Türkler İçin İleri Pratik İngilizce Türkler İçin Özel Hazırlanmış En Geniş Kapsamlı, En Zengin İçerikli İngilizce Gramer ve Pratik Ders Kitabı Doç. Dr. Yalçın İzbul CHAPTER - 1 SOME BASIC CONCEPTS BAZI TEMEL KAVRAMLAR KISA AÇIKLAMA Buradaki çalışmamız akademik inceleme amacı taşımıyor. Bilgiler, saptamalar ve örnekler, çeşitli nedenlerle İngilizce öğrenmek/ilerletmek isteyen gerçek kişiler içindir. Pragmatik yaklaşım ve pratik çözümler önplandadır. Dilbilime özgü terminoloji en aza indirilmiş, gereksiz ayrıntılar ayıklanmıştır. Tabiatıyla, akademisyen arkadaşlar ingilizce öğretimi amacıyla buradaki birikimden yararlanırlarsa sevinirim. Ama, o kadar... TEMEL KAVRAMLAR Ad (isim): Gerçek veya hayali, somut yada soyut varlıklara verilmiş adlar... ( NOUN ) Sıfat: Bu varlıkları çeşitli yönlerden niteleyen, niceleyen, tanımlayan, betimleyen, ayrıntılandıran sözcükler... ( ADJECTIVE ) (Günün birisinde Türkçe'nin dilbilgisi üzerine bir çalışma yapacak olursam, sanırım ilk tercihlerimden birisi "sıfat" yerine", "betimlik" terimini önermek olacaktır.) Fiil (eylem): Gerçek/hayali, somut/soyut olay, eylem, durum, oluşumların adları... (VERB) Zarf (belirteç): Bu eylem/oluşumları çeşitli yönlerden niteleyen, ayrıntılandıran sözcükler... ( ADVERBS ) [Dikkat: Aşağıdaki yuvarlamama karşın, zarflar ayrıca, sıfatları ve diğer zarfları da niteleyebilir.] Yani, sıfatlar adları, zarflar fiilleri niteler... Dahası yok mu? Var, tabiatıyla... Ama bizim açımızdan bu kadarı yeter. Adıl (zamir - pronoun), ilgeç (edat - preposition), bağlaç (conjunction), ünlem (interjection)... Bunların ne olduklarını zaten biliyorsunuz. Ayrıntılarına girmesek de olur... Türk eğitim sistemi (yada sistemsizliği) sonucu, gramerde sekiz çeşit sözcük olduğuna, üstelik Latince gramerinden alınan bu sınıflamanın Türkçemiz kadar ingilizce ve bütün dünya dilleri için de geçerli olduğuna hepimiz iman etmişizdir. AMA ŞİMDİ DİKKAT: İlk kural... Her dil öğesi kimlik ve niteliğini, "dilci" lerin ilahi ve değişmez saptamasından değil, kullanıldığı ortamdaki İŞLEV 'inden kazanır. İşte bu işlevler çerçevesinde, pratik açıdan bizim için en önemli birkaçını şöyle sıralayabiliriz: 1) Eylemlerin öznesi yada nesnesi olma işlevini adlar karşılar. Özne, eylemi gerçekleştiren; nesne eylemden etkilenen, kabak başına patlayandır. 2) Aynı şekilde, ad-tümcelikler de eylemin öznesi yada nesnesi olabilir. 3) Sıfatlar adları, zarflar eylemleri niteler... 4) Aynı şekilde, sıfat-tümcelikler adları, zarf-tümcelikler ise eylemleri niteler. Peki, nedir bu "tümcelik" dediğimiz birim? Ad-, sıfat-, zarf-tümceliği de ne ola?? Azıcık sabır, Değerli Okuyucum -- Tanımlar ve örnekler biraz aşağıda... KİMİ TANIMLAR * * * * * Ara Konu: Çekilmiş Fiil Ne Demektir ? To see, to be seen, to mean, to be meant... Görmek, görülmek, demek istemek, kastedilmek... Fiilin mastar (= infinitive) hali, olay/eylem/durum/oluşuma verilen addır. Yani: eylemin, kişi, zaman yada ileti ortamına (kip - mood) göre çekilmemiş halidir. I saw, "to see" fiilinin birinci tekil kişiye göre haber kipinde The Simple Past Tense olarak çekilmiş halidir... He has gone, "to go" fiilinin üçüncü erkek tekil kişiye göre haber kipinde The Present Perfect Tense olarak çekilmiş halidir... İngilizce fiil çekimlerinin Türkçe, Fransızca, Almanca yada İtalyanca'ya göre büyük bir yalınlık taşıyor olması ingilizce öğrenmek isteyenler açısından büyük bir nimet sayılmak gerekir. * * * * * Sözcük Öbeği (Phrase) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunmayan, tümce içinde veya dışında öbek halinde ayrık nitelikli bir anlam birimi oluşturan sözcük takımı. Bunları bir soruya karşılık cevap olarak kullanabilirsiniz (tümcenin diğer öğelerini tekrarlamağa gerek kalmayabileceği için); ama tek başlarına söylenecek olsalar bildirim tamamlanmamış veya quel-alaka kalır. in the house... cats and dogs... my friend's father-in-law... to see a good film... Örnek: I was also hoping to get a chance to meet my friend's father-in-law. ["to meet fiilinin nesnesi olarak kullanılan ad işlevli bir sözcük öbeği] Ama, birisi durduk yerde "arkadaşımın kayın pederi" yada "iyi bir filim görmek için" deyip sussa, ne dediğini anlamasına anlarız, ama "Eeee, n'olmuş" diye de devamını bekleriz. Tümcelik (Clause) : İçinde çekilmiş bir fiil bulunan ve ekleşik veya karmaşık tümcelerin (az aşağıda açıklanıyor) ana birimlerini oluşturan yapılar. when we went there... although she is quite wealthy... oraya gittiğimizde... oldukça varlıklı olmasına rağmen... Tabiatıyla bunlar da tekbaşlarına söylenirlerse, "Eeee, n'olmuş" sorusunu davet edeceklerdir. Ana Tümcelik (Main Clause) : Tek başına ayakta durabilen, kendi içinde tam anlam taşıyan, örneğin yazıda başına büyük harf sonuna nokta koyup bağımsız bir tümce niteliğinde kullanabileceğimiz tümcelik türü. Doğaldır ki, her yalın tümce (tanımı aşağıda) tek bir temel tümcelikten oluşmaktadır. Bağıl Tümcelik (Subordinate Clause) : Geldik canalıcı noktaya... Anlamın tamamlanması için bir ana tümceliğe bağlı ve bağımlı olan tümcelik türü. Tek başlarına ayakta duramaz, tam anlam ifade eden bir bağımsız bir tümce niteliği ile kullanılamazlar. Bağıl tümcelikler taşıdıkları işleve göre üç grupta değerlendirilir: 1) Ad-tümcelikler 2) Sıfat-tümcelikler 3) Zarf-tümcelikler Bu işlevleri yukarda tanımlamıştık. Tekrarlayalım: Ad-tümcelik, temel ve/veya bağıl tümcelikler içinde ad kullanılabilecek her yerde bulunabilir: Örneğin fiil yada fiillerin özne yada nesnesi olabilir. Tümceyi bir labirente çevirmeyi göze alıyorsanız sonsuz sayıda kullanabilirsiniz... They wondered where he had come from. Neyi merak ediyorlardı? Nereden geldiğini... "To wonder" fiilinin nesnesidir ve bu niteliği ile ad-tümcelik olarak sınıflanır. That the firm has gone bankrupt will be known within a few days. Ne öğrenilecektir? Şirketin iflas ettiği... "That" ile başlayan tümcelik, "to be known" edilgen fiilinin öznesidir. Bu niteliği ile de, ad-tümcelik olarak sınıflanır. Peki ya sıfat-tümcelik? Tümcede geçen ad/adları, örneğin özne yada nesneyi çeşitli açılardan niteleyebilecek, ayrıntılandırabilecek tümceliklerdir. The music (which/that) the orchestra is playing is a Strauss waltz. "The music is a Strauss waltz." Bu ana tümcelik. "The orchestra is playing", "music" sözcüğünü (bir ad) niteliyor: Orkestranın çalmakta olduğu müzik... O halde, sıfat-tümcelik sınıflamasına girer. Peki ya zarf-tümcelik? Tümcede anlatılan olay/eylem/durum/oluşumu çok çeşitli yönlerden niteleyebilen, ayrıntılayabilen tümceliklerdir. Aşağıdaki örneklerde sırasıyla neden, amaç ve tarz bildiriliyor: Because I believe in their honesty, I'll give them another chance. We must keep the meat in the refrigerator so that it will not go off. The children could come and go as they pleased. TÜMCE TÜRLERİ 1. Yalın Tümce (Basit Tümce - Simple Sentence) İçinde tek çekilmiş fiil bulunan, başka bir deyişle tek ana tümcelikten oluşan tümce türü: Ali came home late. Güneş has already finished his homework. 2. Ekleşik Tümce (Bileşik Tümce - Compound Sentence) "And" ve "or" gibi bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden fazla ana tümcelikten oluşan tümle türü. Dilersek bağlaçları kaldırır, tümcelikleri bağımsız birer tümce haline getirebiliriz. Ali comes late and Güneş leaves early. 3. Karmaşık Tümce (Complex Sentence) Bir ana tümcelik ile buna bağlı ve bağımlı en az bir bağıl tümcelikten oluşan tümce türü. Ali went home after he had finished his work. Although it was a fine day for a picnic, Güneş stayed home and watched TV. 4. Karmaşık-Ekleşik Tümce (Complex-Compound Sentence) Bağımlı kılmayan bağlaçlarla birbirine eklenmiş birden fazla ana tümcelik ve bunlara ayrıca bağlı ve bağımlı bağıl tümceliklerinden oluşan bütün. Ali went home after he had finished his work and although it was a fine day for a picnic he decided to stay at home and watch TV. İşte, İngilizcede rastlayacağınız bütün tümceleri bu sistematik içinde çözgüleyip inceleyebilirsiniz. ÖTEKİ KİMİ TANIMLAR Aslında İngilizce'de Kaç Çeşit "X", Kaç Türlü "Y", vb. Var ? Bu kitabın akademik amaçla tasarlanmadığını daha önce söyledim. Öyle olmasa, ayrıntıda boğulur, hedefimizin çok uzağına düşerdik. Bizim amacımız, olanaklı en kısa sürede olanaklı en iyi İngilizceyi kazanmak... Yoksa "İngilizcede kaç çeşit "X" veya "Y" var?" sorusuna, dünyadaki dilbilimci kadar çok sayıda yanıt alacağınıza emin olabilirsiniz... Basitleştirip şema halinde sizlere sunduğum bu ana çizgilerin kitabın diğer bölümlerinde yapacağımız tümce çözümlemeleri için yeterli olacağına inanmanızı dilerim. İşte, şimdi de İngilizcede kaç çeşit tümce var sorusuna farklı bir yaklaşımla daha yanıt vermek istiyorum: İngilizce bir S+V+O dilidir. Yani, Subject + Verb + Object... (Yani, Özne + Fiil + Nesne...) Fiilin solundaki ad (varlık) faildir, öznedir, eylemi yapan kişidir, yada durum/oluşumun konusu, kahramanıdır. [Konuşmayı düşünürseniz, fiilden önce gelen ad] Fiilin sağındaki ad (varlık) ise nesnedir, yani etkilenen, kabak başına patlayan kişi, birim yada alandır. [Konuşmayı düşünürseniz, fiilden sonra gelen ad] Bu ingilizcenin sözdizim (sentaks - syntax) kuralıdır; bu sıralama değiştirilemez: The dog bit the man... Köpek adamı ısırdı... The man bit the dog... Adam köpeği ısırdı. Dikkat ederseniz, İngilizcede ad durumlarından (ismin halleri) söz edemiyoruz. Özne de, nesne de yalın haldedir. Kim fiilin soluna geçerse özne olur; kim fiilin sağına geçerse nesne olur. Türkçede böyle mi? Hayır, Türkçe çekimli bir dildir: Özne yalın haldedir, nesne ise -i halinde olmak zorundadır. İşte bu nedenle bizler, "Köpek adamı ısırdı... Adamı köpek ısırdı... Isırdı adamı köpek... Köpek ısırdı adamı..." gibi sözdizim cambazlıkları yapabiliyoruz. İngilizcede ise bütün bu nüansları konuşmadaki sözcük vurgularıyla karşılamak zorundasınız. İşte bu S+V+O dizilişi ingilizcedeki "düz tümce" dizilişidir. Fiil (çoğunlukla yardımcı fiil ile temsil edilerek) öznenin soluna geçerse, soru sormuş olursunuz. "Did the dog bite the man?... Did the man bite the dog?...) Buna göre İngilizcede iki temel tümce türünden söz edebiliriz: Düz tümce = S+V+(varsa)O Soru tümcesi = Yard.Fiil+S+V+(varsa)O DİKKAT... DİKKAT... Bunları burada dile getirmemin asıl nedeni, ilerde tekrar tekrar vurgulayacağımız bir kurala şimdiden dikkatinizi çekmek: Bütün bağıl tümcelikler düz tümce olmak zorundadır. Ad-, sıfat-, zarf-tümcelikler soru biçiminde olamazlar. Başka ne gibi tümce türlerinden söz edebiliriz? Örneğin, devrik tümceler: Bunlar da soru tümcesi şeklinde kurulur, ama soru tonlaması yapılmaz (aktarılan abartılı duyguya uygun bir tonlama taşıyacaktır), yazıda da soru işareti konulmaz: Not even once have I seen him here before! Were I in your shoes, I wouldn't take such a risk! Hardly had the performance begun when the lights went out. Bir de emir cümleleri... Açıktır ki bunlar da klasik S+V+O dizilişinin dışında gerçekleşmektedir. Bu gibi farklı yapılardan yeri geldiğinde söz edeceğiz. Şimdilik sadece şunu unutmayınız: Bütün bağıl tümcelikler düz tümce olmak zorundadır. Ad-, sıfat-, zarf-tümcelikler soru biçiminde olamazlar. İngilizce'de Kaç Çeşit "KİP" Var ? Klasik gramerler "mood, modals, modality" gibi kavramları üç grup altında toplar. Bunu yaparken, çoğu zaman fiil kullanımındaki "formel karşıtlıkları" önplana çıkarırlar: 1) The Indicative Mood... 2) The Subjunctive Mood... 3) The Imperative Mood... Bunların Türkçe karşılıkları, 1) Haber Kipi... 2) DilekKoşul Kipi... 3) Emir Kipi... şeklinde önerilebilir. (Hayır, Türkçe'yi buna uyduralım, demiyorum.) Bunlar sırasıyla, 1) Gerçeklerin [insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da] dünyası... 2) Varsayımların dünyası... 3) Buyrukların dünyası olarak tanımlanabilir. Gelelim benim kullandığım ve bir bölümüyle anadili Türkçe olan bizler için özel olarak geliştirdiğim sınıflamaya: 1) The Indicative Mood (Haber Kipi)... 2) The Conditional Mood (Koşul kipi)... 3) The Subjunctive Mood ("Dilek" Kipi)... 4. The Imperative Mood (Emir Kipi)... İkincisi üzerinde özellikle duruyorum; çünkü, bana göre, Anglo-Sakson dil-kültür dizgesinin anahtarı burada yatıyor.... "Mood" ("Kip") sözcüğünden ise, ileti ortamı, türü, yaklaşım ve tarzını anlıyorum: Buna göre, Haber Kipi gerçeklerden (insanlar çoğu zaman yalan söylüyor yada saçmalıyor olsalar da) söz ediyor. Koşul ve Dilek Kipleri, varsayımsal bir dünyaya ilişkin önermelerden oluşuyor. Emir Kipi de, buyrukların yada (bunlar yumuşatılarak) "ricaların" dünyasını yansıtıyor... İşte, Kitabımızın İkinci Bölümde, "Vira Bismillah" deyip, Haber Kipini oluşturan 12 "Tense" (zamanlar) ile işe başlayacağız. YAZI DİLİ - KONUŞMA DİLİ Efendim, bizim çocuk liseyi bitirdi, üstüne de üç yıl kursa gitti, hala turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor... Sayın İzbul, bize konuşmayı öğretebilir misiniz? Yüzyüze olsak, evet, sizinle konuşarak elimden geleniyaparım. Burada ise, olsa olsa gerçek durumlarda kullanmanız yerinde olacak kalıpları listeleyip, ezberlemenizi önerebilirim. Ama, bu kadarla yetinecek olursak (çoğu eğitim kurumunda bununla yetiniyorlar) adamlarla yüzyüze geldiğinizde ne sizin onları nede onların sizi anlamayacağına bahse girerim. Çünkü yazı, konuşmanın kendisi değil, yalnızca yazıdaki temsilidir. Hele bunu İngilizce gibi "çok fonetik" (aşağıdaki paragrafa bknz.) bir dilde topu topu 26 harf ve bir avuç noktalama işareti ile yapıyorsanız, çok yetersiz bir temsildir. [Ara açıklama: Düşünmeden yinelenen, "İngilizcenin çok fonetik bir dil" olduğu lafı, çok büyük bir yanılgı. Tam tersine, İngilizcenin yazılışı (ortografi) hiç de "fonetik" filan değil... "Fonetik" deyimi ile iletilmek istenen kavram, konuşmanın yazıda "yakın temsili" olmak gerekir.] Yine de burada konuşma İngilizcenize katkısı olacak bazı öneri ve ipuçlarına yer vereceğim. Hiç olmazsa, benim gibi lisede 6 yıl, filolojide 1 yıl okuduktan sonra (= yani hiçbirşey öğrenmeden) adamların memleketine gidip edebiyat ve dilbilim okumağa başlayıp, ancak iki yıl sonra (fazla kalın kafalı da sayılmam ama), "Yahu, bu dabıl-yu dedikleri şey, V'nin katmerlisi değil, U'nun katmerlisi..." gibi büyük keşifler yapmak zorunda kalmazsınız. Kısacası, sizlere sesbilim ve İngilizcenin telaffuz (sesleri boğumlama) ve vurgulama özellikleri bakımından gerekli bilgileri vereceğim ve bunlar çok işinize yarayacak. ELEMENTARY PHONOLOGY AND PHONEMICS FARKLI SESLER Yazılışı herkes için aynı olan bir Türkçe sözcüğü nasıl ki yurdum insanları ülkenin dörtbir köşesinde farklı farklı seslendiriyorlarsa, dünyanın dörtbir köşesine ihraç edilmiş olan Ingilizce için de aynı şey geçerlidir... Sizlere, temelde BBC İngilizcesi üstüne kurulu, ama dünyanın hiçbir köşesinde sizi yaya bırakmayacak bir seslendirme sistemi sunuyorum. 1. Türkçe harflerin sağladığı olanaklardan yararlanarak, 2. Internet ortamında temsil kısıtlılıklarını dikkate alarak, sizleri sıkmayacak şekilde asgari düzeyde fonetik işareti kullanacağım. Çünkü akademik düzeyde ilgilenmeyen kişiler için, nekadar çok fonetik işaret kullanırsanız, insanları o derece soğutursunuz. Bunları aşağıda sıralıyorum: æ : Türkçede olmayan bir fonem. /a/ ile /e/ arası. Örnekler: cat /kæt/, black /blæk/, man /mæn/... Eğer siz ünlü "I'm bad!" şarkısını /aym-bed/ diye telaffuz ediyorsanız, "Ben yatak-ım" demiş oluyorsunuz. Doğrusu, /aym-bæd/ veya /aym-bæ:d/ : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın... O yüzden kimisinden "hotdog", kimisinden "hatdag" işitiyor, ikilemde kalıyor zavallı kulaklarımız! Örnekler: hot /ht/, fog /fg/, dock /dk/ I : (Schwa) : Bunun üzerinde çok düşündüm. Aslında dilin orta bölümlerinde biryerlerde boğumlanan schwa sesi ile kıyaslandığında Türkçedeki "ı" sesi, çok önde ve dar. Bu fonemi internet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Schwa sesini, sizleri uyarmak koşuluyla, burada bizim "ı" harfi ile temsil etmeğe karar verdim. Bu "schwa" konusu İngilizce sesleme sisteminin ana direklerinden birisi ve vurgulama sistemi ile de içiçe... Hemen bütün vurgusuz hecelerdeki ünlü, dilin orta bölgelerinde oluşturulan bu renksiz ve güçsüz sesliğe yuvarlanıyor. : : İki nokta üstüste işareti kendisinden önce gelen sesin uzatılacağını gösterecektir. Ama bunu yaparken sesi iki defa söylemeğe değil, uzatmağa dikkat edin. Yani rüzgar /uu/ diye esmiyor, /u:/ diye esiyor. Rakip takımı da /yuuh/ diye ıslıklamayın. Doğrusu: /yu:h/. /r/ sesini, BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermeyeceğim. Ama aynı sözcüğün USA İngilizcesinde ise gayet belirgin bir biçimde seslendirilip yuvarlandığını da bilmelisiniz. Tercih sizin: Her ikisi de standart İngilizce... Geldik baş belası dört foneme (seslik, sesbirim): N = BU işaretle "-ing" son-ekinde biz Türklerin birtürlü beceremediğimiz sesi göstereceğiz. /n/ sesinden yola çıkıp, /g/ yönünde ilerlerken, oralarda biryerlerde duracaksınız ve /g/ yi asla duymayacağız: I'm going home /aymgouiNoum/ Böyle birşeyler işte... Ben bıraktığımda, üniversitedeki âdet bebeğin "ınga ınga" diye ağlamasından misal getirmekti. Hala öyle midir, bilemem... w = Adı üstünde, "dubluve" değil... "Dabılyu", yani /v/ nin katmerlisi değil, /u/ nun katmerlisi. Hakkını verin. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış (kalın dudaklı bir zenci ile öpüşmek üzere gibi)... Sakın /veri vel/ demeyin. Gözleri ameliyatla düzeltilmiş Çinli sanacaklardır yoksa sizi... Ø = İşte Türkçe seslikler sisteminde benzeri olmayan bir ses daha. Örnekler: thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... Efendim, dilinizin ucunu dişlerinizin arasına yerleştirin, havayı iki yandan sızdıracak şekilde /t/ demeğe çalışın. Böylece, tıpkı gerektiği şekilde "pelthek pelthek" konuşmuş olacaksınız. Bu işi yaparken, etrafa birkaç küçük tükürük sıçratamıyorsanız, tam başaramıyorsunuz demektir. Bu sesi, şu üç sözcüğü peşpeşe söyleyerek talim edebilirsiniz: tin - thin - sin... Unutmayın, /Ø/ sesi, /t/ den çok /s/ ye yakındır. Çünkü birincisi patlamalı, ikincisi sızıcı bir sesliktir. "I think": Biz bunu "ay tink" diye söyleriz. Fransızlar da "ay sink" derler. Her ikisi de yanlış, ama İngilizler Fransızları anlar da bizi anlamazlar... ğ = Ve tabii, yukardakinin karındaşı. Oradaki titreşimsiz (yani ses kirişleri titreştirilmiyor) iken, bu da onun "titreşimli" kardeşi. Pelthek kardeşin /badzi badzi/ yürüyen kardeşi... Örnekler: this /ğis/, then /ğen/, those /ğouz/... Şimdi bu baş belalarının buraya kocaman resimlerini asıyorum. Eminim ki görünce onları heryerde tanıyacaksınız: æ ğ Ø : w ı N "r" DİKKAT... DİKKAT... Şimdi de geldik, biz Türklerin İngilizce'nin telaffuzunda en çok güçlük çektiğimiz sese... Yani, alfabede "v" harfi ile gösterilen ses. Türkçe'de /v/ sesinden /w/ sesine kadar herşeyi bu harfle gösteriyoruz. Yani, Türkçe'deki /v/ sesi "Walla, bayaa yuwarlak"... Oysa, İngilizcede ikisi arasında en küçük bir akrabalık bile yok. Daha önce de işaret etmiş olduğum gibi, "dabıl-yu", /u/ sesinin katmerlisi... /v/ sesinin değil... /v/ sesinin karındaşı ise, /f/ sesi. Çünkü, ikisi de oluşturulurken, konuşma organ ve boşluklarının konumu tıpatıp aynı: Yalnızca, birincisi "titreşimli" kardeş, ikincisi de "titreşimsiz" kardeş... O halde, /v/ sesini boğumlamak için: dudaklar tamamen yayVan, alt dudak üst dişlerin altına değiyor ve /f/ demek üzereyken, /v/ diyeceksiniz (yani ses kirişlerini devreye sokmuş olacaksınız)... Aksi halde, sizi anlamaları asla ve asla sözkonusu değildir. İnanınız ki, bizler için İngilizcedeki en zor ses bu sestir; çünkü Türkçe'den önyargılıyız; üstelik herkes bir "dabılyu" dur tuttumuş, dikkatimizi oraya çeliyorlar. (Oysa, deminki kalın dudaklı zenciye bir öpücük verin: işte size "dabılyu"...) ***** HECE VURGUSU Türkçe aşağı yukarı yazıldığı gibi okunduğu için şanslıyız. Üstelik Türkçede hece vurgusu, pek az sözcük dışında anlamı değiştirmiyor (ge-lin ve ge-lin, gibi)... Öyleki, Türkçeyi tamamen kitaplardan öğrenen bir yabancı, size telefon ederek şu heceleri peşpeşe sıralasa, eminim ki anlaşılacaktır: Bu-ak-şam-an-ka-ra-ya-u-çak-laa-ge-li-yo-rum... Yani, bizler bu şarkıyı "düm-teketek" düzeninde de söyler, "teketek-düm" düzeninde de anlarız!!! Biliyorsunuz, İngilizcede işler böyle değil. Sözcüğün yazılışına bakarak (ileri düzey ingilizce bilenler için bir tahmin mümkün olsa da) okunuşu konusunda kesin birşey söylemek olanak dışı... Örnek mi? Bakınız, biz Türkler "interesting" sözcüğünü belki de %90 oranında yanlış söylüyoruz: intıres-tiN diyoruz. Oysa doğrusu in-tırestiN... Yani, "düm-teketek" düzeninde olması gerekiyor. Karşımızdaki İngiliz yada Amerikalının, (Türklerin bu sözcüğü nasıl telaffuz ettikleri konusunda ön-bilgisi yoksa) bizi anlaması sözkonusu değil. Elimizde iki heybetli sorun var: 1. İngilizcede kullanılan bize yabancı sesler (fonemler, sesbirimler); ve, 2. Entonasyon... (Tonlama konusunda şimdilik yalnızca hece vurgusu, yani syllabic stress/accent üzerinde duracağım). Hece vurgusunu, iki "-" işareti ile ayrılmış kalın (bold) yazı ile göstereceğim. Okurken bu heceye gelince bir an duraklayın ve ardından heceyi patlatın. Sözcüğün diğer bölümlerini, sanki duyulmasını istemiyormuşsunuz gibi yuvarlayarak ve hızla söyleyin. İkincil vurguları şimdilik görmezden geliyorum. Konuyu olabildiği ölçüde basite indirip özetle ele alıyorum; ama unutmayınız ki dünyanın gelmiş geçmiş en büyük dramatist şairi olan Shakespeare'in mısraları temelde hece vurgularını kullanmaktaki ustalığında hayat bulmuştur. (Kullandığı "iambic pentameter" vezni, ardarda beş adet tek-düm ritminden oluşur. Bu müzikal akışın arasına ustaca yerleştirdiği, vurgulamak istediği düm-tek ritmindeki sözcükler birer tokat gibi patlar...) HECE VURGUSU İÇİN ÖRNEK SÖZCÜKLER UK İngilizcesinde Söylenmeyen /r/ leri Göstermiyoruz Unutmayın, vurgusuz bölümleri sanki duyulmasını istemiyormuş gibi hızla ve sesinizi düşürerek söyleyin; vurgulu heceyi ise anlık bir duraklamadan sonra patlatın! interesting = in-tırestiN : düm-teketek ritminde okunacak necessary = ne-sısıri (düm-teketek) -- necessarily = nesı-se-rili (teke-düm-teke) exploit = iks-ployt (tek-düm) -- exploitation = iksploy-tey-şın (teke-düm-tek) capital = kæ-pitıl (düm-teke) -- capitalistic = kæpitı-lis-tik (teketek-düm-tek) desert (çöl) = de-zıt (düm-tek) -- to desert (terketmek) = di-zö:t (tek-düm) -- dessert (tatlı) = di-zö:t (tek-düm) photograph = fou-tıgra:f (ræ:) (düm-teke) -- photographer = fı-tg-rıfı [ı] (tek-düm-teke) photography = fı-tg-rıfi [i] (tek-düm-teke) -- photographically = fıtıg-ræ-fikli (teke-düm-teke) social = sou-şıl (düm-tek) -- society =sı-sai-ti (tek-düm-tek) -- socialism = sou-şılizm (düm-teke) BU KİTAPTA KULLANILAN FONETİK SİMGELER 1. æ = /a/ ve /e/ arası: cat /kæt/, black /blæk/, bad /bæd/ 2. : /a/ ile /o/ arası... UK İngilizcesinde /o/ ya daha yakın; USA ingilizcesinde /a/ ya daha yakın: hot /ht/, dog /dg/ 3. I : (Schwa) : İnternet ortamında /@/ veya başaşağı "e" ile temsil edenler var. Hemen bütün vurgusuz hecelerde ünlünün yuvarlandığı, dilin orta bölgelerinde oluşturulan güçsüz seslik. Türkçe'deki /ı/ ile /a/ arası bir ses 4. Ø = thin /Øin/, thimble /Øim-bl/, thunder /Øan-dır/... "pelthek pelthek" konuşma 5. ğ = this /ğis/, then /ğen/, those /ğouz/... ses "telleri" titreşimsiz olan "Pelthek" kardeşin "badzi badzi" yürüyen titreşimli kardeşi 6. w "Dabıl-yu", yani /u/ nun katmerlisi. Hakkını veriniz. Dudaklar yuvarlak ve ileri uzatılmış. /v/ ile uzaktan yakından bir akrabalığı yok 7. /v/ sesine ÖZEL DİKKAT: konuşma organ ve boşlukları aynen /f/ sesi için olduğu gibidir ve /f/ sesinin titreşimli kardeşidir 8. N = "-ing" 9. : İki nokta üstüste: önceki sesi uzat 10. /r/ BBC İngilizcesinde telaffuz edilmiyorsa, göstermiyoruz... Some Notes On The Turkish Phonemic System For Learners of Turkish Most of the vowels are pronounced in a similar manner with those found in Italian and many of the consonants do not differ from those found in English. Exceptions are: -Undotted "ı", both capital and small, is pronounced as in the first syllable of Cyril... Dotted "i", both capital and small, is pronounced as in sit, bit... "ö" and "ü" are pronounced as in German... "g" is always hard as in go, get... "c" is pronounced as in jar, jam, jacket... "ç" is pronounced as in church... "ş" is pronounced as in shop, sharp... "j" is pronounced as in French, and as in measure, treasure... As for "ğ", for the time being, you may regard it as a sign pointing to a lengthening of the preceding vowel. But, your best bet would be getting a Turkish friends of yours to show you the peculiarities of this articulatory monstrosity! CHAPTER - 2 THE TENSES İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR (01) TENSE'LERİN ÖNEMİ Yabancı dil öğrenirken, ivedi ve öncelikli bilgi alanı o dilin "zamanları" dır. Bu bilgiden yoksun olan kişi meramını yarım yamalak, bölük pörçük anlatsa da, yeterli iletişim düzeyi sağlayamaz: "Var ben şimdi eve gitmek... Var ben acıkmak..." Tarzan, zamanları bilmediği, fiilleri çekemediği için böyle konuşuyor. Tümcenin indirgenebileceği en az iki öğe, çekilmiş bir fiil ve onun öznesidir (verb, subject). Fiil, olay/durum/eylemi iletir. Özne ise, eylemi kimin gerçekleştirdiğini, yada kimin bu durumda olduğunu söyler. Nesne (object), eylemden (varsa) kimin/neyin etkilendiğini, "kabağın kimin başına patladığını" anlatır. Tümcenin (varsa) diğer öğeleri de, olaya ilişkin verilmek istenen ayrıntıları tümceye ekler: Özne yada nesneyi niteleyen sıfatlar, eylemleri niteleyen belirteçler (zarflar)... Veya, yine sıfat ve zarf işlevli kalıplar, sözcük öbekleri, bağıl tümcelikler... Kaba çizgileriyle, tümceyi oluşturan öğeler bunlardır. Kısacası, "Ali gelmek... Güneş acıkmak..." türünden yarım yamalak iletişim çabalarına, "Ali geldi/geliyor/gelecek... Güneş acıkmıştı/acıkmış/ acıkacaktır..." niteliğinde bir iletişim yeterliği kazandırmak için "tense" lere gereksinim duyuyoruz. Tense'ler bizim için en temel bilgi alanıdır. İNG. TENSE'LER - TÜRKÇE ZAMANLAR Herbir dil, kendine özgü, diğerlerinden çeşitli bakımlardan/ölçeklerde farklı bir dil-kültür dizgesi niteliğindedir. İngilizce "tense" ler ve Türkçe'deki "zaman" ların özdeş olabileceğini sanmak boşunadır. Kimi yerlerde yüksek ölçüde benzerlik hatta eşdeğerlik, kimi yerlerde ise tam bir benzemezlik/farklılığın geçerli olduğunu göreceğiz. Aslında, farklı dil-kültür dizgelerine sahip kişilerin aralarında iletişim kurabilmelerine (eğer kurabiliyorlarsa) "mucize" gözüyle bakmak gerekir. [Örneğin, Kızılderili Hopi dilini öğreniyor olsaydık, "tense" diye bir sorunumuz olmayacaktı: Çünkü Hopi dil-kültür dizgesi dünyaya, bizim anladığımız "geçmiş -şimdiki - gelecek" zaman çerçevesi dışında bakıyor. Bu saptamayı da buraya, yukardaki "Yabancı dil öğrenirken Tense'ler temel bilgi alanımızdır" sözüme karşın yine de eklemek istedim.] İNG. ÖĞRETİMİNDE YANLIŞ NEREDE Yukarda değindiğimiz konu, ülkemizde yabancı dil öğretiminde yapılan temel bir yanlışa işaret ediyor. Öğretilmesi gereken, dil-kültür sisteminin önplana çıkarılması, o insanların hangi durumlarda hangi dilsel anlatımları kullandığının öğretilmesidir. Gerçi, bütün İngilizce konuşulan ülkelerde "standart" sayılabilecek bir ortak dil paydasından kabaca söz edilebilir ve biz de kitabımızda sizlere bunu kazandırmayı umuyoruz. Ama aslında, Amerika'daki Texas kovboy ağzı, Silicon Valley bilimsel jargonu yahut sokak basketbolü dili, İngiltere'deki müzayede ve sanat eleştirmenliği jargonu yeraltı dünyası argosu, Avustralya'daki balıkçı yahut çiftçi ağzı gibi çok daha daraltılmış kavramlardan söz etmek yerinde ve gerçekçi olurdu. ("lehçe", "ağız" ve "jargon" lar...) Yani, amaca göre dil... Bu yaklaşım benimsenmedikçe, "İngilizce" öğretiyoruz/öğreniyoruz" savı fahiş bir aldatmaca, safdil bir aldanmaca kalacaktır. İşte bu nedenle, "Bizim oğlan, bizim kız okulda altı yıl yabancı dil okudu; üç yıl da kurslara gitti; ama turistlerle iki kelimeyi biraraya getirip konuşamıyor..." Tabiatıyla, yazı ve konuşma arasındaki farklılığın bile gündeme gelmediği bir yabancı dil "eğitimi" ortamında böyle bir yaklaşımı beklemek abes olur. Bunun için yurdum insanı yıllarca yabancı dil okuduktan sonra turistlerle iki kelimeyi bir araya getiremiyor, yada bir Amerikan üniversitesinde kendi dalında ders veren bir değerli bir bilim adamı YÖK'ün düzenlediği dil sınavında "çakıyor"! NASIL BİR YAKLAŞIM SUNUYORUZ ? "Tense" ler okullarda, kurslarda, dershanelerde öğretilen temel bilgi odaklarındandır. Ama çoğu kez, öğrenci tense'lerin temel yapısını öğrenmesine karşın, hangisini nerede kullanması gerektiği bilgisinden yoksundur. Kafasında bu konu açıklığa kavuşmamış, pekçok soru takılıp kalmıştır. Bunun nedenleri, 1. O dil-kültür dizgesinde gerçek durumlar ve dilsel yansıması (o dilde böyle bir durumda hangi tense kullanıldığı) bilgisinin kazandırılmaması, 2. Tense'lerin değişik "ünite" ler halinde, birbirinden kopuk biçimde verilmesidir. Biz bu noktada karşılaştırmalı bir yaklaşımı benimsiyoruz. Vereceğimiz tabloda, deneyim alanımızı tense'lerin kendi aralarında nasıl bölüştüklerine ilişkin şematik bilgi sunulacak, ardından herbirinin kullanılma alanları yine karşılaştırmalı biçimde ele alınacaktır. Egzersizlerde de karşılaştırma olanağı sağlanması ön planda tutulmuştur. İNG. TENSE'LER TABLOMUZ Önce MOOD (dil ortamı / kip) kavramından kısaca söz edelim. Türkçe kip örnekleri verelim: Haber kipi, koşul kipi, dilek kipi, emir kipi... İngilizce'de de bunların beş aşağı beş yukarı karşılığı, the indicative mood, the conditionals, the subjunctive mood, the imperative mood... Bu anlatım ortamlarında, tıpkı türkçe'deki gibi, farklı kurallar geçerlidir, fiiller de farklı çekilirler. Haber kipi, gerçek durumlardan söz eder. (Hernekadar insanlar çoğu kez yanılıyor yada yalan söylüyor olsalar da...) İngilizce'de koşul ve dilek kiplerinin özelliklerinden ayrı birer bölümde söz edeceğiz. Emir kipine ise, İngilizce'nin Püf Noktaları başlıklı kitabımızda kısaca değineceğiz. HABER KİPİ İngilizce haber kipinde 12 TENSE bulunmaktadır. Tablomuzda bunlar üçlü bir sınıflama ile şematik hale getirilmiştir: A) Yaşam deneyim alanımız geçmiş / şimdiki zaman / gelecek ( past / present / future ) bölüklerine ayrılmıştır. Her bölükte 4'er tense yer alır. Yani İng. haber kipinde 4 adet past tense, 4 adet present tense, 4 adet future tense vardır. PAST PRESENT FUTURE Past Simple Present Simple Future Simple Past continuous Present Continuous Future Continuous EZEL (Geçmişteki bir noktanın öncesi) Past Perfect Simple ________ › PP ______› NOW ___________› FP ___› EBED (Şu ana değin... (Gelecekteki bir ve hala) noktanın öncesi) Present Perfect Simple Future Perfect Simple Past Perfect Cont. Present Perfect Cont. Future Perfect Cont. B) Ezelden... ebede uzanan zaman çizgimizin üst bölümünde "perfect olmayan tense" ler yer alıyor, alt bölümünde ise "perfect tense" ler. 6'şardan yine 12 tense. Bu "perfect" olup/olmama boyutu İng. ve Türkçe arasındaki en temel farklardan birisi ve İngilizce'nin olaylara bakış açısını çözebilmek için bunun üzerinde çok duracağız. C) Bu durumda Tabloda 6 değişik mevki ortaya çıkmaktadır: (Perfect olmayan): past / present / future, (Perfect olan): past / present / future. Bu altı mevkinin herbirinde 1 çift kardeş tense bulunduğunu, bunların "simple" ve "continuous" kardeşler olduklarını görüyoruz... Az sonra bu ayrım üzerinde esaslı şekilde duracağız. TENSE'LERİN ADLARI Dilerseniz şimdi İng. tense'lerin adlarını KOLAYCA sayabiliriz: (Bu kitapta dilbilim ve dilbilgisi terimlerine olanaklı en az düzeyde yer vereceğime söz verdim, ama "tense" lerin adlarını öğrenmemiz kaçınılmaz olacak.) PAST TENSES Past Simple / Past Continuous Past Perfect Simple / Past Perfect Cont. PRESENT TENSES Present Simple / Present Continuous Present Perfect Simple / Present Pefect Cont. FUTURE TENSES Future Simple / Future Continuous Future Perfect Simple / Future Perfect Cont. TENSE'LERE İLİŞKİN ALTIN KURALLAR 1 - "PERFECT" KAVRAMI VE SORUNU İngilizce bildiği savında olan kimselere aşağıdaki Türkçe konuşma örneğini veriyoruz ve İngilizceye çevirmelerini istiyoruz: -- Hadi gidip "Mumya" filmini görelim. -- Yoo, teşekkür ederim. Ben o filmi gördüm. -- Ne zaman gördün? -- Geçen hafta gördüm . İlk gösterildiği gün... Vatandaş çeviriyor: -- Let's go and see "The Mummy". -- No, thanks. I saw that film. HAVE SEEN olmalı! -- When did you see it? -- I saw it last week -- the first day it was put on. Okulda/kursta/dershanede hocama soruyorum: "Hocam, bu da gördüm, bu da gördüm. Aralarındaki fark ne?" Hocam da, kendi hocalarından öyle öğrenmiş olduğu, üstüne de pek kafa yormamış olduğu için cevap veriyor: "Yakın geçmiş için simple past, biraz uzak geçmiş için (örneğin beş yıl öncesi) present perfect, çok uzak geçmiş için (örneğin kırk yıl öncesi) past perfect..." Neden hocam? "Çünkü, past perfect bizim miş'li geçmişimiz..." vb gibi yanıtlar. Sanki tüm diller gramer özelliklerini evrensel bir modele göre oluşturmuşlar, paylaşmışlar gibi... Sanki İngilizcenin gramerini Türkçe şablona başvurarak açıklayabilirmişiz gibi... ÇÖZÜM : "Past tense eşittir di'li geçmiş, past perfect eşittir miş'li geçmiş, vb" gibi dayanaksız yorumlardan uzak durmalısınız. Her present perfect'i di'li geçmişle çevirmeğe, "miş" gördüğünüz her yerde past perfect kullanmağa kalkışırsanız başınız dertten kurtulmayacak demektir. Yapılabilecek tek şey, İngilizcede hangi durumlarda hangi tenselerin kullanıldığı bilgisine başvurmaktır. Somutlaştıralım: İngilizce açısından, verdiğimiz konuşma örneği ikinci satırındaki "see" eyleminin ne zamanı gerçekleşmiş olduğu belirsiz ve önemsizdir. Ön plana çıkarılan kavram, şu an itibariyle bu eylemin gerçekleşmiş durumda olmasıdır: "Ben o filmi görmüş bulunuyorum, görmüş durumdayım." (= Çok güzeldi, hadi gidip bir daha görelim; veya, Boşver, bir daha çekilmez walla...) Dördüncü satırda ise dikkat odağı zaman boyutudur. Olaydan geçmişte belli ve belirtilen bir noktada gerçekleşmiş bir eylem olarak söz ediliyor. Past tense kullanımı zorunluluk taşıyor. Herbir tense için kullanım özelliklerinden ayrı ayrı söz edeceğiz. Ama burada, perfect kavramı için bir genelleme yapalım: Ayırıcı özellik şudur: Sözü edilen eylemin, oluşumun, yada durumun zaman boyutundaki yeri, konumu, koordinatları... Eğer bu belli ise, önemliyse, belirtmek istiyorsak, açıkça veya zımnen belirtiyorsak, perfect tense kullanmayacağız. (Zımnen derken ne kastediyorum? Biz "İstanbul'da doğmuşum" deriz. Yani, miş'li geçmiş kullanırız... Ama ingilizcede doğru anlatım, "I was born in İstanbul," yani simple past tense olmak zorunda. Çünkü olayın geçmişte belli bir noktada olduğu "zımnen" bilinmektedir. Burada "miş'li geçmiş, öyleyse past perfect -- I had been born in İstanbul" şeklinde düşünmek tamamen yanıltıcı olur.) Zamanın belli olduğu bir cümlede -- nekadar derin bir geçmiş boyutunda yer alırsa almış olsun -- past perfect kullanamazsınız. Simple past kullanmak zorundasınız. Bırakın kırk yılı filan, 15 milyar yıl öncesinden söz edelim: TÜRKÇESİ : Evren günümüzden 15 milyon yıl önce oluşmuştur. ("Oluştu" diyemezsiniz: "Sen orda mıydın? diye sorarlar adama.) YANLIŞ ÇEVİRİ : The universe had come into being 15 million years ago. DOĞRU ÇEVİRİ : The universe came into being 15 million years ago. İNGİLİZCEDE "ZAMANIN BELLİ OLMASI" NE DEMEKTİR ? Çok basit... "When?... what time?..." gibi sorulara cevap verilebiliyor, yada önemseniyor / gizlenmiyor olması demektir. "Karnımı doyurdum, karnım tok..." kavramı eğer, "Ve dolayısıyla şu anda aç değilim, şu anda yemek istemiyorum" anlamına kullanılıyorsa present perfect tense kullanımı gerektirir. (= I've had dinner, I have eaten, thank you...) Çünkü dikkatimiz geçmişteki yemek olayı üzerine değil, şu an içinde bulunduğumuz duruma ilişkindir ve present zamandan söz edilmektedir. Aynı şekilde, "1984 yılından beri İzmir'de oturuyorum" cümlesi, gördüğünüz gibi, Türkçede "present continuous" ile anlatılmaktadır. Oysa ingilizcede present perfect continous ile anlatılmak zorunda: Çünkü "Nezaman?" sorusuna değil, "Nezamandan beri?" (since when?) sorusuna cevap veriyor. Yani, burada sözünü ettiğimiz zaman dilimi, yalnızca bir şimdiki zaman dilimi değil, geçmişten günümüze süregelmiş ve hala sürmekte olan bir zaman dilimidir. Genelde şunu söyleyebiliriz: "At two o'clock, yesterday, now, on Tuesday, in June, next year" gibi kavramlar o meşhur ezelden ebede uzanan zaman çizgimiz üzerindeki koordinatları belli noktalara işaret ediyorlar. Dolayısıyla "perfect olmayan" tense'lerle kullanılırlar. PERFECT TENSE'LER İÇİN DENEYİM ALANIMIZ a) Past perfect simple: Geçmişteki bir noktanın / dönemin öncesinde, zamanı bilinmiyor; bilinse de önemsenmiyor, veya belirtilmek istenmiyor... Kısacası, bu tense'in altın anahtarı, "geçmişteki bir noktanın yada dönemin öncesi"... b) Past perfect continuous: O nokta öncesinde bir dönem boyunca sürüp tamamlanmış, yada o noktaya değin süreklilik taşımış... O noktada da hala da sürüyor olmuş olabilir... c) Present perfect simple: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişte, ama etkisi ve sonuçlarını halen yaşıyoruz... Olayın zamanı bilinmiyor; veya bilinse de önemsenmiyor, yahut belirtilmek istenmiyor. Her durumda dikkat odağı, olayın ne zaman gerçekleşmiş olduğu değil; içinde bulunduğumuz durum ile bağlantısı... d) Present perfect continuous: İçinde yaşadığımız an itibariyle geçmişten günümüze değin süregelmiş, hala sürmekte... Başlangıç noktası biliniyor veya bilinmiyor olabilir. Ne zaman başlamış olduğu önemli değil; önemli olan, bir süredir süregelmiş ve hala da sürüyor olması... e) Future perfect simple: Gelecekteki bir noktanın / dönemin öncesinde gerçekleşecek -- ama ne zaman olacağı bilinmiyor yada önemsenmiyor, belirtilmek istenmiyor... f) Future perfect continuous: Gelecekteki bir noktanın öncesinde başlamış, ama o noktaya değin süreklilik taşıyor olmuş olacak... Ne zaman başlayacak olması önemli değil. Hatta, şu an itibariyle de başlamış olabilir... Önemli olan, gelecekteki o noktanın bir süre öncesinde başlamış ve devam edegelmiş, hala da sürüyor olacak olması... 2 - "SIMPLE" ve "CONTINUOUS" KARDEŞLER Öyle fiiller vardır ki, bunlar doğası gereği "anlık" (süregen olmayan) eylem ve durumlardan söz ederler. Öteki gruba giren fiiller ise "süreklilik taşıyan, süregenlik gösteren" eylem ve durumlara ilişkindir. "I watched TV at 9 o'clock last night," tümcesi yanlıştır; yanlış tense içeriyor. Doğrusu, "I was watching..." Çünkü "watch" fiili anlık bir eylem olarak değerlendirilemez. Saat dokuz kavramı "seyretmek, izlemek" eyleminin gerçekleşebileceği genişlikte bir zaman dilimi içermiyor. Olsa olsa, "Ekrana baktım = I looked at/on the screen exactly at 9 o'clock last night," diyebilirdiniz. Yada, "I watched TV last night" olanaklıdır, çünkü üç dört saatlik zaman dilimi içeren "last night" kavramı eylemin gerçekleşmesi için yeterlidir. Öte yandan, "I punched him on the face," doğru bir anlatımdır: Yumruğu çaktım. "I was punching him..." "sürekli yumrukluyordum / yumruklardım" anlamında kullanılabilir, ama "yavaaaşça yumruğu çaktım" gibi bir anlam iletemez. Demek ki, aynı mevkiyi paylaşan bir çift kardeş tense arasında tercih ölçütü şöyle tanımlanabilir: Anlattığımız eylem sözünü ettiğimiz zaman dilimi içinde tamamlan -mış, -makta, -acak mıdır? (past - present - future simple tense seçenekleri) Yoksa bu zaman dilimi içinde, öncesinden sonrasına bir akış, bir süreklilik mi söz konusudur? (past - present - future continuous tense seçenekleri). Soruyu şöyle de sorabiliriz: Sözünü ettiğim eylem, sözünü ettiğim zaman noktası / dilimi içinde gerçekleşebilir mi? Olup, bitip, tamamlanabilir mi? Yoksa, olsa olsa, devam etmiş, ediyor, edecek bir durum mudur? Ayrıntılar üzerinde Kitabımızın Üçüncü Bölümünde, herbir tense başlığı altında ayrıca duracağız. Yalnız, bir noktayı şimdiden vurgulamalıyım: Çünkü bu noktada mantıklı bir soru yöneltilecektir: Acaba İngilizce fiillerde ikili bir sınıflama mı vardır? Simple tense'lerde kullanılan anlık eylemler ve continuous tense'lerde kullanılan süregen eylemler gibi... Hayır, böyle bir sınıflama yapılamaz -- Hernekadar bazı fiiller bu gruplardan birisine daha büyük yatkınlık taşırsa da, "anlık / süregenlik" belirlemesi her durumda farklı, göreli bir değerlendirmenin sonucudur. Şu örneklere bakınız: When we went out, the sun was shining. (Güneş saatlerce parlayacaktır gökte. Oysa "dışarı çıkmak" bilemediniz 20 saniye. GÖRELİ olarak anlık eylem...) We met her on the stairs as we were going out. (Dışarı çıkmak yine 20 saniye, ama bu kez merdivendeki karşılaşma anlık eylemdir.) Demek ki ingilizcenin gramerinde "to go out" fiilinin anlık yada süregen bir eylemi dile getirdiği söylenemez. Simple yada continuous tense kullanılması her durum için ayrı karar verilmesini gerektiren GÖRELİ / İZAFİ / RÖLATİF bir durumdur. Örnek vererek formüle edelim: Eşzamanlı iki eylem, birbirlerinin zamanını belirledikleri için perfect tense'lerde kullanılamaz; ve şu üç kullanım olasılığı ortaya çıkar: Örneğin geçmiş zaman boyutunda -Simple past + simple past (iki eşzamanlı ve anlık eylem / durum) When the phone rang, I jumped up. Simple past + past continuous (anlık bir duruma denk gelen süreklilik) When the phone rang, I was having a bath. Past continuous + past continuous (her ikisi de süregen ve eşzamanlı) While I was having a bath, my husband was washing the dishes. 3 - PAST SIMPLE / PRESENT PERFECT SIMPLE a) The Present Perfect Simple Tense de geçmişteki bir olaydan sözeder. Ama, olaya bakış açımız şimdiki zamana yöneliktir. Olayın şimdiki zamandaki etki ve sonuçları ile ilgileniyoruz. "I have seen that film" dediğimiz zaman dikkat odağı ne gün ve nasıl sinemaya gittiğimiz, filmi izlerken neler hissettiğimiz değildir. Geçmişe ilişkin birşey düşünmüyoruz. Tam tersine, kendimize ilişin şu an açısından bilgi sunuyoruz, hatta geleceğe ilişkin ipucu veriyoruz: "Ben o filmi görmüş bir adamım... Güzeldi, haydi bir daha gidelim... Veya, bir daha çekemem doğrusu" türünden bir bilgi... Past Tense ise, adı üstünde, geçmişte kalmış, maziye karışmış, maziye mal olmuş olaylardan sözeder. İzler artık silinmiş, koşullar değişmiş olabilir. Anlattıklarımız mazideki bir döneme ilişkindir. Örneğin, "She has cleaned the house", dersem bunun anlamı "Ve şimdi ev tertemiz" dir. Oysa, "She cleaned the house" şimdiki zamana ilişkin böyle bir ipucu vermiyor. Hatta, "I cleaned the house only this morning" (= ama şimdi şu berbat haline bak) gibi serzeniş dolu bir tümce, durumun şimdi çok farklı olduğunu apaçık söylüyor. b) Bir başka kesin ayrım ölçütü ise, olayın nezaman olup bittiğinin bilinip bilinmemesi, önemsenip önemsenmemesi, dile getirilip getirilmemesidir. Katı kuralımız şöyle, olayın zamanı dikkat odağımızda bir biçimde yer alıyorsa, hatta sorulmasa bile "mazideki belli bir döneme ilişkin" olduğu ima ediliyorsa (örneğin "I was born ..." tümcesi yerine "I have been born ..." mantık dışıdır) -- işte böyle durumlarda past tense kullanmak zorundasınız. Yada şöyle söyleyelim: Zamana bir gönderim varsa, zaman belirtiliyor yada belli ise perfect tense kullanamazsınız. c) Geçmişteki bir olaya ilişkin yüzyüze konuşma, çoğu zaman perfect tense kullanılan bir soru cevapla başlayıp, sonra past tense olarak devam edecektir: Q. Where have you been? (Nerelerdeydin?) A. I've been to the movies. (Sinemaya gitmiştim. = Gittim, geldim. Şimdi burdayım.) Q. Well, did you enjoy it? (Nezaman? Tabii ki sinemada iken... Zaman artık belli) A. Yes, it was a tremendous film. Kısacası, yüzyüze etkileşimde sözü edilen olayların zaman boyutu çabucak belirlenerek, konuşma bundan sonra past tense sürdürülecektir. Perfect tense'lerin sanki konuşmada yazıya göre daha az kullanıldıkları izlenimi buradan doğuyor. Oysa bu konudaki kurallar katı ve değişmezdir. Yapacağınız tense yanlışlarının, Türkçede "dün gideceğim... yarın gittim..." demenizden bir farkı olmaz. d) Dolayısıyla, aşağıdaki tür bir gazete haberi olağandır: A hundred billion liras worth of jewellery has been stolen from a shop in Kemeraltı. The thieves broke into the shop and took whatever they could lay their hands on... İkinci tümcede artık olayın zamanı saptanmıştır: "When?" sorusuna yanıt verebiliyoruz. e) Şu çarpıcı örneğe ne dersiniz? Have you seen the film at the Elhamra? (= Hala gösterimde, gidip görebilirsiniz) Did you see the film at the Elhamra? (= Ama artık gösterimden kalktı. Görmediyseniz, kaçırdınız...) f) Siz hiç Kars'ta bulundunuz mu? Bu soruyu türkçede, "Siz hiç Kars'a gittiniz mi?" şeklinde ifade etmek de olanaklıdır. Yani, "gitmek" fiili ile. Oysa ingilizcede "been to" kalıbını kullanmak zorundayız. Yani, "bulunmuş olmak"... Neden? Çünkü, present perfect tense "geçmişten bugüne ve hala" kavramını içeriyor ve o bağlamda "gitmiş olmak" kavramını kullanamayız. Konuştuğumuz kişi Kars'a gitmiş (=gone to) ve hala orada değildir. Kars'ta "bulunmuş" (been to) şimdi dönmüş karşımızdadır. Dolayısıyla: Q. Have you ever been to Kars? A. Yes, I have (been to Kars)... veya, No, I have never been to Kars. Peki, ya arkadaşınız size Kars'tan telefon etse ne diyecekti? "I have come to Kars" diyecekti. Yani, gelmiş bulunuyorum, halen buradayım. Ama, üçüncü bir kişi Kars'a gitmiş, halen oradaysa, o zaman şu tümceyi kuracaksınız: "He has gone to Kars." (= Gitti, halen orada) g) Şu iki tümceyi karşılaştırınız: 1. I have seen my neighbour this morning. 2. I saw my neighbour this morning. İlk tümce, öğlen saatlerine değin kuracağımız tümcedir. Öğleden sonra ise, ikinciye başvurmamız gerekiyor. Çünkü "sabah" artık geçmiş zaman dilimindedir... Peki, hala sabah saatlerinde, ama artık işyerinde iseniz: Bu takdirde yine ikinci tümce... Çünkü, sabahın o saatleri geride kalmıştır ve artık iş yerindesiniz. "Komşuyu görmeniz", iş yerine doğru yola çıkmanızdan önceydi... h) The Present Perfect Tense için kullanım alanlarından birisi de, az önce, kısa bir süre önce tamamlanmış eylem ve durumlardır. Your friend has just arrived... I have just finished the book... He has come at last... Bununla birlikte: 1. "Just now" deyimi, iki anlama gelebilir: "birkaç dakika önce" veya "hemen şimdi: Birinci durumda simple past tense kullanılacak; ikincisi present perfect gerektirecektir: They told me about it just now... They have just now finished... 2. Aynı şekilde "never" kavramı ile ilgili şu iki örneğe bkz: They never stopped talking about her last night. (= not at any time during that period in the past)... They have never spoken a word about her (= not once in a life-time, up to now)... EXERCISE Aşağıdaki tümcelerde The Present Perfect Simple Tense ve The Simple Past Tense arasında tercihinizi yapınız: 1) I suppose you (hear) the latest news: The Prime Minister (have) a secret meeting with his Bulgarian counterpart last week. 2) I (be born) in İstanbul, but (spend) most of my childhood in Ankara. 3) Look! My socks (already wear out) at the heel. 4) No, we (not meet) before. She does not know me. 5) No, we (not meet) at the meeting. She wouldn't recognize me now. 6) In the past, fewer people (live) around these parts. But in recent years, there (be) an influx of newcomers from the metropolis. 7) She (clean) the house. It is as clean as it (never be) in the past now. 8) He is working on a science fiction story nowadays. It'll be the third one he (write) this year. 9) I once (hear) Gencebay sing, but I (never bother) about Tatlıses. 10) Last year, they (call) in a new group of programmers, and the project (completely change) in all its aspects ever since. YANITLAR: 1) have heard / had... 2) was born / spent... 3) have already worn out... 4) have not met... 5) did not meet... 6) lived (used to live) / has been... 7) has cleaned / has never been... 8) has written... 9) heard / have never bothered... 10) called / has completely changed 4 - PRESENT PERFECT SIMPLE VE PRESENT PERFECT CONTINUOUS KARŞILAŞTIRMASI a) Her iki seçenekte de olay, "present" zamandaki etki ve sonuçları açısından algılanmakta, değerlendirilmektedir. Düşüncemizde şekillenen zaman dilimi, geçmiş bir dönem değil, içinde yaşadığımız zaman ve durumdur. b) Temel ayrım ise şudur: "Simple tense" seçeneği, eylemin/olayın geçmişte bir noktada tamamlanmış olduğunu dile getirir. (Hernekadar, kesin zamanını bilmiyor, hatırlamıyor, önemsemiyor, yada söylemek istemiyorsak da). "Continuous tense" seçeneği ise, eylemin/olayın süregelmiş ve (büyük olasılıkla) halen de sürmekte olduğunu ifade eder. c) İşte bu nedenle, "Bir filmi görmüş olmak" gibi bir durum ve kavram kolayca simple tense çerçevesine oturur. Çünkü "filmi göregelmiş olmak" kavramı geçersizdir. Olsa olsa, "pekçok kereler gördüm" diyebilirsiniz: I have seen that film... I have seen it many times... d) Bununla birlikte, dildeki pekçok fiil, her iki tense çerçevesinde (ufak tefek nüanslarla) temelde eşdeğer anlam verecektir: I have been watching that program regularly... I have watched it regularly ever since it got started... gibi tümceler sonuçta aynı şeyi söylüyor: I watch it regularly. e) Ne var ki, aşağıdaki örneklerde "sayı" belirtilen durumlarda continuous tense kullanımının olanaksız olduğuna dikkat ediniz: I have written ten letters today. ("I have been writing ten letters..." = On mektubu birlikte yazageldim şeklinde geçersiz bir anlatım olur. Ama, "I have been writing letters all day long" geçerli) He has done it many times in the past. / He has been doing it repeatedly all this time. He has had five cups of tea since six o'clock. / He has been having cups and cups of tea since six o'clock. f) Continuous tense'lerde kullanılmayan fiiller sözkonusu olduğunda (have, own, be, see, hear, notice, know, understand, love, vb.), anlamın süreklilik taşıdığı durumlar da dahil olmak üzere, görevi "simple tense" seçeneği üstlenecektir: I have been here all the time. This house has been empty for ages. I have loved you ever since we first met. (=sevegeldim ve hala da seviyorum: Normalde Present Perfect Continuous ile anlatılması gereken bu kavram, fiilin özelliğinden dolayı Simple tense ile ifade ediliyor) g) "Simple" seçeneği, aynı şekilde, "always... ever since..." gibi süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle de continuous anlam verir: I have always walked to work. (İşime hep yürümüşümdür, hala da yürüyerek geliyorum/gidiyorum... Oysa, "I have walked to work today" = Bugün işe yürüyerek geldim/gittim) h) Bu iki tense arasındaki farkları aşağıdaki konuşma örneklerini türkçeye çevirerek daha iyi irdeleyebilirsiniz: A: I haven't seen your friend lately. Has he gone away? B: Yes, he has been sent to Trabzon for a period of six months. A: Well, have you had any letters from him? B: That's the funny thing about it. He has been away for so long, and I haven't received a single word from him. His wife has been hearing from him regularly, though. A: Does she intend to go out there and join him, too? B: They have been thinking about it, but haven't quite decided yet. * * * * * A: Sevtap has been seeing a lot of Mr Zengin lately, hasn't she? Is there anything in it? B: Yes, they have just announced their engagement. You see, she has been looking for a rich husband all her life and now she has found one. And he has been hopelessly looking for a really competent house-keeper all through these years and now he has found one! A: Well, good luck to them both! EXERCISE CHOOSE BETWEEN THE SIMPLE AND CONTINUOUS VERSIONS OF THE PRESENT PERFECT TENSE Simple yada Continuous Present Perfect Tense tercihlerinizi uygulayınız. Buradaki çıkış noktanız verilen fiillerin süreklilik niteliği taşıyıp taşımadıkları olmalıdır. Tümceleri türkçede tasarlayıp ingilizceye çeviri yoluna giderseniz, yanılma payınız artacaktır. Unutmayın: İki ayrı dil-kültür dizgesinin "anlık eylem / süregen eylem" kavramları açısından tam çakışmasını beklemek hayalcilik olur. 1) I (sit) here for two hours now, but I (not be called up) yet. 2) I (try) to learn English for years now. I can't say I (succeed) yet. 3) That book (lie about) for weeks. (Not) you (read) it yet? 4) It (snow) all day. Frankly, I (have) enough of it! I wish it would stop soon. 5) Hello, Ali. I (not see) you for weeks. What you (do) all this time? 6) He (lose) his keys again. He (look for) them all day, but they (not turn up) yet. 7) Look! That light (burn) all night. Why (anyone not pay) any attention to it?! 8) How long you (learn) English? You (ever think of) giving it up? 9) She (write) a novel for the last six months, but she (not finish) it yet. 10) We (have) three accidents so far this week. We (consider) stopping the experiments for some time now, but we (not quite decide) on that particular point yet. ***** YANITLAR: 1) have been sitting / have not been called up... 2) have been trying / have succeeded... 3) has been lying about / Haven't you read... 4) has been snowing (has snowed, olanaklı) / have had... 5) haven't seen / have you been doing... 6) has lost / has been looking for / haven't turned up... 7) has been burning (gece bitmemişse) ; has burnt (gece bitmiş, sabah olmuşsa) / hasn't anyone paid (çünkü, dikkat edegeldi-etmeyegeldi kavramı tuhaf olur... didn't anyone pay: gece bitmiş, sabah olmuşsa olanaklı)... 8) have you been learning / Have you ever thought of... 9) has been writing / hasn't finished... 10) have had / have been considering / have not quite decided Bir sonraki Bölümde "Haber Kipi" ni oluşturan bu "12 Tense" in karşılaştırmalı biçimde kullanım alanları dikkat odağımız olacak. CHAPTER - 3 THE TENSES (02) İNGİLİZCE'DE ZAMANLAR Bu Bölümde, İngilizcenin Haber Kipinde (The Indicative Mood) yer alan 12 Tense'in bellibaşlı kullanım alanları özetlenmektedir. Bölüm sonunda ise "her derde deva" egzersizlerimize yer vereceğiz. THE SIMPLE PRESENT TENSE 1) Geçmiş/şimdiki/gelecek zaman (=past/present/future) üçlüsü genelinde, yani beş aşağı beş yukarı türkçedeki GENİŞ ZAMAN'da geçerlik taşıyan, süren, yinelenen olay, durum ve eylemler: The sun rises in the east... Not all clouds bring rain... Ali speaks English fluently. Güneş plays the guitar. (Dikkat ederseniz, bu tümceler, hatta aşağıdaki örneklerin de bir bölümü) Türkçede bizim "present continuous" ile de söylenebilir -- AMA, TÜRKÇEDE, İNGİLİZCEDE DEĞİL!) I sleep late on Sundays... How often do you wash your hair? Do you like ice-cream? Do you love him? (İkinci tümce Türkçede "present simple" ve "present continuous" arasında anlam farklılığı taşır.) 2) Bilimsel belirlemeler: Water consists of hydrogen and oxygen. 3) Atasözlerinin büyük bölümü: The pen is mightier that the sword. (Kalem, kılıçtan güçlüdür) Every cock crows on his own dunghill. (Her horoz kendi tezek yığınında öter) 4) Kitaplardan, duyuru metinlerinden, yakın zamanda alınmış mektuplardan söz ederken. (Oysa, aşağıdaki örneklerde Türkçede "present continuous" tense kullanıldığına dikkat ediniz) : The author says that a solution cannot be provided under these conditions and goes on to explaining the reasons for this conviction. "What does the notice say?" "It says, 'No Parking Here'." "I see that you've got a letter from Güneş. What does he say?" "He says..." (Diyor ki...) 5) Tarihten söz ederken: Atatürk decided to proclaim the Republic on the following day. Indeed, the voting on October 29, 1923 is unanimous. The country is now a republic, but there is still the problem of getting rid of the caliph who is still residing in İstanbul... 6) Gazete başlıklarında "past tense" yerine kullanılır: Foreign Debts Reach A Record Level = Dış Borçlar Rekor Düzeye Erişti. Two Men Die In A Lorry Crash ? Kamyon Kazasında İki Kişi Öldü. Galatasaray Beats Milan = Galatasaray Milan'ı Yendi. 7) Tiyatro eserlerine, diyaloglar arasında verilen sahneleme önerilerinde: When the curtain rises, there are two servants entering from the door on the right. The phone rings, and they both make an attempt to reach out for it first... 8) Günlük dilde, özellikle de bizim "mahalle geyiği" diye adlandıracağımız konuşma ortamında olaylar dostlara anlatılır, dedikodu yapılır, dertleşilirken: I give her what she wants and she goes away. I say to myself, (=hatta, I says to myself!) "Good riddance; I hope I've seen the last of her." But, not a week passes, and I come home one night, and just guess who is sitting on my very doorstep... 9) Örneğin gezi programları gibi, gelece günlere dönük planlanmış eylemler: We leave Ankara at 10:00 next Tuesday and arrive at Nevşehir at 14:00. We spend two hours shopping, and then leave for the Göreme Valley. 10) Ve, doğal olarak, "eşyanın tabiatı" türünden belirtmelerde de hep bu tense kullanılacaktır. Yani, eylem, olay yada durumun içinde bulunduğumuz an itibariyle varlığı/yokluğu değil, genel anlamda var, doğal ve olanaklı olup olmadığını dile getiriyoruz: Dogs bark... Birds fly... Fish swim... Cats drink milk... (Bu örnekleri, "Listen, the dogs are barking... The ones I saw were flying south... When she gets hungry she may have some milk" türünden tümceler ile karşılaştırınız. Fark açıktır) DİKKAT... DİKKAT... İngilizce gramerde yer alan bir dizi fiil (bazıları yalnızca belli anlamlarında olmak üzere) continuous tense'lerde kullanılamaz. Dolayısıyle bu fiiller, süreklilik anlattıkları bir konumda dahi, simple tense ile ifade edilecektir. Önce bunları sıralayalım, sonra da örnekler verelim (Bu fiilleri mutlaka öğrenmelisiniz -listeyi ezberlemenizde yarar var: have, own, possess, be (aktif çatıda), see, hear, notice, recognize, believe, feel, think (=sanmak, kanısında olmak -- düşünmek anlamında ise continuous tenselerde kullanılabilir), know, understand, suppose, remember, recollect (yani, anımsamak. Eğer, "re-collect" şeklinde yazar veya okursanız = yeniden toplamak, biraraya getirmek anlamına gelir ve continuous tense'te kullanılabilir), forget, mean, matter, gather (=sonuç çıkarsamak), want, wish, need, love, hate, like, dislike, loathe (=nefret etmek), care (sevmek, hoşlanmak, önemli bulmak, aldırmazlık etmemek), forgive, refuse, smell (=kokmak, yani "koklamak" değil), taste (=tadında olmak, ...tadını vermek. Yani, tadına bakmak, anlamında değil), seem, appear, look (=görünmek, gibi görünmek), belong to, contain, consist of İşte, bu grup fiilin taşıdığı özelliği nekadar vurgulasak azdır. Gördüğünüz üzere, İngilizcede en sık kullanılan fiiller arasında yer alıyorlar. Daha da önemlisi, bunlarla kurulan tümceleri, Türkçede "continuous" eşdeğeri ile karşılıyoruz. Dolayısıyla da hata riskimiz çok yüksek. Örneğin, aşağıdaki Türkçe tümcelerin İngilizce karşılığına bakarsak, konuyu daha iyi kavrarız: Seni seviyorum (= I love you)... Sana için deli oluyorum (= I am crazy about you)... Seni anlıyorum, sevgilim, tamamen anlıyorum (= I understand you, sweetheart; I do understand you)... Seni istiyorum, sana ihtiyaç duyuyorum (= I want you. I need you)... Sen bana aitsin! (You belong to me!)... Beni sıcak tutacak aşkım var (=I have my love to keep me warm)... Uzakta üç atlı görüyorum (= I see three horsemen in the distance)... Kuşkulu birşeyler görüyor musun / farkediyor musun? (=Do you see / notice anything suspicious?) Tuhaf bir ses/gürültü işitiyor musun? (=Do you hear a funny noise?)... What is it that you're cooking? It smells awful (=berbat kokuyor)... It tastes funny (=garip bir tadı var)... You seem great... You look gorgeous... (=şahane görünüyorsun) I forgive you (=seni affediyorum)... I refuse! (=Reddediyorum!)... I loathe him (=ondan nefret ediyorum, tiksiniyorum)... I hate you! (Senden nefret ediyorum!...) Bu fiillerden bir bölümünün değişik anlamla continuous tenselerde kullanılabileceğine tekrar dikkatinizi çekerim: "What are you thinking of?" "I'm thinking about tomorrow's exam." (=düşünmek) She is having breakfast at the moment... She isn't having her milk... (=yemek, içmek) "Are you seeing him?" (=görüşmek, buluşmak) Kimi zaman da, vurgu amacı ile, tümcenin yine continuous tense oluşturulduğuna tanık oluruz: You are just being plain silly now! Young man, aren't you forgetting your manners? THE PRESENT CONTINUOUS TENSE 1) Konuşma anında sürmekte olan durum ve eylemler. İlgi odağımız olan zaman, içinde yaşadığımız an, evre yada dönemdir. Nezaman başlamış olduğu yada nezaman sonlanacağı ilgi alanımız dışında: Look. It's raining outside... The telephone is ringing. Will you answer it; or shall I answer it?... She can't talk to you at the moment; she's having a bath... 2) Konuşma anında ara verilmiş olsa bile, şimdiki zaman boyutunda genelde sürmekte yada sürdürülmekte olan durum ve eylemler: I personally prefer reading to watching TV. I am reading a book by Orhan Pamuk nowadays. Currently, he's writing a novel, having come back from a rather lengthy vacation. (=Uzunca bir tatilden döndükten sonra, halen...) He is very busy nowadays. He is working on his latest novel. (Bugünlerde çok meşgul. Son romanı üzerinde çalışıyor... Ama bu sözler konuşulurken, büyük yazar uykuda yada tuvalette de olabilir) 3) Normalde geniş zamanda kullanılan zaman belirteçleri (zarflar) ile birlikte, sık tekrarlanan durum ve eylemler için. Bu tür tümcelerden, çoğu zaman kişinin olaydan hoşnut olmadığı, onaylamadığı mantık dışı bulduğu anlaşılır: You're always telling me lies. She is constantly making mistakes. 4) Tıpkı Türkçede olduğu gibi future tense anlamı verecek şekilde de kullanılabilir: - What are you doing tomorrow night? - I'm going to the theatre. Ali is taking me. (=Yarın akşam ne yapıyorsun?... Tiyatroya gidiyorum. Ali götürecek beni) THE SIMPLE PAST TENSE 1) Geçmiş zaman boyutunda belli bir noktada yada dönemde olmuş bitmiş durum ve eylemler. Olay artık "mazide" kalmış, maziye karışmış, mazinin bir parçası olmuştur. Not very many people lived in these parts in the past. I met him at a party last week. I haven't seen him since. We received two phone calls yesterday; we haven't had any so far today. I once went out with a famous film star; he talked about himself all through the evening. 2) Present perfect tense'ten farklı olarak zaman boyutunda belli bir nokta yada dönem dikkat odağına getirildiği için, "Ne zaman?" sorularıyla kullanılması doğaldır: When did you last see him? What time did you have lunch? 3) Yada, doğrudan zaman belirtilmese bile, geçmişe ilişkin olduğu bilinen veya besbelli olan olay, durum, eylemler: How did you get your present job? (=Karşımızdakinin belli bir ilte çalışmakta olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla geçmişte belli bir tarihte bu işe girmişti) I bought this thing in İstanbul. (Diyelim ki konuşma İzmir'de geçmektedir) 4) Sözü edilen olay, durum yada eylem, present perfect tense ile başlayan bir soru-cevap sonrası zaman belirginliği kazanmış olabilir. Konuşma o noktadan başlayarak past tense sürdürülür. (Sınavlarda sık rastlanan bir soru türüdür): "Where have you been?" "I've been to the pictures." "Well, did you enjoy the film?" "Yes, I enjoyed it very much." 5) Geçmiş bir dönemde sürekli veya aralıklarla yinelenmiş durum, eylem, alışkanlıklar: Whenever it snowed, he wore a hat. (=used to wear) They never drank wine. (=içmezlerdi) When we were in Bodrum, we always went for a walk in the evening. Bu tür tümcelerde çoğu zaman ever/never/always gibi geniş zaman belirteçleri kullanılır. Çevirilerde ise, giyer/içmeyiz/gideriz sözcüklerinin past tense dönüşümü olan giyerdi/içmezdik/giderdik kullanımları uygun olur. THE PAST CONTINUOUS TENSE 1) Geçmişte belli bir noktada yada dönemde süreklilik taşımış durum ve eylemler. Olayın başlangıç yada bitim noktaları ilgi odağı değildir ve belirtilme zorunluğu taşımaz. Doğal olarak, sözü edilen zaman dilimine sığmayacak, daha önce başlamış ve o dönemde devam etmiş durumlar için de bu tense kullanılacaktır. When I saw him, he was standing outside the building. I was watching TV at 9 o'clock last night. What were you doing at the time? (Sen o sırada ne yapıyordun?) All through his last years, he was collecting specimens for his projected book. 2) Geçmişte iki zaman noktası arasında süregitmiş durum ve eylemler: Between 1993 and 1998, we were living in Antalya. (Simple past tense de olanaklı) From 8 to 11 o'clock, I was studying in the library. (Bu tümce, "O gün saat 8-11 arası kütphanede çalışıyordum" ve "O dönemde her gün 8-11 arası kütüphanede çalışıyordum" anlamlarında kullanılabilir) 3) Geniş zaman belirteçleriyle birlikte, geçmişte sık yinelenen ve özellikle de konuşmacının onaylamadığı anlaşılan durum ve davranışlar: He was always criticising whatever I did! She was constantly making mistakes. 4) Aslında geleceğe dönük olup, gerçekleşmemiş, vazgeçilmiş yada artık gerçekleşmeyecek niyet ve planlar: I was going to play football tomorrow, but I won't be able to do that now; because I've injured my leg. (Yarın top oynayacaktım; ama bu artık gerçekleşmeyecek; çünkü bacağımı incitmiş bulunuyorum) I was going to buy myself a new umbrella, but I have now given up the idea. (Kendime yeni bir şemsiye alacaktım, ama vazgeçmiş bulunuyorum) 5) Dolaylı/dolaysız anlatımlarda "future in the past" kavram çerçevesini iletir: He was preparing his suitcases, for he was leaving that night. (=çünkü o akşam gidiyordu/gidecekti) He said (that) he was preparing his suitcases, adding (that) he was leaving that night. (O gün işittiğimiz sözleri -- yani, "I am preparing my suitcases, for I am leaving tonight" -- sonradan başka bir kimseye "reported speech" şeklinde aktarıyoruz) THE SIMPLE FUTURE TENSE İngilizcede "simple future" kavramların aktarılması ile ilgili pekçok ayrıntıyı bu noktada dile getirmek zorundayız: 1) Öğrencinin olağan beklentisi "will" yardımcı fiilinin, yada daha klasik bir dil eğitimi görmüş olanlar için "shall/will" ikilisinin kullanılmasıdır. Oysa, günlük kullanımda bu beklentinin gerçekleşmediği kolayca görülür. En az aynı sıklıkta gelecek zaman ifade eden başka yapılara da rastlanacaktır. Bunları biraz aşağıda sıralayacağız. 2) Ama önce "shall/will" ikilisini ele alalım. Klasik gramere göre, birinci tekil ve çoğul kişiler için "shall", diğer kişiler için "will" kullanılması gereken "doğru" sözcüklerdir. Oysa günümüzde bunun geçerliğini büyük ölçüde yitirmiş olduğu kolaylıkla gözlemleniyor. Demek ki, daha geçerli bir saptama, bütün kişiler için "will" yardımcı fiilinin tercih edilmesi olacaktır. 3) Ne var ki, dillerin genel bir özelliği de şudur: Başlangıç düzeyinde "kural" olarak öğretilenlerin, daha ileri düzeylerde ise nasıl tepe tepe çiğneneceğini öğreniriz!... "Beklenmedik" kullanımlar, genelde vurgulu anlatımlar iletirler. Öneğin, bir dönemde "shall" yerine "will" kullanımı, yada bunun tam tersi, birer vurgulu anlatım örneği sayılmıştır. Nitekim İncil'deki on emirin her birisi "Thou shalt not..." =Yapmayacaksın (you shall not) diye başlar... 4) Günümüzde "will" bütün kişiler için standart kullanım sayıldığına göre, "shall" kullanımının ise vurgulu anlatım tarzı olduğunu görüyoruz. Yani, "I shall go" bir zamanlar olağan, "I will go" ise vurgulu iken, şimdi masalar tersine dönmüş, "I shall go" vurgulu anlatım niteliği kazanmıştır. Ne dersiniz, çok karışık değil, öyle değil mi?... 5) Be going to + yalın mastar Bu yapının ingilizcedeki en yaygın simple future anlatımı olduğu kolaylıkla savunulabilir. Yakın gelecek için kararlaştırılmış, planlanmış eylemler için olağandır. Çoğu zaman, hazırlıkların şimdiden başlatılmış olduğunu dile getirecektir. Ayrıca, tahmin ve kehanet bildirimleri için de kullanılabilir: I'm going to meet him at six. I'm now going to read you some of my own poems. I'm going to be a doctor when I grow up. (Temel tümcelik herhangi bir future tense olduğunda, zaman bildiren bağıl tümcelik bir present tense olur kuralını umarım unutmadınız) Look at those clouds. I think it's going to rain soon. ÖNEMLİ NOT: Bu yapı, "go" fiili ile ender kullanılır. "Come" fiili ile hiç işitilmez: I'm going to go to İstanbul tonight --------› I'm going to İstanbul tonight. YANLIŞ: I'm going to come home this afternoon. DOĞRU: I'm coming home this afternoon. 6) Gerek "simple" gerek "continuous" present tense -- uygun zaman belirteçleri alarak -- future tense anlamı iletebilir: The ship leaves tonight... What are you doing tomorrow night?... 7) To be + mastar Bu yapının sanıldığından çok daha işlek ve yaygın bir kullanım alanı olduğunu görürüz. Basit gelecek zaman anlamında kullanılabildiği gibi, ayrıca zorunluluk nüansı da aktarabilir. Özellikle de, üçüncü kişilerin emir ve direktiflerinin aktarılmasında görev yapar: The ship is to arrive tomorrow night. Get out of here! You are never to come back to this house again! You are to go and see the boss this afternoon. 8) To be about + mastar --- To be on the point of + gerund You can't see him now. He's about to leave. I couldn't talk to him; he was on the point of leaving. (=future in the past) THE FUTURE CONTINUOUS TENSE 1) Gelecekteki belli bir noktada yada dönemde sürmekte olacak durum ve eylemler. Bu anlatımda, eylemin başlangıç ve bitim noktaları bilinmemekte yada önemsenmemektedir: I will be sitting an exam this time tomorrow... At that hour, Ali will still be sleeping... I'll be waiting for you at the bus-stop at nine o'clock sharp... 2) Gelecekteki iki zaman noktası arasında süregidecek, süreklilik taşıyacak durum ve eylemler: Between 3 and 4 o'clock tomorrow afternoon, I'll be studying in the library. 3) Tahminler, yordamalar, tasarılar: It'll be getting dark soon. (Bu tümcenin "It will get dark soon" tümcesinden ne farkı var diye soracak olursanız, Türkçedeki "Çok geçmeden hava kararmakta olacak" ve "Çok geçmeden hava kararacak" arasındaki farkı irdeleyiniz. Unutmayınız, havanın kararması dereceli bir durumdur) She'll be coming back soon... ("She will come back soon" daha bir kesinlik taşıyacaktır) After the meal, we'll be having some coffee. ("We'll have some coffee" tümcesinde dikkat odağı "kahve" üzerine yoğunlaşırken, burada ise daha "leisurely" bir "konuşma, sohbet" iması var) 4) Nazik bir soru ifadesi olarak: Where will you be staying? Will you be visiting us again? Gördüğünüz gibi, ingilizcenin (perfect olmayan) continuous tenseleri ile Türkçedeki karşılıkları arasında yüksek bir benzerlik, beş aşağı beş yukarı bir eşdeğerlik var. Ama, öteki tenselerde (hele, türkçede karşılığı olmayıp, zaman belirteçleri ile ifade ettiğimiz perfect tenselerde) bu uyumu aramak boşuna olur... GELELİM "PERFECT" TENSE'LERE !!! THE PRESENT PERFECT SIMPLE TENSE 1) Geçmiş zaman boyutunda, belli olmayan, önemsemediğimiz yada söylemek istemediğimiz bir noktada yada dönemde gerçekleşmiş ve tamamlanmış, ancak sonuçları ve etkisi bakımından şimdiki zamanı ilgilendiren olay, durum ve eylemler: We have seen this film before. Was it last year? Do you remember? She has cleaned the house from top to bottom; it's very clean and tidy now. I have read the instructions on the packet, but I still haven't a clue about what it is supposed to do. I have lost my keys. How am I going to get into the office now? 2) Türkçe gramerde yer almayan bu farklı bakış açısının çevirisi güçlükler gösterir. Anlamı "nasıl denk getirirsek" öyle aktarmamız önerilebilir: I have seen that film = O filmi gördüm / görmüş bulunuyorum / görmüş durumdayım (Ben, şu anda, o filmi görmüş birisi olarak karşınızdayım) I have already met him = Kendisiyle tanıştım / tanışmış bulunuyorum / zaten tanıştım / daha şimdiden tanışmış bulunuyorum... 3) Halen sürmekte olan, yaşamakta olduğumuz dönem yada zaman dilimi içinde gerçekleşmiş olaylardan söz ederken: Have you seen her today? Öğleye kadar: Have you seen her this morning? Öğleden sonra: Did you see her this morning? Automotive industries have undergone a great deal of change this year. There have been no major wars so far in this century... Ama: Automotive industries underwent a great deal of change last year / in the beginning of this year. "Bu yıl" hala içinde yaşadığımız "present" bir zamandır, ama "yılın başlangıcı" artık gerilerde bıraktığımız bir dönemdir. 4) Bu Bölümün başında The Simple Present Tense ile ilgili olarak önemle üzerinde durduğumuz, continuous tense'lerde kullanılmayan fiiller... Burada da, (anlamın süreklilik taşımasına karşın) görevi present perfect kardeşlerden "continuous" yerine "simple" kardeş üstlenecektirr: I have been here all the time. This house has been empty for ages. I have loved you ever since we first met. (=sevegeldim ve hala da seviyorum: Normalde Present Perfect Continuous ile anlatılması gereken bu kavram, fiilin özelliğinden dolayı Simple tense ile ifade ediliyor) 5) Aynı şekilde, "always... ever since..." gibi süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle de continuous anlam verir: I have always walked to work. (İşime hep yürümüşümdür, hala da yürüyerek geliyorum/gidiyorum... Oysa, "I have walked to work today" = Bugün işe yürüyerek geldim/gittim) 6) "Geçmişten ...bugüne" kavramını içeren "zamana present perfect bakış açısı" için tipik olan ve sık kullanılan zaman belirteçlerinden bazıları şunlardır: up to now, up till now, till now, up to the present, so far, finally, recently, lately, during the past few years, for the last two years, often, many times, already, yet, just, ever, never, for, since, ever since... Aşağıdaki örneklerde göreceğiniz gibi, bunların büyük bölümü öteki bütün perfect tense'ler ile de aynı sıklıkta kullanılabilir. (NOT: past ve future perfect için: now -----› then, ve past/last -----› previous dönüşümleri gerekli olacaktır.) since -- for : "since" = geçmişteki belli bir nokta yada dönemden bu yana... "ever since" ise, süreklilik kavramını pekiştirir. Yani, sevgilinize "I have loved you ever since the moment I first saw you" demeniz, yanaklarını daha pembeleştirecektir... We have been living in İzmir since 1982. They have been playing cards since 2 o'clock. I have been frightened of the dark ever since I was a child. "for" = belli (andığımız) bir süre için, belli (andığımız) bir süredir: I haven't seen you for more than a month. I haven't seen her for ages. (=çok uzun bir süredir) We haven't been living in that house for the last two years. "just" = az önce, demin, çok kısa bir süre önce: I've just finished the housework; I'll be there in a minute. When we got there, he had just finished talking about the subject in general and was proceeding to show some special slides. already -- yet Bu iki sözcüğü Türkçeye "zaten/daha şimdiden/...mış bulunuyor" ve "henüz/daha" şeklinde farklı sözcüklerle aktarıyorsak da, aslında bunlar aynı kavramın iki değişik yüzü olup, birincisi olumlu tümcelerde, ikincisi de olumsuzlarda ve sorularda kullanılır (some/any) ikilisini çağrıştırınız). Ne var ki, "already" sözcüğünün sorularda kullanılabileceği durumlar da vardır. ("Would you like some more tea?" sorusunu çağrıştırınız. Orada da, "cevabınız olumlu olsun" dileğimizi yansıtmış oluyoruz. "Do you want any tea?" aile içinde geçerli olursa da, misafire "istiyor musun, istemiyor musun?" nüansı ile çok ayıp olur): a. Yanıtın "evet" olacağını tahmin ettiğimiz durumlar: Has he already left? Has he gone already?... gibi sorular, bilgi almak için düz bir soru olmaktan çok, "çıkmış/gitmiş galiba, öyle değil mi?" türünden yorum taşırlar. b. Şaşkınlık, yada benzeri bir duygu yoğunluğu ifade edebilir, ki yine bir sorudan çok, yorum içermekte olacaktır: What! Has he already left? (Aynı tümce, konuşma dilinde düz tümce olarak, fakat soru tonlaması ile kurulabilir: "What! He has already left?") ever -- never Türkçedeki "Siz hiç hayatınızda ...?" sorusu, ingilizcede "Have you ever ...?" ile sorulur. Yanıt "Hayır" ise, çoğu kez, "No, I have never ..." ile karşılanacaktır: - Have you ever had a car accident? - Have you ever been to Kars? - No, I have never been to Kars... No, I have never been there in my life... No, I haven't... No, I never have... THE PRESENT PERFECT CONTINUOUS TENSE 1) Bu tense için anahtar kullanım parametresi, "geçmişten ...bugüne vede hala" kavramıdır. Belli yada belirsiz bir noktadan veya dönemden başlayarak süregelmiş ve halen de sürmekte olan eylem ve durumlar. Zaman belirteci kullanılması zorunlu değildir: We have been living in İzmir for twenty years (=since 1983). He has been working for two hours (=since ten o'clock). We've been doing it for years / for ages. I have been thinking it over. I'll let you know when I have come to a firm decision. 2) Sözkonusu durum yada eylem az önce bitmiş/tamamlanmış olabilir: I'm sorry I'm late. Have you been waiting long for me? 3) Sözkonusu durum yada eylem kısa bir süre önce geçerliğini yitirmiş olmasına karşın, daha önceki sürekliliği vurgulamak amacıyla: Oh, I'm exhausted. I've been walking about the town all day. (Oysa şu anda evde ayaklarımızı uzatmış oturuyoruz) Have you been asleep all the morning? I've been ringing the bell for the last twenty minutes. (Kapı açılmış, konuşuyor olduğumuza göre, artık zili çalmıyoruz) THE PAST PERFECT SIMPLE TENSE Bu tense için anahtar kullanım parametresi: Geçmişteki bir noktadan yada dönemden daha öncesi... Nasıl ki, günümüz açısından geçmişi simple past ile değerlendiriyorsak, bu da "geçmişin geçmişi"... 1) Geçmişteki belli bir nokta yada dönemden daha önce olmuş bitmiş (ama, anlamca sözkonusu nokta veya dönemle ilişkili) durum ve eylemler. Her tümcede illa ki zaman belirtmek zorunda değiliz: I sat down and rested awhile after I had finished cleaning the house. (=çünkü yorulmuştum) I had finished my breakfast before he came. (=örneğin, karnımı doyurmuştum, bir daha yiyecek halim yoktu, şeklinde yorumlanabilir) I had finished all the preparations by the time he arrived. (=örneğin, bütün işleri bitirmiştim, yapılması gereken başka birşey kalmamıştı... veya, artık hemen çıkabilirdik, şeklinde yorumlanabilir) And when I came back, I found the glass empty. Somebody had drunk the wine, or thrown it away. She suddenly realized that she had made a terrible mistake. He had always been the easy-going type. He had had numerous love affairs, and had managed to remain single and protect his precious freedom. But now he was ready to ...etc. (çoğu öykü bu tarzda, yani anlatacağımız olayların öncesine ilişkin bir özetleme ile açılacaktır) 2) Dolayısıyla, her ikisi de geçmişte kalmış, ancak aralarında zaman fasılası bulunan iki durum yada eylemden ilkini ifade etmekte. Yani aralarında bir nedensellik ilişkisi bulunması da gerekmiyor: When I arrived, Ali had just left. (=az önce çıkmıştı) I had poured myself a cup of tea when the phone rang. 3) Daha önce örneklerini gördüğümüz "continuous tenselerde kullanılmayan" fiillerle The Past Perfect Continuous yerine: He had been in the army for ten years when I met him, and then he stayed on in the service for another ten years. He had loved her with all his heart all through their university years. 4) Yine, süreklilik bildiren zaman belirteçleriyle birlikte The Past Perfect Continuous yerine: She had lived in a small village ever since she was born. She had always milked the cows, fed the sheep and attended the chickens for as long as she could remember. THE PAST PERFECT CONTINUOUS TENSE Geçmişteki bir noktadan yada dönemden önce, belli yada belirsiz bir noktada başlamış, süreklilik taşımış, sözkonusu dönemde de hala sürmüş yada ondan kısa bir süre önce sona ermiş durum ve eylemler: Ali said that he had been studying English for two years. It was now six in the evening and he was tired. He had been working since the dawn of the day. It was six in the evening. He was home now and tired. He had been working outside all day long. THE FUTURE PERFECT SIMPLE TENSE 1) Gelecekte belirsiz bir zamanda, ama belirttiğimiz (yada ima ettiğimiz) belli bir nokta yada dönemin öncesinde... gerçekleşmiş, tamamlanmış olacak durum ve eylemler. Türkçeye çevirisi: "...mış olacak": I will have finished the report by tomorrow. (Size tam bir saat veremem, ama yarından önce, yarına kadar raporu tamamlamış olacağım) I will have finished the book by the end of this month. (Size gün veremem, ama ay sonundan önce bitirmiş olacağım) We will have saved just over a billion by the end of this month. 2) Sözkonusu durum yada eylem, gelecekteki belli noktadan kısa bir süre önce gerçekleşecek olabilir. Önceki/sonraki ayrımını bu şekilde belirlemiş oluruz: The taxi will have arrived by the time we get downstairs. The guests will have arrived by the time we finish our preparations. 3) Olasılık yada varsayımlar dile getirilebilir: It is almost 8 o'clock. She will have arrived there by now. (=Saat neredeysa sekiz: Şimdiye değin oraya varmış olacaktır, herhalde ulaşmıştır) [Not: "By" sözcüğünün zamanlar çerçevesinde kullanıldığında "önce" anlamına geldiğini biliyorsunuz. By now = şimdiye değin... By then = o zamana değin...] Öte yandan bu tümceyi, koşul kipindeki "It is almost 8 o'clock. She would have arrived there by now" tümcesi ile karşılaştıralım. Haber kipinin gerçek durumları, koşul kipinin ise varsayımsal durumları dile getirdiğini çok güzel belgeliyor: İkinci tümcenin anlamı: Saat neredeyse sekiz: Eğer yola çıkmış olsaydı (ki çıkmadı) şimdiye değin oraya ulaşmış olacaktı... Ama tabii böyle bir olasılık yok. THE FUTURE PERFECT CONTINUOUS TENSE 1) Gelecekteki belli bir nokta yada dönem itibarıyla, daha önceden başlamış ve süregelmiş (ki, içinde yaşadığımız dönem itibarıyla da başlamış ve sürüyor olabilir) ... ve büyük bir olasılıkla gelecekteki o tarihte de sürmekte olacak durum ve eylemler. Biraz çapraşık mı göründü? Örneklere bakalım: By the end of this month, I will have been working here for ten years. (=Bu ayın sonuna varmadan tam on yıldır burada çalışıyor olmuş olacağım) In 2008, we will have been living in İzmir for twenty-five years. (2008'de tam yirmibeş yıldır İzmir'de oturuyor olmuş olacağız) 2) Yine aynı bakış açısı içinde, sözü edilen durum yada eylemin geneldeki sürekliliğini anlatmak için: By the end of this year, we will have been climbing mountains for twenty years. (Bu yılın sonuna varmadan, tam yirmi yıldır dağcılık yapıyor olmuş olacağız) [NOT: Doğaldır ki, burada sayı belirtecek olursak, continuous değil, simple tense kullanımı zorunlu olacaktır: Neden? Hiçbir babayiğit dağcı aynı anda birden fazla zirveye tırmanıyor olamaz da ondan...] By the end of this year, we will have climbed eight peaks in this region. (Bu yılın sonuna varmadan, bölgede tam sekiz zirveye tırmanmış olacağız) EXERCISE - 1 Verilen tümceyi, altında belirtilen zaman göstergeçleri ile birlikte kullanarak gerekli tense değişimlerini uygulayınız. Her şık için yalnız bir tense geçerli olurken, çoğu zaman (fiilin niteliğine bağlı olarak) o tense için gerek simple gerek continuous seçeneklerin olanak taşıdığını göreceksiniz. Bu durumda ortaya çıkan nüansları irdeleyiniz. 1) He will be earning a lot of money next year. (Bu tümce "yılboyu sürekli olarak", kavramını içeriyor; "will earn" seçeneği ise, "önümüzdeki yıl bir ara" anlamını verecektir. Bu tür bir irdelemeyi, siz de aşağıdaki şıklara göre tense değişikliği yaparken uygulayınız) a. before he retired last year b. in his present job c. just recently d. last year e. by the end of this year 2) They danced all night last night. (yada, They were dancing all night last night) a. when the fire broke out b. as long as the band played c. seldom ... nowadays d. for the last two hours e. at the moment 3) He has been watching TV for three hours. a. when we got home b. at 9 o'clock tomorrow evening c. at 9 0'clock last night d. every night so far this month e. before he fell asleep in his chair 4) He has been writing a story for at least a month now. a. when he was only 15 b. next week c. last week d. before he left the town e. when the guests arrived last week 5) They play cards only on Sundays. a. when the police raided the place b. since noon c. at this time tomorrow d. for three hours e. while we were watching TV 6) They never visit us. a. next week b. yesterday c. only twice before the last time they did d. only twice after they moved to Bursa e. regularly for the last two years 7) He has at least two bottles of wine every night. a. already b. before he went out c. before he goes out d. every night so far this month e. every night up until this month 8) She is busy at the moment; she is having a bath. a. after she gets home b. when I went to see her last week c. for the last half an hour d. after she came home (üç gün önce) e. after she came home (10 dak. önce) YANITLAR 1) a. had earned... veya... had been earning = sürekli kazanagelmişti ve hala kazanmaktaydı... b. is earning... (earns, yaklaşık olarak eşdeğer)... c. has earned = şu yakınlarda kazandı... has been earning = bir süredir ve hala kazanıyor (ki, bu tümceler hikayenin gelişine göre past perfect veya future perfect'e de taşınabilir)... d. earned = kazandı... was earning = geçen sene kazanıyordu ama bu yıl kazanamıyor, veya tanık olduğum sıralarda kazanıyordu ama sonra ne oldu bilmem nüanslarını verecektir)... e. will have earned = kazanmış olacaktır... will have been earning = bir süredir ve hala kazanıyor olmuş olacaktır... 2) a. were dancing... b. danced ("as long as the band played" süresi "dance" eyleminin gerçekleşmesi için yeterli süredir. Simple tense yeterli. Fazladan "were dancing" tercihi "her nezaman orkestra çalsa onlar hep dansediyorlardı" anlamını verecektir)... c. dance... d. have been dancing... e. are dancing... 3) a. was watching... had been watching = "seyrediyordu" gözlemine ek olarak, "bir süredir seyredegelmişti" bilgisine sahipsek... b. will be watching... (will have been watching = "bir süredir" kavramını ekleyecektir)... c. was watching... (had been watching = "bir süredir" kavramını ekleyecektir)... d. has been watching... Sürekliliği vurgulamak için, ama "has watched" da olanaklı... e. had been watching... 4) a. wrote... = zaman belli (Eğer, türkçede "Daha onbeş yaşındayken yazmıştı, 'mişli geçmiş, o halde past perfect, diye düşündüyseniz, kitabın en başına dönüp bir daha başlayınız!)... b. will be writing... will write = yazacak, bitirecek... c. was writing... wrote = yazdı, bitirdi... d. had written = yazmış, bitirmişti... had been writing = henüz bitirmemişti... e. was writing... (had been writing = O sırada ne yapmakta olduğuna ek olarak "bir süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız...) 5) a. were playing... (had been playing = O sırada ne yapmakta olduklarına ek olarak "bir süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız)... b. have been playing (türkçedeki "oynuyorlar" kavramından yola çıkarak "are playing" dediyseniz, yol yakınken kitabın en başına dönüp bir daha başlayınız!)... c. will be playing... (will have been playing = O sırada ne yapmakta olduklarına ek olarak "bir süredir ve hala" kavramını vermek istiyorsanız)... d. have been playing... have played = Olanaklı gibi görünüyorsa da, süreklilik kavramını aynı ölçüde desteklemediğinden, "az öncesine kadar" kavramı için saklanması önerilir)... e. were playing... 6) a. visit... will be visiting... b. visited... were visiting... (Continuous seçenekler, çoğu zaman, verilen süre boyunca süreklilik kavramını destekleyecektir)... c. had visited... (sayı belirtildiği için continuous seçenek olanak dışı)... d. have visited = bugüne kadar iki kez, ama bu ziyaretler devam edebilir... visited = ziyaretler artık mazide kaldı, bundan böyle başka ziyaret olmayacak... e. have been visiting = have visited... 7) a. has already had = daha şimdiden en azından iki şişe içmiş bulunuyor... b. had had... (Sayı belirtildiği için continuous tense'ler geçerli değil: Hiçbir babayiğit ayyaş iki şişeyi aynı anda kafaya dikip içmez)... c. has = her zaman, geniş zaman... (Burada "is having" seçeneği vurgulu bir şikayet nüansı için geçerli olur)... d. has been having = has had... e. had been having = had had... (Unutmayın: Burada birinci "had" past perfect tense yardımcı fiili, ikinci "had" ise asıl fiiliniz olan yemek, içmek = to have fiilinizin V3 hali... 8) a. is busy / is having = geniş zaman: Biliyorsunuz, to be fiili aktif çatıda continuous tenselerde kullanılmaz. Örnek tümce de, continuopus anlamlı olmasına karşın, simple present ile kurulmuştu... b. was busy / was having... c. has been busy / has been having... d. was busy / was having (veya, had)... e. has been busy / has been having (çünkü banyo hala sürüyor)... EXERCISE - 2 Yukardaki dehşetengiz egzersizden sonra, şimdiki egzersiz size su gibi kolay gelecek. Boşlukları, verilen fiillerin uygun tense çekimleri ile doldurunuz: 1) I was ............... in İstanbul, but ............... most of my childhood in Ankara. (be born, spend) 2) I ............... English for two years now. (study) 3) What .............. you ............... when I .............. you last night? (do, phone) 4) What .............. you .............. now? What .............. you usually ............... on such a sunny day? (do, do) 5) "Where ............... you ............... ?" "I ............... to the movies." "Well, ............... you ............... yourself?" (be, be, enjoy) 6) "................ you .............. my keys?" "Yes, they .............. on your desk a minute ago." (see, be) 7) It ............. three days ago that the man ............... last seen in that neighbourhood. (be, be) 8) I ............... for nearly an hour when she finally .............. . (wait, come) 9) He ............... from the university in 1985. Then, he ............... in the army for two years. (graduate, spend) 10) Hello! I .............. happy to see you again. I .............. you for weeks. Where ............. you ............... yourself all this time? (be, not see, hide) 11) They .............. together for almost a year now. (go out) 12) They ............. each other for a long time before they finally ............. to get married. (know, decide) 13) I couldn't help thinking that I ............. that stupid face somewhere before. (see) 14) She .............. the street when she .............. an old boyfriend of hers. (cross, run into) 15) I .............. a letter from them saying that they expect to see us next week. (receive) 16) Nobody ............... him for weeks. I wonder where he ............... these days. (see, hang about) 17) Nobody ............... him for weeks. I wonder where he ............... all this time. (see, hang about) 18) There .............. no one at the door when I .............. it just a minute ago. (be, open) 19) Sit down a bit. I .............. you the garden when you ............... a little. (show, rest) 20) I .............. what you ................ me. (never forget, just tell) YANITLAR 1) was born / spent ... 2) have been studying ... 3) were you doing / phoned ... 4) are you doing now / do you usually do ... 5) have you been / have been / did you enjoy ... 6) Have you seen / were ... 7) was / was ... 8) had been waiting / came ... 9) graduated / was ... 10) am / haven't seen / have you been hiding yourself ... 11) have been going out ... 12) had known / decided ... 13) had seen ... 14) was crossing / ran into ( crossed / ran into = görünce karşıya geçti) ... 15) have received ... 16) has seen / is hanging about ... 17) has seen / has been hanging about ... 18) was / opened ... 19) will show (will be showing) / have rested (rest) ... 20) will never forget / have just told me... CHAPTER - 4 YARDIMCI FİİLLER THE AUXILIARY VERBS KISA GİRİŞ Yardımcı fiiller konusu, İngilizce öğretiminde üzerinde en çok durulan, en korkulan ve en sevimsiz, dolayısıyla da en az öğrenilen bir konu olmak durumuna getirilmiştir. Müfredatı doldurmak, ders saatlerini uzatmak için okulda / kursta / dershanede konuyu ayrıntılara boğmanın net kazancı budur. Pratikten çok, pirinç taneleri üzerine anlamını bilmediğimiz dualar yazmağa yönelen öğrenim alışkanlıklarımızla, çok çalışıp hiçbir şey öğrenmemek için biçilmiş bir kaftan... İzleyen maddelerde, sorunları ve çözümlerini pratik açıdan özetlemeğe çalışacağım. ANLAM AÇISINDAN Yardımcı fiiller, kendilerinden sonra kullanılan fiillere belli anlam ve nüans renkleri kazandırır. Yapılması gereken çalışma da, herbir yardımcı fiil için bu anlam ve nüans renklerinin neler olduğunun örnekleriyle sergilenmesi, öğrenilmesi ve uygulama becerisinin kazandırılmasıdır. Ne var ki, yüzyılların birikimi idiomatik kullanımlar ve gramercilerin bunları yapay kalıplara oturtma gayretkeşlikleri yüzünden, yardımcı fillerin anlamca sınıflanması konusu içinden çıkılmaz bir karmaşa kazanmıştır. İlerleyen bölümlerde, yardımcı fiillerin getirdikleri bellibaşlı nüanslar için ayrıntıda boğulmayan bir döküm vermeğe çalışacağım. YAPISAL AÇIDAN 1 - Yardımcı fiillerin ardından, asıl fiilerin yalın mastar hali kullanılır. (Yani, mastarın başındaki "to" düşer...): You must leave today. She should start all over again. It could be done better. Bunun üç istisnası vardır: ought to, have to, used to... You ought to leave today. She has to start all over again. It used to be done better. Aslında, "ought, have, used" yardımcı fiillerini öğretim kolaylığı bakımından böyle adlandırıyor, diğerlerinden farklı olarak, tam mastar aldıklarını bu şekilde vurguluyoruz. Özel bir durum olarak, need ve dare fiillerinin de, do/did veya will/would ile çekime girmedikleri sürece, yalın mastar alacaklarına dikkat ediniz: You needn't say anything... You needn't have said anything... (Fakat, You don't/didn't/won't need to say anything.) How dare you insult me!... I dared not wake him... (Fakat, I didn't/wouldn't dare (to) wake him.) 2 - Olabilir... Olmuş Olabilir... Yardımcı fiillerin çekimi, zamana bakış açısı olarak, iki farklı boyutta gerçekleşir. Şöyle de söyleyebiliriz: Yardımcı fiilerin iki biçimi vardır: a. present biçimler (kalıplar) b. perfect biçimler (kalıplar) Şimdi, daha önce öteki pekçok bölümde de belirtmiş olduğumuz bir genel çerçeveyi yeniden anımsayalım: 1 - Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" kalıplarlar kullanılır. 2 - Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" kalıplarlar kullanılır. 3 - Ancak, present yada perfect bakış açısı seçimi, bizim şu an içinde bulunduğumuz an yada dönem açısından değil, tümcede sözü edilen zaman açısından gerçekleştirilir. Yani belirleyici olan, bize göre geçmiş, eşzamanlılık veya gelecek değildir: Belirleyici olan, tümcede sözü edilen zamanın öncesi, eşzamanlısı veya geleceğine, o noktadan sağlanan bakış açısıdır. [Okuyucularım lütfen sabırlı olsunlar: Bu çetrefil konu, vereceğim çok sayıda örnekle giderek açıklık kazanacaktır.] She can do it, if she wants to... Geniş zamanda yapabilirlik, veya şu an yada geleceğe dönük izin... She may have done it, though we haven't seen her doing it... Yapmış olabilir. Ne zaman? İçinde bulunduğumuz an itibariyle geçmişte. She might have been there, though I don't remember seeing her... Ben görmedim, ama belki de oradaymıştır... İçinde bulunduğumuz an itibarıyla geçmişte. She might have been there, though he hadn't noticed anyone... He couldn't have noticed her anyway, since he had been ever so busy... Geçmişteki bir noktanın öncesi... It wouldn't matter at all. He could go and visit her the next day. Yes, this was what he would do... Hiç önemi yoktu bunun. Kendisini gidip ertesi gün ziyaret edebilirdi. Evet, öyle yapacaktı... It is possible that you will not have noticed her before she announces herself, though she might have come and left a couple of times while you are there. Ola ki, sen oradayken birkaç kez gelip gitmiş olacaktır, ama kendisini tanıştırıncaya kadar sen bunu farketmemiş olacaksın... Gelecekteki bir noktanın öncesi... Bize göre gelecekte, ama olaya göre geçmişte... I will have finished it by next week... Nezaman? Gelecekteki bir noktadan önce... She promised that she would have finished it by the following week... Ertesi haftadan önce bitirmiş olacağına söz verdi/vermişti. (Dikkat ederseniz, bizim açımızdan olaylar geçmişte kalmış, ama tümcedeki zaman açısından gelecek zamandan söz ediliyor -- bu nedenle olayı "future in the past" ile akardık.) She must be hungry... Çok acıkmış olmalı... Şu anda. She must have been hungry... Herhalde çok acıkmıştı... Az önce yemeğe otururken veya geçen gün, vb. Ama, geçmişteki bir noktada yada dönemde. Should I do it this afternoon?... Şimdiki yada gelecek zamana dönük danışma, yada kendi kendine soru... I should have done it yesterday / the other day... Dün yapmalıydım... Geçmişe dönük pişmanlık veya suçlama... He should have finished it on the day before... Bir önceki gün bitirmeliydi, bitirmiş olmalıydı... It is very cold outside. You should wear your coat... Giymelisin... It was very cold today. You should have worn your coat... Giymeliydin. (O günün akşamı konuşuyoruz) Değerli Okuyucum; İngilizcenin zamana olan bu ikici / dualist (present X perfect) bakış açısı ile, mastarlar, ad-fiiller, sıfat/zarf fiiller, koşul ve dilek kipleri gibi kitabın öteki pekçok Bölümünde yeniden hesaplaşacağız. Çok önem verdiğim bu konu giderek billurlaşacaktır. KURULUŞ ÖZELLİĞİ İngilizcedeki toplam 6 mastar yapısını hatırlarsak, yardımcı fiillerle kurabileceğimiz 6 çeşit anlatım kalıbı da kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü, biliyorsunuz, Kullanım Kalıbı = Yard. Fiil + Mastar... O halde önce mastarlarımızı gözden geçirelim: To see = görmek (present active) To be seen = görülmek (present passive) To have seen = görmüş olmak (perfect active) To have been seen = görülmüş olmak (perfect passive) To be seeing = görüyor olmak (present continuous) To have been seeing = görüyor olmuş olmak, veya göregelmiş olmak (perfect continuous) ÖZNE YARDIMCI FİİL see could be seeing (not) ------------ might have seen would rather have been seeing had better ÖZNE ASIL FİİL can may He (NOT) YARDIMCI FİİL (NOT) ASIL FİİL can could may It be seen (not) might --- --- --have been seen would rather had better COULD, WOULD, SHOULD, MIGHT Dikensiz Gül Bahçesi Olur mu ?... İşte bir sorun alanı. Yardımcı fiillerin "tense" karşılığı iki biçimleri vardır dedik ama, ne yazık ki, yüzyılların birikimi idiomatik kullanımlar ve olağan değişim süreçleri içinde durum birhayli daha karışık. Örneğin, şimdi sözünü edeceğimiz bu dört yardımcı fiil: 1) Can - will - shall - may fiillerinin "past tense" biçimi olarak davranabiliyor; Örneğin, dolaylı anlatımda giriş fiili past tense ise bu uygulama devreye giriyor ve "Ne yaptınız?" diye sorulunca, "Bir derece past yaptık," yanıtını veriyoruz... 2) Oysa kendileri de, "present" anlamlı BAĞIMSIZ birer yardımcı fiil olarak kullanılabiliyor. Örneklersek: She may come this afternoon... Gelecek zaman. She might come this afternoon... Bu da gelecek zaman. Ancak, olasılığın biraz daha zayıf olduğu anlaşılıyor. He couldn't do it last week... Geçmiş zaman. Could you possibly do it next week?... Gelecek zaman. OLANAK VE OLASILIK Türkçede içiçe geçmiş olan bu iki kavram ingilizcede kesin sınırlarla ayrılmaktadır. Cole Porter'ın ünlü caz şarkısından esinlenerek: Baby, it isn't because I shouldn't do it... And you know it isn't because I couldn't do it... And it isn't because I wouldn't do it or even I might not do it... It's just because I don't feel like doing it today... Yapmamam gerektiği için değil... Yapamayacağım, beceremeyeceğim için de değil... Yapmam anlamına da gelmiyor... Hatta yapma olasılığım olmadığı anlamına bile gelmiyor... Yalnızca bugün pek canım istemiyor... Kısacası, herbir yardımcı fiil seçeneği tümceye kendi anlam ve nüansını getirecektir: If the ambulance had arrived a little earlier, his life -would have been saved = Kesin kurtarılmış olurdu... could have been saved = Olanak kazanırdı... might have been saved = Olasılığı doğardı... ÇEŞİTLİ ÖRNEKLER A - PRESENT KALIPLARLA Şimdiki Zaman, Geniş Zaman, Genel Geçerlik 1) Yapabilirlik: She can manage by herself (= She is able to). I can walk without help now (I can manage, I am able to). We can't finish it today... I can't pay you today... I couldn't tell a lie in such a situation. Could you? And I wouldn't, anyway. Would you? Ben böyle bir durumda yalan söyleyemem. Sen söyleyebilir misin? Ben zaten böyle birşey yapmam. Sen yapar mısın? Chimpanzees can learn a few hundred human signs. 2) Kaçınamayış: I can't help feeling sorry for him. Ona üzülmemek elimde değil... You couldn't run away now. You have to join with us. Şimdi bırakıp kaçamazsın. Bize katılmak zorundasın... 3) Tahmin, Yordam: He may / might want to leave the country for good now. (for good = tümüyle, tamamen) She may / might still be waiting for us at the station. Unutmayınız: "Might" genelde olasılığın daha düşük olduğu nüansını taşır. Prices might not respond to the austerity measures as much as the government would like them to. (austerity measures = kemer sıkma önlemleri) 4) İzin: May I use your telephone? Yes, you may leave now. Candidates may not bring reference books into the examination room (= are not allowed to). 5) Mantıksal çıkarsama: She is getting fatter and fatter. She must be eating too much. Gitgide şişmanlıyor; demek ki çok yemek yiyor; çok yemek yiyor olsa gerek... She hasn't come yet. There must be something causing the delay. 6) Gerekmezlik: You don't have to go now, do you? 7) Zorunluluk: I must go now... I must be going now... I have to leave now... We must obey the rules. / We have to obey the rules... ("Have to" genelde zorunluğun bizim dışımızda nedenlerden kaynaklandığı nüansı verir) 8) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama: It's cold today. You should wear your coat... Giymelisin. You should be wearing you coat... Giymiş olmalıydın, giyiyor olmalıdın...(Şu anda üstünde olmalıydı... Ama giymemişsin) You ought to wear / ought to be wearing your coat. You should / ought to show more respect to your elders. You ought to stay away away from excessive alcohol... You ought not to consume so much alcohol. You should think of your health... You should be doing your homework now. "Where's Güneş?" "I don't know. He should be in his room studying for tomorrow's exam." Güneş nerede?... Bilmem; odasında çalışıyor olmalıydı (= Türkçe'de "olmalıydı" diyoruz, ama kastedilen şimdiki zamandır) 9) Tercih: I would rather give up this whole project than bear up with his insults. Hakaretlerine katlanmaktansa, bütün bu projeden vazgeçmeyi tercih ederim. I would rather leave today. Wouldn't you (= Would you not) rather have tea (than coffee)? 10) Davet, Çağrı, Nezaket: Would you like to have dinner now? Wouldn't you (= Would you not) like to have dinner now? "Would you care for a drink now?" "Yes, I think I could do with a drink now." What would you like to do now? Would you please read the following page now? 11) Koşul, Dilek: If it weren't such an awful day, we would / could / should / might be playing outside now. (Herbir yardımcı fiil kendi nüansını getiriyor) I wish you wouldn't drive so recklessly fast... You could see her today if you set out now. (= yola çıkmak. Şimdi yola çıksanız / çıkarsanız, kendisini bugün görebilirsiniz.) B - PAST: GEÇMİŞ ZAMAN 1) Yapabilmişlik, Başarı: The boat capsized quite near the shore and we were able to swim to safety. Yes, I've read the message, but I couldn't make head or tail of it. 2) Kaçınamayış: I couldn't help / stop laughing when the fat lady went down head over heels. Gülmekten kendimi alamadım; gülmemek elimde değildi... 3) Tahmin, Yordam: They may / might have finished the job by now... Şimdiye değin bitirmiş olabilirler; herhalde bitirmişlerdir. They might have finished the job by now if they had started on time... Aynı kalıp Koşul Kipinde ise farklı bir anlam veriyor: Bitirmiş olabilirlerdi; ama bitiremediler... She may / might have been there, but I didn't notice anyone... Belki de oradaydı / oradaymıştır, ama ben kimseyi farketmedim. She might have come if she had been invited... Aynı kalıp Koşul Kipinde ise farklı bir anlam veriyor: Davet edilmiş olsaydı gelme olasılığı vardı (= ama davet edilmemişti; o da gelmemişti)... 4) Mantıksal Çıkarsama: The streets are wet this morning; it must have rained last night... Yağmış olsa gerek; demek ki yağmur yağmış. Considering these clues, it must have been someone else who did (veya, has done) the actual killing... İpuçlarını dikkate aldığımızda, katil herhalde başkasıymıştır... 5) Olanak Dışı: She can't / couldn't have done the killing herself; she was out of town over the weekend... Cinayeti kendisi işlemiş olamaz. [İki şık arasında belli bir nüans farkı var: "can't have" = mümkün değil efendim, o olamaz" derken, "couldn't" ise "isteseydi de yapamazdı" demeğe getiriyor. Ancak bu tür nüansları kurallaştırmak çok zor: zamanla kazanılacağını bilerek sabır gerek.] 6) Gerekmezlik: I didn't have to worry about that heavy bookcase, because someone else had already moved it out of the way. (veya didn't need to worry...) You needn't have worried about me. I was perfectly safe where I was. (Bu iki kalıp arasındaki önemli farkı daha aşağıda yeniden ele alıyorum.) 7) Zorunluluk: I had to do it on my own, because no one would be willing to give me a hand under the circumstances. 8) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama: You should (= ought to) have done your homework last night when you had plenty of time. You shouldn't (= oughtn't to) have allowed him to stay out so late. 9) Fırsat: I was able to keep a check on all the finer details during this period of relative calm. Bu nisbeten sakin dönemde bütün ince ayrıntıları gözden geçirme fırsatım oldu; gözden geçirebildim... She could have visited her aunt when they stayed in Mersin overnight (= but she didn't)... Tümceyi koşul kipinde değerlendirin... 10) İzin: He could leave the country whenever he wanted to... a) Eğer isterse böyle birşey yapabilirdi. b) Bunu sürekli yapıyordu... 11) Tercih: I would rather have stayed home... ("Perfect" kalıp kullanımı olaya geçmişe dönük bir yorum niteliği kazandırıyor ve dışarı çıktığımız ve pişman olduğumuz anlaşılıyor) 12) Gerçekleşmeyen Koşullu Sonuç: We would have finished the job on time if we had not been delayed by these unfortunate developments... would have finished = kesin bitirirdik could have finished = olanak dahilindeydi might have finished = olasılık taşıyacaktı 13) Geçmişe Dönük İstek, Hayıflanma: I wish I hadn't spent all of that money yesterday. (= But, I did.) I would have liked to visit (= would like to have visited) her when we stayed in Bursa over the weekend. (But, I didn't.) C - PAST: GEÇMİŞ ZAMANDA SÜREKLİLİK, GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE SÜREKLİLİK 1) Tahmin, Yordam, Olasılık: She may / might have been seeing off a friend... = She could be seeing off a friend... Bir arkadaşını uğurluyor olmuş olabilir. Belki de bir arkadaşını uğurluyordu. 2) Olanak Dışı Olma: She can't / couldn't have been seeing off a friend. She must have been there for some other reason... She can't have been sitting home and waiting for us. I know that she has a doctor's appointment at this hour. She couldn't have been sitting home waiting for us. I knew that she had a doctor's appointment at that hour. = Mümkün değil, efendim, olamaz, veya öyle olmuş olamaz... 3) Gerekirlik, Öneri, Öğüt, Suçlama: You should (=ought to) have been giving her a helping hand with it... 1) Why didn't you?... Why weren't you? (=Geçmişte). 2) Why haven't you? =Şu ana değin, iş hala devam ediyor... Çünkü, biliyorsunuz, "perfect continuous" iki değişik boyutu kapsar: 1) geçmişteki bir süre boyunca süreklilik; veya, 2) geçmişten şu ana süreklilik ve de hala sürüyor... 4) Tercih: I would rather have been watching TV... 1) Geçmişteki o sözkonusu zaman süresince; veya, 2) veya şu ana değin (örneğin, son bir-iki saattir) TV izleyegelmiş olmayı isterdim... İzninizle tekrarlayacağım: Çünkü, biliyorsunuz, "perfect continuous" iki değişik boyutu kapsar: 1) geçmişteki bir süre boyunca süreklilik; veya, 2) geçmişten şu ana süreklilik ve de hala sürüyor... 5) Gerçekleşmeyen Koşullu Sonuç: If I had been able to raise some capital, I would probably have been doing something else... Sermaye sağlayabilmiş olsaydım, şu ana değin ve hala başka birşeyler yapıyor olurdum / olacaktım... B - FUTURE: GELECEK ZAMAN 1) Yapabilirlik: You can / could do it tomorrow... (= Tercih senin) You will be able to do it tomorrow. (= Erkini, becerisini kazanmış olacaksın) No, I can't / couldn't do it tomorrow. No, I won't be able to do it tomorrow. (= İradem dışında engeller olacak) I think the baby will be able to walk in a few weeks from now. 2) Tahmin, Yordam, Olasılık: They may / might leave the country tomorrow. (future simple) They may / might be leaving the country tomorrow. (future continuous) They may / might have left the country by tomorrow... (future perfect) Üçü de gelecekten söz ediyor; ama üçüncüsü, gelecekteki bir noktanın geçmişini konu ettiği için "future perfect"... 3) Gerekmezlik: You won't have to prepare dinner for me tomorrow evening. You don't have to prepare dinner for me tomorrow evening. 4) Zorunluluk: You must finish it before the weekend. (Bunu ben istiyorum ve zorunlu görüyorum) You will have to finish it before the weekend. (Genellikle, bu zorunluğun dış nedenlerden kaynaklandığı nüansını verir) 5) İzin: Yes, you may / can leave tomorrow. 6) Tercih: I would rather do it tomorrow. I would rather be doing it tomorrow. I would rather have finished it by next Tuesday. (= future perfect: gelecekteki bir noktadan önce...) 7) Belirtme, Söz Verme, Kararlılık: I will (shall) do it tomorrow. I will (shall) be doing it tomorrow. I will (shall) have done it by next Tuesday. ["Will / shall" idiomatik kullanımlarına ilişkin az ilerdeki notuma bknz.] 8) Rica: Will you do me a favour? Would you do me a favour? Will / would you give a hand with this parcel? MUST: MANTIKSAL ÇIKARSAMA "Must" yardımcı fiiline ilişkin iki farklı anlam kategorisi aşağıda şematik olarak sergileniyor. Bu ikilik, sınav sorusu hazırlayanların pek sevdikleri bir konudur: ZORUNLULUK PRESENT MUST BE PAST HAD TO BE MANTIKSAL ÇIKARSAMA MUST BE MUST HAVE BEEN ÖRNEKLER: She is getting fatter and fatter. She must be eating too much... Demek ki çok yemek yiyor... The streets are wet this morning. It must have rained last night... Yağmış olsa gerek; demek ki gece yağmur yağmış. Look at him devour his food. He must be hungry... Şunun yemeğini silip süpürüşüne bak! Çok acıkmış olmalı. He has devoured all that food. He must have been very hungry. Bunca yiyeceği silip süpürmüş olduğuna bakılırsa, herhalde çok acıkmıştı... "What is that noise?" "Oh, don't worry. It must be the cat playing in the kitchen." [Gürültü şu anda sürüyor] "What was that noise?" "Oh, don't worry. It must have been the cat playing in the garden." [Az önceki gürültüden söz ediyoruz: Herhalde kediymiştir...] Didn't Need To Do / Needn't Have Done İşte popüler bir sınav soru tipi daha... Lütfen bu iki kalıp arasındaki anlam farkını dikkatle not ediniz: I didn't need to move that heavy bookcase, because someone else had already moved it out of the way... [Yerinden oynatmak zorunda olmadığım, zorunda kalmayacağım daha işin başında anlaşıldı. Dolayısıyla da böyle birşey yapmadım] It seems that I needn't have gone into all that trouble after all... [Aslında / meğer bunca zahmete girmem hiç gerekmiyormuş. Ama bunu sonradan anladım. Bu arada olan oldu, yapacağımı yaptım. Hepsi boşunaymış / boşa gitti] Used To / Be Used To Her nedense sıklıkla düşülen bir yanılma kaynağı daha. Bu da sınavları hazırlayanların pek sevdikleri konulardan birisi... Used to = Yardımcı fiil: Türkçeye en iyi "...erdim, ...ardım" ile çeviri verir: Geçmişte sürekli yinelenmiş eylem ve durumlar. Bu yardımcı fiilin past tense dışında çekimi yoktur ve mastar alır. Be used to = Bu bir deyim. Anlamı: "alışmış olmak, alışkın olmak. Bütün tense'lerde çekilebilir ve ardından ad-fiil (gerund) alır. Süreç bildiren hali: "get used to, become used to = alışmak... Bu deyimler, "be accustomed to, get accustomed to, become accustomed to" ile eşanlamlıdırlar. I used to get up quite early in the past, but I don't do that any longer. Eskiden erken kalkardım, ama artık bunu yapmıyorum. I am used to getting up early. I got used to it when I was in the army. Erken kalkmağa alışkınım. Buna askerde alıştım... DİKKAT... DİKKAT... "Would" yardımcı fiilinin çok önemli bir kullanım boyutuna burada işaret edebiliriz: Yukardaki birinci anlamda kullanılması: She used to stand at the door and wave at me = She would stand at the door and wave at me... Kapıda durur. bana el sallardı... Every time I tried to leave her, she would lock herself up and start to cry. Onu her terketmeye kalkıştığımda, odasına kapanır ağlamaya başlardı... Bu kullanımın olumsuz kalıbı da çok ilginç bir anlam iletir: She would never let me be... Beni asla rahat bırakmazdı... veya, Beni asla rahat bırakmayacaktır... [Yani gerek "past" gerekse "present/future" anlam verebiliyor.] Have You ...? / Do You Have ...? İkisi de standart İngilizcedir ve birbirlerinin yerine kullanılabilir. İkincisinin kullanım kolaylığı bakımından tercih edilmesi düşünülebilir: Have you a pen? Haven't you any friends in this town? I haven't much money on me... Do you have a pen? Don't you have any friends in this town? I don't have much money on me... Yes, I have. / No, I haven't. Yes, I do. / No, I don't. Önemli Not: Yukardaki örnekler, "have" fiilinin "sahip olmak" anlamındaki "have" fiilini ilgilendiriyor. "Have to" (= zorunluluk) yardımcı fiili ise olumsuz ve soru biçimlerini yalnız ikinci kalıpta oluşturur: Do you have to do that now?... Yes, I do... No, I don't... You don't have to do that now, do you?... Yes, I do... No, I don't... Öte yandan, "have" fiilinin vurgulu biçimi olan olan "have got" kalıbı da aşağıdaki kalıplarda kullanılır: He has got a lot of money... (= have, yani asıl fiil olarak = sahip olmak. Tümcenin "simple present tense" olduğuna dikkat ediniz.) I've got to leave now. (= have to... Zorunluluk belirtir ve çoğunlukla kısaltılmış biçim kullanılır. Bu tümcenin de "present perfect" değil, "simple present tense" olduğuna dikkat ediniz.) Have you got to go now? Şimdi gitmek zorunda mısınız? Shall I?... Shall We?... Will You?... Shall / Will fiillerinin ilettikleri anlamları ve tarihsel süreçte ortaya çıkmış olan idiomatik gariplikleri "future tense" konusunu işlerken ele almıştık. Burada bir dizi standart kullanıma daha işaret etmekle yetineceğiz: Shall I open the window?... Shall I get you a glass of water?... Açayım mı?... Getireyim mi?... Bu tümceleri "will" ile kuramazsınız. Olsa olsa bir falcıya danışırken "Acaba ...cak mıyım?" anlamında belki işitilebilir. What shall I do now?... Ben şimdi ne yapacağım, n'olacağım?! Kendi kendine sorulan bir soru veya üzüntü anlatımı... Let's go home now, shall we?... Hadi eve gidelim, olur mu? Görüldüğü gibi, "let us" kalıbının "kuyruk = tag" sorusu bu şekilde oluşturulur. Do me a favour, will you... Fetch me a knife from the kitchen, will you?... Sit down, will you?... Emir tümcelerinden sonra "tamam mı? olur mu?"... Shall we dance? Shall we go home now? Shall we have dinner?... Bunlar da öneri, teklif tümceleridir. Dansedelim mi? Haydi dansedelim...gibi. CHAPTER - 5 AD-TÜMCELİK THE NOUN CLAUSE KISA AÇIKLAMA Bu Bölümde dikkatimizi tümcedeki özne ve nesne işlevleri üstüne yoğunlaştıracağız. Bu iki işlev için tek ad kullanılabileceği gibi, bir ad-öbeği (noun phrase) yada ad tümceliği (noun clause) de kullanılabilir: Ali prefers tea. My son prefers foreign films. My son has told me that he prefers foreign films. Unutmayın, gramer birimlerini işlevlerine göre tanımlayıp sınıflıyoruz. "Foreign films" yapı olarak bir sıfat tamlamasıdır; ama burada "Ne sever, neyi sever?" sorusuna yanıt veren bir nesne işlevi taşıyor: O halde "ad-öbeği" (noun phrase) olarak değerlendireceğiz. Aynı şekilde, "that he..." ile başlayan tümcelik de "Ne sever, neyi sever?" sorusuna yanıt veren bir nesne işlevi taşıyor: O halde "ad-tümcelik" (noun clause) olarak değerlendireceğiz. NOT: Kitabımızın pragmatik/pratik amaçlarına uygun olarak, burada da belli bir yalınlaştırmaya gittim. Daha ayrıntılı gramatik açıklama isteyen okuyucular, Bölüm Sonundaki "İleri Düzeyde Notlar" Bölümüne bakabilirler. Ama o Bölümü "sıkıcı" bulursanız, beni suçlamayın. AD-TÜMCELİKLERE TOPLU BAKIŞ Aşağıda farklı kaynak tümce tiplerinden hangi bağlaçlar kullanılarak ad tümceliği üretildiği örnekleriyle gösteriliyor. Daha sonraki metinleri okurken, zaman zaman bu tabloya dönerek karşılaştırmalı şekilde incelemeniz yararlı olacaktır. KAYNAK TÜMCE DÜZ TÜMCELER BAĞLAÇ That AIDS is a very dangerous disease. Soru Cümleleri Yardımcı Fiillerle Is very Dangerious? b) Soru sözcük yada öbekleriyle: İf if... or not whether whether or not whether... or not Soru sözcüğü yada öbeğinin kendisi In what population category is AIDS particularly dangerous? Why AIDS is so dangerous? EMİR TÜMCELERİ that AD-TÜMCELİK That AIDS is a very dangerous disease is now generally known. [ÖZNE] Everybody knows (that) AIDS is a very dangerous disease. [NESNE] Whether or not AIDS is really dangerous was discussed in our last chapter. [ÖZNE] They keep asking us if AIDS is really dangerous. [NESNE] In what population category AIDS is particularly dangerous is a very relevant question. [ÖZNE] They keep asking why AIDS is so dangerous. [NESNE] The doctor suggested that she (should) give up smoking. [NESNE] Önemli Not: Yardımcı fiillerle kurulan soru tümcelerinde, "if" ve "if...or not" ile oluşturulan adtümcelikler özne konumunda kullanılamazlar. Bu kategoride yalnız "whether" lı ad-tümcelikler yer alabilir. Yani, ***"If she will come (or not) is not known," şeklinde tümce kuramazsınız. Doğru tümce: "Whether (or not she will come (or not) is not known." DÜZ-TÜMCEDEN ÜRETİLEN AD-TÜMCELİK İngilizcede herhangi bir düz tümce başına that bağlacı getirerek ad-tümlecik oluşturabilir, bunu bir fiilin öznesi yada nesnesi olarak kullanabilirsiniz. Formül: that + düz-tümce = ad-tümcelik * * * * A) Özne Olarak Kullanım: Bu tür tümceler güçlü bir anlatım olanağı sağlamakla birlikte pek sık görülmez, daha çok hitabette ve vurgulu, tumturaklı ifadelerde kullanılır. Günlük dilde bu kalıptan bir dönüşümle elde edilen ikinci örnekteki tümce tipi çok daha yaygındır. Vurgulama dışında tümüyle anlamdaş olduklarına dikkat ediniz: 1. That AIDS is a very dangerous disease is now generally known. 2. It is now generally known that Aids is a very dangerous disease. Kaynak tümce ve iki değişik dönüşüm örnekleri aşağıda verilmektedir. Unutmamanız gereken nokta: Adtümcelik başa alındığında bağlaç kullanılması zorunludur, yani "that" kaldırılamaz; ikinci konumda ise bağlaç kullanımı zorunlu değildir ve özellikle konuşma dilinde "that" kimi zaman devre dışı bırakılır. Ancak bu uygulama, yabancılar için belli bir "prosody" güçlüğü oluşturduğu için, okuyucularımızın her konumda "that" bağlacını kullanmalarını öneririm. He has a lot of talent. (be obvious) That he has a lot of talent is obvious. It is obvious that he has a lot of talent. They are twin brothers. (surprise everyone = simple present) That they are twin brothers surprises everyone. It surprises everyone that they are twin brothers He is a terrorist. (be strongly suspected) That he is a terrorist is strongly suspected. It is strongly suspected that he is a terrorist. Women are worse drivers than men. (be proven = present perfect) That women are worse drivers than men has never been proven. It has never been proven that women are worse drivers than men. Her father happens to be the director. (not concern me) That her father happens to be the director doesn't concern me. It doesn't concern me that her father happens to be the director. The business has gone bankrupt. (be known = future) That the business has gone bankrupt will be known within a very few days. It will be known within a very few days that the business has gone bankrupt. B) Nesne Olarak Kullanım: Kitaplarda bu yapıda kullanılabilen fiillerin uzun listeleri verilir. Gökteki yıldızlar kadar kalabalık bu listelerin pratik değeri olabilir mi? İngilizcede çok işlek bir kullanım alanına sahip olan sözkonusu yapıyı örnekleyelim. Diyelim ki elimizde "The inflation is going down" şeklinde bir düz-tümce var. Bakınız neler yapabiliriz: I admit (that) the inflation is going down. Nobody else agrees " The government has announced " " " The Minister argued (that) the inflation is/was going down. He sought to reassure the people (that) the inflation was/would be ... He keeps/kept boasting (that) the inflation is/was/had been etc... It appears (that) the inflation is really/will really be going down. Vb. vb. Düz-tümcelerden, başına "that" bağlacını getirerek oluşturulacak sonsuz sayıdaki ad-tümcelik, daha yüzlerce fiilin nesnesi olarak kullanılabilir. Kullanım sıklığı çok yüksek olan bu yapıya başka ilginç örnekler de verelim: There is little hope that the inflation is going down at all... There is some evidence that the fight against inflation will yet dominate Turkish economics for years on end (yıllarca)... I had no idea (that) she was a policewoman... It's a pity (that) you couldn't get there on time... The fact is that the stars are too widely dispersed in space... The trouble is (that) I've got very little money... She's convinced (that) she's going to lose her job soon. I'm afraid (that) they'll have to postpone the game... I'm sorry (that) you can't come tonight. (Tabiatıyla "that" bağlacı bütün tümcelerde düşürülebilirdi, ama verdiğim örneklerde kullanılmaması kulağa özellikle daha doğal geliyor.) "Sorulardan ad-tümcelik" konusuna geçmeden önce çok önemli bir hatırlatma: DİKKAT... DİKKAT Bu noktada, daha önce de değindiğimiz bir kuralı yeniden önemle vurgulamak isterim: Bütün yantümcelikler düz-tümce olmak zorundadır. Başka bir deyişle, ad-tümcelik, sıfat-tümcelik, zarftümcelik soru biçiminde olamaz. (Peki bu kadar önemli bir kural da, neden acaba bugüne değin kimse size bundan söz etmedi? Peki, şimdiye değin kaç tane Türkler tarafından Türkler için hazırlanmış özgün ingilizce gramere rastladınız. Bizdeki kitaplar çeviridir. Ana dili ingilizce olanlar ise, balık suda yaşadığını bilmez misali, kendisi için çok doğal bu bu gerçeği kurallaştırmayı düşünmez. Bu konuyu ilerde yeri geldikçe yeniden vurgulayacağız.) Demek ki, soru tümcelerinden ad-tümcelik oluştururken ilk yapacağınız şey bunu düz-tümceye çevirmektir. Örnekleri izleyiniz: - Did she mail the letter? (Yes - certain) - Yes, I'm certain (that) she mailed the letter. - Will she be coming tonight? (No - certain) - No, I'm certain (that) she won't be coming tonight. NOT: Olağan konuşma ortamında, "Yes, I'm certain she did... No, I'm certain she won't..." kısa yanıtları doğal ve yeterli sayılacaktır. Örnekleyelim: Q: Has anyone been hurt? A: No, I'm happy to say that no one has. Q: Is the price likely to go up again? A: Yes, I'm afraid it is. Q: Is he crazy or something ? A: Yes, I think he is. Q: Have they lent you the money? A: Yes, I'm very grateful that they did. SORULARDAN AD-TÜMCELİK Bu Bölümün başındaki Tablodan hatırlayacağınız üzere, bu konu iki alt başlık altında incelenecektir: 1) Yardımcı fiillerle kurulan soru tümceleri... 2) Soru sözcükleri yada soru sözcük öbekleri ile gerçekleştirilen sorular... A) Yardımcı Fiillerle Kurulan Sorular: Bu tip soru tümcelerinden ad-tümcelik oluşturmak için, 1) Düz-tümceye çevrilir, 2) Başına Tabloda gösterdiğimiz bağlaçlardan birisi getirilir. 1) İşte şimdi çok önemli bir noktaya değineceğiz. Dikkat edilirse aşağıda örneklenen her üç İngilizce tümce, Türkçede aynı çeviriyi veriyor: She asked me if I was tired. She asked me if I wasn't tired. She asked me if I was tired or not. = Yorgun olup olmadığımı sordu. (Hernekadar, ilk iki örneği, "Acaba yorgun muyum diye sordu" / "Acaba yorgun değil miyim diye sordu" şeklinde çevirmek olanağı varsa da...) Demek ki Türkçede, "Yorgun olduğumu sordu... Yorgun olmadığımı sordu..." yapıları kural dışıdır, ama İngilizcede soruları bu şekilde sorabiliyor; özel olarak "yorgun olup olmadığımı" kavramını iletmek istersek "or not" yapısına baş vuruyoruz. 2) Yine çok önemli bir nokta: "If" yada "if... or not" kalıbıyla kurulan tümcelik özne konumunda kullanılamaz. Özne konumunda yalnızce "whether" ile başlayan ad-tümcelikler yer alabilir. (Daha önce de önemle değindik.) YANLIŞ: If you pass your exam (or not) depends on your work. DOĞRUSU: Whether (or not) you pass your exam (or not) depends on your work. 3) Bu tip ad-tümcelikler için nesne konumunda kullanım çok daha yaygındır. Örnekler: - Will you be attending the meeting? He wants to know if I will be attending the meeting. He wanted to know if I would be attending the meeting. I don't know if she will be attending the meeting or not. They're asking you whether or not you'll be attending the meeting. They want to know whether you'll be attending the meeting or not. 4) Ad-tümcelik bir ilgecin (preposition) nesnesi olduğunda yine "if" li yapılar kullanılamaz: YANLIŞ: We're very concerned about if she can manage this affair properly (or not). DOĞRUSU: We're very concerned about whether she can manage this affair properly (or not). B) Soru Sözcükleri/Öbekleriyle Kurulan Sorular: Soru sözcükleri yada soru sözcük öbekleriyle kurulan soru tümcelerini bir ad-tümceliğe dönüştürmek için, 1) Bağlaç, soru sözcüğü yada öbeğinin kendisidir, 2) Soru tümcesi düz-tümceye çevrilir. (Neden? Çünkü, bütün yan tümceler düz tümce olmak zorundadır!) 1) Bu tip sorulardan dönüştürülen ad-tümcelik için özne konumunu örnekleyelim: Q: "Why did she leave you?" A: "Why she left me is none of your business!" Q: "What time is it?" A: "What time it is is none of your business!" (Görüyorsunuz cevapları veren kişi biraz huysuzluğu üstünde! Ancak ikinci cevapta peşpeşe gelen "is is" baskı hatası değil: Birincisi ad-tümceliğe ait, ikincisi ise toplam tümcenin asıl fiili...) Peki, şu örnekleri ad-tümceliğe nasıl çevireceğiz? "Who stole the money?"... "What happened there that night?" YANIT: "Who" ve "What" soru sözcükleri kurdukları soru tümcesinin aynı zamanda öznesi konumunda oldukları için, düz-tümce yapısı da aynı sözcük dizimini sergileyecektir: Who stole/had stolen the money is/was not very clear. What happened there that night is a great mystery for everyone. 2) Şimdi de bu tip tümceliklerin nesne konumunda kullanılmasını örnekleyelim: Q: "Who saw her last last night?" A: "We have no idea about who saw her last last night." (Yukardaki notlarımızı hatırlayınız...) Q: "Which of the two colours should I choose?" A: "She asked herself which of the two colours she should choose." Q: "Where has he come from?" A: "They wondered where he had come from." Q: "What's the time?" A:" Can you tell me what the time is?" Q: "What is the watch-word?" A: "The soldier doesn't know what the watch-word is!" Q: "Who did you buy it from?" "A: Tell me who you bought it from." Q: "Who came here last night?" A: "Shall I tell you who came here last night?" Q: "How does one do it?" A: "My question is how one does it." Q: "How does it work?" A: "He kept wondering how it worked." EMİRLERDEN AD-TÜMCELİK Bildiğiniz gibi, emir tümcelerinin dolaylı aktarımı çoğu zaman olumlu ve olumsuz mastarlar (the infinitive) aracılığı ile gerçekleştirilir. Bu konuyu "Dolaylı Anlatım - Indirect Speech" Bölümünde ayrıntıları ile ele alacağız: "Sit down." --------› "He told me to sit down." "Don't come back here ever again!" --------› "They told me not to go back there ever again." veya, "They told me never to go back there again." "Be careful with your diet." --------› "The doctor told me to be careful with my diet." DİKKAT... DİKKAT... Bir başka anlatım/aktarım yolu ise, belli fiillerin ardından that + ad-tümcelik yapısının kullanılmasıdır: "Be careful with your diet." --------› "The doctor suggested/advised/urged that I/you/she (should) be careful with my/your/her diet." Bu beklenmedik anlatım kalıbı ileri düzeyde ingilizce öğrencileri için bile şaşırtıcı olmaktadır. Oysa günlük basında ve literatürde örnekleri hayli kalabalıktır. Sınavlarda da baştacı bir sorudur. (NOT: Gramer sınıflaması olarak bu konu aslında Bölüm 9'da "The Subjunctive Mood" başlığı altında da ele alınabilirdi. Ancak deneyimlerim, bunların "ad-tümcelikler" arasında ele alınmasının öğretim/öğrenim kolaylığı sağladığını göstermiştir. Yine de, o Bölümde de bazı örnekler veriyorum.) Önce bu yapıda yaygın kullanılan fiilleri listeleyelim: advise, agree, ask (istemek), be determined (kesin kararlı olmak), beg, command, demand, desire, forbid, insist, move (önermek), recommend, request, require, stipulate (yasa, vb için emredici olmak), suggest, urge (acil dir, gereği hemen yapılsın çağrısında bulunmak)... İşte, bu fiillerden sonra ad-tümcelik "should" yardımcı fiili ile kurulur. Kurulur ama, dilersek yardımcı fiili yapıdan çıkarabiliriz. Uygulama çoğu zaman bu yöndedir. Kolaylık bakımından, tümcenizi önce "should" ile kurun. Sonra bu sözcüğü çıkarın: Geride ne kalıyorsa o kalsın. Doğaldır ki geride yalnız yalın fiil kalacak ve giriş fiilinin present yada past olması bunu değiştirmeyecektir. Yapı işte bu nedenle "şaşırtıcı" görünüyor: ÖRNEKLER The doctor suggested that she stop smoking. Her employer demanded that she come to work on time. We requested that outsiders not be allowed to enter the hall. Her doctor urged that the operation not be postponed any longer. He keeps advising me that I sell my old car. I move that the meeting be postponed. [Toplantının ertelenmesini öneriyorum... parliamentary motion = önerge...] They insist that they be given a second chance. EXERCISE Aşağıdaki tümceleri ingilizceye çeviriniz. "Should" yardımcı fiilini düşürünüz. Önerilen sözcük karşılıklarını kullanınız: 1) Yolculuğumuzu ertelememizi önerdi. (propose / postpone / journey)... 2) Yolculuğumuzun ertelenmesini önerdi. (propose / journey / be postponed)... 3) Yeni bir lastik almamı tavsiye etti. (recommend / buy / tyre)... 4) Yeni bir lastik alınmasını tavsiye edecektir. (recommend / be bought / tyre)... 5) Ödülün Ali ve Güneş arasında eşit bölüştürülmesini talep ediyoruz. (demand / prize / be equally divided)... 6) Kimsenin oraya kendisinden önce ulaşmamasında kararlı. (be determined / nobody / get there)... 7) Kapıların kapatılmasını emretmesi gerekiyor. (order / gates / be shut)... 8. Güneş'in terfi ettirilmesi önerilmiş bulunuyor. (be proposed / be promoted)... 9) Eminim doktor en az bir hafta yatakta kalman konusunda uyarıda bulunacaktır. (urge / stay in bed)... 10) Ali evin satılmasını önerdi. (suggest / be sold)... Yanıtlar: 1) He proposed that we postpone our journey... 2) He proposed that our journey be postponed... 3) He (has) recommended that I buy a new tyre... 4) He will recommend that a new tyre be bought... 5) We demand that the prize money be equally divided between Ali and Güneş... 6) He is very determined that nobody get there before him... (Bu son örnekte, günümüz konuşma dilinde "nobody gets there" yapısını işitebilirsiniz. Ama sakın klasik bir sınavda bu hataya düşmeyin.) 7) He must/should order that the gates be shut... 8) It has been proposed that Güneş be promoted... 9) I'm sure the doctor will urge that you stay in bed for at least a week... 10) Ali suggested that the house be sold. DİKKAT... DİKKAT... Yukardakilere benzer şekilde "should" yardımcı fiilinin düşürülebileceği bir başka yapının formülü de şöyle: be + öğütleyici/ivedilik bildiren sıfat + ad-tümce Örnek: It is imperative that she (should) consult a doctor at once... Hemen bir doktora danışması büyük önem taşıyor... Bu kalıpta kullanılabilecek sıfatlara örnekler: advisable, desirable, essential, good, better, best, imperative, important, mandatory (zorunlu), necessary, reasonable (akla, mantığa uygun), requisite (gerekli), urgent, vital, only right, only fair, only just (gayet hakça), only natural (gayet doğal)... EXERCISE Aşağıdaki tümceleri ingilizceye çeviriniz. "Should" yardımcı fiilini düşürünüz. Önerilen sözcük karşılıklarını kullanınız: 1) Kendisinin hazırlıklı olması esastır. (essential / he / be prepared)... 2) Hiç hata yapmamaları tavsiye olunur. (advisable / they /make no mistakes)... 3) Derhal bir mesaj gönderilmesi ivedilik taşıyor. (urgent / be sent)... 4) Hastaya ilacın altı saatte bir verilmesi önemlidir. (important / be given / every six hours)... 5) Herkesin son derece sessiz olması/kalması gerekiyor. (requisite / be/keep very quiet))... 6) Doktorumu hemen görmem gerekiyor. (requisite / see)... 7) Sen en iyisi yolculuğunu iptal et. (best /cancel / journey)... 8) Talimatları dikkatle izlemem yaşamsal önem taşıyacaktır. (vital / follow)... 9) Daha yüksek ücretler istemeleri gayet mantıklı. (only reasonable / demand)... 10) Düşmanlarımızdan daha kuvvetli olmamız son derece önemli. (imperative / be stronger)... Yanıtlar: 1) It is essential that he be prepared... 2) It is advisable that they make no mistakes... 3) It is urgent that a message be immediately sent... (veya, be sent immediately)... 4) It is important that the patient be given the medicine every six hours... 5) It is requisite that everyone be/keep very quiet... 6) It is requisite that I see my doctor at once... 7) It is best that you cancel your journey... 8) It will be vital that you follow the instructions most carefully... 9) It is only reasonable that they demand higher wages... 10) It is imperative that we be stronger than our enemies... İLERİ DÜZEYDE NOTLAR Ad-tümcelik için en geniş çerçeve tanım şöyle olabilir: Bir başka tümcelikte (bu, temel tümcelik yada onun bir alt-tümceliği olabilir) belli bir sözcük yada sözcük takımı ile ilişkili olarak ad işlevi yüklenen tümcelik türü... Buna göre, bir ad-tümcelik şu işlevlerle karşımıza çıkabilir: 1. Bir fiilin öznesi (subject): What you do or don't do does not interest me... That you should find this difficult is only expectable... (only expectable = yani, başka şey beklenemezdi ki...] 2. Bir fiilin dolaysız nesnesi (direct object): I know where he lives... Everybody knows that you've been abroad for your holidays... 3. İlgeç nesnesi (object of a preposition): He told us all about what he had seen there... They only spoke of whether there should be early elections or not... 4. Bir ad yada adıl ile "apposition" durumunda: The fact that she is your best student does not surprise me... It is doubtful whether we can leave tonight... I will see to it that he leaves tonight... 5. Bir fiilin "subjective" veya "objective" tümleci: He became in the end what everyone had expected him to become... All these flatteries have made him what he is... Bu tür tanımlar üzerinde başlatılacak bir tartışmanın ciltler dolusu kitap yazılsa bitmeyeceğini, genel okuyucu için genel çerçevede "özne" ve "nesne" tanımlarının yeterli olacağını yeniden belirtmek isterim. Yalnız, "if" ve "whether" arasındaki birkaç nüans farkına dikkati çekmek yerinde olacaktır. Şöyle ki, 1. Olağan durumda ikisi eşdeğerdir, ancak "if" çok daha yaygındır. (Ama Bölüm başında, nerelerde kullanılamayacağını belirtmiştik)... "Whether" sanki biraz daha "kitabi" duruyor. 2. Soru bir tercih yapılmasını gerektiriyorsa, "whether" daha doğaldır: Q: "Do you wish to go by air or sea?" Reported: "The travel agent asked whether I wanted to go by air or sea." 3. "If" li tümcelerin aktarılmasında, "çift if" kullanmak durumunda kalmamak için "whether" tercihi doğaldır: Q: "If you go downtown this afternoon, will you buy a few thing for me?" Reported: "She asked whether, if I went downtown that afternoon, I would buy a few things for her." 4. Özne ve nesne konumlarında "if" ve "whether" için temel kullanım kurallarına ise Bölüm başında önemle değinmiştik. GENERAL EXERCISE (Not: Burada özne-nesne terimleri pratik amaçla itibari değerde kullanılmaktadır. Daha keskin gramer sınıflaması arzu edenler, bir yukardaki konuya bakabilirler) Özne Olarak Kullanınız: 01. All work and no play makes Jack a dull boy. It is a fact which is expressed in practically every language. 02. How does he manage to keep going? This is beyond me. 03. Will he come? It is another matter. ("Pek sanmıyorum" nüansı ile) 04. Whoever wants to succeed? He/she should plan his/her time carefully. 05. What did you say to him? It matters a lot to me. 06. Man is a political animal. It was first pointed out by Aristotle. 07. AIDS is a very dangerous syndrome. It is a fact accepted by everyone. 08. Does AIDS threaten to spread further in the near future? This was discussed in a recent meeting. ("Yayılma eğiliminde olup olmadığını" sorgulayınız.) 09. What does she do for a living. It is a mystery. 10. What happened afterwards? It is not clear. Nesne Olarak Kullanınız: 11. Whoever is that person? The girls would like to know that. 12. She must lose some weight. The doctor recommended this. 13. "Be careful with your diet." This is what the doctor told me. ("suggest" fiilini kullanınız.) 14. How does it work? This was what he kept wondering. 15. It is a privilege to receive higher education in Turkey. Unfortunately, most students do not seem to realize this. 16. Whatever else are you planning to do now? They will object to them. 17. What does you friend suggest that you do? This is the best thing to do. 18. You're hurt. I'm sorry. 19. He did not recognize you? Is this possible? [İlk tümce, ses tonlaması ile sorduğumuz bir soru -- gerçi bu birşey değiştirmez, ama noktalama hatası olmadığını söylemek için belirtiyorum.] 20. People show they have not forgotten you. This is always gratifying. [Burada tümceyi oluştururken "if" yerine "when" kullanın; çok daha şık olacaktır.] YANITLAR 01. That all work and no play makes Jack a dull boy is a fact which is expressed in practically every language. 02. How he manages to keep going is beyond me. [Hayatını/işini nasıl götürüyor, veya ruhsal durumuna rağmen nasıl ayakta kalabiliyor anlayamıyorum.] 03. Whether he will come is another matter. 04. Whoever wants to succeed should plan his/her time carefully. 05. What you said to him matters a lot to me. 06. That man is a political animal was first pointed out by Aristotle. 07. That AIDS is a very dangerous syndrome is a fact accepted by everyone. 08. Whether or not AIDS threatens to spread further in the near future was discussed in a recent meeting. 09. What she does for a living is a mystery. 10. What happened afterwards is not clear. 11. The girls would like to know whoever that person is. 12. The doctor recommended that she lose some weight. 13. The doctor suggested that I be careful with my diet. 14. He kept wondering how it worked. 15. Unfortunately, most students do not seem to realize that it is a privilege to receive higher education in Turkey. 16. They will object to whatever else you are planning to do now. 17. The best thing to do is what you friend suggests that you do. 18. I'm sorry (that) you're hurt. 19. Is it possible that he did not recognize you? 20. It is always gratifying when people show they have not forgotten you. CHAPTER - 6 SIFAT-TÜMCELİK RELATIVE CLAUSES / ADJECTIVE CLAUSES KISA AÇIKLAMA Sıfatlar adları niteler. Aynı işlevi, bir araya gelerek sıfat işlevi kazanan birkaç sözcük (= sıfat-öbeği) veya bütün bir sıfat-tümcelik de üstlenebilir. Gerek Türkçe gerek İngilizcede sıfatlar niteledikleri adlardan önce gelir. Bu kuralın İngilizcede pek az istisnası vardır: "secretary general" gibi. Sıfat-tümleciklere gelince, Türkçede niteledikleri adın yine önüne gelirler. Ama İngilizcede durum bunun tersinedir ve sıfat-tümcelik nitelediği adı izler. Üstelik, pratikte çok işimize yarayacak bir belirlemeyle, çoğu zaman HEMEN ARDINDAN İZLER. Örneklere bakalım: SIFAT AD yabansıl Wild Hayvanlar animals SIFAT-ÖBEK AD paniğe kapılmış panic sticken kalabalıklar crowds SIFAT-TÜMCELİK AD/NOUN ADJECTIVE CLAUSE buraya sık gelen İnsanlar People Who come here often İngilizce Sıfat-Tümlecik Oluşturmakta Kullanılan Bağlaçlar Şunlardır: who, whom, whose, which, that Ayrıca: when, where, why Birinci grupta sergilediğimiz "relative pronoun" lardan dolayı bu türden tümceliklere RELATIVE CLAUSES adı verenler olduğu gibi, ADJECTIVE / ADJECTIVAL CLAUSES başlıklarına da sık rastlanır. * * * * * BAĞLAÇLARIN KULLANIM İŞLEVİNE GÖRE ŞEMATİK DÖKÜMÜ SAĞA: Sıfat-Tümcelik içinde işlev ÖZNE NESNE İYELİK (Mülkiyet) İnsanlar ve Kendimize Yakın Bulduğumuz Varlıklar who, that whom, who, that, "--" whose Cansızlar, Hayvanlar, Bitkiler which, that which, that, "--" of which, whose Türkçe Karşılığı ki o, ki onlar ki onu, ki onları ki onun, ki onların AŞAĞI: İçerdiği Varlık Alanı Not: Sıralama, yazı dili ve ağdalı konuşmadan günlük konuşma yönüne doğrudur. Klasik kalıplardan günümüz kullanımlarına doğru da diyebilirsiniz. Ağdalı deyişler, "The man whom we saw was our long-lost friend George"... şeklinde iken, bugünkü tercihimiz "The man we saw..." şeklinde olacaktır. Tablodaki "--" işareti bağlacın tümüyle kaldırılabileceği anlamına geliyor. ÖRNEK TÜMCELER 1. She is the best teacher who / that has ever taught in this school. En iyi öğretmendir ki o bu okulda ders vermiştir. (Bugüne değin bu okulda ders vermiş en iyi öğretmendir.) Sıfat-tümlecik, "who/that has ever taught in this school" olup "teacher" ad-sözcüğünü nitelemektedir. Bağlacımız kendi tümceliği yani sıfat-tümlecik içinde özne işlevi taşıyor, yalın haldedir ve "has taught" çekilmiş fiilinin öznesi durumundadır: "Ki O" anlamı veriyor. Not: Üstünlük (superlative -- best gibi) derecesi ile all, somebody, someone, anybody, anyone, nobody, no one sözcüklerinden sonra her iki bağlaç eşdeğer sıklıkta kullanılıyorsa da, bunun dışında "that" kullanımı enderdir ve "who" tercihi yerinde olur. 2. The man whom / who/ that / "--" we saw was a professor of mine. Adam ki biz onu gördük benim bir profesörümdür. (Gördüğümüz adam benim bir profesörümdür.) Sıfat-tümlecik, "whom/who/that/"--" we saw" olup "man" ad-sözcüğünü niteliyor. Yani bağlacımız "Ki Onu" anlamını taşıyor, Türkçedeki -i halinin (= nesne) karşılığıdır, kendi tümceliği içinde nesne işlevi taşımaktadır. Sıfat-tümcenin kendi çekilmiş fiili olan "saw" kavramının nesnesidir: Kim gördü? Biz gördük... Kimi gördük? (Adam) ki onu gördük... 3. This was a decision which / that caused so much misery afterwards. Bir karar işte oydu ki sonraları bunca acılara yol açtı. (= Sonraları bunca acılara yol açan işte bu karardı.) Buradaki sıfat-tümcelik, "which/that caused so much misery afterwards" olup, which/that bağlacı "Ki O" anlamıyla kendi fiilinin (=caused) öznesi durumundadır. 4. That was the book which / that / "--" they required us to read. Kitap işte o idi ki onu okumamızı bizden istiyorlardı. (= Okumamızı istedikleri kitap işte o kitaptı.) Buradaki sıfat-tümlecik, "which/that/"--" they required us to read" olup, bağlaç "Ki Onu" anlamıyla kendi fiilinin, yani sıfat-tümlecik fiilinin nesnesi konumundadır. Not: Üstünlük derecesi ile all, much, little, no, none, everything sözcükleri ile "which" pek kullanılmaz, diyebiliriz: Almost all the goods that/"--" we bought were rather reasonably priced... This is certainly the best game that/"--" he has ever played... 5. The book is about a beautiful young woman whose husband leaves her. Kitap güzel ve genç bir kadın (ki kocası onu terkediyor) hakkında... (Kitap, kocası kendisini terkeden güzel ve genç bir kadın hakkında.) "whose husband leaves her" şeklindeki sıfat-tümlecik, kadına ilişkin bir iyelik nitelemesinde kullanılıyor. 6. I'm from a country whose past history (=the past history of which) is fully glorious. "I'm from a country" temel cümleciktir. "Whose / of which" ile kurulan sıfat-tümcelik, "country" sözcüğünü niteleyen bir iyelik sıfatı konumundadır. - Kİ BAĞLACI Bilindiği gibi "-ki" bağlacı Türkçeye Farsçadan gelmiştir. Ama, aradan geçen bunca yüzyıla karşın, hala yabancıdır. Aşağıdaki iki örnekten birincisi Türkçede olanaksız bir yapıdır. Nedeni ise, bizim dilimizde sıfat-tümceliğin nitelediği addan önce gelmesidir: Adam ki o bize doğru yürüyor Ali'nin amcasıdır. Bize doğru yürüyen adam Ali'nin amcasıdır. Öte yandan, Türkçede geçersiz olan bu yapı, tıpkı Farsça gibi Hint-Avrupa dil ailesi kökenli olan İngilizcenin yapısına uygundur. İşte bu nedenle, İngilizce sıfat-tümlecik yapısını çözmek için Türkçede rastlanan "-ki" bağlaçlı yapılardan yararlanabiliriz. Şimdi İngilizce sıfat-tümlecik bağlaçlarının Türkçe karşılıklarına yeniden göz atalım: Who ki o, ki onlar (özne) Whom ki onu, ki onları (nesne) Whose ki onun, ki onların (iyelik) which ki o, ki onlar (özne) ki onu, ki onları (nesne) that ki o, ki onlar (özne) ki onu, ki onları (nesne) of which ki onun, ki onların (iyelik) Not: Nesne konumundaki fiilin Türkçe karşılığı "-i" hali yerine örneğin "-e" halini gerektirebilir: Ki ona, ki onlara, gibi. Örnek: The man (whom/who/that) we paid a visit to was a teacher of mine. = Kendisine ziyarette bulunduğumuz kişi (=kişi ki ona bir ziyarette bulunduk) benim bir öğretmenimdi. Bu konuya az sonra ilgeç-bağlaç ilişkisinde ayrıntılarıyla değineceğiz. ADLARIN NİTELENİŞİNE ÖRNEKLER 1. the man who is walking toward us = bize doğru yürümekte olan adam (adam ki o yürüyor bize doğru) 2. Ali, who works for the Foreign Office, = Ali, ki kendisi Dışişleri Bakanlığında çalışıyor, (Ali, ki o çalışır Dışişleri Bakanlığında -- Yeniden nitelemeğe gerek duymadığımız tanıdık bir kimse olduğu için iki virgül arasında. Bu konuya az ilerde tanımlayıcı olan ve olmayan sıfat tümleciği konusunda ayrıntılarıyla değineceğiz.) 3. the man (whom) we met = tanıştığımız adam (adam ki onunla biz tanıştık -- Nesne konumunda olan bağlacın çoğu zaman tümüyle kaldırıldığını unutmayınız.) 4. tables which are round = yuvarlak olan masalar (masalar ki onlar yuvarlaktır) 5. tables (which) we bought = satın almış olduğumuz masalar (masalar ki onları biz satın aldık -- Nesne konumunda olan bağlacın çoğu zaman tümüyle kaldırıldığını unutmayınız) 6. the most powerful sultan that had ever sat on the throne = o güne değin tahta çıkmış olan en güçlü padişah (en güçlü padişah ki o güne değin çıkmıştı tahta) 7. the man (that) I love = sevdiğim adam (adam ki onu ben seviyorum -- Nesne konumundaki bağlacın çoğu zaman tümüyle kaldırıldığını unutmayınız.) 8. the man whose wife is suspected to be a spy = karısının casus olduğundan şüphelenilen adam (adam ki onun karısının şüpheleniliyor casus olduğundan) 9. a song the title of which I keep forgetting = adını hep unuttuğum bir şarkı (bir şarkı ki onun adını ben hep unuturum) İşte bu şekilde oluşturduğunuz sıfat-tümlecik, ikinci aşamada kurduğunuz tam tümce içindeki yerini bulacak, örneğin tümcenizin öznesini yada nesnesini nitelemekte kullanılacaktır: The man who is walking towards us is my uncle... We didn't like the man (whom) we met there... Tables which are round are rather expensive... Everybody thought him to be the most powerful sultan that had ever sat on the throne... I would never betray the man I love... The police want to interview the man whose wife is suspected to be a spy... He was singing that same... song, the title of which I keep forgetting İLGEÇ - BAĞLAÇ İLİŞKİSİ Sıfat-tümcelik içinde kullandığımız fiile bağlı ve bağımlı bir ilgeç bulunması (preposition kullanımı) iki durumda sözkonusu olur: 1) Türkçenin çekimli bir dil olduğuna, özne, nesne ve kimi öteki işlevler için bir bölümü ile yalın hal, -i hali, -e hali, -de hali gibi çekimler bulunduğuna değindik. İngilizce ise bu açıdan çekimsiz bir dil olup, bu tür işlevler tümüyle çeşitli ilgeçler kullanılarak karşılanır: The house (yalın hal) fiilin solunda ise özne, sağında is nesnedir; to the house, in the house, from the house, near the house, out of the house... gibi ilgeçlerle de diğer işlevler karşılanır. 2) Bir fiille bütünleşerek, birlikte yani bir anlam kazanan verb + preposition yapıları çok yaygındır: to talk = konuşmak to talk to someone = birisi ile konuşmak to talk about someone = birisi hakkında konuşmak İşte bu iki nedenle sıfat-tümcelik içinde bir ilgeç - bağlaç birlikteliği sözkonusu olduğunda aşağıdaki aktarımlar elde edilir: the man who = adam ki o the man whom = adam ki onu the man to whom = adam ki ona the man from whom = adam ki ondan the man with whom = adam ki kendisiyle the man about whom = adam ki onun hakkında the house which = ev ki o, onu (özne, nesne) the house in which = ev ki onun içinde the house on top of which = ev ki onun tepesinde the house near which = ev ki yakınında the house next to which = ev ki onun bitişiğinde the man to whom we talked = kendisi ile konuştuğumuz adam the man about whom = kendisi hakkında konuştuğumuz adam houses in which people keep cats = insanların kedi beslediği evlerde houses in front of which there is no space = önünde boş alan bulunmayan evler Şimdi de bütün bu durumlarda geçerli olabilecek kullanım formüllerini bir şema üstünde gösterelim. DİKKAT... DİKKAT... Bunlar gerçekten son derece önemli formüllerdir. Özen göstermenizi rica ederim: It was your father -- -about whom whom who that --- They were talking. They were talking they were talking they were talking they were talking about. about. about. about. Yani, kurabileceğiniz beş cümle tipi şunlardır, ve bu diziliş kabaca hitabet ve yazıda klasik veya tumturaklı kullanımdan günümüz günlük konuşma dili tercihleri yönündedir: It was your father about whom they were talking. It was your father whom they were talking about. It was your father who they were talking about. It was your father that they were talking about. It was your father they were talking about. The music -- -to which which that --- we listened we listened we listened we listened to to to was excellent. Yani, kurabileceğiniz dört cümle tipi şunlardır, ve bu diziliş kabaca hitabet ve yazıda klasik veya tumturaklı kullanımdan günümüz günlük konuşma dili tercihleri yönündedir: The music to which we listened was excellent. The music which we listened to was excellent. The music that we listened to was excellent. The music we listened to was excellent. ÖTEKİ BAĞLAÇLAR "Relative pronoun" olmamalarına karşın, sıfat-tümcelik yapımında kullanılabilen öteki bağlaçları (relative adverbs) örnekleyelim: That was the year, day, hour... during (in, on, at, etc.) which when that "----" some unexpected events took place. This the place, the building, the bridge, etc. in (near, on, under, etc.) which we met him. I would never have known why where she left me. the reason why the reason for which NOT: Birinci ve ikinci grupta, nitelenen sözcükler için tipik olan ilgeçlerin kullanılması gerekeceğini unutmayınız. Örnek: This is the site near which (where) the two sides met. / This is the bridge over which (where) they used to meet... Tabiatıyla buluşanlar köprüaltı çocuklarıysa, tümcemiz: This is the bridge under which they used to meet... MİKTAR, SAYI BELİRTEN ANLATIMLAR Son olarak da, sıfat-tümlecik alanında işlek bir kullanıma sahip bir başka yapıya daha ilişkin formüllerimizi buarada sunmak istiyorum: Elimizde anlamca ilişkili iki ayrı tümce var: "In our class there are 30 students. Most of them are girls." Bunları aşağıdaki şekillerde biraraya getirebiliriz: In our class there are 30 students most several half two many of whom are girls. Not: Dediğimiz gibi, miktar/sayı bildirimlerinde baş vurulan bu yapıda bağlaç olarak isanlar için yalnızca "of whom", öteki varlık alanları içinse yalnızca "of which" kullanılabilir. Yazıda, bağlaç grubundan önce virgül kullanılması zorunludur: There are 30 books on that shelf most several half two many of which are in English. Not: Bu kalıpta kullanılabilecek öteki kimi miktar/sayı bildiren sözcükler şöyledir: Some, none, both, either, neither, each, ten, a million... etc. Bu yoldan elde edilen yapı, tümcenin fiili ile sayıca uyuşacaktır (tekil/çoğul özelliği): I have two friends, both of whom speak English fluently. ("Both" çoğuldur.) I have two friends, neither of whom speaks English fluently. ("Either" ve "neither" tekildir.) EXERCISES AÇIKLAMA: Aşağıdaki egzersizlerde farklı bir yol tutularak yalnızca Türkçeden İngilizceye çeviri örneklerine yer verilmiştir. Amaç, İngilizce tümce yapısını analitik yoldan hızla irdeleyip öğrenmenizdir. EXERCISE - 1 Aşağıdaki anlatımları İngilizceye çeviriniz; düşürülebilecek bağlaçları ayraç içinde yazınız: 1. adamı ısıran köpek (past simple) 2. bütün köpekleri ısıran adam (present) 3. satın almış bulunduğun kullanılmış araba (present perfect) 4. görmüş olduğumuz yerler (present perfect) 5. durduğumuz yerler (present perfect) 6. yolda duracağımız benzinci (future simple) 7. sahip olduğum herşey (present) 8. bana anlatmakta olacağın herşey (future continuous) 9. beni uyandıran bir gürültü (past simple) 10. dün akşam tartıştığımız mesele (past) 11. üzerinde oturmakta olduğum sandalye (present continuous) 12. içinde oturduğumuz evler (present) 13. bilgisayar kullanamayan insanlar (can't) 14. ödemek zorunda olduğumuz faturalar (present, have to) 15. ödemek zorunda kaldığımız faturalar (past, have to) 16. Sizin için yapabileceğim hiçbir şey yok! (present) 17. herkesin nefret ettiği egzersizler (present) YANITLAR: 1) the dog that bit the man... 2) the man who bites all (the) dogs... 3) the used car (which/that) you have bought... 4) the places (which/that) we have seen... 5) the places where we have stopped... Önceki tümcede nesne olarak kullanım sözkonusuydu. Burada yer belirten bir ifade var... 6. the gas-station where we shall/will stop on the way... (stop = durmak. Eğer "the gas-station which/that we shall/will stop" derseniz, "durdurmak" anlamına nesne olarak kullanmış olursunuz: kısacası "durduracağımız benzinci" demiş olursunuz... 7) all (that) I have... 8) all/everything (that) you will be telling me... 9) a noise which/that woke me... 10) the matter (which/that) we discussed last night... 11) the chair (which/that) I'm sitting on... Ağdalı: the chair on which I am sitting... 12) the house in which/where we live... 13) people who cannot use/operate computers... 14) the bills (which/that) we have to pay... 15) the bills (which/that) we had to pay... 16) There's nothing (that) I can do for you!... 17) exercises (which/that) everyone hates... EXERCISE - 2 Aşağıdaki bağımsız tümceleri temel-tümcelik + sıfat-tümlecik şeklinde kaynaştırınız; sıfat-tümcenin altını çiziniz; düşürülebilecek bağlaçları ayraç içinde yazınız: 1) This is the man. He is on the news nowadays. 2) This is the man. He crashed his car into a tree last night. 3) This is the man. His car crashed into a tree last night. 4) Bring me the cigarettes. I left them on the kitchen table. 5) What was the name of the person? He came here last night. 6) Yesterday, I went to see a town. I spent my childhood there. 7) We go up to the Black Sea coast every summer. The weather is much too hot in the south. 8) The matter has been settled. You two were arguing about it last night. 9) I can't understand the reason. Why are they angry with me? 10) Why was she late? Nobody knows the reason. YANITLAR: 1) This is the man who is on the news nowadays... 2) This is the man who crashed his car into a tree last night... 3) This is the man whose car crashed into a tree last night... 4) Bring me the cigarettes (which/that) I left on the kitchen table... 5) What was the name of the person who came here last night? 6) Yesterday, I went to see the town where I spent my childhood. (sıfat-tümcelik ile tanımlanınca bilinen belli bir kent nitaliği kazandığı için başına "the" geldi)... 7) We go up to the Black Sea coast every summer, when the weather is much too hot in the south. (İki tümce arasındaki ortak nokta "every summer" kavramı olduğu için, sıfat-tümleciği bunu niteleyerek kurduk)... 8) The matter (which/that) you two were arguing about last night has been settled. (sıfat-tümleciğin genellikle nitelediği addan hemen sonra geleceğini unutmamalısınız)... 9) I can't understand the reason why they are angry with me. (Unutmayınız: yan-tümlecikler asla ve asla soru biçiminde olamaz)... 10) Nobody knows the reason why she was late... EXERCISE - 3 Aşağıdaki tümceleri İngilizceye çeviriniz; sıfat-tümcenin altını çiziniz; düşürülebilecek bağlaçları ayraç içinde yazınız: 1) Hemşire hastanede çalışan bir kimsedir. 2) Bankayı soymaya kalkışan adam tutuklanmış bulunuyor. (try to rob, arrest) 3) Batan gemi electronic donanım kargosu taşıyordu. 4) Bisikletini ödünç verdiğin çocuk bu mu? (bike, lend, boy) 5) Satın almak istediğim kitap işte bu. 6) Neden onu görmemiş numarası yaptığının sebebini bana söylemedin. (pretend) 7) Kazayı rapor eden polis memuru bunun sürücünün hatası olduğunu düşünüyor. 8) Üstündeki giysi çok pahalı bir giysi miydi? (wear) 9. Adını unutup durduğum profesör de oradaydı. 10. Korkarım bendekilerin (sahip olduklarımın) hepsi bu kadar. YANITLAR: 1) A nurse is a person who works in a hospital... 2) The man who tried to rob the bank has been arrested. 3) The ship that sank was carrying a cargo of electronic equipment. (cf. The ship that was carrying a cargo of electronic equipment sank. = Elektronik donanım kargosu taşıyan gemi battı)... 4) Is that the boy you lent your bike to? (whom/who/that you lent your bike to?)... 5) This is the book (which/that) I want to buy... 6) You didn't tell (haven't told me) the reason why you pretended not to see him... 7) The policeman who reported the accident thinks it was the driver's fault. 8) Was the dress (which/that) she was wearing a very expensive one? 9) The professor whose name I keep forgetting was also there... 10) I'm afraid that's all I've got. (Bağlaçları da ekleyecek olursak: I'm afraid that that's all that I've got. Birinci "that" ile başlayan tümlecik to be afraid fiil grubunun nesnesi olan bir ad-tümlecik; ikinci "that" ile başlayan ise "all" sözcüğünü niteleyen bir sıfat-tümleciktir: Hangi hepsi? Sahip olduğum hepsi...) EXERCISE - 4 Aşağıdaki miktar/sayı belirten ifadeleri sıfat-tümceliğe çeviriniz; temel tümcelikten virgülle ayırmayı unutmayınız: 1) Güneş is taking three courses. All of them are given by English teachers. 2) I have two close friends. Both of them are willing to come with us. 3) Ali has two cars and he wants to sell one of them. Both of them are in good running order. 4) I tried on three pairs of shoes. I liked none of them. 5) I have a lot of friends in that town. I met almost all of them while I was doing my military service there. YANITLAR: 1) Güneş is taking three courses, all of which are given by English teachers... 2) I have two close friends, both of whom are willing to come with us... 3) Ali has two cars, both of which are in good running order, and he wants to sell one of them... (and one of which he wants to sell)... 4) I tried on three pairs of shoes, none of which I liked... 5) I have a lot of friends in that town, almost all of whom I met while I was doing my military service there... (Son iki örnekte bağlaç grubunu tümceliğin başına almamız gerekti.) TANIMLAYICI OLAN / OLMAYAN SIFAT TÜMCELİKLER Sıfat tümceliğimizin iki virgül içine alınıvermesinden ne çıkar? Yada, alınması gerekirken, bu işlemin ihmale uğramasından? Örnekleyelim: Football fans who are inclined to cause trouble should not be allowed into stadiums. = Olay çıkarmak eğiliminde olan futbol taraftarları stadlara sokulmamalıdır. Football fans, who are inclined to cause trouble, should not be allowed into stadiums. = Futbol taraftarları, ki (bunların tümü) olay çıkarmak eğilimindedir, statlara sokulmamalıdır. Yani, maçlar boş tribünlere oynanmalıdır!!! Demek ki: 1. Sıfat-tümcelik eğer özel bir belirleme, benzerlerinden ayırdetme işlevi karşılıyorsa, virgül kullanılmaz. Bu konumdaki sıfat-tümceciği toplam tümceden çekip çıkaramazsınız. Amlan eksik kalır, yada saçmalaşır, anlaşılmaz hale gelir. Örneğin bir iş ilanında: People who cannot operate a computer need not apply... = Bilgisayar kullanamayan kimselerin başvurmasına gerek yoktur... tümcesinden sıfat-tümleciği çıkaralım: People need not apply... = İnsanlar başvurmasın, kimse başvurmasın!!! Demek ki burada sıfat-tümlecik, hangi kimseler? sorusunu temel bir tanımlama ile karşılıyor. Yazıda virgülsüz kullanılır, tümceden çıkarılamaz. 2. Özel bir belirleyici, tanımlayıcı işlevi olmayan, fazladan ek bilgi veren sıfat-tümceliği ise iki virgül arasına alınır [bu İngilizcede ayraç (=parantez) anlamına gelmektedir)]. İstenirse tümceden çekip çıkarılabilir ve ayrı bir tümce halinde ifade edilebilir: Örnek: Nazım Hikmet, whose birthplace was İstanbul, spent his last years in Moscow... Kaç tane Nazım Hikmet var ki? Eğer bu tümceyi virgülsüz yazacak olursanız, "Doğum yeri İstanbul olan Nazım Hikmet son yıllarını Moskova'da geçirdi, öteki Nazım Hikmetler ise (!!) başka yerlerde geçirdiler gibi bir anlam vermiş olursunuz!!! 3. Virgüllü (yani, tanımlayıcı olmayan) sıfat-tümceliklerde: a) Bağlaç kaldırılamaz, kullanılmak zorundadır; b) Bağlaç olarak "that" kullanılamaz... 4. Biliyorsunuz dil yazı ile değil, konuşma ile başlamıştır. Bu bakımdan virgül uygulaması, konuşmadaki tonlama farklılığını karşılayacak bir yazım uygulamasıdır. Konuşmada, bunlar bir "antirparantez" ekleme edası, ek bir bilgi veriliyor tonlamasıyla iletilecektir. 5. Anadili türkçe olan bizler için önemli bir ipucu ise, "tanımlayıcı olmayan" bu virgüllü sıfattümleciklerin Türkçeye, --ki bağlaçlı tümcelerle çeviri vermeğe yatkın olmalarıdır. EXERCISE - 5 Bağlaçlarınızı Seçiniz: 1) Our boss, ................ divorced his fifth wife last year, has just announced his intention to get married again. 2) Selçuk, ................ lies roughly 50 miles to the south of İzmir, has great many archaeological sites around it. 3) İstanbul University, ............... is one of the oldest in the country, has its main administrative buildings at Bayezid Square. 4) Suleiman the Magnificent, ............... we briefly mentioned in our last lecture, became sultan in 1520. 5) The author's last novel, .............. was probably his best, came out in 1972. 6) In our summer house, ................. is located quite near the sea, you'll wake to the shrieks of the gulls quite early in the morning. 7) The new transport minister, ............... ............... very little was known before his appointment, is going to make an appearance on the TV tonight. 8) She came across a friend of hers, ............... ............... she got the news of her former boy-friend's marriage. 9) Sultan Vahidettin, ............... ............... I think you were referring, was the last of the Ottoman monarchs. 10) The Prime Minister, ................ life has been devoted to his country, well deserves the popularity he enjoys. YANITLAR: 1) who -- sıfat-tümcelik içinde özne işlevi taşıyor... 2) which -- aynı nedenle... 3) which... 4) whom -- nesne işlevi taşıyor: ki onu anmıştık, ki kendisinden söz etmiştik... 5) which -- özne işlevli. Biliyorsunuz bu bağlaç özne ve nesne halinde who/whom'dan farklı olarak) değişiklik göstermez... 6) which -- özne, ki o... 7) about whom -- çünkü fiilimiz to know about... Öte yandan daha önce ilgeç-bağlaç ilişkisi altında öğrendiklerimiz burada da geçerlidir. Yani "whom very little was known about" diyebilirdiniz. 8) from whom -- to get news from somebody, yukardaki gibi... 9) to whom -- to refer to, yukardaki gibi... 10) whose -- ki onun hayatı: iyelik bildirmektedir. TÜMCE NİTELEYEN SIFAT-TÜMCELİKLER Şimdi son bir sıfat-tümcelik türünden daha söz etmemiz gerekiyor: Belli bir kimse yada varlığı değil de, kendilerinden önceki bütün bir belirtmeyi, bir tam tümceyi niteleyen sıfat-tümcelikler. Bunlar, yazıda bir virgülle asıl tümcenin arkasına eklenir, bağlaç olarak da yalnızca "which" kabul ederler. Türkçeye çoğu zaman en iyi çeviri: ".... ki bu da..." şeklinde olur: Ali passed all his exams, and this made his parents very happy. = Ali passed all his exams, which made his parents very happy. = Ali bütün sınavlarını geçti, ki bu da anne ve babasını çok mutlu etti. The paper is described as an independent one, which is further proof that it does not support any one particular political party. We've got no ammunition left, which probably means we'll have to fight on with our bayonets and bare fists. GENEL TEST Aşağıda verilen bağımsız tümceleri, temel-tümcelik + sıfat-tümcelik şeklinde kaynaştırınız. (Sıfattümlecik sonda yer almak zorunda değil): 1) It was a fat woman. She stepped on my sore toe. 2) The poets are all Turkish. Güneş is quoting from them. 3) He has three sons, and they all work in the same office. 4) My friend used to be very fond of boxing, and that accounts for his crooked nose. 5) The great fire of Üsküdar destroyed a large part of the neighbourhood. It broke out in 1929. (iki olasılık) 6) Our house is not very far from here. The Sabancı Holding wants to buy it. 7) Last week, we went to see the house. We used to live there. 8) His grandfather had built several houses. None of them is very far from the town center now. 9) The gentleman is the Minister of Foreign Affairs. You've trod on his foot. 10) There were twelve dwarfs in that show, and none of them was over 90 centimeters in height. 11) He walked along the top of the wall on his hands, and that was a very difficult thing to do. 12) Huricihan Hatun was Sultan Palamut's fifth wife. She was poisoned in the year 1536. (iki olasılık) 13) There is nothing. I can do nothing for you. 14) This is the gadget. We measure how distant a star is from us with it. 15) Abdülvahap Bey lives in a good neighbourhood. We are invited to his party. 16) Profesör Bilen has written a very controversial book. Everybody is talking about the book nowadays. 17) Is that the man? Did you give the money to him? 18) Many people congratulated Kemal Tahir. He had just won the Yeditepe Prize. 19) The man stole all the precious diamonds. He had a black patch over one eye. 20) Güneş has advised me to look for another job. I always value his advice. YANITLAR: 1) It was a fat woman who stepped on my sore toe. ("The woman who stepped on my sore toe was a fat woman" tümcesinden dönüşümle)... 2) The poets Güneş is quoting from are all Turkish. (ağdalı: from whom Güneş is quoting)... 3) He has three sons, all of whom work in the same office... 4) My friend used to be very fond of boxing, which accounts for his crooked nose... (ki bu da çarpık burnunun nedenini açıklıyor.) 5) The great fire of Üsküdar, which broke in 1929, destroyed a large part of the neighbourhood... The great fire of Üsküdar, which destroyed a large part of the neighbourhood, broke out in 1929... 6) Our house, which the Sabancı Holding wants to buy, is not very far from here... Belirli bir evden söz edildiğine göre, Sabancı Holding bölümü ek bilgidir. Virgülsüz tümce kurarsanız, Bizim evlerimizden Holdingin satın almak istediği olanı buradan pek uzak değil, diğerleri ise uzak" demiş olursunuz... 7) Last week, we went to see the house where we used to live... (which we used to live in = gereksiz bir vurgu olur; nasıl olsa evin "içinde" yaşamış olacağız)... 8) His grandfather has built several houses, none of which is very far from the town center... 9) The gentleman whose foot you've trod on is the minister of foreign affairs... (Verilen iki tümce arasındaki anlam bağı "ki onun ayağına" üzerine kurulmuştur. Ayrıca orada birden fazla centilmen bulunduğuna göre ayırdedici özellik olarak virgülsüz tip sıfat tümcelik kullandık)... 10) There were twelve dwarfs in that show, none of whom was over 90 centimeters in height... 11) He walked along the top of the wall on his hands, which was a very difficult thing to do. (Asıl tümcede aktarılan durumu tümüyle niteliyoruz)... 12) Huricihan Hatun, who was Sultan Palamut's fifth wife, was poisoned in the year 1536... Veya: Huricihan Hatun, who was poisoned in the year 1536, was Sultan Palamut's fifth wife... 13) There is nothing I can do for you. (= nothing which/that I can do)... 14) This is the gadget with which we measure how distant a star is from us... (Eğer tümceyi "This is the gadget (which) we measure how distant a star is from us with," şeklinde kurarsanız bağlaç ve ilgeç arası çok açılıyor ve tümcenin anlaşılması zorlaşıyor)... 15) Abdülvahap Bey, whose party we are invited to, lives in a good neighborhood. (Beyefendi zaten tanımlanmıştır, dolayısıyla virgüllü ek sıfat-tümcelik ile niteliyoruz)... 16) Profesör Bilen has written a very controversial book (which/that) everybody is talking about nowadays... 17) Is that the man you gave the money to? (Veya ağdalı, "Is that the man whom/who you gave the money to?" Yan-tümceliklerin düz-tümce yapılmak zorunda olduğunu umarım unutmadınız)... 18) Many people congratulated Kemal Tahir, who had just won the Yeditepe Prize. (Bilinen bir kişi olduğu için virgüllü tümlecik kullandık. "Kemal Tahir, who had just won the Yeditepe Prize, was congratulated by many people," şık bir edilgen=pasif dönüşüm olurdu. "Kemal Tahir, whom many people congratulated, had just won the Yeditepe Prize" bir başka olasılık)... 19) The man who stole all the precious diamonds had a black patch over one eye. (İkinci olasılık: The man who had a black patch over one eye stole all the precious diamonds)... 20) Güneş, whose advice I always value, has advised me to look for another job... CHAPTER - 7 ZARF-TÜMCELİK ADVERBIAL CLAUSES KISA AÇIKLAMA Zarf-tümcelikler, tümcedeki eylem/eylemleri, durum/durumları çeşitli açılardan niteleyerek ayrıntılandıran bağıl-tümceliklerdir. Eylem ne zaman, nerede, niçin, neye karşın, ne tarzda, ne gibi sonuçlara yol açarak gerçekleşmiş, -mekte, yada -leşecektir? İşte zarf-tümlecikler bu işlevlere göre sınıflandırılır: Zaman bildirenler, yer bildirenler, neden bildirenler... (= Clauses of time, place, reason, purpose, result, condition, manner... etc.) Bununla birlikte çeşitli kaynaklarda farklı sayı ve nitelikte sınıflamalar göze çarpar. Öte yandan, aynı bağlaçlarla kurulan kimi zarf-tümcelikler de farklı sınıflara girebilir: İşlev esastır. Aslında sınıflama, çok sayıdaki bağlacı kümeleyerek öğretmek kolaylığı sağlamak dışında pek bir önem de taşımıyor. ZARF-TÜMCELİK NASIL KURULUR ? Zarf-tümcelikleri kurmak da, tanımak da kolaydır. Herhangi bir düz-tümce, başına iletmek istediğiniz anlamı içeren bağlaç getirildiğinde zarf-tümcelik kurulmuş ve kullanıma hazırdır: It is raining. when it is raining = yağmur yağarken because it is raining = yağmur yağmakta olduğu için if it is raining = eğer yağmur yağmakta ise although it is raining = yağıyor olmasına rağmen Belli düzeye gelmiş öğrenci zarf-tümcelik bağlaçlarının önemli bir bölümünü öğrenmiştir. Bunları hızla geçecek, ileri düzeyde ve az bilinen öteki bağlaçları ayrıntılarıyla ele alacağız. Apayrı bir önem taşıyan koşul-tümcelik grubu ise, geniş çerçevede başka bir bölümde incelenecektir. ZARF-TÜMCELİĞİN TÜMCE İÇİNDEKİ YERİ A) Tümce başında: İngilizcede tümce başı daha vurguludur. Tümcelikler vurgulamak amacıyla başa alınabilir. Vurgu konuşmada tonlama ile belli edilir. Yazıda ise tümcelikten sonra genellikle virgül konur: When we got out of the building, we found that they were gone. B) Tümce sonunda: Zarf-tümcelik olağan durumda tümce sonunda yer alacaktır. Bu konumda yazıda genellikle virgül kullanılmaz: We found that they had left before we got out of the building. C) Temel-tümcelik içinde: Gerek kendisinden önce gerekse kendisinden sonra birer virgülle ayrılmalıdır. Biliyorsunuz İng. yazı dilinde iki virgül arasına alınmak genelde ayraç=parantez anlamı verir. Açıklama anlamında, tire de kullanılabilir. Tireden önce ve sonra boşluk bırakılır. Bunlar, kitap baskısında uzun tire, daktilo klavye yazısında çift tire şeklindedir. Konuşmada da "antirparantez" tarzı bir tonlama yapılır: We, when we went out, found that they had already left. Our loyalty -- as long as we live -- shall neither fail nor falter!! D) Tümce sonunda: Ama, bu kez, yazıda virgül ile ayrılmak, konuşmada ise buna koşut bir tonlama kullanmak (bir anlık duraksama) koşuluyla. Bu konumdaki zarf-tümcelik sonradan akla gelivermiş, yada belki tereddütle eklediğimiz yeni bir tümce gibidir. Nitekim, temel-tümcelik ile anlam bağıntısı bir hayli zayıf da olabilir: They came to help us at last, even though it was quite clear that they weren't very willing to do so! = Sonunda yardıma geldiler -- gerçi bu konuda pek gönüllü olmadıkları da belli oluyordu ya ! AYRINTILI ÖRNEKLER 1 - ZAMAN BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER A) Kullanılan Bağlaçlar: when, while, as (= iken), after, before, since, ever since (...den beri sürekli), till, until, as soon as, whenever (= her ne zaman), as long as (so long as = olduğu sürece), by the time (...dan önce). Örnekler: We'll learn the whole story when he comes back. (Kuralı hatırladınız mı? Temel-tümcelik future olduğunda, zaman belirten bağıl-tümcelik present olmak zorundadır. Peki, kaç tane present tense vardır? = Dört adet. Anlama göre bunlardan birisini seçersiniz. Aşağıdaki örneğe de bknz.) As soon as I've finished my work, I'll give you a ring. (Burada eylemin bitmiş, tamamlanmış olmasının önemi vurgulanıyor = İşimi bitirmeden zinhar telefon etmem...) I had a little nap while she was preparing the meal. They will have started by the time we've got there. (= biz oraya ulaşmadan önce) B) Daha Az Bilinenler: once, no sooner ... than, hardly ... when, immediately, the minute, the moment Bunlar temelde "as soon as" anlamı verirlerse de, herbirisi kendine özgü bir nüans taşır. Örneğin, "once" o ölçüde ivedilik taşımayan durumlar için tercih edilebilir ve Türkçeye çoğu zaman "Hele bir..." kavramıyla aktarılır: Once we get home, we can sit down and relax a bit. Once I was out of that building, I felt much better. (Binadan çıkmak için can attığımız, belki de çok uğraştuğımız, çıkınca derin bir oh çektiğimiz dile getiriliyor.) She had no sooner seen her mother in that state than her tears came streaming down her cheeks. (virgül yok -- ... görür görmez, yanaklarından yaşlar inmeğe başladı.) We had hardly left the building when the bomb went off. (virgül yok -- Binadan anca çıkmıştık ki / daha çıktık bile denilemezdi ki...) Immediately he earns any money, he just spends it. The minute I saw her I fell in love with her lovely eyes. (virgül koyabilirsiniz de, koymayabilirsiniz de: "Gördüğüm anda" dedikten sonra kısa bir duraklama isteyip istemediğinize bağlı.) DİKKAT... DİKKAT... Devrik Tümce Tiplerini de Not Ediniz: No sooner had he begun his speech than two shots were heard, followed by a great great confusion. (Daha başlar başlamaz...) Hardly had the performance begun when the lights went out. (Tam başlamıştı ki... Başlamış bile denilemezdi... Başladı, başlayacak iken...) EXERCISE - 1 Verilen bağlaçları tümcelere paylaştırınız. Herbiri birer kez kullanılacaktır: after, as long as, by the time, ever since, whenever, while, till, the minute, hardly ... when, since 1) ................ I was a child, I have been afraid of the dark. 2) ................ he gets angry, he gets red in the face. 3) We'd ............... started the meal ................ there was another knock on the door. 4) You can stay with us ............... you find suitable lodgings. 5) Please let us know ................ you notice something strange. 6) The phone rang ................ I was having a bath. 7) He had made his first billion ............... he was twenty. 8) It has been two hours ............... he left. 9) My loyalty will never weaken ................ I live. 10) ................. she had finished the dishes, she rested a while. Yanıtlar: 1) ever since... 2) whenever... 3) hardly ... when... 4) till... 5) the minute... 6) while... 7) by the time... 8) since... 9) as long as... 10) after EXERCISE - 2 Aşağıdaki ikili tümceleri "once" ve "as soon as" tercihinizi kullanarak bileştiriniz (bir tanesi çift tercihli): 1) The boss came into my room. I knew that all was not well. 2) The Minister made the announcement. The crowd burst into applause. 3) The problem will be settled first. We can then consider undertaking new obligations. 4) Your health will improve by and by. Afterwards, you can resume your studies. 5) We'll receive their consent. We'll proceed with the plan. Yanıtlar: 1) As soon as the boss came into my room, I knew that all was not well... 2) As soon as the Minister made the announcement, the crowd burst into applause... 3) Once the problem has been settled (is settled), we can consider, etc... (unutmayınız: temel-tümcelik future ise, bağıl-tümcelik present olmak zorunda. Burada tercihimiz present perfect, çünkü sorunun halledilmiş, bitmiş olması gerektiğini vurguluyor)... 4) Once your health improves, you can resume your studies (Burada da yukardaki durum geçerli. İyi de, temel-tümceliğin future olduğunu nereden çıkarıyoruz? Doğaldır ki anlamından. "Can" yardımcı fiilinin ayrıca bir future biçimi bulunmadığını unutmayınız)... 5) As soon as we receive their consent, we'll proceed with the plan... Once we receive their consent, we'll proceed with the plan... 2) YER, UZAKLIK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER Kullanılan Bağlaçlar: where, wherever, as far as, as near as Örnekler: Don't move. Stay where you are! I seem to bump into him wherever I go. Wherever you go, I'll follow you! Sezer Cumhur Önal: I'm playing this for you young lovers, wherever you are! We went as far as we were allowed to. (= to go) You can get as near as you like to this animal. It's utterly tame. 3) NEDEN / NEDENSELLİK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER Sık Kullanılan Bağlaçlar: because, since, as, for Bunlardan ilk üçü ile kurulan tümcelik, temel-tümceliğin önünde yada ardında yer alabilir. Vurgulanmak istenildiğinde tümce başına alınırlar ve kendilerinden sonra virgül kullanılır. "For" ile başlayan tümcelik ise, tümce başında yer alamaz. Temel-tümceliği izlemek zorundadır ve ondan mutlaka bir virgülle ayrılır. "since" ve "as" bağlaçlarının farklı anlam taşıyarak başka sınıflar altında da görev yapabildiklerine dikkat ediniz. Örnekler: Because I believe in their honesty, I'll give them another chance. / I'll give them another chance because I believe in their honesty. = Dürüst olduklarına inandığım için... Since you insist on setting out at once, You must have come to a firm decision. / You must have come to a firm decision since you insist on setting out at once... = Hemen yola çıkmak konusunda ısrar ettiğinize göre... As it was getting rather late, there wouldn't be much sense in our waiting any longer. / There wouldn't be much sense in our waiting any longer as it was getting rather late... = Vakit ilerlemiş olduğu için... We decided to leave at once, for there was nothing else we could do. Daha Az Bilinen Öteki Bağlaçlar: now that seeing that because of the fact that due to the fact that owing to the fact that on account of the fact that in view of the fact that Örnekler: Now that you've realized your mistake, its time you got down to doing something about it. = Madem ki artık hatanı anlamış bulunuyorsun... Seeing that we are all here, we don't have to wait for the official opening hour. = Hepimiz burada olduğumuza göre... Madem ki hepimiz buradayız... In view of the fact that so many of our members have preferred to stay away, we might as well cancel the meeting altogether. = ... gerçeği karşısında, toplantıyı tümüyle iptal etsek de olur... [Dikkat: "might as well" = Çoğu zaman Türkçe'ye "bari böyle yapalım"... öyle de yapsak böyle de yapsak (bunu da yapsak) aynı şey," şeklinde çeviri verebilir... "Altogether" sözcüğü ise burada yabancılarca az bilinen anlamındadır ve "tümüyle" alamına gelir.] DİKKAT... DİKKAT... Bu gruptaki bağlaçlarınızı "the fact that" yapısını eklemeksizin kullanacak olursanız, tümcelik değil doğrudan bir ad yada ad-öbek alırlar (yani çekilmiş bir fiile gereksinim kalmaz): In view of the fact that we have certain difficulties... (Kimi güçlüklerimiz olduğu gerçeği karşısında... In view of our present difficulties... (Mevcut güçlüklerimiz göz önüne alınarak, mevcut güçlüklerimiz karşısında...) EXERCISE - 3 Verilen bilgileri kullanarak, "now that" ile tümceler oluşturunuz. Bu bağlaçla mantık olarak present tense kullanmak zorundasınız. Neden? Çünkü anlamı "Madem ki artık... Peki, "geçmişteki şu yada bu olaydan dolayı" kavramı acaba hangi tense'i gerekecektir? Doğaldır ki, geçmişteki olaya şimdiki zaman boyutundaki etkisi açısından bakan present perfect tense'i... Örnek: It was / has been a long, hard week, but the work is finally completed. = Now that the work is completed (has been completed), we can have a few days' rest. 1) The rain has stopped. We can go out for a walk. 2) He got married last week. He is now a married man and has more responsibilities. 3) We can now keep a dog, because we have moved to a house with a garden. 4) The hostilities between the two countries were brought to an end last week. It's now time to start thinking about a more permanent peace. 5) He got a divorce last week, He is as free as the birds now. Yanıtlar: 1) Now that the has stopped, we can go out for a walk. 2) Now that he is a married man, he has more responsibilities... (Şu andaki sorumlulukları "geçen hafta" evlenmiş olmasından değil, halen evli bir adam olmasından kaynaklanıyor. Ayrıca, temel-tümceliğe özne olarak "he" eklendi, çünkü her tümcelik kendi özne ve fiil grubuna sahip olmak zorunda.) 3) Now that we have moved to a house with a garden, we can keep a dog. 4) Now that the hostilities between the two countries have been brought to an end, it's time to start... etc. 5) Now that he has got a divorce (= is divorced), he is as free as the birds. 4) AMAÇ BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER so that so that + will / can / may / shall + would / could / might / should Önemli Not: Bu yapıda, ilk satırdaki bağlaç grubu present ve future zaman boyutlarına yönelik anlatımlarda, ikinci satırdakiler ise past zaman boyutuna yönelik anlatımlarda kullanılır. [DİKKAT: Ancak bu durum, ikinciler herzaman için birincilerin "past tense" idirler anlamına çekilmemelidir. Çoğu yerde kendileri de bağımsız anlamlı birer "present tense" yardımcı fiili niteliği taşırlar. Bu konuya yardımcı fiillerle ilgili Bölümde önemle değinmiştik.] "So that" yerine "in order that" yapısı da olanaklıdır. Ancak aynı derecede yaygın değildir ve may/might, shall/should kullanımı ile sınırlıdır. Örnekler: I turn / am turning / have turned / will turn / am going to turn on the heater so that the house will (can, may, shall) be warm when they come back. Döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin, vb. diye... ... ki, döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin, vb). I turned / was turning / had turned / would turn / was going to turn on the heater so that the house would (could, might, should) be warm when they come back. Döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin, vb. diye... ... ki, döndüklerinde ev sıcak olsun (olabilsin, vb). Karışık Örnekler: We must keep the meat in the refrigerator so that it will not go off. She put the meat in the oven at six o'oclock so that it would be ready by eight. (Past tense olduğunu nereden anladık? Present "puts" olacaktı.) I have given / will give him a key so that he can get into the house whever he needs to. = Her ne zaman ihtiyacı olursa eve girebilsin diye ona bir anahtar vermiş bulunuyorum / vereceğim. I had given / gave him a key so that he could get into the house whenever he needed to. He worked himself to death in order that his family might live in luxury. NOT: Şiirde yada hitabette doğrudan "that" bağlacının kullanıldığına tanık olabilirsiniz: "And wretches hang that jurymen may dine..." (18 yy şiiri) 5) KARŞITLIK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER En sık kullanılan bağlaçlar: although, though, in spite of the fact that, despite the fact that Örnekler: I will do my best, although I cannot say I'm very keen. Thou they are a poor people, they are proudly dignified. Despite the fact that they were quite poor, they were very happy. NOT: "The fact that" yapısını kaldırırsanız, in spite of ve despite tekbaşlarına tümcelik değil, doğrudan bir ad veya ad-öbek alırlar (yani, çekilmiş fiil kullanma zorunluğu kalkar -- Daha önce geçen "in view of -in view of the fact that" yapılarını çağrıştırınız): They got married in spite of the fact that her father was opposed to it. They got married in spite of her father's opposition. Daha Az Bilinen Bağlaçlar: while whereas however + sıfat / zarf no matter + soru sözcüğü / öbeği Örnekler: While I admit that the situation is difficult, I do not agree that it is hopeless. =Durumun zor olduğunu kabul etmekle birlikte... We are poor, whereas you are rich. = Bizler fakiriz, oysaki sizler... She had always imagined her cousin to be an honest man, whereas he was no more than a second-rate pickpocket. = Oysa ikinci sınıf bir yankesiciden başka birşey değildi... However rich people are, they never seem to be satisfied with what they have. = İnsanlar ne kadar zengin olurlarsa olsunlar... However weak we may be, we shall never surrender. = Ne kadar güçsüz olursak olalım, asla teslim olmayacağız. However hard we worked, we could never save enough. = Ne kadar çok çalışırsak çalışalım, hiçbir zaman yeterli tasarruf yapamıyorduk / yapamazdık. No matter what you do, do not touch that button. = Ne yaparsan yap, ama sakın o düğmeye dokunma. No matter where you go, you always come across people like him. = Nereye giderseniz gidin, hep onun gibi insanlarla karşılaşırsınız. No matter who telephones, tell him I'm out. No matter how stupid the man might be, he is the boss after all. = Ne kadar ahmak olursa olsun adam ne de olsa patron ! DİKKAT... DİKKAT... Aşağıdaki örneklerle de karşılaşabilirsiniz. Bunlar arasında özellikle, even if, even though, much as, for all ile gerçekleştirilen yapılara dikkatinizi çekmek isterim. Diğerlerinin anlamını ise tümcenin gelişinden çıkarabilirsiniz: Even if (even though) he should find out, he won't do anything about it. = Öğrense bile... Poor though we are, we are honest. = Bizler fakirsek de... Bizler, fakir olmamıza karşın... Poor as we are, we are honest. = Bizler fakirsek de... Bizler, fakir olmamıza karşın... Much as I admire his courage, I cannot say he acted wisely. = Her nekadar cesaretini takdir ediyorsam da, akıllı davrandığını söyleyemeyeceğim. Try as I might, I could not lift the stone. = Nekadar uğraşırsam uğraşayım... Say what I would, he still refused to do it. = Ne söylersem söyleyeyim... For all he seems to dress well, we still think he personally has no taste for fashions. = Her nekadar iyi giyiniyor görünse de, bizler yine de modadan yana kendisinin şahsen pek zevk sahibi olduğunu düşünmüyoruz. For all he seems to dislike the job he does, he still does it quite well. = Her nekadar yaptığı işten hoşlanmıyor görünüyorsa da, yine de işini iyi yapıyor. 6) SONUÇ BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER Formüller: so + sıfat / zarf + that such + (a) + (sıfat) + ad + that Başka bir deyişle, such + ad + that ile kurulan yapıda, gerekiyorsa a/an (indefinite article) ve isteniyorsa bir sıfat veya sıfat-öbek eklenecektir. Örnekler: She was so tired that she could hardly walk any further. = Öyle yorgundu ki... She was so fat that she could not bend down to tie up her own shoes. = Öylesine şişmandı ki... She was running so fast that I had great difficulty in catching up with her. = Öyle hızlı ıkoşuyordu ki... The plane landed so smoothly that we hardly felt it. = uçak öylesine sarsıntısız bir iniş yaptı ki hemen hiç farketmedik... * * * * * It was such an opportunity that I didn't want to miss it. = Öylesine (iyi) bir fırsattı ki... It was such a good opportunity that I didn't want to miss it. = Öylesine iyi bir fırsattı ki... He has had such a colorful life that he could write a book about it. = Öylesine renkli bir yaşam sürdüregelmiştir ki kitap haline getirebilir. Those were such traumatic weeks that she'd (=would) rather forget about them all. = Öylesine sarsıcı haftalardı ki... NOT: "such ... as" ile kurulan benzer anlatımları yukardaki örneklerle karıştırmamak gerekir: "We are [of] such stuff as [the stuff that] dreams are made of" şiirsel tümcesi (Şekspir'den esinlenerek) bir sonuç değil, bir benzetme veya eşitleme iletiyor. DİKKAT... DİKKAT... Many, much, few, little sözcükleri "so... that" kalıbı ile; a lot of ise "such... that" kalıbı ile kullanılır: I have read that book so many times that I know it by heart. She has put on so much weight that she will have to get herself a whole set of new costumes. That so-called "gallery" has so few paintings on display that it is hardly worth visiting. We have so little money left that we might as well go back home now. She had had such a lot (multitude) of lovers that she could not possibly remember them all... We have such a lot of work to get through today that it'll be futile to make any plans for a visit to the park. EXERCISE - 4 Aşağıdaki ikili tümceleri, so... that veya such... that bağlacını kullanarak bileştiriniz: 1) The price was so low. He had no difficulty in getting rid of it within minutes. 2) My uncle is a kind person. Everybody likes and respects him. 3) He has done foolish things. I am sure he'll get into serious trouble. 4) The film was interesting. We saw it three times. 5) He ate too much. He couldn't get up from the table. 6) I have a lot of problems. I can use all the help you can give me. 7) He is ambitious. He'll do anything to succeed. 8) The car drove off fast. I couldn't read its plate number. 9) This car is small. You can park it almost anywhere. 10) You spoke foolishly. Everybody laughed at you. Yanıtlar: 1) was so low that he had no difficulty... 2) is such a kind person that everybody... 3) done such foolish things that I am sure... 4) was so interesting that we... 5) ate so much that he couldn't... 6) have such a lot of problems that I can... 7) is so ambitious that he'll... 8) drove off so fast that I... 9) is so small that you can... 10) spoke so foolishly that everybody... 7) TARZ / BENZERLİK BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER Bağlaçlar: as, like, the way Not: Klasik gramer kurallarını izleyen kitaplarda, son ikisinin kabul görmeyip dışlandığına tanık olabilirsiniz. Oysa uzunca süredir her ikisi de son derece yaygınlık kazanmışlardır. Sanıyorum, kuralcı klasik gramerler ile betimleyici (tasvirci/descriptive) çağdaş dilbilim arasındaki köklü görüş ayrılıklarının artık bilincindesiniz. Örnekler: The children are free to come and go as they wish. = Diledikleri gibi... When you are in Rome, do as the Romans do. = Roma'da (iken) Romalı'lar gibi davran... Nobody loves you like I do... = Seni kimse benim gibi sevemez... I put the pieces together the way they had taught me. = Bana öğretmiş oldukları gibi / şekilde / tarzda parçaları biraraya getirdim. 8) "OLA Kİ" BEKLENTİSİ / ENDİŞESİ BELİRTEN ZARF-TÜMCELİKLER in case, for fear that, lest DİKKAT... DİKKAT Özellikle "lest" bağlacına dikkat ediniz. İyi İng. bilen çoğu kimsenin bu bağlacı farketmediklerini, bazen de "least" sözcüğü ile karıştırdıklarını görüyoruz. "In Case" İle Örnekler: I am taking the umbrella with me in case it rains. = Olur da yağmur yağar, yağabilir diye / endişesiyle... Take his address with you, in case you have time to visit him when you stay in Mersin overnight. You'd better make a cake, too, in case the children drop in for the weekend. = Bir de kek yapsan iyi olur, bakarsın haftasonunda çocuklar uğrar... I always keep candles in the house in case there is (there should be) a power cut. = Olur da elektrikler kesilir diye evde herzaman mum bulundururum... I always kept candles in the house in case there was (there should be) a power cut. = (O zamanlar, veya eskiden) Olur da elektrikler kesilir diye evde herzaman mum bulundururdum (bulunduruyordum)... I telephone home everyday just before I leave the office in case my wife wants (should want) something. I used to telephone home everyday just before I left the office in case my wife wanted (should want) something. DİKKAT... DİKKAT... Yukardaki örneklerde, "in case" bağlacının "should" yardımcı fiili ile kullanılabildiğini, bu yardımcı fiilin ise present / future / past tümcelerde herhangi bir değişikliğe uğramadığını gördünüz. "For fear that" ve "lest", "should" yardımcı fiili ile birlikte kullanılmak zorundadır. (Yada, herbirisi kendi anlam katkısını getirmek üzere, could / would / might ile). Yine hiçbirisi present / future / past tümcelerde bir değişikliğe uğramayacaktır. Ancak daha da ilginci, yardımcı fiil tümceden tümüyle çıkarılabilir, ki bu durumda geride ne kalıyorsa o kalacaktır (yani, fiilin yalın hali kalacaktır). İşte size ingilizcenin yabancılar için en çok kafa karıştıran yönlerinden birisi... Örnekleri İnceleyiniz: for fear that / lest he leave her should leave her (terkeder, aman terketmesin diye) would leave her (kesin terkedeceği inancıyla) could leave her (terketme olanağı korkusuyla) might leave her (olasılığının doğacağı korkusuyla) * * * * * He always takes a dozen bodyguards with him wherever he goes for fear that he should (would/might) be attacked. (= for fear that he be attacked) He used to take a dozen bodyguards with him wherever he went for fear that he should (would/might) be attacked. (= for fear that he be attacked) He doesn't dare to leave the house lest someone should (would/could/might) recognize him. (= lest someone recognize him... Birisi onu tanır korkusuyla, aman tanımasın diye...) He didn't dare to leave the house lest someone should (would/could/might) recognize him. (= lest someone recognize him) She obeys/obeyed her husband lest he leave her. Lest there be any confusion as to my motives in writing this book, lest I be misunderstood, let me tell you a few things about myself -- your trusted author !!... (Well -- Wait-a-long... Wait-a-long...) CHAPTER - 8 KOŞUL KİPİ THE CONDITIONAL MOOD " If'li Tümcelikler " BİR HAYAT DERSİ Çok gençtim... Dil ve edebiyat öğrenimi için gelmiştim... Bu kuzey ülkesinin insanları -- ilk zamanlar bunun ayırdında değildim -- olaylara çoğulcu bir görelik ile bakıyor, ne gibi durumlarda nelerin olabileceğini irdeliyor -- ve "if'li" tümcelerle konuşuyorlardı... Çoğu zaman, "çok kesin ifadeler kullandığım" eleştirisini göğüslemek zorunda kalıyordum. Bir iletişim kopukluğu olduğu belliydi. Ama nedenine parmak basamıyor, çözüm bulamıyordum. Nasıl ayırdına varabilirdim ki?... İçinde yetişmiş olduğum dil-kültür sisteminde, iyi eğitilmiş her Türk yurttaşı gibi: "A, A'dır. A, A'dan farklı birşey olamaz. A ile B arasında üçüncü bir durum söz konusu değildir. Mantık bu apaçık gerçeğe tanıktır. Farklı bir tez ileri süren kimseler ya akılsız, ya yanılgı içinde, yada kötü niyetlidirler. Çünkü, akıl mantık ve anlatımın yolu tek olsa gerek", diye düşünüyordum... = ARİSTO MANTIĞI !!! Aslına bakılacak olursa, Türkçede kullandığımız "eğer..." tümcelerinin çoğunlukla koşul ve olasılık değil, bir tehdit içerdikleri bile söylenebilir: "Şimdi yanına gelirsem... Ben de seni babana, öğretmene, herkese söylemezsem..." VE BİR SORU "She lives there... But, I never go there, never visit or see her. If I did, I would see her and could talk to her... I mean, if I ever went and visited her... But I never do!.." "If you went there, you would/could/might see her." Birinci çeviri : Gitseydin, görürdün. (Yani, bugüne değin gitmedin, bu yüzden de onu görmedin/göremedin.) İkinci çeviri : Gitsen, görürsün. (Yani, halen -- veya genelde -- gitmiyorsun ki... Bu yüzden de kendisini görmüyorsun. Yoksa, gitsen, görürsün.) SORU: Geçmişteki bir durumdan mı söz ediyoruz? Yoksa, şimdiki yada "geniş" zamandaki bir olaydan söz mı ediyoruz? Birincisi gibi çeviriyorsanız, bugüne kadar size "öğrettikleri" herşeyi unutun ve okumağa devam edin... İkincisi gibi çeviriyorsanız, olayı zaten kavramış durumdasınız: Ama, ayrıntıları için yine de okumağa devam edin... TANIM VE SINIFLAMA Koşul kipinde bir tümce, bir temel-tümcelik + bir koşul-tümcelik'ten (if'li tümcelik, conditional clause) oluşur. Koşullu tümceler aslında zarf-tümcelikler sınıflamasına girer. Ancak yaygın kullanım alanı, taşıdıkları önem, ve biz Türkçe konuşanlar açısından gösterdikleri kavram güçlüğü nedeniyle ayrıcalık tanımamız gerekiyor... Koşul kipini üç ana başlık altında gözden geçireceğiz: I. TİP: GELECEK ZAMAN = FUTURE CONDITIONAL If I go there, I will see her. Eğer (gelecekte) gidersem / gidecek olursam, (gelecekte) görürüm / göreceğim. Gelecekte, belli bir koşula bağlı olarak, gerçekleşebilir veya gerçekleşmeyebilir... demek istiyoruz. II. TİP: ŞİMDİKİ ZAMAN, GENİŞ ZAMAN = PRESENT CONDITIONAL If I went there, I would see her. Eğer (genelde yada şimdi) gitsem, (genelde yada şimdi) görürüm. = Gitmezsem de görmem... Gitmediğim için görmüyorum... Varsayılan, farazi bir durumda neler olur, neler olmaz üstüne fikir yürütüyoruz. "Ninemin sakalı olsa, dedem olur..." III. TİP: GEÇMİŞ ZAMANLAR = PAST CONDITIONAL If I had gone there, I would have seen her. Eğer (geçmişte) gitseydim / gitmiş olsaydım, (geçmişte) görürdüm / görecektim / görmüş olurdum. = Ama gitmedim, dolayısıyla da görmedim... Olay olmuş bitmiş. Koşul gerçekleşmemiş. Buna bağlı olarak da, sözünü ettiğimiz olasılık da gerçekleşmemiş. Kısacası, olayın ardından fikir yürütüyoruz: "Ninemin sakalı olmuş olsaydı..." KOŞUL TÜMCELERİNİN YAPISI Kitaplarda koşul tümcelerinin yapısını açıklamak amacıyla verilen çoğu formül, konuyu yokuşa sürmek, hatta yanıltıcı olmaktan ileri gitmiyor. Sözgelişi, II Tip tümceleri "past tense + past conditional" şeklinde açıklarsak, öğrenciyi bu yapının present anlam taşıdığına nasıl inandırabiliriz ki... Oysa pratikte yararlı bir formül olarak, uygun iki düzensiz fiil seçerek dildeki bütün kullanımlar için geçerli bir temel örnek oluşturabiliriz. Zaten, öğrenme kolaylığı açısından da, kuralların ezberlenmesi değil, temel kullanım örneklerinin dağarcığa atılması önem taşıyor. Öyleyse, "Formül" şöyle olmalı: if go, will see if went, would see if had gone, would have seen Sırasıyla: I, II, III. Tipler... Yani, Future, Present, Past zamanlar... İşte bu örneği ezberleyerek, dildeki bütün fiillerimizi koşul kipinde hataya düşmeden çekebiliriz. Bu formül bize başka neler söylüyor? 1) If'li yan-tümcelikte yardımcı fiil yer almaz. (İstisnalarını göreceğiz) 2) Temel-tümcelikte ise bir yardımcı fiil kesinlikle bulunacak, değişik yardımcı fiil seçenekleri kendi anlam nüanslarını beraberinde getirecektir. Örnekler: If the helicopter had arrived sooner, his life would have been saved. = Hayatı kesin kurtarılmış olacaktı. ... might have been saved. = Olasılık taşıyacaktı. ... could have been saved. = Olanak kazanmış olacaktı. ÖNEMLİ NOT: Olanak ve olasılık bizim kültürümüzde kesin farklarla ayırt edilemiyor, ama İngilizce'de tümüyle farklı iki kavramdır. Var olan her olasılık aynı zamanda olanaklı = mümkün demektir. Zaten olanak dışı olsa, olasılık taşıyamaz... Ama, her olanaklı olan aynı zamanda olasılık taşıyor demek değildir: Uzayda çok sayıda başka canlı türlerinin varlığı yüksek derecede olanaklı, ama benim ahir ömrümde bunlardan birisi ile karşılaşmam olasılığı sıfırdır diyebilirim... [Bu nüansları İngilizce'de görebilmek için, çok sayıda tümcede değişik yardımcı fiiller yerleştirerek anlamı nasıl değiştirdiğini sınamanızı öneririm.] BİR GÜÇLÜĞÜN AÇIKLANMASI Türkçede, gerek "Gitsem, görürdüm" gerekse "Şimdi gitseydim, görürdüm" şeklindeki tümceler present anlam verebiliyor. Dolayısıyla bir çevirmen, "If went - would see" yapısını bu şekilde çevirdiğinde teknik anlamda hataya düşmüş olmuyor... Ayrıca, "went - would" biçimlerini de gören öğrenci, (haber kipinden kazandığı alışkanlıktan dolayı) geçmişten sözedildiği yanılgısına düşüyor. Bu yanlışlığın düzeltilmesi büyük bir önem taşıyor: II. TİP, ASLA VE ASLA GEÇMİŞTEN SÖZ ETMEZ; sözü edilen zaman boyutu, ŞİMDİKİ ZAMAN ve GENİŞ ZAMANDIR... Aşağıdaki açıklayıcı tablo yardımcı olabilir: THE INDICATIVE MOOD Haber Kipi Tense'ler = 12 adet go = present went = past had gone = past perfect THE CONDITIONAL MOOD Koşul Kipi Tense'ler = 3 adet if go = future if went = present if had gone = past Görüldüğü gibi: İngilizcede koşul kipi için özel çekimler yoktur. Bu işlev, haber kipinden ödünç alınan çekimlerle karşılanır. Ancak, sözkonusu çekimler her iki kipte farklı anlamlar kazanıyor. Örneğin, "I go" haber kipinde "Giderim", koşul kipinde ise "Gideceğim" anlamını taşıyor. Aynı şekilde, "I went" haber kipinde "gittim", ama "if I went" koşul kipinde "gitsem, gidersem" (yani şimdi veya genelde) anlamını taşıyor. Hani bir keresinde sizlere bir "kaşın" hikayesi anlatmıştım: Bizim Oğlanın hocası, "cushion" [ku-şın] sözcüğünü "kaşın" diye öğretmekte direniyordu da, "Git söyle, kendisi kaşınsın" diye haber göndermek zorunda kalmıştım!... Burada da günah benden gitti. Bu ülkede popüler yayınevi, TV, vb. çevirmenlerinin ıslah olabileceğini hiç sanmıyorum ama, lütfen siz Değerli Okuyucumun bu önemli konuda sürdürdükleri çok kötü bir yanlıştan kendinizi korumanızı rica ediyorum... Unutmayın: "I wish you were here now! I wish we were together again!" gibi romantik sözler söyleyince, "Ah, şimdi yanımda olsan! Yine birlikte olsak" demiş oluyorsunuz, yoksa keşke eskiden öyle olmuş olsaydı değil !... ÖZEL ÇEKİM ÖRNEĞİ Buraya kadar neyi vurguladık? Koşul kipinin kendine özgü çekimleri yoktur; Haber kipinden ödünç alınan kalıplar, yeni bir "tense" düzenlenmesi yüklenerek kullanılır... Akla şu soru geliyor: Acaba ingilizce koşul kipinin kendine özgü hiçbir çekim özelliği yok mudur? Evet, vardır: To Be fiili, yalnız Tip II ile sınırlı olmak üzere, özel çekim gösterir ve bütün kişiler için were şeklinde çekilir. Dolayısıyla, Damdaki Kemancı'nın düşlerinde olduğu gibi, if I were a rich man if you were a rich man if he were a rich man if we/you/they were rich men "Were" yerine" "was" kullanacak olursanız, tümceyi "şimdiki zamanda olasılık" boyutundan çıkarıp, haber kipi geçmiş zaman boyutuna taşımış olursunuz. Buradaki nüansı, Türkçe düşündüğümüz sürece hissetmek olanaksızdır, diyebilirim, ama bu sizi yanıltmasın... Diyeceklerdir ki, "Were" yerine" "was", kimi sosyal tabaka ağızlarında standart uygulama gibi görünüyor. (Bu yüzden kimi dilbilimciler, günümüzde "were" yerine "was" yönünde bir dönüşüm olduğu sonucuna varıyorlar.) Çok aceleci bir sav... "İyi ve doğru" İngilizce açısından bu kullanım yanlıştır. Hele sınav koşullarında böyle bir yanlışlığa asla düşmeyiniz. NEGATIVE / CONTINUOUS DÖNÜŞÜMLER Şimdi temel formülümüze dönerek negative ve continuous tümceler için geçerli tabloları da oluşturalım: if don't/doesn't go, won't see if didn't go, wouldn't see if hadn't gone, wouldn't have seen if am/is/are going, will be seeing if were going, would be seeing if had been going, would have been seeing NOT: Tümcenin her iki kanadı, birbirinden bağımsız olarak olumlu, olumsuz, yada "continuous" olabilirler... Örnekler ve Çevirileri: --- I don't want to there and I don't want to see her! Bu tümce, 1) Gitmek istemiyorum... Görmek istemiyorum! 2) Her zaman gidip görüyorum, ama aslında istemiyorum... anlamlarına gelebilir. Karşıdaki kişi şöyle cevap verecektir: --- Then, for Christ's sake, don't go there! Just stop going there! If you didn't go there, you wouldn't see her. (veya, you wouldn't be seeing her.) Gitme o zaman! = 1) Gitme o zaman. Gitmezsen görmezsin. 2) Her zaman gidip durma o zaman. Gitmiyor olsan, görmüyor olursun. --- You wouldn't have got yourself into this mess if you hadn't insisted on doing it without my assistance. Benim yardımım olmaksızın yapmakta ısrar etmemiş olsaydın kendini bu karmaşaya düşürmüş olmazdın. --- If you are carrying on the way you have been, I'm afraid there won't be much that I can do for you. Bugüne değin davranageldiğin gibi davranmakta devam edecek olursan, korkarım senin için yapabileceğim pek birşey olmayacak. --- I know very well that you are receiving some assistance from your friends. If I, too, were receiving such support, I'd be (would be) doing just as well. Arkadaşlarından yardım aldığını biliyorum. Ben de alıyor olsam, ben de başarılı olurum. --- If she had been following her doctor's advice, she would not have been gaining any more weight... Eğer doktorunun önerilerini dinleyegelmiş olsaydı, daha fazla kilo almıyor olmuş olacaktı... ÇEVİRİ ÜSTÜNE BİR NOT Türkçede "eğer" ile başlayan tümcelik, yani koşul tümceliği (bütün zarf tümcelikleri gibi) herzaman tümce başında yer alır. Koşulun vurgulaması, tonlama ile gerçekleştirilir. İngilizcede ise, aşağıda göreceğimiz gibi, if'li tümceliğin yeri esnektir ve koşul vurgulanmak istenildiğinde başa alınır. Dikkat edilirse, anadili türkçe olan bizler İngilizce'ye çeviri yaparken veya özgün tümce kurarken, herzaman "if" ile başlamak eğilimindeyiz. Oysa, yukardaki saptamalara dikkat etmemiz gerekiyor. NOKTALAMA ÖZELLİĞİ If-tümcelik (yani, koşul) vurgulanmak istenirse başa çekilir; ardından virgül konularak temel tümcelikten ayrılır. Bunun tersine durumda ise noktalama kullanılmaz. Ancak, değişik vurgular elde etmek amacıyla, temel tümcelik anlama uygun bir yerinden bölünerek araya da yerleştirilebilir, ki bu durumda iki virgül arasına alınması gerekecektir. Bu üçüncü durumda, konuşmada uygun bir "parantetik ifade" tonlaması kullanılarak, koşul veya olasılık gerektiği şekilde vurgulanacaktır. If I went there, I would see her. I would see her if I went there. I would, if I went there, see her. FARKLI YARDIMCI FİİL KULLANIMLARI Örneklerimizi bu noktaya değin will/would ile verdik. Oysa bu bağlamda öteki bütün yardımcı fiiller de kullanılabilir. Farklı tercihler değişik anlam nüanslarını beraberinde getirecektir: If the fog gets any thicker, the game will / may / might be postponed. = "Will" kesin bir ertelemeden söz ederken, diğer ikisi erteleme olasılığını gündeme getiriyor. "Might" tercihi, olasılığın daha düşük olacağını dile getirir. You must / should / ought to / had better eat less bread if you want to lose some weight. = Örneğin birincisini "daha az yemelisin" çevirisini verirken, had better ile yapılan tümce ise "az yersen senin için daha iyi olur" önerisini ön plana çıkarıyor. If you see him tomorrow, (could you) please ask him to get in touch with me before it's too late? = Rica... Talep... If you tried again, you would / might / could / /should succeed. = Bir daha denersen / deneyecek olursan... would = kesin başarırsın... might = böyle bir olasılık doğar... could = olanak kazanır... should = başarsan gerekir, sanırım başaracaksındır... TİP II VE TİP III BİRLİKTE Sözü edilen eylem ve olasılığın iki ayrı zaman dilimine ilişkin olmaları durumunda, Tip II ve III tümcelikler birlikte kullanılacaktır: If he didn't gamble so much (= genelde), he could have become a very rich man by now (= bugüne değin geçmişte)... Çok kumar oynar. Eğer bu kadar çok kumar oynamasa, şimdiye değin çoktan zengin bir adam olurdu. If we hadn't spent all our money yesterday, you would have enough today... Eğer dün (geçmiş zaman boyutu: o halde Tip III) bütün paramızı harcamamış olsaydık, bugün (şimdiki zaman: o halde Tip II) yeterli paramız olacaktı. Demek ki, tümcemizi oluşturan iki tümcelikte farklı zaman dilimlerinden söz ediliyorsa bunun gereğini tip seçiminde uygulamak zorundayız. Burada kuralı çiğnemiyor, tam tersine kurala uygun davranıyoruz. IF-TÜMCELİKTE YARDIMCI FİİL Bölüm başında temel formüllerimizi oluştururken, if-tümcelikte yardımcı fiillerin yer almayacağını, bunların temel-tümcelik içinde değerlendirileceğini söylemiştik. Ayrıntılarda boğulmadan pratik ve kestirme yoldan hızlı öğretim amaçlayan bir kurs çerçevesinde, saptamalarımızın biraz fazla atak olması doğal karşılanmalıdır. Orada değindiğimiz bu "kaba" kuralın hayli kabarık olan istisnaları nasıl açıklanabilir? If you will/would wait a moment, I'll go and see if Mr. Hepçalışır is free to see you... Bu bir nezaket ifadesidir. Tümceye, "If you (please) wait..." şeklinde de başlayabilirdik. Yani burada "will/would" birer nezaket sözcüğü olmaktan öte gitmiyor. Anlam incelendiğinde, aslında bir koşul koşulmadığı görülür: "Eğer beklerseniz gidip bakarım, beklemezseniz gidip bakmam" şeklinde bir koşul tümcesi olarak algılanması yanlış olur. Aşağıdaki örnekleri de aynı irdeleme ile çözgüleyebiliriz. Bunlardan birincisinde nezaket, son ikisinde ise serzeniş/öfke iletiimleri sözkonusu: I would be very grateful if you would send me the necessary documents as soon as possible. If you would sit down, gentlemen, we can begin our discussion. If you would stop talking for a second, I could finish off my sentence. "TİP-0" VE "TİP-4" VAR MIDIR ? Şu örnekleri inceleyiniz: Present Tense : If you heat ice, it turns to water... If there is a shortage of any product, its price is bound to go up... (Özellikle bilimsel saptamalarda bu tümce yapısı ile çok sık karşılaşırız.) Past Tense : We used to stay at home if there was the slightest chance of rain... If ever anybody interrupted his lecture, he got (used to get / would get) terribly angry... Kimi yazarlar, "if" sözcüğüyle kuruldukları gerekçesiyle, bu tür tümceleri sözde "Tip-0" ve "Tip-4" başlıkları ile Koşul Kipi içinde sınıflamak ister. Oysa bu tür tümcelerin genel özelliği, gerçek durumlardan söz edilmekte oluşudur: Buz ısıtılırsa suya dönüşür... Birisi her nezaman dersini kesecek olsa çok sinirlenirdi... Dikkat ederseniz bu tümcelerde "if - if ever" yerine "when - whenever" tercihinizi rahatlıkla kullanabilirsiniz ve anlam bozulmaz. Gerçek durumlardan söz ettiğinize göre, bunların Haber Kipi kapsamında görülmeleri gerekir. Koşul Kipinin temel özelliği varsayımsal, farazi durumlardan söz ediliyor olmasıdır. IF-TÜMCELİKTE "ANY" VE "SOME" Bilindiği gibi, some ve any ikilisine ilişkin genel kural, birincisinin olumlu, ikincisinin ise olumsuz tümceler ve sorularda kullanılmasıdır. If-tümceliklerde ise, bunun tersine bir uygulama geçerli olabilir ve bu tercih çoğu zaman vurgulanmış anlatım niteliği kazanır: Wouldn't I help you out if I had any means to do so? = Bunu yapabilecek imkanlarım olsa seni bu durumdan kurtarmaz mıyım sanıyorsun! I would never have allowed you to enter if you hadn't had some kind of reasonable excuse! = Akla yatkın bir mazeretin olmasaydı... DEVRİK TÜMCE TİPLERİ Daha önce de değindiğimiz gibi, if-tümcelik başa alındığında koşul vurgulanmış olur. Ancak, elimizde bir başka vurgulama olanağı daha var: Devrik tümce oluşturmak. Devrik tümce, biliyorsunuz, soru düzeninde (yard. fiil + özne... bazen de: asıl fiil + özne) kurulur. Ama bir soru olarak algılanmaz: Yazıda soru işareti değil, ünlem veya doğrudan nokta kullanılır; konuşmada soru tonlaması yapılır. Bağlama göre, çeşitli vurgulanmış duygu ve anlamlar iletilir. TİP I : If you should --------› Should you Should you come this way again, please look me up. Yolunuz bir daha bu taraflara düşecek olursa, lütfen beni arayınız. (Gelecek zaman, yani Tip-1 kullanıldığını temel-tümcelikten çıkarsıyoruz. Ricanın gereği gelecekte yerine getirilecektir. [Umarım hala "should", herzaman "shall" in past tense'dir gibi yanılgılar içinde değilsiniz.] TİP II : If I were --------› Were I If he went away --------› Were he to go away If you stopped & thought --------› Did you but stop & think Were I in your shoes, I wouldn't take such a risk. = Senin yerinde olsam, böyle bir risk almam. Were he to go away and leave you, you'd be in a very difficult position. = Çekip gitse ve seni terketse, çok zor bir durumda kalırsın. Did you but stop and think about it, you'd see how hopeless our situation is. = Durup bir düşünsen, durumumuzun ne denli umutsuz olduğunu görürsün. TİP III : If it had been --------› Had it been If she had lost --------› Were she to have lost If she could have arrived --------› Could she have arrived Had it been any harder, we wouldn't have been able to do it. = Eğer daha zor olmuş olsaydı... Were she to have lost all her money, she would have been terribly upset. = Eğer bütün parasını kaybetmiş olsaydı... Could she have arrived sooner, she would have got the job. = Daha erken gelebilmiş olsaydı... DİKKAT... DİKKAT... Gerek Tip II, gerekse Tip III için ikinci örnek tümceler were I yapısı ile başlıyor. Birincisini present, ikincisini past anlamlı kılan nedir? Yanıt: Birincisi bir present mastar, ikincisi ise bir perfect mastar ile oluşturuldu: To lose = kaybetmek... To have lost = kaybetmiş olmak... Perfect mastar kullanımı, olayı geçmiş zamana taşıyor. KOŞUL KİPİNDE KULLANILAN ÖTEKİ KİMİ BAĞLAÇLAR unless : "Unless" anlam molekülü iki anlam atomundan oluşur: if + not... Dolayısıyla, "unless" ile kurulan bir tümcelikte ayrıca "not" olumsuzuna rastlayamazsınız, çünkü bildiğiniz gibi ingilizcede "double negative" tümce kurulamaz. ("didn't fail + mastar" formülü ile bu eksikliğin nasıl aşılabildiğinden başka yerde söz ettik.) "Unless" için Türkçe'de: -medikçe, -madıkça olağan çeviridir. Not: Yukarda dikkat ederseniz, "unless ile kurulan tümcelikte" (=clause) "not" bulunmaz dedim; "tümcede" (=sentence) demedim. İşte örneği aşağıda: She will not improve her French unless she goes to France. = If she does not go the France... Fransa'ya gitmedikçe... provided (that) / providing (that) : olması koşuluyla... I will help you provided that you promise to be more careful from now on... = Bundan böyle daha dikkatli olmaya söz vermen koşuluyla sana yardımcı olacağım... (Dikkat... Dikkat... Besbellidir ki, böyle bir tümcedeki "provide" sözcüğünü sözlükteki "sağlamak, tedarik etmek" anlamlarında algılarsanız işin içinden çıkamazsınız. Popüler bir sınav sorusu...) suppose / supposing (that) : diyelim ki, tut ki, varsayalım ki... Supposing there were no water, what would the world be like? = Diyelim ki dünyada hiç su olmasa, ne olur dünyanın hali?... [Biliyorsunuz bu tümcenin Türkçe ifadesinde, yine present/genel anlamlı olmak üzere "olmasaydı/ne olurdu" demek mümkün. Ama "past tense" yanılgısına düşmemeniz için, yukarda verdiğim çeviriyi tercih ettim... Kendimizi, "Tip II eşittir Past tense" gibi yıkıcı yanlışlıklardan kurtarmak işte bunun için çok önemli] on condition (that) : olması koşuluyla... I'll lend you the money on condition that you return it no later than next Monday. = Önümüzdeki Pazartesiden daha geç olmamak üzere iade etmeniz koşuluyla... so long as / as long as : olduğu sürece, yeter ki... I won't bother them as long as they don't bother me. = Onlar beni rahatsız etmedikleri sürece ben de onları rahatsız etmeyeceğim. even if = even though : olsa bile... I'll go and meet them even if you don't. = Sen gelmesen bile... only if : yalnızca eğer... ancak eğer... We'd postpone the meeting only if more than half of the members didn't turn up. = Toplantıyı yalnızca ve yalnızca eğer üyelerin yarısından fazlası gelmezlerse erteleriz. (Bu bağlacı, Dilek-Koşul Kipi (The Subjunctives) Bölümünde göreceğimiz "If only" ile karıştırmayınız) whether or not : olsa da olmasa da (uysa da uymasa da!) I'll be leaving tomorrow whether or not you decide to join me! = Sen ister bana katıl ister katılma... but for : Present = If it were not for... Past = If it had not been for... deyişlerinden kısaltma sayabilirsiniz... Türkçeye "eğer olmasaydı" yada "sayesinde" gibi anlamlarla çevrilebiliyor: My family helps me a lot. But for their help, it would be very difficult for me to keep up a decent standard of living. (= If it were not for their help)... Ailem yardım ediyor, eğer etmeseler... The accident delayed us. But for the accident, we would have arrived on time for the performance. (= If it had not been for the accident)... Kaza olmamış olsaydı, geç kalmazdık, kalmamış olurduk... But for his love for Şirin, the ordeals he went through would have been unbearable for Ferhat. (ordeals = çileler... unbearable = çekilmez, tahammül edilmez) But for the expression "but for", I would not have been able to form these fantastic examples! (Bu örneği, Tip II ve III bir arada olarak değerlendirin: "Bu deyim olmasa, bu şahane örnekleri oluşturamazdım/oluşturamayacaktım !!" GENERAL EXERCISE Choose The Correct Answer 1) I think it's extremely unlikely, but if we do come across ............... wild animals, we must be prepared to kill them. a) some b) no c) any d) whatever e) however 2) It probably ............... if you'd been more careful. a) doesn't happen ever again b) won't ever happen again c) didn't happen d) would never have happened e) hadn't ever happened 3) If he had taken my advice, he ............... a rich man by now. a) will be b) would be c) were d) could be e) would have been 4) If he had taken my advice, he ............... a rich man now. a) will be b) would be c) were d) was e) would have been 5) She'd be quite pretty if she ............... so much make-up. a) didn't wear b) wears c) will wear d) won't wear e) doesn't wear 6) I would have given it to you freely if you ............... one. a) had to have b) had had to have c) had had d) had e) have had to have 7) You ............... pay less if you had decided to become a full member. a) would have had to b) had to c) have had to d) had had e) will have to 8) I'm sure she would have come and seen me if she .............. the time. a) has b) has had c) would have d) had had e) were having 9) If I ............... you, I wouldn't buy that old car. a) had been b) would be c) will be d) am e) were 10) If the fog gets any thicker, they .............. to cancel the game altogether. a) had to decide b) might have to decide e) would have decided c) have decided d) were going to decide 11) If you really want to lose some weight, you ............... less bread. a) had better eat b) have eaten c) will have eaten d) are rather eating e) would eat 12) I'm terrified of planes. I'd feel much safer if we ................ by boat. a) will go b) 've been going c) had gone d) were going e) go 13) I .............. it that color -- if I were you. a) had painted b) will paint c) don't paint d) didn't paint e) wouldn't paint 14) Unless you ............... the bell twice, nobody will answer it. a) don't ring b) ring c) will ring d) won't ring e) rang 15) ............... there be any delay, please notify us at once. a) Unless b) Can c) Had d) Should e) Were 16) I ............... very grateful if you .............. as soon as possible. a) should have been / would have been b) shall have been / will have been c) am being / will reply d) should be / would be e) were / would reply 17) We .............. back there again today if you had bought enough supplies yesterday. a) were going b) didn't have to go e) wouldn't have to go c) are not going d) don't have to go 18) If he didn't gamble as much as he does, I'm sure he ............... quite rich by now. a) would have been b) could be c) were d) would be e) cannot be 19) If it hadn't been for their help, we .............. here now. a) aren't b) wouldn't have been c) weren't d) are e) wouldn't be 20) I .............. you provided that you promise to be more careful from now on. a) 'll help b) had helped c) won't help d) wouldn't have helped e) helped 21) As everyone knows, she's a hopeless case. Always and ever. I should have married her if she ............... such a fool. a) won't be b) weren't c) isn't d) is e) would be 22) If I had known about the cancellation beforehand, I ............... a ticket in the first place. a) had never bought b) would certainly not buy c) wouldn't have bought d) don't buy e) wouldn't buy 23) If I hadn't missed that plane, I ............... dead now. a) would be b) will be c) am not d) would have been e) were 24) ............... she to appear here suddenly, wouldn't you be greatly surprised? a) Is b) If c) Will d) Was e) Were 25) Were you ............... on your own for this difficult mission, you should have had a perfect right to protest. a) being sent b) to be sent c) sending d) to send e) to have been sent YANITLAR, ÇEVİRİLERİ VE AÇIKLAMALAR 1) I think it's extremely unlikely, but if we do come across any wild animals, we must be prepared to kill them... (Olur da herhangi bir vahşi hayvan... Tümceden olasılığın düşük olduğu anlaşılıyor. Bkn. Iftümcelikte some ve any) 2) It probably would never have happened if you'd been more careful... (Daha dikkatli olsaydın, muhtemelen böyle bir şey hiç olmayacaktı... Olay geçmişte kalmış = Tip III) 3) If he had taken my advice, he would have been a rich man by now... (By now, yani, şimdiye değin = Geçmişten söz ediyoruz, o halde TİP III.) 4) If he had taken my advice, he would be a rich man now... (Now = şimdiki zamanda bir olasılıktan söz ediyoruz, o halde Tip II. Bknz. Tip II ve III birlikte kullanımı) 5) She'd be quite pretty if she didn't wear so much make-up... (Bu kadar çok makyaj yapmasa oldukça güzel bir kız... Geniş zaman = Tip II) 6) I would have given it to you freely if you had had to have one... (Eğer bunlardan birisine sahip olmak zorunda kalmış olsaydın sana bir tane öylesine / bedavacıktan veriverirdim... Kullandığımız fiil öbeği: have to have = birincisi yardımcı fiil, ikincisi asıl fiil, yani, sahip olmak zorunda olmak... Fiilimiz "have to go", gitmek zorunda olmak, olsaydı = hah had to go, olacaktı. Dolayısıyla Tip III = had had to have) 7) You would have had to pay less if you had decided to become a full member... 8) I'm sure she would have come and seen me if she had had the time... (Eminim ki zamanı olsa gelip beni görürdü... Geçmişte = III. Tip. Fiilimiz, To have. Örneğin "to see" olsaydı "had seen" diyecektik. O halde, had had) 9) If I were you, I wouldn't buy that old car. 10) If the fog gets any thicker, they might have to decide to cancel the game altogether... (Tümüyle iptal etmek... Gelecekteki bir olasılıktan söz ediyoruz. Dolayısıyla Tip I. "May" yerine "might" tercihi olasılığın daha düşük olduğunu gösteriyor. Bknz. If-tümcelikte yardımcı fiiller) 11) If you really want to lose some weight, you had better eat less bread... (had better, tıpkı may/can/must gibi bir yardımcı fiildir, onlar gibi kullanılır.) 12) I'm terrified of planes. I'd feel much safer if we were going by boat... (Tümceden şu anda uçağa binmek üzere yada uçakta olduğumuz anlaşılıyor. Şu anda gemiyle gidiyor olsak kendimi daha emniyette hissederdim = Present anlamlı olduğundan = Tip II) 13) I wouldn't paint it that color -- if I were you... (Senin yerinde olsam o renge boyamam. Şimdiki zaman = Tip II) 14) Unless you ring the bell twice, nobody will answer it... 15) Should there be any delay, please notify us at once... (Emir tümcesinin gereği gelecek zamanda gerçekleşecektir = Tip I. Bknz. If-tümcelikte öteki bağlaçlar) 16) I should be / would be very grateful if you .............. as soon as possible... (Bir nezaket tümcesi. Bknz. if-tümcelikte yardımcı fiiller) 17) We wouldn't have to go back there again today if you had bought enough supplies yesterday. (Eğer dün yeterli miktarda malzeme satın almış olsaydın, bugün yeniden oraya gitmek zorunda kalmayacaktık. Geçmiş zaman için Tip III, şimdiki zaman için Tip II) 18) If he didn't gamble as much as he does, I'm sure he would have been quite rich by now. (Her zaman kumar oynadığı anlaşılıyor. Genelde, yani Tip II, bu kadar çok kumar oynamasa, şimdiye değin, yani geçmişte zengin olmuş olurdu = Tip III) 19) If it hadn't been for their help, we wouldn't be here now. (Geçmişte bize yardım ettiler = Tip III. Yoksa şimdi burada olmazdık = Tip II) 20) I'll help you provided that you promise to be more careful from now on. (From now on, yani gelecekte = Tip I) 21) As everyone knows, she's a hopeless case. Always and ever. I should have married her if she weren't such a fool... (Herkesin bildiği gibi, umutsuz vakadır. Hep böyledir kendisi... Böylesine bir budala olmasa = Tip II, şimdiye değin çoktan onunla evlenmiş olurdum = Tip III) 22) If I had known about the cancelation beforehand, I wouldn't have bought a ticket in the first place... (İptal konusunu önceden öğrenmiş olsaydım, daha işin başında bilet almazdım, almamış olurdum) 23) If I hadn't missed that plane, I would be dead now.... (Eğer o uçağı kaçırmamış olsaydım -- ki kaçırdım = Tip III -- şu anda ölmüş olacaktım... Şu anda ölü değil, konuşuyor olduğuma göre Tip II) 24) Were she to appear here suddenly, wouldn't you be greatly surprised? (Tümcenin ikinci bölümünden şimdiki zamana ilişkin bir belirleme yapıldığı anlaşılıyor: Ansızın ortaya çıkıverse, çok şaşırır mısın?) 25) Were you to have been sent on your own for this difficult mission, you should have had a perfect right to protest. (Tümcenin ikinci bölümünden geçmiş zamana ilişkin bir belirleme yapıldığı anlaşılıyor. Koşul tümceliği geçmiş zamana atmak için perfect mastar kullandık. Anlamdan dolayı bu bir olumsuz perfect mastar. Bknz. Mastarlar: The Infinitive. Tümcenin anlamı: Eğer bu zor görev için tek başına gönderilmiş olsaydın, şikayet etmek için pekala haklı bir sebebin olabilirdi... İma edilen anlam: Ama tek başına gönderilmedin, şikayet etmek için de haklı bir nedenin yok...) CHAPTER - 9 DİLEK - KOŞUL KİPİ THE SUBJUNCTIVE MOOD KISA AÇIKLAMA Bir bölümüyle türkçeye dilek kipi ile çevrilen kalıplar içeren "subjunctive" tümceler, genelde koşul kipi tümcelere büyük benzerlik taşır. Az sayıda kalıp içeren bu kip, yine de ingilizcenin en işlek ve en ilginç -yabancıların da en çok güçlük çektiği yönlerinden birini oluşturuyor. Bu kalıpların içerdiği anlamlar birbirinden son derece farklıdır. Aralarında kullanım özdeşliği dışında bir bağ aramamak belki de en doğrusu olur... Konuyu iki ana başlık altında özetleyeceğim: 1 "PRESENT" KALIPLAR Temel Örnek = If -- WENT Şimdiki Zaman, Geniş Zaman, Gelecek Zaman (yani present ve future) boyutlarına yönelik dilek, özlem ve varsayımlarımız için, Koşul Kipi Tip II kalıplar geçerlidir. Bu da çok doğal... "If went" örneğinin koşul kipinde present anlam taşıdığını artık biliyorsunuz. 2 "PAST" KALIPLAR Temel Örnek = If -- HAD GONE Geçmiş zamana dönük pişmanlık, hayıflanma, yada gerçekleşmemiş dilek ve varsayımlarımız için, Koşul Kipi Tip III kalıplar geçerlidir. KALIPLAR I wish = dilerim; dilerdim; ah keşke... I'd rather [ would rather ] = tercih ederim / ederdim ayrıca, " would sooner " veya, " would just as soon " If only = Ah keşke Suppose = Tut ki, diyelim ki, varsayalım ki... It's time = Zamanıdır, zamanı geldi It's about time = Yaklaşık zamanıdır It's high time = Zamanı çoktan geldi geçiyor Would to God = Tanrıdan dilerim / dilerdim as if = as though = sanki, güya, gibi ÖRNEKLER VE ÇEVİRİLERİ I wish I were rich... Ah, zengin olsam olsaydım; Keşke zengin biri olsam / olsaydım ["Şimdi" veya "genelde" anlamı verir, yani, = Ah, şu anda (veya genelde) çok param olsa / olsaydı... demiş oluyoruz.] I wish I hadn't said all that... Keşke bütün bunları söylememiş olsaydım. [Oysa söyledim ve bundan pişmanlık duyuyorum, sonuçlarını yaşadım veya yaşıyorum... demiş oluyoruz.] I'd rather you didn't do it now... Bunu şimdi yapmamanızı tercih ederim. Lütfen bunu şimdi yapmayınız. I'd rather you hadn't told him about our plans... Keşke planlarımızı ona anlatmasaydın. [Ama anlattın, ne yazık ki] If only you loved me a little !... Keşke beni biraz sevsen, seviyor olsan... If only I had realized all that at the time... Keşke bütün bunlar o zamanlar kafama dank etseydi. [Ama zamanında uyanamadım / düşünemedim ve bütün bunlar başıma geldi] Suppose she came late tomorrow !... Ya yarın gecikecek olursa ! Suppose she had come late yesterday !... Ya dün gecikmiş olsaydı ! [ = Gerçi gecikmedi, ama -- aman Allahım -- ya gecikmiş olsaydı !] It's time we all went home... Haydi, hepimizin eve gitme zamanımız geldi. Don't you think it's high time you did some work (= got some work done) for your mid-terms?... Sence de ara sınavların için biraz çalışma zamanın çoktan gelmedi mi? It was time you had had a haircut. I'm glad you've had one... Saçını kestirme zamanın gelmiş geçiyordu. Kestirmiş olduğuna sevindim. I'd just as soon you didn't take those important papers with you... Bu önemli evrakı yanında götürmemeni tercih ederim... Would to God you gave up that dirty habit !... Keşke şu pis alışkanlığı bıraksan ! [Şimdi ve gelecekte] Would to God you had given it up years ago !... Keşke yıllarca önce bırakmış olsaydın ! [Geçmişte] Would to God you had been a better husband to me all these years !... Bunca yıldır bana daha iyi bir koca olabilseydin ! GELİŞTİRİLMİŞ BİR ÖRNEK Bu konuyu daha iyi özümlemek için, örneğin " as if " kalıbı ile aşağıdaki iki kullanım olasılığını irdeleyelim: a) He speaks English as if he is an American. Bu tümcenin anlam çevirisi = Konuşmasına bakılacak olursa, sanırım kendisi Amerikalı... ( Gerçek durumdan dolayı The Indicative Mood, yani haber kipini kullandık) b) He speaks English as if he were an American. Bu tümce iki değişik anlam veriyor olabilir = Bravo doğrusu, Amerikalı olmamasıma karşın çok güzel İngilizce konuşuyor... Veya, Numara yapıyor, Amerikalı filan değil !! Ancak, her iki durumda da gerçek dışı bir durumdan söz ettiğimiz için The Subjunctive Mood devreye giriyor ve "sanki, güya" kavramını pekiştiriyor. ZAMANA BAKIŞ AÇISI Yine bu noktada, daha önce çeşitli konu başlıkları altında ayrıntılı biçimde değindiğimiz ikili bakış açısına yeniden irdeleyelim: Hatırlarsak: 1) Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" kalıplar kullanılır. Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" kalıplar kullanılır. 2) Ama bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen zamanın öteki zamanlara olan göreli ilişkisinden şekillenecektir. Buna göre: I wish you were here... Ah, şimdi burada olsan... [Present kalıp kullanarak, şu an için geçerli bir durumdan sözediyoruz: Koşul ve Dilek kiplerinde "were" çekiminin present anlam verdiğini unutmadınız, değil mi!] I wish you had been here last night... Ah, dün gece burada olsaydın... [Perdfect kalıp kullanarak, şu an itibariyle geçmişteki bir durumdan söz ediyoruz] I wished last night you were here... Dün gece burada olmanı diledim, diliyordum... [Bu kez, "present subjunctive" kullanmakla birlikte, "past tense" kavramını "wished" çekimi ile ifade ederek, geçmişteki o anda, o an ile eşzamanlı gerçekleşmiş olan bir dilekten söz ediyoruz] I wished last night we had met before... Dün gece, keşke daha önceleri tanışmış olsaydık diye düşündüm. ["Wished" çekimi ile geçmişteki bir noktadan, "perfect subjunctive" kullanarak da o noktanın daha öncesindeki bir döneme yönelik bir dilekten söz etmiş olduk] DİKKAT...DİKKAT... Değerli okuyucular... Bu konunun önemini ne derece önemle vurgulasam azdır. Bilinen gramer kitaplarında bulamayacağınıza birkaç kez değindim. Çünkü bu kitaplar anadili İngilizce olan kimseler tarafından yazılmıştır (bizdekilerse, iyi yada kötü, hep çeviridir) ve bu kişiler "suda yaşayan balıkların suda yaşadıklarını bilmemeleri" misali, bizlerin güçlüklerini anlayamamışlardır. Yıllarca resmi ve özel ders vererek, bu konunun ayırdına ulaştığımı burada yinelemekle, bir "kendini beğenmişlik" örneği verdiğimi varsaymıyorum. Yalnızca, sizden dikkatinizi toplayarak konuya önemle eğilmenizi rica ediyorum... Şimdi sizlere açıklamalı 6 temel örnek veriyorum. Bunlar sırasıyla, present, past ve future tense tümceler. Herbirisi, zamana kendi bakış açısından yaklaşarak, present/perfect yaklaşım farklılığı ile ikişer farklı tümce oluşturuyor. Lütfen dikkatle inceleyiniz. Meseleyi öğreneceksiniz: * * * * * PRESENT TÜMCELER: Temel tümcelik bildiğiniz 4 present tense'ten herhangi birisi olabilir: He talks... He is talking... He has talked... He has been talking... Birincisi ile örnekliyorum: He talks about Athens as if he went there often... Atina'dan sanki sık sık gidermiş/gidiyormuş gibi söz eder/ediyor... He talks about Athens as if he had been there himself... Atina'dan sanki kendisi oraya gitmişmiş (kendisi bulunmuşmuş) gibi söz eder/ediyor... * * * * * PAST TÜMCELER: Temel tümcelik bildiğiniz 4 past tense'ten herhangi birisi olabilir: He talked... He was talking... He had talked... He had been talking... Birincisi ile örnekliyorum: He talked about Athens as if he went there often... Atina'dan sanki sık sık gidermiş/gidiyormuş gibi söz etti/ediyordu... He talked about Athens as if he had been there himself... Atina'dan sanki kendisi oraya gitmişmiş (kendisi bulunmuşmuş) gibi söz etti/ediyordu... * * * * * FUTURE TÜMCELER: Temel tümcelik bildiğiniz 4 future tense'ten herhangi birisi olabilir: He will talk... He will be talking... He will have talked... He will have been talking... Birincisi ile örnekliyorum: He will talk about Athens as if he went there often... Atina'dan sanki sık sık gidermiş/gidiyormuş gibi söz edecektir... He will talk about Athens as if he had been there himself... Atina'dan sanki kendisi oraya gitmişmiş (kendisi bulunmuşmuş) gibi söz edecektir... * * * * * Yaptığımızı irdeleyelim: 1., 3., 5. örneklerde "present subjunctive" kullandık: Böylece söz konusu zaman dilimi ile eşzamanlı bir boyutu konu edinen bir bildirimde bulunduk. 2., 4., 6. örneklerde "perfect subjunctive" kullandık ve böylece sözü edilen zaman diliminin öncesine dönük bir bildirimde bulunduk. Şimdi, kitabımızın pekçok yerinde yinelediğimiz temel saptamayı bir daha dile getirelim: 1. Present ve future boyutlarına dönük anlatımlarda "present" kalıplar; past boyutuna dönük anlatımlarda ise "perfect" kalıplar kullanılır; 2. Ancak "present, future, yada past boyutlarına dönük olma" kavramı, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcenin içinde geçtiği zaman açısından değerlendirilir: Yani, tümcedeki zamana göre eşzamanlılık (=present), tümcedeki zamanın geleceği, ve geçmişi... NOT: Doğaldır ki, tümcedeki zaman ile içinde yaşadığımız gerçek zamanın bire bir çakıştığı bir tense var: The Present Continuous Tense (ki bunun bir tanımı da "Real Present Tense" tir -- İngilizcedeki diğer üç present tense, içinde yaşadığımız gerçek zamanla ancak belli yönleriyle, belli ölçüde çakışır)... BAŞKA ÖRNEKLER VE ÇEVİRİLERİ If only Ali were here, he could tell us what to do... Ah, Ali şimdi burada olsa, ne yapacağımızı söylerdi. (Dikkat ederseniz, koşul kipinde "If Ali were here..." şeklinde kurulacak tümceye, oradaki anlamın ötesinde bir dilek ve hayıflanma boyutu ekleniyor) A person who took two spoonfuls of this stuff would be dead within minutes... ( = Suppose a person took... Diyelim ki, varsayalım ki...) He is a nice person; if only he didn't eat so much garlic !... İyi adamdır, hoş adamdır, ama bir de bukadar çok sarmısak yemese ! If only he hadn't eaten so much garlic last night !... (Aslında belki ağzına da pek koymaz ama) Keşke dün gece bukadar çok sarmısak yememiş olsaydı -- Kızı kaçırdı elinden... He behaves as if he owned the place... Sanki burası onunmuş gibi davranıyor, (oysa değil ki)... NOT: Örneğin aydan gelmiş olsaydık ve bu kişinin davranışlarından kim olduğunu çıkarsamaya çalışıyor olsaydık, gerçek durumdan dolayı bu tümceyi "the indicative mood" olarak kuracaktık: He behaves as if he owns this place... Anlamı da şöyle olacaktı: Walla, davranışlarına bakılacak olursa, bu adam buranın sahibi... He orders me about as if I were his slave... Sanki kölesiymişim gibi beni oraya buraya işe koşuyor... He acts as though he didn't know where he is... Nerede olduğunu bilmez/bilmiyormuş/bilincinde değilmiş gibi davranıyor... He acted / was acting as though he didn't know where he was... Nerede olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyordu... You look as though you hadn't had a decent meals for days on end... (Sanki günlerdir doğru dürüst bir yemek yememiş gibi görünüyorsun... NOT: Ama, "You look as though you haven't had, etc. = Gerçekten de yemedin galiba anlamını verecektir. Çünkü, "subjunctive" bakış açısını bırakıp "indicative" yani "gerçeklere işaret eden" bakış açısına geçmiş oluyoruz... EXERCISE - 1 Parantez içindeki fiilleri uygun biçimde çekiniz: 1) Hello, come on in... Frankly, you look as if you (can do) with a drink. 2) Doctor, I feel as if my head (be) on fire. 3) She said she wished she (never see, never set eyes on) me. 4) I'd rather you (pay) me now. Suppose my wife (ask) me about it tomorrow! 5) Honey, isn't it time you (get) the meal ready? They're sure to be very hungry... 6) Didn't you tell me last night that you wished I (be) a thousand miles away? Well, I certainly wished I (be) anyway!! 7) Oh, I am really sorry... I wish I (never even touch) that vase... 8) Young man, isn't it time you (set to) and (do) some work? 9) "Do you want me to paint the walls green?" "No, I'd rather you (paint) them blue." 10) I'm sorry he isn't coming along with us. I do wish he, too, (be coming). YANITLAR 1) could do ( Oh, I could do with a drink now = Ah, şimdi bir içki alabilirim, bir içki bana ne iyi gelir...) 2) were 3) had never seen, had never set eyes on (see-saw-seen, set-set-set) 4) paid / asked 5) were / were (Dün akşam açısından, yine aynı zaman dilimi için geçerli dilekler: Her iki kişi de "şu an" itibarıyla dilekte bulunuyor) 6) got 7) never even touched (tümcenin gelişinden vazoyu kırmış olduğumuz anlaşılıyor) 8) set to / did (set-set-set, do-did-done = ikinci biçimleri kullandık) 9) painted 10) were coming EXERCISE - 2 Kısa yanıtlar veriniz. Örneği izleyiniz: Q: Can you speak Russian? A: No, but I wish I could. Q: Did you speak to him? A: No, but I wish I had. 1) Is she coming along with us? 2) Isn't there anything else we could do? 3) Is the Archaeological Museum open today? 4) Did it rain yesterday? 5) Aren't you a disc-jockey? YANITLAR 1) were... 2) there were... 3) were... 4) had... 5) were... EXERCISE - 3 1) Oh, how I wish I .............. with you last night! a) were b) was c) had been d) am e) have been 2) Oh, how I wished I .............. with you last night! a) were b) was c) had been d) am e) have been 3) It's high time we all .............. home now. a) have gone b) had gone c) will go d) go e) went 4) I wish you ............. to me like that last night! a) were speaking b) didn't speak c) hadn't spoken d) have been speaking 5) I feel as if I .............. in heaven when you take me in your arms. e) spoke a) will have been b) were c) had been d) have been e) was 6) I am sorry, but I don't know where he lives. I wish I ............. . a) did b) were c) had known d) do e) will know 7) I now wish I .............. all of that money and saved some for the future. a) didn't spend b) hadn't spent c) don't spend d) haven't spend e) won't spend 8) Look at him! He behaves ............... he didn't know! a) if only b) as if c) even if d) supposing e) only if 9) I'd rather I .............. paid now. a) will get b) shall get c) had got d) got e) have got 10) Suppose they .............. late yesterday! a) were b) would have been c) had been d) be e) have been YANITLAR 1. c... 2. a... 3. e... 4. c... 5. b... 6. a... 7. b... 8. b... 9. d... 10. c... Gramerde "The Subjunctive Mood" Altında Sınıflanan Kimi Diğer Örnekler Çok ilginçtir: Bütün gramer kitapları "subjunctives" konusuna çok önemli bir konu olarak değinir, ama kuş mudur deve midir, kimseler de çıkıp söylemez... Bunun bir nedeni, bu yapıların yakın ve son dönemlerde hızlı bir dönüşüm geçiriyor olmalarıdır. Örneğin günümüzde özellikle konuşma dilinde "were" yerine "was" kullanımı pek yadırganmıyor diyebilirim. Ama siz özellikle sınavlarda "koşul" ve "dilek" kiplerinin bütün ayrıntılarına dikkat ediniz, derim... 1. Vereceğim ilk örnek tümceler grubunu Kitabımızın 5. Bölümünde "ad-tümcelikler" başlığı altında ele aldık. Oradaki sınıflamanın öğretim/öğrenim kolaylığı sağlıyor olması nedeniyle. Birkaç örnek daha veriyorum: As we passed through the village, our guide suggested that we stop and have a few sandwiches. It is recommended here that the ingredients be thoroughly stirred for at least full five minutes. Ladies and gentlemen, I now move that the proposal be debated without any further delay. ( I move = Öneriyorum...) Dr. İzbul has passed to us your letter of June 22nd and asked us to thank you for your suggestion that he come over to İstanbul to lecture next Autumn or Winter. 2. İşte "subjunctives" başlığı altında sınıflanması gereken kimi diğer örnekler: Long live the King!... God save the Queen!... God bless you!... God forgive you!... Heaven help us!... Heaven be praised!... Damn you!... Curse my luck!... Suffice it to say (that ...)... Heaven forbid (that ...)!... If need be we can always go in another car. If two angles of a triangle be equal to one another, then ...etc. Be that as it may, we haven't given up all hope yet. If this be error, and upon me proved... [Shakespeare] 3. İşte, şimdi yadırgayacağımız, ama elli yıl önce pekala kullanımda olan birkaç tümce örneği: So long as a paperback book hold together, I am not much troubled as to its outer appearance. [Kitap dağılmasın da, dış görünüşü önemli değil] Though everyone desert you, I will not!... [Evet, günümüzde yalnızca bu gramer yapısı değil, sadakat kavramı da yadırganacaktır!!] CHAPTER - 10 İNGİLİZCEDE MASTARLAR THE INFINITIVE TEMEL KALIPLAR Öğrenmemiz Gereken Kalıplar Şunlardır: PRESENT PERFECT CONTINUOUS ACTIVE to see = görmek PASSIVE to be seen = görülmek ACTIVE to have seen = görmüş olmak PASSIVE to have been seen = görülmüş olmak ACTIVE to be seeing = görüyor / görmekte olmak PASSIVE to have been seeing = görüyor olmuş olmak, göregelmiş olmak NOT: Continuous (Progressive) mastarların pasif biçimi yoktur. DİKKAT... DİKKAT... Aşağıda vereceğim pratik kullanım kuralı büyük önem taşıyor. Bu altın kuralı belleğinize yerleştiriniz. Karşılaşacağınız yapıları bu açıdan irdeleyiniz. Kendiniz tümce oluştururken sürekli başvurunuz. Zamana bu ikicil bakış açısının ad-eylem (gerund), sıfat/zarf-eylem (participle) ve yardımcı fiiller gibi konular için de genel geçerliği olduğunu unutmayınız. Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" mastarlar kullanılır. Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" mastarlar kullanılır. Ama bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen zamanın öteki zamanlara olan göreli ilişkisinden şekillenecektir. Örneğin, "Dede Korkut was known to be a wise sage," tümcesi bir present mastar ile kurulmuştur: Yani, tümcede sözü edilen zaman diliminde kendisinin bilge bir kişi olduğu -- yine o zaman diliminde -biliniyordu: Dede Korkut'un bilge bir kişi olduğu biliniyordu. Dikkat ederseniz: Present mastar, bilgelik ve bilinme dönemleri eşzamanlı olduğu için seçilmiş; bizim tarihe/geçmişe bakış açımız dikkate alınmamıştır. Eğer tümceyi, "Dede Korkut was known to have been a wise sage," şeklinde, yani bir perfect mastar ile kurarsak, "Dede Korkut'un eskiden bilge bir kişi olduğu biliniyordu" demiş oluruz. Öykünün gelişine göre bu seçenek, "Bu yüzden ona akıl danışmaya karar verdiler," kavramı kadar, "Ama artık bunamıştı," kavramı öncülü de olabilir. ÖNEMLİ RİCA: Yukardaki önermeleri kafa karıştırıcı bulduysanız da, lütfen okumağa devam ediniz. Kısa kısa sürede kristal gibi berraklaşacak. Ama, İngilizce'nin zamana bu ikici bakış açısını, yani present/perfect ikilisini çözmeden bir yere varamazsınız. Bunu da hiç unutmayın... TEMEL ÖRNEKLER Aşağıda açıklamalarıyla birlikte verdiğim altı grup temel başvuru tümcesini karşılaştırarak, irdeleyiniz: a) He is known to be a thief. He is known to break the rules. = Kendisinin bir hırsız olduğu, kuralları hep çiğnediği biliniyor/bilinir. b) He is known to have been a thief. He is known to have broken the rules. = Eskiden bir hırsız olduğu, kuralları çiğnediği şimdi/halen biliniyor/bilinir. (Artık hırsızlık etmiyor olabilir. Biz geçmişten söz ediyoruz.) c) He was known to be a thief. He was known to break the rules. = O zamanlar hırsızın biri olduğu ve kuralları çiğnemekte olduğu yine o zamanlar bilinirdi/biliniyordu. d) He was known to have been a thief in the past. He was known to have broken the rules. = O dönemde artık biliniyordu ki kendisi eskiden hırsızın biriydi, kuralları çiğnemişti. Dikkat ederseniz, olaylar bize göre geçmişte kaldığı için değil (nitekim yukardaki "c" şıkkında öyle yapmadık), sözü edilen zamana göre geçmişte kalmış olduğu için perfect mastar kullandık. e) A day will come when he will be known to be the thief that he is. He will be known to break the rules as he does. = Bu adam hırsızın biri. Kuralları çiğniyor. Bu şimdi bilinmiyor, ama gün gelecek bilinecektir. (Muhtemelen hırsızlıkları devam ediyor olacaktır.) = Konuya, gelecekteki o nokta açısından eşzamanlı bakıyoruz. f) A day will come when he will be known to have been a thief in the past and to have broken all the rules as he does today... = Gün gelecek eskiden hırsızın biri olduğu öğrenilecek, bilinecektir. = Konuya, gelecekteki o nokta açısından, ama o noktaya göre geçmişe yönelik olarak bakıyoruz. SONUÇ: Dikkat ederseniz yukardaki örneklerin hiçbirisinde present / perfect mastar tercihi içinde bulunduğumuz an açısından yapılmadı. Tümcedeki zaman dilimlerinin birbirlerine göreli ilişkilerine göre şekillendiler. (Bu ilişki yalnızca ilk iki örnekte bizim şu andaki bakış açımız ile çakıştı.) "a, c, e" örneklerinde present mastarlar kullandık. Çünkü hırsızlık olayları ile bunların herkes tarafından biliniyor olması eşzamanlı, yani birbirlerine göre a) "present" tırlar; c) "present" idiler; e) "present" olacaklardır... "b, d, f" örneklerinde ise prefect mastarlar kullandık. Çünkü hırsızlık olayları bunların öğrenilip konuşulduğu döneme göre geçmişte b) kalmıştır; d) kalmıştı; f) kalacaklardır... Demek ki olaylara, kendi zamana bakış açımızdan değil, tümcedeki zamanın geçmişi, eşzamanlısı, geleceği açısından bakıyoruz. Bu konu üzerinde bu derece önemle durmamım nedeni, daha önce de söylediğim gibi, gerund'lar, participle'lar, yardımcı fiiller, subjunctive'ler gibi ingilizce gramerin her alanında karşımıza çıkacak çok temel bir bakış açısı olmasıdır. İngilizcenin zamana olan "present ve perfect" şeklindeki ikili bakış açısını ne derece önemle vurgulasak azdır. Daha somut bir anlatımla, "I, too, would like to go..." ve "I, too, would like to have gone..." arasındaki farkı görüp değerlendirmedikçe, İngilizce'de daha alacağınız çok yol var demektir! MASTARLARIN KULLANILDIĞI YERLER 1) İngilizce fiillerin büyük bir bölümü "We want to learn English" kalıbında kullanılabilen, yani kendisinden sonra mastar gerektiren fiillerdir. Bunlar, gökteki yıldızlar kadar kalabalık olduklarından listelemeye gitmeyeceğim; örneklerle yetineceğim: We had arranged to meet at eight... I'd asked her not to come before eight... She shouldn't expect to see me arriving before eight, either... But, she failed to appear at eight, because she had forgotten to set the alarm clock... I wasn't prepared to wait any longer... She didn't care to pay attention to my protestations... She pretended not to hear me and just promised to be on time the next time... But I would refuse to meet her ever again... So we decided to put a decent end to our short-lived love affair, anyway. SONUÇ: arrange, ask, expect, fail, forget, be prepared, pretend, promise, refuse, decide fiillerinden sonra bir eylemden söz edilecekse, ilgili fiilin mastar hali kullanılır. 2) Değişik anlamlarla gerek infinitive gerekse gerund alabilen fiiller: İpucunuz: 1) Gerund fiilin ad halidir: Çoğu zaman geçişli bir fiilin nesnesi olarak karşınıza çıkacaktır. 2) Mastarlar ise tümce içinde çoğu kez amaç belirtmek için kullanılırlar. Dolayısıyla: We stopped on the way to have a hot drink. (= Durduk. Sıcak birşeyler içmek amacıyla yolda durduk.) We stopped having sweets after dinner. (= Bıraktık, durdurduk, kestik. Yemeklerden sonra tatlı yemeyi bıraktık.) ÇALIŞMA ÖNERİSİ: Aşağıdaki fiillerle aynı şekilde ikili tümceler kurmağa çalışınız: begin, cease, continue, hate, intend, like, love, neglect, prefer, propose, regret, remember, start, stop, try... 3) Kimi fiiller, "He advised me to study harder" kalıbında kullanılabilir, yani kendisinden sonra "ad / adıl + mastar" alabilir: allow, ask, beg, expect, help, know, like, need, tell, want, warn, wish NOT: Fiilin bu yapıyı alıp almaması ile ortaya çıkan anlam farkına dikkat ediniz: I expect to leave tonight (Bu gece gitmeyi umuyorum)... I expect you to leave tonight (Senin be gece yola çıkacağını sanıyorum, yola çıkmanı istiyorum)... I want to leave immediately (Hemen yola çıkmak istiyorum)... I want the rescue team to leave immediately (Kurtarma ekibinin hemen yola çıkmasını istiyorum)... 4) İngilizcede kendisinden sonra mastar kullanımı gerektiren çok sayıda deyim bulunmaktadır. En iyi bilinenlerinden örnekler verelim: I'll do my best to help you... I'll do what/all I can to help you... (Elimden geleni yapacağım) You have no right to say so... (Böyle söylemeğe hiçbir hakkınız yok)... I have every right to say so... (Hertürlü hakkım var)... It doesn't pay to criticize your superiors... It won't do to criticize your superiors... (Üstlerinizi eleştirmenin yararı yok, başınıza iş açar)... We'll make an effort (make every effort) to help them... (Hertürlü yardımı yapacağız)... I've made up my mind to leave at once... (Derhal yola çıkmak için kararımı verdim)... I wouldn't take the trouble to answer you back... (Sana cevap yetiştirmek zahmetine katlanmayacağım, tenezzül etmeyeceğim)... He turned out to be a rather well-educated fellow... (Pek beklemiyorduk, ama bir de baktık ki bayağı iyi eğitim görmüş bir kişiymiş)... The meeting turned out to be a well-attended one... (Bir de baktık ki, toplantıya bir hayli insan katılıyor.) 5) Mastarlarla kurulan çok yaygın, işlek ve kullanışlı bir anlatım kalıbı aşağıda örneklenmektedir: Soru sözcüğü (yada öbeği) + mastar I couldn't decide what to do. Can you tell me how to get to the train station? We've been wondering where to display his latest paintings. Don't you know when to switch the machine off? He didn't remember whether to turn right or left. I can't decide which of the two books to buy. She didn't know whose shoulder to cry on. 6) Son derece işlek olan bir başka yapı da şudur: sıfat + mastar I'm pleased to meet you. (Tanıştırıldığımızda) I'm so pleased to have met you. (Yeni tanışmış, ayrılırken...) We're ready to leave now. She was lucky to have been loved so much... (Bu kadar çok sevilmiş olduğu için) It was comparatively easy to do. Not: Şu iki yapı arasındaki anlam farkına dikkat ediniz: It's + sıfat + for you + mastar It's + sıfat + of you + mastar It's is easy for me to do... It's easy for you to translate this... (Benim için, senin için...) It's very kind of you to say so... It's stupid of you to think so... (Böyle söylemeniz büyük bir nezaket... Böyle düşünmeniz budalalıktır. Böyle düşünmen senin budalalığın...) 7) Sıfat-tümcelikleri mastar yapısına dönüştürerek tümcede belli bir toparlama ve kısaltma olanaklıdır: There is nothing (which/that) we can do under the circumstances. ------› There's nothing (for us) to do under the circumstances. He has a lot of toys (which/that) he can play with. ------› He has a lot of toys to play with. 8) Fiillerin mastar biçimi ve aşağıdaki türevleri çoğu zaman amaç belirtmek için kullanılır : -- Why do you want to go there? -- To see her... -- In order to see her... -- So as to see her... (Onu görmek için) --- Why do you want to leave now? -- Not to see her... -- In order not to see her... -- So as not to see her... (Onu görmemek, karşılaşmamak için) * * * * * 9) Bir mastarın bir kez kullanılıp, yinelenmesinin bir anlam katkısı sağlamayacağı durumlarda, tek başına "to" anlam aktarımını üstlenebilir: -- Do you really want to go and see her this evening? -- Well, I don't really want to, but I suppose I have to. * * * * * 10) Çok özel işlevli, deyimsel nitelikte bazı (gerçekten çok önemli) yapılara da dikkatinizi çekmek isterim: a. Fail + mastar : Olumsuzluk bildirir. Ayrıca, ingilizcede mümkün olmayan "double negative" kurulumu için de bir çıkış kapısıdır: She failed to come. = She didn't come. (Tümcenin çevirisi: Gelmedi, şeklindedir. Gelmekte başarısızlığa uğradı, şeklinde çevrilemez) She didn't fail to come. = Gelmemezlik etmedi... (İşte size mükemmel bir double negative örneği. b. Be + mastar : 1) gelecek zaman, veya 2) zorunluluk, mecburiyet belirten önemli bir ifadedir. İkinci anlamında, çoğu zaman, emir ve direktif anlamları taşır ve üçüncü kişilerin emirlerini iletmekte de çok sık kullanılır: The ship is to arrive tonight. = Gemi bu gece gelecek. You are to go and see the boss right away. = Derhal gidip patronu görmen gerekiyor. (Büyük bir olasılıkla, patronun "ricasını" iletiyoruz) İşte bu yapı ile çok güzel "future in the past" tümceler oluşturabilirsiniz: The ship was to arrive tonight, but it now seems it will be delayed for a few days due to a terrible storm on the way... Gelecekti, -cekti ama öyle görülüyor ki...vb. c. Manage + mastar (succeed in + gerund) = Becermek, başarmak Despite all those hardships, we managed to get there on time. d. Happen + mastar (Türkçeye çok zor çeviri verir) That her father happens to be the director doesn't concern me... = Babası müdürmüş, hiç umurumda değil. ("olması vukubulmuş" gibi garip bir ifade yerine, tümcenin gelişine göre karşılık bulunur) The man you have been so talking about so disparagingly happens to be my uncle... Böylesine yerin dibine batırdığın adam -- çok şaşıracaksın ama -- benim amcamdır. She happened to sit next to a great composer... = Tesadüf bu ya masada ünlü bir bestecinin yanına düştü. e. To be supposed + mastar = Birşeyi yapması kendisinden bekleniliyor olmak, yada bu yönde kendisine direktif verilmiş olmak; bir şeyi yapacağı varsayılmak yada umulmak: I am supposed to go and see the boss this afternoon, but I don't really want to. = Gidip görmem gerekiyor, ama aslında istemiyorum. The bungalows were supposed to be vacated by noon, but in practice nobody really complied. = Boşaltılmaları gerekiyordu, bekleniyordu, ama... YALIN MASTAR GEREKTİREN FİİL VE YAPILARA ÖRNEKLER a) Ought to, used to, have to dışında kalan yardımcı fiiller: I must leave today / this afternoon / tomorrow. He is getting fatter and fatter. He must be eating rather a lot. The ground is still wet. It must have rained last night. b) Need ve dare (do/did veya will/would ile çekime girmedikleri sürece): You needn't say anything... You needn't have said anything... Fakat, You don't/didn't/won't need to say...) How dare you insult me!... I dared not wake him... Fakat, I didn't/wouldn't dare (to) wake him... c) would rather / would sooner -- rather than / sooner than (= tercih aderim... --den ziyade, --maktansa): I'd rather wait till tomorrow. I'd rather have stayed at home last night. Rather than risk a defeat, they decided not to play at all. (Bir yenilgiyi göze almaktansa, hiç oynamamaya karar verdiler) d) had better You'd better go now... I'd better go now... e) let, make, have ile ettirgen (causative) çatıda: You mustn't let them play with matches. You can't make me do it if I don't want to. I'll see if I can have a friend of mine do the job for me. (Fakat, get a friend of mine to do...) f) feel, hear, see, watch, notice I heard him lock the door. Did you notice anyone say anything suspicious? NOT: Bu fiillerden sonra değişik anlamla participle da kullanılabilir: I saw the man cross the street. = Adamın karşıya geçtiğini gördüm. (Adam karşıya geçti. Ben de bunu gördüm) I saw the man crossing the street. = Adamı karşıya geçerken gördüm. (Ben gördüğümde karşıya geçiyordu) I felt the train move. = Tren hareket etti. Bunu hissettim. I felt the train moving. = Tren hareket halindeydi. Bunu hissediyordum. g) Help her iki biçimde de kullanılabilir: He helped me (to) push the car. Please help me (to) push this heavy bookcase out of the way. h) "And" sözcüğü ile bileştirilerek ardarda iki mastar kullanıldığında, genelde ikincisi yalın mastar olur: I intend to stay at home and write some letters. i) Go ve come emir kipinde veya must, will gibi yardımcı fiillerle birlikte kullanıldığında yalın mastar alacaklardır. Bu yapının türkçeye en iyi çevirisi "gidip görmek, gelip yardım etmek" şeklindedir: Go and fetch me a knife, will you? = Gidip bana bir bıçak getirir misin? I suppose I must come and help you again tomorrow. = Sanırım yarın yine gelip sana yardım etmeliyim. I'll go and see him tomorrow. = Yarın gidip kendisini göreceğim. Yukardaki durumlar dışında ise her iki fiil de olağan mastar kalıbında kullanılır: I've come to check your accounts. = Hesaplarınızı kontrole geldim. I haven't come to take him away with me, I've come to talk to you! j) Aşağıdaki yapılarda, but ve except sözcüklerinden sonra yalın mastar kullanılması gerektiğine dikkat ediniz: He does nothing but complain all the time. = Durmadan şikayet etmek dışında hiç birşey yapmıyor. Can't you do anything else except keep pestering people with your silly jokes? = Bu budalaca şakalarınla insanları durmadan rahatsız etmek dışında birşey bilmez misin sen! ÖRNEKLER VE TÜRKÇE ÇEVİRİLERİ NOT: Çeviri işlevini önplana alırken, güzel Türkçemizi biraz küstürmek zorunda kaldım... 1) The committee does not wish him to accept a professorship at a foreign university and this is only natural since they would not want to lose one of their best men... Komite kendisinin yabancı bir üniversitede profesörlük kabul etmesini istemiyor. En iyi adamlarından birisini kaybetmek istememeleri (genelde istemeyecekleri) çok doğal... 2) After checking his documents, they let him go. I had expected him to be arrested (that they would arrest him), but he was let go... Belgelerini kontrol ettikten sonra kendisini salıverdiler. Tutuklanacağını (Onu tutuklayacaklarını) düşünüyordum (umuyordum), ama salıverildi... 3) Everyone heard her screaming at the top of her voice, but no one actually saw the man take (taking) the money... Avazı çıktığı kadar bağırdığını herkes duydu, ama kimse adamın parayı aldığını (adamı parayı alırken) görmedi... 4) He was known to have the right qualifications. He was known to have conducted a series of experiments which had proven his great ability... Uygun niteliklere sahip olduğunu herkes biliyordu. Büyük yeteneğini kanıtlayan (kanıtlamış olan) bir dizi deneyi sürdürmüş (ve yönetmiş) olduğu biliniyordu... 5) He showed me how to change a fuse and taught me which end to connect the wire to... Bana sigortanın nasıl değiştirileceğini (tr = bağlanacağını) gösterdi ve telin hangi uca bağlanacağını öğretti... 6) I am supposed to go and see the boss this afternoon, but I don't really want to... Bugün öğleden sonra gidip patronu görmem gerekiyor, ama aslında hiç istemiyorum... 7) You needn't do it if you don't want to. You needn't say anything you don't want to... Yapmak istemiyorsan, yapmak zorunda değilsin. Söylemek istemediğin birşeyi söylemek zorunda değilsin... 8) It is foolish to pretend to know something that you don't. It is more foolish of you to go and announce it to everyone... Bilmediğin birşeyi biliyormuş gibi numara yapmak budalalık, gidip bunu herkese ilan etmen daha da büyük budalalık... 9) He failed in the examination because he had failed to understand that he had a language handicap to take into account... Sınavda başarısız oldu, çünkü dikkate alması gereken bir dil engeli olduğunu anlamamıştı. (To fail, birinci bağlamda sözlük anlamında = başarısız olmak. İkinci bağlamda ise yalnızca bir işlev öğesi = ilgili olduğu fiilin anlamını olumsuz yapıyor... Yani, to fail to understand = anlamamak, anlayamamak = not to understand). 10) Do not refuse to face the truth. Give yourself a chance to do your best. Ask your friends to correct your mistakes and do not fail to benefit from their corrections... Yanlışlarını düzeltmelerini arkadaşlarından iste ve onların düzeltmelerinden yararlanmamazlık etme (Bu defa da, "double negative" yapıyor). 11) It is not easy to learn a foreign language, but you can do it if you are determined to... ("determined to learn a foreign language," şeklinde yinelemek gerekmiyor) 12) She is too young to out alone at night... Gece yalnız başına dışarı çıkamayacak kadar küçük... (too + sıfat + mastar yapısı türkçeye en iyi "-mayacak kadar..." çevirisi verir) 13) She is old enough to out alone at night... (Çıkabilecek yaşta = yukardaki yapının olumluya dönüşümü) 14) Everything was too good to be true, anyway... Zaten herşey gerçek olamayacak (olmayacak, inanılmayacak) ölçüde iyi gidiyordu. (Hep böyle sürüp gitmeyeceği belliydi...) 15) He got up very early not to miss his train. In order to be able to catch it, he had to leave very early... (mastarlar ve onların türevi olan "in order to", "so as to" yapılarının çoğu zaman amaç belirtmek için kullanıldıklarını unutmayınız: to catch = yakalamak için, not to miss = kaçırmamak için) 16) Yes, we let them use our phone, but we couldn't allow them to use our bathroom, too, could we? (let fiilinin yalın mastar aldığına dikkat ediniz) 17) He is known to be a very kind-hearted man, but this time he really seems to have gone into great trouble to get what his friends had asked him to bring back with him... Çok iyi kalpli olduğu bilinir, ama bu kez arkadaşlarının ondan yanında getirmesini istediği şeyleri bulmak için gerçekten büyük zahmetlere girmiş olduğu görülüyor. (seems to go into... seems to have gone into...) 18) The robbers are thought to be hiding in the woods... Soyguncuların halen ormanlıkta saklanmakta oldukları düşünülüyor. (to hide = herzaman orada saklandıkları... to have hidden = saklanmış oldukları, ama artık orada olmadıkları... to have been hiding = saklanagelmiş ve hala orada saklanmakta oldukları...) 19) "Where's Güneş?" "I don't know. He was supposed to be washing the car." = Arabayı yıkıyor olmalıydı... ("Ama, demek ki orada yok" anlamını veriyor. Eğer, present "is supposed to be washing" yapısını tercih etseydik, "Arabayı yıkıyor olmalı, gidip oraya bak" anlamını verirdi) 20) He survived the the plane crash only to die in a car accident... Uçak kazasından kurtuldu ama bir araba kazasında öldü. ("Only + mastar" ile kurulan bu yapıya dikkatinizi çekmek isterim. Hernekadar mastarlar amaç belirtmek için kullanılıyorlarsa da, burada "araba kazasında ölmek için" çevirisinin geçerli olmayacağı açıktır) 21) He returned to the place (only) to learn that it had been sold to another firm... Oraya döndü, ama başka bir şirkete satılmış olduğunu öğrendi. 22) He loves parties; he is always the first to arrive and the last to leave... Neil Armstrong became the first man ever to set foot on the moon... It received an award as the best play to be performed that year... (Buradaki yapı = the + sıfat + (varsa) ad + mastar... "ever" sözcüğü ise yapıya "o güne değin, bu güne değin, tüm zamanlardaki" gibi anlamlar kazandırır) 23) I am pleased to meet you... It was a pleasure to meet you... I'm so glad to have met you... (Son ikisi, tanıştıktan sonra ayrılırken söylenir. Bunlardan birincisinde "past" zamanı tümcenin tense'ine yüklüyoruz, ikincisinde ise bir perfect mastar kullanıyoruz. Ayrılırken yeniden "I'm so glad to meet you" diyecek bir kimsenin "embesil" olduğuna oracıkta karar vermeleri kaçınılmazdır) 24) The İstanbul train is due to leave in ten minutes... On dakika sonra kalkacak. (İlla ki "on dakika içinde" demek istiyorsanız, "within ten minutes" yapısını tercih edin. Buradaki "due + mastar" = gelecek zaman, yapısını "due to + ad" yapısı ile karıştırmayınız: "due to an accident" = bir kazadan dolayı, bir kaza nedeniyle, ama "due to leave" = gidecek, kalkacak...) 25) I'm anxious to see him at once, because I'm anxious about his health... Derhal onu görmek istiyorum, sağlığı konusunda endişeliyim... (To be anxious + mastar = acilen yapmak istemek... to be anxious about something = endişeli olmak) 26) He was foolish enough to leave the car unlocked... (Tümcenin gelişine göre iki değişik anlam verebilir: 1) Bu hatayı yapabilecek ölçüde budalanın birisiydi. 2) Bu hatayı yapmak budalalığını gösterdi, bu hatayı yaptı) 27) According to some scientists, the earth may be entering a new ice age... (Halen buzul çağına girme durumu devam ediyor, buzul çağına girmekte... Eğer, "may have entered", "may have already entered" yapılarını, yani perfect mastar kullanmış olsaydık anlam: daha şimdiden girmiş, zaten girmiş bulunuyor, şeklinde olacaktı) 28) I happened to be standing next to him when he collapsed... It so happened that I was standing next to him when he collapsed... = Tesadüf bu ya... (Bu yapının türkçeye çok zor çeviri verdiğine daha önce de değindik) 29) When his father came back from the office, he pretended to have been studying... Everytime his father goes into his room, he just pretends to be studying... (to be studying = çalışıyor olmak... to have been studying = çalışagelmiş ve hala çalışıyor...) 30) The house was to have been ready by now, but as there has been a builders' strike, it is only half finished. = Ev şimdiye değin hazır olmuş olacaktı, ama olamadı... Grevden dolayı ancak yarı bitmiş durumda. (Hatırlayınız: be + mastar, 1) gelecek zaman, veya 2) zorunluluk, mecburiyet iletebilir. Burada her iki işlevi de karşılar şekilde ve "future in the past" kavramı ile kullandık: olmalıydı, olacaktı...) CHAPTER - 11 İNGİLİZCEDE AD-FİİLLER THE GERUND KISA GİRİŞ Fiilerin ad (noun) biçimine gerund denir. (Okunuşu: cer-ınd.) Başka bir deyişle, gerund'lar fiilerden türetilen adlardır. Tümcede adların kullanılması gereken herhangi bir yerde -- örneğin özne veya nesne konumunda -- eğer bir eylemden söz edilecekse, ilgili fiilin ad türevini, yani bir gerund kullanmak durumundayız. (Örneğin, mastar kullanımı da olanaklı; ama, konuyu şimdilik yalın ve berrak tutmağa çalışalım. Çünkü, elimizdeki konu gramerin ayrıntıda boğulmak için birebir konularından birisi...) TEMEL KALIPLAR Öğrenmemiz Gereken Kalıplar Şunlardır: PRESENT PERFECT ACTIVE seeing = görme, görmek, görüş PASSIVE being seen = görülme, görülmek, görülüş ACTIVE having seen = görmüş olma, olmak, oluş PASSIVE having been seen = görülmüş olma, olmak, oluş REHBER KULLANIM KURALLARI Daha önce birçok konuda yinelediğimiz ikili bakış açısı bunlara ilişkin pratik kullanım kuralları burada da rehberiniz olacaktır: Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" gerundlar kullanılır. Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" gerundlar kullanılır. Ama bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen zamanın öteki zamanlara olan göreli ilişkisinden şekillenecektir. Örneğin, "He was punished by being sent to bed early" tümcesi bize göre past boyuttadır, ama bir present gerund ile kurulmuştur: Çünkü "punishment" ve "being sent" eşzamanlıydı. Eğer kendi yaşadığımız zaman dilimi açısından yaklaşarak, tümceyi perfect mastar ile kursaydık (= He was punished by having been sent to bed early), "Cezalandırıldı -- daha önceden odasına gönderilerek" şeklinde mantık ve anlam hatasına düşmüş olurduk. ÖRNEKLER VE ÇEVİRİLERİ Seeing is believing... Görmek inanmaktır. I'm sick and tired of being criticised all the time... Sürekli eleştirilmekten bıktım usandım. Getting up before the sun rises leads a man to a more constructive life style... Güneş doğmadan kalkmak insanı daha yapıcı bir yaşam tarzına götürür. Are you two quite sure that your getting married will be your best solution?... Siz ikiniz evlenmenizin sizin için en iyi çözüm olacağına emin misiniz? Without saying anything, he took his hat and walked out of the house... Birşey söylemeksizin, şapkasını alıp evden çıktı. She doesn't mind having to do the housework... Ev işi yapmak zorunda oluşuna aldırmıyor. Have you finished tidying up your room?... Do you enjoy playing computer games more than studying?... Odanı toplamayı bitirdin mi? Bilgisayar oyunları oynamayı ders çalışmaktan daha mı çok seviyorsun? The child was punished by being sent to bed early... Çocuk erkenden yatmağa gönderilmek suretiyle cezalandırıldı. He was being accused of having taken it without permission... Onu izinsiz almış olmakla suçlanıyordu. The safe showed no signs of having been touched... Kasa dokunulmuş olduğuna ilişkin herhangi bir belirti taşımıyordu. (Yada, tümcenin gelişine göre, ... dokunulmuş olduğunu gösteren hiçbir belirti göstermiyordu.) ÖNEMLİ NOT: Gerund'lar ad işlevli olmakla birlikte, eylem anlamını da korurlar. Bu özelliklerinden dolayı: 1. Ad niteliği ile, başına a, an, the (articles); iyelik veya işaret zamiri, yada bir sıfat gelebilir. Örnekler: We were all rudely awakened by an (some, that, his) incredibly loud knocking on the door. Your friend's handling of the situation was really masterly. Just recently, there have been a lot of indiscriminate burnings and shootings in that district. Do you mind my smoking a pipe? [Veya, Do you mind me smoking a pipe? -- Klasik gramer "my" üzerinde ısrar edecektir, ama günümüzde ikinci kullanım hiç de az değil. Örneğin, "Mother hates our walking in with muddy shoes," yerine, "Mother hates us walking in with muddy shoes," günümüzde çok daha doğaldır.] 2. Fiil niteliği ile, kendisi de nesne alabilir veya belirteç yahut belirteç öbeği (zarf) ile nitelenebilir: The lawyer began reading the will slowly and in a deliberate voice. He was suspected of having stolen large sums of money from his boss. Well, it's only natural that he should object to being treated like a child. GERUND / PARTICIPLE AYRIMI Past participle "seen" dışında, gerund ve participle'ların tümüyle eşbiçimli oldukları dikkatinizi çekecektir. Aralarındaki işlev ve kullanım farkları açısından aşağıdaki örnekleri inceleyiniz: He likes swimming in the sea... Denizde yüzmeyi sever. (present gerund: "sevmek" fiilinin nesnesi) He is swimming in the sea... Denizde yüzüyor. (present participle = present continuous tense) I hate standing in the rain and waiting for the bus to come... Yağmur altında dikilip (dikilmekten ve) otobüsün gelmesini beklemekten nefret ederim. (nefret etmek fiilinin çiftli nesnesi konumunda iki ayrı gerund) I hate standing in the rain, waiting for the bus to come... Otobüsün gelmesini bekleyerek/bekler durumda (participle) yağmurun altında dikilmekten (gerund) nefret ederim. (gerund = nefret fiilinin nesnesi; participle = kısaltılmış bir zarf-tümceliğin bağlaç/giriş fiili = while I am waiting) Having finished his work successfully satisfied him greatly... İşini başarıyla bitirmiş olmak one büyük doyum veriyordu. (perfect gerund active: tümcenin öznesi) Having finished his work successfully, he went to collect his payment... İşini başarıyla tamamladıktan sonra (bitirmiş olaraktan) ücretini almağa gitti. (perfect participle active ile kısaltılmış zarf-tümcelik = After he had finished his work...) Not having been invited was a great source of disappointment for her... Davet edilmemiş olmak kendisi için büyük bir hayal kırıklığı kaynağı idi. (perfect gerund passive: tümcenin öznesi) Not having been invited, she went elsewhere... Davet edilmemis olduğu için, başka yere gitti. (perfect participle passive ile kısaltılmış zarf-tümcelik = Because/since/as she had not been invited...) DİKKAT... DİKKAT... Sözel Uygulama: Yukarda sözü edilen eşbiçimlilikten kaynaklanacak anlam karışmaları konuşmada farklı sözcük vurgusu ile önlenir. Gerund'lar ile ad-tamlaması, participle'lar ile sıfat-tamlaması kurulduğuna dikkat ediniz. Vurgulanması gereken sözcükleri kalın yazdım: a sleeping pill = uyku hapı... (nasıl bir hap, sorusuna yanıt) ---- a sleeping child = uyumakta olan bir çocuk (nasıl bir çocuk sorusuna yanıt) a running competition = atletizm (koşu) yarışması... a running man = koşmakta olan bir adam... (Fakat "The village had no running water" = Bir sıfat tamlaması, ancak anlam karışıklığı sözkonusu değil ve haklı olarak suyun niteliği vurgulanıyor: Su şebekesi anlamında "akan su") Have you ever met a dancing teacher? Hiç dans öğretmeni tanıdınız mı? Have you ever seen a dancing teacher? Hiç dansetmekte olan bir öğretmen gördünüz mü? GERUND'LARIN KULLANILDIĞI YERLER 1) Tümcenin Öznesi Olarak Seeing is believing... Streaking appears to have lost the popularity once it had... Having been seen by the villagers seemed not to worry him in the least... Köylüler tarafından görülmüş olması onu hiç de endişelendirmiş görünmüyordu. (Endişelendirmiş görünmeyen neydi? Görülmüş olması... Özne.) 2) To Be Fiili Ve Gerund Nesne Alan Öteki Fiiller İle: Seeing is believing... He finished eating... They resented her coming along with us... We can't afford being seen in such company... His main concern has been keeping the affair a secret... Kendisi için asıl ilgi ve endişe konusu, ilişkinin gizli tutulması, gizli kalmasıydı. NOT: Yukardaki tümceyi, sanki "present perfect continuous" ile kurulmuşçasına bir solukta okursanız, anlam anlaşılmaz hale gelecektir: Bu yüzden, "has been" den sonra kısa bir duraksama ve uygun bir vurgulama yaparak, "keeping" sözcüğünün bir gerund/nesne olduğunu belirtiriz.Bu gruptan en önemli fiilleri aşağıda listeliyorum: abhor attempt ** afford anticipate avoid begin ** consider continue ** delay deny detest dislike dread ** enjoy excuse fancy finish forget ** hate ** ignore intend ** keep like ** love ** mind neglect ** omit ** pardon postpone practice prefer ** prevent propose ** recollect regret ** remember ** resent resist risk start ** stop ** understand ** işaretli fiillerin aynı zamanda mastar (the infinitive) ile kullanılabildiğine dikkat ediniz. Ancak, anlamları farklı olabilir: I hope you'll remember to ring up your friend. (= önce hatırlama; sonra telefon etme: "Umarım telefon etmeyi unutmazsın," anlamında.) I don't remember seeing him before. (= önce görmek -- burada "görmemek" -- sonra hatırlamak: "Onu daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.") He went on telling us about his travels. (= Bize seyahatlerini anlatmayı sürdürdü.) He then went on to tell us about his adventures. (= Daha sonra bize serüvenlerine anlatmaya geçti/başladı.) Özellikle de, bu fiiller, arkalarından bir gerund geliyorsa geçişli (transitive) anlam taşıyacaklardır. Bu da çok doğal: Çünkü nesne (object) almış oluyorlar: I can't stop loving you... (= durdurmak, kesmek, bırakmak...) We stopped to have a hot drink... (durmak...) NOT: Gerund'ların semantik özellikleriyle ilgili ayrıntılarda kaybolmamak için, konuyu ana çizgileriyle ele alıyor, pekçok şeyi bu kitaba kardeşlik edecek olan "İngilizce'nin Püf Noktaları" başlıklı ikinci kitaba bırakıyorum. 3) Nesne Olarak Gerund Gerektiren Çeşitli Deyimler Yada Deyimsel Nitelikte Kalıplara Örnekler (Çoğu, Fiil + Preposition yapısındadır): admit to be accused of be against / be for / be all for (aleyhinde / lehinde olmak) be/get busy be capable of be charged with (ile suçlanmak) be fond of (sevmek, hoşlanmak) be fined for (para cezasına çarptırılmak) be good / bad at (başarılı, iyi / kötü olmak) be interested in be near be sorry for be used to / be accustomed to (alışkın olmak, alışmış olmak) can't bear / can't stand (tahammül edemiyorum) can't help (elimde değil, kendimi alamıyorum) can't resist care for (sevmek, hoşlanmak, istemek, aziz tutmak) dream of feel like (içinden gelmek, canı istemek) get used to / get accustomed to / become used to (alışmak = süreç bildirir) give up insist on have any/no objection to go on doing something (bir şeyi yapmayı sürdürmek, devam etmek) have difficulty in/with... have no difficulty in/with how about (ne dersin? yapalım mı dersin? hadi...) it's no good / it's no use it's like (gibi, benziyor) it's worth / it isn't worth it's worth while / it isn't worth while veya it's worth (smb's) while / it isn't worth (smb's) while keep on leave off (kesmek, bırakmak, durdurmak) look forward to (dört gözle beklemek, özlemle beklemek) object to (karşı çıkmak, itiraz etmek) put off (ertelemek) see about / see to (gereğini yapmak, icabına bakmak) take to (başlamak, benimsemek, hoşlanmak) there's no point in (yararı yok) there is no telling / there's no knowing, etc. there's nothing like think of (düşünmek, hayalini kurmak) what's the point of (yararı nedir ki?) ÖNEMLİ NOT: Bu gruptan "to" ile bitenlere özel dikkat göstermelisiniz. Sınavlarda da sık sık karşınıza çıkacaklardır. Buradaki "to" mastar kullanılması gerektiği anlamına gelmez; tam tersine tipik bir ilgeç (preposition) olarak, gerund kullanılmasını zorunlu kılar: I'm looking forward to seeing you... 4) Preposition/İlgeçlerden Sonra Fiilin Gerund Halinin Kullanılması Zorunludur (Çünkü İlgeçler Ad Alır =object of a preposition) You were late in responding to their letter. Can you touch your toes without bending your knees? He felt much better after having a drink. I apologize for not having written before. NOT: Bu kuralın iki istisnası except ve but ilgeçleridir. Bu ikisi, gerund yerine, yalın mastar alır: What could I do but accept the situation as it was. He did nothing but complain all the time. I had no other choice except do as they wanted. You may do whatever you like except leave the country. EXERCISE Cümleleleri Çeviriniz: 1) I am looking forward to hearing from you again. 2) The boy eventually left off biting his fingers, but then he took to picking up his nose. 3) Don't keep putting off making up your mind until it's probably too late for us all. You can't avoid coming face to face with the facts indefinitely. 4) I'm afraid they don't seem to be greatly interested in learning a foreign language. 5) You may have become quite acclimatized by now and even accustomed to living in such a place, but I just can't imagine myself getting used to sharing a life with you here under the circumstances. 6) I must admit that he's very good at telling lies. How else could he have managed to this very day to delay your learning that he was fined for being drunk in charge of a car? 7) "I'm sorry, I guess it was me who asked you if you'd fancy going to the movies. But, wouldn't you feel like going for a walk now instead?" "Oh, never mind; I'm quite used to waiting in long queues." 8) There're barbed wires everywhere. It's like being in a prison camp. 9) He went on talking about his life in the army for another half an hour. He then went on to talk about his experiences in the war. (go on + gerund = sürdürmek, devam ettirmek; go on + mastar = başka birşey yapmaya geçmek) 10) He began his lecture by showing us where the island was and went on to tell us about its climate. 11) Being idle is sometimes agreeable, but being idle all the time may become monotonous. 12) That's a dentist's tool for extracting troublesome teeth. 13) It's no use us two trying to make up. You see, I really dislike her coming home so late and she, for her part, bitterly resents my (me) having been nominated for the post. 14) I think you'd better not insist on his (him) joining forces with us. Why don't we ever consider starting off on our own? What's the point of trying again when it has been proven such a decisive failure before? 15) Children must be taught to avoid crossing a crowded street except when a policeman stops the traffic for them. 16) We don't really care for doing this. I mean, we don't really enjoy having to do it. On the other hand, we don't anticipate meeting with much resistance in carrying it out. 17) Would you mind opening the window a little? Would you mind my (me) opening the window a little? 18) What a magnificent yacht! How would you fancy sailing the seven seas in it? 19) I'll be ready as soon as I've finished filling in this form... Keep ringing the bell. I'm sure they are at home... They looked delicious. I couldn't resist taking one... 20) Your brakes aren't working properly. You shouldn't risk driving without getting them seen to first. 21) There's no telling where all this might lead us in the end and it's no use crying over spilt milk... 22) "Do you object to my giving some more examples of the gerund?" "What's the use of doing more and more exercises when you can't avoid coming across them in almost any English sentence anyway?" 23) Look, I'm not used to being ordered about. I wonder if coming here was such a good idea after all... 24) Once he starts talking, there's no stopping him. 25) I like being with you... You see, I hate telling lies and I've been looking forward to having a chance to tell you all this... In plain truth, I love being with you... I can't help loving you... I can't stop loving you... YANITLAR 1) Mektubunuzu dört gözle bekliyorum. (Sizden yeniden işitmeyi, haber almayı özlemle bekliyorum) 2) Çocuk sonunda tırnaklarını yemeyi bıraktı, ama daha sonraları burnunu karıştırmağa başladı. 3) Belki de hepimiz için iş işten geçmiş oluncaya değin karar vermeyi erteleyip durma. Gerçeklerle yüzyüze gelmekten sonsuza değin kaçınamazsın. 4) Korkarım bir yabancı dil öğrenmeye pek fazla hevesli görünmüyorlar. 5) Sen şimdiye değin iklime uyarlanmış, hatta böyle bir yerde yaşamaya alışmış bile olabilirsin, ama ben kendimi burada bu koşullar altında seninle bir yaşam paylaşmağa alışıyor düşünemiyorum. 6) Yalan söylemekte çok usta olduğunu itiraf etmeliyim. İçkili araba kullandığı için para cezasına çarptırılmış olduğunu öğrenmeni ta bugüne değin başka nasıl geciktirebilirdi ki... 7) "Sanırım sinemaya gitmek isteyip istemediğini soran bendim, özür dilerim... Ama, onun yerine yürüyüşe çıkmak istemez misin şimdi?" "Boşver aldırma... Kuyruklarda beklemeğe alışkınım ben." 8) Heryerde dikenli teller var: mahkumlar kampında olmak gibi birşey. (= olmağa benziyor) 9) Yarım saat daha ordudaki hayatını anlatmayı sürdürdü. Sonra savaştaki deneyimlerini anlatmağa geçti. 10) Adanın nerede olduğunu bize göstererek dersine (konferansına) başladı ve sonra iklimini anlatmağa geçti. 11) Arada bir aylak olmak hoşa gider, ama sürekli aylak olmak tekdüze hale gelebilir. 12) Bu, sorunlu dişleri çekmek için bir diş hekimi aletidir. 13) Aramızı düzeltmeğe çalışmamız boşuna. Anlarsın ya, eve bu kadar geç gelmesinden gerçekten hiç hoşlanmıyorum; o da kendi adına, görev için benim aday gösterilmiş olmamı büyük esefle karşılıyor, hazmedemiyor... 14) Kendisinin güçlerini bizimle birleştirmesi konusunda ısrar etmesen daha iyi olur sanırım. Neden sanki kendi başımıza işe koyulmayı hiç düşünmeyiz ki? Daha önce böylesi kesin bir başarısızlık olduğu görülmüş (kanıtlanmış) birşeyi yeniden denemenin yararı ne? 15) Bir polis memurunun kendileri için trafiği durdurması (durdurduğu zamanlar) dışında kalabalık bir caddede karşıdan karşıya geçmekten kaçınmaları çocuklara öğretilmelidir. 16) Bunu yapmak istemiyoruz ve yapmaktan da aslında hoşlanmıyoruz. Demek istiyorum ki, bunu yapmak zorunda oluşumuzdan gerçekten hoşlanmıyoruz. Öte yandan, bunu gerçekleştirirken fazla bir direnmeyle karşılaşacağımızı beklemiyoruz (ummuyoruz). 17) Pencereyi biraz açabilir misiniz? Pencereyi bir parça açmamın sizce bir sakıncası var mı? (Nezakat dolu iki emir tümcesi: Birincisi sen aç, ilincisi bırak ben açayım, diyor) 18) Ne muhteşem bir yat! Yedi denizleri onunla dolaşmağa ne dersin! (Wouldn't you fancy = istemez miydin?) 19) Çok kolay... 20) Firenleriniz doğru dürüst çalışmıyor. Önce onlara bir baktırtmadan arabayı kullanma riskine girmemelisiniz. (get sth done = ettirgen çatı: yaptırtmak...) 21) Bütün bunların bizleri sonunda nereye götüreceğini bilmenin bir yolu yok... Dökülmüş süte ağlamanın da bir yararı yok (atasözü: Olan olduktan sonra üzülmenin bir yararı yok, tedbirinizi zamanında alsaydınız) 22) "Gerund'lara ilişkin bir dizi daha örnek vermeme bir itirazınız var mı?" "Durmadan yeni egzersizler yapmanın yararı nedir ki eğer bunlara hemen her ingilizce tümcede zaten rastlıyorsak?" 23) Baksana sen bana, ben öyle şuraya buraya emredilip işe koşulmağa alışkın değilim. Buraya gelmek hiç de bir fikir değildi diye düşünüyorum... (= Bunca şeyden sonra acaba buraya gelmek iyi bir fikir miydi acaba diye düşünüyorum) 24) Bir kere çenesi açıldımı onu susturmanın artık bir yolu yoktur... 25) Seninle birlikte olmaktan çok hoşlanıyorum... Anlarsın ya, yalan söylemekten nefret ederim ve sana bütün bunları anlatmam için bir fırsatım olmasını dört gözle bekliyordum... Apaçık gerçekleri söylersem, seninle birlikte olmaya bayılıyorum... Seni sevmemek elimde değil... Seni sevmekten vazgeçemem (seni sevmeyi durduramam, son vermek elimde değil...) Bütün gerund'larınız böyle sevgi dolu olsun... CHAPTER - 12 THE PARTICIPLES SIFAT VE ZARF EYLEMLER Participle'lar, fiillerden türetilen sıfat veya zarf (= belirteç) işlevli sözcüklerdir... Öğrenmemiz gereken kalıplar ve Türkçedeki karşılıkları şunlardır: TEMEL KALIPLAR PRESENT PERFECT PAST PARTICIPLE (V3) ACTIVE seeing = zarf: görerek; sıfat: görmekte olan PASSIVE being seen = görülerek; görülmekte olan ACTIVE having seen = görmüş olarak, görmüş olan PASSIVE having been seen = görülmüş olarak, görülmüş olan seen = görülen, görülmüş (Yalnızca sıfat ve passive) NOT: Past participle "seen" dışında, gerund ve participle'ların tümüyle eşbiçimli olduklarına, ancak farklı işlevleri ile tanındıklarına değinmiştik. Konuşmada ise karışıklığı önlemek için farklı sözcük vurgusu kullanıldığını da örneklemiştik. Bknz. "The Gerund" Bölümü giriş paragrafları... DİKKAT... DİKKAT... Mastarlar, gerund'lar, yardımcı fiiller, vb. için verdiğimiz pratik altın kurallar burada da geçerliğini sürdürüyor. Yani -Şimdiki zaman, geniş zaman, gelecek zaman kapsamında "present" kalıplar kullanılır. Geçmişe dönük bildirimlerde "perfect" kalıplar kullanılır. Ama bu değerlendirmeler, içinde yaşadığımız an açısından değil, tümcede sözü edilen zamanın öteki zamanlara olan göreli ilişkisinden şekillenecektir. Örneğin, "Being pregnant herself, Ayşe could easily appreciate her friend's predicament," tümcesinde sözü edilen durum, bize göre geçmiş zamanda olmasına karşın, bir present participle ile kurulmuştur: Çünkü, Ayşe'nin gebe olması ve arkadaşının zor durumunu anlaması birbirine göre "present" zamandadır. Eğer tümceyi perfect participle ile kursaydık, "Having been pregnant herself...": anlam tümüyle değişirdi: "Eskiden kendisi de gebe kalmış olduğu için, şimdi arkadaşının zor durumunu anlayabiliyordu"... KONU BİZLER İÇİN NEDEN ÖNEMLİ ? Anımsayalım: Gerund'lar ad işlevlidir: tümcelerde ad kullanılması gereken yerlerde kullanılırlar. Participle'lar ise (tenselerin oluşturulmasında kullanılan fiil çekimlerinin de bu başlık altında toplanmaları yanında) sıfat ve zarf işlevli fiil türevleri olarak, 1) Doğrudan sıfat olarak kullanılabilir: present participle: a sleeping child, running water, passing clouds past participle: a broken heart, selected questions, written statements It's surprising / We are surprised... It's frightening / We are frightened... The film was boring / We were bored... The journey was tiring / They were tired... 2) Ama daha de önemlisi, kısaltılmış sıfat-tümcelik ve kısaltılmış zarf-tümcelik yapımında görev alırlar. Bizim de dikkatimizi asıl yoğunlaştıracağımız konu budur. Çünkü, yabancı dil olarak ingilizce öğreniminde en çetin konulardan birisini oluşturmaktadır. "KISALTMA" İŞLEMİ NASIL YAPILIR ? Sıfat yada zarf tümcelikteki bağlaç, özne, fiil grubu zaman ve çatı olarak uygun participle türevine dönüştürülür ve tümcelik bu participle kalıbı ile başlar. Yani, kısaltılmış sıfat yada zarf tümcelik, en başta sıraladığımız 5 participle kalıbından birisi ile başlar. 1) KISALTILMIŞ SIFAT TÜMCELİKLERİ a) The Present Participle who is walking --------› walking = yürümekte olan The man who is walking towards us is my uncle. --------› The man walking towards us is my uncle. which shows --------› showing = gösteren What we need is a map which shows the secondary roads as well. --------› What we need is a map showing the secondary roads as well. who wish --------› wishing = isteyen Those who wish to leave can do so now. --------› Those wishing to leave can do so now. who were excavating -----› excavating = kazmakta olan I inspected the men who were excavating the site. --------› I inspected the men excavating the site. which was being excavated -----› being excavated = kazılmakta olan I inspected the site which was being excavated. --------› I inspected the site being excavated. a) The Past Participle which were chosen ------› chosen = seçilen, seçilmiş olan The questions which were chosen were very easy. --------› The questions chosen were very easy. who were arrested ------› arrested = tutuklanan The people who were arrested had nothing to do with the incident. --------› The people arrested had nothing to do with the incident. ÖNEMLİ NOTLAR 1) Doğaldır ki, iki bağımsız tümce, burada gösterdiğimiz participle kalıpları kullanılarak tek tümce haline getirilebilir. Çok şık sonuçlar elde edilecektir: I inspected the men. They were excavating the site. ----------› I inspected the men excavating the site. I inspected the site. It was being excavated. ----------› I inspected the site being excavated. Some people were arrested. They had nothing to do with the incident. ----------› The people arrested had nothing to do with the incident. They noticed a group of enemy soldiers. They were hiding behind the trees. ----------› They noticed a group of enemy soldiers hiding behind the trees. (... enemy soldiers who were hiding... etc) 2) Perfect participle ile kısaltılmış sıfat tümcelik kurulamadığına dikkat ediniz. Ama, perfect participle ile kurulan zarf tümceliklerin bazen türkçeye bir sıfat tümceliği olarak çevrilmesinin daha anlamlı olacağı görülebilir: Having been informed of the enemy attack beforehand, the general arranged his troops in proper battle formation. (= Because/since/as he had been informed... 'dan kısaltma) Düşman saldırısı hakkında önceden bilgilendirilmiş olduğu için, general birliklerini uygun savaş düzeninde yerleştirdi. (Gramer açısından doğru çeviri) Düşman saldırısı hakkında önceden bilgilendirilen / bilgilendirilmiş olan general birliklerini... (Türkçe anlatımda yeğlenebilecek ikinci olasılık) 2) KISALTILMIŞ ZARF TÜMCELİKLERİ a) The Present Participle Because he believed he had no chance at all, he decided not to bother to take the exam. ----------› Believing he had no chance at all... etc. As he was terribly interested in the Ottoman period, the first thing he did in İstanbul was to visit the Topkapı Museum. ----------› Being terribly interested, ...etc. While they were being questioned, the robbers could give no satisfactory answers. -------› (While) Being questioned, ...etc. a) The Perfect Participle Because she had already failed the exam twice, she was reluctant to give it another try. -------› Having already failed the exam twice, ...etc. Since he hadn't been given a second chance to try, he decided to withdraw from the competition. ----------› Not having been given ...etc. As she will have already failed twice, she will not risk another try. ----------› Having already failed twice, she will not ... etc. Buradaki son örnekte, bize göre future zamanda gerçekleşecek olmasına rağmen, başarısızlık durumu sözü edilen zaman dilimine göre "past" olduğu için perfect participle kullanıyoruz. Present/perfect kalıp seçiminin, bizim içinde bulunduğumuz zamana göre değil, tümcedeki zaman ilişkileri açısından yapıldığını tekrar ve önemle hatırlatmak isterim. (Zaten Türkçede de durum böyle değil mi?) = "Daha önceden iki kez başarısızlıkla karşılaşmış olduğu / olacağı için, bir kez daha denemek istemeyecektir..." a) The Past Participle Past participle ile kurulan tümceliklerin yalnızca edilgen anlamlı olabileceğine dikkat ediniz: Because he was/had been rejected by the committee, he felt very unhappy. ------› Rejected by the committee, he felt very unhappy. (= Reddedilmiş olduğu için. Burada aynı participle formu, farklı tense'lerde iki ayrı tümceden çıkarsanmış olabilir.) When he was questioned by the police, he gave misleading answers. ------› Questioned by the police, he gave misleading answers. NOT: Dikkat edilirse, yukardaki ilk örnek ARDZAMANLI, ikinci örnek ise EŞZAMANLI bir anlam vermektedir. Bunu tümcenin, paragrafın, söz bölüğünün gelişinden anlarız. İşte bu nedenle sözlüklerde, past participle türkçe karşılıkları için her ikisi de gösterilmelidir: seen = görülen, görülmüş... discovered = keşfedilen, keşfedilmiş... gibi. Yine aynı şekilde, past participle ile başlayan bu tür tümcelerin bir bölümünün sıfat tümlecik niteliğinde olduğu, öte yandan öyle olsun yada olmasın türkçeye sıfat tümceliği olarak daha başarılı çeviri verdiğini burada not edelim. Ne de olsa, çeviri yapan kişinin ilk görevi, kaynak dilin gramerine sadık kalmak değil, kendi dilindeki anlatım özelliklerini önplana çıkarmaktır. BAĞLACIN KORUNDUĞU YERLER Genel ilke olarak, sıfat/zarf tümcelik oluştururken, fiil grubunda uygulanan dönüştürüm yanında, bağlacın da atılacağını söylemiştik. Ama, anlamın belirsizliğe itilmesi riski olan durumlarda, bağlacı koruruz: Feeling ill, she studied for her exams. Acaba genç kızımız, "hasta olduğu için mi" (örneğin arkadaş toplantısına gitmekten vazgeçerek) oturup ders çalışmıştır (= Because she was feeling ill...); yoksa "hasta olmasına rağmen kahramanca direnerek mi" (= Although she was feeling ill...) ? İşte böyle bir durumda, bağlacı korumakta yarar var. Aynı şekilde, Backing out of her garage, she hit her husband. Böyle bir tümce, olayın "taammüden cinayet" olduğu izlenimini verecektir. Olayın bir kaza olduğunu dile getirmek için bağlacı korumak zorundayız: While backing out of her garage, she hit her husband. SÖZDİZİM KURALLARINA DİKKAT Büyük önem taşıyan bir başka konu da, kısaltılmış sıfat/zarf tümcelik ile ilişkilendirildiği kişi/nesne arasındaki gramer bağlantısının belirsiz bırakılmaması, yeterli ve doğru kurulmasıdır: 1) Participle, izlemekte olduğu ad/adıl ile bağlantılıdır. Aşağıdaki örnekte, "believe" eden "Romeo" dur: Romeo, believing Juliet is dead, does not hesitate to choose death himself. 2) Bu koşul karşılandığı sürece, temel tümcenin fiili, participle ile öznesi arasına yerleştirilebilir: I walked through the barricade, hoping that they would not stop me. Ali and Güneş walked in, followed by their wives and children. İlk örnekte, participle mantık olarak "barricade" ile ilişkilendirilemez: Barikatların "umut etmesi/etmemesi" sözkonusu değil... Dolayısıyla, "I, hoping that they would not stop me, walked through the barricade" demek zorunda değiliz... Unutmayın, yakın ilişkili olan "I" ve "walked" sözcüklerinin arasını ne kadar çok açarsak, tümcenin anlaşılması o derece güçleşir. 3) Kendisinden önce herhangi bir ad/adıl bulunmayan bir participle, kendisinden sonra gelen fiilin öznesi ile bağlantılıdır: Puzzled by the situation, Ali decided to talk to Güneş about it. (= Durumdan şaşkınlık duyan Ali'dir) 4) Bu saydıklarımız sanki uyarıya gerek olmayan apaçık gerçeklermiş gibi görünüyorsa da, doğabilecek yanlışlıklara ve bunların tedavi yollarına örnekler verelim: YANLIŞ : Waiting for a bus, a dog jumped on my lap... Bu tümceye göre, kucağıma atlayan köpek orada otobüs bekliyordu... Zarf tümceliği açık açık, yani kısaltmadan yazarak bu yanlışı giderebiliriz: SEÇENEK : While I was waiting for a bus, a dog ...etc. YANLIŞ : While studying, a barking dog disturbed me... Buradaki yanlışlığı, örneğin pasif dönüşümü ile düzeltebiliriz: SEÇENEK : While studying, I was disturbed by a barking dog... YANLIŞ : Walking down the road, red brick houses can be seen stretching out on both sides. SEÇENEK : When one walks down the road, red brick houses ...etc. YANLIŞ : While lifting a heavy stone, my back was hurt. SEÇENEK : I hurt my back while (I was) lifting a heavy stone. DİKKAT... DİKKAT... Participle'ın öznesi ile, temel tümcelik öznesinin aynı kişi olması zorunluğu yoktur: The day being fine, we decided to go out for a walk... All the necessary arrangements having been made, the two teams were now going over their final preparations. OLASI ANLAM KARIŞIKLIKLARI Sürekli gözönünde bulundurmak zorunda olduğumuz bir genel ilkeyi burada yeniden anımsayalım: Şimdiki, geniş, gelecek zamana ilişkin anlatımlar için PRESENT kalıplar; geçmişe ilişkin anlatımlar için PERFECT kalıplar kullanılır. Ancak zaman boyutundaki bu göreli değerlendirme, bizim içinde yaşadığımız zaman açısından değil, tümcedeki zaman açısından yapılır. (Tümcedeki zamanın, içinde yaşadığımız zamanla birebir çakıştığı tek zaman, present continuous tense, kısmen de simple present tense' tir.) Buna göre aşağıdaki tümceyi, uygun participle ile kısaltılmış şekli ile birlikte irdeleyelim: After I had finished my shopping, I returned home. Having finished my shopping, I returned home. İlk tümce, tense kullanım kurallarına göre doğru oluşturulmuştur: Geçmişteki bir olay için PAST TENSE, onun öncesi için PAST PERFECT TENSE... kinci tümce de öyle: Yine doğru bir seçimle, PERFECT PARTICIPLE = Önce alışverişi bitirdim, sonra eve döndüm... İşte bu tümcede present participle tercihi anlamı tümüyle geçersiz kılacaktır: "Finishing my shopping, I returned home... Bir yandan alışverişimi bitirirken, bir yandan eve döndüm..." Çünkü, burada iletilmek istenen kavram, "alışverişi bitirdikten sonra" dır. Bu iki eylem arasındaki zaman aralığı nedeniyle, önceki eylem için PERFECT PARTICIPLE "alışverişi yapmış olarak, yaptıktan sonra" kavramını kullanmak zorundayız. NOT: Yine de bir romanın bir sayfasında, "yanlış" dediğimiz bu tümceye denk gelirseniz şaşırmayın. Anlamı, "Alışverişi hızla bitirip eve döndüm," olacaktır. 1) Demek ki, iki eylem arasında açık ve belirgin bir zaman aralığı varsa, doğal tercihimiz PERFECT PARTCIPLE seçimi olur. Bu eylemlerin, bizim içinde bulşunduğumuz zamana göre past/present/future olmaları bu seçimi etkilemez. Esas olan, tümcedeki iki eylemin birbirine göre durumudur: Having failed in her previous attempts, she was not willing to try for a third time. Having failed in her previous attempts, she will be reluctant to try for a third time. Having lived on his own for a long time, he found it difficult to adjust to a married life. Having lived on his own for a long time, he will find it difficult to adjust to a married life. Having been bitten twice before, the postman refused to deliver our letters unless we chained up our dog. Having been bitten twice before, the postman refuses to deliver our letters unless we chain up our dog. 2) Sözü edilen iki eylem arasında kısa süre içinde ardışıklık, peşpeşe gerçekleşme gibi durumlarda PERFECT PARTICIPLE yerine ON (upon) + PRESENT PARTICIPLE kalıbı geçerlik kazanabilir: perfect participle ------› on (upon) + present participle When she entered the room, she found the boys fast asleep. ------› On entering the room, she found ...etc. When the customs officers opened her suitcase, they found the documents hidden away among her clothes. ------› Upon opening her suitcase, ...etc. Bunları türkçe'ye "Odaya girince... çantaları açmaları üzerine..." yada "Girdi ve gördü, açtılar ve gördüler" şeklinde çeviriyoruz. 3) Örneğin aşağıdaki tümcede, sözü edilen iki eylemin eşzamanlı yada ardışık olup olmadıkları belirsiz bırakılmıştır: Reading the instructions, she decided to try the machine. Acaba, talimatları bir yandan okurken mi, yoksa okuduktan sonra mı karar verdi? Türkçe'de bu belirsizliği yazıda virgül kullanarak, konuşmada ise sözcük vurgusu ile çözebiliriz: Talimatları okuyarak karar verdi... Okurken, okuma sonucu... Talimatları okuyarak, karar verdi... Okuduktan sonra... İngilizce de aynı ikilem participle tercihleri ile çözülecektir: (While) Reading the instructions... Having read the instructions... KİMİ ÖZEL KULLANIMLAR 1) See, hear, feel, smell, listen to, notice, find, watch fiillerinden sonra nesne + present participle I see him passing by my window every day... I felt the whole place shaking... He smelt something burning... They found him lying on the sofa... I watched them rehearsing the ceremony... Bu fiillerden sonra nesne + yalın mastar yapısı kullanıldığında ise anlam başkalaşır: I saw him doing it. =Yaparken gördüm. I saw him do it. = Yaptığını biliyorum. Yaptığını gördüm. Belki de sürekli yapıyordur zaten... ÖNEMLİ NOT : Yalın mastar ile kullanılan yapılar, edilgen (pasif) çatıda tam mastar haline dönüşür: He was seen to do it many times... He was overheard to say that he would never agree to it... 2) Catch ve find fiillerinden sonra nesne + present participle "Catch" ile kurulan bir tümce, öznenin sözkonusu eylemden hoşnutsuz olduğunu dile getirir. "Find" ile kurulan tümceler böyle bir nüans taşımadığı gibi, fiilin nesnesi cansız varlık da olabilir: I caught his using my tools... If your father catches you using his tools, he'll be very angry... I found the boys playing in their room... I found the book lying open on the table... 3) Spend/waste +zaman/para birimi + present participle She spends at least a full hour making up before the mirror. We wasted a whole afternoon trying to repair it. 4) Be busy + present participle She is busy packing up... Eşyalarını toplamakla meşgul... [= aynanın önünde makyaj yapmak] We are busy trying to repair the car... 5) Dolaylı anlatımda, birden çok tümcenin birlikte aktarılması durumunda, ikinci bir giriş fiili yerine present participle kullanımı çok daha "şık" olur: "You mustn't drink more than a small beer. Remember that you're going to drive us home." ---------› She told/begged her husband not to drink more than a small beer, pointing out he was going to drive them home... Yukardaki tümcede, "pointing out" yerine değişik denemeler de yapabilirsiniz. Anlatıma zenginlik katacaktır: reminding him that... stressing the fact that... etc. KİMİ ÇOK İLGİNÇ ÖRNEKLER Participle kullanımı ile oluşturulan gerçekten çok ilginç bazı örnekleri aşağıda veriyorum. Lütfen türkçe karşılıkları ile birlikte inceleyiniz: I won't have you walking all over the house with those muddy shoes... Bu çamurlu ayakkabılarınla evde dolaşmana izin veremem/vermeyeceğim... (I won't have you... yapısı, karşı çıkma, izin vermeme anlamında kullanılır) Your mother wants this place cleaned up at once... Anneniz hemen buranın temizlenmesini istiyor. He couldn't make his voice (himself) heard, even though he was shouting at the top of his voice... Sesini duyuramadı / duyuramıyordu... I heard my name called... Çağırıldığımı duydum... Bana seslenildiğini duydum... I heard my name called up... Adımın okunduğunu duydum. We found the place deserted... Orayı terkedilmiş bulduk... (DİKKAT: Eğer, çeviriyi "terkedilmiş yeri bulduk" şeklinde yaptıysanız, bunun karşılığı, "We found the deserted place" olurdu) Karaoğlan, only half-conscious, felt himself lifted up... Yarı baygın durumdaki Karaoğlan eller üzerinde kaldırıldığını (havaya kaldırıldığını) hissetti. Casanova was standing there watching the ladies walk by... Kazanova orada dikilmiş gelip geçen bayanları seyrediyordu / dikizliyordu. The ambassador sits around all day doing nothing... Büyükelçi bütün gün işsiz güçsüz orada burada zaman geçiriyor. There's a day nursery next door; you might have children screaming all day long... Kapı komşunuz bir kreş; büyük olasılıkla bütün gün çocukların bağrışmaları ile rahatsız olacaksınız. In the youth camp, they'll have the children swimming within a week... Gençlik kampında çocuklara yüzmeyi bir hafta içerisinde öğreteceklerdir. Human nature being what it is, perhaps some future nuclear war is indeed inevitable... İnsan doğası böyle olduğu için (olduğu gibi olduğu için = because human nature is what it is) belki de gelecekte bir nükleer savaş kaçınılmaz olacaktır. Things being as they are, we unfortunately don't have much chance of success... Durum bu şekilde olduğundan (= Herbir şeyler bu durumda alduğu için = because things are what/how they are) ne yazık ki fazla bir başarı şansımız yok. Being an unmarried mother yourself, you can better appreciate my present predicament... Siz kendiniz de evlenmemiş bir anne olduğunuz için (=olarak... As you are an unmarried mother yourself) şu andaki zor durumumu daha iyi anlayabilirsiniz. Having been away for so long, he has no idea of the changes that have taken place here... Uzun zamandır burada olmadığı için... All things considered, it was not such a bad bargain after all... Herbir şeyler dikkate alındığında, hiç de kötü bir pazarlık değildi doğrusu... Bayağı ucuza kapattık. (When all things are considered, when we consider everything...) GENERAL EXERCISE Aşağıdaki tümceleri yapı ve anlam bakımından irdeleyiniz. "Kısaltılmamış" yapıyı belirlemeğe çalışınız. Tümceleri türkçe'ye çeviriniz. Tümcelerin herzaman tek parça halinde çeviri vermeyeceğini, çoğu zaman bölüp parçalamak gerekeceğini göreceksiniz. Türkçe'de en güzel, en kolay anlaşılır tümce, kısa olan tümcedir. Kimi zaman da zarf tümcelik yerine Türkçe'de sıfat tümcelik yada bunun tersinin daha iyi sonuç vereceğini göreceksiniz. 1) Red Kid rode away, a cigarette hanging from his lips... He rode away, having finished his drink... He fired his gun, wounding one of the Daltons... 2) One of the Dalton Brothers fell, hitting and hurting his elbow against the table. 3) Looking after the baby in the park, he was also keeping an eye on the main entrance to the building. People, taking off their hats, were entering the building. 4) Having eaten his sandwich in a great hurry, he had rushed out of the house. He made a point of staying away from crowded streets on the way, being worried that he might get recognized. 5) Being a bit of an amateur collector himself, he was naturally very much interested in that peculiar subject of their conversation. 6) Children attending this school have to wear uniform. 7) Those getting impatient were beginning to look for something to do to while away (= pass) the time. 8) Weakened by successive storms, the bridge was no longer safe. (to succeed = 1. başarılı olmak, başarmak... 2. ardından gelmek, yerine geçmek, halef olmak... Successor = halef, bir öncekinin yerine geçen kişi. Successive : ardarda gelen, ardışık... 9) Convinced that they were trying to poison him, he refused to eat the food they gave him. 10) Being an unmarried mother herself, she would sympathize with you and appreciate your problems. 11) Repeating once more what he had already told them twice, Güneş tried to reassure them of the company's future. 12) Having climbed up two-thirds of the path to the summit, we could not give up now. 13) The magazine finally ceased publication, its circulation having dropped steadily over a period of years. 14) The country is experiencing its hardest winter for years, some areas in the east having lain under a thick blanket of snow for nearly five months now. 15) It is difficult to make both ends meet these days, the taxes being so high. (= iki yakayı bir araya getirmek) 16) From my study window I could see the ships sailing in and out of the harbour. 17) His last remarks left me wondering what he was driving at. 18) I found it difficult to get the things going again. 19) Not knowing what to do in such a situation, she came to me for advice. 20) Generally speaking, he didn't think much of modern painting. This wasn't so surprising, considering his academic training. 21) The explorers had a long talk with the natives, the guide acting as their interpreter. 22) Not having had a wink of sleep the previous night, she felt rather irritable all through the morning. 23) The site being excavated dates back to the early Neolithic period. Having already been excavated a number of times, the site now keeps no more secrets for the archaeologists. 24) None of those present having any further remarks to make, the chairperson closed the meeting. 25) Having completed this particular exercise, I now feel quite confident that I can answer any probable exam questions on the use of the participles. YANITLAR 1) Red Kid rode away. A cigarette was hanging from his lips. He rode away after he had finished his drink. He fired and wounded one of the Daltons. 2) One of the Dalton Brothers fell and he hit and hurt his elbow against the table as he fell. 3) As he was looking after the baby in the park, he was also... etc. People were taking off their hats and entering the building. (People took their hats off and entered...) 4) After he had eaten his sandwich in a great hurry, he had rushed out of the house. ...crowded streets on the way, because he was worried ...etc. 5) Because/since/as he was a bit of an amateur collector himself, he was ...etc. 6) Children who attend this school have to wear uniform. 7) Those who were getting impatient were beginning ...etc. 8) Because/since/as it was/had been weakened by successive storms, the bridge ...etc. 9) Because/since/as he was convinced that they were ...etc. 10) Because/since/as she is an unmarried mother herself, ...etc. 11) Güneş repeated once more what he had already told them twice and tried to reassure them ...etc. 12) After we had climbed two-thirds of the path ...etc. 13) The magazine finally ceased publication. Its circulation had dropped ...etc. (Veya, ...publication because/after its circulation had dropped...) 14) ... hardest winter for years and some areas in the east have lain under a thick blanket of snow ...etc. (Veya, iki ayrı tümce) 15) It is difficult to make both ends meet these days -- because the taxes are so high. (Yada, tabiatıyla iki ayrı tümce) 16) ... the ships which were sailing in and out... 17) Bu son söyledikleri, bende konuyu nereye getirmek istediği merak ve endişesini uyandırdı. 18) Herbir şeyleri yeniden yoluna koymakta güçlük çektim. 19) Because/since/as she didn't know what to do ...etc. 20) If we should put it in general terms... This wasn't so surprising if/when we consider his academic training. 21) ... with the natives and their guide acted as their interpreter. ... with the natives. Their guide was acting as their interpreter.) 22) Because/since/as she had not had a wink of sleep the previous night ...etc. 23) The site which is being excavated goes back ...etc. As it has already been excavated a number of times ...etc. 24) Since none of the people present had any further remarks to make, ...etc. (Veya, iki ayrı tümce) 25) After I have completed... CHAPTER - 13 EDİLGEN ÇATI THE PASSIVE VOICE KISA GİRİŞ İşte İngilizce'de öğretilmesi de öğrenilmesi de en kolay konulardan birisi... Onun için okulda, kurslarda ve gramer kitaplarında bu derece popüler bir konu alsa gerek!... Aslında, "Sugar is sold by the kilo," ile "Sugar is sold out" arasındaki farkı bir çırpıda görüp değerlendirebiliyorsanız, birkaç teknik ayrıntı dışında öğreneceğiniz fazla birşey kalmamış demektir... KULLANILDIĞI YERLER İngilizcede olağan S+V+O düzeni (yani "aktif tümce") yerine, edilgen tümce yoluyla anlatım gereği aşağıdaki durumlarda ortaya çıkar: 1) Olayın kimler tarafından gerçekleştirildiği bilinmemektedir. "Faili meçhul" dür: Several people were stopped and robbed in that district last night. Two paintings were stolen from our local museum last week. 2) Çevremizdeki belli bir kişiyi suçlamaktan kaçınmak, yada belki kimliğini saklamak isteyebiliriz: Listen to me, boys; I think this letter has been opened and read and then carefully sealed again! You were seen with a man yesterday afternoon. 3) Olayı gerçekleştirenler değil, olayın kendisi dikkat odağıdır. Bilimsel metinlerde edilgen tümcelere sık rastlanmasının nedeni de budur: The distance between the stars is measured in terms of light years. The ingredients are poured into a cup and thoroughly stirred. 4) Nesne özneden daha önemlidir, yada vurgulanmak istenmektedir: His death was mourned by the whole nation... His books are read by millions of people today... 5) Sözdizimsel gerekçelerle, edilgen tümce kullanımı zorunlu hale gelebilir. Bu konuya participle yapıları ile ilgili bölümde değinilmişti: YANLIŞ : While walking home late last night, a funny-looking man stopped me. (Çünkü, burada "ben" değil "adam" evine gidiyordu, denilmiş oluyor) DOĞRU : While walking home late last night, I was stopped by a funny-looking man. Demek ki, paşa gönlümüz nasıl dilerse, her durumda ister etken ister edilgen tümce kurarız, diyemeyiz. Edilgen tümcelerin tercih edilmesini gerektiren, zorunlu kılan durumlar vardır. EDİLGEN CÜMLE YAPISI To Be + V3 Edilgen tümcede zamanı (tense) To Be fiili gösterir. Asıl fiil, geçişli (transitive) bir fiil olmak zorundadır ve her zaman " V3 " (past participle) biçiminde olacaktır. Özne, aktif tümcedeki "eski nesne" dir. Öte yandan, aktif tümcedeki "eski özne" ise ancak belli durumlarda kullanılacak "by-öbeği" (= agent) kimliğini kazanır. Formülümüz şöyle: ÖZNE TO BE ASIL FİİL AGENT TÜMLEYİCİ "eski nesne" tense gösterir V3 varsa varsa This poem was composed by an unknown artist in the 12th century. TO BE FİİLİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ NOT Bilindiği gibi bu fiil etken çatıda "continuous" tense'lerde (olağan durumda) kullanılmaz. Dolayısıyla, aşağıdaki çekimlerini biliyoruz: present : am, is, are past : was, were future: will be present perfect : have been, has been past perfect : had been future perfect : will have been Edilgen çatıda bunlara iki tense daha eklenir: present continuous : am / is / are being past continuous : was / were being Dolayısıyla, aktif çatıdaki 12 tense'e karşılık, edilgen çatıda yalnızca 8 tense yer almaktadır: ÖZNE TO BE V3 TENSE He is is being was was being has been had been will be will have been interrogated ------› ------› ------› ------› ------› ------› ------› present simple present continuous past simple past continuous present perfect simple past perfect simple future simple future perfect simple Aslında, edilgen bir tümcenin kuruluşu iki değişik yaklaşımla irdelenebilir: 1. Aktif tümceden dönüşüm. Okullarda, kurslarda alışılagelmiş yaklaşım budur. Etken ve edilgen tümcelerin farklı yerlerde kullanılması gerektiği vurgulandığı sürece, geçerli bir yaklaşımdır. 2. Aktif mastarlarla aktif tümceler, pasif (edilgen) mastarlarla pasif tümceler kurulur: to see = görmek to beat = yenmek to love = sevmek to be seen = görülmek to be beaten = yenilmek to be loved = sevilmek Demek ki yapılacak tek şey To Be fiilini bir yukardaki tabloda gösterdiğimiz 8 tense çerçevesinde çekerek tümcenizi kurmaktır. Asıl fiil ise her zaman için = V3 biçiminde olacaktır. BY-ÖBEĞİ = AGENT KULLANILMALI MIDIR ? Olağan durumda, "by-öbeği" kullanmak, yani agent belirtmek gereği duyulmasa gerekir. Çünkü, eylemi gerçekleştiren kişi/kişileri ("eski özne") bilsek, belirtmek ve önplana çıkartmak isteseydik, zaten aktif tümce kurmayı yeğleyecektik. Ancak istina durumlar da vardır. Aşağıdaki örneklerde agent kullanılmazsa, içi boş ve anlamsız bildirimler olacaktır.İrdeleyiniz: This piece of music was composed by Mozart... This one was painted by Picasso... Kimi zaman da, dikkat odağımız gereğiyle "fail" arka plana itilecek, "kabağın kimin başına patladığı" bizim için önplanda olacaktır: Soldiers' letters may be opened and read by the unit commander in times of war... Their mail is daily inspected by the sergeant before being given to them... By-öbeği kullanıldığında genellikle V 3'ün hemen ardında yer alır. Ama, vurgu amacıyla, öteki tümleç öğeleriyle yer değiştirebilir de. DİKKAT... DİKKAT... Agent kullanımı "by" = "tarafından" kavramı ile gerçekleştirilir ve bilerek, isteyerek, kendi iradesiyle yapıldığı nüanslarını taşır. Ancak, bu "bilinçli" edim kavramının geçerli olamayacağı durumlarda by ---› with dönüşümü geçerlik kazanır: The smoke filled the room. --------› The room was filled with smoke. Paint covered his jeans. --------› His jeans were covered with paint. EDİLGEN TÜMCELERİN ÇEŞİTLİ ÖZELLİKLERİ 1) Bilindiği gibi, dilde üç tür fiil yer almaktadır: Geçişli fiiller (transitive verbs) : see, beat, love Geçişsiz fiiller (intransitive verbs) : run, fall, asleep İlgilendirme fiilleri (linking verbs) : be, seem, taste Bunlar arasında yalnız birinci grupta yer alan fiillerle edilgen tümceler kurulabilir. Çünkü, eylemi gerçekleştiren kişi (özne) yanında, bu eylemden kimin/neyin etkilendiğini, "kabağın kimin başına patladığını" belirten bir kişi/nesne de sözkonusudur: Bir gören varsa, bir de görülen; seven varsa sevilen, yenen varsa yenik düşen... vardır. Oysa öteki fiillerde, eylemden etkilenen öznenin yine kendisidir, yada öznenin içinde bulunduğu durum anlatılmaktadır. Nesne yoktur. Edilgen tümce kurulamaz: DOĞRU : She fell into the water. YANLIŞ : The water was fallen into by her. DOĞRU : She was running. YANLIŞ : (The road) was being run by her. DOĞRU : She is nice. YANLIŞ : ??? Bellidir ki, "Su, onun tarafından içine düşüldü... Yol koşulmaktaydı..." gibi kavramlar mantık dışı önermeler sayılacaktır. NOT: Farklı dillerdeki "geçişli-geçişsiz" fiillerin birebir çakışacağı sanılmamalıdır. Yeni bir fiil için sözlüğe bakarken "vt." veya "vi." olma özelliğini not etmenizde yarar vardır, derim... 2) Bununla birlikte, geçişsiz fiiller de belli ilgeçler ile bütünleşerek, yeni ve geçişli bir anlam kazanabilirler. Bu durumda, ilgecin edilgen tümcede asıl fiilin hemen arkasından yer almasına özen göstermeliyiz. Konuşurken de bunları tek birim halinde söyleriz: No one slept in the bed. --------› The bed wasn't slept in. Someone sat on my hat. --------› My hat was sat on. People talked of his mysterious death for years afterwards. --------› His mysterious death was talked of for years afterwards. ÖNEMLİ NOT: "To Be + V3 + (sıfat) ad + ilgeç" şeklinde dizilen kalıpları da burada örnekleyebiliriz: This silly correspondence must be put a stop to. The troublesome customer was quietly got rid of. His love for his children was taken much advantage of. Ancak, bu tür tümceler için değişik bir düzenleme daha "doğal" görünebilir: Our warning was paid little attention to. --------› Little attention was paid to our warning. Much advantage was taken of his love for his children. No fault was found with the way they had arranged things. (Örneğin burada, "The way they had arranged things was found no fault with" kulağa hiç de hoş gelmiyor...) [Buradan alınacak ders şudur: Tümcenizin ilk kurduğunuz şekli ile albenisine kapılıp sürüklenmeyin. Sözcükleri biraz daha yoğurun, bakalım daha ne şekiller alacaklar...] 3) Çift nesne alan fiillerle iki değişik edilgen tümce elde edilecektir: Someone gave her a pen. She was given a pen. A pen was given to her. My mother brought me some warm clothes. I was brought some warm clothes. Some warm clothes were brought for me. Gerçi, edilgen dönüşümde genelde kişi ile başlayan seçenek daha yaygındır, ama aslında bu seçimin vurgulanmak istenen anlama göre yapıldığına dikkat ediniz. (Dilbilgisi kitaplarında "direct object - indirect object = dolaysız nesne - dolaylı nesne, terimleri kullanılır.) 4) Edilgen bir tümcede How? Nasıl? sorusuna yanıt veren tarz zarfları genellikle V 3'ten hemen önce gelir: Somebody opened the door slowly. --------› The door was slowly opened. They brought up the child well. --------› The child was well brought up. 5) DİKKAT... DİKKAT... Sınavlarda en çok düşülen yanlışlıklardan birisi, aktif-pasif dönüşümü sırasında eski özne-nesne'ye ilişkin tekil-çoğul özelliklerinin gözden kaçırılmasıdır: We have mailed the letter today... YANLIŞ : The letter have been mailed today. DOĞRU : The letter has been mailed today. 6) "Nobody, nothing" gibi olumsuzluk belirten sözcüklerle başlayan tümceleri edilgen çatıya çevirirken özel dikkat gerekiyor. Tümce sonunda "by nobody/nothing" öbeğini kullanmayacağımıza göre, buradaki olumsuzluğu bir başka yöntemle aktarmak zorundayız. Aşağıdaki yanlış şıkkındaki "edilgen" örnek, yani "any" ile başlayan bir olumsuz tümce ingilizcede geçersiz bir yapıdır. Diğer şıkları inceleyiniz: Nobody offered me anything. YANLIŞ DOĞRU Anything was not offered to me I was offered nothing. I wasn't offered anything. Nothing was offered to me. 7) Yardımcı fiillerle edilgen çatı, yalın (to'suz) edilgen mastar kullanımı ile gerçekleştirilir: We can see it. --------› It can be seen. (to be seen) We could do it. --------› It could be done. (to be done) We should have told him. --------› He should have been told. (to have been told) 8) Feel, hear, see, watch, notice, observe fiillerinden sonra, aktif çatıda yalın mastar, pasif çatıda ise tam mastar kullanılır. Ancak, let fiili bu kuralın dışındadır ve her iki çatıda da yalın mastar alır: They heard her scream. --------› She was heard to scream. People saw the car stop. --------› The car was seen to stop. They let us go --------› We were let go. 9) Gerund ve participle yapıların edilgene dönüştürümü güçlük oluşturmaz: a. Aktif ve pasif gerund'lar kullanılarak: I remember their taking you to the hospital --------› I remember your being taken to the hospital. She tries to avoid being seen with him. (= tries to avoid people seeing her with him) I hate being laughed at. (= hate people laughing at me) She loves being taken out to dinner. (= loves boys taking her out to dinner) He hated being called "Neco". (= hated everybody calling him "Neco") I resent having been punished for nothing. (= resent their having punished me for nothing) b. Aktif ve pasif participle'lar kullanılarak: They saw the thief running away. --------› The thief was seen running away. He was found working at his desk. (= They found him working at his desk) The children were found playing in the woods. (= The rescue team found the children playing in the woods) We are often kept waiting in long queues. (The authorities often keep us waiting in long queues) 10) Özellikle konuşma dilinde, BE fiili yerine GET fiilinin kullanıldığı örnekler oldukça yaygındır. Giderek, aralarında bir nüans farkı doğmuş olduğunu da görürüz: It was left at home. (= Bile bile) It got left at home. (= Farkına varılmaksızın) A lot of people got hurt in the process. (= Hesapta yoktu) There's no doubt that you'll get duly punished. (Be=Get) Not very many fish get caught nowadays. (Akıllandılar mı acaba?) 11) Etken çatıda kurulmalarına karşın, edilgen anlam veren aşağıdaki örnekleri not ediniz. Türkçede de "Kitap yok satıyor" demiyor muyuz? His book is selling rather badly... The library closes at seven... The car drives comfortably now... This dress won't wash... This story reads well... The furniture needs polishing... The house needs cleaning... The car wants washing... 12) Aktif soru tümcelerinin edilgen çatıya dönüştürülmesi, yada doğrudan edilgen soru oluşturmada belli ölçüde güçlük çekildiğine tanık oluyoruz. İki farklı yöntem önerilebilir: a. Soru tümcesini düz-tümceye çevirdikten sonra edilgen çatıya dönüştürmek ve yeniden soru tümcesi oluşturmak: Did he clean the house? He cleaned the house. The house was cleaned. Was the house cleaned? Did he clean the house? -----› Was the house cleaned? b. Türkçe çevirisinden elde edilen edilgen tümceyi yeniden ingilizceye çevirmek: Who cleaned the house? Evi kim temizledi? Ev kimin tarafından temizlenildi? Who was the house cleaned by? Who cleaned the house? -----› Who was the house cleaned by? ÇOK "ŞIK" BİR EDİLGEN TÜMCE TİPİ Geldik, en "şık" edilgen tümce tipine: Belirsiz öznenin, belirgin özneye dönüştürülmesi... Belirsiz özne -- latife etmiyorum -- büyük kırgınlıklara bile yol açabilecek ölçüde cansıkıcı bir anlatım öğesi olabiliyor: - They say that... / It is said that... = Diyorlar ki... / Deniliyor ki... - Kim diyor, kim? Söyle de dostumuzu düşmanımızı bilelim! A) Oysa belirsiz özne, bilim, diplomasi, vb dilinde özellikle aranılan ve yaygın kullanılan tümce tipidir. Besbellidir ki, hava basıncından her söz edişimizde Toricelli'yi anmak gerekmiyor. Diplomaside de ser verip sır vermek istemiyoruz: It is known that... It has been shown that... It is assumed that... It is often claimed that... It can easily be demonstrated that... It has been reported that... B) Günlük dilde ise, tam tersine, belirsiz özneyi belirgin niteliğe dönüştürme çabası doğaldır. Aşağıdaki örnekleri izleyiniz: "That" tümceliğindeki özne, genel özne haline getiriliyor. "That" tümceliğinden ise geriye yalnızca mastar (infinitive) kalıyor. Olayın düşünülme/konuşulma/bildirilme zamanına göre eşzamanlı olması veya geçmişte gerçekleşmiş olması, present yada perfect mastar seçimini belirleyecektir: Everybody knows that she is virtuous. --------› It is known that she is virtuous. --------› She is known to be virtuous. They think that he is jealous of his wife. --------› It is thought that he is jealous of his wife. --------› He is thought to be jealous of his wife. They say that the thieves have broken in through an attic window. --------› It is reported that the thieves have broken in through an attic window. --------› The thieves are reported to have broken in through an attic window. The neighbours believed that the thieves had broken in through an attic window. --------› It was believed that the thieves had broken in through an attic window. --------› The thieves were believed to have broken in through an attic window. Some say that learning a second language is a waste of time. --------› Learning a second language is said to be a waste of time. People will have understood that prevention is easier than cure. --------› Prevention will have been understood to be easier than cure. We do know that money brings a lot of happiness. --------› Money is certainly known to bring a lot of happiness. It was reported that her diamonds had been stolen. --------› Her diamonds were reported to have been stolen. They say she married a rich man. --------› She is said to have married a rich man. It was rumoured that she is suing him now for a divorce. --------› She is rumoured to be suing him for a divorce now. ANLAM VURGUSUNA GÖRE EDİLGENLİK Aktif tümce kimi zaman birden fazla edilgen tümceye dönüşüm seçeneği taşır. Buradaki seçim, vurgulanmak istenen anlama göre yapılacaktır. Sözcükleri konuşmada da uygun şekilde vurgulamaya özen göstermelisiniz: They want YOU to wash the car. --------› YOU are wanted to wash the car. They want you to wash THE CAR. ------› They want THE CAR to be washed. She expects ME to invite her friend to my party. ----------› I am expected to invite her friend to my party. She expects me to invite HER FRIEND to my party. -----------› She expects HER FRIEND to be invited to my party. GENERAL EXERCISE Aşağıdaki Tümceleri Edilgen Çatıya Dönüştürünüz: 1) The orchestra played that piece beautifully. 2) He is so good at chess that nobody can beat him. 3) Soldiers wearing full battle gear will salute the visiting prime minister at the airport. 4) Didn't anybody ever teach you how to behave at a concert? 5) They treated us to some ice-cream. 6) You must account for every lira. 7) People speak English all over the world. 8) One ought to tell no lies and one should not cover up the truth. 9) We haven't given him the details yet. (2 edilgen tümce) 10) The fire has destroyed five buildings in all. 11) They call him "Neco" around here. 12) They have left the village a ruin. 13) A man is innocent until someone proves him guilty. 14) They will hold you responsible for the accident. 15) They may find these questions too difficult. 16) We saw him steal the money... Somebody saw him stealing the money... 17) They didn't let us see the picture. 18) I often hear him singing in the bathroom. 19) She likes people to take her out to dinner. 20) I want you to understand me. 21) They keep their garden badly. 22) I can no longer stand people making fun of me. 23) I don't want people to talk about me. 24) Who painted these pictures? 25) No one ever makes any changes here. 26) Did the noise frighten you? 27) Don't let the others make fun of you! 28) Somebody has eaten all the food in the house and washed all the dishes. 29) We haven't moved anything out of your room since they hospitalized you to cure you. (3 edilgen fiil kullanılacak) 30) It must have disappointed him terribly that the boss told him (that) he didn't need his services any longer there. (3 edilgen fiil kullanılacak) 31) Someone ought to tell them what we expect them to do here. (2 edilgen fiil) 32) Nobody would have stared at him as they are staring at him now if someone had told him beforehand what clothes one had to wear in such a place. (4 edilgen fiil) 33) Fortunately, they discovered their mistake in time and they assigned another project to me. (2 edilgen fiil) 34) How much bread will they need over the weekend? 35) Who the hell will make the opening speech? 36) People generally think that money brings happiness. 37) They report that two men have re-discovered an old gold mine. 38) Someone has pointed out that necessity is the mother of invention. 39) Zoologists claim that chimpanzees are capable of learning up to a hundred human signs. 40) Doctors say that aspirin is about the best thing we have against several types of headaches. YANITLAR 1) That piece was beautifully played... 2) He is so good at chess that he cannot be beaten... 3) The visiting prime minister will be saluted at the airport by soldiers wearing full battle gear... 4) Weren't you ever taught how to behave at a concert? 5) We were treated to some ice cream... 6) Every lira must be accounted for... 7) English is spoken all over the world... 8) No lies ought to be told and the truth should not be covered up... 9) He hasn't been given the details yet... The details haven't been given to him yet... 10) Five buildings in all (=toplam beş bina) have been destroyed... 11) He is called "Neco" around here... 12) The village was left a ruin... 13) A man is innocent until he is proven guilty... 14) You will be held responsible for the accident... 15) These questions may be found too difficult... 16) He was seen to steal the money... He was seen stealing the money... 17) We weren't let see the picture... 18) He is often heard singing in the bathroom... 19) She likes being taken out to dinner... 20) I want to be understood (by you)... 21) Their garden is badly kept... 22) I can no longer stand being made fun of... 23) I don't want to be talked about... 24) Who were these pictures painted by?... 25) No changes are ever made here... 26) Were you frightened by the noise? 27) Don't let yourself be made fun of!... 28) All the food in the house (=evdeki bütün yiyecekler) has been eaten and all the dishes have been washed... 29) Nothing has been moved out of your room since you were hospitalized to be cured... 30) He must have been terribly disappointed to be told (when he was told) by his boss that his services were no longer needed there... 31) They ought to be told what they are expected to do here... 32) He wouldn't have been stared at as he is being stared at now if he had been told beforehand what clothes had to be worn in such a place... 33) Fortunately, their mistake was discovered in time and I was assigned another project... (Yada, another project was assigned to me)... 34) How much bread will be needed over the weekend?... 35) Who the hell the opening speech be made by? 36) Money is generally thought to bring happiness... 37) Two men have been reported to have rediscovered an old gold mine... 38) Necessity has been pointed out to be the mother of invention... 39) Chimpanzees are claimed to be capable of learning up to a hundred human signs... 40) Aspirin is said to be the best thing we have against several types of headaches... CHAPTER - 14 DOLAYLI ANLATIM INDIRECT SPEECH / REPORTED SPEECH GİRİŞ Dolaylı anlatım, konuşulmuş / konuşulmakta / konuşulacak olan sözlerin üçüncü bir kimse yada kimselere anlatılması, aktarılması demektir. Yazıda, "dolaysız anlatım" tırnak içinde aynen verilerek gerçekleştirilir. Uygun yer, zaman ve kişi değişiklikleri yapılarak tırnak dışına çıkarılan aktarımlar ise "dolaylı anlatım" dır. Konuşma dilinde dolaysız anlatım, ses ve tonlamada "taklit" yoluyla gerçekleştirilir. Dikkatli okuyucumuz, bu konu ile "ad-tümcelik" konusu arasındaki yapı koşutluğunu hemen farkedecektir. Gerçekten de yaptığımız şey, giriş/tanıştırma grubundan sonra (örneğin: He says, He asks, He recommends,) asıl sözlerin bir ad-tümcelik niteliğinde eklenmesidir. Bu anlatım tarzıyla ilgili yapılar üç ana başlık altında incelenebilir: 1) DÜZ-TÜMCELERİN AKTARILMASI Kullanılan bağlaç : THAT -- (çoğu zaman düşürülerek...) "I am going to do it tonight" -- He says (that) he is going to do it tonight. -- He said (that) he was going to do it that night. -- He will tell you (that) he is going to do it tonight (veya, that night) Birinci tümce, konuşma anında yapılan bir aktarımdır. Bu açıdan bakıldığında "bu gece", hala "bu gece" dir. Anında çeviri (simultaneous translation) bu tip tümceler için en yatkın kullanım alanıdır. Giriş fiili, herhangi bir present tense (*) olabilir. Aktarılan tümcede tense değişikliği uygulanmaz. Çünkü olaya zamandaki aynı noktadan bakıyoruz. Yer ve zaman zarflarında da değişiklik olmaması tabiidir. İkinci tümce, geçmişte işitilmiş sözlerin aktarılmasını içeriyor. Giriş fiili uygun bir past tense (**) bağlamında olacak, aktarılan sözlerin zamanı "bir derece geriye" götürülecektir (ayrıntıları az sonra tabloda vereceğiz). Yer ve zaman zarflarında da mantığın gerektirdiği değişiklikler yapılmalıdır. Örneğin, sabah yaptığımız bir konuşmayı aynı günün gecesi aktarıyorsak "bu sabah ve bu gece" hala "bu sabah ve bu gece" dir. Ama olayın üstünden birkaç gün geçmişse, bu kez "o sabah ve o gece" den söz etmemiz gerekecektir. "Burada, buraya" kavramlarını da, şimdi bulunduğumuz yere göre "orada, oraya" kavramlarına değiştirmek gerekebilir. (Ayrıntılar yine az sonra tablo halinde...) Üçüncü tür tümceler ise, "Sana diyecektir ki..." türünden sözler içindir. Giriş fiili uygun bir future tense (***) seçilerek kullanılacak, kişi, tense, yer ve zaman zarflarında da "mantığın gerektirdiği" değişiklikler uygulanacaktır. (*) Yani: present simple, present continuous, present perfect simple ve present perfect continuous: He says that... He is telling us... He has told us... He has been telling us... (**) Yani: past simple, past continuous, past perfect simple ve past perfect continuous: He said that... He was telling us... He had told us... He had been telling us... (***) Yani: future simple, future continuous, future perfect simple ve future perfect continuous: He will say that... He will be telling us... He will have told us... He will have been telling us... 2) SORULARIN AKTARILMASI A) Yardımcı Fiillerle Kurulan Sorular : BAĞLAÇ if if ... or not whether whether or not whether ... or not Are you going shopping this afternoon? - He wants to know if I am going shopping this afternoon. - He asked me if I was going shopping that afternoon. - I'm sure he will ask me if I'm going shopping or not. B) Soru Sözcüğü / Öbekleri İle Kurulan Sorular : Bağlaç : Soru Sözcüğü / Öbeğinin Kendisi "What time is it?" - He is asking me what time it is. - He asked me what time it was. - First of all, he will ask you what time it is. NOT: Yinelersek, dolaylı anlatım konusu bu noktaya değin ad-tümceliklere tam bir koşutluk izlemektedir. Gerçekten de yapılan şey, giriş fiili ile oluşturulan temel-tümcelik ardından bu fiilin nesnesi konumunda bir yan tümcelik ile asıl sözlerin uygun değiştirimlerle aktarılmasıdır. Bu arada, yan tümceliklerin soru şeklinde olamayacağını, düz-tümceye dönüştürülmesi gerektiğini umarım anımsadınız. 3) EMİR TÜMCELERİNİN AKTARILMASI Bu amaçla olumlu / olumsuz mastarlar kullanılır: "Sit down." - He wants me to sit down. - He told me to sit down. - He will tell you to sit down. "Don't ever do it again!" - He is urging me not to do it ever again. - He warned me not to do it ever again. -You will be warned not to it ever again. NOT: Emir tümcelerinin farklı bir aktarılış yolu, Ad-Tümcelikler Bölümünde ayrıntıları ile anlatılmıştı: "You must give up smoking," said the doctor. - His doctor urged that he (should) give up smoking. ÖNEMLİ KURAL - 1 A) Giriş fiili herhengi bir PRESENT yada FUTURE tense olduğunda (toplam 8 tense) aktarılan sözlerde herhangi bir tense değişikliği uygulanmaz: "I get up at seven each morning." -- He says... He will tell you... He has just told me... He will have been telling the audience... that he gets up at seven each morning. B) Giriş fiili herhangi bir PAST tense olduğunda (toplam 4 tense) aktarılan sözler bir derece geriye/geçmişe taşınır: "I get up at seven each morning." -- He said... He was telling us... He had told his friends... He had been telling his audience... that he got up at seven each morning. Bu tense dönüşümleri aşağıda toplu halde gösterilmektedir: simple present --------› simple past present continuous --------› past continuous simple past --------› past perfect present perfect --------› past perfect past continuous --------› past perfect continuous present perfect continuous --------› past perfect continuous past perfect simple --------› değişmez past perfect continuous --------› değişmez future tenses --------› future in the past will see --------› would see will be seeing --------› would be seeing will have seen --------› would have seen will have been seeing --------› would have been seen ÖNEMLİ KURAL - 2 Aktarılan tümcelerde kişi, yer, zaman belirteci bakımından "mantığın gerektirdiği" değiştirimler uygulanır: "Come here tonight." -- He is telling me to come here tonight... Zaman ve mekanda aynı noktadayız. Örneğin anında çeviri (instantaneous translation) bu tür bir aktarım gerektirecektir. -- He will tell you to go there that night... Örneğin, "Yarın kendisini görmeğe gittiğinde, sana o gece oraya gitmeni söyleyecektir..." türünde bir anlatım. -- He told me this morning to come here tonight... Aynı gece aynı mekana gelmiş bulunuyoruz = Bu sabah bana buraya gelmemi söyledi / söylemişti... -- He told me to go there tonight... Bana bu gece oraya gitmemi söylemişti (ama görüyorsunuz gitmedim)... -- He told me to go there that night... Bana o gece oraya gitmemi söylemişti. Aradan bir süre geçmiş bulunuyor ve farklı bir mekanda olayı anlatıyoruz. Mantığın gerektirdiği bu tür dönüşümlere örnekler aşağıda toplu halde verilmektedir: today --------› that day, the same day tonight --------› that night, the same night yesterday --------› the day before, the previous day the day before yesterday --------› two days before tomorrow --------› the following day, the next day, the day after the day after tomorrow --------› in two days' time last week --------› the week before, the previous week next week --------› the following week, the week after last month --------› the month before, the previous month last year --------› the year before, the previous year ago --------› before, previously here --------› there now --------› then this, these (sıfat) --------› that, those, the this, these (adıl - zamir) --------› that, those come --------› go ÜNLEMLERİN DOLAYLI ANLATIMI Genel kural, ünlem veya ünlem tümcesinin bir düz-tümceye çevrilmesidir. Bu arada, ünlemle aktarılan vurgulanmış duyguyu dile getiren uygun anlamda bir giriş fiiline başvurulacaktır: "What nonsense!"... "How horrible!"... "What a nuisance!"... -- She exclaimed / readily agreed ...etc that it was nonsense / horrible / a nuisance. "Ugh!"... "Oh!"... "Good heavens!"... "Oh, great!"... etc. - She exclaimed with disgust / horror / surprise / contentment... etc. -- She gave an exclamation of disgust / horror / surprise / contentment... etc. Ayrıca şu örnekleri de inceleyiniz: "Thank you." -- She thanked me. "Welcome!" -- She welcomed me. "Happy new year!" -- She wished me a happy new year. "Liar!" -- She called me a liar! Kimi zaman da elimizdeki tümce, bir soru tümcesi görünümü altında aslında kişinin kendine yönelttiği bir soru, kendi kendine yaptığı bir yorum yada kendi dışında bir kimseye yöneltilen yoğun bir duygu aktarımı niteliği taşıyabilir. Böyle durumlarda da, yine uygun bir giriş fiiline başvurularak dolaylı anlatım gerçekleştirilecektir: "What am I to do now!" (Ne yapacağım, ne olacağım ben şimdi!) -- She wondered / asked herself what she would do under the circumstances... "How could he be so cruel to me!" (Bana karşı nasıl bu kadar acımasız olabiliyor!) -- She asked herself in pain how he could be so cruel to her... -- She just couldn't understand how he could be so cruel to her... "YES" VE "NO" İÇİN DOLAYLI ANLATIM Örnekleri izleyiniz: FARKLI TİP TÜMCELERİN BİRLİKTE DOLAYLI ANLATIMI 1) Herbirisi kendi içinde ayrı giriş fiili ile dolaylı anlatıma çevrilir; daha sonra bileşik tümce haline getirilirler: "I don't know how to do it. Do you?" -- She told me she didn't know how to do it and asked if I did. "Give it to me. You won't need it." -- She told/wanted me to give it to her and added that I wouldn't need it. "I'm going shopping. Do you want anything?" -- She said she was going shopping and asked me if I wanted anything. 2) İkinci tümce uygun bir sıfat/zarf-fiil kullanılarak birinciye bağlanabilir. (Participles = sıfat/zarf-fiiller konusunu kendi başlığı altında ayrıntıları ile incelemiştik): "Please, please, don't drink too much! Remember that you'll have to drive us home." -- She begged her husband not to drink too much, reminding him that he would have to drive them home... Bu amaçla çok çeþitli yapýlara baþvurulabilir: pointing out that... suggesting that... adding that... 3) İkinci tümcenin, kendisinden önceki tümce için bir açıklama niteliği taşıdığı durumlarda, iki tümce "as" ile birbirine bağlanabilir: "You'd better put on a jacket. It's rather chilly outside." -- She advised me to put on a jacket, as it was rather chilly outside. EXERCISE Aşağıdaki tümceleri "direct speech", dolaysız anlatıma dönüştürünüz. Konuşan kişi aslında ne demektedir / demişti? Konuşma ortamının farklı yorumlanması sonucu aramızda oluşabilecek ufak tefek farklılıkları (yapısal yanlışlık olmaması koşuluyla) görmezden gelebilirsiniz 1) I warned/told the boys not to swim out too far. 2) She offered to bring me some coffee. 3) He kept wondering whether he should wait for them or go on his own. 4) He asked her where she lived and if it was very far from where they were. 5) Ali was shouting at me, repeating that we were already late. 6) She greeted me, thinking I was a stranger, and asked if I'd ever been there before. 7) She said that her father had died the year before. 8) He said he had seen her two days before. 9) Güneþ said that he would/should like to take some photographs of them. 10) Ali said that it was time they began thinking about their holidays. 11) She mistakenly responded that it was Suleiman the Magnificent who conquered Ýstanbul in 1553. 12) The doctor told his patient that he wouldn't be that fat if he didn't eat so much. 13) He asks if it would be possible to buy the tickets beforehand. 14) She asked her friend how much she weighed and told her that she probably ate too much. 15) His friend apologized for being late and he explained that he had been held up in a traffic jam. 16) I did tell him not to do it. 17) Their teacher told them she felt obliged to inform them that they were making very little progress. 18) She asked her friend how much the suit her husband was wearing had cost him. 19) Ali told us that he had been on that bus for at least half an hour before he realized that it was the wrong one. 20) She wanted to know which one of the two I was going to buy. 21) He advised me not to buy that house. 22) His manager warned my friend not to be rude to the customers. Otherwise, they would just walk out and never come back again to that shop. 23) She begged her husband to be careful, as it was too dangerous to drive so fast on such a slippery road. 24) She said she was very cross with me, pointing out that she had been waiting for me for the last half hour. 25) She urged me to hurry up, warning that the plane would have landed by the time we got to the airport at that rate. YANITLAR 1) Don't swim out too far, boys! (You mustn't swim out too far...) 2) Shall I bring you some coffee? 3) Should I wait for them or should I go on my own? (I keep wondering whether I should wait for them or go on my own...) 4) Where do you live? Is it very far from here? 5) Don't you hear me! I've been telling you we're already late. (I keep telling you we're already late!) 6) Hello, stranger! Have you ever been here before? 7) We planted this tree three years ago. 8) I saw her two days ago. 9) I would / should like to take some photographs of you. 10) It's time we began thinking about our holidays. (Bknz. Dilek Kipi, The Subjunctive Mood Bölümünde, dolaylý anlatým kurallarý) 11) It was Suleiman the Magnificent who conquered Ýstanbul in 1553... (Konu tarihi gerçekler -- yada yanýlgýlar -- olduðunda tense deðiþikliði uygulanmaz. Geçmiþ geçmiþtir...) 12) You wouldn't be this fat if you didn't eat so much... (Tense deðiþikliði yapmýyoruz, çünkü dikkat ederseniz doktor haným bir genel gerçekten söz ediyor, geçmiþteki bir durumdan deðil: Eðer tümceyi "You will not be this fat if you don't eat so much" þeklinde düþündüyseniz, bu gramer olarak doðru, ama kullaným olasýlýðý sýfýra yakýn bir tümce olur) 13) Would it be possible... (Giriþ fiiliniz present tense, o halde aktarýlan sözlerde tense deðiþikliði gerekmiyor) 14) How much do you weigh? You probably eat too much... 15) I'm sorry I'm late. (I apologize for being late) I've been held up in a traffic jam... 16) Don't do it! (How many times do I have to tell you not to do it?) 17) I feel obliged to inform you that you are making very little progress... 18) How much did the suit your husband is wearing cost him? 19) I had been on that bus for at least half an hour before I realized that it was the wrong one... (Tümcenin aslýnýn da ayný tense'lerde olduðunu durumun mantýðýndan anlýyoruz) 20) Which one of the two are you going to try on? 21) If I were you, I wouldn't buy that house. (= Don't buy that house) 22) Don't be rude to the customers. (You must not be...) Otherwise, they'll just walk out and never come back again to this shop... 23) Please, please be careful! It's too dangerous to drive so fast on such a slippery road! 24) I'm very cross with you. I've been waiting for you here for the last half hour... 25) Do hurry up, please. The plane will have landed by the time we get to the airport at this rate... İLERİ DÜZEY UYGULAMALAR Aşağıda ileri düzey bilgiler sunulmaktadır. Ulaşmak istediğiniz seviyeden yana çok fazla iddialı değilseniz bu bölümü atlayabilirsiniz. Ne var ki, iş sınavlara gelince durum biraz farklı. Sınavları düzenleyen kişilerin sizlerden bu derece "ileri" düzeyde ingilizce beklentisi bulunmayabilir, hatta kendileri bu bilgiye sahip olmayabilir. Bu bölümde öğreneceklerinizi sınavlarda uygulayıp uygulamayacağınız konusunda, sınavı düzenleyenlerin beklentisini sezgilerinizle ayrıştırmağa çalışınız. ÖRNEK: II. Tip if-tümcelikler indirect dönüşümde tense değişikliğine uğramaz, aynı kalırlar. Oysa, çoktan seçmeli bir sınav sorusunda, gerek Tip II gerekse Tip III karşılık olarak birlikte öneriliyor olabilir. Acaba, ne derece "bilinçli" bir sorudur? Sınavı düzenleyenlerin sizden beklentisi nedir? Bilgisayara hangi şık "doğru" olarak yüklenmiş olacaktır? Bu soruların yanıtını kestirmek çok güç. Sezgilerinize güvenmek zorundasınız. Kısacası, yurtiçinde gireceğiniz dil sınavları, ileri düzey İngilizcede farklı tellerden çalıyor olabilir. Örnekleri yaşanmıştır... Ama, yurtdışında yada yurtiçinde anadili İngilizce olan kimseler tarafından hazırlanmış bir sınava giriyorsanız, aşağıdaki kurallara kesin uymanız yerinde olur. 1) Genelde şunu söyleyebiliriz: Kuramsal olarak, "past" tense tümceler "past perfect" tümcelere dönüştürülür. Ama bu, her iki tümcelikteki eylemlerin birbirine göreli zaman dilimleri bir anlam karışıklığına yol açmıyorsa çoğu kez uygulanmayan bir kuraldır. Özellikle de konuşma dilinde "es" geçildiği görülür. Aşağıdaki örneklerden ilkinde tense değiştirimi kaçınılmaz, ikincisinde ise yanıt çift seçeneklidir: "I was in love with her." --------› He said that he had been in love with her. (Tümce konuþulduðu zamana göre geçmiþ bir dönemden söz ediyordu. Bu, þimdi bulunduðumuz konuma göre "geçmiþin geçmiþi", dolayýsýyla da past perfect olur. Bir zamanlar onu sevmiþ olduðunu söyledi... "Ali was here on Monday." -- She said that Ali was here/there on Monday. -- She said that Ali had been here/there on Monday. Neredeyse farkedilmeyecek bir nüansla, her ikisi de geçerli... 2) Past continuous tense, tamamlanmış bir eylemden söz edilmediği sürece, aynı kalır. Past perfect continuous'a dönüþtürülmez: "I was thinking of paying a visit to her, but then I changed my mind." --------› He said he had been thinking of paying a visit to her, but had then changed his mind. "When I saw her, she was doing her morning shopping." --------› He said that when he saw her she was doing her morning shopping. (She had been doing... þeklini tercih ederseniz: Ama sonra alýþveriþi bitirdiðini de gördüm, demiþ olursunuz. Oysa asýl tümce, yalnýzca "alýþveriþ yaparken gördüm" diyordu... 3) Özellikle yazý dilinde past tense tümceler olaðan durumda past perfect'e dönüþtürülecektir. Ancak hiç de ender olmayan istisnalarýný da sýralayalým: a) To be fiilinin past perfect dönüþümü çok enderdir, çünkü genellikle anlam kaymasýna yol açacaktýr: "All the paintings we saw there were authentic" YANLIÞ : He told us all the paintings they had seen there had been authentic... = Eskiden otantiktiler, sonradan sahteleri ile deðiþtirildiler... anlamýný verecektir. DOÐRU : He told us that all the paintings they had seen there were authentic... = Çünkü, "bir zamanlar" deðil, "geniþ zamanda" otantik... b) Zaman bildiren zarf-tümcelikler, genelde past simple / past continuous tense'lerini korur, past perfect dönüþümüne uðramazlar. Tümcedeki temel-tümceliðin durumu ise seçeneklidir: "When we lived / were living in Ýstanbul, we often visited the museums." -- She told me that when they lived /were living in Ýstanbul, they often visited / had often visited the museums. 4) If'li tümcelerde, anlam kaymasına yol açacağından, Tip II için herhangi bir değiştirme uygulanmaz. Tip II'nin genel geçerliği olan bir PRESENT anlam ilettiğini unutmayınız. Öte yandan Tip III için -- zaten sırtı duvara dayanmış, daha geriye gidebileceği bir zaman dilimi bulunmadığından -- herhangi bir değiştirim haliyle sözkonusu değildir. "If I weren't desperate, I wouldn't do such a thing. = Çaresiz kalmadýkça böyle birþey yapmam... Ancak çaresiz kalırsam böyle birþey yaparým... YANLIÞ : She said that if she hadn't been desperate, she wouldn't have done such a thing. = Böyle bir aktarým orjinal tümceyi genelleme çerçevesinden koparýp, daha önceden "gerçekleþmiþ" bir olaya baðlýyor. Yani, "Çaresiz kalmýþtým, ve de yaptým" anlamýný veriyor. Oysa böyle bir olay sözkonusu edilmedi. DOÐRU : She said that if she weren't desperate she wouldn't do such a thing... NOT: "If I were you..." yapýsýnýn da olaðan dolaylý anlatým dönüþümünü not ediniz: "If I were you, I'd wait a little longer." ------› He told me... He urged me... He advised me to wait a little longer. Yada, ------› He suggested that I wait a little longer. 5) "I wish... I'd rather... It's time..." gibi subjunctive yapýlardan sonra da tense deðiþtirimi uygulanmaz. Aksi takdirde, týpký if'li tümcelerde olduðu gibi anlam kaymasýna yol açýlacaktýr: "I wish you didn't smoke so much." Keþke bu kadar çok sigara içmesen... She said that she wished I didn't smoke so much... Burada "hadn't smoked" tercihi, asýl tümcenin de "I wish you hadn't smoked so much" þeklinde olduðu, yani "Keþke geçmiþte içmemiþ olsaydýn" anlamýnýn iletildiði anlamına gelecektir.. 6) Kim Atatürk'ümüzün, Leonardo Da Vinci yada Einstein'in sözlerinde değişikliğe cüret edebilir ki? "Vecize" ler ve tarih biliminde kullanılan tümceler tense değiştirim kuralları dışında kalır. -- The teacher reminded us that the Republic was established in 1923... Their guide explained to his group of tourists that Atatürk was born in Selanik (Salonica), a city which was part of the Ottoman Empire in those days... Before the twenties, Einstein had already told us that E equals MC square... Yine de, koşullar bir hayli değişmişse, yada yüce kişinin görüşlerine pek katılmıyorsak, çiğnenmeyecek bir kural değil: - By the time he was twenty, Marx had already told us that someday the working classes would inevitably come to power... 7) Her zaman için en geçerli kuralın şu olduğuınu akıldan çıkarmayalım: Dolaylı anlatımda tense, kişi, yer ve zaman zarfları açısından herhangi bir değişikliğe gidilmesi yalnızca "mantığın gerektirdiği" durumlar için geçerlidir. Bu Bölümün başında yeterince ayrıntılarına girmiştik. 8) Would / should /could / might / ought to / used to / had better... gibi yardımcı fiillerle kurulan yapıların çoğunlukla tense değiştirim kapsamında kaldıklarını görürüz. Aksi takdirde anlam kaymasýna yol açýlmýþ olacaðý için: "I would like to go." ------› She said she would like to go. (Çünkü, She said she would have liked to go, veya She said she would like to have gone... gibi tercihler sözleri genelleme boyutundan çýkarýp, sanki geçmiþte böyle bir olay yada durum sözkonusu olmuþ anlamýna gelecektir. "You should do it here and now." ------› He said that I should do it there and then... He advised me to do it there and then... "You had better not drink this milk. It has gone sour." ------› She said that I'd better not drink that milk, adding that it had gone sour... She warned me not to drink that milk, as it had gone sour... 9) Şimdi, bütün bu açıklamalardan sonra "must" yardımcı fiili üzerine odaklanarak, kullanım ve dönüşüm olasılıklarını irdeleyelim: a) Must = þimdiki zamanda zorunluluk = have to Indirect speech : must ------› had to "I must leave today." ------› He said that he had to leave that day. b) Must = gelecek zamanda zorunluluk = will have to Indirect speech : must ------› would have to "I must leave tomorrow." ------› He said he would have to leave the following day c) Must = genel kurallar ve yasaklar Indirect speech : must ------› must "You mustn't cross the road against the red light." ------› The policeman told the children that they mustn't cross the road against the red light. d) Must = mantıksal çıkarsama, niyet, öğüt bildirimi Indirect speech : must ------› must (must have been ------› must have been) "He's getting fatter and fatter; he must be eating to much." ------› She said that he was getting fatter and fatter, and added that he must be eating too much. "He was feeling quite sick and I felt sure that he must have been eating too much." ------› She said that he was feeling quite sick and she felt he must have been eating too much.