğuştan başlayarak tüm yaşam boyu süren uzun bir dönemi kapsar. Bu süreç aracılığıyla birey, bir kişilik kazanmaktadır. Birey toplumsallaşırken, o toplumun isteklerine uyan davranışlar edinmelidir. Bireysel ve toplumsal gereksinimler, kişinin toplumsallaşmasını zorunlu kılar. Bu toplumsallaşma, bireyi, toplumsal sistemin üyesi durumuna getiren bir süreç olmaktadır. Nesnel Bakımdan Toplumsallaşma: Toplumun birey üzerindeki etkisi söz konusudur. Böylece toplum, kendi kültürünü bir kuşaktan diğerine aktarır. Toplum, ortaklaşa olarak benimsediği beklenti ve isteklerini, değer sistemlerini, ideallerini bireye aşılar ve bireye toplumsal rolünü öğretir. Öznel Bakımdan Toplumsallaşma: Bireyin çevreye uyarlanması olayıdır. Böylece birey, örgütlenmiş toplumsal yaşamın herkes tarafından kabul edilmiş ve onaylanmış hareket biçimlerine uyarlanır. Bu uyarlanma için, toplumun davranış biçimlerini öğrenir. Birey, kültürel değerleri ve normları benimseyip içselleştirir. Bu iki toplumsallaşmada da birey, benlik ve kişilik kazanır. MESSOYLU | 11 | SAYFA 1. Toplumsallaşma, daima belirli bir toplum için söz konusudur. Evrensel bir vatandaş olarak toplumsallaşma olanaksızdır. Her birey ancak içinde yaşadığı, içinde doğduğu somut bir toplum tarafından toplumsallaştırılır. 2. Toplumun ya da toplumsal grubun nasıl başladığını, başlangıcını açıklamak, toplumsallaşmanın sorunu değildir. Çocuk doğmadan önce toplumun yaşam biçimi sürmektedir. Toplumsallaşma, her bireyin doğduğu andan itibaren gerçekleşen bir süreçtir. 3. Toplumsallaşma, gruba ya da topluma yeni giren üyelerin etkisiyle ilgilenmez. Toplumsallaşma, kesinlikle tek yönlü bir süreç değildir. 4. Bireylerin yegâneliğini açıklamak, toplumsallaşmanın sorunu değildir. Toplumsallaşma bireysel özellikleri (kişilik gelişimi, deneyimler, soy vb) ve nitelikleri üzerinde durmaz. Fakat kişilik gelişmesinin topluma kültüre uyarlanması ve öğrenilmesi gibi süreçlerin belirlenmesi ile ilgilidir. 5. Bireyin temel dürtü ve gereksinimlerinin nasıl geliştiğini açıklamak da toplumsallaşmanın sorunu değildir. Fakat bireyi, çevresindeki modellerin, simgelerin, beklentilerin ve duyguların öğrenilmesine yetenekliliği yönünden ele alır. Toplumsallaşma için Gerekli Ön Koşullar Bir çocuğun toplumsallaşabilmesi için üç ön koşula gereksinim vardır: 1. İçinde toplumsallaşabileceği süregelen bir toplumun, bir dünyanın varlığı, 2. Çocuğun yeterli ve gerekli biyolojik ve kalıtsal özelliklere sahip olması, 3. Çocuğun, öteki insanlarla, doğası gereği bir takım ilişkiler kurma isteği içinde bulunması. 1. Süregelen Bir Toplumun Varlığı Toplum, birbiriyle uyumlu bir yapılanma oluşturur. Her birey, insanların davranışlarını, düşüncelerini, duygularını nasıl oluşturacağını ve nereye dek götüreceğini önceden kestirebilir. Çocuk, toplumda yaşarken süregelen bir toplumun varlığını hisseder. Çocuk, toplumda bir yer edinebilmek için bu dünyaya ilişkin bilgi sahibi olmalıdır. Duygularını, düşüncelerini, davranışlarını yönlendiren kültürel yaşamı bir ölçüde tanımalıdır. Yine çocuk, değişik kümeler içinde nasıl yer alabileceğini, bireylerin sahip oldukları konumlardan ne beklendiğini, verili durumlar içinde nasıl davranacağını, toplumsal değişime nasıl ayak uyduracağını iyi bilmelidir. 2. Toplumsallaşmanın Biyolojik Temelleri Birey, öğrenme ve dili kullanma yönünden doğuştan gelen bir kapasiteye sahip değilse, toplumsallaşma gerçekleşmez. a. İçgüdü: Türler için biyolojik olarak saptanmış göreli bir karmaşık davranış modelidir. Toplumsallaşma için gereklidir. b. Fiziksel Bağımlılık: Çocuk belli bir süre fiziksel olarak başkalarına bağımlı kalır. Bu sürede onun bakımı ve eğitimi gereklidir. MESSOYLU | 12 | SAYFA c. Öğrenme Kapasitesi: Eğer çocuğun öğrenme kapasitesi yoksa, uzun süre onun doğuştan itibaren başkalarına bağımlılığı verimsiz kalacaktır. İnsan zekâsının en yüksek düzeyi onun iç biyolojik potansiyellerinden biridir. d. Dil: Öğrenme yeteneği doğrudan dil kapasitesi ile ilgilidir. 3. İnsanın Yaratılışı Çocuğun öteki insanlarla, doğası gereği bir takım ilişkiler kurma isteği içinde bulunması, sevgi, merhamet, utangaçlık, kıskançlık, acıma, beğenilme vb duygusal bir takım deneyimler kazanması gerekir. Bu hisler ayrı kültürlerde farklı biçimlerde dışa vurulurlar. Ancak bunların varlığı evrenseldir. Bu hisler, bireyin başkalarıyla kaynaşmasını, empati yapabilmesini ve onların duygularını paylaşmasını içerirler. TOPLUMSALLAŞMA AMAÇLARI Toplumsallaşma; 1. Tuvalet alışkanlıklarından, bilim yöntemine kadar uzanan temel disiplinleri aşılar. 2. Beklentilerin zihne yerleşmesini sağlar. Örneğin, iyi anne olmak gibi. 3. Toplumsal rolleri ve onları destekleyen tutumları öğretir. 4. Bireye, yetişkin eylemlerine katılması için temel bir hazırlanma ile beceriler öğretir. TOPLUMSALLAŞMA TİPLERİ 1. Başarılı Toplumsallaşma Böyle bir toplumsallaşmadan söz edebilmek için, a. Bireyin daha önceden bildiği tutum ve davranış örneklerini yenilerinden ayırt edebilmesi gerekir. b. Ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarından yararlanılması. Aynı zamanda toplumsal denetimin bir aracıdır. c. İstediği bir hareketten yoksun bırakılan birey karşılaşması ihtimali olan bunalımların uygun bir biçimde yönetilmesi, kişiliği geliştirici bir yönden kullanılması gerekir. Toplumsallaşma, bireyi geliştirir; teşvik eder, uyarır ve motive eder; bireyde sonsuz bir şevk ve arzu çeşitliliği yaratır; gelişime ve başarıya yöneliktir. Böylece toplumsallaşma hem biçimleyici hem de yaratıcı bir süreçtir. 2. Başarısız Toplumsallaşma Böyle bir toplumsallaşma, sapıcı davranışlara ve patolojik boyutlara ulaşır. Toplumsallaşma süreci, her bireyde aynı kalıpta olmaz. Bazı bireyler, içinde yaşadıkları çevrenin uyumsuzlukları nedeniyle, kendi içinde çelişen ya da toplum ölçüleriyle çatışan kalıplar geliştirirler. MESSOYLU | 13 | SAYFA TOPLUMSALLAŞMANIN BİREYSEL GÖRÜNÜMLERİ Toplumsallaşmanın başlıca bireysel görünümleri şu başlıklar altında toplanabilir: • • • • • • • Toplumsal Bakış Çerçevesi Toplumsal Kişi Toplumsal Öğrenim Bireyselleşme ve Ayna Benlik Toplumsallaşma Araçları Toplumsallaşmada Cinsel Rol Farklılaşması Dinsel Toplumsallaşma Toplumsal Bakış Çerçevesi İlk görgü çevresinde edinilen kavramlar sistemini ifade eder. Bireyin kendi toplumunda daha önce biriktirmiş olduğu ilk deneyimler, onun daha sonraki deneyimlerinin temelini oluşturur. Birey daha sonraki deneyimlerinde bu ilk deneyimlerine göre hareket eder. Sosyologlar buna «kültürün içe dönüşü» «bireyler tarafından özümlenmesi» «onun öz malı haline gelişi» derler. Bu ilk deneyimler, bireyin toplumsal durumlarda nasıl hareket edeceğini tayin eden davranış formülleri deposudur. Toplumsal Kişi İnsan toplumsal bir yaratıktır. Ona böyle denilmesinin nedeni, onun insan topluluğuna olan doğal eğilimi ve gereksiniminden ötürüdür. İnsanlar yaradılış bakımından başkaları ile ilişki kurmaya muhtaçtır. Birey toplumdan etkilenir, fakat toplumdan aldığı etkileri kendi kişiliğinin özellikleri yönünden karşıt etkilerle ya da tepkilerle değiştirir. Toplumsal kişilik kavramı ise çeşitli toplumsal rollerin bireşimidir. Her birey bir takım toplumsal roller öğrenmek yoluyla toplumsallaşır. Toplumsal Öğrenim Toplumsallaşma süreci, nihai olarak toplumla ilişki yoluyla bireyin öğrenimi gerçeğine irca edilebilir. Bu nedenle buna «toplumsal öğrenim» ya da «toplumsal yetişme» denebilir. Toplumsal durumlardaki öğrenim süreci, insanlarla ve onlar arasında gerçekleşen bir süreçtir ve bu yüzden de daima toplumsal ilişkileri içerir. Toplumsal öğrenimin başlıca ikincil süreçleri «taklit» «telkin» ve «rekabettir». Taklit: Başkalarının davranışlarını aşağı yukarı aynen tekrarlamaktır. Telkin: Öğrenim dışında gerçekleşen bir süreçtir. Bu, öğrencinin davranışını değiştirmek isteyen kimselerin çabalarında bulunur. Rekabet: Bilgi edinilmesinde iki ya da daha fazla kişinin birbirini uyarmasıdır. Bu husus, çocuğun toplumsal öğrenimi açısından çok önemlidir. Çünkü çocuk, başkalarının onaylaması ihtiyacı duyar. MESSOYLU | 14 | SAYFA Bireyler, toplumun onayladığı davranış biçimlerini öğrenmekte ve onaylanmayanlardan sakınmakta rekabet edici bir öğrenim sürecine tabi olur. Toplumsal öğrenimin temel ön koşulları ise ilişki ve iletişimdir. Bireyselleşme ve Ayna Benlik Her birey, toplumsal deneyimleri kendinde, kişiliğine göre bireyselleştirir. Yalnız bu kavram, toplumsallaşmanın karşıtı değildir. Bu süreçte deneyimler kişiselleştirilir. Her birey yegânedir ve farklı kişiliğe sahiptir. Böylece, bir bireyin kişiliğini oluşturan toplumsal deneyimlerin toplamı hiçbir zaman bir diğer kişininkinin aynısı değildir. Bu yüzden ikisinin toplumsallaşması da yanı değildir. Böylece her kişinin hem yegâne hem de toplumsal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Her birey bulunduğu topluma en iyi uyarlanmayı sağlayan kalıpları benimserken ayrı bir toplumsal kişilik geliştirir. Toplumsallaşma, bireye kişilik kazandırdığı gibi öz benlik de kazandırmaktadır. Öz benlik, bireyin diğer kişilerle paylaştıklarının ve onu diğer kişilerden farklılaştıran ayrıntılarının bilincinde olmasıdır. Kendimizi önce başkalarında görüp tanırız. Bu nedenle çevremizdeki başka insanlara «ayna benlik» diyebiliriz. Bu, başkalarının bireyin kendisine karşı davranışlarında yansıyan benliğidir. Öz benliğin oluşumu, kişinin kendisini başkası tarafından görülen bir konu, bir şey olarak tasarımlamasıyla gerçekleşir. Başkalarının bizi nasıl gördüklerini, tepkilerimizi ve yanıtlarımızı nasıl yorumladıkları hakkında kendi kendimize bir hüküm veririz. Başkalarının oluşturduğu aynada kendimizi görürüz. Toplumsallaştırıcı araç, bütünüyle toplumdur. Bireyin ilişki durumunda olduğu diğer kimseler ve gruplar toplumsallaşmayı gerçekleştirirler. Toplumsallaşma, durgun ve yeknesak bir süreç değildir. Birey, birçok araçla toplumsallaşır. Belli başlı toplumsallaşma kurumları, aile, akran grubu, yurt, kitle iletişim araçları, okul, dinsel kurumlar, gençlik hizmetleri örgütleri, iş örgütleri, siyasal ve ekonomik kurumlardır. Toplumsallaşma; iletişim, işbirliği, katılma ve toplumsal çevre ile gelişir. Toplumsallaşmada Cinsel Rol Farklılaşması Aile içinde kız ve erkek çocuklara farklı davranılmaktadır. Çocuklar daha dört yaşında iken cinsiyet kimliğine ilişkin bir bilince sahip olmaktadırlar. Çocuklar edindikleri deneyimler sonucu rollerini içselleştirmekte ve bunları kişiliğinin bir parçası saymaktadır. Ebeveynlerin çocuklarına uyguladıkları farklı muamele, onlara sağladıkları eğitim fırsatlarında da kendini gösterir. Ailenin ekonomik durumu iyileştikçe ve eğitim düzeyi yükseldikçe her iki cinsiyetten çocuğa eşit düzeyde eğitim sağlama olanağı artmaktadır. Kızlar genellikle, öğretmenlik, sekreterlik, hemşirelik gibi düşük saygınlıklı olarak algılanan, ev kadınlığı rolü ile çatışmayan mesleklere yönelme eğilimdedirler. Erkekler ise, iyi kazanç getiren, riski olan ve ilerlemeye olanak veren mesleklere yönelmektedirler. İşleri planlama, başkalarını yönetme, yetki ve sorumluluk sahibi olma, başkaları ile yarışma erkek çocuklarda gözlenen başlıca meslek değerleridir. Kadınlar, erkeklerle yarışmayı gerektiren mesleklerde kendileri için başarı şansı görmemekte, meslekte ilerlemeyi genellikle yaşam hedefi olarak benimsememektedirler. Bunun temel nedeni ise, kendilerini birinci derecede ev kadını olarak algılamalarıdır. MESSOYLU | 15 | SAYFA Dinsel Toplumsallaşma Din, öncelikle bir eğitim öğretim sorunudur. Ayrıca bütün toplumlarda eğitim, uzun yıllar tamamen dinsel bir karakter taşımıştır. Dinsel toplumsallaşma, çocukluk döneminde çok hızlı gerçekleşir. Önce ailede başlar, sonra akrabalık, komşuluk, arkadaşlık, köy-kent, meslek çevreleri, okul, cami, Kur’an kursu, medya gibi etmenler önemli rol oynar. Ebeveynler, dinsel yaşayış konusunda çocuklarına örnek oluşturur. Çocuklar aile içinde ilk dinsel bilgilerini alırlar, dinsel törenleri ve duaları öğrenirler. 4. BÖLÜM - EĞİTİMİN TOPLUMSAL İŞLEVLERİ Eğitimin işlevleri, bir toplumda eğitimin amaçları ile bağlantılı olup onun tarafından biçimlenir. Bununla birlikte, her toplumda eğitimin değişmeyen genel işlevleri vardır. İşlevler, amaca dönük eylemlerdir. Buna göre, bir eğitim sistemi örgütlenirken başlangıç noktası, önce amaç, sonra işlev olmalıdır. Aksi durumda örgütün amaçlarına dönük bir işlem yapılamamış sayılır. Eğitim yoluyla bireyin hem kişisel hem de toplumsal gelişimi söz konusudur. Bu anlayışla birey, bir bütün olarak ele alınmakta, kendisi ve tolum için en uygun bir biçimde tüm gelişmesi bulundurulmaktadır. Klasik eğitim, mikro eğitim konularını, yani, birey ve okul düzeyindeki eğitim olaylarını ruhsal açıdan ele almış, sadece çocukluk yaşamına önem vermiştir. Oysa makro açıdan modern eğitim, bu sınırları aşmış, insanın sadece okulda değil, onun yaşamı boyunca sürekli olarak eğitilmesi anlayışını benimsemektedir. Makro eğitim, eğitim olayını birey ve okul düzeyinin üstünde inceleyerek eğitim konularının ekonomik, toplumsal ve siyasal yönleriyle devlet düzeyinde ya da daha üst düzeyde eğitimin belli bir kesimi açısından incelenmesini gerektirir. Eğitimin makro açıdan, yani toplumsal, siyasal ve ekonomik yönlerden ele alınışı, son zamanlarda ortaya çıkmış, çağımızda görülen bir gelişmedir. Eğitimin toplumsal işlevleri «açık» ve «gizli» olmak üzere ikiye ayrılır. Eğitimin Açık İşlevleri Eğitimin açık işlevleri, toplumun kültür mirasının birikimi ve aktarılması, yenilikçi ve değişmeyi sağlayıcı elemanlar yetiştirmek, siyasal, toplumsal, seçme ve ekonomik gibi noktalarda toplanmaktadır. Toplumun Kültürel Mirasının Birikimi ve Aktarılması Eğitim, toplumun kültürel mirasının birikimini ve sürekliliğini sağlar. Her kuşak, kültür birikimi sürecini önceki kuşağın bıraktığı yerden devralarak sürdürür. Bu devralma, o toplumun değerlerinin ve toplumsal normlarının öğrenilmesi yoluyla gerçekleşir. Bu görev, bir yanda doğru alışkanlık ve tutumların geliştirilmesini, diğer yandan zararlı olabilecek antisosyal etkenlere karşı koymayı içine almaktadır. MESSOYLU | 16 | SAYFA Eğitimin ikinci bir işlevi ise, toplumun değerlerini ve toplumsal kurallarını, normlarını çocuğa çeşitli yollarla öğretmektir. Bu toplumsallaşma süreciyle kültür, çocuğa aşılanır. Bir önceki kuşaktan bir sonrakine devretme araçları ise dil, deneyim ve bilgidir. Osmanlı İmparatorluğunda 19. yüzyılın ikinci yarısına dek eğitim, İslam kültürünü kuşaklara aktaran bir işlev görmüştür. 2. Mahmut ile 2. Meşrutiyet döneminde ise medreselere karşı kurulan mekteplerde gelişen ve yayılan «Yeni Osmanlılık» anlayışı alternatif bir kültür oluşturuyordu. Bu ikili yapı, Cumhuriyet dönemine kadar devam etti. Bu iki düşünce anlayışa karşı Cumhuriyet «ulusallık» düşüncesini geliştirmeyi amaçlamıştır. Yenilikçi ve Değişimi Sağlayacak Elemanlar Yetiştirmek Yenileşme, hem yeni usuller, hem de yeni düşünceler ortaya çıkarır. Bu yüzden eskiye karşı bir meydan okuma söz konusudur. Burada eğitim sistemi iki çeşit rol oynar. Bunlardan ilki, yenilikçi elemanlar elemanları sağlamak, diğeri ise, asgari uyuşmazlıklarla gerekli değişmeleri gerçekleştirmek biçimindedir. Uzun zaman geleneksel kuralların egemen olduğu toplumlarda değişmeye karşı gelme, genel bir durumdur. Bu olay, özellikle henüz sanayileşmekte olan toplumlarda daha açık bir durum alır. Yenilikçi elemanlar kuşkusuz okullar yoluyla sağlanacaktır. Bunun için eğitim sisteminin kendisini yeniliğe uydurması gerekir. Okul ve bireylerce geliştirilen araştırma ve buluşlar teknolojinin yardımıyla hem yeni, hem de çözümlenememiş eski sorunlara yeni ve yeterli çözüm yolları bularak kültürel mirasa katkıda bulunur. Siyasal İşlev Siyaset kavramı «insan toplumlarını yönetmek sanatı ve işi» olarak ele alınır. Eğitimin siyasal niteliği, onun devletin işlevi oluşundan ileri gelmektedir. Siyasal bakımdan eğitimin başlıca iki görevi vardır. Birincisi, mevcut siyasal sisteme sadakati sağlamaktır. Bütün siyasal sistemler çocuklara ve yurttaşlara bir siyasal eğitim vermek isterler. Böylece, topluma birlik ve beraberlik ruhu kazandırılır. Mevcut düzene sadakatin sağlanması, gerek örgün eğitimde çeşitli derslerde, gerekse yaygın eğitimle, yurttaşların kamu işlerinin yürütülmesine etkin bir biçimde katılmasını sağlayacak hünerler, tutumlar ve yeteneklerle donatılması suretiyle gerçekleştirilir. Bu gerçekleştirme çabasında öğretmenler geniş rol oynarlar. Bu role «değişim ajanlığı» rolü denmektedir. Eğitimin ikinci siyasal işlevi, liderlerin seçilmesi ve eğitilmesi ile ilgilidir. Liderlerin seçim ve eğitilmesinde yine okullar birinci derecede rol oynarlar. Eğitim yoluyla ulusal (parlâmento üyeleri, hükümet üyeleri, yüksek düzeyli devlet memurları) ve yerel (partilerin yerel yöneticileri ve önemli görevlerdeki yerel devlet memurları) önderler yetiştirilir. Osmanlılarda şehzadelerin yetiştirilmesi özel eğitim ağırlıklı idi. Şehzade mektebi bu amaçla kurulmuştu. Diğer yandan Enderun Mektebi devlet memuru yetiştirme amaçlı eğitim vermekteydi. Mutlak krallıklarda, devleti yönetecek kimselerin özel olarak eğitilmelerine büyük önem verilmekteydi. Prensler ileride kral olacak biçimde yetiştirilmekte idiler. MESSOYLU | 17 | SAYFA Oysa demokratik rejimlerde siyasal önder yetiştirilmesi genellikle ihmal edilmiştir. Bununla birlikte, çeşitli eğitim kurumlarının önder yetiştirmede geniş rolleri vardır. Ayrıca bu ülkelerde siyasal partilerin, gönüllü kuruluşların ve meslek örgütlerinin de siyasal liderler yetiştirme görevleri küçümsenemez. Ülkemizde de Cumhuriyetten sonra siyasal önder yetiştirmek amacıyla bir önderlik eğitimi görülmemiştir. Bizde eğitimin siyasal işlevi, ancak birinci anlamda, yani rejime sadakati sağlamak biçiminde anlaşılmış, siyasal liderlerin seçilip yetiştirilmesi ihmal edilmiştir. Siyasal liderlerimiz çoğu zaman rastlantılar yoluyla ortaya çıkmaktadır. Eğitimin Seçme İşlevi Birçok ülkede eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması siyasal bir amaçtır. Bir ülkenin nüfusu, farklı yetenekteki kişilerden bir yetenek havuzu oluşturur. Eğitimin seçme işlevi, bu havuzdaki en yetenekli harika çocukların seçilmesi, onlara tam bir eğitim imkânı verilerek kendilerinden ileride geniş ölçüde yararlanılmasını sağlamaktır. Hangi toplumsal kesimden olursa olsunlar, bu yetenekli çocukların seçilip eğitilmesi ve kendilerinden yararlanılması, hem birey hem de toplum yararınadır. Bu, aynı zamanda fırsat eşitliğinin gerektirdiği bir husustur. Toplumdaki yeteneklerin hemen hepsinden yararlanılabilmesi, iyi bir seçim mekanizmasını gerektirir. Eğitimin seçme ve sınıflama işlevini daha çok okul yerine getirir. En yetenekli kişilerin seçilmesi ve yeteneğine uygun öğretim görmesini okul sağlar. Zekâ bölümü aynı olan çocuklar, aynı eğitim koşullarına sahip değillerse o zaman okul bu işlevini yerine getirmiyor demektir. Çocuğun toplumsal sınıfı, zekâsı, toplumsal konumu okulun seçme işlevini etkileyen etmenler arasında yer alır. Ülkemizde genellikle kitle eğitimi egemendir. Kitle olarak okula gidilir ve mezun olunur. Zekâ derecelerine göre seçim yoktur. Aslında öğrencilerin yeteneklerine göre bir uygulama gerekir. Başka ülkelerde yeteneklere göre gruplandırmalar vardır. Ancak, yeteneklere göre gruplama yapılırken toplumsal sınıflar arasında ayırım yapılmaması gerekmektedir. Ülkemizde özel eğitime tabi kişilerin seçilerek ayrı bir eğitimden geçmeleri yeni bir olaydır. Öğrencilerin yeteneklerine göre seçimini etkileyen bir husus da okulun tek yönlü ya da çok yönlü çalışmasıdır. Ortaokul ve liseler tek yönlü, tek amaçlı okullardır. Üniversiteye eleman yetiştirirler. Amerika ve kısmen İngiltere’ de okullar çok amaçlıdır. Çok amaçlı okulda çocuk, üniversiteye gidemeyecekse, bir meslek öğrenmiş olup iş yaşamına atılmaktadır. Tek yönlü okul, alt sınıftan gelenleri engeller. Çok yönlü okulda yeteneğe göre meslek seçimi daha kolaydır. Çocuk eğer seçtiği meslekte başarılı değilse yeteneğine daha uygun başka bir meslek öğrenmek için dalını kolayca değiştirebilir. Tek yönlü okul tipinde değiştirme olanağı çok zordur. MESSOYLU | 18 | SAYFA Eğitimin Ekonomik İşlevi Eğitimin ekonomik işlevi, ekonominin gereksinimlerine uyan ve geleceğin tüketicilerine gerekli bilgiyi verecek insan gücü ile birlikte beyin gücü sağlamaktır. Ekonomistler, üretim artış oranında eğitimin önemli bir rol oynadığını göstermektedirler. Üniversiteler, sanayileşme ile birlikte özellikle 1930 yılından sonra kendilerini teknolojik topluma uydurmak zorunda kalmışlardır. O zamana dek sadece seçkinleri yetiştirme kurumları olarak işlevlerine ikinci bir işlev daha katıldı. Hem araştırma örgütü olarak ve hem de öğretim kuruluşları olarak yüksek eğitim kurumları, ekonomiye ya doğrudan ya devlet yoluyla daha yakından katıldılar. İnsan gücü gereksinimi nitel ve nicel yönden incelebilir. 1. Nitel Yön: Bireye, genel eğitimle birlikte, endüstriyel becerilerin esaslarının öğretilmesi ve bu becerilerin kazandırılmasıdır. Bu da teknik eğitim yoluyla gerçekleştirilir. Böyle bir eğitimle işgücünün sanayiye bağlılığı sağlanacak, kişide tekniğe karşı alışkanlıklar kazandırılmış olacaktır. Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması da nitel yön ile ilgilidir. Başka bir nitel yön, yeni sanayi toplumu yaratacak ve onu biçimlendirecek insan gücü yetiştirmektir. Burada, değişmeyi kabul edecek insan gücü söz konusudur. 2. Nicel Yön: Gerekli sayıda işgücü sağlanmasıdır. Nicel yönle ilgili bazı noktalar: a. Denge: İnsan gücü gereksinimi ile okullardan mezun olanların sayısı arasındaki dengedir. b. Ortaöğretimin yapısı: Orta dereceli teknik okullar öğrencileri teknisyen ve nitelikli sanatkâr yetiştirmeye hazırlarlar. İşgücünün herhangi bir aşamasında eğitilmiş insan gücü gereksinimi varsa o eğitimin insan gücü kademelerine göre düzenlenmesi gerekir. c. Meslekî rehberlik: Bu rehberlikte, bireyin mesleklere ve meslek seçimine özgü sorunları ele alınarak; bir meslek seçmesi, bu mesleğe hazırlanması ve bu mesleğe girerek orada ilerlemesi için bireye yardım edilir. Mesleği rehberliğin en önemli amaçları şunlardır: Bireyin kendi yetenek, ilgi ve gereksinimlerini tanıması, işler hakkında bilgi sahibi olması, meslek planlarının önemini idrak etmesi, geçici meslek ve öğrenim planları yapması, bazı çalışmalar yoluyla iş yaşamının keşfi, mesleklerle dersler arasında ilişki kurulması, meslekler hakkında nerelerden nasıl bilgi toplanabileceğini öğrenmesi hususlarıdır. II. EĞİTİMİN GİZİL İŞLEVLERİ Eğitimin temel görevlerinin sonuçları olarak sayılan saklı (gizil) görevleri şunlardır: • • • • • • • Eş seçme, Tanıdık sağlama, Konum kazandırma, Çocuk bakıcılığı, İşsizliği önleme, Çocuğun ekonomik sömürülmesini önleme, Temizleyicilik. MESSOYLU | 19 | SAYFA 5. BÖLÜM - EKONOMİ VE EĞİTİM I. EKONOMİ – EĞİTİM İLİŞKİLERİ İnsangücü kaynağının geliştirilmesi ile ekonomik kalkınma ve gelişme düzeyi arasındaki ilişkiler eğitim ve ekonomi ilişkilerinin odak noktasını oluşturur. Bu çerçevede eğitim talebi, eğitim arzı, eğitimin tüketim ve yatırım özelliği, eğitim hizmetlerinin finansmanı, eğitim ve ekonomik kalkınma gibi konular bu ilişkilere birer örnektir. Eğitim, ekonomik kalkınmanın bir sonucu olarak artan mal ve hizmet üretiminde olan talebi artıran, yaşam düzeyini yükselten bir etkendir. Bertnart Russel ekonomik etkenlerin eğitime etkisini dört noktadan ele almaktadır. 1. Bir ülkenin ekonomik koşullarına göre eğitime ayırabileceği para miktarı değişiktir. 2. Eğitim verimi artırmayı amaçlar. Bu doğrultuda, teknik eğitim, bilimsel öğretim ve araştırma geliştirmiştir. Eğitilmiş işçinin daha verimli ve becerikli olduğu açıktır. 3. Dağıtım düzeninin eğitim üzerine etkisi vardır. Dağıtım düzeni, toplumun sınıflara bölünmesini sağlar. Sınıflı bir toplumda ayrı sınıflar ayrı eğitim görecektir. 4. Kişiler tarafından yapılan bağışlar da eğitimi etkiler. II. EĞİTİMİN TÜKETİM ÖZELLİĞİ Eğitimin tüketim yönünü eğitime yapılan giderler oluşturur. Eğitim hizmeti, bütün diğer dayanıklı tüketim mallarından daha uzun ömürlü bir maldır. Eğitim sürekli olarak kullanılmakla tükenmez. Eğitim, insanın yaşamı boyunca kendisinden sürekli olarak yararlandığı, insanın sürekli öğrenmesi ile daha çok yararlandığı bir maldır. Sanayileşme ve teknolojinin gelişmesi ile insanların eğitim giderleri sadece maddî değil, manevî doyum kaynaklarına da yönelir. Böylece insanların zevkinde incelme yaratacak harcamaların sayısı artar. Eğitime ayrılacak giderlerin miktarı birçok değişkene bağlıdır. 1. Ulusal gelir ya da birey başına düşen gelir miktarı eğitim harcamalarını etkiler. Birey başına düşen gelir miktarı arttıkça milli gelirden eğitime ayrılan pay yükselir. 2. Eğitim alanında yapılan harcamaların miktarı, bu konuya halkın gösterdiği ilgiye göre değişir. 3. Öğrenim çağında olan gençlerin sayısı ve bunlardan okula devam edenlerin oranı da etkiler. 4. «İnsan Sermayesi» kuramı, insanların eğitim, yetiştirme veya diğer etkinlikler aracılığıyla kendilerine yatırım yapmaları ve böylece yaşam boyu kazançlarını arttırarak gelecekteki gelirlerini yükseltmelerine dayanır. 5. İnsan sermayesi, işgücünün verimlilik ve kalitesini arttırarak gelecekteki gelir düzeyini yükselten herhangi bir etkinlikle de bağlantılandırılabilir. Bu nedenle sağlık ve göçle ilgili harcamalar da insan sermayesine yapılan bir yatırımdır. MESSOYLU | 20 | SAYFA 6. Eğitimin yararlı bilgi ve beceriler kazandırarak iş görenlerin verimliliğini yükseltir ve böylece onların yaşam boyu kazançlarını arttırır. 7. Fakat eleştirmenler, eğitimin gerekli bilgi ve becerileri kazandırma yoluyla iş görenin verimliliğini arttıramadığını, bir eleme mekanizması olarak görüldüğünü ileri sürerler. Bu husus, eğitimin bireyin verimliliğini doğrudan etkilemeksizin, sadece bir sertifika ya da diploma vererek, bireyin daha iyi bir iş bulmasına yardımcı olduğunu savunan görüşlerle pekiştirilmiştir. Buna «filtre» ya da «eleme» hipotezi, başka bir deyimle sertifika ya da diploma ile belgeleme adı da verilmektedir. 8. İnsan Sermayesi kuramının ülkemiz açısından da görünümü olumsuzdur. Yani, eğitilmiş bireylerin kâr sağlayacağı görüşüne rağmen buna uyulmamakta-dır. İşveren, çeşitli etmenlere göre eleman almakta-dır. İsim yapmış üniversite, siyasal görüş, gösterişi iyi olma, akraba ya da tanıdık gibi etmenler rol oynayabilmektedir. Oysa daha nitelikli elemanlar dışarda kalmaktadır. Ayrıca işsiz üniversiteliler, alan dışında çalışma gibi durumlar da vardır. Böylece eğitime yapılan yatırımlar, toplum açısından pek de kârlı görülmemektedir. Eğitime ayrılan para fazla olmasına rağmen ekonomi bu oranda gelişmemektedir. 9. Ülkemizde eğitim harcamaları öğrenci ve öğretmen sayılarındaki artış artışa paralel olarak artış göstermektedir. 10. Eğitim hizmetlerindeki kalitenin yükseltilesi de eğitim harcamalarını arttırır. Eğitim harcamaları daha çok nicel yönleriyle dikkat çekmektedir. Fakat eğitimde niteliğe de önem vermek istediğimiz zaman eğitim harcamalarını arttırmamız gerekecektir. Eğitimde kalite değişik yönlerden ele alınmaktadır. 1. Bazı yazarlar eğitimin kalitesi ile sadece okula giden çocukların akademik başarısını anlarlar. 2. Elde edilen düşüncelerin yaşama uygulanması, yaşamın çeşitli sorunlarını çözme kapasitesi 3. Düşünme yeteneğinin gelişmesi gibi eğitim sonucu ortaya çıkan topyekûn gelişimi ifade edeler. III. EĞİTİMİN YATIRIM ÖZELLİĞİ Daha çok gıda, giyim ve tüketim mallarına ve refaha ileride sahip olabilmek ve çalışan nüfusun gelecekteki verimlilik kapasitesini artırmak bakımından eğitim bir yatırımdır. Başka bir deyimle eğitim harcamalarının bir kısmı, gelecekte daha fazla kazanç ve tüketim için bugünkü tüketimden yapılan kısıntı, yani yatırım niteliğidir. Eğitim harcamaları, öğrencinin gelecekteki verimliliğini ve kazancını artırması oranında birer yatırım sayılır. Bir makinenin satın alınması, sadece satın alındığı yılda değil, ömrü boyunca üretime katkıda bulunacağı için yatırım olarak kabul edilmesi gibi, eğitimin bireylerin üretim eylemlerini etkileyen yönü de yatırım olarak kabul edilebilir. Ekonomi, nitelikli işçi, uzman ve eğitim görmüş kişilere talep duydukça, ekonominin talebi arttıkça, eğitim yatırımları da artar. MESSOYLU | 21 | SAYFA Eğitim, verimliliğin ve ulusal üretimin artırılmasında değişik işlevlere sahiptir. Bunlar şu noktalar etrafında toplanabilir: 1. Bilimsel araştırma teknikleri geliştirmek ve öğretmek suretiyle verimliliğin artmasında rol oynayacak niteliklerin meydana getirilmesini sağlar. 2. Potansiyel kabiliyetleri keşfeder ve işler. 3. Üretim için gerekli bilgilerin kuşaklararası naklini sağlayacak öğretim üyelerini yetiştirir. Eğitim harcamalarının tüketim ya da yatırım olarak göz önünde bulundurulmasına göre ilgililer, değişik kararlar alabilirler. Örneğin eğitim tüketim olarak görüldüğünde, tüketim harcamalarının kısılması gereken dönemlerde eğitim harcamalarından da kısıntı yapılması gündeme gelebilir. Oysa, eğitim harcamaları yatırım özelliğine sahipse, yapılan kısıntı ekonomik gelişmeyi olumsuz olarak etkiler. Bu nedenle eğitim alanına fazla yatırım yapılmasında yarar vardır. 6. SANAYİDE İŞÇİ EĞİTİMİ Sanayi toplumlarında verimi elde etmek için işçi eğitimi önem kazanmıştır. Çalışanın çevreye ve işine uyarlanması da işçi eğitimine bağlıdır. Bazı ülkelerde işçi eğitimi ve yetişkin eğitimi birbiriyle iç içedir. Teknik gelişmeyi hızlandır-mak ve bunun sonuçlarına uyarlanabilmek için işgücünün teknik ve mesleki bilgi bakımından sürekli bir eğitime tabi tutulması gerekir. İşçi eğitimi ile ilgilenen kuruluşlar: Resmi organlar, Üniversiteler, Bağımsız gönüllü kuruluşlar, Sendikalar Uluslararası organlardır. Değişik ülkelerde bu kuruluşlar işçi eğitiminde değişik oranlarda rol oynamaktadır. Ülkemizde resmi organlar ve işverenler sadece işçi eğitimi ile ilgilidir. Genel işçi eğitimi sendikalarca yürütülür. Resmi organlardan İş ve İşçi Bulma Kurumu, işçi eğitiminde sorumluluk sahibidir. Çırak, usta ve ustabaşı kursları, çıraklık ve iş başında eğitim etkinliği, yerel meslek kursları, dış ülkelere gidecek işçiler için staja gönderme ve seminerler düzenlemektedir. Ayrıca Türk-İş Eğitim Merkezi ve ulusal sendika ya da federasyonlar tarafından işçi eğitimi ile ilgili seminerler düzenlenmektedir. İşçilerin genel eğitimleri 1962 yılından beri sendikalar tarafından yürütülmektedir. Sendika yöneticilerinin eğitimi de bu kapsamdadır. MESSOYLU | 22 | SAYFA I. KALKINMA VE EĞİTİM Kalkınma, gelişmekte olan ülkelerin gelişmesini belli politikalarla hızlandırmak, sanayileşmiş bir yapıya sahip olmak, teknoloji üretmek, insanların davranışlarını değiştirmek ve kabullenilen amaçlara yönelmek demektir. Eğitimin kalkınmanın ön koşulu olduğu gerçeği bugün genellikle kabul görmüş bir görüştür. Kalkınma, toplumun değişme bilincine bağlı bir süreçtir. İşte böyle bir bilince kavuşmanın ilk yolu, insanların eğitilmesidir. Kalkınma ile birçok yeniliklerin gerçekleşmesi doğaldır. İşte bu değişiklikler beşeri sermaye ile gerçekleşir. Kalkınmanın gerektirdiği davranışları benimsemiş insanların yetiştirilmesi eğitim sayesinde olur. ayrıca eğitim, kalkınmanın gerektirdiği becerilere sahip insan gücünü yetiştirir. Ekonomik büyüme, yeni bilimsel bilgilerin birikimi ve bunun teknolojiye uygulanması ile gerçekleşir. Bilimsel bilginin üretimi ve birikimi de yine okul ve eğitimin işidir. Özellikle araştırma, eğitimle gerçekleşir. Eğitim ile kalkınma ilişkisi üç boyutludur: 1. Kalkınma için gerekli bilgi ve beceriye sahip insan gücünün yetiştirilmesi. 2. Kalkınma için gerekli düşünsel yapıyı ve zihniyeti değiştirmek. 3. Bilgi üretmek ve teknolojiyi geliştirmek 7. BÖLÜM - SİYASET VE EĞİTİM I. DEVLET VE EĞİTİM Devlet kurumlaşmış bir güçtür. Bir toplumun amaçlarının ideolojik ve ekonomik yollarla geliştirilmesinde etkili bir yaptırım gücüne sahiptir. Böylece devlet, toplumsal görevlerini yerine getirebilmek için yaşamın her alanına girmektedir. Bu arada ekonomik, örgütsel, hukuksal, askerî ve siyasi sisteme; ekonomik, siyasi ve ideolojik girdiler sağlayarak devletin bakasına katkıda bulunur. Eğitim sistemleri, siyasal sistemin özelliğine göre otokratik ya da demokratik biçimde örgütlenebilir. O halde siyasi gücün biçimi, eğitimin en önemli sınırlayıcısıdır. Bu bağlamda eğitim monarşik bir sistemde otorite merkezlidir. Oligarşik bir siyasi sistemde ise belli bir grubun (soylular, aristokratlar, seçkinler, aydınlar, bürokratlar, askerler, toprak sahipleri, sanayiciler, siyasi partiler, yargıçlar vs.) değerleri ve ekonomik çıkarını koruyacak biçimde düzenlenir. Ancak, demokrasilerde geniş halk kitlelerinin istendik düzeyde eğitilerek bir araya toplaması beklenmektedir. Siyasal güç zorlayıcı bir özelliğe sahiptir. Kaba güç kullanabilir. Siyasal güç ilk çağ demokrasilerinde karara doğrudan katılım biçiminde sağlanmıştır. Fakat bu hakkı kullanan sınırlı sayıda insanlardan oluşan sınıflar olmuştur. Günümüz toplumlarında ise nüfusun fazlalığı, doğrudan katılımı engellemektedir. İnsanlar kendileri adına gücü kullanacak vekilleri seçme yoluna gitmektedirler. MESSOYLU | 23 | SAYFA II. ARİSTO VE EFLATUN’UN EĞİTİM ANLAYIŞLARI Aristo ve Eflatun eğitim ve siyaset ilişkisini ilk kez incelemişlerdir. Eflatun «Devlet» adlı eserinde devletin görevinin sadece yöneticileri değil, bütün toplumu mutlu etmek olduğunu söyler. Ona göre devlette temel olan değerler yiğitlik, bilgelik, doğruluk ve ölçüdür. Devletin yöneticileri filozof olacak, doğruluğu en üst değer sayarak onun hizmetine girecekler ve toplumsal yasaları da ona uyduracaklardır. Aristo’nun düşündüğü eğitim işleri devlete ait olmalı ve yasalarla düzenlenmelidir. Her vatandaş içinde yaşadığı hükümet biçimine göre yetiştirilmeli o hükümetin biçiminin yapısal özelliklerine uygun bir eğitim almalıdır. Eğitimin gayesi genele yöneliktir. Eğitim herkes için aynı olmalıdır. Vatandaşlar devletin birer parçasıdırlar. Parçanın bakımı bütünün bakımından ayrı olarak düşünülemez. Dolayısıyla herkese aynı eğitim verilmelidir. İdeolojik Güç ve Eğitim İdeolojik güç, kaynaklarının bölüşümünü meşrulaştırarak siyasal güce yön veren ve belli bir düşünceye dayanan güçtür. Devletin siyasal ve ekonomik gücünün meşrulaştırılmasına dayanak sağlayan güçtür. İdeolojinin niteliğini açıklayan değişik görüşler vardır. Örneğin, belli bir toplumsal grup ya da sınıfa ait düşünceler kümesidir. Egemen siyasal gücü meşrulaştıran düşüncelerdir. Ya da egemen siyasal gücü meşrulaştırmaya yarayan yanlış düşünceler gibi… Eğitim, egemen ideolojiyi sürekli olarak besleyerek siyasal sistemin kendini yeniden üretmesinde etkin rol oynar. Bu nedenle eğitim önemli sayılır. Bu öneminden dolayı eğitim, aynı değerlere sahip, aynı türden davranış gösteren homojen ve yönetilebilir bir toplum oluşturmak amacıyla devlet tarafından düzenlenir, denetlenir ve finanse edilir. Tarih boyunca eğitimde fırsat olanakları-nın kime sağlanacağı, buna kimlerin karar vereceği daima bir sorun olmuştur. Bu sorunun yanıtı ülkelerin kim ya da kimler tarafından yönetileceği konusu ile iç içedir. Ülke yönetim biçimleriyle kimin eğitim göreceği konusu birbiriyle bağlantılı olarak genelde üç kategori tarafından ele alınabilir. Bireysel yönetim, grup yönetimi, çoğunluğun yönetimi. III. İREYSEL YÖNETİM VE EĞİTİM Monarşik siyasal sistemlerde eğitim, otorite merkezlidir. Son karar hükümdar tarafından verilir. Bu kararın doğru ve yerinde olması hükümdarın iyi eğitilmiş olmasına bağlıdır. Yönetilenlerin eğitilmesi ihmal edilebilir ya da gereksiz görülebilir. Ancak geleceğin hükümdarlarının yetiştirilmesine küçük yaşlarda başlanır. Eğer yönetici olarak kişi yetenekli ise bu eğitim başarılı olur. Örneğin Fatih ve hocası Molla Gürani… Tek kişinin yönetiminde kitlelere zorunlu eğitimden çok din, meslek ya da sanat eğitimleri verilir. Bilgi, beceri ve tutumlar genç kuşaklara geleneksel yöntemlerle aktarılır. Ülke yönetimi için hükümdardan sonra söz sahibi olan siyasal kadronun belirlenmesi ve eğitilmesi her toplum için sorun olmuştur. Her ülke kurduğu seçme sistemi ile geleceğin yönetim kadrolarını oluşturacak adayları belirlemiştir. Bunlara genellikle okuma yazma, güzel konuşma gibi beceriler kazandırılmıştır. Devşirme sistemi… MESSOYLU | 24 | SAYFA İmparatorluk döneminde Çin’de devlet adamı, yetiştirilen yetenekli sıradan vatandaşlara tanınan sistem b konuda iyi bir örnektir. Böylece sıradan insanlara yüksek konumlar kazandırabilecek fırsatlar verilmiştir. Eleme sınavlarını kazananlar siyasal görevlere gelecek biçimde eğitilmişlerdir. Böyle bir uygulama, fırsat eşitliğini temel almıştır. Bu yoldan yoksul vatandaşlar da varlıklılar gibi üst kademelere yükselme şansı bulmuşlardır. IV. SEÇKİN GRUP YÖNETİMİ VE EĞİTİM Bu yönetim biçimi seçkin bir grubun halk kitlelerini yönetmesidir. Oligarşik bir sistemdir ve eğitim belli bir grubun değerleri ve ekonomik çıkarlarını koruyacak biçimde düzenlenir. Bu seçkin grup tarihte aristokratlar olarak anılmıştır. Babadan oğula geçen bu seçkinlikten dolayı toplum sınıflara zümrelere ayrılmıştır. Her sınıfa ve zümreye belirli ve değişmez bir konum verilmiştir. Eğitim sistemi, toplumsal tabakalaşmanın bir görüntüsü olarak asil ve zengin grubun tekelindedir. Avrupa’da halk için ve asiller için olmak üzere iki farklı şekilde sistemleştirilmiştir. Böyle bir toplumsal düzende eğiti türünün belirlenmesi, bireyin ilgi, yetenek ve başarısı doğrultusunda olmayıp, ait olduğu toplumsal sınıf temeline dayalı olarak yapılıyordu. Eğitim sistemi, toplumsal farklılıkları sürdürme üzerine inşa edilmişti. Toplumsal sınıflar arası bir geçişin olmaması, eğitim kurumları arasındaki geçişi de engelliyordu. II. Dünya Savaşından sonra, beklenti düzeyleri yükselen geniş halk kitlelerinin eşit eğitim olanaklarından yararlanma isteklerine gerçekleştirme yönünde bir değişim yaşanmıştır. V. DEMOKRASİ VE EĞİTİM Demokrasi, halk iradesinin ağır basması ya da yönetimin halk tarafından denetlenmesi anlamına gelir. J. Dewey 1916’da yayınladığı eserinde demokrasi ile eğitimin iç içe olduğunu vurgulamıştır. Ona göre demokrasi eğitime adanmıştır ve devletin başarısı toplumun eğitiminde yatmaktadır. Demokrasi: «halk egemenliği» «siyasal gücün, yönetimlerin rızasına dayalı olması» «çoğunluğun yönetimi» «azınlık haklarının korunması» «temel insan haklarının güvence altında olması» «özgür ve adil seçimler» «yasalar önünde eşitlik» «uyuşmazlıkları yasalara dayalı olarak çözme» «toplumsal ekonomik ve siyasal çoğunluk» «hoşgörü, işbirliği ve uzlaşma değerlerinin paylaşılması» «hükümetin anayasa ile sınırlandırılması» anlamlarında kullanılabilmektedir. Bir toplumdaki insanlar, farklı amaçlara sahip farklı gruplarda yer alabilirler. Bu insanların bir araya gelmelerindeki temel neden çıkar birlikteliğidir. Farklı gruplar, aynı zamanda farklı değeler de geliştirirler. İşte demokratik rejim, farklı değerlerin yaşamasına onların, kendilerini ifade etmelerine olanak tanıyan bir sistemdir. Toplum, bir değerler yumağıdır ve sahip olduğu değerlerin çokluğu ile anlam kazanır. Bir toplumda çok sayıda değerin olması o toplumun demokratik olmasının en önemli kanıtıdır. Demokratik sistemlerde bireyler ve gruplar arası iletişim oldukça gelişmiştir. Kuşkusuz eğitim, demokratik toplumların en önemli iletişim aracıdır. MESSOYLU | 25 | SAYFA Demokratik toplumlarda eğitim, aynı gereksinimlere sahip farklı grupları bir araya getiren temel bir araçtır. Bu farklı grupların değer sistemlerinin birbirlerini tanımalarına, etkilenmelerine ve kabullenmelerine olanak sağlar. Eğitim ırk, dil, din gibi ayrım etkenlerini toplumsal sorun olmaktan çıkarıp toplumda yer alan tüm değerleri bir zenginlik olarak korur. Demokratik bir eğitimden değişme ve tartışmalara barışçıl yollarla çözüm getirme, demokratik kurallara uyma, zorlama yapmama, düşünce tartışmalarını olağan olarak karşılama, adaleti sağlama, temel insan hak ve özgürlüklerini, eşitlik ve halk egemenliği gibi demokratik vazgeçilmez değerleri üretmesi ve yaşatması beklenir. Demokrasi, eğitilmiş insana gereksinim duyar. Temel hak ve özgürlükleri sağlamada bireylere sorumluluk yükler. Demokratik bir sistemde eğitimin temel işlevlerinden birisi de insan zihninde köklü demokrasi düşüncesini yerleştirecek bir bilinç oluşturmaktır. Özgürce düşünebilen, düşüncesini açıkça ortaya koyabilen ve tartışabilen insanlar yetiştirmek demokratik bir eğitimin temel amacıdır. Çünkü düşünceler tartışıldığı ölçüde gelişir, olgunlaşır ve zenginleşir. Demokratik Bir Eğitimin Nitelikleri a) Bireyler üretken, etken ve eleştirel düşünceye sahip vatandalar olarak eğitilir. b) Eğitim sistemi, yeniliklere ve değişmelere açık, esnek ve merkezî olmayan bir yapılanma modeline sahiptir. c) Herkese açık ve çok sayıda olanak bulunur. d) Eğitim olanaklarından yararlanmada din, dil, ırk, cinsiyet gibi özellikler ol oynamaz. e) Bireylerin okul yönetimine katılma ve işbirliği yapma hak ve sorumlulukları vardır. f) Okul programları yeteneklerin geliştirilmesi temeline dayanır. g) Öğrenci-öğretmen-yönetici ve çevre ilişkilerinin demokratik olduğu söylenebilir. h) Halk, kendisini yönetecek kişileri seçtiği için bu konuda sorumlu olarak eğitilir. i) Eğitim açık fikirliliği geliştirir. j) Okul değişik uğraşılar için ortam oluşturur. k) Eğitim üzerindeki siyasal denetim, asgari düzeydedir. VI. EĞİTİMİN DENETİMİ Her ülkenin kendi sosyo-kültürel yapısı ve tarihsel koşullarına göre eğitim denetimi farklılaştığı için eğitimi denetleyen değişik değişik kurumlar ortaya çıkmaktadır. Din: Özellikle Avrupa’da ilk açılan okulların bazıları kilise tarafından kurulmuş ve denetlenmiştir. Selçuklu ve Osmanlı denemi medrese ve sıbyan mektepleri de dini bir eğitim vermekteydi Meslek Kuruluşları: Batıda lonca ve bizde ahilik gibi meslekî kurumların etkileri olmuştur. Sendika, vakıf ve benzeri dernekler günümüzde de eğitim üzerinde etkilidir. MESSOYLU | 26 | SAYFA Yerel Toplumun Denetimi: Adem-i merkeziyetçi yönetim biçimine sahip olan bazı ülkelerde eğitim, yerel toplumların denetimindedir. Siyasi Partiler: İktidardaki siyasi partinin üstün durumu, eğitimin denetimini etkiler. Baskı Grupları: Eğitimi dolaylı yönden denetleyen kurumlardır. Okulların yönetimi, öğretmenlerin görevleri konularında denetim kurarlar. Sınav Sistemi: ÖSS ve ÖYS gibi kurumsallaşmış sınavlar, ortaöğretim kurumlarında işlenen derslerin içeriğini ve sınıf içi etkinlikleri çok yakından etkileyebilmektedir. Değerler Sistemi: Halkın benimsediği değerler sistemi, halkın eğitiminin amaçlarını ve eğitim süresini tayin eder. Vergi Mükellefleri: Eğer okullar, öğrenim ücreti alıyorsa, öğrencinin babası tarafından beklenen sonuçları yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde baba çocuğunu okuldan çeker. Katılımcı Demokrasi: Kişilerin kendilerini etkileyen kararların oluşturulması sürecine katılmasıdır. Küreselleşme: Beraberinde getirdiği uluslararası kültürel temasların artan sayısı, demokratik hareketlilikleri dinçleştirmiştir. BM ve AB gibi uluslararası örgütler, demokratik olmayan devletlere demokratik yönlerde hareket etmeleri konularında dış baskı uygulamışlardır. Kapitalizmin genişlemesi, demokratikleşmeyi kolaylaştırmıştır. İnternet, güçlü bir demokratikleştirici güçtür. Ulusal ve kültürel sınırları aşar, fikirlerin kürenin her yanında yayılımını kolaylaştırır ve benzer fikirli insanların siber uzayda birbirlerini bulmalarına izin verir. 7. BÖLÜM SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE EĞİTİM Demokratik ülkeler sivil toplum kuruluşlarıyla daha sağlıklı bir görünüme kavuşurlar. Bugün çağdaş demokrasilerde sivil toplum kuruluşları, toplumun vazgeçilmez ögeleri arasındadır. Ülkemiz de öteden beri bu ögeleri benimsemiş ve toplum yaşamında denemiştir. Cumhuriyetimizin gelişim çizgisinde sivil toplum örgütleri de yer almıştır. Fakat bunların etkinliği 1970’li yıllardan sonradır. I. SİVİL TOPLUM KAVRAMI Sivil toplum, üyeleri öncelikle devlet dışı etkinliklerle ve bu etkinlikler dolayısıyla devlet kurumları üzerinde bir çeşit baskı ve denetim uygulayan, kendi kimliklerini koruyan ve dönüştüren kurumların oluşturduğu bir bütündür. STK’lar denildiğinde, aralarında vakıfların, baroların, sendikaların, derneklerin, kooperatiflerin ve yurttaş girişimlerinin dahil olduğu geniş bir örgütlenme yelpazesinden söz edilebilir. Bu kuruluşlar, kendi amaçları ile ilgili parlamento dışı muhalefeti gerçekleştirirler. Sivil toplum kavramının özellikleri: Devlet denetimi ya da baskısının ulaşamadığı ya da belirleyici olamadığı durumlarda bireylerin / grupların devletten izin almadan, kovuşturmaya uğrama korkusu taşımadan ve ekonomik ilişkilerin baskısından da büyük ölçüde bağımsız olarak hareket ederek tutum belirleyebildikleri, gönüllü ve rızaya dayalı ilişkilerin, etkinliklerin ve kurulların oluşturabileceği bir toplumdur sivil toplum. Sivil toplum, insanların siyasal otorite olmadan yaşamlarını, ekonomik ilişkilerini, aile ve akrabalık yapılarını, dinî kurumlarını yaşayabilecekleri bir yapıdır. Sivil toplum, siyasal otoriteden bağısız olarak var olamaz ve genel görüşe göre sivil otorite siyasal otorite olmadan uzun süre yaşayamaz. Böylece ikisi arasında net bir sınır kolay kolay çizilemez. MESSOYLU | 27 | SAYFA Sivil toplum kuruluşları aşağıdaki alanlarda etkinlikler gösterir: • Kamusal bir gereksinimi karşılayan ve kamu hizmeti yapan kuruluşlar • Özel ilgi ve özel gereksinimleri karşılamaya dönük kuruluşlar • Meslek mensuplarının gereksinimlerini karşılamaya yönelik kuruluşlar • Hayırsever dernekleri gibi bazı özel grupların gereksinimlerini karşılamak için kurulanlar. Sivil Toplum ve Devlet Sivil toplum her şeyden önce devletin dışındaki bir alanı çağrıştırır. Kendine devlet dışında bir alan bulmasıyla da devletin karşıtı bir konumda yer alır. Sivil toplum için amaç, devletin ekonomik, siyasal ve kültürel düzeyde varlık alanının daraltılmasıdır. Sivil toplum olgusu, ancak demokratik bir ortamda oluşur. Demokratik bir ortam da devletin varlığına gereksinim duyar. Kısacası, devlet ve sivil toplumun birbirini destekleyici bir rolü vardır. Sivil toplum, kendi ilke ve kurallarına göre işler. Devlet otoritesi dışında kendi kendini düzenleyen özerk alanlar sivil toplumu ifade eder. Sivil toplum derken devletin alabildiğine dar bir alanda yer aldığı çoğulcu ve katılımcı nitelikler söz konusudur. Sivil toplumun boyutları: • Kurumların, örgütlerin ve düşüncelerin çoğunluğuna dayanan kamusal alan, «Mahremiyet» özerk bireysel ahlaki tercih, • Toplumsal alanın korunması ve geliştirilmesi için gerekli bir dizi hakları içeren yasal sistemin varlığı, • Toplumsal örgütlenme, • Gönüllülük, • Toplumsal düzeyde bir özerkleşme, • Baskı mekanizması oluşturma. Avrupa’da sivil toplum, şu nedenlerle giderek etkinlik alanını genişletmiştir: • Birey ve birey özgürlüğüne dayanan bugünün toplumlarında dayanışmanın ortadan kalkması, • Temsili demokrasinin bugünkü toplum koşullarına giderek uymaması, • Partilerin belli toplumsal sınıfların temsilcisi olmaktan çıkmaları • Sağ ile sol arasındaki çizginin giderek belirsizleşmesi, • Devletin ideolojik ve ekonomik alanlarda küçülmesi, hizmet alanlarında ise daha etkin olması konusundaki beklentiler. STK’LARIN EĞİTİM HİZMETLERİ A. Vakıflar Ve Eğitim Hizmetleri Öteden beri vakıflar çok çeşitli hizmetlerin yanında eğitime de yönelmişlerdir. Vakıfların eğitim hizmetlerine yönelik örnekler: • Yoksulların karınlarının doyurulması, • Okul öğrencileriyle, esnaf, çırak ve kalfalarına bahar aylarında kırlarda ziyafet verilmesi, • Bazı eğitim kurumlarına katkı ve yardım, • Vakıf öğrenci kampları ve yurtları açılması, • Burs verme. B. Dernekler Ve Eğitim Hizmetleri Eğitim amaçlı birçok dernek ülkemizin çeşitli yörelerinde yer almıştır. Bu dernekler de yoksul ve başarılı çocukların okutulması-na katkıda bulunmuşlardır. MESSOYLU | 28 | SAYFA Stk’lar ve Eğitim Sonuç • • • • Sivil toplum ölçütleri; hoşgörü, çoğulculuk, birey değeri, yurttaş kimliği olarak ortaya çıkmaktadır. Çağdaş demokrasilerde devletin üzerinden attığı sosyal yardım işlerini sivil toplum kuruluşlarına yüklemek gibi bir eğilim vardır. Türkiye’de sivil toplum kavramı 1980 sonrasında gündeme gelmiştir. Toplumun sorunlarını çözme işlevini yüklenen en büyük örgüt olan devletin birçok alanda yetersiz kalması, hatta bir dizi alanda topluma karşı tutum alır duruma gelmesi sonucunda doğan boşluklar, bireylerin kendi örgütlenmeleri ile doldurulur duruma geldi. 8. BÖLÜM ÇEVRE VE EĞİTİM 1970 yılından sonra çevre sorunları güncel olmuş ve bütün dünyada büyük bir ivme kazanmıştır. Bu arada toplumsal bilimlerdeki uzmanlaşmaya paralel olarak sosyolojide «Çevre Sosyolojisi» adında yeni bir alan ortaya çıkmıştır. Çevre nedeniyle ortaya çıkan insan ilişkilerini ele alan çevre sosyolojisi, he ülkede ilgi çekmiştir. Bu dal, çevre-toplum ilişkilerini çok boyutlu olarak ve disiplinler arası bir biçimde incelemektedir. I. ÇEVRE EĞİTİMİ Çevre için eğitim, genel olarak çevrenin tasarımcısı, öğesi ve kullanıcısı olan insanın çevre açısından ve çevre bağlamında eğitilmesi işlevleri ve sürecidir. Bu tanım çerçevesinde çevre eğitimi, bilgilendirme, bilinçlendirme, uyarlama, geliştirme, koruma gibi öğeleri içermekte ve insanda bu doğrultuda davranışlar oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu konudaki tutumlar, beceriler, eylemler ve motivasyon önemli roller oynamaktadır. Çevre Eğitiminin Nitelikleri Çevre için eğitim, sürekli bir süreçtir. Çevre için eğitim, multidisiplinerdir. Yani çok farklı bilim alanlarını kapsar. Farklı disiplinlerdeki bilgilerin arasındaki ilişkilerin incelendiği alan. O halde disiplinler arası bir yaklaşım takip edilmelidir. Çevre için eğitim, çok işlemli bir eğitim türüdür. Toplumda ve tüm eğitim kurumlarında gerçekleştirilmelidir. İnsanın iletişim içinde bulunduğu tüm ortamlarda çevre için eğitim yapılmalıdır. Uygulamalı etkinliğe yer verilmelidir. Çevre için eğitim, mevcut çevre sorunları ile bu sorunların çözümü arasında fikir birliği sağlamayı ve sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirmeyi amaçlar. Çevreyi bir bütün olarak ele almak gerekir. Yani, doğal ve yapay, teknolojik ve toplumsal yönleriyle birlikte. Yerel, ulusal ve uluslararası işbirliği gerekir. Bu eğitim, her yaş grubuna verilmelidir. Öğrencilerin çevre sorunlarının gerçek nedenlerini kendilerinin bulmasına çalışılmalıdır. Eleştirel düşünce ve sorun çözme becerisi devreye sokulmalıdır. Çevre Eğitiminin Amaçları Bilinçlendirme: Birey ve toplumların tüm çevre ve çevre sorunları hakkında bilinç ve duyarlılık kazanmalarını sağlamak. Bilgilendirme: Birey ve toplumların çevre ve çevre sorunları hakkında temel bilgi ve deneyim sahibi olmalarını sağlamak Beceri: Birey ve toplumların çevre sorunlarına çözüm geliştirmeleri için beceri kazanmalarını sağlamak. Katılım: Birey ve toplumların çevre sorunlarına çözüm geliştirmede etken olmalarını sağlamak. Kısaca, çevrenin korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir bir çevre ve toplumun oluşturulması, başlıca amaçlardır. MESSOYLU | 29 | SAYFA Öğretim Düzelerine Göre Çevre Eğitimi Okulöncesi Dönem: Küçük çocuk için çevre, içinde bulunduğu ortamın tümüdür. Odası, evi, aile bireyleri, komşuları, varsa bahçe sokak vs. Yaşamın ilk yıllarında çocuğun çevresiyle ilgili olarak öğrenecekleri • Çevreyi tanımak • Çevreyi korumak olarak ikiye ayırılır İlk ve Ortaokul Dönemi: Çevre eğitiminin ayrı bir ders olarak değil diğer tüm derslerin çerisine yayılarak okutulması tavsiye edilmektedir. Çevre bilgisine yönelik içeriğin bilgi, kavrama, uygulama, analiz ve sentez düzeyinde davranışlara dönüştürülmesi gerekmektedir. Ortaöğretim Dönem: Temel Ekoloji Bilgisi, Yaşadığımız Çevre, Çevre ve Sağlık, Yapay Çevre, Afetler, Nüfus Hareketleri ve Sosyal Çevre dersleri çevre ile ilgili seçmeli dersler grubunu oluşturmaktadır. 9. BÖLÜM EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ Genel olarak «fırsat eşitliği» kavramı, kaynaklara ulaşabilme ya da onlardan yararlanma eşitliğidir. «Eğitimde Fırsat Eşitliği» kavramı ise, eğitimsel kaynaklara ulaşabilme ya da onlardan yararlanma eşitliğini ifade eder. Başka bir deyimle, özellikle demokratik toplumlarda, hiçbir ayırım yapmaksızın herkesin potansiyel ve yeteneklerini en uygun biçimde geliştirmede eğitim hizmetinden eşit ölçüde yararlanma şansına sahip olmalarıdır. Eğitimde Eşitlik Kavramı Genellikle üç tür eğitim eşitliği üzerinde durulmaktadır. 1. Herkese En Üst Basamağa Kadar Öğretim Sağlamak Bütün vatandaşlara, tüm öğretim aşamalarının en üst kademesine kadar çıkma hususunda hak ve olanak tanımaktan oluşan bir eşitlik kavramıdır. Bu, bir ideal olmakla beraber biyolojik ve ekonomik etmenler bunun gerçekleşmesini engellemektedir. 2. Herkese Muayyen Düzeyde Bir Asgari Öğrenim Hakkının Sağlanması Bu görüş, her ülkenin okula zorunlu devam yasaları yoluyla gerçekleştirilmektedir. Tüm çocukları asgari bir öğretime ulaştırma amacı güdülmektedir. Bu hak, gelişmekte olan ülkeler için ilk ya da orta öğrenim düzeyleri bakımında gereklidir. Yetenekli bireylere daha yukarı eğitim olanakları sağlanması için bu bireylerin seçilmesi gerekir. Bu seçimin de yapılabilmesi için asgari bir öğretim olanağının herkese sağlanması gereği vardır. 3. Her Bireyin Kendi Yetenek ve Potansiyelinin Tamamından Yararlanmasını Sağlayan Bir Öğretime Kavuşturulması Bu alandaki eşitlik, bireylerin kendi potansiyellerinden yararlanma hakkı olarak anlaşılmalıdır. Fakat bu eşitliğin gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilmesinin mümkün olduğu söylenebilir. Az gelişmiş ülkelerde bireylerin ve toplumun bazı alışkanlık ve gelenekleri buna engel olmaktadır. Örneğin okutulmadığı için pek çok yeteneğini keşfedemeyen ve geliştiremeyen kız çocukları… Bütün bu eşitlik anlayışlarının genel amacı, bireylere muayyen bir hak sağlamaktır. Anayasamızın 10. maddesi: «Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.» İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 26. maddesi: «Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.» MESSOYLU | 30 | SAYFA Eğitsel Fırsat Eşitliği ve Eğitsel Başarı İlişkisi Bu ilişkilerin ne olduğu konusunda geliştirilmiş modeller 1-Meritokrasi Modeli: Bu modele göre çocukların öğrenme potansiyelleri, doğuştan eşit değildir. Varlıklı ve zeki veliler, üstünlüklerini çocuklarına aktarır ve onların okul başarısını etkilerler. Başarı farklarının kaynağı, kalıtsal yetenektir. Aile, okul ve çevre gibi toplumsal etmenler, sadece biyolojik donanımı pekiştirir. Kamusal eğitimin görevi, yüksek beceri, yüksek konum ve önderlik mesleklerini en iyi yerine getirecek yetenektekileri seçip yetiştirmekten oluşur. Bu durumda eğitsel fırsatların ve koşulların eşitlenmesi, kalıtsal eşitsizliği daha belirgin hale getirir. 2-Köktenci Model: Bu modele göre eğitsel başarıda aile çevresi yetenekten daha önemli ve belirleyicidir. Bu durum, toplumsal-ekonomik yapı eşitsizliklerini yansıtır. Yetenek ne de olsa ailedeki koşullar ve ilk toplumsallaşma yaşantılarının bir sonucudur. Yoksul kökenlerden gelen çocuklar, zekâ geliştirebilecek fırsat eşitliğine sahip değillerdir. Çoğu «okuyamaz» diye etiketlenirler. Köktencilere göre eğitsel fırsatların eşitlenmesi için, mevcut toplumsal-ekonomik yapının değiştirilmesi gerekir. 3-Geleneksel Seçkinci Model: Tutucu olarak adlandırılan bu gruptakiler, ayrıcalıklı sınıf çocuklarının daha zeki ve başarılı olmalarını, daha nitelikli ve seçkin okullara gitmeleri gerektiğini savunurlar. Bu yüzden fırsatları kısıtlayan bir eğitim sistemi kaçınılmazdır. Seçici, ayrıcalıklı, özel okulların bütünlüğünü bozabilecek reform denemelerinden kaçınılmalıdır. Bunlara göre zekâ, doğal olmayıp, toplumsal bir özelliktir. Bu özelliğin de yüz yıllar süren seçicilik ve kültürün bir yansıması olduğuna inanırlar. 4-Evrimci Liberal Model: Bunlara göre yetenek, büyük ölçüde kalıtsaldır. Fakat yetenek kalıtımı, bir kuşaktan diğerine, sınıflar arasında büyük çapta alışkanlığa yol açar. Dolayısıyla da eğitimde yetenek ölçümüne dayalı bir seçme sürecinin, toplumsal fırsatları artıracağını ileri sürerler. Zekâ, aile ile kökeni arasında zayıf bir ilişki kurarlar. Meritokratik modelden farkları budur. 5-Ödünleyici Liberal Model: Bunlara göre zekâ, temelde kalıtsal değildir. Eğitim sistemi, evdeki yoksunluk durumunu ve toplumsal eşitsizlikleri giderici bir araç olarak kullanılabilir. Bunlara göre, aile çevresi ve başarı arasında önemli bir ilişki vardır. Bunların bazılarına göre belli bir politika takip edilerek ailenin kültürel yoksunluğu değiştirilebilir. Bu modeller sanayi toplumlarında belli bir süre uygulanmışlardır. EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİNİ ENGELLEYEN ETMENLER A. EKENONOMİK ETMENLER 1. Ailenin Gelir ve Mesleği a. Gelir Genellikle gelir ile doğurganlık ters orantılıdır. Bunun bir sonucu olarak okul çağındaki çocukların nispeten büyük bir kısmının düşük gelirli ailelerde toplandığını gösterir. Dolayısıyla bu tür ailelerdeki çocukların büyük bir kısmı zorunlu eğitim sonrası eğitim kurumlarına devam edememektedir. Çocuk gelir getirecek bir işte çalışmayı eğitime tercih etmek zorunda kalmaktadır. Aile geliri, bir kimsenin alacağı eğitimin sadece miktarını değil, aynı çeşidini de etkilemektedir. Yüksek gelirli ailelerin, çocuklarına daha fazla eğitim verme olanakları vardır. Bu yüzden hazırlanması birçok yılları alan ve daha pahalı okulları gerektiren mesleklere özenmeleri daha fazla olanaklıdır. Diğer yandan düşük gelirli çocuklarının daha çok ticaret ve sanayi kurslarına gittikleri görülmektedir. MESSOYLU | 31 | SAYFA b. Meslek Gelir ile meslekî saygınlık arasında olumlu bir ilişki vardır. Ebeveynlerin meslek konumları ile çocuğa verilen eğitim miktarı arasında da olumlu bir ilişki vardır. Mesleki statü ne kadar düşük olursa çocuklara verilen eğitim miktarı da o kadar düşük olmaktadır. Yüksek öğretimin paralı olduğu toplumlarda bu fark daha da artmaktadır. Çocuğun kişisel harcamalarına ilave olarak eğitim ücretinin ödenmesi fakir ailelere olumsuz yansıyacaktır. 2. Devletin Ekonomik Gücü Eğitimde fırsat eşitliğini gerçekleştirmek devletin bir işlevi olmakla birlikte, özellikle gelişmemiş ülkelerde sınırlı bütçe olanakları bu işlevini yerine getirilmesini zorlaştırmaktadır. Ancak ekonomik olanaklar elverdiğinde devlet bu işlevi yerine getirebilmektedir. Bu yönden devletin işlevleri, yoksul çocukların eğitimini sağlamak, bölge okulları açmak, burs, kredi ve beslenme imkânlarını artırmak biçiminde gelişmektedir. B. COĞRAFİ ETMENLER 1. Yerleşim Düzeni Kırsal alanlarda yaşayan ailelerin çocuklarını ortaokul ve liseye göndermelerinde ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Yatılı bölge okullarının uygulamadan kalkması ile bu ailelerin çocukları ya okullara günübirlik taşınmakta ya da okul pansiyonlarında barınmaktadırlar. Kasaba ya da kentlerde yaşayan ailelerin çocukları kırsal alanda yaşayanlarda daha avantajlı durumdadırlar. Günümüzde nüfusun sadece %7,7’si kırsal alanlarda yaşamaktadır. 2. Yöresel Farklılaşma Eğitim hizmetlerinden yararlanma açısından ülkemizin doğu ve batısı oldukça bir farklılaşma göstermektedir. Eğitim hizmetlerinden nicel ve nitel yönden Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu 'da daha yetersiz bir durumdadır. Üniversiteye yerleşme açısından en başarısız liseler bu iki bölgenin okullarıdır. C. TOPLUMSAL ETMENLER 1. Cinsiyet Ayrımı Gelişmiş ya da az gelişmiş olan her ülkede kadın eğitimi, erkeklere oranla daha düşük bir düzeyde kalmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde zorunlu eğitim sonrası öğretime devam bakımından kadın erkek farklılaşmasında kadınlar aleyhinde bir durum söz konusudur. Ülkemizde de son yıllarda kadın ve erkeklerin okullaşma oranlarında bir dengenin oluştuğu söylenebilir. 2016-2017 Öğretim Yılı Cinsiyetlere Göre Okullaşma Oranları İlkokul Ortaokul Lise Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın Toplam Erkek Kadın 91,16 91,08 91,24 95,68 95,60 95,76 82,54 82,69 82,38 MESSOYLU | 32 | SAYFA 2. Din Ayrımı Ülkemizde azınlıklar Osmanlı İmparatorluğu zamanında eğitim yönünden oldukça ayrıcalıklı ve üstün bir durumda idiler. Lozan antlaşması ile eğitimlerini kendi dillerinde yapmaları bakımından yerli halkla eşit duruma getirilmişlerdir. Azınlıklar, kendi okullarına ya da devletin okullarına gitmede serbest bırakılmışlardır, eğitimin her kademesi kendilerine açıktır. Çoğunluk Müslüman olduğu için ülkemizde din ayrımı ya da ayrıcalığı yoktur ve mezhep farklılığı da eğitimi etkileyen bir etmen değildir. 3. Dil Faktörü Birden fazla dil konuşulan ülkelerde eğitim yönünden pek çok sorunlar ortaya çıkmaktadır. ülkemizde azınlıklar, kendi dillerinde eğitim yapabilmektedir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan ve aile içerisinde Kürtçe ve Zazaca konuşulan ailelerin çocuklarının eğitimde ciddi sıkıntılar çektiği bilinmektedir. Ancak bu sıkıntıların neler olduğunu ortaya koyacak bilimsel araştırmalar mevcut değildir. Ancak ana dili Türkçe olan akranlarına nazaran bu çocukların akademik açıdan, en azından ilk yıllarda, geride kaldığı bilinen bir gerçekliktir. 4. Irk Ayrımı Çeşitli ülkelerdeki ırksal ve etnik gruplar, eğitim eşitliği bakımından aynı durumda değildir. örneğin, ABD’de beyazlar ve zenciler arasında keskin olan ayrımın bu günlerde yok gibidir. ama İsrail’de Yahudi ve Arapların eğitime ulaşma ve aldıkları eğitimin kalitesinde çok keskin bir ayrım vardır ve bu ayrım yakın bir gelecekte ortadan kalkacak gibi de görünmemektedir. Ülkemizde eğitime ulaşma ve eğitimin kalitesi açısından bir ırk ayrımı olduğunu iddia etmek mümkün görünmemektedir. 5. Nüfus Etmeni Toplam nüfus içerisinde eğitim-öğretim çağında bulunan çocukların ve gençlerinin yüksek olması eğitime daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu oran düşük iken gelişmekte olan ülkelerde daha yüksektir. Ülkemizde 2015-2017 öğretim yılında ilkokulda 5.360.703 , orta okulda 5.211.506 ve lisede 5.807.643 olmak üzere toplamda 16.379.852 öğrenci öğrenim görmektedir. Bu sayı 5-6 AB ülkesinin nüfusuna denk gelmektedir. Sayının büyüklüğü eğitim hizmeti için ayrılması gereken finansman miktarını artırmaktadır. D. SİYASAL ETMENLER Eğitim politikalarını belirleyen devlet, aynı zamanda eğitimde fırsat eşitliğini engelleyen bir etmen durumundadır. Çeşitli siyasal partiler arasındaki görüş ayrılıkları istikrarlı ve dengeli bir eğitim felsefesinin ve politikasının izlenmesine engel olabilir. Bu da eğitimde fırsat eşitliğini zedeleyebilir. Siyasi partiler eğitimde izleyecekleri politikaları halka açıklayarak onların oylarını talep ederler. Halk tarafından tercih edilen siyasi parti iktidar olduğunda kendi eğitim politikalarını uygulamaktadır. Bu durum demokratik yönetimin bir gereğidir. Ülkemizde özellikle 28 Şubat postmodern darbesi ile eğitimde fırsat eşitliği 13 yıl boyunca katledilmiştir. Bu darbe sürecinin ardından üniversitelere yerleştirmede katsayı uygulamasına geçilmiştir. Bu uygulama, özelde imam hatip liseleri, genelde meslek liseleri mezunlarının üniversitede bir programa yerleşmesini olanaksız hale getirmiştir. Nihayetinde 2009 yılında YÖK Genel Kurulu'nun aldığı karara göre meslek lisesi öğrencileri ÖSS'de puan kaybetmelerinin önüne geçildi ve 2010'dan itibaren bütün öğrencilerin katsayıları 0.15'le çarpılarak bu adaletsizliğe son verildi. MESSOYLU | 33 | SAYFA E. BİREYSEL FARKLILIKLAR Bireysel farklılıklar, kişiler arasında gözlenen zekâ, özel yetenek, duyumsal ayırt etme, motor kapasiteler, algı gibi farklılıkları ifade etmektedir. Bireysel farklılıkların önemi, diğer ekonomik, toplumsal ve siyasal eşitsizlik etkenlerinin denetlenmesi durumunda dahi, bireylerin potansiyel ve yeteneklerinin eşit olmamasından dolayı eşitsizliğin sürmesinde yatmaktadır. Psikolojik etmenlerin giderilmesi, (a) Eğitim hizmetle-rinin bireysel farklılıkları göz önünde tutularak üretilmesi ve (b) Teknolojik gelişmeler ve bunun eğitim sürecine yansıtılması ile mümkün görünmektedir. IV. EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİNİ SAĞLAMA Eğitimde fırsat eşitliğini önlemenin yolları aşağıdaki noktalar etrafında toplanabilir: Okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması, Yoksul aile çocukları için aileye ekonomik destek verilmesi, Öğretim kademeleri arasında dikey ve yatay geçiş olanaklarının sağlanması, Öğrenimlerini bitirmeden okulu bırakanların kaldıkları yerden itibaren yeni ve kendilerine uygun programlarla eğitimlerini tamamlayabilmeleri için bir sistem oluşturulması Yaygın yetişkin eğitimi programlarının gerçekleşmesi, Her öğretim düzeyi karşılığı iş yaratma olanağı, Çok amaçlı ve seçme olanağı olan çok programlı öğretim, Öğretimin her kademesinde rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması, Sayısal ve niteliksel yeterlikte dengeli bir öğretmen ile araç-gereç dağılımının gerçekleşmesi. 10. BÖLÜM TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EĞİTİM A. Toplumsal Farklılaşma Kavramı • • • Belli bir toplumda, toplumsal rolleri farklı kişilerden dolayı, ortaya çıkan bir farklılaşmayı ifade etmektedir. Her toplum, üyelerine onların sahip oldukları özelliklere göre davranır. Toplumda her bireyin ayırt edici toplumsal rol ve işlevleri vardır. Bunlar doğuştan veyahut sonradan kazanılmış olabilir. B.Toplumsal Tabakalaşma Kavramı • • • • Toplumsal tabakalaşma, bireylerin ve grupların sahip oldukları özelliklere göre farklı statü, rol ve sınıflara sahip olarak değerlendirilmeleri demektir. Toplum içerisinde birbirinden farklı özellik gösteren her bir kümeye tabaka denmektedir. Ne zaman bir toplum derecelendirilmiş bir seri sıralama gösterirse o topluma tabakalaşmış toplum deriz (zenginlik, statü, prestij gibi noktalarda farklılaşmalar vardır). Toplumsal tabaka, aynı ya da benzer konumda olan kişilerin bir yer doldurarak oluşturdukları topluluktur. Eşitsizlikler hiyerarşisidir. C.BAZI TABAKALAŞMA KURAMLARI Bazı tercih ölçütleri bakımından insanların aşağı ya da yüksek olarak nitelendirilerek sıralandıkları özel bir tip toplumsal farklılaşmaya tabi oldukları görülmektedir. MESSOYLU | 34 | SAYFA 1.Davis ve Moore’a Göre Tabakalaşma Adı geçen yazarlarca ileri sürülen işlevsel tabakalaşma kuramını şöyle özetleyebiliriz: Beşeri toplumlarda eşitsizlik doğuştan gelen bir gerekliliktir. Yüksek sorumluluk taşıyan ya da ender bir yeteneği gerektiren konumlar sadece bu yetenekleri haiz olanlarca doldurulur. Bu kuram, toplumsal ödüllerin eşit olmayan bir biçimdeki dağılımını doğal görür ve bunun toplumun devamı için fonksiyonel olduğunu savunur. Bunun sonucunda toplumsal tabakalaşma artık kaçınılmazdır. Kuram pek çok açıdan eleştirilmiştir. Bottomore, eleştirileri şu 3 noktada topluyor. • Kuram, tabakalaşmanın evrensel olduğunu kabul eder. Her toplumda böyle bir kademelenme olmadığı için, bu görüşün doğru olmadığı görülmektedir. • Kuram, en önemli konumlar ve en yetenekli kişilerin bütün toplumlarda menfaat gruplarının etkisinden bağımsız olarak muayyen olduklarını, kesin olarak tayin edilmiş olmalarını kabul eder. • Kuram, tabakalaşma sistemlerinin kurulma ve korunmasında gücün rolünü tamamen ihmal eder ve böylece toplumsal tabakalaşma ve siyasal çatışma arasındaki ilişki hakkında bir şey söyleyemez. 2. Gerhard Lenski’ye Göre Tabakalaşma Bu kuram neden bazı toplumların daha çok tabaklaştığını, bazılarının ise daha az tabaklaştığını açıklamaya çalışmıştır. Tarımsal toplumların aksine sanayi toplumunda birçok toplumsal eşitsizlik giderek azalacaktır. Bunun nedeni saniyeleşmedir. Çünkü saniyeleşme daha çok iş yaratmakta ve bu işler daha iyi eğitilmiş, beceri gerektiren, hareketli bir iş gücüne gereksinim duymaktaydı. Bunun sonucunda da alt sınıf küçülmeye ortaya sınıf gelişmeye başladı. 3. Vilfredo Pareto’ya Göre Tabakalaşma Tabakalar arası geçişi ifade eden Pareto ‘’Seçkinler dolaşımı’’ kuramını ileri sürmüştür. Ona göre bireyler, alt tabakadan üst tabakalara ve üst tabakadan alt tabakalara sürekli olarak harekete eder. Pareto, seçkinleri, olağanüstü nitelikleri bulunan ve hangi alanda, hangi faaliyet dalında olursa olsun, büyük yetenekleri olduğunu ortaya koyan insanların tümü olarak tanımlıyor. Pareto, hükümet seçkinleri ile hükümet dışı seçkinlerin ayrımını yapar. Hükümette dolaysız yoldan önemli rol oynayanlar hükümet seçkinleridir. D. BAŞLICA TOPLUMSAL TABAKALAŞMA TİPLERİ 1. Kölelik Köle, yasa ve geleneğin bir başkasının mülkü olarak saydığı kimsedir. Bu, köleliğin en uç noktasını oluşturur. Çünkü bireyler tamamen ya da kısmen haklardan yoksundur. Örnek olarak eski Yunan, Roma toplumları ve 18.yydaki Kuzey Amerika’nın güneyindeki devletleri gösterebiliriz. Aynı zamanda Hindistan’da kast sisteminin en altında bulunan ‘’Dalit’’ buna örnektir. Köle efendisine tabiidir. Efendinin köle üzerindeki gücü sınırsızdır. Kölelerin siyasi hakkı yoktur. Kölelik ve Eğitim Kölelerin eğitimi söz konusu değildir. Eğitimden kendi dinsel kurumlarından ve aile yaşamlarından yoksun bırakılmışlardır. Osmanlılarda köleler diğer ülkelere oranla çok daha iyi durumda idiler. Beslenmeleri iyi bir biçimde yerine getiriliyor ve dinsel inançlarında özgür kalıyorlardı. Osmanlılarda kölelik, kamu yönetimi, askerlik ve ev hizmetleri alanlarında kalmış, tarım ve sanayide kullanılmamıştır. Bizde köleliğin Batıdaki kadar acılı anılar bırakmamasının başlıca nedeni İslam dininde ırk ayrımı gözetilmemesidir. MESSOYLU | 35 | SAYFA 2. Feodal Zümreler Ortaçağ Avrupa feodal zümreleri üç önemli özelliğe sahipti. • • • Hukuken ifade edilmiş olmaları Geniş bir iş bölümünü temsil etmekteydi Siyasal bir grup olmaları Feodal toplumlarda üç tabaka vardır. Bunlar; elitler, zanaatkârlar ve köylülerdir. Bir feodal sınıf üyesi diğerine geçemezdi. Her feodal sınıf kendi içinde hak ve ayrıcalıklar bakımından ayrı bir kurallar takımı ile hüküm sürüyordu. Aşağı feodal sınıfın, üstün feodal sınıfın yasalarına itaat etmek görevi vardır. Dışarıya açılmamış bir toplum biçimidir. Tarımsaldır ve öküz, saban, insan gücü gibi organik enerji üretime egemendir. FEODALİZM VE EĞİTİM Köylü kitlesi ve zanaatkarlar iş yaparken aynı zamanda pratik olarak becerilerini çocuklarına ve çıraklarına öğretirler. Kültür sanat, edebiyat değerlerinin öğretimi yine ihtiyarlarca çocuklara sözlü olarak aktarılır. Yaygın (informal ) eğitim egemendir. Elit grup ise belirli bir örgün eğitimden yararlanmış gruptu. Okullar, dinle çok yakından ilişkiliydi. Örgün öğrenim temel olarak dinsel bilginin aşılanması biçimindeydi. Kilise bütün eğitimi denetimi altında bulunduruyordu. Üst tabaka kitle eğitimini genellikle istemiyordu. Feodal üniversitelerde okutulan tek uygulamalı bilim, tıp idi. 3. Kastlar Eşitsizlik tamamen kalıtımsaldır. Hindu kastları, bu tabakalaşmanın bir tipik örneğidir. Sistemin başlıca özelliği, belirli tabaklardaki üyeliğin bireylerin kendilerine verilmesi ve aynı geleneksel mesleğe sahip olmalıdır. Doğuştan kazanılır ve değiştirilemez. Yaşamaz boyunca bir kimsenin toplumsal durumunu kimse değiştiremez. Çocuklar babalarının kastından başka bir kasta geçemezlerdi. Kuramsal olarak dört geleneksel kast vardır. Bunlar: Brahmans (rahipler, öğretmenler ) Kshatriyas (savaşçı ve asilzadeler ) Vaishyas (tüccar ve zanaatkârlar ) Sudras (köylüler ve el işçileri ) Kast düzeniyle ilgili birkaç özellik; 1- Zorunlu saygı ve aşağı kastın yukarı kasta karşı saygıda kusur etmesi durumunda derhal cezalandırılmaya gidilmesi 2- Aşağı kasta doğuştan bir aşağılık niteliğinin verilmesi; böylece aşağı kast, davranışları nasıl olursa olsun aşağıda kalmaktadır. 3- Yukarı kast erkekleri hem kendi kastlarından hem de aşağı kastlardan kadınlarla evlenebildikleri halde, aşağı kast erkekleri yukarı kast kadınlarıyla evlenemezler. Kast sistemi Hint hükümetince 1949’da biçimsel olarak kaldırıldı. Fakat bu yasal kaldırılış büyük kentlerin dışında çok az etkisini gösterdi. KAST SİSTEMİ VE EĞİTİM Brahmanlar, sistemin en üstünde bulunan rahipleri ve öğretmenleri oluşturmaktadırlar. Bunlar, dinsel bilgiyi öğretmekteydiler. Görevleri, ilahi rehberlik altında toplumsal düzeni korumaktı. Hint hükümeti bugün ‘’Dokunulmazlara’’ karşın bütün ekonomik ve eğitsel ayrımı ortadan kaldırmaktadır. Eşit koşullarla olmamakla birlikte, zenginlik ve eğitim, yukarı kastlara olduğu kadar, aşağı kastların üyelerine de açılmıştır. Fakat kast düşüncesini kentsel kesimde bile silip atmak mümkün değil. MESSOYLU | 36 | SAYFA 11. BÖLÜM TOPLUMSAL HAREKETLİLİK VE EĞİTİM 1. TOPLUMSAL HAREKETLİLİK KAVRAMI Hareketlilik kavramı, toplumdaki birey ya da grupların fiziksel ya da toplumsal çevredeki herhangi bir hareketini ifade eder. Genel olarak yer, zaman ve toplumsal yapıda meydana gelen hareketlilik iki türlüdür: • Fiziksel hareketlilik (genelde göç olarak adlandırılır) • Toplumsal hareketlilik (toplumsal konum değişmelerini içine alır.) 2. EĞİTİM VE TOPLUMSAL HAREKETLİLİK Eğitim, dikey toplumsal hareketliliğin nedeni olmaktan çok, bir aracı olmaktadır. Burada, hem örgün hem yaygın eğitim bu gibi mesleklere hazırlayıcı bir rol oynamaktadır. Sanayileşmiş Ülkelerdeki Durum 18. yüzyıl Avrupa’sında aristokrasinin üniversiteler üzerindeki tipik egemenliği 19. yüzyıl boyunca ve hatta 20. yüzyıl başlarında gerçekleşen iktidar temelinin değişmesine rağmen devam etti. Bununla birlikte, bu, yüksek eğitimin bir toplumsal hareketlilik etmeni, seçkinler grubuna kaynaşma etmeni, aşağı tabakalardan seçilmiş, yetenekli çocukların yeniden toplumsallaştırılması etmeni olarak oldukça sınırlı işlevine engel olmadı. Günümüzde üniversite, teknolojik bir topluluk organizasyonunun bütünleyici bir parçası olmuştur. Bu doğrultudaki gelişmenin kökleri 19. yüzyılda bilimin endüstriyel oluşumlara uygulanmasında, buluşlarda ve tarım, kimya, metalürji, mekanik ve elektrik mühendisliği gibi teknolojik mesleklerin tedrici gelişmesinde bulunur. Teknolojik bir toplumun eğitimsel karakterleri en çok gelişmiş oldukları Amerika’da göze çarpar. Orada yüksek bilimsel eğitim görmüş insan gücü talebinde ortaya çıkan çok hızlı artma, sadece arzda bu talebi sürekli olarak karşılayamama koşulları yaratmakla kalmamış, aynı zamanda üniversiteleri de değiştirmiştir. 1900 den 1956 ya kadar üniversiteye devam edenlerin oranı giderek artmış ve başağı yukarı üçte bir olmuştur. Bu koşullar altında üniversitelerin seçkin grupları yerleştirme kurumları olarak işlevlerine ikinci bir işlev katılır ki bu yeni doğmakta olan bir teknolojik toplumda kitlesel yüksek eğitim kurumu olma işlevidir. Sovyetler Birliği’nde üniversiteler teknik öğretim alanına önem vermişlerdir. Tarım, tıp, matematik gibi alanlara mesleksel ve teknik eleman sağlanmasında Sovyet sistemi, Amerika’nınki kadar ileridir. Örneğin fen ve mühendislik alanındaki üniversite mezunlarının sayısı, Sovyetlerde de 1000 kişide 9, USA’da ise 10 dur. B. Ülkemizde Toplumsal Hareketlilik ve Eğitim • Osmanlı İmparatorluğunun parlak dönemlerinde (Kanunî ölümüne dek) toplumsal tabaka değiştirmenin yalnız eğitim yoluyla gerçekleştiği bilinmektedir. • Kazamias, kölelerin eğitim yoluyla yöneticilere dönüştürülmesini ve kökenleri Türk ve Müslüman olmayan kişilerin bir İslâm toplumunda hem askerî hem de sivil önder konumlarına gelebilmelerini, Osmanlı’daki meritokratik işleyişe bağlar. MESSOYLU | 37 | SAYFA • • • 18.yy ve 19.yy da Batı modeline uygun olarak açılan bazı okullardan mezun olanlar için bir toplumsal hareketlilik söz konusu idi. Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşundan yaklaşık 1970 yılına dek eğitimin dikey hareketliliğine yol açtığını söyleyebiliriz. Cumhuriyetin ilk yıllarında, yetişmiş teknik ya da yönetsel işgücü kıtlığı, mevcut eğitilmiş grubun değerini geniş ölçüde arttırmıştı. Bu durum aydın ve bürokratların hem toplumsal saygınlık, hem de gelir dilimi bakımından yüksek bir konumda olmalarına yol açmıştı. Ancak zamanla bazı değişmeler oldu Daha sonraki gelişmelerde, üniversite ya da yüksek okul mezunu olmadan, lise bitirmiş olmanın, kişinin toplum konumunu yükseltmek bakımından eskisi kadar değerli olmadığı, bir anlam ifade etmediği anlaşıldı. 1970’li yıllarda ise sadece yüksek öğrenim sahibi olmanın toplumsal hareketlilik sağlaması bakımından yeterli olmadığı anlaşıldı. Bu kez, serbest meslek sahibi olmaya yönelik, ya da teknik görevli yetiştiren yüksek öğrenim kurumlarından mezun olmak yoluyla dikey hareketlilik sağlanıyordu. Bu durumda çok sürmedi. O sıralarda özel yüksek okullar yayılmaya başladı ve bol miktarda mühendis, mimar, eczacı, diş doktoru vb mesleklere eleman yetiştirildi. Cumhuriyetin ilk yıllarında kırsal kesimde eğitim yoluyla hareketlilik oldukça azdı. O sıralarda ilköğretim basamağının çok yetersiz olduğu kırsal kesimlerde nüfusun eğitim yoluyla meslek değiştirmesi söz konusu olamazdı. Köylüye meslek değiştirme açısından ilk fırsatlardan birisi Köy Enstitüleri idi. Sonuç olarak Cumhuriyet Türkiye’sinde eğitim, toplumsal ve ekonomik yükselme aracı olarak önemli rol oynamakta ise de bu rolü giderek azalmaktadır. Ayrıca eğitim sürecine katılım ölçütü olarak kişisel yetenek ayrılıkları yerine, kişinin bölgesel, yöresel ( kırsal-kentsel) ekonomik, toplumsal ve cinsel konumu olduğu sürece , eğitim yoluyla dikey hareketlilik sağlamanın beklenemeyeceği de kuşkusuzdur. KADININ TOPLUMSAL HAREKETLİLİĞİ Çağımızda da kadın da geniş bir toplumsal hareketliliğe tabi olmaktadır. Hareketlilik tiplerinin belirlenmesinde toplumsallaşmanın önemi, ayrıca çağdaş toplumda kadınların değişen rolü ile açıklanabilir. Evlenir evlenmez çalışan kadınların ya da evlenmeden önce çalışmaya başlayıp, evlendikten sonra da devam eden kadınların yanı sıra birçok kadın da, evlenip bir süre çalışma yaşamından uzak kaldıktan , evlilik yaşamını düzene koyduktan sonra iş piyasasına iş gücü olarak katılmaktadır. Özellikle sanayileşmenin yarattığı iş olanakları, kadının iş gücüne de gereksinim duymaktadır. Böylece, kadının ev kadınlığından iş piyasasına girişi onun için bir toplumsal hareketlilik olmaktadır. Ayrıca, özellikle sanayileşmiş toplumlarda kadın eğitimine önem verilerek, onların orta ve yüksek öğrenimlerinin sayısı giderek artmakta ve bu eğitim dereceleri onlar için dikey toplumsal hareketlilik aracı olmaktadır. Yine eğitim, dolaylı yoldan onlara eş seçmek olanağı yaratarak yukarı doğru hareketliliklerine yol açmaktadır. Bundan başka eğitim kadının genel olarak toplumsal konumunu yükseltmektedir. Eğitim, kadın ya da erkek olsun her iki cinsin de toplumsal konumu artırmaktadır. MESSOYLU | 38 | SAYFA 12. BÖLÜM TOPLUMSAL BİR SİSTEM OLARAK OKUL Okul, diğer toplumsal yapılar gibi kurumsallaşmış olup bir kültüre sahiptir. Ancak okul kültürünü diğer toplumsal kurumların kültürden ayıran bazı temel özellikler vardır. Çocuğun okulda bir takım hak ve yükümlülükleri vardır. Çocuğun okula devamı, dersleriyle uğraşması, kendisini sınıf arkadaşlarıyla karşılaştırması ve okul eylemlerine katılması istenen davranışlardır. Aile ile karşılaştırıldığı zaman, okuldaki ödüllendirmeler, dereceler, ilerlemeler, bazı eylemlere katılmaya müsaade, önderlik durumları ve övme oldukça biçimseldir. Okul, aile gibi toplumun yetişkin otoritesini teşkil eder. Yerleşmiş kuralları ile biçimlendirilmiştir. TOPLUMSAL SİSTEM OLARAK OKUL VE KÜLTÜREL ÖZELLİKLERİ Okulun toplumsal bir sistem oluşu, onun kendine özgü bir kültürü olmasından dolayıdır. Okul şu kültürel özelliklere sahiptir: • Okulun istikrarlı bir nüfusu vardır: Öğrenciler çeşitli toplumsal sınıf ya da etnik kökenden gelmesine rağmen, belirli bir okulda toplandıkları zaman homojen (tekdüze) bir grup olmaktadırlar. • Okulun açıkça ifade edilmiş siyasi bir yapısı vardır: Okul, otorite ilkesine göre örgütlendiği için otokratik bir görünüme sahiptir. Okulun yetişkin personeli tarafından sağlanan bu otorite, okul yöneticilerini ve öğretmenleri her türlü tehlikelere karşı korur. Örneğin, öğrencilerden, ebeveynlerden, üst yöneticilerden, birbirlerinden ve mezunlardan gelebilecek tehlikeler. • Okulda bir toplumsal ilişkiler ağı vardır: Okul içerisinde pek çok kişinin bir arada birbirlerine yakın olarak beraberlikleri, onları samimi ilişkilere itmektedir. • Okul üyeleri arasında «biz» duygusu egemendir: Grup istikrarı, içli dışlı samimi birleşim, grubun ayırtedici simge ve giysileri ve grubun diğer etkilerden soyutlanışı güçlü bir «biz» duygusu oluşturur. • Okulun kendine özgü bir kültürü vardır: • Okul içerisinde gelişen bu kültür, kısmen farklı yaş düzeyindeki çocuklar tarafından; çocukların oyun gruplarında hâlâ yaşayan eski kültürden, yetişkin kültürünün basit biçimlerde değiştirilmesinden ya da öğretmenlerin çocukların eylemlerini kanalize etmelerinden ortaya çıkar. OKUL KENDİNE ÖZGÜ ÖZELLİKLERİ 1. Biçimsellik • Okul yaşamı oldukça şekillendirilmiştir. Öğrencinin hangi günün hangi saatinde ne tür etkinliklere katılacağı çok önceden planlanır. • Yöneticinin, öğretmenin ve öğrencinin okuldaki yerleri, araçları ve odaları birbirinden tamamen ayrıdır. • Okul dışı etkinlikler, spor, akran kültürü ve kısmî öğretmen öğrenci ilişkisi informal yollarla gerçekleşir. • Karmaşık inançlar, değerler, gelenekler, düşünce ve davranış şekilleri okulu diğer kurumlardan ayırır. Okul, bu öğeler arasındaki çatışmaları yatıştırıcı bir rol oynar. • Özel okul toplantıları, sportif etkinlikler, yıllık özel şenlikler, mezuniyet törenleri, özel haftalar ve uygulanışı, okul şarkıları, simgeleri, şakaları, eğlenceleri okula özgüdür. MESSOYLU | 39 | SAYFA 2. Bürokrasi Bürokrasi, sistematik olarak eşgüdümlenmiş geniş çaptaki yönetimsel görevlerden oluşan, çok sayıda bireylerin çalıştığı bir örgütlenme türüdür. Max Weber, ideal bürokrasinin şu özelliklere sahip olması gerektiğine vurgu yapmaktadır: • Örgütün amaçlarına uygun sürekli eylemler, resmi görevler olarak belirlenmiş ve üyeler arasında dağıtılmıştır. • Örgüt, hiyerarşik bir yapıda örgütlenmiştir. • İşlemler, soyut kurallar sisteminden ve bu kuralların ve bu kuralların özel vakalarda uygulanmasından oluşur. • Yönetim sürecinde duygulara yer verilmez, tüm olaylara kişisel olmayan bir ruhla yaklaşılır. • Meslekte ilerleme, bireylerin beceri ve yeteneklerine bağlıdır. • Kişisel olmayan kurallarla işleyen yapının en yüksek verimi elde etmesi beklenir. 3. Öğrenci Etkileşimi Okulda öğrenciler arasında informal olarak daima bir toplumsal örgüt vardır. Bu örgüt, kendi sıralanma ve saygınlık sistemine sahiptir. Yetenekleri yönünden farklı öğrenciler, oldukça fazla davranış kalıplarına sahiptirler. Statü farklılaşmasına neden olan bazı faktörler: • Toplumsal sınıf farklılıkları, • Atletik yetenek, • Okul dışı etkinlikler, • Fiziksel çekicilik, • Kişilik özellikleri, • Sınıf mümesilliği. Okulun Toplumsallaştırma Özelliği Okul, çocuğun toplumsallaşmasında önemli bir rol oynar. İlkokul ve ortaokulun farklı top-lumsal yapıları, çocuğun toplumsallaşmasında farklılık gösterir. İlkokuldaki öğrenci, tek bir sınıfta genellikle tek bir öğretmenin denetimine girmekle birlikte, ortaokul öğrencisi, birden çok sınıflarda çok sayıda öğretmenle karşılaşır. Daha geniş ve karmaşık ilişkiler ağı, çocuğun uyarılmasında güçlükler yaratabilir. Okulun başta gelen toplumsallaşma işlevi, çocuğu eğitmektir. Eğitim de kültürün temel bilgi ve becerilerini nakletmek demektir. Öğretmenler de çocuğun toplumsallaşmasında önemli bir rol oynarlar. Öğretmenler bazı ortak değer ve düşüncelere sahiptiler ki, öğrenciler bunlardan kaçmayı düşünemezler. Örneğin; yetişkin otoritesinin gerekliliği, disiplin gereksinimi, öğretim bilgi ve eğitsel başarıyı temsil etme, doğru konuşma, kamu mallarına saygı, kibarlık, düzenlilik… Öğretmen, öğrenci için bir rol modeli olarak öğrencinin sosyalleşmesine yardımcı olur. Fakat burada öğretmenin toplumsal sınıfı, onun tüm öğrenciler için bir rol modeli olmasını engeller. İşçi çocuğu, öğretmeni model alırken, üst sınıf çocuğu onu model almaz. Ahlak Eğitimi Toplumsal bir olgu olan ahlak, bireyin dışında yer alan, ona kendisini dışarıdan dayatan ve zamanla içselleştirilen kurallar sistemidir. Toplumda başarılı bir ahlak eğitiminin olmaması büyük sorunlara neden olur. Ahlak eğitimini iki grupta toplayan (a. Ahlaki öğeler, b. Ahlaki öğelerin çocukta oluşturulması) Emile Durkheim, bu eğitimin üç öğesi olduğunu savunur: • Disiplin anlayışı, • Sosyal gruplara bağlılık, • İrade özerkliği. MESSOYLU | 40 | SAYFA Ahlak kuralları, otorite düşüncesine ve disipline dayanır. Disiplin ise davranışları düzenleme amacı güder. Disiplin, insanların birlikte yaşamasını kolaylaştıran bir role sahip olup, yararlı eylemlerin ortaya çıkarılmasını mümkün kılar. Ahlak kuralları yoluyla insan davranışlarının sınırları belirlenir. Emir veren disiplin yoluyla bu sınırların dışına çıkılması engellenir. Durkheim’e göre insan, yaşamını devam ettirme ve olanaklarını geliştirme amacı güder. Yaşamsal olanakların geliştirilmesi ise bireyin içinde yaşadığı insan topluma benzeyebildiği ölçüde mümkün olabilmektedir. Ahlaki olabilmek, içinde yaşanılan topluma bağlanmak ve dayanışma ile mümkün olabilmektedir. Çocuk aileden başlayarak içinde yaşadığı topluluğa bağlanmayı ahlak eğitimi yoluyla gerçekleştirir. Ahlak öğretmeni, sadece iyi davranış kurallarını değil, aynı zamanda pratiğini de öğretmelidir. Bunu da kendisi izleyenlerine rol modeli olarak yapabilir. Kendisinin de uyguladığı bir dizi beceri ve bilgi kümesini öğrenciye öğretir ve bir davranış biçimi aşılar. Okul yaşamında kazanılan bu bilgi, beceri ve davranışlar daha sonraki yaşamda da sergilenir. Böylece okulda kazanılan ahlaki davranışlar toplumun bütün bireylerinde görülebilir. Disiplin anlayışı, bireyin kendisine hakim olarak düzenli bir yaşam geçirmesini mümkün kılar. Disiplin anlayışının kazanılmasında okul aileye göre daha etkilidir. Okulda her öğrencinin uyması gereken bir takım kurallar seti vardır ve her öğrencinin bunlara uyması sağlanır. Çocuklar da yetişkinler gibi, kendilerini denetleyecek ve destekleyecek bu kurallar setine ihtiyaç duyarlar. Okul, kulların uygulanmasında ödül ve cezayı birer araç olarak kullanır. J. Dewey’e Göre Okulun İşlevleri A. Basitleştirme Çağdaş uygarlık oldukça karmaşık, muğlak, çeşitli öğelere sahip olup; birbiri içerisine girmiş sayısız ilişkilerle doludur. Çocuk bunların en önemlilerini paylaşıp en uygun durumda yer alacak değildir. Paylaşamadığı bilgiler onun için bir anlam ifade etmeyecek ve bunları kendisine zihinsel olarak mal edemeyecektir. İşte bu karmaşıklığın giderilmesinde okul denilen örgütün önemli bir işlevi vardır. Bu işlev de karmaşık bilgileri basitleştirmektir. Çocuğa basit sade bir çevre yaratmaktır. Okul, çocuğun karşılık verebileceği temel özellikleri seçerek ilerici bir düzen kumuş olur. B. Temizleme Mevcut çevrenin zihinsel alışkanlıkları etkileyen değersiz, işe yaramaz, zararlı özelliklerini olanaklar ölçüsünde ortadan kaldırmak okulun görevidir. Böylece okul, arınmış ve temizlenmiş eylemler düzenini sağlar. C. Denge Kurma Okul, toplumsal çevrede çeşitli öğeleri dengeleştirir ve bireyi içinde doğduğu en yakın toplumsal grubun sınırlamalarından kurtarmak ister ve onu daha geniş bir çevre ile temasa geçirir. Onu, topluluktan toplum yaşamına ulaştırır. Bu da, bireye hareketlilik olanağı sağlar. Bu suretle her bireye bir denge sağlamış olur. MESSOYLU | 41 | SAYFA Okulun Rol Yapısı Okulun bürokratik yapısı içerisinde rol alan müdür, müdür yardımcıları, uzmanlar, öğretmenler ve öğrenciler değişik roller oynarlar. A. Müdür: Hiyerarşinin tepe noktasında bulunur. Okulun iç (öğretim programı, öğretmen ve öğrencilerle ilgilenme) ve dış (okul dışındaki toplumsal gruplarla ilişkiler) ilişkilerini düzenler. Müdürlerin öğrenci başarısı üzerinde dolaylı bir etkileri vardır. Rehberlik Uzmanları ve Psikolojik Danışmanlar: Öğrencilerin eğitsel ihtiyaçlarının karşılanması doğrultusunda öğrenci, aile ve öğretmenle sağlıklı ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesi; başları sıkıştığında onlarla yakın ilişkiler kurulması danışmanların temel rollerini oluşturur. Eğitimde rehberlik hizmetleri, öğrencinin eğitsel, mesleksel ve kişisel sorunları ile ilgili birçok psikolojik yardım çalışmalarını içerir. Bu hizmetler, öğrencinin duygusal kapasitesini de geliştirmeyi amaç edinerek bireyin kendisini gerçekleştirmesine yardım eder. Böylece birey, kişilik özelliklerini gerçekçi bir gözle algılar; yaratıcı ve değişmeye açık bir duruma gelir. Öğretmenler: Genellikle devlet memuru oldukları için bağımlıdırlar. Kendileri ile ilgili konularda söz sahibi değildirler. İş standartları konusunda denetimleri yoktur. Kimin okula alınması ya da alınmaması konusunda söz sahibi değildirler. Terfi, ceza, ödül konularında müdüre bağlıdırlar. Müdürle ilişkileri formaldir. Ancak müdür belli ölçüde etkileyebilirler. Müdürlere göre kendi alanlarına daha uzman olmaları, onlara bir anlamda bağımsızlık sağlar. Sınıf içerisinde de kendilerine özgü bir bağımsızlığa sahiptirler. Öğrenciler: Okul nüfusunun çoğunluğunu oluşturmalarına rağmen rol hiyerarşisinin en altında bulunurlar. Okulun müşterileri olmalarına rağmen, söz hakları yoktur. Okulun temel kararlarına katılmazlar. Öğrenciler hakkında nelerin iyi olduğuna yetişkinler karar verirler. Okul Etkililiği Bazı eğitimcilere göre okulun öğrenci başarısına etkisi yoktur. Bazı araştırmacılara göre de okul başarıyı etkilemektedir. Alan Wilson araştırmasına göre, alt sınıf erkek çocuklar, orta sınıfın çoğunlukta olduğu okullara giderlerse, eğitsel beklentileri alt sınıftaki bir okuldakinden yüksek daha olmaktadır. Wilson’a göre okulların çeşitli toplumsal sınıflardan çocukları bir arada barındırması yararlı sonuç verecektir. Değişik çevrelerden gelen çocuklar beraber oturdukları zaman başarı olumlu yönde yükselmektedir. Bunda kuşkusuz arkadaşlık etkili oluyor. Okulun fiziksel olanaklarının başarıyla kessin bir ilişkisi olmadığı kanaati yaygındır. KAYNAKÇA: Prof. Dr. Mahmut TEZCAN EĞİTİM SOSYOLOJİSİ1 Doç. Dr. Zülfü DEMİRTAŞ – Ders Notları2 www.mehmeteminsoylu.com3 MESSOYLU | 42 | SAYFA