Uploaded by Cahit ERDEM

sosyoloji ders notları

advertisement
EĞİTİM SOSYOLOJİSİ
DERS NOTU
MEHMET EMİN SOYLU
WWW.MEHMETEMİNSOYLU.COM
Eğitim Sosyolojisi Ders Notları
1. BÖLÜM - EĞİTİM SOSYOLOJİSİNİN TANIMI, KONUSU, ÖZELLİKLERİ VE GELİŞİMİ
Eğitim Kavramı ve Eğitim Bilim
Eğitim, bireyin yaşadığı toplumda yeteneğini, tutumlarını ve olumlu değerdeki diğer davranış
biçimlerini geliştirdiği süreçler toplamıdır. Eğitim, bireyin toplumsal yeteneğinin ve en elverişli
düzeyde kişisel gelişmesinin elde edilmesi için seçilmiş ve denetimli bir çevreyi (özellikle okulu) içine
alan toplumsal bir süreçtir. Eğitim, bireyin davranışlarında, kendi yaşantısı yoluyla ve amaçlı olarak
istendik değişme meydana getirme sürecidir.
Bu tanımlar dikkate alındığında eğitimin, kişiliğin gelişmesine yardım eden ve onu temel alan, bireyi
yetişkin yaşamına hazırlayan, gerekli bilgi, beceri ve davranışlar elde etmesine yarayan bir süreç
olduğu söylenebilir. «Eğitim bilim» ise, eğitimi kendisine konu alan bir bilidir. Eğitim olayını bilimsel
yöntemlerle inceleyen, eğitim sorunlarını bilimsel bir yaklaşımla çözümlemeye çalışan ve eğitim
alanında kurallar ve kuramlar düzenlemeyi amaçlayan bir bilim dalıdır.
Durkhiem’a göre eğitim, fizik ve sosyal çevrenin insan üzerinde meydana getirdiği etkilerdir. Fakat
eğitim deyince daha çok, okulda sürdürülen etkinlikler anlaşılmıştır. Örneğin çocuğun kalıtım yoluyla
getirdiği özelliklerinin keşfedilip azami ölçüde geliştirilmesi; çocuğun, gencin ve yetişkinin içinde
yaşadığı çevreye uyarlanması; genç kuşaklara sosyo-kültürel değerlerin aşılanıp öğretilmesi; bireyin
toplumun değişim koşullarına ayak uydurabilmesi için gerekli, bilgi, görgü, beceri ve alışkanlıklarla
donatılması gibi etkinlikler eğitimi içerir.
Birçok düşünür, eğitimi bireysel açıdan ele almıştır. Örneğin Kant’a göre eğitim, insanın
mükemmelleştirilmesidir. J. S. Mill’e göre bireyin kendisi ve başkaları için mutluluk aracıdır. H.
Spencer’a göre de iyi yaşama olanakları sağlayan etkinliklerin tümüdür.
İlkçağların toplumlarında eğitim, sağlam vücut, fizik çevre koşullarına dayanıklılık, cengâverlik,
avlanma, ok atma, ata binme gibi becerileri içerirdi. Okul denen kurum mevcut olmayıp, eğitim,
yaygın eğitim biçimindeydi. En önemli eğitim kurumları aile, klan ya da kabile, aşiret gibi kurumlarla
dinsel ya da siyasal nitelikli önderlerdi.
Yazının bulunması ve toprağa yerleşme olayı eğitimin örgütlenmesi ve kurumsallaşması açısından bir
başlangıç noktası olmuştur. Yunanlılarda ve Mısırlılarda eğitim, özgünleşmeye doğru gider. Eflatun,
yetişkinleri akademide toplayıp onlara ders verirdi. Mısırlılar eğitimi ailede başlatıp, beş yaşına gelen
çocuğu okula gönderirdi. Bu toplumlarda eğitim örgütleşmeye yüz tutmuştur.
Sparta sitesi devletçi ve toplumsal bir eğitim uygulamaktaydı. Atina sitesi ise, Aristoteles’in bireyci
eğitiminin etkisiyle liberal bir eğitim anlayışını uyguluyordu. Sofistler, eğitime hitabet sanatını
getirmişlerdi. Bunu destekleyen gramer ve diyalektik de eğitimin belli başlı öğeleri idi. Diyalektik
özellikle Sokrates ve onun öğrencisi Eflatun tarafından işlenmiştir. Sokrates’ta hür düşünce ve ahlak
gelişmiştir. Eflatun ise, devletçiliğe önem vermiş, bireyler ve aile ikinci planda kalmıştır.
Eflatun, çocukların ailesinden alınıp belli bir yaştan sonra devlet okullarında beden eğitimi
(cimnastik), müzik ağırlıklı bir eğitime tabi tutulmalarını ister, güzel sanatları bir eğitim aracı olarak
sayar. Ona göre eğitim sadece çocuklar için olmayıp, kadınlar için de gereklidir.
MESSOYLU | 1 | SAYFA
Devlet güvenliği-nin temelinde kolektivist zihniyetin geçerli olduğu ocaklarda yetişen savaşçılar vardır.
Bunların ailesi, malı, mülkü yoktur.
İdareciler de savaşçıların (bekçi) içinden yetişmelidir. Devletin idarecileri, bekçilerin sahip olduğu ruh
ve beden özelliklerine sahip olmalı, beden sağlamlığına, ruhsal inceliğe ulaşmış bulunmalıdır. Ayrıca
bilge bir kişiliğe sahip olmalıdır. Bunun için de felsefe bilmelidir. Bu nedenle Eflatun, «Devlet adamı
filozof, filozof devlet adamı olmalıdır.» ilkesini önermiştir.
Eflatun’un öğrencisi Aristoteles ise, ortaklaşa toplum düzenine karşı çıkar. Köleliğin kaldırılmasını
isteyen hocasına «köleliği kaldırırsak tarlalarımızda aristokratları mı çalıştıracağız» itirazında bulunur.
O, bireyci toplum düzenine taraftır. Eğitimde insanın beden, içgüdü ve akıl yönünü esas alır. Her
üçünün de eğitimde yararlı, gerekli, erdemli, ahlaklı şeylerin öğretilmesini önerir. Aristo da eğitimi
devlet ve toplum yaşamının vazgeçilmez bir öğesi olarak düşünmüştür.
Batı uygarlığının temelinde Yunan ve Roma kültürü bulunur. Yunanlılar, felsefe, şiir, sanat ve bilim
yönünden; Romalılar ise askerlik, hukuk, politika ve yönetim açısından Batı uygarlığının öncüsüdürler.
Romalılar, iyi bir yönetim mekanizması içinde eğitime katkıda bulunmuşlardır. Burada eğitim, devlet
tarafından ele alınmamış, yasalarla düzenlenmiştir. Aile kurumu, eğitimin gerçekleştiği başlıca
kurumdur.
Romalıların eğitiminin temel ilkesi iyi vatandaş yetiştirmektir.
Ortaçağ Avrupa’sında eğitim dinsel nitelikte idi. İlkçağdaki Hümanist eğitim, yerini teosantrik ve
skolastik bir eğitime bırakmıştır. Felsefe ve teoloji kaynaşmıştır. Ortaçağ dinsel eğitim idealinin
kaynağı manastır okullarıdır. Şövalyelik, lonca örgütü, kent okulları ve üniversiteler diğer eğitim
kurumlarıdır.Yeniçağda Rönesans ve Reform hareketleri eğitime yeni boyutlar kazandırmıştır.
Rönesans hümanist eğitimi, çok yönlü ve yaratıcı düşünceyi, gelişmiş insan yetiştirmeyi amaç edinen
bir aristokrat ve seçkin eğitimidir. Reform hareketi ise, kilise ve politikadaki yenileşmeyi ifade
ediyordu. Hıristiyanlık kültürüne dayanır ve geniş halk kitlelerine yayılır.
17. Yüzyılda rasyonel ve emprik akımlarla doğa bilimleri ve akıl ön plana geçer. Didaktikçi J. A.
Komensky’in (1592-1670) de yaşadığı bu yüzyılda, eğitim planlı, sürekli ve mükemmel duruma
gelmiştir. Dersler yöntem ve içerik bakımından geliştirilmiş olup, pozitif bilgiler ağırlıklı olmuştur.
18. Yüzyıl ise, bir aydınlanma çağıdır. Descartes (1596-1650), Spinoza (1632-1672), Bacon (15611626), Hobbes (1588-1679), Lock (1632-1704), Hume (1711-1776) gibi filozoflar bu çağı temsil
etmektedirler. Rasyonalizm ve Natüralizm gibi felsefi akımlar ön plana çıkmıştır. İnsan zihni boş bir
levhadır, önemli olan, eğitimin buna yazdıklarıdır. İnsan, doğadan iyi olarak gelir. Eğer bozulmuşsa
bunun nedeni, içinde yaşadığı kültür ve toplumdur. Natüralist eğitimin temsilcisi J. J. Roussseau’dur.
Entelektüel ve Hümanist eğitimi reddeder. Ona göre eğitimin amacı, doğal bir insan yetiştirmek
olmalıdır. Bireyci bir eğitim modeli, sunar. Kız ve erkeklerin eğitiminin ayrı olmasını ister.
Herder (1174-1803) ve Humboldt’un (1769-1859) temsil ettikleri yeni hümanizme göre eğitim, eski
Yunan’ın klasik değerlerini getirip harmonik-estetik hareket etmeli, böylece maddî doğa üzerinde
egemenlik kurmalı ve otonom bir kişiliğe erişmelidir.
Kant’a (1724-1804) göre bireysel eğitimin amaçları disiplinleştirme, uygarlaştırma, kültürleştirme ve
ahlikleştirme olmalıdır. Fithce (1762-1814), milliyetçi ve toplumcu eğitimi savunmuştur.
MESSOYLU | 2 | SAYFA
Öğretim ile işin birleştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Hegel (1770-1831) ise, devletçi eğitimi
savunur. Rousseau’nun bireyciliğine cephe alır. Onun eğitiminde temel ilke, doğaya uygunluk değil,
kültüre uygunluktur. Birey, kendi okulu, ailesi, ana dili ve ahlakı içerisinde yani tarihsel bir toplum
içerisinde vardır. Bireyin içten biçimlenmesi bunlar sayesinde olur. Eğitimci, çocuğun benliğinde
nesnel bilincin gücünü geçerli kılmalıdır. Ona göre mutlak bilinci en iyi temsil eden devlettir. O halde
eğitim devletin bir işlevidir ve devlet, eğitimin merkezi konumundadır.
Pesalozzi(1746-1827) sosyal eğitimi savunur Eğitim ve öğretimin temel amacı, insanların maddi
sefaletten kurtulması ve beşeri yönden bağımsız kılınması olmalıdır. Fröebel (1782-1852), okul öncesi
eğitimin temsilcisidir. Kır eğitim yurtlarının iş-yaşantı ve yaşam okullarının öncüsüdür. İlk kez oyunun
çocuğun gelişimi üzerindeki rolünü ele alıp incelemiştir.
H. Specer (1820-1903), pozitivist eğitimin kurucularındandır. İnsanın tüm yeteneklerinin geliştirileceği
bir eğitimden yanadır. Eğitime ait düşünceleri yararcılığa dayanır ve bütün bilgilerin yaşamda
kullanılabilir olması ile belirlenir. Tabiat bilimlerine ağırlık veren yeni bir sistem getirir. Bu görüş,
ABD’de pragmatist eğitim anlayışının temelini oluşturur.
SOSYOLOJİ
Beşeri toplumun sistematik incelenmesiyle ilgilenen bir toplumsal kurallar bütünü olan toplum
bilimdir. Davranış bilimlerindendir ve daha çok uygar toplumlarla ilgilenir. En geniş anlamıyla insan
davranış ve ilişkilerini konu edinir. Bir arada bulunan insanlar olayı üzerinde yoğunlaşır. Toplumun her
yerinde mevcut toplumsal davranışın kalıplaşmış düzenliliklerini inceler. Bu alandaki toplumsal
kuralları ve yasaları saptamaya çalışır.
Sosyoloji, toplumda gruplar üzerinde durmakta, grupların yapı ve işlevlerinin çözümlenmesini ele
almakta, grupların kökeni, yapısı ve birbirleriyle ilişkilerini insan davranışı yönünden incelemektedir.
Toplumdaki olayları nesnel olarak inceleyip, olayların gerçekleşmesine ilişkin kuram ve yasalara sahip
olmak ister. Bilimsel yöntemlerle toplumsal olguları inceler. Eğitsel olaylar da toplumda
gerçekleştiğine göre, sosyolojinin, eğitimi bir toplumsal kurum olarak ele alması kaçınılmaz bir
durumdur. İşte Eğitim Sosyolojisi denen ayrı bir uzmanlık alanı bu nedenle ortaya çıkmıştır.
EĞİTİM SOSYOLOJİSİ
Klasik sosyologlardan Lester Ward 1883 yılında yayınlanan Dinamik Sosyoloji adlı eserinde ilk kez
eğitim sosyolojisinden söz etti. Ward, toplumsal gelişmede bir öğe olarak eğitimin önemine değindi.
Daha sonra John Dewey 1899 yılkında Okul ve Toplum isimli eseriyle eğitim sosyolojisi alanını
güçlendirdi. Dewey, eğitim sistemini toplumsal değişmenin doğrudan aracı olarak gördü. Böylece
okullara bir reform toplumu olarak baktı.
Emile Durkheim, eğitimde bilimsel metodolojinin kullanılabileceğini savundu. Özellikle Fransa’da
toplumsal düzensizlikle ilgilendi ve okulların bu durumu önleyebileceğini ileri sürdü. Okulun, çocuğun
grup yaşamındaki dayanışma duygusunu uyanık tutan gerekli her şeye sahip olduğunu belirtti.
Durkheim’in eğitim sosyolojisine temel katkısı, eğitime bir toplumsal olay olarak bakışıdır. Ona göre
eğitim olgusu, temel olarak toplumsaldır. Kökeni, işlevi ve eğitim kuramı bakımından sosyoloji ile sıkı
ilişkilidir. Eğitim toplumdan topluma değişiklik gösterir. Durkheim, eğitimi işlevsel açıdan ele
almaktadır. Eğitimin özel işlevi (görevi) metodolojik olarak toplumsallaşmasıdır.
MESSOYLU | 3 | SAYFA
Bununla ifade edilen ise, muayyen değerler ve muayyen entelektüel ve fiziksel beceriler
kazandırmaktır. Bu becerileri bireyden hem siyasal toplum hem de kendisinin özel çevresi ister.
Toplumun hayatta kalması ve uyum ancak bu yoldan sağlanır.
Durkheim’e göre, çocuklara ahlak eğitimi verilmelidir. Ahlak eğitimi, toplumun temel değer ve
inançlarının benimsenmesi sonucu-nu doğuran toplumsallaşma deneyimlerinden oluşur. Bu, eğer
başarılı olursa, güçlü bir toplumsal denetim biçimi olur. Böylece bireyler toplumlarının normlarına
inanırlar, doğru ya da ahlâkî davranışlarda bulunurlar. Bunların ihlali durumunda suçluluk ve utanma
duyarlar.
Alman Sosyolog Max Weber 1920-1930 arası eğitim sosyolojisinde sonradan kullanılan birçok
kavramın geliştirilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Eğitimi, sanayileşmiş ve teknolojik bir
toplum içerisinde ele almış; örgün eğitimi, bireyleri özel bir yaşam biçimine hazırlayan bir farklılaşma
kurumu olarak görmüştür. Eğitsel kurumların gelecekte toplum için yüksek derecede eğitilmiş
uzmanlar yetiştireceğini ileri sürmüş; eğitimi, birey ve grupları özel bir yaşam biçimine hazırlayıcı
olarak görmüştür.
EĞİTSEL SOSYOLOJİ VE EĞİTİM SOSYOLOJİSİ
1940 yılından sonra eğitim sosyolojisinde iki farklı görüş belirdi. ABD’de eğitim sosyolojisine ilgi azaldı.
Bunun nedenlerinden birisi Eğitim Psikolojisi dalının ortaya çıkışı oldu. Birçok okul yöneticisi bu
konuya eğitim sosyolojisinden daha fazla ilgi duydu ve onun gelişmesini teşvik etti. Eğitim psikolojisini
eğitim sosyolojisinden daha pratik buldular. Bu pratisyenler çoğunlukla, testler ve bunların ölçülmesi
biçiminde bireysel olarak ilgilenmeyi tercih ettiler.
EĞİTİM SOSYOLOJİSİ
Eğitim sosyolojisine ilgiyi azaltan ikinci neden ise bu alanı geliştirmeye çalışan kişilerin araştırma
yönünden eğitilmemiş olmalarıydı. Bu görüş, bu dalın sosyolojinin bir dalı olduğunu ileri sürdü ve
Eğitim Sosyolojisi kavramını kullandı. Bu görüşe göre eğitim sosyolojisi, bilimsel yöntemlerle kuramsal
bilgi elde etmeye çalışır.
Bu durumda sosyoloji, eğitim konusunda eğitim üzerinde yoğunlaşarak eğitimcileri, okulları ve diğer
eğitsel kurumları toplumsal kültürel çerçeveleri içinde anlamaya çalışır. Eğitim ve toplum arasındaki
ilişkiler geniş bir biçimde ele alınır.
EĞİTSEL SOSYOLOJİ
Diğer görüşü ise okul yöneticileri, eğitim uzmanları ve eğitim profesörleri oluşturuyordu ki bu dalın
eğitime özgü olduğunu ileri sürerek sosyolojik kuramın somut, pratik ve çağdaş eğitimsel sorunlara
doğrudan doğruya uygulanması gerektiği üzerinde durdular. Bir tür uygulamalı sosyoloji olarak
algılandı. Soyut, kavramsal sosyoloji ile ilgilenmedi. Bu durumda sosyoloji, eğitsel psikoloji gibi bir
işleve sahip olur. Bunlar Eğitsel Sosyoloji kavramını kullandılar. Böylece eğitsel psikoloji ile eğitsel
felsefe arasında bir denge kurmak istediler. Eğitsel sorunlara yararlı ve pratik çözüm yolları istediler.
MESSOYLU | 4 | SAYFA
EĞİTSEL SOSYOLOJİSİ KURAMLARI
Başlıca üç kuram yaygındır: İşlevselci Kuram, Çatışmacı Kuram ve Etkileşimci Kuram
Tarihsel olarak birincisi daha egemen olmuştur. Bu kuram, toplumları bir arada tutan ve eğitim
kurumlarının toplumdaki rolü konusundaki güçler hakkında alternatif yorumlar getirir.
İşlevselci Kuramlar
Toplumların üyelerinin ortaklaşa bazı algılamalara, tutumlara ve değerlere sahip olmadıkça
anlaşılamayacağını savunur. Temel kavramları şunlardır:
a) Yapı ve İşlev: Bu kuramcılar, toplumların birtakım parçalardan oluştuğunu söylerler. Bu parçalar,
her toplumun toplumsal yapısını oluşturur. Toplumun her parçası, toplumun ayakta kalmasına
katkıda bulunur. Bu katkı da işlevdir. Bunlar, toplumların hayatî ihtiyaçlarının kurumlar, normlar ve
toplumsal roller tarafından nasıl karşılandığını göstermeye çalışırlar. Toplumun çeşitli parçalarının
toplumun bütünü üzerindeki işlevlerini olumlu katkı olarak ele alışları eleştirilmiştir. Diğer öğelerin
yıkıcı etkilerini dikkate almamışlardır.
b) Bütünleşme: Toplumun çeşitli parçalarının birbirleriyle bütünleşmiş olduğu ifade edilir. Toplumun
bir parçasındaki değişme, diğerlerini etkiler. Fakat bu parçalar tam olarak birbirine bağlı olmayıp
eşgüdümlü ve bütünleyicidirler. Çok ender olarak birbirlerine ters düşer ve çatışırlar. Her parça
diğerinin çalışmasını destekler.
c) İstikrar (Denge): Hiçbir toplum tamamen durgun değildir. Her toplumda toplumsal değişme
kaçınılmazdır. Dış etkilerle de bir toplum değişebilir. Bununla birlikte, bu kuramcılar, değişmeden çok,
toplumları göreli olarak dengeli tutan güçlerin üzerinde dururlar.
d) Oydaşma (Konsensus): Önemli algılar, duygular, değerler ve inançlar üzerinde anlaşma olması, bu
kuramcıların bir diğer görüşüdür. Fakat bu kuramcılara göre, küçük ya da büyük herhangi bir
toplumda dünya hakkında paylaşılmış bir takım soyut ve karmaşık varsayımlar vardır. Bu anlaşma,
toplumsallaşma yoluyla sağlanır.
Çatışmacı Kuramlar
Toplumun zorlayıcı niteliği ve toplumsal değişmenin istilacılığı üzerinde durular. Çatışmacılara göre
güç mücadelesi toplumsal yaşamın temel dinamiğidir. Toplumlar, bir yanda, daha az güçlükler
üzerinde zorunlu iş birliğinde bulunan güçlü toplumsal grupları bir arada bulundurur, diğer yanda ise
toplumlar sürekli olarak değişmekte ve çözülme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü, güç mücadelesi,
eskilerin yerini alan yeni elit gruplar sonucu olabilir.
Çatışmacılar, toplumların egemen ve yardımcı gruplara bölündüğü görüşündedir-ler. Bu gruplar
arasındaki ilişki sömürücüdür. Çünkü egemen gruplar her şeyi alırlar. Bunlar aynı zamanda kendi
değerleri ve dünya görüşlerini, diğerlerine empoze ederler. Egemen grup, kendi konumunu meşrulaştırmak için sosyal mitler yaratmalıdır.
MESSOYLU | 5 | SAYFA
Çatışmacıların temel kavramları,
a) Çatışma: Bu kuramcılara göre toplumsal kurumlar ve guruplar, genellikle birbirlerine karşı gelen
amaçlarla çalışırlar. Bir grubun amaçları ve programları, diğerininkine karşıdır. İktidardakilerin
çıkarları, diğerininki ile bağdaşmaz. O halde çatışma, yaygın bir kavramdır. Her grup, egemen olmak
için mücadele eder. Bu çatışma genellikle açık ve şiddetlidir.
b) Değişme: Guruplar arasındaki sürekli güç mücadeleleri sürekli değişiklik sonucunu doğurur. Göreli
sakinlik ve istikrar dönemleri açıkça gerçekleşir, fakat hızlı değişme dönemlerinde sakinlik ortadan
kalkar, hareketlilik ve karışıklık dönemi başlar. Bunlar bastırılınca isyan, devrim sonucu doğurabilir.
c) Zorlama: Bu mücadele ve değişme panoramasında herhangi bir özel grup yeterli gücü sağlamıştır.
Böylece geçici istikrar ve toplumsal düzen yaratılır ve daha az güçlüler zorlanmış olur. Bu zorlama
sadece güç kullanmaya dayanmaz.
Egemen gurup, kendi baskılarının meşru olduğunu ikna etmek için ezilenlere propaganda yapar.
Güçlü gurup, aynı zamanda, istenen davranışı ödüllendirme olarak kaynaklarını olumlu olarak da
kullanabilir. Bununla birlikte güç ve propaganda tamamen başarılı olmaz. Daima baskıya bir direnme
görülür ve bu direnme, toplumda diğer kaçınılmaz değişmelerle birleşir ve sonuçta toplumsal
değişikliklere ve çözülmeye gider. Zamanla, yeni düzen eskinin yerini alır.
Etkileşimci Kuramlar
Bu kuramlar, birbirleriyle etkileşim içinde olan bireyler üzerinde odaklaşır. Bir kültürü paylaşan
bireyler, muhtemelen aynı biçimdeki birçok toplumsal durumları yorumlar ve ifade ederler. Çünkü
benzer toplumsallaşma, deneyimlere ve beklentilere sahiptirler. Böylece, ortaklaşa normlar, davranışı
yönlendirir. Bununla birlikte, bireysel deneyimler, toplumsal sınıf ve konum yönünden farklılıklar
vardır.
Etkileşimciler, toplum ve birey arasında karşılıklı bir ilişinin varlığını, sosyolojik çözümlemelerde
toplum ya da bireyin bir önceliğe sahip olmadığını, bunların birbirlerinden ayrılamayacağını
savunurlar.
Temel kavramları benlik, bireysel ve toplumsal benlik, ayna benlik, başkasının rolünü alma, durum
tanımı ve genelleştirilmiş baskı’dır.
Bunlar, düşünme kapasitesi, düşünme ve etkileşim, anlamları ve simgeleri öğrenme, aksiyon ve
etkileşim gibi konuları ele alırlar. İnsanların düşünme kapasitesine sahip olduklarını, düşünme
kapasitesinin ise toplumsal etkileşime göre biçimlendiğini savunurlar.
MESSOYLU | 6 | SAYFA
2. BÖLÜM - EĞİTİM SOSYOLOJİSİNİN ÖNEMİ VE DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ
Eğitim Sosyolojisinin Önemi
Eğitim sosyolojisi, toplumun bir kesimini oluşturan tüm eğitimciler, öğretmenler, davranış bilimleri ve
eğitimsel süreçlerle ilgili tüm araştırıcılar için gerekli bir çalışma alanıdır. Eğitimcilerin, eğitim
sosyolojisi bilmelerinin nedenlerini birkaç noktada toplamak mümkündür:
1. Bugün eğitimciler, geçmiştekinden daha çok çeşitli toplumsal sınıflardan, ırklardan, yabacı kökenli
ve çok farklı tipteki komşuluk çevrelerinden gelen öğrencilere kavramsal araçlar ve toplumsal
beceriler öğretmektedirler. Eğitimcilere bu bilgiyi eğitim sosyolojisi sağlayabilir.
2. Öğretmen, eğitim sosyolojisi ile okul ve toplum konusunda daha tam bir görüşe sahip olur. Aynı
biçimde öğrenci de eğitim psikolojisi, felsefesi ve tarihi ile eğitim sosyolojisi bilgileriyle geniş
düşünebilme yeteneği kazanabilir. Bireyin görüş açısını genişletir.
3. Bugün eğitimci, araştırma sonucu yayınlanan incelemeleri yorumlamak, temel istatiksel
araştırmalar yapmak ve genel olarak araştırmada yeterli bir düzeye varmak ihtiyacındadır. Eğitim
sosyolojisi ise, bilimsel bilgi ve araştırma yöntem ve tekniklerini grup davranışı ile ilgili araştırmalarda
kullanan ve bu yetenekleri eğitimcilere sağlayan bir disiplindir.
4. Eğitim sosyolojisi, eğitimciyi mesleksel davranış ve tutumlarında bölgecilikten kaçınmaya yardım
eder. Ona başkalarının da geçerli, yürürlükte olan bir kültürleri olduğu bilgisini sağlamaya çalışır.
5. Eğitim politikasını saptayan eğitimciler, eğitimi, eğitim sistemini etkileyen toplumsal güçler ve
biçimleri hakkında hatırı sayılır derecede bilgiyi eğitim sosyolojisi yoluyla edinirler.
6. Bütün eğitimciler, bizatihi okul içinde yerine getirilen farklı toplumsal roller hakkında bu disiplin
yoluyla daha iyi görüş kazanır.
7. Eğitim sosyolojisi, ayrıca, eğitsel psikoloji ve eğitsel felsefe ile birlikte muayyen nüfus birimleri
arasında uygulanacak ya da uygulanmayacak politikanın saptanmasında eğitimcilere yardımcı olarak
onlara yan katkılarda bulunabilir. Güdülecek politikanın tayininde eğitim sosyolojisi, okul ile çevrenin
başarıya ulaşması için amaçların saptanmasında kullanılabilir.
8. Toplumsal gelişmeye bireyin katkısı, rol, süreç, kurum, işlev vb. gibi sosyolojik kavramların teknik
çözümlenişinin bilinmesiyle daha fazladır. Eğitim sosyolojisi de bu kavramları eğitimle ilgileri
açısından inceler.
9. Toplumdaki rollerin yerine getirilmesi, bilimsel sosyolojik bilgi sayesinde daha başarılı olur.
10. Eğitim sistemimizin düzeltilmesi çalışmalarında, çeşitli ülkelerin benzer sorunlar karşısındaki
tutumlarının öğrenilmesinde ve ülke gerçeklerine uyan bir eğitim sistemi modelinin geliştirilmesinde
bu disiplinin büyük bir katkısı vardır.
11. Bu alandaki çalışmalar, araştırmalar ve elde edilen kuramsal yasalar, aynı zamanda sosyoloji
bilimine ve gelişmesine akademik bakımdan katkıda bulunur.
MESSOYLU | 7 | SAYFA
Eğitim Sosyolojisinin Diğer Davranış Bilimleri ile İlişkisi
Eğitim sosyolojisi, diğer davranış bilimlerinden eğitim antropolojisi, eğitim psikolojisi ile klinik ve
medikal psikoloji ile yakından ilişkilidir. Bu ilişki en geniş kapsamlıdan en dar kapsamlıya doğru
aşağıdaki şekildedir:
1. Eğitim Antropolojisi 2. Eğitim Sosyolojisi 3. Eğitim Psikolojisi Klinik ve Medikal Psikoloji
Eğitim antropolojisi, insanın yeryüzünde bugünkü durumuna kadarki eğitici süreçleriyle ilgilenir.
Özellikle, insanın toplumsallaşma ve kültürleşme süreçlerinin genel özellikleri üzerinde durur. İnsanın
eğitici süreçleri ve doğuşundan bugüne kadarki yapısını karşılaştırmalı olarak inceler.
İkinci geniş kapsamlı olan eğitim sosyolojisi, modern eğitsel sistemlerdeki grup ilişkileriyle uğraşır.
Daha çok, eğitici süreçler ve sistemlerle etkileşim açısından grupların yapı ve işlev incelemesi üzerinde
durur.
Eğitim psikolojisi, grup süreç ve davranışlarını bireysel öğretim süreçleriyle ilgili olarak ele alır. Kısaca,
birey ve onun öğrenim süreçleriyle ilgilenir. Akıl ve zihinsel süreçler üzerinde daha fazla durur.
Klinik ve medikal psikoloji ise, yine, insanın öğrenme süreciyle ilgilidir. Konunun içsel ve psikolojik
yönleriyle ilgilenir. Özellikle bireyin öğrenme yeteneğinin psikolojik süreçleri, bu disiplinin inceleme
alanını oluşturur. Araştırmalar hastanelerde yapılır ve tıbbî fizikçilerle sıkı ilişki kurulur.
Böylece, davranışsal bilimlerde öğretilen konular makroskopik yönden mikroskopik yöne doğru
hareket eder. Bu durumda eğitim sosyolojisi biraz orta durumdadır. Çünkü insanın evrensel bireysel
özellikleriyle fazla ilgilenmez. İnsan türünün eğitsel süreçteki grup davranışı ile ilgilenir. Böylece
eğitim sosyolojisi eğitim antropolojisi ile eğitim psikolojisi arasında bir yerdedir.
Bu disiplinler yanında eğitim sosyolojisi; genel sosyoloji, kültürel antropoloji ve toplum psikolojisi ile
sıkı bir işbirliği halindedir. Tarih, Ekonomi ve Siyaset de diğer ilgilendiği bilim dallarıdır.
Türkiye’de Eğitim Sosyolojisi Öğretimi
Ziya Gökalp, Prens Sabahattin, İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu ve daha sonraki Türk sosyologları, eğitimle
ilgilenirken, onun toplumla ilişkilerine de değinmiş ve ülkemizde bir eğitim sosyolojisi disiplininin
doğmasına düşünsel yönden hazırlayarak ilk katkıda bulunmuşlardır.
Z. Gökalp, İ.H. Baltacıoğlu ve Ethem Nejat toplumcu görüşü; Prens Sabahattin, Satı Bey ve Abdullah
Cevdet de bireyci görüşü temsil etmektedirler.
Ziya Gökalp: Milli Eğitim
Ziya Gökalp, eğitimin milli olması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre eğitimin milli olup olmamasına
göre toplumlar üçe ayrılır:
1. İlkel toplumlarda eğitim, milli olmakla birlikte kısmîdir. Çocuk genel kültür almayıp aşirete ait kısmî
kültürü edinir.
2. Modern ilerlemeyi kabul eden kavimler, yeni bir uygarlık zümresine girerler. Kitaplar, okullar ve
öğretmenlerle bu uygarlık kendisini o kavmin çocuklarına öğrettirir. Bu kavimde milli kültür, milletler
MESSOYLU | 8 | SAYFA
arası uygarlığın gelenekleri altında kaybolur. Bu durumda eğitim, milli değil, milletlerarasıdır. Okullar,
çocuklara milli kültürü değil, milletlerarası uygarlığı aşılamaya çalışır.
3. Modern milletler ise milli kültürü arar ve eğitimleri de milli olur.
Ziya Gökalp: Eğitimin Amacı
Gökalp, eğitimin yararcılık temeline dayanmasına karşıdır. Ona göre eğitimin amacı çok para
kazanmak olmamalıdır. Eğitim; yarar gütmezlik, vatan severlik, fedakârlık gibi karakter geliştirme
özelliklerini de aşılamalıdır. Modern eğitim ancak modern bir devlette bulunabilir.
Gökalp’e göre eğitim, toplumun bireyleri üzerinde toplumsallaştırma işidir. Toplum, bireyler
toplumsallaşırken bunun iyi ya da kötü oluşuna göre bir değerlendirme yapar. Bu durumda ödül ve
ceza kavramları ortaya çıkar.
Ziya Gökalp: Kozmopolit Eğitim
Ülkemizde medrese ve okulun, eğittiği kişilerin ahlak ve karakterini bozduğunu söyler. Oysaki başka
ülkelerde en karakterli ve ahlaklı kişiler, en fazla eğitim görmüş kişilerdir. Bizdeki bu ters durumun
nedeni, eğitimimizin milli değil kozmopolit olmasıdır.
Ziya Gökalp: Eğitim Türleri
Gökalp, Türk literatüründe ilk kez örgün ve örgün olmayan eğitim ayrımını yaparak yaparak, örgün
olmayan eğitimden yana tavır takınmıştır. Çünkü yaygın eğitim, hali hazırdaki toplumun vicdanını
nakleder. Örgün eğitim ise, çocuklara toplumun geçmişte toplanmış zihinsel birikimini verir.
Eğitim, bir toplumda, yetişkin kuşağın henüz yeni yetişmeye başlayan kuşağa düşüncelerini ve
duygularını vermesidir. Bu veriş iki türlüdür. Birincisinde, yetişkinler, haberleri olmadan,
konuşmalarıyla hareketleriyle canlı örnekler oluşturarak genç kuşakları etkilerler. İkincisinde ise
yetişkinler, resmi görevler alarak etkide bulunurlar.
Toplumun bireylere yaygın eğitim yoluyla verdiği kurumların toplamına kültür; önceki kuşağın sonraki
kuşağa örgün eğitim yoluyla devretmeye çalıştığı eserlerin toplamına maarif denir. Gökalp, Türkiye’de
eğitim sosyolojisinin temellerini oluşturmuştur. Bu alandaki görüşleri hâlâ güncelliğini korumaktadır.
Özellikle eğitimde reform dendiğinde her zaman Ziya Gökalp akla gelmektedir.
İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu (1889-1978)
Eğitim sistemimizin ulusal olmayışından, biçimsel yenileşme hareketlerinde ve okul programlarındaki
Batı taklitçiliğinden yakınmıştır. Üretici bir eğitim sistemini savunmuştur. Öğrencilerini çevre inceleme
gezilerine çıkarmış, okul tiyatrosu kurmuş ve oyunlar yazmıştır. Açık hava okulu, doğayı tanıma ve
öğrencileri açık havada geliştirmek onun getirdiği yeniliklerdir. Türkiye’de ilk karma eğitimi
başlatmıştır. Sanat ve elişi yoluyla eğitimin sadece ilkokullarda değil, ortaöğretimde geliştirilmesine
çalışmıştır.
Bu ilkelere göre temellendirilmiş «içtimaî mektep» dediği yeni bir okul modelini önermektedir. Bu
okul üretim okuludur ve demokratiktir. Üretim önemlidir, kuramsal ve uygulamalı ders biçiminde bir
ikilik değil, bütünlük vardır. Üretici adam yetiştirmek eğitimin amacı olmalıdır.
MESSOYLU | 9 | SAYFA
Ethem Nejat (1882-1921)
Bilgiye değil, milli duygulara dayanan, gençleri canlı, güçlü, becerikli yetiştirmeye yönelik bir eğitimi
savunmuştur. Beden eğitimi, müzik, el işleri ve özellikle tarım derslerinin önemle ele alınmasını
istemiştir. Tarıma dayanan ve köylerin kalkınmasına katkıda bulunacak bir eğitimi savunmuştur. Bu
konudaki görüşleri Köy Enstitülerinin açılması için fikir kaynağı olmuştur.
Çevreyi korumanın önemine vurgu yapmıştır. Eğitimde uygulamaya önem vermiş, öğretmen okulu
öğrencilerini köylere götürerek köylülerle ilişki kurdurmuş, onlara toplumsal çevrelerini tanımayı
öğretmiştir. Geziler yaptırarak öğrencilerin çevrelerini ve yurtlarını tanımalarını sağlamıştır.
Prens Sabahattin
Kişiliğe önem vermeyen eğitim sistemi ve merkeziyetçiliğe dayanan yönetim sistemi, toplumsal
yapımızda sorun doğurmaktadır. Eğitim kişiliğin gelişmesine yardım etmelidir. Ailelerimiz çocuklarını
özgür bir yaşama hazırlamıyor, onlara özel çalışma girişkenliklerine dayanarak yaşamak ve
yükselebilmek gücünü veremiyor.
Tüketici memur tipi yerine kedi kendine yeten, üretici, kişisel girişkenlik eğitimi almış kişiler
yetiştirmeliyiz. Öğrenim, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kişiliğin gelişmesini sağlayacak
etkin bir eğitimin yordayıcısı olmalıdır. Hazır konumlar sağlamaya yarayan bir araç değil, kişisel
girişkenliği verimli kılacak bir araç sayılan öğrenimin bütün, derecelerinde programlarıyla pratik
yaşamın gösterebildiği çeşitli ihtiyaçları karşılayabilmek gerekir.
Yönetim yaşamımızda merkezi sistem, çok giderle az iş görülmesine, yörenin özel sorunlarının
merkezden kavranamamasına yol açmaktadır. Bu sakıncaları gidermek için yönetimde adem-i
merkeziyetçiliğe giderek, yetkilerin bir kısmını yerel yönetimlere devretmeliyiz. Böylece az giderle
daha fazla iş görülmüş olacak, yöre ile ilgili işleri yakından bilen kişilerden yararlanılacaktır.
Satı Bey, Abdullah Cevdet
Satı Bey’e göre eğitimin görevi, kişideki ruhsal yetenekleri geliştirerek toplumsal yaşama geçişi
sağlamaktır. O halde eğitim, hem bireyin kişisel yeteneklerini geliştirecek hem de genel yeteneklerini
artıracaktır. Abdullah Cevdet’e göre eğitim, biyolojik üstünlükler gösteren «seçkin»i geliştirmeli, halkı
yönetimi denetleyecek düzeye getirebilmelidir.
3. BÖLÜM - TOPLUMSALLAŞMA SÜRECİ
En geniş anlamıyla toplumsallaşma, çocuğun eğitimi demektir. Bu sürece, aynı zamanda, «topluma
hazırlanma» denebilir. Bu süreçte birey, belli bir toplumla ve dar anlamda ise belli bir grupla
bütünleşmektedir. Birey toplumsallaşırken toplumsal etkileşime de tabi olur.
Toplumsal etkileşme, kişiler ve gruplar arasında buna katılanların davranışlarını değiştiren herhangi
bir ilişkiye verilen isimdir. Çocuk, toplumsal etkileşim yoluyla grubunun kültürünü kazanır. Herhangi
bir toplumsal etkileşme, davranışları eğitimcinin istediği yönde değiştirdiği takdirde eğitimin bir
parçası olabilir.
Çocuk, grup öğrenimi durumlarına, okula gitmeden çok daha önce katılır. En eski ve en temel
gruplardan birisi ailedir.
MESSOYLU | 10 | SAYFA
Çocuğun gelişmesi bakımından aile, sürekli olarak genişleyen toplumsal ilişki halkalarını içine alır.
Çocuk, farklı gruplarda rolünü öğrenmeye başlar ve bu, onun kişiliğinin gelişiminin bir parçasıdır. Her
türlü yaşam biçiminde birey, o yaşam biçiminin gerektirdiği davranışları öğrenir.
Okulda iken aynı zamanda çevresindeki diğer örgütlü gruplara da girer. Bunlar; örneğin bir kulüp,
serbest zaman etkinlikleri ve daha geçici nitelikteki arkadaş gruplarıyla ilgili olabilir. Okulu bitirince
işiyle ve yersel çevredeki tanışıklarıyla ilgili yeni bir iş çevresi içine girer. Bu yüzden yaşamımız
boyunca hepimiz, büyük küçük, farklı dayanışma ve düzen düzeylerine sahip pek çok grubun aynı
zamanda üyesi oluruz. Bu nedenlerden grup davranışının incelenmesi, eğitimci için büyük önem taşır
ve eğitim sosyolojisi için de temel bir inceleme alanını oluşturur.
Toplumsal etkileşimin basın, radyo, film gibi iletişim araçlarını da içine aldığı söylenebilir. Bunlar aynı
zamanda kitlenin davranışlarını etkileyen toplumsal tekniklerdir. Eğitimin aracı olduğu kadar
propaganda aracı olarak da kullanılabilirler. Onlar bireyin ve onun yakın çevresinin dışında
gerçekleşen ve fakat onu en güçlü biçimde etkileyen ve toplumun niteliğini geniş ölçüde yansıtan
kültürel etkilerdir.
Toplumdaki her şey eğitsel bir etmen olabilirse okulun işlevinin ne olduğunun tekrar ele alınması
gerekmektedir. Okul, daha geniş bir toplumda, toplumsal bir birimdir. Bu birim çok yakın zamana dek
fazla soyutlanmış bir birim olmuştur. Okulun, topluluktaki diğer toplumsal gruplarla daha yakın ilişki
kurmasını sağlamak gerekir. Bu yüzden ağırlık, ev-okul işbirliği ve ebeveyn-öğretmen ilişkilerine
verilmelidir. Bundan başka bu okullar, çevre etkilerini okula getirdikleri gibi, kendi eylemlerini de
çevreye yöneltmelidir.
Toplumsallaşma Kavramı ve Özellikleri
Toplumsallaşma, bir kimsenin içinde bir takım işlevleri olabileceği belirli toplum ya da toplumsal
kümenin tarzlarını öğrenme sürecidir. Uygun örnekler, değerler ve duyguların kişiselleştirilmesini
içerir.
Toplumsallaşma süreci, doğuştan başlayarak tüm yaşam boyu süren uzun bir dönemi kapsar. Bu süreç
aracılığıyla birey, bir kişilik kazanmaktadır.
Birey toplumsallaşırken, o toplumun isteklerine uyan davranışlar edinmelidir. Bireysel ve toplumsal
gereksinimler, kişinin toplumsallaşmasını zorunlu kılar. Bu toplumsallaşma, bireyi, toplumsal sistemin
üyesi durumuna getiren bir süreç olmaktadır.
Nesnel Bakımdan Toplumsallaşma: Toplumun birey üzerindeki etkisi söz konusudur. Böylece toplum,
kendi kültürünü bir kuşaktan diğerine aktarır. Toplum, ortaklaşa olarak benimsediği beklenti ve
isteklerini, değer sistemlerini, ideallerini bireye aşılar ve bireye toplumsal rolünü öğretir.
Öznel Bakımdan Toplumsallaşma: Bireyin çevreye uyarlanması olayıdır. Böylece birey, örgütlenmiş
toplumsal yaşamın herkes tarafından kabul edilmiş ve onaylanmış hareket biçimlerine uyarlanır. Bu
uyarlanma için, toplumun davranış biçimlerini öğrenir. Birey, kültürel değerleri ve normları
benimseyip içselleştirir.
Bu iki toplumsallaşmada da birey, benlik ve kişilik kazanır.
MESSOYLU | 11 | SAYFA
1. Toplumsallaşma, daima belirli bir toplum için söz konusudur. Evrensel bir vatandaş olarak
toplumsallaşma olanaksızdır. Her birey ancak içinde yaşadığı, içinde doğduğu somut bir toplum
tarafından toplumsallaştırılır.
2. Toplumun ya da toplumsal grubun nasıl başladığını, başlangıcını açıklamak, toplumsallaşmanın
sorunu değildir. Çocuk doğmadan önce toplumun yaşam biçimi sürmektedir. Toplumsallaşma, her
bireyin doğduğu andan itibaren gerçekleşen bir süreçtir.
3. Toplumsallaşma, gruba ya da topluma yeni giren üyelerin etkisiyle ilgilenmez. Toplumsallaşma,
kesinlikle tek yönlü bir süreç değildir.
4. Bireylerin yegâneliğini açıklamak, toplumsallaşmanın sorunu değildir. Toplumsallaşma bireysel
özellikleri (kişilik gelişimi, deneyimler, soy vb) ve nitelikleri üzerinde durmaz. Fakat kişilik gelişmesinin
topluma kültüre uyarlanması ve öğrenilmesi gibi süreçlerin belirlenmesi ile ilgilidir.
5. Bireyin temel dürtü ve gereksinimlerinin nasıl geliştiğini açıklamak da toplumsallaşmanın sorunu
değildir. Fakat bireyi, çevresindeki modellerin, simgelerin, beklentilerin ve duyguların öğrenilmesine
yetenekliliği yönünden ele alır.
Toplumsallaşma için Gerekli Ön Koşullar
Bir çocuğun toplumsallaşabilmesi için üç ön koşula gereksinim vardır:
1. İçinde toplumsallaşabileceği süregelen bir toplumun, bir dünyanın varlığı,
2. Çocuğun yeterli ve gerekli biyolojik ve kalıtsal özelliklere sahip olması,
3. Çocuğun, öteki insanlarla, doğası gereği bir takım ilişkiler kurma isteği içinde bulunması.
1. Süregelen Bir Toplumun Varlığı
Toplum, birbiriyle uyumlu bir yapılanma oluşturur. Her birey, insanların davranışlarını, düşüncelerini,
duygularını nasıl oluşturacağını ve nereye dek götüreceğini önceden kestirebilir. Çocuk, toplumda
yaşarken süregelen bir toplumun varlığını hisseder.
Çocuk, toplumda bir yer edinebilmek için bu dünyaya ilişkin bilgi sahibi olmalıdır. Duygularını,
düşüncelerini, davranışlarını yönlendiren kültürel yaşamı bir ölçüde tanımalıdır. Yine çocuk, değişik
kümeler içinde nasıl yer alabileceğini, bireylerin sahip oldukları konumlardan ne beklendiğini, verili
durumlar içinde nasıl davranacağını, toplumsal değişime nasıl ayak uyduracağını iyi bilmelidir.
2. Toplumsallaşmanın Biyolojik Temelleri
Birey, öğrenme ve dili kullanma yönünden doğuştan gelen bir kapasiteye sahip değilse,
toplumsallaşma gerçekleşmez.
a. İçgüdü: Türler için biyolojik olarak saptanmış göreli bir karmaşık davranış modelidir.
Toplumsallaşma için gereklidir.
b. Fiziksel Bağımlılık: Çocuk belli bir süre fiziksel olarak başkalarına bağımlı kalır. Bu sürede onun
bakımı ve eğitimi gereklidir.
MESSOYLU | 12 | SAYFA
c. Öğrenme Kapasitesi: Eğer çocuğun öğrenme kapasitesi yoksa, uzun süre onun doğuştan itibaren
başkalarına bağımlılığı verimsiz kalacaktır. İnsan zekâsının en yüksek düzeyi onun iç biyolojik
potansiyellerinden biridir.
d. Dil: Öğrenme yeteneği doğrudan dil kapasitesi ile ilgilidir.
3. İnsanın Yaratılışı
Çocuğun öteki insanlarla, doğası gereği bir takım ilişkiler kurma isteği içinde bulunması, sevgi,
merhamet, utangaçlık, kıskançlık, acıma, beğenilme vb duygusal bir takım deneyimler kazanması
gerekir. Bu hisler ayrı kültürlerde farklı biçimlerde dışa vurulurlar. Ancak bunların varlığı evrenseldir.
Bu hisler, bireyin başkalarıyla kaynaşmasını, empati yapabilmesini ve onların duygularını paylaşmasını
içerirler.
TOPLUMSALLAŞMA AMAÇLARI
Toplumsallaşma;
1. Tuvalet alışkanlıklarından, bilim yöntemine kadar uzanan temel disiplinleri aşılar.
2. Beklentilerin zihne yerleşmesini sağlar. Örneğin, iyi anne olmak gibi.
3. Toplumsal rolleri ve onları destekleyen tutumları öğretir.
4. Bireye, yetişkin eylemlerine katılması için temel bir hazırlanma ile beceriler öğretir.
TOPLUMSALLAŞMA TİPLERİ
1. Başarılı Toplumsallaşma
Böyle bir toplumsallaşmadan söz edebilmek için,
a. Bireyin daha önceden bildiği tutum ve davranış örneklerini yenilerinden ayırt edebilmesi gerekir.
b. Ödüllendirme ve cezalandırma mekanizmalarından yararlanılması. Aynı zamanda toplumsal
denetimin bir aracıdır.
c. İstediği bir hareketten yoksun bırakılan birey karşılaşması ihtimali olan bunalımların uygun bir
biçimde yönetilmesi, kişiliği geliştirici bir yönden kullanılması gerekir.
Toplumsallaşma, bireyi geliştirir; teşvik eder, uyarır ve motive eder; bireyde sonsuz bir şevk ve arzu
çeşitliliği yaratır; gelişime ve başarıya yöneliktir. Böylece toplumsallaşma hem biçimleyici hem de
yaratıcı bir süreçtir.
2. Başarısız Toplumsallaşma
Böyle bir toplumsallaşma, sapıcı davranışlara ve patolojik boyutlara ulaşır.
Toplumsallaşma süreci, her bireyde aynı kalıpta olmaz. Bazı bireyler, içinde yaşadıkları çevrenin
uyumsuzlukları nedeniyle, kendi içinde çelişen ya da toplum ölçüleriyle çatışan kalıplar geliştirirler.
MESSOYLU | 13 | SAYFA
TOPLUMSALLAŞMANIN BİREYSEL GÖRÜNÜMLERİ
Toplumsallaşmanın başlıca bireysel görünümleri şu başlıklar altında toplanabilir:
•
•
•
•
•
•
•
Toplumsal Bakış Çerçevesi
Toplumsal Kişi
Toplumsal Öğrenim
Bireyselleşme ve Ayna Benlik
Toplumsallaşma Araçları
Toplumsallaşmada Cinsel Rol Farklılaşması
Dinsel Toplumsallaşma
Toplumsal Bakış Çerçevesi
İlk görgü çevresinde edinilen kavramlar sistemini ifade eder. Bireyin kendi toplumunda daha önce
biriktirmiş olduğu ilk deneyimler, onun daha sonraki deneyimlerinin temelini oluşturur. Birey daha
sonraki deneyimlerinde bu ilk deneyimlerine göre hareket eder. Sosyologlar buna «kültürün içe
dönüşü» «bireyler tarafından özümlenmesi» «onun öz malı haline gelişi» derler.
Bu ilk deneyimler, bireyin toplumsal durumlarda nasıl hareket edeceğini tayin eden davranış
formülleri deposudur.
Toplumsal Kişi
İnsan toplumsal bir yaratıktır. Ona böyle denilmesinin nedeni, onun insan topluluğuna olan doğal
eğilimi ve gereksiniminden ötürüdür. İnsanlar yaradılış bakımından başkaları ile ilişki kurmaya
muhtaçtır. Birey toplumdan etkilenir, fakat toplumdan aldığı etkileri kendi kişiliğinin özellikleri
yönünden karşıt etkilerle ya da tepkilerle değiştirir.
Toplumsal kişilik kavramı ise çeşitli toplumsal rollerin bireşimidir.
Her birey bir takım toplumsal roller öğrenmek yoluyla toplumsallaşır.
Toplumsal Öğrenim
Toplumsallaşma süreci, nihai olarak toplumla ilişki yoluyla bireyin öğrenimi gerçeğine irca edilebilir.
Bu nedenle buna «toplumsal öğrenim» ya da «toplumsal yetişme» denebilir. Toplumsal durumlardaki
öğrenim süreci, insanlarla ve onlar arasında gerçekleşen bir süreçtir ve bu yüzden de daima toplumsal
ilişkileri içerir. Toplumsal öğrenimin başlıca ikincil süreçleri «taklit» «telkin» ve «rekabettir».
Taklit: Başkalarının davranışlarını aşağı yukarı aynen tekrarlamaktır.
Telkin: Öğrenim dışında gerçekleşen bir süreçtir. Bu, öğrencinin davranışını değiştirmek isteyen
kimselerin çabalarında bulunur.
Rekabet: Bilgi edinilmesinde iki ya da daha fazla kişinin birbirini uyarmasıdır. Bu husus, çocuğun
toplumsal öğrenimi açısından çok önemlidir. Çünkü çocuk, başkalarının onaylaması ihtiyacı duyar.
MESSOYLU | 14 | SAYFA
Bireyler, toplumun onayladığı davranış biçimlerini öğrenmekte ve onaylanmayanlardan sakınmakta
rekabet edici bir öğrenim sürecine tabi olur. Toplumsal öğrenimin temel ön koşulları ise ilişki ve
iletişimdir.
Bireyselleşme ve Ayna Benlik
Her birey, toplumsal deneyimleri kendinde, kişiliğine göre bireyselleştirir. Yalnız bu kavram,
toplumsallaşmanın karşıtı değildir. Bu süreçte deneyimler kişiselleştirilir. Her birey yegânedir ve farklı
kişiliğe sahiptir. Böylece, bir bireyin kişiliğini oluşturan toplumsal deneyimlerin toplamı hiçbir zaman
bir diğer kişininkinin aynısı değildir. Bu yüzden ikisinin toplumsallaşması da yanı değildir. Böylece her
kişinin hem yegâne hem de toplumsal olduğunu söylemek yanlış olmaz. Her birey bulunduğu topluma
en iyi uyarlanmayı sağlayan kalıpları benimserken ayrı bir toplumsal kişilik geliştirir.
Toplumsallaşma, bireye kişilik kazandırdığı gibi öz benlik de kazandırmaktadır. Öz benlik, bireyin diğer
kişilerle paylaştıklarının ve onu diğer kişilerden farklılaştıran ayrıntılarının bilincinde olmasıdır.
Kendimizi önce başkalarında görüp tanırız. Bu nedenle çevremizdeki başka insanlara «ayna benlik»
diyebiliriz. Bu, başkalarının bireyin kendisine karşı davranışlarında yansıyan benliğidir. Öz benliğin
oluşumu, kişinin kendisini başkası tarafından görülen bir konu, bir şey olarak tasarımlamasıyla
gerçekleşir. Başkalarının bizi nasıl gördüklerini, tepkilerimizi ve yanıtlarımızı nasıl yorumladıkları
hakkında kendi kendimize bir hüküm veririz. Başkalarının oluşturduğu aynada kendimizi görürüz.
Toplumsallaştırıcı araç, bütünüyle toplumdur. Bireyin ilişki durumunda olduğu diğer kimseler ve
gruplar toplumsallaşmayı gerçekleştirirler.
Toplumsallaşma, durgun ve yeknesak bir süreç değildir. Birey, birçok araçla toplumsallaşır. Belli başlı
toplumsallaşma kurumları, aile, akran grubu, yurt, kitle iletişim araçları, okul, dinsel kurumlar, gençlik
hizmetleri örgütleri, iş örgütleri, siyasal ve ekonomik kurumlardır. Toplumsallaşma; iletişim, işbirliği,
katılma ve toplumsal çevre ile gelişir.
Toplumsallaşmada Cinsel Rol Farklılaşması
Aile içinde kız ve erkek çocuklara farklı davranılmaktadır. Çocuklar daha dört yaşında iken cinsiyet
kimliğine ilişkin bir bilince sahip olmaktadırlar. Çocuklar edindikleri deneyimler sonucu rollerini
içselleştirmekte ve bunları kişiliğinin bir parçası saymaktadır.
Ebeveynlerin çocuklarına uyguladıkları farklı muamele, onlara sağladıkları eğitim fırsatlarında da
kendini gösterir. Ailenin ekonomik durumu iyileştikçe ve eğitim düzeyi yükseldikçe her iki cinsiyetten
çocuğa eşit düzeyde eğitim sağlama olanağı artmaktadır.
Kızlar genellikle, öğretmenlik, sekreterlik, hemşirelik gibi düşük saygınlıklı olarak algılanan, ev kadınlığı
rolü ile çatışmayan mesleklere yönelme eğilimdedirler. Erkekler ise, iyi kazanç getiren, riski olan ve
ilerlemeye olanak veren mesleklere yönelmektedirler. İşleri planlama, başkalarını yönetme, yetki ve
sorumluluk sahibi olma, başkaları ile yarışma erkek çocuklarda gözlenen başlıca meslek değerleridir.
Kadınlar, erkeklerle yarışmayı gerektiren mesleklerde kendileri için başarı şansı görmemekte,
meslekte ilerlemeyi genellikle yaşam hedefi olarak benimsememektedirler. Bunun temel nedeni ise,
kendilerini birinci derecede ev kadını olarak algılamalarıdır.
MESSOYLU | 15 | SAYFA
Dinsel Toplumsallaşma
Din, öncelikle bir eğitim öğretim sorunudur. Ayrıca bütün toplumlarda eğitim, uzun yıllar tamamen
dinsel bir karakter taşımıştır.
Dinsel toplumsallaşma, çocukluk döneminde çok hızlı gerçekleşir. Önce ailede başlar, sonra akrabalık,
komşuluk, arkadaşlık, köy-kent, meslek çevreleri, okul, cami, Kur’an kursu, medya gibi etmenler
önemli rol oynar. Ebeveynler, dinsel yaşayış konusunda çocuklarına örnek oluşturur. Çocuklar aile
içinde ilk dinsel bilgilerini alırlar, dinsel törenleri ve duaları öğrenirler.
4. BÖLÜM - EĞİTİMİN TOPLUMSAL İŞLEVLERİ
Eğitimin işlevleri, bir toplumda eğitimin amaçları ile bağlantılı olup onun tarafından biçimlenir.
Bununla birlikte, her toplumda eğitimin değişmeyen genel işlevleri vardır. İşlevler, amaca dönük
eylemlerdir. Buna göre, bir eğitim sistemi örgütlenirken başlangıç noktası, önce amaç, sonra işlev
olmalıdır. Aksi durumda örgütün amaçlarına dönük bir işlem yapılamamış sayılır.
Eğitim yoluyla bireyin hem kişisel hem de toplumsal gelişimi söz konusudur. Bu anlayışla birey, bir
bütün olarak ele alınmakta, kendisi ve tolum için en uygun bir biçimde tüm gelişmesi
bulundurulmaktadır.
Klasik eğitim, mikro eğitim konularını, yani, birey ve okul düzeyindeki eğitim olaylarını ruhsal açıdan
ele almış, sadece çocukluk yaşamına önem vermiştir. Oysa makro açıdan modern eğitim, bu sınırları
aşmış, insanın sadece okulda değil, onun yaşamı boyunca sürekli olarak eğitilmesi anlayışını
benimsemektedir.
Makro eğitim, eğitim olayını birey ve okul düzeyinin üstünde inceleyerek eğitim konularının
ekonomik, toplumsal ve siyasal yönleriyle devlet düzeyinde ya da daha üst düzeyde eğitimin belli bir
kesimi açısından incelenmesini gerektirir.
Eğitimin makro açıdan, yani toplumsal, siyasal ve ekonomik yönlerden ele alınışı, son zamanlarda
ortaya çıkmış, çağımızda görülen bir gelişmedir.
Eğitimin toplumsal işlevleri «açık» ve «gizli» olmak üzere ikiye ayrılır.
Eğitimin Açık İşlevleri
Eğitimin açık işlevleri, toplumun kültür mirasının birikimi ve aktarılması, yenilikçi ve değişmeyi
sağlayıcı elemanlar yetiştirmek, siyasal, toplumsal, seçme ve ekonomik gibi noktalarda
toplanmaktadır.
Toplumun Kültürel Mirasının Birikimi ve Aktarılması
Eğitim, toplumun kültürel mirasının birikimini ve sürekliliğini sağlar. Her kuşak, kültür birikimi sürecini
önceki kuşağın bıraktığı yerden devralarak sürdürür.
Bu devralma, o toplumun değerlerinin ve toplumsal normlarının öğrenilmesi yoluyla gerçekleşir. Bu
görev, bir yanda doğru alışkanlık ve tutumların geliştirilmesini, diğer yandan zararlı olabilecek antisosyal etkenlere karşı koymayı içine almaktadır.
MESSOYLU | 16 | SAYFA
Eğitimin ikinci bir işlevi ise, toplumun değerlerini ve toplumsal kurallarını, normlarını çocuğa çeşitli
yollarla öğretmektir. Bu toplumsallaşma süreciyle kültür, çocuğa aşılanır.
Bir önceki kuşaktan bir sonrakine devretme araçları ise dil, deneyim ve bilgidir.
Osmanlı İmparatorluğunda 19. yüzyılın ikinci yarısına dek eğitim, İslam kültürünü kuşaklara aktaran
bir işlev görmüştür. 2. Mahmut ile 2. Meşrutiyet döneminde ise medreselere karşı kurulan
mekteplerde gelişen ve yayılan «Yeni Osmanlılık» anlayışı alternatif bir kültür oluşturuyordu. Bu ikili
yapı, Cumhuriyet dönemine kadar devam etti. Bu iki düşünce anlayışa karşı Cumhuriyet «ulusallık»
düşüncesini geliştirmeyi amaçlamıştır.
Yenilikçi ve Değişimi Sağlayacak Elemanlar Yetiştirmek
Yenileşme, hem yeni usuller, hem de yeni düşünceler ortaya çıkarır. Bu yüzden eskiye karşı bir
meydan okuma söz konusudur. Burada eğitim sistemi iki çeşit rol oynar. Bunlardan ilki, yenilikçi
elemanlar elemanları sağlamak, diğeri ise, asgari uyuşmazlıklarla gerekli değişmeleri gerçekleştirmek
biçimindedir. Uzun zaman geleneksel kuralların egemen olduğu toplumlarda değişmeye karşı gelme,
genel bir durumdur. Bu olay, özellikle henüz sanayileşmekte olan toplumlarda daha açık bir durum
alır.
Yenilikçi elemanlar kuşkusuz okullar yoluyla sağlanacaktır. Bunun için eğitim sisteminin kendisini
yeniliğe uydurması gerekir. Okul ve bireylerce geliştirilen araştırma ve buluşlar teknolojinin
yardımıyla hem yeni, hem de çözümlenememiş eski sorunlara yeni ve yeterli çözüm yolları bularak
kültürel mirasa katkıda bulunur.
Siyasal İşlev
Siyaset kavramı «insan toplumlarını yönetmek sanatı ve işi» olarak ele alınır.
Eğitimin siyasal niteliği, onun devletin işlevi oluşundan ileri gelmektedir. Siyasal bakımdan eğitimin
başlıca iki görevi vardır. Birincisi, mevcut siyasal sisteme sadakati sağlamaktır. Bütün siyasal sistemler
çocuklara ve yurttaşlara bir siyasal eğitim vermek isterler. Böylece, topluma birlik ve beraberlik ruhu
kazandırılır.
Mevcut düzene sadakatin sağlanması, gerek örgün eğitimde çeşitli derslerde, gerekse yaygın eğitimle,
yurttaşların kamu işlerinin yürütülmesine etkin bir biçimde katılmasını sağlayacak hünerler, tutumlar
ve yeteneklerle donatılması suretiyle gerçekleştirilir. Bu gerçekleştirme çabasında öğretmenler geniş
rol oynarlar. Bu role «değişim ajanlığı» rolü denmektedir.
Eğitimin ikinci siyasal işlevi, liderlerin seçilmesi ve eğitilmesi ile ilgilidir. Liderlerin seçim ve
eğitilmesinde yine okullar birinci derecede rol oynarlar. Eğitim yoluyla ulusal (parlâmento üyeleri,
hükümet üyeleri, yüksek düzeyli devlet memurları) ve yerel (partilerin yerel yöneticileri ve önemli
görevlerdeki yerel devlet memurları) önderler yetiştirilir.
Osmanlılarda şehzadelerin yetiştirilmesi özel eğitim ağırlıklı idi. Şehzade mektebi bu amaçla
kurulmuştu. Diğer yandan Enderun Mektebi devlet memuru yetiştirme amaçlı eğitim vermekteydi.
Mutlak krallıklarda, devleti yönetecek kimselerin özel olarak eğitilmelerine büyük önem
verilmekteydi. Prensler ileride kral olacak biçimde yetiştirilmekte idiler.
MESSOYLU | 17 | SAYFA
Oysa demokratik rejimlerde siyasal önder yetiştirilmesi genellikle ihmal edilmiştir. Bununla birlikte,
çeşitli eğitim kurumlarının önder yetiştirmede geniş rolleri vardır. Ayrıca bu ülkelerde siyasal
partilerin, gönüllü kuruluşların ve meslek örgütlerinin de siyasal liderler yetiştirme görevleri
küçümsenemez.
Ülkemizde de Cumhuriyetten sonra siyasal önder yetiştirmek amacıyla bir önderlik eğitimi
görülmemiştir. Bizde eğitimin siyasal işlevi, ancak birinci anlamda, yani rejime sadakati sağlamak
biçiminde anlaşılmış, siyasal liderlerin seçilip yetiştirilmesi ihmal edilmiştir. Siyasal liderlerimiz çoğu
zaman rastlantılar yoluyla ortaya çıkmaktadır.
Eğitimin Seçme İşlevi
Birçok ülkede eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması siyasal bir amaçtır. Bir ülkenin nüfusu, farklı
yetenekteki kişilerden bir yetenek havuzu oluşturur. Eğitimin seçme işlevi, bu havuzdaki en yetenekli
harika çocukların seçilmesi, onlara tam bir eğitim imkânı verilerek kendilerinden ileride geniş ölçüde
yararlanılmasını sağlamaktır.
Hangi toplumsal kesimden olursa olsunlar, bu yetenekli çocukların seçilip eğitilmesi ve kendilerinden
yararlanılması, hem birey hem de toplum yararınadır. Bu, aynı zamanda fırsat eşitliğinin gerektirdiği
bir husustur.
Toplumdaki yeteneklerin hemen hepsinden yararlanılabilmesi, iyi bir seçim mekanizmasını gerektirir.
Eğitimin seçme ve sınıflama işlevini daha çok okul yerine getirir. En yetenekli kişilerin seçilmesi ve
yeteneğine uygun öğretim görmesini okul sağlar. Zekâ bölümü aynı olan çocuklar, aynı eğitim
koşullarına sahip değillerse o zaman okul bu işlevini yerine getirmiyor demektir.
Çocuğun toplumsal sınıfı, zekâsı, toplumsal konumu okulun seçme işlevini etkileyen etmenler
arasında yer alır.
Ülkemizde genellikle kitle eğitimi egemendir. Kitle olarak okula gidilir ve mezun olunur. Zekâ
derecelerine göre seçim yoktur. Aslında öğrencilerin yeteneklerine göre bir uygulama gerekir. Başka
ülkelerde yeteneklere göre gruplandırmalar vardır. Ancak, yeteneklere göre gruplama yapılırken
toplumsal sınıflar arasında ayırım yapılmaması gerekmektedir.
Ülkemizde özel eğitime tabi kişilerin seçilerek ayrı bir eğitimden geçmeleri yeni bir olaydır.
Öğrencilerin yeteneklerine göre seçimini etkileyen bir husus da okulun tek yönlü ya da çok yönlü
çalışmasıdır. Ortaokul ve liseler tek yönlü, tek amaçlı okullardır. Üniversiteye eleman yetiştirirler.
Amerika ve kısmen İngiltere’ de okullar çok amaçlıdır. Çok amaçlı okulda çocuk, üniversiteye
gidemeyecekse, bir meslek öğrenmiş olup iş yaşamına atılmaktadır. Tek yönlü okul, alt sınıftan
gelenleri engeller. Çok yönlü okulda yeteneğe göre meslek seçimi daha kolaydır. Çocuk eğer seçtiği
meslekte başarılı değilse yeteneğine daha uygun başka bir meslek öğrenmek için dalını kolayca
değiştirebilir. Tek yönlü okul tipinde değiştirme olanağı çok zordur.
MESSOYLU | 18 | SAYFA
Eğitimin Ekonomik İşlevi
Eğitimin ekonomik işlevi, ekonominin gereksinimlerine uyan ve geleceğin tüketicilerine gerekli bilgiyi
verecek insan gücü ile birlikte beyin gücü sağlamaktır. Ekonomistler, üretim artış oranında eğitimin
önemli bir rol oynadığını göstermektedirler.
Üniversiteler, sanayileşme ile birlikte özellikle 1930 yılından sonra kendilerini teknolojik topluma
uydurmak zorunda kalmışlardır. O zamana dek sadece seçkinleri yetiştirme kurumları olarak
işlevlerine ikinci bir işlev daha katıldı. Hem araştırma örgütü olarak ve hem de öğretim kuruluşları
olarak yüksek eğitim kurumları, ekonomiye ya doğrudan ya devlet yoluyla daha yakından katıldılar.
İnsan gücü gereksinimi nitel ve nicel yönden incelebilir.
1. Nitel Yön: Bireye, genel eğitimle birlikte, endüstriyel becerilerin esaslarının öğretilmesi ve bu
becerilerin kazandırılmasıdır. Bu da teknik eğitim yoluyla gerçekleştirilir. Böyle bir eğitimle işgücünün
sanayiye bağlılığı sağlanacak, kişide tekniğe karşı alışkanlıklar kazandırılmış olacaktır.
Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması da nitel yön ile ilgilidir.
Başka bir nitel yön, yeni sanayi toplumu yaratacak ve onu biçimlendirecek insan gücü yetiştirmektir.
Burada, değişmeyi kabul edecek insan gücü söz konusudur.
2. Nicel Yön: Gerekli sayıda işgücü sağlanmasıdır. Nicel yönle ilgili bazı noktalar:
a. Denge: İnsan gücü gereksinimi ile okullardan mezun olanların sayısı arasındaki dengedir.
b. Ortaöğretimin yapısı: Orta dereceli teknik okullar öğrencileri teknisyen ve nitelikli sanatkâr
yetiştirmeye hazırlarlar. İşgücünün herhangi bir aşamasında eğitilmiş insan gücü gereksinimi varsa o
eğitimin insan gücü kademelerine göre düzenlenmesi gerekir.
c. Meslekî rehberlik: Bu rehberlikte, bireyin mesleklere ve meslek seçimine özgü sorunları ele
alınarak; bir meslek seçmesi, bu mesleğe hazırlanması ve bu mesleğe girerek orada ilerlemesi için
bireye yardım edilir.
Mesleği rehberliğin en önemli amaçları şunlardır: Bireyin kendi yetenek, ilgi ve gereksinimlerini
tanıması, işler hakkında bilgi sahibi olması, meslek planlarının önemini idrak etmesi, geçici meslek ve
öğrenim planları yapması, bazı çalışmalar yoluyla iş yaşamının keşfi, mesleklerle dersler arasında ilişki
kurulması, meslekler hakkında nerelerden nasıl bilgi toplanabileceğini öğrenmesi hususlarıdır.
II. EĞİTİMİN GİZİL İŞLEVLERİ
Eğitimin temel görevlerinin sonuçları olarak sayılan saklı (gizil) görevleri şunlardır:
•
•
•
•
•
•
•
Eş seçme,
Tanıdık sağlama,
Konum kazandırma,
Çocuk bakıcılığı,
İşsizliği önleme,
Çocuğun ekonomik sömürülmesini önleme,
Temizleyicilik.
MESSOYLU | 19 | SAYFA
5. BÖLÜM - EKONOMİ VE EĞİTİM
I. EKONOMİ – EĞİTİM İLİŞKİLERİ
İnsangücü kaynağının geliştirilmesi ile ekonomik kalkınma ve gelişme düzeyi arasındaki ilişkiler eğitim
ve ekonomi ilişkilerinin odak noktasını oluşturur. Bu çerçevede eğitim talebi, eğitim arzı, eğitimin
tüketim ve yatırım özelliği, eğitim hizmetlerinin finansmanı, eğitim ve ekonomik kalkınma gibi konular
bu ilişkilere birer örnektir.
Eğitim, ekonomik kalkınmanın bir sonucu olarak artan mal ve hizmet üretiminde olan talebi artıran,
yaşam düzeyini yükselten bir etkendir.
Bertnart Russel ekonomik etkenlerin eğitime etkisini dört noktadan ele almaktadır.
1. Bir ülkenin ekonomik koşullarına göre eğitime ayırabileceği para miktarı değişiktir.
2. Eğitim verimi artırmayı amaçlar. Bu doğrultuda, teknik eğitim, bilimsel öğretim ve
araştırma geliştirmiştir. Eğitilmiş işçinin daha verimli ve becerikli olduğu açıktır.
3. Dağıtım düzeninin eğitim üzerine etkisi vardır. Dağıtım düzeni, toplumun sınıflara bölünmesini
sağlar. Sınıflı bir toplumda ayrı sınıflar ayrı eğitim görecektir.
4. Kişiler tarafından yapılan bağışlar da eğitimi etkiler.
II. EĞİTİMİN TÜKETİM ÖZELLİĞİ
Eğitimin tüketim yönünü eğitime yapılan giderler oluşturur. Eğitim hizmeti, bütün diğer dayanıklı
tüketim mallarından daha uzun ömürlü bir maldır. Eğitim sürekli olarak kullanılmakla tükenmez.
Eğitim, insanın yaşamı boyunca kendisinden sürekli olarak yararlandığı, insanın sürekli öğrenmesi ile
daha çok yararlandığı bir maldır. Sanayileşme ve teknolojinin gelişmesi ile insanların eğitim giderleri
sadece maddî değil, manevî doyum kaynaklarına da yönelir. Böylece insanların zevkinde incelme
yaratacak harcamaların sayısı artar.
Eğitime ayrılacak giderlerin miktarı birçok değişkene bağlıdır.
1. Ulusal gelir ya da birey başına düşen gelir miktarı eğitim harcamalarını etkiler. Birey başına
düşen gelir miktarı arttıkça milli gelirden eğitime ayrılan pay yükselir.
2. Eğitim alanında yapılan harcamaların miktarı, bu konuya halkın gösterdiği ilgiye göre değişir.
3. Öğrenim çağında olan gençlerin sayısı ve bunlardan okula devam edenlerin oranı da etkiler.
4. «İnsan Sermayesi» kuramı, insanların eğitim, yetiştirme veya diğer etkinlikler aracılığıyla
kendilerine yatırım yapmaları ve böylece yaşam boyu kazançlarını arttırarak gelecekteki
gelirlerini yükseltmelerine dayanır.
5. İnsan sermayesi, işgücünün verimlilik ve kalitesini arttırarak gelecekteki gelir düzeyini
yükselten herhangi bir etkinlikle de bağlantılandırılabilir. Bu nedenle sağlık ve göçle ilgili
harcamalar da insan sermayesine yapılan bir yatırımdır.
MESSOYLU | 20 | SAYFA
6. Eğitimin yararlı bilgi ve beceriler kazandırarak iş görenlerin verimliliğini yükseltir ve böylece
onların yaşam boyu kazançlarını arttırır.
7. Fakat eleştirmenler, eğitimin gerekli bilgi ve becerileri kazandırma yoluyla iş görenin
verimliliğini arttıramadığını, bir eleme mekanizması olarak görüldüğünü ileri sürerler. Bu
husus, eğitimin bireyin verimliliğini doğrudan etkilemeksizin, sadece bir sertifika ya da
diploma vererek, bireyin daha iyi bir iş bulmasına yardımcı olduğunu savunan görüşlerle
pekiştirilmiştir. Buna «filtre» ya da «eleme» hipotezi, başka bir deyimle sertifika ya da
diploma ile belgeleme adı da verilmektedir.
8. İnsan Sermayesi kuramının ülkemiz açısından da görünümü olumsuzdur. Yani, eğitilmiş
bireylerin kâr sağlayacağı görüşüne rağmen buna uyulmamakta-dır. İşveren, çeşitli etmenlere
göre eleman almakta-dır. İsim yapmış üniversite, siyasal görüş, gösterişi iyi olma, akraba ya
da tanıdık gibi etmenler rol oynayabilmektedir. Oysa daha nitelikli elemanlar dışarda
kalmaktadır. Ayrıca işsiz üniversiteliler, alan dışında çalışma gibi durumlar da vardır. Böylece
eğitime yapılan yatırımlar, toplum açısından pek de kârlı görülmemektedir. Eğitime ayrılan
para fazla olmasına rağmen ekonomi bu oranda gelişmemektedir.
9. Ülkemizde eğitim harcamaları öğrenci ve öğretmen sayılarındaki artış artışa paralel olarak
artış göstermektedir.
10. Eğitim hizmetlerindeki kalitenin yükseltilesi de eğitim harcamalarını arttırır. Eğitim
harcamaları daha çok nicel yönleriyle dikkat çekmektedir. Fakat eğitimde niteliğe de önem
vermek istediğimiz zaman eğitim harcamalarını arttırmamız gerekecektir.
Eğitimde kalite değişik yönlerden ele alınmaktadır.
1. Bazı yazarlar eğitimin kalitesi ile sadece okula giden çocukların akademik başarısını anlarlar.
2. Elde edilen düşüncelerin yaşama uygulanması, yaşamın çeşitli sorunlarını çözme kapasitesi
3. Düşünme yeteneğinin gelişmesi gibi eğitim sonucu ortaya çıkan topyekûn gelişimi ifade
edeler.
III. EĞİTİMİN YATIRIM ÖZELLİĞİ

Daha çok gıda, giyim ve tüketim mallarına ve refaha ileride sahip olabilmek ve çalışan
nüfusun gelecekteki verimlilik kapasitesini artırmak bakımından eğitim bir yatırımdır. Başka
bir deyimle eğitim harcamalarının bir kısmı, gelecekte daha fazla kazanç ve tüketim için
bugünkü tüketimden yapılan kısıntı, yani yatırım niteliğidir. Eğitim harcamaları, öğrencinin
gelecekteki verimliliğini ve kazancını artırması oranında birer yatırım sayılır.

Bir makinenin satın alınması, sadece satın alındığı yılda değil, ömrü boyunca üretime katkıda
bulunacağı için yatırım olarak kabul edilmesi gibi, eğitimin bireylerin üretim eylemlerini
etkileyen yönü de yatırım olarak kabul edilebilir.

Ekonomi, nitelikli işçi, uzman ve eğitim görmüş kişilere talep duydukça, ekonominin talebi
arttıkça, eğitim yatırımları da artar.
MESSOYLU | 21 | SAYFA
Eğitim, verimliliğin ve ulusal üretimin artırılmasında değişik işlevlere sahiptir. Bunlar şu noktalar
etrafında toplanabilir:
1. Bilimsel araştırma teknikleri geliştirmek ve öğretmek suretiyle verimliliğin artmasında rol
oynayacak niteliklerin meydana getirilmesini sağlar.
2. Potansiyel kabiliyetleri keşfeder ve işler.
3. Üretim için gerekli bilgilerin kuşaklararası naklini sağlayacak öğretim üyelerini yetiştirir.
Eğitim harcamalarının tüketim ya da yatırım olarak göz önünde bulundurulmasına göre ilgililer,
değişik kararlar alabilirler. Örneğin eğitim tüketim olarak görüldüğünde, tüketim harcamalarının
kısılması gereken dönemlerde eğitim harcamalarından da kısıntı yapılması gündeme gelebilir.
Oysa, eğitim harcamaları yatırım özelliğine sahipse, yapılan kısıntı ekonomik gelişmeyi olumsuz
olarak etkiler. Bu nedenle eğitim alanına fazla yatırım yapılmasında yarar vardır.
6. SANAYİDE İŞÇİ EĞİTİMİ
Sanayi toplumlarında verimi elde etmek için işçi eğitimi önem kazanmıştır. Çalışanın çevreye ve
işine uyarlanması da işçi eğitimine bağlıdır. Bazı ülkelerde işçi eğitimi ve yetişkin eğitimi birbiriyle iç
içedir. Teknik gelişmeyi hızlandır-mak ve bunun sonuçlarına uyarlanabilmek için işgücünün
teknik ve mesleki bilgi bakımından sürekli bir eğitime tabi tutulması gerekir.
İşçi eğitimi ile ilgilenen kuruluşlar:

Resmi organlar,

Üniversiteler,

Bağımsız gönüllü kuruluşlar,

Sendikalar

Uluslararası organlardır.
Değişik ülkelerde bu kuruluşlar işçi eğitiminde değişik oranlarda rol oynamaktadır. Ülkemizde
resmi organlar ve işverenler sadece işçi eğitimi ile ilgilidir. Genel işçi eğitimi sendikalarca
yürütülür.
Resmi organlardan İş ve İşçi Bulma Kurumu, işçi eğitiminde sorumluluk sahibidir. Çırak, usta ve
ustabaşı kursları, çıraklık ve iş başında eğitim etkinliği, yerel meslek kursları, dış ülkelere gidecek
işçiler için staja gönderme ve seminerler düzenlemektedir.
Ayrıca Türk-İş Eğitim Merkezi ve ulusal sendika ya da federasyonlar tarafından işçi eğitimi ile ilgili
seminerler düzenlenmektedir. İşçilerin genel eğitimleri 1962 yılından beri sendikalar tarafından
yürütülmektedir. Sendika yöneticilerinin eğitimi de bu kapsamdadır.
MESSOYLU | 22 | SAYFA
I. KALKINMA VE EĞİTİM

Kalkınma, gelişmekte olan ülkelerin gelişmesini belli politikalarla hızlandırmak, sanayileşmiş
bir yapıya sahip olmak, teknoloji üretmek, insanların davranışlarını değiştirmek ve
kabullenilen amaçlara yönelmek demektir.

Eğitimin kalkınmanın ön koşulu olduğu gerçeği bugün genellikle kabul görmüş bir görüştür.
Kalkınma, toplumun değişme bilincine bağlı bir süreçtir. İşte böyle bir bilince kavuşmanın ilk
yolu, insanların eğitilmesidir.

Kalkınma ile birçok yeniliklerin gerçekleşmesi doğaldır. İşte bu değişiklikler beşeri sermaye ile
gerçekleşir. Kalkınmanın gerektirdiği davranışları benimsemiş insanların yetiştirilmesi eğitim
sayesinde olur. ayrıca eğitim, kalkınmanın gerektirdiği becerilere sahip insan gücünü yetiştirir.

Ekonomik büyüme, yeni bilimsel bilgilerin birikimi ve bunun teknolojiye uygulanması ile
gerçekleşir. Bilimsel bilginin üretimi ve birikimi de yine okul ve eğitimin işidir. Özellikle
araştırma, eğitimle gerçekleşir. Eğitim ile kalkınma ilişkisi üç boyutludur:
1. Kalkınma için gerekli bilgi ve beceriye sahip insan gücünün yetiştirilmesi.
2. Kalkınma için gerekli düşünsel yapıyı ve zihniyeti değiştirmek.
3. Bilgi üretmek ve teknolojiyi geliştirmek
7. BÖLÜM - SİYASET VE EĞİTİM
I. DEVLET VE EĞİTİM
Devlet kurumlaşmış bir güçtür. Bir toplumun amaçlarının ideolojik ve ekonomik yollarla
geliştirilmesinde etkili bir yaptırım gücüne sahiptir. Böylece devlet, toplumsal görevlerini yerine
getirebilmek için yaşamın her alanına girmektedir. Bu arada ekonomik, örgütsel, hukuksal, askerî ve
siyasi sisteme; ekonomik, siyasi ve ideolojik girdiler sağlayarak devletin bakasına katkıda bulunur.
Eğitim sistemleri, siyasal sistemin özelliğine göre otokratik ya da demokratik biçimde örgütlenebilir. O
halde siyasi gücün biçimi, eğitimin en önemli sınırlayıcısıdır. Bu bağlamda eğitim monarşik bir
sistemde otorite merkezlidir. Oligarşik bir siyasi sistemde ise belli bir grubun (soylular, aristokratlar,
seçkinler, aydınlar, bürokratlar, askerler, toprak sahipleri, sanayiciler, siyasi partiler, yargıçlar vs.)
değerleri ve ekonomik çıkarını koruyacak biçimde düzenlenir.
Ancak, demokrasilerde geniş halk kitlelerinin istendik düzeyde eğitilerek bir araya toplaması
beklenmektedir.
Siyasal güç zorlayıcı bir özelliğe sahiptir. Kaba güç kullanabilir. Siyasal güç ilk çağ demokrasilerinde
karara doğrudan katılım biçiminde sağlanmıştır. Fakat bu hakkı kullanan sınırlı sayıda insanlardan
oluşan sınıflar olmuştur. Günümüz toplumlarında ise nüfusun fazlalığı, doğrudan katılımı
engellemektedir. İnsanlar kendileri adına gücü kullanacak vekilleri seçme yoluna gitmektedirler.
MESSOYLU | 23 | SAYFA
II. ARİSTO VE EFLATUN’UN EĞİTİM ANLAYIŞLARI
Aristo ve Eflatun eğitim ve siyaset ilişkisini ilk kez incelemişlerdir.
Eflatun «Devlet» adlı eserinde devletin görevinin sadece yöneticileri değil, bütün toplumu mutlu
etmek olduğunu söyler. Ona göre devlette temel olan değerler yiğitlik, bilgelik, doğruluk ve ölçüdür.
Devletin yöneticileri filozof olacak, doğruluğu en üst değer sayarak onun hizmetine girecekler ve
toplumsal yasaları da ona uyduracaklardır.
Aristo’nun düşündüğü eğitim işleri devlete ait olmalı ve yasalarla düzenlenmelidir. Her vatandaş
içinde yaşadığı hükümet biçimine göre yetiştirilmeli o hükümetin biçiminin yapısal özelliklerine uygun
bir eğitim almalıdır. Eğitimin gayesi genele yöneliktir. Eğitim herkes için aynı olmalıdır. Vatandaşlar
devletin birer parçasıdırlar. Parçanın bakımı bütünün bakımından ayrı olarak düşünülemez.
Dolayısıyla herkese aynı eğitim verilmelidir.
İdeolojik Güç ve Eğitim
İdeolojik güç, kaynaklarının bölüşümünü meşrulaştırarak siyasal güce yön veren ve belli bir düşünceye
dayanan güçtür. Devletin siyasal ve ekonomik gücünün meşrulaştırılmasına dayanak sağlayan güçtür.
İdeolojinin niteliğini açıklayan değişik görüşler vardır. Örneğin, belli bir toplumsal grup ya da sınıfa ait
düşünceler kümesidir. Egemen siyasal gücü meşrulaştıran düşüncelerdir. Ya da egemen siyasal gücü
meşrulaştırmaya yarayan yanlış düşünceler gibi…
Eğitim, egemen ideolojiyi sürekli olarak besleyerek siyasal sistemin kendini yeniden üretmesinde
etkin rol oynar. Bu nedenle eğitim önemli sayılır. Bu öneminden dolayı eğitim, aynı değerlere sahip,
aynı türden davranış gösteren homojen ve yönetilebilir bir toplum oluşturmak amacıyla devlet
tarafından düzenlenir, denetlenir ve finanse edilir.
Tarih boyunca eğitimde fırsat olanakları-nın kime sağlanacağı, buna kimlerin karar vereceği daima bir
sorun olmuştur. Bu sorunun yanıtı ülkelerin kim ya da kimler tarafından yönetileceği konusu ile iç
içedir. Ülke yönetim biçimleriyle kimin eğitim göreceği konusu birbiriyle bağlantılı olarak genelde üç
kategori tarafından ele alınabilir. Bireysel yönetim, grup yönetimi, çoğunluğun yönetimi.
III. İREYSEL YÖNETİM VE EĞİTİM
Monarşik siyasal sistemlerde eğitim, otorite merkezlidir. Son karar hükümdar tarafından verilir. Bu
kararın doğru ve yerinde olması hükümdarın iyi eğitilmiş olmasına bağlıdır. Yönetilenlerin eğitilmesi
ihmal edilebilir ya da gereksiz görülebilir. Ancak geleceğin hükümdarlarının yetiştirilmesine küçük
yaşlarda başlanır. Eğer yönetici olarak kişi yetenekli ise bu eğitim başarılı olur. Örneğin Fatih ve hocası
Molla Gürani…
Tek kişinin yönetiminde kitlelere zorunlu eğitimden çok din, meslek ya da sanat eğitimleri verilir. Bilgi,
beceri ve tutumlar genç kuşaklara geleneksel yöntemlerle aktarılır.
Ülke yönetimi için hükümdardan sonra söz sahibi olan siyasal kadronun belirlenmesi ve eğitilmesi her
toplum için sorun olmuştur. Her ülke kurduğu seçme sistemi ile geleceğin yönetim kadrolarını
oluşturacak adayları belirlemiştir. Bunlara genellikle okuma yazma, güzel konuşma gibi beceriler
kazandırılmıştır. Devşirme sistemi…
MESSOYLU | 24 | SAYFA
İmparatorluk döneminde Çin’de devlet adamı, yetiştirilen yetenekli sıradan vatandaşlara tanınan
sistem b konuda iyi bir örnektir. Böylece sıradan insanlara yüksek konumlar kazandırabilecek fırsatlar
verilmiştir. Eleme sınavlarını kazananlar siyasal görevlere gelecek biçimde eğitilmişlerdir. Böyle bir
uygulama, fırsat eşitliğini temel almıştır. Bu yoldan yoksul vatandaşlar da varlıklılar gibi üst
kademelere yükselme şansı bulmuşlardır.
IV. SEÇKİN GRUP YÖNETİMİ VE EĞİTİM
Bu yönetim biçimi seçkin bir grubun halk kitlelerini yönetmesidir. Oligarşik bir sistemdir ve eğitim
belli bir grubun değerleri ve ekonomik çıkarlarını koruyacak biçimde düzenlenir. Bu seçkin grup
tarihte aristokratlar olarak anılmıştır. Babadan oğula geçen bu seçkinlikten dolayı toplum sınıflara
zümrelere ayrılmıştır. Her sınıfa ve zümreye belirli ve değişmez bir konum verilmiştir. Eğitim sistemi,
toplumsal tabakalaşmanın bir görüntüsü olarak asil ve zengin grubun tekelindedir. Avrupa’da halk için
ve asiller için olmak üzere iki farklı şekilde sistemleştirilmiştir.
Böyle bir toplumsal düzende eğiti türünün belirlenmesi, bireyin ilgi, yetenek ve başarısı
doğrultusunda olmayıp, ait olduğu toplumsal sınıf temeline dayalı olarak yapılıyordu. Eğitim sistemi,
toplumsal farklılıkları sürdürme üzerine inşa edilmişti.
Toplumsal sınıflar arası bir geçişin olmaması, eğitim kurumları arasındaki geçişi de engelliyordu. II.
Dünya Savaşından sonra, beklenti düzeyleri yükselen geniş halk kitlelerinin eşit eğitim olanaklarından
yararlanma isteklerine gerçekleştirme yönünde bir değişim yaşanmıştır.
V. DEMOKRASİ VE EĞİTİM
Demokrasi, halk iradesinin ağır basması ya da yönetimin halk tarafından denetlenmesi anlamına gelir.
J. Dewey 1916’da yayınladığı eserinde demokrasi ile eğitimin iç içe olduğunu vurgulamıştır. Ona göre
demokrasi eğitime adanmıştır ve devletin başarısı toplumun eğitiminde yatmaktadır.
Demokrasi: «halk egemenliği» «siyasal gücün, yönetimlerin rızasına dayalı olması» «çoğunluğun
yönetimi» «azınlık haklarının korunması» «temel insan haklarının güvence altında olması» «özgür ve
adil seçimler» «yasalar önünde eşitlik» «uyuşmazlıkları yasalara dayalı olarak çözme» «toplumsal
ekonomik ve siyasal çoğunluk» «hoşgörü, işbirliği ve uzlaşma değerlerinin paylaşılması» «hükümetin
anayasa ile sınırlandırılması» anlamlarında kullanılabilmektedir.
Bir toplumdaki insanlar, farklı amaçlara sahip farklı gruplarda yer alabilirler. Bu insanların bir araya
gelmelerindeki temel neden çıkar birlikteliğidir. Farklı gruplar, aynı zamanda farklı değeler de
geliştirirler. İşte demokratik rejim, farklı değerlerin yaşamasına onların, kendilerini ifade etmelerine
olanak tanıyan bir sistemdir.
Toplum, bir değerler yumağıdır ve sahip olduğu değerlerin çokluğu ile anlam kazanır. Bir toplumda
çok sayıda değerin olması o toplumun demokratik olmasının en önemli kanıtıdır. Demokratik
sistemlerde bireyler ve gruplar arası iletişim oldukça gelişmiştir. Kuşkusuz eğitim, demokratik
toplumların en önemli iletişim aracıdır.
MESSOYLU | 25 | SAYFA
Demokratik toplumlarda eğitim, aynı gereksinimlere sahip farklı grupları bir araya getiren temel bir
araçtır. Bu farklı grupların değer sistemlerinin birbirlerini tanımalarına, etkilenmelerine ve
kabullenmelerine olanak sağlar. Eğitim ırk, dil, din gibi ayrım etkenlerini toplumsal sorun olmaktan
çıkarıp toplumda yer alan tüm değerleri bir zenginlik olarak korur.
Demokratik bir eğitimden değişme ve tartışmalara barışçıl yollarla çözüm getirme, demokratik
kurallara uyma, zorlama yapmama, düşünce tartışmalarını olağan olarak karşılama, adaleti sağlama,
temel insan hak ve özgürlüklerini, eşitlik ve halk egemenliği gibi demokratik vazgeçilmez değerleri
üretmesi ve yaşatması beklenir. Demokrasi, eğitilmiş insana gereksinim duyar. Temel hak ve
özgürlükleri sağlamada bireylere sorumluluk yükler.
Demokratik bir sistemde eğitimin temel işlevlerinden birisi de insan zihninde köklü demokrasi
düşüncesini yerleştirecek bir bilinç oluşturmaktır. Özgürce düşünebilen, düşüncesini açıkça ortaya
koyabilen ve tartışabilen insanlar yetiştirmek demokratik bir eğitimin temel amacıdır. Çünkü
düşünceler tartışıldığı ölçüde gelişir, olgunlaşır ve zenginleşir.
Demokratik Bir Eğitimin Nitelikleri
a) Bireyler üretken, etken ve eleştirel düşünceye sahip vatandalar olarak eğitilir.
b) Eğitim sistemi, yeniliklere ve değişmelere açık, esnek ve merkezî olmayan bir yapılanma modeline
sahiptir.
c) Herkese açık ve çok sayıda olanak bulunur.
d) Eğitim olanaklarından yararlanmada din, dil, ırk, cinsiyet gibi özellikler ol oynamaz.
e) Bireylerin okul yönetimine katılma ve işbirliği yapma hak ve sorumlulukları vardır.
f) Okul programları yeteneklerin geliştirilmesi temeline dayanır.
g) Öğrenci-öğretmen-yönetici ve çevre ilişkilerinin demokratik olduğu söylenebilir.
h) Halk, kendisini yönetecek kişileri seçtiği için bu konuda sorumlu olarak eğitilir.
i) Eğitim açık fikirliliği geliştirir.
j) Okul değişik uğraşılar için ortam oluşturur.
k) Eğitim üzerindeki siyasal denetim, asgari düzeydedir.
VI. EĞİTİMİN DENETİMİ
Her ülkenin kendi sosyo-kültürel yapısı ve tarihsel koşullarına göre eğitim denetimi farklılaştığı için
eğitimi denetleyen değişik değişik kurumlar ortaya çıkmaktadır.
Din: Özellikle Avrupa’da ilk açılan okulların bazıları kilise tarafından kurulmuş ve denetlenmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı denemi medrese ve sıbyan mektepleri de dini bir eğitim vermekteydi
Meslek Kuruluşları: Batıda lonca ve bizde ahilik gibi meslekî kurumların etkileri olmuştur. Sendika,
vakıf ve benzeri dernekler günümüzde de eğitim üzerinde etkilidir.
MESSOYLU | 26 | SAYFA
Yerel Toplumun Denetimi: Adem-i merkeziyetçi yönetim biçimine sahip olan bazı ülkelerde eğitim,
yerel toplumların denetimindedir.
Siyasi Partiler: İktidardaki siyasi partinin üstün durumu, eğitimin denetimini etkiler.
Baskı Grupları: Eğitimi dolaylı yönden denetleyen kurumlardır. Okulların yönetimi, öğretmenlerin
görevleri konularında denetim kurarlar.
Sınav Sistemi: ÖSS ve ÖYS gibi kurumsallaşmış sınavlar, ortaöğretim kurumlarında işlenen derslerin
içeriğini ve sınıf içi etkinlikleri çok yakından etkileyebilmektedir.
Değerler Sistemi: Halkın benimsediği değerler sistemi, halkın eğitiminin amaçlarını ve eğitim süresini
tayin eder.
Vergi Mükellefleri: Eğer okullar, öğrenim ücreti alıyorsa, öğrencinin babası tarafından beklenen
sonuçları yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde baba çocuğunu okuldan çeker.
Katılımcı Demokrasi: Kişilerin kendilerini etkileyen kararların oluşturulması sürecine katılmasıdır.
Küreselleşme: Beraberinde getirdiği uluslararası kültürel temasların artan sayısı, demokratik
hareketlilikleri dinçleştirmiştir. BM ve AB gibi uluslararası örgütler, demokratik olmayan devletlere
demokratik yönlerde hareket etmeleri konularında dış baskı uygulamışlardır. Kapitalizmin
genişlemesi, demokratikleşmeyi kolaylaştırmıştır. İnternet, güçlü bir demokratikleştirici güçtür. Ulusal
ve kültürel sınırları aşar, fikirlerin kürenin her yanında yayılımını kolaylaştırır ve benzer fikirli
insanların siber uzayda birbirlerini bulmalarına izin verir.
7. BÖLÜM SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE EĞİTİM
Demokratik ülkeler sivil toplum kuruluşlarıyla daha sağlıklı bir görünüme kavuşurlar. Bugün çağdaş
demokrasilerde sivil toplum kuruluşları, toplumun vazgeçilmez ögeleri arasındadır. Ülkemiz de öteden
beri bu ögeleri benimsemiş ve toplum yaşamında denemiştir. Cumhuriyetimizin gelişim çizgisinde sivil
toplum örgütleri de yer almıştır. Fakat bunların etkinliği 1970’li yıllardan sonradır.
I. SİVİL TOPLUM KAVRAMI
Sivil toplum, üyeleri öncelikle devlet dışı etkinliklerle ve bu etkinlikler dolayısıyla devlet kurumları
üzerinde bir çeşit baskı ve denetim uygulayan, kendi kimliklerini koruyan ve dönüştüren kurumların
oluşturduğu bir bütündür.
STK’lar denildiğinde, aralarında vakıfların, baroların, sendikaların, derneklerin, kooperatiflerin ve
yurttaş girişimlerinin dahil olduğu geniş bir örgütlenme yelpazesinden söz edilebilir. Bu kuruluşlar,
kendi amaçları ile ilgili parlamento dışı muhalefeti gerçekleştirirler.
Sivil toplum kavramının özellikleri:
Devlet denetimi ya da baskısının ulaşamadığı ya da belirleyici olamadığı durumlarda bireylerin /
grupların devletten izin almadan, kovuşturmaya uğrama korkusu taşımadan ve ekonomik ilişkilerin
baskısından da büyük ölçüde bağımsız olarak hareket ederek tutum belirleyebildikleri, gönüllü ve
rızaya dayalı ilişkilerin, etkinliklerin ve kurulların oluşturabileceği bir toplumdur sivil toplum.
Sivil toplum, insanların siyasal otorite olmadan yaşamlarını, ekonomik ilişkilerini, aile ve akrabalık
yapılarını, dinî kurumlarını yaşayabilecekleri bir yapıdır. Sivil toplum, siyasal otoriteden bağısız olarak
var olamaz ve genel görüşe göre sivil otorite siyasal otorite olmadan uzun süre yaşayamaz. Böylece
ikisi arasında net bir sınır kolay kolay çizilemez.
MESSOYLU | 27 | SAYFA
Sivil toplum kuruluşları aşağıdaki alanlarda etkinlikler gösterir:
• Kamusal bir gereksinimi karşılayan ve kamu hizmeti yapan kuruluşlar
• Özel ilgi ve özel gereksinimleri karşılamaya dönük kuruluşlar
• Meslek mensuplarının gereksinimlerini karşılamaya yönelik kuruluşlar
• Hayırsever dernekleri gibi bazı özel grupların gereksinimlerini karşılamak için kurulanlar.
Sivil Toplum ve Devlet
Sivil toplum her şeyden önce devletin dışındaki bir alanı çağrıştırır. Kendine devlet dışında bir alan
bulmasıyla da devletin karşıtı bir konumda yer alır. Sivil toplum için amaç, devletin ekonomik, siyasal
ve kültürel düzeyde varlık alanının daraltılmasıdır. Sivil toplum olgusu, ancak demokratik bir ortamda
oluşur. Demokratik bir ortam da devletin varlığına gereksinim duyar. Kısacası, devlet ve sivil toplumun
birbirini destekleyici bir rolü vardır.
Sivil toplum, kendi ilke ve kurallarına göre işler. Devlet otoritesi dışında kendi kendini düzenleyen özerk
alanlar sivil toplumu ifade eder. Sivil toplum derken devletin alabildiğine dar bir alanda yer aldığı
çoğulcu ve katılımcı nitelikler söz konusudur.
Sivil toplumun boyutları:
• Kurumların, örgütlerin ve düşüncelerin çoğunluğuna dayanan kamusal alan, «Mahremiyet»
özerk bireysel ahlaki tercih,
• Toplumsal alanın korunması ve geliştirilmesi için gerekli bir dizi hakları içeren yasal sistemin
varlığı,
• Toplumsal örgütlenme,
• Gönüllülük,
• Toplumsal düzeyde bir özerkleşme,
• Baskı mekanizması oluşturma.
Avrupa’da sivil toplum, şu nedenlerle giderek etkinlik alanını genişletmiştir:
• Birey ve birey özgürlüğüne dayanan bugünün toplumlarında dayanışmanın ortadan kalkması,
• Temsili demokrasinin bugünkü toplum koşullarına giderek uymaması,
• Partilerin belli toplumsal sınıfların temsilcisi olmaktan çıkmaları
• Sağ ile sol arasındaki çizginin giderek belirsizleşmesi,
• Devletin ideolojik ve ekonomik alanlarda küçülmesi, hizmet alanlarında ise daha etkin olması
konusundaki beklentiler.
STK’LARIN EĞİTİM HİZMETLERİ
A. Vakıflar Ve Eğitim Hizmetleri
Öteden beri vakıflar çok çeşitli hizmetlerin yanında eğitime de yönelmişlerdir. Vakıfların eğitim
hizmetlerine yönelik örnekler:
• Yoksulların karınlarının doyurulması,
• Okul öğrencileriyle, esnaf, çırak ve kalfalarına bahar aylarında kırlarda ziyafet verilmesi,
• Bazı eğitim kurumlarına katkı ve yardım,
• Vakıf öğrenci kampları ve yurtları açılması,
• Burs verme.
B. Dernekler Ve Eğitim Hizmetleri
Eğitim amaçlı birçok dernek ülkemizin çeşitli yörelerinde yer almıştır. Bu dernekler de yoksul ve başarılı
çocukların okutulması-na katkıda bulunmuşlardır.
MESSOYLU | 28 | SAYFA
Stk’lar ve Eğitim Sonuç
•
•
•
•
Sivil toplum ölçütleri; hoşgörü, çoğulculuk, birey değeri, yurttaş kimliği olarak ortaya
çıkmaktadır.
Çağdaş demokrasilerde devletin üzerinden attığı sosyal yardım işlerini sivil toplum
kuruluşlarına yüklemek gibi bir eğilim vardır.
Türkiye’de sivil toplum kavramı 1980 sonrasında gündeme gelmiştir.
Toplumun sorunlarını çözme işlevini yüklenen en büyük örgüt olan devletin birçok alanda
yetersiz kalması, hatta bir dizi alanda topluma karşı tutum alır duruma gelmesi sonucunda
doğan boşluklar, bireylerin kendi örgütlenmeleri ile doldurulur duruma geldi.
8. BÖLÜM ÇEVRE VE EĞİTİM
1970 yılından sonra çevre sorunları güncel olmuş ve bütün dünyada büyük bir ivme kazanmıştır. Bu
arada toplumsal bilimlerdeki uzmanlaşmaya paralel olarak sosyolojide «Çevre Sosyolojisi» adında yeni
bir alan ortaya çıkmıştır. Çevre nedeniyle ortaya çıkan insan ilişkilerini ele alan çevre sosyolojisi, he
ülkede ilgi çekmiştir. Bu dal, çevre-toplum ilişkilerini çok boyutlu olarak ve disiplinler arası bir biçimde
incelemektedir.
I. ÇEVRE EĞİTİMİ
Çevre için eğitim, genel olarak çevrenin tasarımcısı, öğesi ve kullanıcısı olan insanın çevre açısından ve
çevre bağlamında eğitilmesi işlevleri ve sürecidir.
Bu tanım çerçevesinde çevre eğitimi, bilgilendirme, bilinçlendirme, uyarlama, geliştirme, koruma gibi
öğeleri içermekte ve insanda bu doğrultuda davranışlar oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu konudaki
tutumlar, beceriler, eylemler ve motivasyon önemli roller oynamaktadır.
Çevre Eğitiminin Nitelikleri
Çevre için eğitim, sürekli bir süreçtir. Çevre için eğitim, multidisiplinerdir. Yani çok farklı bilim alanlarını
kapsar. Farklı disiplinlerdeki bilgilerin arasındaki ilişkilerin incelendiği alan. O halde disiplinler arası bir
yaklaşım takip edilmelidir. Çevre için eğitim, çok işlemli bir eğitim türüdür. Toplumda ve tüm eğitim
kurumlarında gerçekleştirilmelidir. İnsanın iletişim içinde bulunduğu tüm ortamlarda çevre için eğitim
yapılmalıdır. Uygulamalı etkinliğe yer verilmelidir.
Çevre için eğitim, mevcut çevre sorunları ile bu sorunların çözümü arasında fikir birliği sağlamayı ve
sürdürülebilir bir kalkınma gerçekleştirmeyi amaçlar.
Çevreyi bir bütün olarak ele almak gerekir. Yani, doğal ve yapay, teknolojik ve toplumsal yönleriyle
birlikte.
Yerel, ulusal ve uluslararası işbirliği gerekir.
Bu eğitim, her yaş grubuna verilmelidir.
Öğrencilerin çevre sorunlarının gerçek nedenlerini kendilerinin bulmasına çalışılmalıdır.
Eleştirel düşünce ve sorun çözme becerisi devreye sokulmalıdır.
Çevre Eğitiminin Amaçları
Bilinçlendirme: Birey ve toplumların tüm çevre ve çevre sorunları hakkında bilinç ve duyarlılık
kazanmalarını sağlamak.
Bilgilendirme: Birey ve toplumların çevre ve çevre sorunları hakkında temel bilgi ve deneyim sahibi
olmalarını sağlamak
Beceri: Birey ve toplumların çevre sorunlarına çözüm geliştirmeleri için beceri kazanmalarını sağlamak.
Katılım: Birey ve toplumların çevre sorunlarına çözüm geliştirmede etken olmalarını sağlamak.
Kısaca, çevrenin korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir bir çevre ve toplumun oluşturulması, başlıca
amaçlardır.
MESSOYLU | 29 | SAYFA
Öğretim Düzelerine Göre Çevre Eğitimi
Okulöncesi Dönem: Küçük çocuk için çevre, içinde bulunduğu ortamın tümüdür. Odası, evi, aile
bireyleri, komşuları, varsa bahçe sokak vs.
Yaşamın ilk yıllarında çocuğun çevresiyle ilgili olarak öğrenecekleri
• Çevreyi tanımak
• Çevreyi korumak
olarak ikiye ayırılır
İlk ve Ortaokul Dönemi: Çevre eğitiminin ayrı bir ders olarak değil diğer tüm derslerin çerisine
yayılarak okutulması tavsiye edilmektedir. Çevre bilgisine yönelik içeriğin bilgi, kavrama, uygulama,
analiz ve sentez düzeyinde davranışlara dönüştürülmesi gerekmektedir.
Ortaöğretim Dönem: Temel Ekoloji Bilgisi, Yaşadığımız Çevre, Çevre ve Sağlık, Yapay Çevre, Afetler,
Nüfus Hareketleri ve Sosyal Çevre dersleri çevre ile ilgili seçmeli dersler grubunu oluşturmaktadır.
9. BÖLÜM EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİ
Genel olarak «fırsat eşitliği» kavramı, kaynaklara ulaşabilme ya da onlardan yararlanma eşitliğidir.
«Eğitimde Fırsat Eşitliği» kavramı ise, eğitimsel kaynaklara ulaşabilme ya da onlardan yararlanma
eşitliğini ifade eder.
Başka bir deyimle, özellikle demokratik toplumlarda, hiçbir ayırım yapmaksızın herkesin potansiyel ve
yeteneklerini en uygun biçimde geliştirmede eğitim hizmetinden eşit ölçüde yararlanma şansına sahip
olmalarıdır.
Eğitimde Eşitlik Kavramı
Genellikle üç tür eğitim eşitliği üzerinde durulmaktadır.
1. Herkese En Üst Basamağa Kadar Öğretim Sağlamak
Bütün vatandaşlara, tüm öğretim aşamalarının en üst kademesine kadar çıkma hususunda hak ve
olanak tanımaktan oluşan bir eşitlik kavramıdır. Bu, bir ideal olmakla beraber biyolojik ve ekonomik
etmenler bunun gerçekleşmesini engellemektedir.
2. Herkese Muayyen Düzeyde Bir Asgari Öğrenim Hakkının Sağlanması
Bu görüş, her ülkenin okula zorunlu devam yasaları yoluyla gerçekleştirilmektedir. Tüm çocukları asgari
bir öğretime ulaştırma amacı güdülmektedir.
Bu hak, gelişmekte olan ülkeler için ilk ya da orta öğrenim düzeyleri bakımında gereklidir. Yetenekli
bireylere daha yukarı eğitim olanakları sağlanması için bu bireylerin seçilmesi gerekir. Bu seçimin de
yapılabilmesi için asgari bir öğretim olanağının herkese sağlanması gereği vardır.
3. Her Bireyin Kendi Yetenek ve Potansiyelinin Tamamından Yararlanmasını Sağlayan Bir Öğretime
Kavuşturulması
Bu alandaki eşitlik, bireylerin kendi potansiyellerinden yararlanma hakkı olarak anlaşılmalıdır. Fakat bu
eşitliğin gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilmesinin mümkün olduğu söylenebilir. Az gelişmiş ülkelerde
bireylerin ve toplumun bazı alışkanlık ve gelenekleri buna engel olmaktadır. Örneğin okutulmadığı için
pek çok yeteneğini keşfedemeyen ve geliştiremeyen kız çocukları…
Bütün bu eşitlik anlayışlarının genel amacı, bireylere muayyen bir hak sağlamaktır.
Anayasamızın 10. maddesi: «Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve
benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.»
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 26. maddesi: «Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en
azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim
herkese açıktır. Yüksek öğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.»
MESSOYLU | 30 | SAYFA
Eğitsel Fırsat Eşitliği ve Eğitsel Başarı İlişkisi
Bu ilişkilerin ne olduğu konusunda geliştirilmiş modeller
1-Meritokrasi Modeli: Bu modele göre çocukların öğrenme potansiyelleri, doğuştan eşit değildir.
Varlıklı ve zeki veliler, üstünlüklerini çocuklarına aktarır ve onların okul başarısını etkilerler. Başarı
farklarının kaynağı, kalıtsal yetenektir. Aile, okul ve çevre gibi toplumsal etmenler, sadece biyolojik
donanımı pekiştirir.
Kamusal eğitimin görevi, yüksek beceri, yüksek konum ve önderlik mesleklerini en iyi yerine getirecek
yetenektekileri seçip yetiştirmekten oluşur. Bu durumda eğitsel fırsatların ve koşulların eşitlenmesi,
kalıtsal eşitsizliği daha belirgin hale getirir.
2-Köktenci Model: Bu modele göre eğitsel başarıda aile çevresi yetenekten daha önemli ve
belirleyicidir. Bu durum, toplumsal-ekonomik yapı eşitsizliklerini yansıtır. Yetenek ne de olsa ailedeki
koşullar ve ilk toplumsallaşma yaşantılarının bir sonucudur. Yoksul kökenlerden gelen çocuklar, zekâ
geliştirebilecek fırsat eşitliğine sahip değillerdir. Çoğu «okuyamaz» diye etiketlenirler. Köktencilere
göre eğitsel fırsatların eşitlenmesi için, mevcut toplumsal-ekonomik yapının değiştirilmesi gerekir.
3-Geleneksel Seçkinci Model: Tutucu olarak adlandırılan bu gruptakiler, ayrıcalıklı sınıf çocuklarının
daha zeki ve başarılı olmalarını, daha nitelikli ve seçkin okullara gitmeleri gerektiğini savunurlar. Bu
yüzden fırsatları kısıtlayan bir eğitim sistemi kaçınılmazdır. Seçici, ayrıcalıklı, özel okulların bütünlüğünü
bozabilecek reform denemelerinden kaçınılmalıdır. Bunlara göre zekâ, doğal olmayıp, toplumsal bir
özelliktir. Bu özelliğin de yüz yıllar süren seçicilik ve kültürün bir yansıması olduğuna inanırlar.
4-Evrimci Liberal Model: Bunlara göre yetenek, büyük ölçüde kalıtsaldır. Fakat yetenek kalıtımı, bir
kuşaktan diğerine, sınıflar arasında büyük çapta alışkanlığa yol açar. Dolayısıyla da eğitimde yetenek
ölçümüne dayalı bir seçme sürecinin, toplumsal fırsatları artıracağını ileri sürerler. Zekâ, aile ile kökeni
arasında zayıf bir ilişki kurarlar. Meritokratik modelden farkları budur.
5-Ödünleyici Liberal Model: Bunlara göre zekâ, temelde kalıtsal değildir. Eğitim sistemi, evdeki
yoksunluk durumunu ve toplumsal eşitsizlikleri giderici bir araç olarak kullanılabilir. Bunlara göre, aile
çevresi ve başarı arasında önemli bir ilişki vardır. Bunların bazılarına göre belli bir politika takip edilerek
ailenin kültürel yoksunluğu değiştirilebilir.
Bu modeller sanayi toplumlarında belli bir süre uygulanmışlardır.
EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİNİ ENGELLEYEN ETMENLER
A. EKENONOMİK ETMENLER
1. Ailenin Gelir ve Mesleği
a. Gelir
Genellikle gelir ile doğurganlık ters orantılıdır. Bunun bir sonucu olarak okul çağındaki
çocukların nispeten büyük bir kısmının düşük gelirli ailelerde toplandığını gösterir. Dolayısıyla
bu tür ailelerdeki çocukların büyük bir kısmı zorunlu eğitim sonrası eğitim kurumlarına devam
edememektedir. Çocuk gelir getirecek bir işte çalışmayı eğitime tercih etmek zorunda
kalmaktadır.
Aile geliri, bir kimsenin alacağı eğitimin sadece miktarını değil, aynı çeşidini de etkilemektedir.
Yüksek gelirli ailelerin, çocuklarına daha fazla eğitim verme olanakları vardır. Bu yüzden
hazırlanması birçok yılları alan ve daha pahalı okulları gerektiren mesleklere özenmeleri daha
fazla olanaklıdır. Diğer yandan düşük gelirli çocuklarının daha çok ticaret ve sanayi kurslarına
gittikleri görülmektedir.
MESSOYLU | 31 | SAYFA
b. Meslek
Gelir ile meslekî saygınlık arasında olumlu bir ilişki vardır. Ebeveynlerin meslek konumları ile
çocuğa verilen eğitim miktarı arasında da olumlu bir ilişki vardır. Mesleki statü ne kadar düşük
olursa çocuklara verilen eğitim miktarı da o kadar düşük olmaktadır. Yüksek öğretimin paralı
olduğu toplumlarda bu fark daha da artmaktadır. Çocuğun kişisel harcamalarına ilave olarak
eğitim ücretinin ödenmesi fakir ailelere olumsuz yansıyacaktır.
2. Devletin Ekonomik Gücü
Eğitimde fırsat eşitliğini gerçekleştirmek devletin bir işlevi olmakla birlikte, özellikle
gelişmemiş ülkelerde sınırlı bütçe olanakları bu işlevini yerine getirilmesini zorlaştırmaktadır.
Ancak ekonomik olanaklar elverdiğinde devlet bu işlevi yerine getirebilmektedir. Bu yönden
devletin işlevleri, yoksul çocukların eğitimini sağlamak, bölge okulları açmak, burs, kredi ve
beslenme imkânlarını artırmak biçiminde gelişmektedir.
B. COĞRAFİ ETMENLER
1. Yerleşim Düzeni
Kırsal alanlarda yaşayan ailelerin çocuklarını ortaokul ve liseye göndermelerinde ciddi sıkıntılar
yaşanmaktadır. Yatılı bölge okullarının uygulamadan kalkması ile bu ailelerin çocukları ya okullara
günübirlik taşınmakta ya da okul pansiyonlarında barınmaktadırlar. Kasaba ya da kentlerde yaşayan
ailelerin çocukları kırsal alanda yaşayanlarda daha avantajlı durumdadırlar. Günümüzde nüfusun
sadece %7,7’si kırsal alanlarda yaşamaktadır.
2. Yöresel Farklılaşma
Eğitim hizmetlerinden yararlanma açısından ülkemizin doğu ve batısı oldukça bir farklılaşma
göstermektedir. Eğitim hizmetlerinden nicel ve nitel yönden Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu 'da
daha yetersiz bir durumdadır. Üniversiteye yerleşme açısından en başarısız liseler bu iki bölgenin
okullarıdır.
C. TOPLUMSAL ETMENLER
1. Cinsiyet Ayrımı
Gelişmiş ya da az gelişmiş olan her ülkede kadın eğitimi, erkeklere oranla daha düşük bir düzeyde
kalmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde zorunlu eğitim sonrası öğretime devam bakımından kadın erkek
farklılaşmasında kadınlar aleyhinde bir durum söz konusudur. Ülkemizde de son yıllarda kadın ve
erkeklerin okullaşma oranlarında bir dengenin oluştuğu söylenebilir.
2016-2017 Öğretim Yılı Cinsiyetlere Göre Okullaşma Oranları
İlkokul
Ortaokul
Lise
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
91,16
91,08
91,24
95,68
95,60
95,76
82,54
82,69
82,38
MESSOYLU | 32 | SAYFA
2. Din Ayrımı
Ülkemizde azınlıklar Osmanlı İmparatorluğu zamanında eğitim yönünden oldukça ayrıcalıklı ve üstün
bir durumda idiler. Lozan antlaşması ile eğitimlerini kendi dillerinde yapmaları bakımından yerli halkla
eşit duruma getirilmişlerdir. Azınlıklar, kendi okullarına ya da devletin okullarına gitmede serbest
bırakılmışlardır, eğitimin her kademesi kendilerine açıktır.
Çoğunluk Müslüman olduğu için ülkemizde din ayrımı ya da ayrıcalığı yoktur ve mezhep farklılığı da
eğitimi etkileyen bir etmen değildir.
3. Dil Faktörü
Birden fazla dil konuşulan ülkelerde eğitim yönünden pek çok sorunlar ortaya çıkmaktadır. ülkemizde
azınlıklar, kendi dillerinde eğitim yapabilmektedir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde
yaşayan ve aile içerisinde Kürtçe ve Zazaca konuşulan ailelerin çocuklarının eğitimde ciddi sıkıntılar
çektiği bilinmektedir. Ancak bu sıkıntıların neler olduğunu ortaya koyacak bilimsel araştırmalar mevcut
değildir. Ancak ana dili Türkçe olan akranlarına nazaran bu çocukların akademik açıdan, en azından ilk
yıllarda, geride kaldığı bilinen bir gerçekliktir.
4. Irk Ayrımı
Çeşitli ülkelerdeki ırksal ve etnik gruplar, eğitim eşitliği bakımından aynı durumda değildir. örneğin,
ABD’de beyazlar ve zenciler arasında keskin olan ayrımın bu günlerde yok gibidir. ama İsrail’de Yahudi
ve Arapların eğitime ulaşma ve aldıkları eğitimin kalitesinde çok keskin bir ayrım vardır ve bu ayrım
yakın bir gelecekte ortadan kalkacak gibi de görünmemektedir.
Ülkemizde eğitime ulaşma ve eğitimin kalitesi açısından bir ırk ayrımı olduğunu iddia etmek mümkün
görünmemektedir.
5. Nüfus Etmeni
Toplam nüfus içerisinde eğitim-öğretim çağında bulunan çocukların ve gençlerinin yüksek olması
eğitime daha fazla kaynak ayrılmasını gerektirmektedir. Gelişmiş ülkelerde bu oran düşük iken
gelişmekte olan ülkelerde daha yüksektir. Ülkemizde 2015-2017 öğretim yılında ilkokulda 5.360.703 ,
orta okulda 5.211.506 ve lisede 5.807.643 olmak üzere toplamda 16.379.852 öğrenci öğrenim
görmektedir. Bu sayı 5-6 AB ülkesinin nüfusuna denk gelmektedir. Sayının büyüklüğü eğitim hizmeti
için ayrılması gereken finansman miktarını artırmaktadır.
D. SİYASAL ETMENLER
Eğitim politikalarını belirleyen devlet, aynı zamanda eğitimde fırsat eşitliğini engelleyen bir etmen
durumundadır. Çeşitli siyasal partiler arasındaki görüş ayrılıkları istikrarlı ve dengeli bir eğitim
felsefesinin ve politikasının izlenmesine engel olabilir. Bu da eğitimde fırsat eşitliğini zedeleyebilir.
Siyasi partiler eğitimde izleyecekleri politikaları halka açıklayarak onların oylarını talep ederler. Halk
tarafından tercih edilen siyasi parti iktidar olduğunda kendi eğitim politikalarını uygulamaktadır. Bu
durum demokratik yönetimin bir gereğidir.
Ülkemizde özellikle 28 Şubat postmodern darbesi ile eğitimde fırsat eşitliği 13 yıl boyunca katledilmiştir.
Bu darbe sürecinin ardından üniversitelere yerleştirmede katsayı uygulamasına geçilmiştir. Bu
uygulama, özelde imam hatip liseleri, genelde meslek liseleri mezunlarının üniversitede bir programa
yerleşmesini olanaksız hale getirmiştir.
Nihayetinde 2009 yılında YÖK Genel Kurulu'nun aldığı karara göre meslek lisesi öğrencileri ÖSS'de puan
kaybetmelerinin önüne geçildi ve 2010'dan itibaren bütün öğrencilerin katsayıları 0.15'le çarpılarak bu
adaletsizliğe son verildi.
MESSOYLU | 33 | SAYFA
E. BİREYSEL FARKLILIKLAR
Bireysel farklılıklar, kişiler arasında gözlenen zekâ, özel yetenek, duyumsal ayırt etme, motor kapasiteler,
algı gibi farklılıkları ifade etmektedir. Bireysel farklılıkların önemi, diğer ekonomik, toplumsal ve siyasal
eşitsizlik etkenlerinin denetlenmesi durumunda dahi, bireylerin potansiyel ve yeteneklerinin eşit
olmamasından dolayı eşitsizliğin sürmesinde yatmaktadır.
Psikolojik etmenlerin giderilmesi, (a) Eğitim hizmetle-rinin bireysel farklılıkları göz önünde tutularak
üretilmesi ve (b) Teknolojik gelişmeler ve bunun eğitim sürecine yansıtılması ile mümkün
görünmektedir.
IV. EĞİTİMDE FIRSAT EŞİTLİĞİNİ SAĞLAMA
Eğitimde fırsat eşitliğini önlemenin yolları aşağıdaki noktalar etrafında toplanabilir:
 Okulöncesi eğitimin yaygınlaştırılması,
 Yoksul aile çocukları için aileye ekonomik destek verilmesi,
 Öğretim kademeleri arasında dikey ve yatay geçiş olanaklarının sağlanması,
 Öğrenimlerini bitirmeden okulu bırakanların kaldıkları yerden itibaren yeni ve kendilerine uygun
programlarla eğitimlerini tamamlayabilmeleri için bir sistem oluşturulması
 Yaygın yetişkin eğitimi programlarının gerçekleşmesi,
 Her öğretim düzeyi karşılığı iş yaratma olanağı,
 Çok amaçlı ve seçme olanağı olan çok programlı öğretim,
 Öğretimin her kademesinde rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması,
 Sayısal ve niteliksel yeterlikte dengeli bir öğretmen ile araç-gereç dağılımının gerçekleşmesi.
10. BÖLÜM TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EĞİTİM
A. Toplumsal Farklılaşma Kavramı
•
•
•
Belli bir toplumda, toplumsal rolleri farklı kişilerden dolayı, ortaya çıkan bir farklılaşmayı ifade
etmektedir. Her toplum, üyelerine onların sahip oldukları özelliklere göre davranır.
Toplumda her bireyin ayırt edici toplumsal rol ve işlevleri vardır.
Bunlar doğuştan veyahut sonradan kazanılmış olabilir.
B.Toplumsal Tabakalaşma Kavramı
•
•
•
•
Toplumsal tabakalaşma, bireylerin ve grupların sahip oldukları özelliklere göre farklı statü, rol ve
sınıflara sahip olarak değerlendirilmeleri demektir. Toplum içerisinde birbirinden farklı özellik
gösteren her bir kümeye tabaka denmektedir.
Ne zaman bir toplum derecelendirilmiş bir seri sıralama gösterirse o topluma tabakalaşmış
toplum deriz (zenginlik, statü, prestij gibi noktalarda farklılaşmalar vardır).
Toplumsal tabaka, aynı ya da benzer konumda olan kişilerin bir yer doldurarak oluşturdukları
topluluktur.
Eşitsizlikler hiyerarşisidir.
C.BAZI TABAKALAŞMA KURAMLARI
Bazı tercih ölçütleri bakımından insanların aşağı ya da yüksek olarak nitelendirilerek sıralandıkları özel
bir tip toplumsal farklılaşmaya tabi oldukları görülmektedir.
MESSOYLU | 34 | SAYFA
1.Davis ve Moore’a Göre Tabakalaşma
 Adı geçen yazarlarca ileri sürülen işlevsel tabakalaşma kuramını şöyle özetleyebiliriz:
 Beşeri toplumlarda eşitsizlik doğuştan gelen bir gerekliliktir. Yüksek sorumluluk taşıyan ya da
ender bir yeteneği gerektiren konumlar sadece bu yetenekleri haiz olanlarca doldurulur.
 Bu kuram, toplumsal ödüllerin eşit olmayan bir biçimdeki dağılımını doğal görür ve bunun
toplumun devamı için fonksiyonel olduğunu savunur. Bunun sonucunda toplumsal tabakalaşma
artık kaçınılmazdır.
Kuram pek çok açıdan eleştirilmiştir. Bottomore, eleştirileri şu 3 noktada topluyor.
• Kuram, tabakalaşmanın evrensel olduğunu kabul eder. Her toplumda böyle bir kademelenme
olmadığı için, bu görüşün doğru olmadığı görülmektedir.
• Kuram, en önemli konumlar ve en yetenekli kişilerin bütün toplumlarda menfaat gruplarının
etkisinden bağımsız olarak muayyen olduklarını, kesin olarak tayin edilmiş olmalarını kabul
eder.
• Kuram, tabakalaşma sistemlerinin kurulma ve korunmasında gücün rolünü tamamen ihmal
eder ve böylece toplumsal tabakalaşma ve siyasal çatışma arasındaki ilişki hakkında bir şey
söyleyemez.
2. Gerhard Lenski’ye Göre Tabakalaşma
Bu kuram neden bazı toplumların daha çok tabaklaştığını, bazılarının ise daha az tabaklaştığını
açıklamaya çalışmıştır.
Tarımsal toplumların aksine sanayi toplumunda birçok toplumsal eşitsizlik giderek azalacaktır. Bunun
nedeni saniyeleşmedir. Çünkü saniyeleşme daha çok iş yaratmakta ve bu işler daha iyi eğitilmiş, beceri
gerektiren, hareketli bir iş gücüne gereksinim duymaktaydı. Bunun sonucunda da alt sınıf küçülmeye
ortaya sınıf gelişmeye başladı.
3. Vilfredo Pareto’ya Göre Tabakalaşma
Tabakalar arası geçişi ifade eden Pareto ‘’Seçkinler dolaşımı’’ kuramını ileri sürmüştür. Ona göre
bireyler, alt tabakadan üst tabakalara ve üst tabakadan alt tabakalara sürekli olarak harekete eder.
Pareto, seçkinleri, olağanüstü nitelikleri bulunan ve hangi alanda, hangi faaliyet dalında olursa olsun,
büyük yetenekleri olduğunu ortaya koyan insanların tümü olarak tanımlıyor.
Pareto, hükümet seçkinleri ile hükümet dışı seçkinlerin ayrımını yapar. Hükümette dolaysız yoldan
önemli rol oynayanlar hükümet seçkinleridir.
D. BAŞLICA TOPLUMSAL TABAKALAŞMA TİPLERİ
1. Kölelik
Köle, yasa ve geleneğin bir başkasının mülkü olarak saydığı kimsedir. Bu, köleliğin en uç noktasını
oluşturur. Çünkü bireyler tamamen ya da kısmen haklardan yoksundur. Örnek olarak eski Yunan, Roma
toplumları ve 18.yydaki Kuzey Amerika’nın güneyindeki devletleri gösterebiliriz. Aynı zamanda
Hindistan’da kast sisteminin en altında bulunan ‘’Dalit’’ buna örnektir.
Köle efendisine tabiidir. Efendinin köle üzerindeki gücü sınırsızdır. Kölelerin siyasi hakkı yoktur.
Kölelik ve Eğitim
Kölelerin eğitimi söz konusu değildir. Eğitimden kendi dinsel kurumlarından ve aile yaşamlarından
yoksun bırakılmışlardır. Osmanlılarda köleler diğer ülkelere oranla çok daha iyi durumda idiler.
Beslenmeleri iyi bir biçimde yerine getiriliyor ve dinsel inançlarında özgür kalıyorlardı. Osmanlılarda
kölelik, kamu yönetimi, askerlik ve ev hizmetleri alanlarında kalmış, tarım ve sanayide kullanılmamıştır.
Bizde köleliğin Batıdaki kadar acılı anılar bırakmamasının başlıca nedeni İslam dininde ırk ayrımı
gözetilmemesidir.
MESSOYLU | 35 | SAYFA
2. Feodal Zümreler
Ortaçağ Avrupa feodal zümreleri üç önemli özelliğe sahipti.
•
•
•
Hukuken ifade edilmiş olmaları
Geniş bir iş bölümünü temsil etmekteydi
Siyasal bir grup olmaları
Feodal toplumlarda üç tabaka vardır. Bunlar; elitler, zanaatkârlar ve köylülerdir.
Bir feodal sınıf üyesi diğerine geçemezdi. Her feodal sınıf kendi içinde hak ve ayrıcalıklar bakımından ayrı
bir kurallar takımı ile hüküm sürüyordu. Aşağı feodal sınıfın, üstün feodal sınıfın yasalarına itaat etmek
görevi vardır. Dışarıya açılmamış bir toplum biçimidir. Tarımsaldır ve öküz, saban, insan gücü gibi
organik enerji üretime egemendir.
FEODALİZM VE EĞİTİM
Köylü kitlesi ve zanaatkarlar iş yaparken aynı zamanda pratik olarak becerilerini çocuklarına ve
çıraklarına öğretirler. Kültür sanat, edebiyat değerlerinin öğretimi yine ihtiyarlarca çocuklara sözlü
olarak aktarılır. Yaygın (informal ) eğitim egemendir.
Elit grup ise belirli bir örgün eğitimden yararlanmış gruptu. Okullar, dinle çok yakından ilişkiliydi. Örgün
öğrenim temel olarak dinsel bilginin aşılanması biçimindeydi. Kilise bütün eğitimi denetimi altında
bulunduruyordu. Üst tabaka kitle eğitimini genellikle istemiyordu. Feodal üniversitelerde okutulan tek
uygulamalı bilim, tıp idi.
3. Kastlar
Eşitsizlik tamamen kalıtımsaldır.
Hindu kastları, bu tabakalaşmanın bir tipik örneğidir. Sistemin başlıca özelliği, belirli tabaklardaki
üyeliğin bireylerin kendilerine verilmesi ve aynı geleneksel mesleğe sahip olmalıdır.
Doğuştan kazanılır ve değiştirilemez. Yaşamaz boyunca bir kimsenin toplumsal durumunu kimse
değiştiremez. Çocuklar babalarının kastından başka bir kasta geçemezlerdi.
Kuramsal olarak dört geleneksel kast vardır. Bunlar:




Brahmans (rahipler, öğretmenler )
Kshatriyas (savaşçı ve asilzadeler )
Vaishyas (tüccar ve zanaatkârlar )
Sudras (köylüler ve el işçileri )
Kast düzeniyle ilgili birkaç özellik;




1- Zorunlu saygı ve aşağı kastın yukarı kasta karşı saygıda kusur etmesi durumunda derhal
cezalandırılmaya gidilmesi
2- Aşağı kasta doğuştan bir aşağılık niteliğinin verilmesi; böylece aşağı kast, davranışları nasıl
olursa olsun aşağıda kalmaktadır.
3- Yukarı kast erkekleri hem kendi kastlarından hem de aşağı kastlardan kadınlarla
evlenebildikleri halde, aşağı kast erkekleri yukarı kast kadınlarıyla evlenemezler.
Kast sistemi Hint hükümetince 1949’da biçimsel olarak kaldırıldı. Fakat bu yasal kaldırılış büyük
kentlerin dışında çok az etkisini gösterdi.
KAST SİSTEMİ VE EĞİTİM
Brahmanlar, sistemin en üstünde bulunan rahipleri ve öğretmenleri oluşturmaktadırlar. Bunlar, dinsel
bilgiyi öğretmekteydiler. Görevleri, ilahi rehberlik altında toplumsal düzeni korumaktı.
Hint hükümeti bugün ‘’Dokunulmazlara’’ karşın bütün ekonomik ve eğitsel ayrımı ortadan
kaldırmaktadır. Eşit koşullarla olmamakla birlikte, zenginlik ve eğitim, yukarı kastlara olduğu kadar, aşağı
kastların üyelerine de açılmıştır. Fakat kast düşüncesini kentsel kesimde bile silip atmak mümkün değil.
MESSOYLU | 36 | SAYFA
11. BÖLÜM TOPLUMSAL HAREKETLİLİK VE EĞİTİM
1. TOPLUMSAL HAREKETLİLİK KAVRAMI
Hareketlilik kavramı, toplumdaki birey ya da grupların fiziksel ya da toplumsal çevredeki herhangi bir
hareketini ifade eder. Genel olarak yer, zaman ve toplumsal yapıda meydana gelen hareketlilik iki
türlüdür:
• Fiziksel hareketlilik (genelde göç olarak adlandırılır)
• Toplumsal hareketlilik (toplumsal konum değişmelerini içine alır.)
2. EĞİTİM VE TOPLUMSAL HAREKETLİLİK
Eğitim, dikey toplumsal hareketliliğin nedeni olmaktan çok, bir aracı olmaktadır. Burada, hem örgün
hem yaygın eğitim bu gibi mesleklere hazırlayıcı bir rol oynamaktadır.
Sanayileşmiş Ülkelerdeki Durum
18. yüzyıl Avrupa’sında aristokrasinin üniversiteler üzerindeki tipik egemenliği 19. yüzyıl boyunca ve
hatta 20. yüzyıl başlarında gerçekleşen iktidar temelinin değişmesine rağmen devam etti. Bununla
birlikte, bu, yüksek eğitimin bir toplumsal hareketlilik etmeni, seçkinler grubuna kaynaşma etmeni, aşağı
tabakalardan seçilmiş, yetenekli çocukların yeniden toplumsallaştırılması etmeni olarak oldukça sınırlı
işlevine engel olmadı.
Günümüzde üniversite, teknolojik bir topluluk organizasyonunun bütünleyici bir parçası olmuştur. Bu
doğrultudaki gelişmenin kökleri 19. yüzyılda bilimin endüstriyel oluşumlara uygulanmasında, buluşlarda
ve tarım, kimya, metalürji, mekanik ve elektrik mühendisliği gibi teknolojik mesleklerin tedrici
gelişmesinde bulunur.
Teknolojik bir toplumun eğitimsel karakterleri en çok gelişmiş oldukları Amerika’da göze çarpar. Orada
yüksek bilimsel eğitim görmüş insan gücü talebinde ortaya çıkan çok hızlı artma, sadece arzda bu talebi
sürekli olarak karşılayamama koşulları yaratmakla kalmamış, aynı zamanda üniversiteleri de
değiştirmiştir.
1900 den 1956 ya kadar üniversiteye devam edenlerin oranı giderek artmış ve başağı yukarı üçte bir
olmuştur. Bu koşullar altında üniversitelerin seçkin grupları yerleştirme kurumları olarak işlevlerine
ikinci bir işlev katılır ki bu yeni doğmakta olan bir teknolojik toplumda kitlesel yüksek eğitim kurumu
olma işlevidir.
Sovyetler Birliği’nde üniversiteler teknik öğretim alanına önem vermişlerdir. Tarım, tıp, matematik gibi
alanlara mesleksel ve teknik eleman sağlanmasında Sovyet sistemi, Amerika’nınki kadar ileridir. Örneğin
fen ve mühendislik alanındaki üniversite mezunlarının sayısı, Sovyetlerde de 1000 kişide 9, USA’da ise 10
dur.
B. Ülkemizde Toplumsal Hareketlilik ve Eğitim
• Osmanlı İmparatorluğunun parlak dönemlerinde (Kanunî ölümüne dek) toplumsal tabaka
değiştirmenin yalnız eğitim yoluyla gerçekleştiği bilinmektedir.
• Kazamias, kölelerin eğitim yoluyla yöneticilere dönüştürülmesini ve kökenleri Türk ve
Müslüman olmayan kişilerin bir İslâm toplumunda hem askerî hem de sivil önder konumlarına
gelebilmelerini, Osmanlı’daki meritokratik işleyişe bağlar.
MESSOYLU | 37 | SAYFA
•
•
•




18.yy ve 19.yy da Batı modeline uygun olarak açılan bazı okullardan mezun olanlar için bir
toplumsal hareketlilik söz konusu idi.
Ülkemizde Cumhuriyetin kuruluşundan yaklaşık 1970 yılına dek eğitimin dikey hareketliliğine yol
açtığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyetin ilk yıllarında, yetişmiş teknik ya da yönetsel işgücü kıtlığı, mevcut eğitilmiş grubun
değerini geniş ölçüde arttırmıştı. Bu durum aydın ve bürokratların hem toplumsal saygınlık, hem
de gelir dilimi bakımından yüksek bir konumda olmalarına yol açmıştı. Ancak zamanla bazı
değişmeler oldu
Daha sonraki gelişmelerde, üniversite ya da yüksek okul mezunu olmadan, lise bitirmiş olmanın,
kişinin toplum konumunu yükseltmek bakımından eskisi kadar değerli olmadığı, bir anlam ifade
etmediği anlaşıldı.
1970’li yıllarda ise sadece yüksek öğrenim sahibi olmanın toplumsal hareketlilik sağlaması
bakımından yeterli olmadığı anlaşıldı. Bu kez, serbest meslek sahibi olmaya yönelik, ya da teknik
görevli yetiştiren yüksek öğrenim kurumlarından mezun olmak yoluyla dikey hareketlilik
sağlanıyordu. Bu durumda çok sürmedi. O sıralarda özel yüksek okullar yayılmaya başladı ve bol
miktarda mühendis, mimar, eczacı, diş doktoru vb mesleklere eleman yetiştirildi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında kırsal kesimde eğitim yoluyla hareketlilik oldukça azdı. O sıralarda
ilköğretim basamağının çok yetersiz olduğu kırsal kesimlerde nüfusun eğitim yoluyla meslek
değiştirmesi söz konusu olamazdı. Köylüye meslek değiştirme açısından ilk fırsatlardan birisi Köy
Enstitüleri idi.
Sonuç olarak Cumhuriyet Türkiye’sinde eğitim, toplumsal ve ekonomik yükselme aracı olarak
önemli rol oynamakta ise de bu rolü giderek azalmaktadır. Ayrıca eğitim sürecine katılım ölçütü
olarak kişisel yetenek ayrılıkları yerine, kişinin bölgesel, yöresel ( kırsal-kentsel) ekonomik,
toplumsal ve cinsel konumu olduğu sürece , eğitim yoluyla dikey hareketlilik sağlamanın
beklenemeyeceği de kuşkusuzdur.
KADININ TOPLUMSAL HAREKETLİLİĞİ





Çağımızda da kadın da geniş bir toplumsal hareketliliğe tabi olmaktadır. Hareketlilik tiplerinin
belirlenmesinde toplumsallaşmanın önemi, ayrıca çağdaş toplumda kadınların değişen rolü ile
açıklanabilir. Evlenir evlenmez çalışan kadınların ya da evlenmeden önce çalışmaya başlayıp,
evlendikten sonra da devam eden kadınların yanı sıra birçok kadın da, evlenip bir süre çalışma
yaşamından uzak kaldıktan , evlilik yaşamını düzene koyduktan sonra iş piyasasına iş gücü olarak
katılmaktadır.
Özellikle sanayileşmenin yarattığı iş olanakları, kadının iş gücüne de gereksinim duymaktadır.
Böylece, kadının ev kadınlığından iş piyasasına girişi onun için bir toplumsal hareketlilik
olmaktadır.
Ayrıca, özellikle sanayileşmiş toplumlarda kadın eğitimine önem verilerek, onların orta ve
yüksek öğrenimlerinin sayısı giderek artmakta ve bu eğitim dereceleri onlar için dikey toplumsal
hareketlilik aracı olmaktadır.
Yine eğitim, dolaylı yoldan onlara eş seçmek olanağı yaratarak yukarı doğru hareketliliklerine yol
açmaktadır.
Bundan başka eğitim kadının genel olarak toplumsal konumunu yükseltmektedir. Eğitim, kadın
ya da erkek olsun her iki cinsin de toplumsal konumu artırmaktadır.
MESSOYLU | 38 | SAYFA
12. BÖLÜM TOPLUMSAL BİR SİSTEM OLARAK OKUL
Okul, diğer toplumsal yapılar gibi kurumsallaşmış olup bir kültüre sahiptir. Ancak okul kültürünü
diğer toplumsal kurumların kültürden ayıran bazı temel özellikler vardır.
Çocuğun okulda bir takım hak ve yükümlülükleri vardır. Çocuğun okula devamı, dersleriyle
uğraşması, kendisini sınıf arkadaşlarıyla karşılaştırması ve okul eylemlerine katılması istenen
davranışlardır.
Aile ile karşılaştırıldığı zaman, okuldaki ödüllendirmeler, dereceler, ilerlemeler, bazı eylemlere
katılmaya müsaade, önderlik durumları ve övme oldukça biçimseldir.
Okul, aile gibi toplumun yetişkin otoritesini teşkil eder. Yerleşmiş kuralları ile
biçimlendirilmiştir.
TOPLUMSAL SİSTEM OLARAK OKUL VE KÜLTÜREL ÖZELLİKLERİ
Okulun toplumsal bir sistem oluşu, onun kendine özgü bir kültürü olmasından dolayıdır.
Okul şu kültürel özelliklere sahiptir:
• Okulun istikrarlı bir nüfusu vardır: Öğrenciler çeşitli toplumsal sınıf ya da etnik
kökenden gelmesine rağmen, belirli bir okulda toplandıkları zaman homojen (tekdüze)
bir grup olmaktadırlar.
• Okulun açıkça ifade edilmiş siyasi bir yapısı vardır: Okul, otorite ilkesine göre
örgütlendiği için otokratik bir görünüme sahiptir. Okulun yetişkin personeli tarafından
sağlanan bu otorite, okul yöneticilerini ve öğretmenleri her türlü tehlikelere karşı korur.
Örneğin, öğrencilerden, ebeveynlerden, üst yöneticilerden, birbirlerinden ve
mezunlardan gelebilecek tehlikeler.
• Okulda bir toplumsal ilişkiler ağı vardır: Okul içerisinde pek çok kişinin bir arada
birbirlerine yakın olarak beraberlikleri, onları samimi ilişkilere itmektedir.
• Okul üyeleri arasında «biz» duygusu egemendir: Grup istikrarı, içli dışlı samimi birleşim,
grubun ayırtedici simge ve giysileri ve grubun diğer etkilerden soyutlanışı güçlü bir «biz»
duygusu oluşturur.
• Okulun kendine özgü bir kültürü vardır:
• Okul içerisinde gelişen bu kültür, kısmen farklı yaş düzeyindeki çocuklar tarafından;
çocukların oyun gruplarında hâlâ yaşayan eski kültürden, yetişkin kültürünün basit
biçimlerde değiştirilmesinden ya da öğretmenlerin çocukların eylemlerini kanalize
etmelerinden ortaya çıkar.
OKUL KENDİNE ÖZGÜ ÖZELLİKLERİ
1. Biçimsellik
• Okul yaşamı oldukça şekillendirilmiştir. Öğrencinin hangi günün hangi saatinde ne tür
etkinliklere katılacağı çok önceden planlanır.
• Yöneticinin, öğretmenin ve öğrencinin okuldaki yerleri, araçları ve odaları birbirinden
tamamen ayrıdır.
• Okul dışı etkinlikler, spor, akran kültürü ve kısmî öğretmen öğrenci ilişkisi informal yollarla
gerçekleşir.
• Karmaşık inançlar, değerler, gelenekler, düşünce ve davranış şekilleri okulu diğer kurumlardan
ayırır. Okul, bu öğeler arasındaki çatışmaları yatıştırıcı bir rol oynar.
• Özel okul toplantıları, sportif etkinlikler, yıllık özel şenlikler, mezuniyet törenleri, özel haftalar
ve uygulanışı, okul şarkıları, simgeleri, şakaları, eğlenceleri okula özgüdür.
MESSOYLU | 39 | SAYFA
2. Bürokrasi
Bürokrasi, sistematik olarak eşgüdümlenmiş geniş çaptaki yönetimsel görevlerden oluşan, çok sayıda
bireylerin çalıştığı bir örgütlenme türüdür. Max Weber, ideal bürokrasinin şu özelliklere sahip olması
gerektiğine vurgu yapmaktadır:
• Örgütün amaçlarına uygun sürekli eylemler, resmi görevler olarak belirlenmiş ve üyeler
arasında dağıtılmıştır.
• Örgüt, hiyerarşik bir yapıda örgütlenmiştir.
• İşlemler, soyut kurallar sisteminden ve bu kuralların ve bu kuralların özel vakalarda
uygulanmasından oluşur.
• Yönetim sürecinde duygulara yer verilmez, tüm olaylara kişisel olmayan bir ruhla yaklaşılır.
• Meslekte ilerleme, bireylerin beceri ve yeteneklerine bağlıdır.
• Kişisel olmayan kurallarla işleyen yapının en yüksek verimi elde etmesi beklenir.
3. Öğrenci Etkileşimi
Okulda öğrenciler arasında informal olarak daima bir toplumsal örgüt vardır. Bu örgüt, kendi sıralanma
ve saygınlık sistemine sahiptir. Yetenekleri yönünden farklı öğrenciler, oldukça fazla davranış kalıplarına
sahiptirler.
Statü farklılaşmasına neden olan bazı faktörler:
• Toplumsal sınıf farklılıkları,
• Atletik yetenek,
• Okul dışı etkinlikler,
• Fiziksel çekicilik,
• Kişilik özellikleri,
• Sınıf mümesilliği.
Okulun Toplumsallaştırma Özelliği
Okul, çocuğun toplumsallaşmasında önemli bir rol oynar. İlkokul ve ortaokulun farklı top-lumsal yapıları,
çocuğun toplumsallaşmasında farklılık gösterir. İlkokuldaki öğrenci, tek bir sınıfta genellikle tek bir
öğretmenin denetimine girmekle birlikte, ortaokul öğrencisi, birden çok sınıflarda çok sayıda
öğretmenle karşılaşır. Daha geniş ve karmaşık ilişkiler ağı, çocuğun uyarılmasında güçlükler yaratabilir.
Okulun başta gelen toplumsallaşma işlevi, çocuğu eğitmektir. Eğitim de kültürün temel bilgi ve
becerilerini nakletmek demektir.
Öğretmenler de çocuğun toplumsallaşmasında önemli bir rol oynarlar. Öğretmenler bazı ortak değer ve
düşüncelere sahiptiler ki, öğrenciler bunlardan kaçmayı düşünemezler. Örneğin; yetişkin otoritesinin
gerekliliği, disiplin gereksinimi, öğretim bilgi ve eğitsel başarıyı temsil etme, doğru konuşma, kamu
mallarına saygı, kibarlık, düzenlilik…
Öğretmen, öğrenci için bir rol modeli olarak öğrencinin sosyalleşmesine yardımcı olur. Fakat burada
öğretmenin toplumsal sınıfı, onun tüm öğrenciler için bir rol modeli olmasını engeller. İşçi çocuğu,
öğretmeni model alırken, üst sınıf çocuğu onu model almaz.
Ahlak Eğitimi
Toplumsal bir olgu olan ahlak, bireyin dışında yer alan, ona kendisini dışarıdan dayatan ve zamanla
içselleştirilen kurallar sistemidir. Toplumda başarılı bir ahlak eğitiminin olmaması büyük sorunlara neden
olur. Ahlak eğitimini iki grupta toplayan (a. Ahlaki öğeler, b. Ahlaki öğelerin çocukta oluşturulması) Emile
Durkheim, bu eğitimin üç öğesi olduğunu savunur:
• Disiplin anlayışı,
• Sosyal gruplara bağlılık,
• İrade özerkliği.
MESSOYLU | 40 | SAYFA
Ahlak kuralları, otorite düşüncesine ve disipline dayanır.
Disiplin ise davranışları düzenleme amacı güder. Disiplin, insanların birlikte yaşamasını kolaylaştıran bir
role sahip olup, yararlı eylemlerin ortaya çıkarılmasını mümkün kılar. Ahlak kuralları yoluyla insan
davranışlarının sınırları belirlenir. Emir veren disiplin yoluyla bu sınırların dışına çıkılması engellenir.
Durkheim’e göre insan, yaşamını devam ettirme ve olanaklarını geliştirme amacı güder.
Yaşamsal olanakların geliştirilmesi ise bireyin içinde yaşadığı insan topluma benzeyebildiği ölçüde
mümkün olabilmektedir. Ahlaki olabilmek, içinde yaşanılan topluma bağlanmak ve dayanışma ile
mümkün olabilmektedir. Çocuk aileden başlayarak içinde yaşadığı topluluğa bağlanmayı ahlak eğitimi
yoluyla gerçekleştirir.
Ahlak öğretmeni, sadece iyi davranış kurallarını değil, aynı zamanda pratiğini de öğretmelidir.
Bunu da kendisi izleyenlerine rol modeli olarak yapabilir. Kendisinin de uyguladığı bir dizi beceri ve bilgi
kümesini öğrenciye öğretir ve bir davranış biçimi aşılar. Okul yaşamında kazanılan bu bilgi, beceri ve
davranışlar daha sonraki yaşamda da sergilenir. Böylece okulda kazanılan ahlaki davranışlar toplumun
bütün bireylerinde görülebilir.
Disiplin anlayışı, bireyin kendisine hakim olarak düzenli bir yaşam geçirmesini mümkün kılar.
Disiplin anlayışının kazanılmasında okul aileye göre daha etkilidir. Okulda her öğrencinin uyması gereken
bir takım kurallar seti vardır ve her öğrencinin bunlara uyması sağlanır. Çocuklar da yetişkinler gibi,
kendilerini denetleyecek ve destekleyecek bu kurallar setine ihtiyaç duyarlar. Okul, kulların
uygulanmasında ödül ve cezayı birer araç olarak kullanır.
J. Dewey’e Göre Okulun İşlevleri
A. Basitleştirme
Çağdaş uygarlık oldukça karmaşık, muğlak, çeşitli öğelere sahip olup; birbiri içerisine girmiş sayısız
ilişkilerle doludur. Çocuk bunların en önemlilerini paylaşıp en uygun durumda yer alacak değildir.
Paylaşamadığı bilgiler onun için bir anlam ifade etmeyecek ve bunları kendisine zihinsel olarak mal
edemeyecektir.
İşte bu karmaşıklığın giderilmesinde okul denilen örgütün önemli bir işlevi vardır. Bu işlev de karmaşık
bilgileri basitleştirmektir. Çocuğa basit sade bir çevre yaratmaktır. Okul, çocuğun karşılık verebileceği
temel özellikleri seçerek ilerici bir düzen kumuş olur.
B. Temizleme
Mevcut çevrenin zihinsel alışkanlıkları etkileyen değersiz, işe yaramaz, zararlı özelliklerini olanaklar
ölçüsünde ortadan kaldırmak okulun görevidir. Böylece okul, arınmış ve temizlenmiş eylemler düzenini
sağlar.
C. Denge Kurma
Okul, toplumsal çevrede çeşitli öğeleri dengeleştirir ve bireyi içinde doğduğu en yakın toplumsal grubun
sınırlamalarından kurtarmak ister ve onu daha geniş bir çevre ile temasa geçirir. Onu, topluluktan
toplum yaşamına ulaştırır. Bu da, bireye hareketlilik olanağı sağlar. Bu suretle her bireye bir denge
sağlamış olur.
MESSOYLU | 41 | SAYFA
Okulun Rol Yapısı
Okulun bürokratik yapısı içerisinde rol alan müdür, müdür yardımcıları, uzmanlar, öğretmenler ve
öğrenciler değişik roller oynarlar.
A. Müdür: Hiyerarşinin tepe noktasında bulunur. Okulun iç (öğretim programı, öğretmen ve öğrencilerle
ilgilenme) ve dış (okul dışındaki toplumsal gruplarla ilişkiler) ilişkilerini düzenler. Müdürlerin öğrenci
başarısı üzerinde dolaylı bir etkileri vardır.
Rehberlik Uzmanları ve Psikolojik Danışmanlar: Öğrencilerin eğitsel ihtiyaçlarının karşılanması
doğrultusunda öğrenci, aile ve öğretmenle sağlıklı ilişkilerin kurulması ve sürdürülmesi; başları
sıkıştığında onlarla yakın ilişkiler kurulması danışmanların temel rollerini oluşturur.
Eğitimde rehberlik hizmetleri, öğrencinin eğitsel, mesleksel ve kişisel sorunları ile ilgili birçok psikolojik
yardım çalışmalarını içerir. Bu hizmetler, öğrencinin duygusal kapasitesini de geliştirmeyi amaç edinerek
bireyin kendisini gerçekleştirmesine yardım eder. Böylece birey, kişilik özelliklerini gerçekçi bir gözle
algılar; yaratıcı ve değişmeye açık bir duruma gelir.
Öğretmenler:
Genellikle devlet memuru oldukları için bağımlıdırlar. Kendileri ile ilgili konularda söz sahibi değildirler. İş
standartları konusunda denetimleri yoktur. Kimin okula alınması ya da alınmaması konusunda söz sahibi
değildirler. Terfi, ceza, ödül konularında müdüre bağlıdırlar. Müdürle ilişkileri formaldir. Ancak müdür
belli ölçüde etkileyebilirler. Müdürlere göre kendi alanlarına daha uzman olmaları, onlara bir anlamda
bağımsızlık sağlar. Sınıf içerisinde de kendilerine özgü bir bağımsızlığa sahiptirler.
Öğrenciler:
Okul nüfusunun çoğunluğunu oluşturmalarına rağmen rol hiyerarşisinin en altında bulunurlar.
Okulun müşterileri olmalarına rağmen, söz hakları yoktur. Okulun temel kararlarına katılmazlar.
Öğrenciler hakkında nelerin iyi olduğuna yetişkinler karar verirler.
Okul Etkililiği
Bazı eğitimcilere göre okulun öğrenci başarısına etkisi yoktur. Bazı araştırmacılara göre de okul başarıyı
etkilemektedir.
Alan Wilson araştırmasına göre, alt sınıf erkek çocuklar, orta sınıfın çoğunlukta olduğu okullara
giderlerse, eğitsel beklentileri alt sınıftaki bir okuldakinden yüksek daha olmaktadır.
Wilson’a göre okulların çeşitli toplumsal sınıflardan çocukları bir arada barındırması yararlı sonuç
verecektir. Değişik çevrelerden gelen çocuklar beraber oturdukları zaman başarı olumlu yönde
yükselmektedir. Bunda kuşkusuz arkadaşlık etkili oluyor.
Okulun fiziksel olanaklarının başarıyla kessin bir ilişkisi olmadığı kanaati yaygındır.
KAYNAKÇA:
Prof. Dr. Mahmut TEZCAN EĞİTİM SOSYOLOJİSİ1
Doç. Dr. Zülfü DEMİRTAŞ – Ders Notları2
www.mehmeteminsoylu.com3
MESSOYLU | 42 | SAYFA
Download