Bedreddin İbn Cemiia Memlükler devri Şafii fakihlerinden olan Ebu Abdullah Bedrüddin İbn Cemaa el-Kinani 4 Rebiülahir 639/12 Ekim 1241 yılında Ha­ ma'da doğdu. Üyeleri önemli ilmi ve idari görevlerde bulunmuş hayli nüfuzlu Benı1 Cemaa ailesinin ferdi olarak çeşitli ilim merkez­ lerinde öğrenim gördü. Dımaşk'ta çeşitli medreselerde müderrislik, Mescid-i Aksa imam-hatipliği, Kudüs kadılığı, Mısır kadilkudatlığı gibi vazifelerde bulundu. Dımaşk'ta şeyhüşşüyfihluk da yapan İbn Cemaa, tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi İslam ilimleri kapsamında eserler yazan, aynca tarih, eğitim-öğretim ve Arapça sahalarında da telifleri bulunan velfid bir filimdir. İbn Cemaa, 21 Cemaziyelevvel 733/7 Şubat 1333 tarihinde Kahi­ re'de vefat etti ve Karafe Mezarlığı'nda İmam Şafii'nin kabri yakını­ na defnedildi. lsldm Medeniyeti Araştırmalan Diz.isi, İslam medeniyeti­ ni tarihi sürekliliği içinde bir bütün olarak incelemektedir. Kültür havzaları arasında fark gözetmeden İslam tarihinin tüm dönemlerini kuşatmayı amaçlayan bu dizi, hem Müs­ lümanların kendi dünyalarını tartışmak için ihdas ettiği problem alanlarına hem de İslam medeniyetinin diğer me­ deniyetlerle mukayesesi sonucunda ortaya çıkan soru ve bakış açılarına yer vermektedir. İslam medeniyetini idrakin anahtarı olan İslam ilimlerine ait meseleleri Müslümanla­ rın entelektüel gündeminin esaslı unsurları olarak yeniden kazanmayı hedefleyen dizi, aynı zamanda modernleşme sürecinde İslam'a dair gerek Batı' da gerek İslam dünyasın­ da inşa edilen tasavvur ve bilgiyi tartışan çalışmalardan oluşmaktadır. Editörler: Eyyüp Said Kaya - Hızır Murat Köse Siyaseti Yeniden Dütünmek Editör: Özgür Kavak Bilgi ve Toplum Editör: Halit Ozkan lsıam Medeniyetinin Te,ekkül Dönemi Editör: Ali Hakan Çavuşoğlu Modernietme Öncesi Tecdld Hareketleri Editör: Eyyüp Said Kaya Adl'e Boyun Eğmek Ehl,i İslfun'ın Yönetimi İçin Hükümler BEDREDDİN İBN CEMAA Tercüme ve İnceleme Özgür Kavak KLASİK 59. Kitap İSLAM MEDENİYETİ ARAŞTIRMALARI Dizi Editörü Eyyüp Said Kaya-Hızır Murat Köse Siyaseti Yeniden Düşünmek 1 Dizi Editörü Özgür Kavak Adl'e Boyun Eğmek Ehl-i İslam'ın Yönetimi İçin Hükümler Bedreddin İbn Cemaa Tercüme ve İnceleme Özgür Kavak Tahrtrü'l-ahhiim fi tedbiri ehli'l-İslam ISBN 978-975-8740-83-3 Birinci Basım Haziran 2010 Yayın Hazırlık Mustafa Demiray Tasanm/Kapak Salih Pulcu Baskı Cilt Elma Basım Halkalı Cad. No: 164 84 Blok Selakoy-lstanbul Vefa Cad. No: 56 34134 Vefa lstanbul Tel 0212 520 66 41-42 Faks 0212 520 74 klaslk@klaslkyaylnlari.com www.klasikyaylnlari.com oo 1 Adil imam, bereketli yağmurdan daha hayırlıdır. O iidil olursa raiyyenin de adle ve onun kanunlarına boyun eğmesi gerekir. Onun iidil olmasıyla hak dirilir; insanlar insaflı olurlar. Zulüm ortadan kalkar, gökyüzü bereketini gönderir, yeryüzü ürünlerini çıkarır, hayırlar çoğalır, ticaret gelişir. Bedrüddin b. Cemaa (v. 733/1333), Tahrirü'l-ahkim fi tedbiri ehli'l-lslim, s. 50. Bizim bir ulu şıihumuz var idi Ki eylük ile anılurdı adı Bahiidur u ehi ü kerim ü sahi Cihanda naziri yoğ idi dahı Uyımışdı 'adlinden ili içi Muti' idi hükmine ulu kiçi Mes'ud b. Ahmed (v. 755/1354), Süheyl ü Nev-Bahir, s. 441. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil. "Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg'li "içerimde ahlak yasası". Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa? İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem, girmedim mangalara Yer etmedi adalet duygusu içimde benim çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim. Yıldızlı gökten bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim. İsmet Özel, Bir YusufMasalı, s. 29. Takdim İslam siyaset düşüncesi, İslam düşünce ve ilim geleneğindeki muhtelif disiplinleri ilgilendiren bir alandır. Siyaseti Yeniden Dü­ şünmek başlıklı bu alt-dizi bir yandan İslam medeniyeti içerisin­ de varlık bulan ve siyasetin konularım içeren bu disiplinlere ait birikimi ihya etmeyi hedeflerken öte yandan günümüz dünyasına hitap edebilen farklı bir siyaset dili geliştirmeye matuf yayınlara yer vermektedir. Telif, çeviri ve derleme kitaplardan oluşan alt­ dizi kapsamında, aynı zamanda Osmanlı Türkçesiyle kaleme alınmış metinler de neşredilecektir. İslam siyaset düşüncesi klasiklerinin Türkçeye tercümesi birbi­ riyle bağlantılı birçok meseleyi ele almayı gerektirmektedir. Bu sahadaki tercüme faaliyetlerinin köklü bir geçmişinin olmayışı­ nın ilk problemi "kavramsal karşılık bulma" meselesinde ortaya çıkmaktadır. Memlükler idaresinde başkadılık yapmış olan Bed­ reddin İbn Cemaa'ya ait bir ahkam-ı sultaniye eseri olan Tahri­ rü l-ahka m'ın tercümesinde bir yandan metindeki ifadelere doğru ' karşılık bulmaya çalışılırken öte yandan siyaset bilimi vesilesiyle dilimize girmiş olan bir dizi "modern" kelimenin kullanılmasın­ dan özellikle kaçınılmıştır. Vatandaş, toplum, ideoloji, sosyal ya­ pı, rejim, otorite, hükümet, iktidar, kamu, anayasal düzen vb. kavramların anlam aralıkları ilk bakışta kitapta yer alan düşün­ celeri ifade etmekte elverişli görülebilir. Ancak mezkur kavramla­ rın modern çağrışımları bunların tercümede kullanılmasını güç­ leştirmektedir. Zira müellifin yaşadığı çağa ve kitabının yer aldığı literatüre yabancı bir "dünyaya" ait bu kavramların kullanılma­ sı, metnin "sosyal bilim" düşüncesi perspektifinden yönlendiril­ mesine yol açacak, fakat müellifin nasıl bir "dünya" içerisinden konuştuğu kapalı kalacaktır. Bu sebeple orijinal metin içerisinde- Takdim 7 ki yöneten, yönetilen ve yönetim faaliyetiyle ilgili olarak zikredi­ len sultan, halife, imam, imamet, hilafet, melik, mülk, iklim, bel­ de, nahiye, memleket, müste'men, millet, ümmet ve zimmi gibi Türkçede değişik karşılıkları bulunan veya tam bir karşılığı ol­ mayan birçok kelime çeviride aynıyla yazılmıştır. Türkçe karşılı­ ğını vermekle birlikte farklı ifadelerle karşılanabileceğini düşün­ düğümüz bazı kavramların ise orijinalleri parantez içerisinde ve­ rilmiş, böylece Arapçaya aşina olan okuyucuların zihinlerinde ko­ nunun daha anlaşılır kılınması hedeflenmiştir. Kitabın diliyle ilgili işaret edilmesi gereken bir diğer husus, mü­ ellifin metni bütünüyle fıkhi kavramları kullanarak inşa etmiş ol­ masıdır. Bu sebeple bu ilme ait kavram dünyası Türkçeye aktarı­ lırken müellifin Şafii bir fakih olduğu göz önünde tutulmuş ve kavramlar ya aynen korunmuş yahut parantez içerisinde veril­ miştir. Fıkıh dilinin kullanılması kitaptaki tüm konuların bütü­ nüyle "mükellefin amelleri" çerçevesinde yazılmasını gerekli kıl­ mıştır. Bu sebeple müstakil bir konu olarak anlatılan hususlar, "Biri, şöyle bir şey yapması durumunda şu sonuçlarla karşılaşır" örneğinde olduğu gibi sürekli olarak bir yahut birkaç mükellefin yapıp etmeleri bağlamında incelenmiştir. Çeviride bu kabil hu­ suslar, anlatım ve takipte kolaylık sağlanması için, çoğunlukla daha genel bir hükmü ifade edecek şekilde tercüme edilmiştir. Dolayısıyla yukarıdaki cümle "Şöyle bir şey yapılması durumun­ da şu gibi sonuçlar ortaya çıkar" şeklinde çevrilmiştir. Kitap, esas itibariyle Şafii mezhebine ait görüşleri öncelemekte­ dir. Bu sebeple müellifin herhangi bir mezhep imamı veya alimi­ ne nispet etmeden verdiği görüşlerin tamamı bu mezhebe aittir. İbn Cemaa, fukaha arasında ihtilaflı olan hususlarda diğer Sünni mezheplerin görüşlerini de nakletmekte, kimi zaman Şafii mezhe­ binin görüşüyle aynı yöndeki diğer mezhep görüşlerini de aktar­ maktadır. Bu yönüyle okuyucunun ele alınan konuya bütünlüklü bir yaklaşım sağlamasına çalışmaktadır. Eserde yer verilen birçok görüşün şer'i delilleriyle birlikte ele alınması da okuyucuya ulema arasındaki ihtilaf sebeplerini görme fırsatı sunmaktadır. Çeviride Tahrirü'l-ahkam'ın Fuad Abdülmün'im Ahmed tarafın­ dan hazırlanan tahkikli nüshası esas alınmıştır.* Ancak muhak* Bedreddin b. Cemaa, Tahrirü'l-ahkam fi tedbiri ehli'l-İslam, (3. bs.), Darü's­ Sekafe, Devha 1408/1988, 350 s. [Birinci bs. 1985]. 8 Adl'e Boyun E�mek kikin İbn Cemaa tarafından atıfta bulunulan kaynaklara dair yaptığı ve bu neşrin dipnotlannda yer verdiği çalışmanın tercüme edilmesi gerekli görülmemiştir. Dolayısıyla çevirideki kimi kav­ ram ve ifadelerle ilgili izahlar, bazı eserlerden yapılan alıntılann tespiti ve hadislerin tahrici tarafımızdan yapılmıştır. Fasıl başlık­ lan dahil köşeli parantez içindeki ifadelerin yanısıra eserin mak­ sadını ifade edeceğini düşündüğümüz "Adl'e Boyun Eğmek" üst başlığı da bize aittir. Tahrirü'l-ahkam fi tedbiri ehli'l-İslam'ın tercümesi hususunda teşvik ve yardımlannı gördüğüm kişilerin başında kıymetli ho­ cam Hızır Murat Köse gelmektedir. Tercümeyi okuyarak önemli değerlendirmelerde bulunan hocalanm Sami Erdem ve Eyyüp Said Kaya ise aynı zamanda metindeki çetrefilli ifadeleri anla­ mam için yol gösterici oldular. Herbirine müteşekkirim. Tercümenin daha düzgün bir Türkçeyle yayımlanması hususun­ daki hassasiyet ve katkılan için kıymetli dostlanm Halit Özkan, M. Cüneyt Kaya ve Mustafa Demiray'a da minnettanm. Son olarak Bilim ve Sanat Vakfı bünyesindeki Siyaset Düşüncesi Atölyesi'nde bu sahadaki kadim medeniyet birikimini keşfetmek amacıyla yıllardır beraber çalıştığımız tüm arkadaşlanma teşvik ve destekleri için teşekkür ediyorum. Çağımızda modern "siyaset bilimi" kendi içinde yaşadığı derin tartışma ve çekişmelere rağmen, Batı'nın küresel düzlemdeki etkisi nedeniyle siyaset alanında yegane ses mesabesinde görül­ mektedir. Temennimiz, bu sesin insanlığı ulaştırdığı noktadan ra­ hatsızlık duyanlann, yaşanılan dünyayı "daha insani ve daha adil" kılma yolunda farklı bir soluk arayışlanna, elinizdeki çalış­ manın, gününe hitap eden ve bir kısmı miadını doldurmuş olarak görülmesi mümkün olan ·bazı tarihsel değerlendirmelerine rağ­ men, mütevazı bir katkı sağlamasıdır. Özgür Kavak Üsküdar, 25.05.2010 Takdim 9 İÇİNDEKİLER Giriş 15 islim Siyaset Düşüncesi Üzerine 15 Bedreddin İbn Cemiia'nın Siyaset Anlayışı 21 ADL'E BOYUN EGMEK EHL-İ İSLAM'IN YÖNETİMİ İÇİN HÜKÜMLER 29 [Mukaddime] 31 Birinci Bölüm: İmiınet 33 İmamet Çeşitleri 34/İmametin Gerçekleşme Yollan 35 /Hilafete Ehil Olan Kimselerin Birden Fazla Olması 36 /Bey'at Akdi 37 İkinci Bölüm: Halife ve Sultan 39 Görevli Atamaları 39/Hilil.fet Topraklarının Müslüman Bir Melik Tarafından Ele Geçirilmesi 40/ Sultan ve Halifenin Hak ve Vazifeleri 40/ Sultanın Raiyyeye Göre Durumu 45/Sultanın Önemi, Sultan-Alim İlişkisi 45/Sultanın Azlini Gerektiren Durumlar 45/Sultan Kelimesinin Anlamı 46 Üçüncü Bölüm: Vezirlik 47 Vezir Atamak 47/Vezirlik Nevileri 48 Dördüncü Bölüm: CihadEmirliği 49 Emirin Vasıflan 50/ Sultan-Emir İlişkisi, Emirin Vazifeleri 51 Beşinci Bölüm: Şeriatın Muhafazası 53 Yargıcın Vasıflan ve Muhil.keme Usulü 54 Altıncı Bölüm: Ordu İstihdamı 57 Yedinci Bölüm: Sultan Atası 59 Gayrimenkul Fey Mallan 60/ Haracın Tespiti 62/ Harac Arazisinde Meydana Gelen Değişiklikler 63/ Beytülmale Ait Araziler 66/İ stiğliil İktiiının Müddeti 67/Gayrimüslimlere İktii Vermek 67/ İktii Müddetinin Dolması 68/Asker Dışında Ata Almaya Hak Kesbedenler, İktii Vermenin Caiz Olmadığı Kimseler 68/ Sahipsiz Arazilerin Tahsisi 70 Sekizinci Bölüm: Ordu Atası 71 Beytülmal Gelirlerinin Artması 73/Sultanın İ aşesi 73/Emir ve Askerlerin Ata Miktarının Tespiti 73/Kullanılması Yasak Olan Malzemeler 74/Ata Dağıtım Vakti 74/Ölen Maaşlı Askerlerin Atalan 75/Maaşlı Askerlikten Ayrılmak, Atasını Teberru Etmek 75/İtaatsizlik Nedeniyle Atanın Düşmesi 76 Dokuzuncu Bölüm: Cihada Hazırlık 77 Hz. Peygamber'in Atlan 78/ Hz. Peygamber'in Binek Hayvanları ve Savaş Mühimmatı 79/ Cihada Hazırlık İçin Müsabaka Tertibi 80/Müsabaka Akdi 81/Müsabaka Akdinin Sıhhat Şartlan, Galibin Belirlenmesi 81/ Atlarda Aranan Ö zellikler 81 Onuncu Bölüm: Divan 83 Sultan Divanı 83/ Divana İsim Yazımında Gözetilecek Esaslar 84/Divan Kaydında Ö ncelik Sırası 85 /Acemlerin Divana Kaydedilmeleri 86 /Arff ve Nakfblere Dair 86 /Vergi Miktarının Değiştirilmesi 87/Alınması Haram Olan Vergiler 87/Ücretin Hak Edilişi 89/ Beytülmalin Açık yahut Fazla Vermesi 90 Onbirinci Bölüm: Cihadın Önemi 91 Cihadın Hükmü 92/Farz-ı Kifüye ve Farz-ı Ayn Olan Cihad 93 /Farz-ı Kifüyenin Gerçekleşme Şartlan, Cihad için Para Almak 94/Cihada Katılmaya Dair Bazı Şartlar 95/Cihad İçin Gayrimüslimlerden Yardım İ stemek 95/Bazı Savaş Taktikleri 95/Düşman Üzerine Asker Göndermek 96/Cihada Çıkmanın Vakti, Cihada Çıkmadan Önce Yapılacaklar 97/Ordunun Teftişi 98/ Savaş Hayvanlarına Dair Hükümler 98/ Ordu Komutanına İlişkin Hükümler 99/ Ordu İçinde Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar 99/Askerleri Zihnen Savaşa Hazırlamak 100/Her Daim Tetikte Olmak 100/ İstişareye Dair 101 Onikinci Bölüm: Savaş 103 Savaşılması Yasak ve Serbest Olanlar 104/Savaş Düzeni ve Savaşa Teşvik 104/Ordunun Dağılması Durumu 105/ Düşmanla Karşılaşma Anında Yapılacaklar 105/ Mücahidlerin Savaştan Beklentileri 106/ Düşman Karşısında Sabır ve Direnç Göstermek 107/Savaşta Silah Kullanımı 107/Savaş Meydanını Terk Etmenin Şartlan 108/Düşman Karşısında Geri Çekilmenin Caiz Olduğu Durumlar 109/ Düşman Karşısında Geri Çekilmenin Güç Dengelerini Dikkate Almaya Bağlı Oluşu 109/Mübarezeye Dair 109/Savaşta Öldürülmesi Yasak ve Serbest Olanlar 110/Düşmanı Kuşatma Esnasında Yapılabilecekler 111/ Kale Teslimi İçin Gerekli Şartlar 112/Müslüman ve Zimmi Esirlerin Düşman Askerleri Tarafından Kalkan Olarak Kullanılmaları 112/Fethedilen Bölgede Bir Süre İkamet Etmek 113/ Savaştan Dönen Gazilerin Karşılanması 113 Onüçüncü Bölüm: Ganimet ve Kısımlan 115 Ganimetin Tanımı ve Çeşitleri 116/Ganimetin Kapsamı 116/Umumi Ganimet 117/Ganimet Olarak Alınan Savaşçı Erkekler 117/ Savaşçı Esirlere İlişkin Hükümler -1- 118/ Savaşçı Esirlere İlişkin Hükümler -2119/ Kafir Savaşçıların Esir Alınmadan Önce Müslüman Olmaları 120/ Tutsakları Karşılıksız Salıvermek 121 /Esir Çocukların Dini Durumları 121/Tutsakların Ö ldürülmeleri, Kadınların Bebek ve Çocuklarıyla Esir Edilmeleri 121/Ganimet Taksim yahut Tayininden Sonra Ele Geçirilen Mallar 122/Köle Kadınların Durumu 122/Ganimet Taksimi Ö ncesi Cariyeyle İlgili Tasarruflar 123/ Cariyelere İlişkin Bazı Meseleler 123/ Kimin Esir Aldığı Bilinmeyen Cariyeyle Evlenmek 124/ Beldelerin Sulh Yoluyla mı Yoksa Zor Kullanılarak mı Fethedildiğinin Bilinmesi Hakkında 125/Ganimet Olma Açısından Kitaplar 127/Ganimet Olma Açısından Bazı Hayvan Türleri 127/ Darülharbde Yiyip-İçmenin Sınırlan 128/ Ordu Komutanına Verilen Hediyeler 129/ Darülharbden Mal Kaçırmak 129/ Darülharbdeki Buluntu Mal ile Darülharbden Kaçan İnsan ve Hayvanlann Durumu 129/ Darülharbdeki Mübah Mallar 130/Ganimeti Hak Etme Açısından Öncü Birlikler 130/ Savaşçılann Elde Ettikleri Her T ürlü Mala Sahip Olabileceklerini İlan Etmek 131/Ganimet Malını Gizleyerek Haksız Kazanç Elde Etmek 131/Ganimetten Çalınan Malın Hükmü 132 Ondördüncü Bölüm: Ganimet Taksimi 133 Ganimet Taksiminin Aşamalan 133/ Düşman Teçhizatını Hak Etmenin Şartlan 134/ Düşman Teçhizatının Kapsamı 135/Ganimetin Beşe Taksimi 135/Ganimetten Pay Sahibi Olmayanlara Maktu Bir Bedel Verilmesi 136/ Taksim Edilen Ganimetin Pay Sahiplerine Dağıtılması 136 /Ganimet Dağıtımında Muhtelif Durumlar -1-: Süvari ve Piyadelerin Ganimet Paylan 137/Ganimet Dağıtımında Muhtelif Durumlar -2-: Ganimet Paylannın Belli Özellikteki Kişiler İçin Arttınlması 138/ Ganimet Payından Vazgeçmek 139/Ganimet Malının Çalınması 140/ Ganimetin Beşte Birlik Kısmının Taksimi 140/ Kafirlerin Ele Geçirdikleri Müslüman Mallannın Ganimet Olarak Onlardan Geri Alınması 141 Onbeşinci Bölüm: Ateşkes Antlaşması ve Eman 143 Ateşkes Antlaşmasında Süre Tayini 143/ Dinen Geçersiz Şartlar Mukabilinde Ateşkes Antlaşması Yapmak 144/Ateşkes Antlaşmasının Bağlayıcılığı 144/Ateşkes Antlaşmasını Bozmanın Şartlan 145/Eman Vermek 145/Eman Vermenin Şartlan 146/Emanın Geçerlilik Şartlan 146/Darülislama Eman Almaksızın Girmek 147/Eman Verilen Kişinin Tabi Olacağı Hükümler 147 Onalbncı Bölüm: Müslüman Asilerle Savaş 149 Asilerin Kapsamı 150/Asilerin Tasarruftan 150/ Asilerle Savaşın Keyfiyeti 151/Asilere Karşı Kullanılabilecek Savaş Taktikleri 152/ Asilerle Yapılan Savaşın Sonuçlan 153/Asilerin Birbirleriyle Savaşmalan 153 Onyedinci Bölüm: Zimmet Akdi 155 Cizye Miktarı ve Ödeme Zamanı 156/ Cizyenin Düşmesi 156/ Cizye Yerine Zekat Ödemek 156/ Zimmilerin Kayıt Altına Alınmaları 157/ Cizyeden Muaf Olanlar 157/ Zimmet Akdinin Sonuçlan 157/ Zimmet Akdinin Gayrimüslimlere Yüklediği Yükümlülükler: Hz. Ömer'in Mektubu 158/ Zimmilerin Meskenleri, Tapınakları ve Binek Hayvanları 159/ Zimmilerin Yapmaları ve Söylemeleri Yasak Olan Hususlar 160/Gayyar Kullanmak 160/ Zimmilerin İkamet Etmeleri Yasak Olan Bölgeler 161/ Zimmilerin Müslümanlarla İlişkileri 161/ Zimmet Akdin[in] Bozulması Hakkında 162/ Zimmet Akdini Bozmayan Yasak Davranışlar 162 KAYNAKÇA 165 DİZİN 169 Giriş İslam Siyaset Düşüncesi Üzerine Klasik dönem Arapçasında "at bakıcılığı yapmak", "bir işi birine tevdi et­ mek", "birini tedip etmek" gibi manalarının yanında "yönetmek" ve "idare et­ mek" anlamlarına da gelen siyaset kelimesi Lisanü'l-Arab'da "bir şeyi, onu ıslah edecek şekilde yapmak"1 şeklinde tarif edilmektedir. Kur'an-ı Kerim'de yer almayan bu kelime, Hz. Peygamberin ifadelerinde sözlük anlamlarını çağrıştıracak şekilde "at bakıcılığı yapmak", "yönetmek" ve "idareyi/yöneti­ mi üzerine almak" manalarında kullanılmıştır.2 Siyaset, İslam düşünce ge­ leneğinde bu anlamlarının yanında aynca cezalandırma manasını da içere­ cek şekilde farklı kullanım alanlan bulmuştur. 3 Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın, mutlak hükümranı olduğu kainatı idare eden ve hükümler veren bir varlık olarak tavsif edilmesi,4 Müslüman zihninde mutlak ve hakim bir yöneticinin varlığı düşüncesine yer açmıştır. Hikmetle hükmeden Allah, imtihan etmek üzere insanları bu dünyaya göndermiş ve onlara iki dünya saadetinin yolunu din sayesinde göstermiştir. Akıl ve irade sahibi mükellefler, bu sonuca, ancak hikmetle hükmeden bu yöneticiye itaat edip O'nun nzası doğrultusunda salih amellerde bulunarak erişebilirler. Hz. Muhammed (sav), Allah'tan aldığı dini tebliğ ederken, aynı zamanda özellikle Hicret sonrası Medine'deki iı:;ıananlann siyasi lideri olmuş, bu çer­ çevede hükümler vermiş, yöneticiler atamış, antlaşmalar ve savaşlar yap­ mıştır. O, bu yönüyle Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Yusuf ve Hz. Musa gibi 1 Muhammed İbn Manzur, Lisanü'l-Arab, Daru Sadır, Beyrut [t.y.], "svs" md. 2 Buhari, "Enbiya", 50, "Nikah", 107; Müslim, "İmare", 44; İbn Mace, "Cihad", 46; Tirmizi, "Tefsirü Sure 24", 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 297; VI, 347, 352, 386. 3 Klasik dönem metinlerinde siyaset kelimesinin ele alınışını görmek için bk. Semih Dağim, Mevsuatu must.alahB.ti'l-ulfimi'l-ictimaiyye ve's-siyB.siyye fi'l-fikri'l-Arabi ve1-İslıimi, Mek­ tebetu Lübnan [Librairie du Liban], Beyrut [t.y.], s. 590-610. Klasik dönemde siyasetle il­ gili konular bu kelimenin yanında tedbir, idare, hükfime, ilB.t gibi kelimelerle de ifade edilmiştir. 4 Allah'ın hükümranlığına işaret eden ayetleri topluca ele alan bir değerlendirme için bk. Vecdi Akyüz, Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul 1998, s. 17, 41-59. İslam Siyaset Düşüncesi Üzerine 15 kendisinden önceki bazı peygamberlere benzemektedir. Kıyamete kadar ba­ ki kalacağı bildirilen bu dinin layıkıyla yaşanabilmesi, getirdiği hükümlerin hakkıyla tatbik edilebilmesi ve tüm yeryüzüne yayılması siyasi bir erkin varlığını zorunlu kılmaktadır. Dolayısıyla "Hz. Muhammed'in, gönderildiği toplumda siyasi bir yapı olmaması hasebiyle mecburen böyle bir vazife üst­ lendiği" iddiası doğru değildir. Bu erk, Hz. Peygamber'in vefatının akabinde ona "halef' olan idareciler eliyle kullanılacaktır. Dinin temel kaynaklannda kendisine böyle bir çerçeve çizilen siyaset, İs­ lam düşünce ve ilim geleneğindeki muhtelif disiplinleri ilgilendiren bir alan­ dır. Kelam, tasavvuf ve fıkıh gibi İslam ilimlerinin yanında, felsefe tarafın­ dan da inceleme konusu edilen siyasete dair ayrıca, siyasetname, nasihatna­ me ve ıslahatname türü eserler de kaleme alınmıştır. Klasik dönem İslam si­ yaset anlayışını belirlemek, tüm bu eserlerin yanında bu türler altına girme­ yen nevi şahsına münhasır bazı eserlerin de aralannda bulunduğu geniş bir birikimi dikkate alan kapsamlı bir yaklaşımla mümkün olabilir. Hz. Ali ve Hz. Muaviye ihtilafının zamanla Şii-Sünni ayrışmasına dö­ nüşmesi ve bu çerçevede Müslümanlann siyasi liderliği konusunun fazla­ sıyla gündeme gelmesi, kelam literatürü içerisinde imamet bahislerinin bir fasıl olarak yer almasına yol açmıştır. Kelam literatüründe bu konu, "ak.aid ile siyasi liderlik arasında teorik bir ilişki kurmaya matuf olarak" ele alın­ mıştır. 5 Şia'nın ümmetin siyasi liderinin nasla atanması gerektiği iddiası Hz. Ali dışındaki halifelerin meşruiyetini tartışma konusu yapmış, Ehl-i Sünnet kelamcılan ise, her ne kadar imamet bahsinin Şia'nın kabul ettiği gibi kelamın değil fıkıh ilminin bir konusu olduğunu vurgulasalar da, asha­ bın büyük çoğunluğunun nassa muhalif davranmış olduklan sonucunu da beraberinde getiren bu iddianın geçersizliğini göstermek üzere konuyu ke­ lam kitaplanna taşımışlardır. Ehl-i Sünnet kelamcılan ayrıca ilk dört hali­ fenin efdaliyet sırasının olduğu şekliyle kabul edilmesinin gerekliliği, Hz. Muaviye'nin hilafetinin mahiyeti ve imamet için gerekli şartlara dair mese­ lelere eserlerinde yer vermektedirler.6 Dinin zahiri ve hatmi boyutlanna dikkat çekerek, hatmi yönünü incele­ meye özel bir önem atfeden tasavvufi eserlerde yer alan siyaset anlayışı bir 5 Ahmet Davutoğlu, "Devlet", DİA, IX (İstanbul 1994), s. 238; a.mlf., Altemative Paradigms, The Impact of Islamic and Westem Weltanschauungs on Political Theory, University Press of America, Lanham 1994, s. 60-61; Hızır Murat Köse, "Siyaset", DİA, XXXVII (İs­ tanbul 2009), s. 296. 6 Kelam kitaplanndaki imSnıet bahislerini siyasi düşünceye kaynaklık etmeleri açısından inceleyen bir çalışma için bk. İhsan Fazlıoğlu, "Osmanlı Düşünce Geleneğinde 'Siyasi Me­ tin' Olarak Kelam Kitaplan", Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 112 (2003), s. 379398. Müstakil olarak İmamiye Şiası'nın imamet anlayışını ele alan bir çalışma için bk. Metin Bozan, İmamiyye Şiası'nın İmamet Thsavvuru (4. ve 5. Asırlar), İlahiyat, Ankara 2007, 175 s. 16 Adl'e Boyun Egmek yandan "ricalü'l-gayb" anlayışının bir uzantısı olarak maddi ve manevi dün­ yada tasarrufta bulunan ve zaman zaman zahiri halife ile aynı kişi olabilen "kutub" kavramına atıfta bulunurken; öte yandan bu ilmin değer atfettiği bir dizi konunun yöneten ve yönetilen seviyesindeki bütün insanların tutum ve davranışlarında yer almasına matuf düşünceleri dile getirir. Muhyiddin İbnü'l-Arabi'nin (v. 638/1240) et-Tedbiratü'l-ilahiyye7 adlı kitabıyla birlikte bu türün en önemli örneklerinden olan Necmeddin Daye'nin (v. 654/1256) Mirsadü'l-ibad adlı eserinin "Der beyan-i sülı1k-i tavayif-i muhtelif' başlıklı beşinci kısmı bütünüyle sultandan tüccar ve çiftçilere kadar birarada yaşa­ yan farklı kesimlerin bu çerçevede ele alınışına ayrılmıştır. İnsanı merkeze taşıyan bir yaklaşımla bu kesimlerin herbirine vücut organlarından bir karşılık verilen bu eserde Daye, ele aldığı toplulukların Allah'a yakınlaşma yolunda (seyr-i sülük) dikkate almaları gereken ilkeleri zikretmekte, aynı zamanda ideal bir insan topluluğunun nasıl şekillenmesi gerektiğine dair de bir çerçeve çizmektedir. Eserde "akıl" mesabesinde görülen ve padişah başta olmak üzere havas ve avamın tamamının kendisiyle müşavere ettiği adalet, ilim ve emanet vasıflarına sahip olan vezirin, Allah, padişah, askerler ve halkla olan ilişkilerinde dikkat etmesi gereken dört kavram ve bunların açı­ lımı kitabın ana izleğidir. Bu kavramlar, ihlas ve güvenilirliği de içerisine alacak bir anlam aralığına sahip sayılan doğruluk; kibir, tamah ve düşük­ lükten uzak kalarak erdemli bir hayat sürmeyi içeren gönül yüceliği; doğru bildiği hususlarda sabitkadem olup başkalarının taarruzlarına aldırmamak anlamında sebat ve sabırlı olmayı da kapsayacak denli geniş bir anlam ara­ lığına sahip tahammüldür.8 Siyaseti felsefe zemininde ele alan eserlerin ilk önemli örnekleri Farabi tarafından telif edilmiştir. Antik Yunan'dan gelen kavram ve tasniflerin bü­ yük oranda kabul edildiği bu eserler, Yunan ve İslam medeniyetlerinin ilk karşılaşma dönemine ait olmaları hasebiyle, her ne kadar İslam'a has birta­ kım yaklaşımlar taşısalar da,9 İslam siyaset felsefesini bütünüyle temsil et­ mekten uzaktırlar. İlimler tasnifinde pratik felsefe alanında ahlak ve ev ida7 Muhyiddin İbnü'l-Arabi, et-Tedbirıitü'l-ilahiyye fi ıslıihi'l-memleketi'l-insıiniyye, (nşr. Ha­ san Asi), Müessesetu Buhsun, Beyrut 1993, 256 s. 8 Ebu Bekr Necmeddin Razi, Mirsıidü'l-ibıid, (nşr. Muhammed Emin Riyahi), İntişarat-ı İl­ mi ve Ferhengi, Tahran 1986, s. 465-479. Özelde Mirsıidü'l-ibıid'ın genelde tasavvufi dü­ şüncenin Osmanlı siyaset düşüncesine etkisine dair bir değerlendirme için bk. Hüseyin Y ılmaz, Tlıe Sultan And Tlıe Sultanate: Envisioning Rulership in the Age of Süleyman The Lawgiver (1520-1566), (yayımlanmamış doktora tezi), Harvard University, Cambrid­ ge, Massachusetts 2005, s. 298-302, 323-324. 9 Sözgelimi Farabi'nin teklif ettiği siyasi birliğin , şehir devletinin ötesinde, mutlakiyetçi ve milli birlikleri aşan bir veçhesinin olması, Antik Yunan'da rastlanması mümkün olmayan bir olguya işaret etmektedir, bk. Davutoğlu, "Devlet", s. 239. Davutoğlu'na göre Kindi'den itibaren tüm İslam filozofları, özelikle "ontolojik yakınlaşmadan (ontological proximity)" ka­ çınmak için Yunan felsefi birikimini metafizik çerçevede dönüştürerek İslami formda yeni­ den ifade etmişlerdir. Konuyla ilgili olarak bk. Alternative Paradigms, s. 67-70. İs!Aın Siyaset Düşüncesi Ozerine 17 resiyle birlikte üçüncü bir alanı temsil eden siyasetin bu tasnif içerisinde ele alınışı daha sonra Tı1si, Devvani ve Kınalızade çizgisinde sürdürülmüş olsa da, İbn Sina'nın "peygamberin yasa koyuculuğu" başlıklı, pratik felsefeye metafizik ilkelerini veren yeni bir ilim ihdas etmesi, siyasetin felsefi zemini­ ni Yunan felsefesinin tasnif ve kavramlarının dışına taşımıştır. ıo Siyasetnameler insanlığın ortak tecrübesinin siyasi düşünceye yansıtıldı­ ğı eserlerdir. En tipik örneklerinden biri Nizamülmülk'e ait olan bu eserler­ de hükümdar, görevliler ve raiyye ekseninde siyasetin tatbikinde dikkate alınması gereken ilkelerin tespiti önemli bir yere sahiptir. Bu ilkelerin bü­ yük çoğunluğu tarih içerisinde uygulanmış olduğundan, bu eserleri toplum­ sal ve tarihi karşılıkları bulunan gerçekçi eserler olarak nitelemek müm­ kündür. Gerçekçiliğe yapılan bu vurgu eserlerde pragmatizm-realite denkle­ minde gelgitlere sebebiyet verse de, klasik siyasetnamelerde teklif edilen tüm prensiplerin ahlaki bir çerçeveye dayandırılmasına dikkat edilmektedir. Bu eserlerin bir diğer özelliği, İslam öncesi siyaset geleneklerine ve özellik­ le Fars tecrübesine vurgu yapmalarıdır. 11 Bu genel yaklaşımların dışında, siyaseti kendilerine has ve özgün biçim­ de ele alan müellifler de bulunmaktadır. Bunlar arasında günümüzde genel­ likle "tarihi-sosyolojik" yaklaşımla kaleme alındığı ifade edilen İbn Hal­ dun'un Mukaddime'si zikredilmelidir. ız Yine İbnü'l-Ezrak'ın "siyaset ahlakı" olarak nitelenebilecek bir yaklaşımı benimsediği Bedai'ü's-silk fi tabai'i'l­ m ülk1 3 başlıklı eseri de nevi şahsına münhasırdır. 14 Aynca idareye ilişkin hususlara ehemmiyet veren ıslahatnarne eserleri ile nasihatname kitapları başta olmak üzere, şiirden tarihe kadar geniş bir literatür, yukarıda yer ve­ rilen yaklaşımlarla bir bütün halinde incelendiğinde İslam siyasi düşünce geleneğinin, farklılıkları içerisinde barındıran zengin bir birikime sahip ol­ duğu anlaşılmaktadır. Elinizdeki kitap bağlamında bizi özellikle ilgilendiren yaklaşım ise fikıh ilmini esas alan bakış açısıdır. Siyasetin sahasına giren konulan fıkıh ilmi çerçevesinde değerlendiren eserler el-Ahkamü's-sultaniyye adıyla anılmak­ tadır. İlk örneklerini Maverdi, Ebu Ya'la el-Ferra ve İmamü'l-Haremeyn Cü10 Konuyla ilgili kapsamlı bir değerlendirme için bk. M. Cüneyt Kaya, "'Peygamberin Yasa Koyuculuğu': İbn Sina'nın Ameli Felsefe Tasavvuru", Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, XIV/27 (2009/2), s. 57-91. 11 Konuyla ilgili olarak bk. Davutoğlu, "Devlet", s. 239; Köse, "Siyaset", s. 298. 12 İbn Haldun'un devlet düşüncesine bu açıdan yaklaşımı hakkında bir değerlendirme için bk. Davutoğlu, "Devlet", s. 240. 13 Muhammed b. Ali İbnü'l-Ezrak el-Gırnati, BedBi'ü's-silk fi tabBi'i'l-mülk, (nşr. Ali Sami en-Neşşar), 1-11, Daru'l-Hürriyye, Bağdad 1397-1398/1977-1978, 559+537 s. 14 Eseri ana hatlarıyla tanıtan bir değerlendirme için bk. Tahsin Görgün, "İbnü'l-Ezrak el­ Gırnati", DİA, XXI (İstanbul 2000), s. 37. 18 Adl'e Boyun EOmek veyni'nin verdiği ahkam-ı sultaniyye kitapları, öncelikle birer fıkıh eseri ol­ maları hasebiyle kendi sahalarını mükelleflerin amelleriyle sınırlamışlardır. Bu literatürün önemli temsilcilerinden biri olan Cüveyni, bu amellerin iki kısma ayrıldığını, ilk kısımda imamlar ve yöneticilerle ilgili hükümlerin bu­ lunduğunu; ikinci kısmın ise mükelleflerin şahsi yaşamlarında yükümlü ol­ dukları hükümlerden oluştuğunu ifade etmektedir. 1 5 Bu tasnifle bir anlam­ da "siyasi ameller"in varlığına dikkat çeken müellif, ilk kısım ahkamla ilgi­ li tüm zaman ve mekanlarda geçerli olacak kati nasların sayısının son dere­ ce sınırlı olduğunu, birçok mevzuun zanniyat sahasına bırakıldığını ifade et­ mekle birlikte, kati hükümleri son derece fazla olan ikinci kısım ahkamın bu kısımdan bağımsız düşünülemeyeceğini dile getirmektedir. Bu sebeple eser­ de yönetim kademelerinde görev alacak kimselerin meslekleriyle ilgili tasar­ ruflarında bağlı olacakları şer'i ahkam tek başına yeterli görülmemekte, bu hükümler mezkur zevatın dini mükellefiyetlerinin şahsi boyutuyla bir bütün olarak tasavvur edilmektedir. Bu birlikteliğin sağlanmasıyla gerçekleştirile­ cek olan ise şeriatın bekasıdır. 16 Dolayısıyla ahkam-ı sultaniyye eserlerinde siyasi yapıların mahiyetleri ve doğası gibi "kurum merkezli" tartışmalara neredeyse hiç rastlanmaz. Bunun yerine insan (mükellef ) merkeze alınır ve onun amel ve vasıflarını incelemek amaç edinilir. Ahkam-ı sultaniyye eserlerinde, siyasi liderliğin elde edilişinde ehl-i hal ve'l-akdin bey'ati, şura ve istihlaf gibi ilkelere tabi olan, şeriatı tatbik eden, bu çerçevede iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan, tebaaya adaletle muame­ le ederek onları zulümden koruyan, cihad farzını yerine getirerek bir yandan onları düşmana karşı muhafaza ederken öte yandan tebliğ vazifesini ifa eden idareci (imam/halife) üzerinde hassasiyetle durulmakta, bu kimsenin sahip olması gereken vasıflar ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Amel­ lerinde böylesi bir tutarlılığı sağlayan yöneticiye itaat etmek ise raiyyenin vazifesi olarak belirlenir. Bu eserlerde raiyye, siyasi yapıyla sürekli bir mü­ cadeleye girişerek haklar elde etmeye çalışan, bunun için sözleşme yapan "bireyler" yerine; yöneticilere nasihat edip yardımcı olan, masiyet teşkil etmeyen hususlarda onlara itaat eden "mükellefler" olarak ele alınır. Eliniz­ de tercümesi bulunan Tahrirü'l-ahkam fi tedbiri ehli'l-İslam böyle bir çerçe­ ve içerisinde yer alan özgün bir çalışmadır. 15 İmamü'l-Haremeyn el-Cüveyni, el-Gıyasi: Gıyasü'l-ümem fi'ltiyasi'z-zulem, (nşr. Abdüla­ zim ed-Dib), 2. bs., el-Mektebatü'l-kübra, (y.y.] 1981, s. 14-15. · 16 Cüveyni, el-Gıyasi, s. 16-18. Cüveyni'nin siyaset anlayışı için aynca bk. Özgür Kavak, "'Siyasi-Fıkhi Ahkamın' Fıkıh Usulü Zemininde Temellendirilmesi: Cüveyni'nin el-Gıya­ si' sinde Kat'iyyat-Zanniyyat Ayrımı ve Modern Yorumlan", Divan: Disiplinlerarası Ça­ lışmalar Dergisi, XIV/27 (2009/2), s. 21-55. İslam Siyaset Düşüncesi Ozerine 19 Bedreddin İbn Cemaa'nın Siyaset Anlayışı Memlüklüler dönemi fakihlerinden Bedreddin İbn Cemaa'nın (639733/1241-1333) yaşadığı döneme ilişkin tarihi malumat ve özellikle hilafetin bu çağdaki konumunun tespiti, onun Tahrirü'l-ahkam fi tedbiri ehli'l-İslam 17 başlıklı eserinde nasıl bir siyaset anlayışı geliştirdiği konusuna nüfuz edebil­ mek için elzemdir. Zira müellif, muhtemelen Memlük sultanı el-Melikü'l-Eş­ ref Halil için kaleme aldığı bu eserinde 18 Bağdad merkezli Abbasi hilafetinin yıkılışı sonrası ortaya çıkan yeni durumu fıkhi açıdan tahlil etmekte, bir Şa­ fii fakih olarak dönemindeki gelişmeleri yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu se­ beple eser sadece teorik mülahazalarla kaleme alınan bir çalışma olmayıp aynı zamanda ortaya çıkan yeni durumu değerlendirmeye de matuftur. İslam dünyasının uzun süre siyasi liderliğini yapan Abbasi Devleti Mo­ ğol istilası neticesinde 1258 yılında son bulunca Müslümanlar yaklaşık üç yıl halifesiz kaldılar. 1260 yılında Ayn Calut Savaşını kazanarak Moğol is­ tilasına son veren ve ardından da Sultan Kutuz'u öldürüp tahta geçen Mı­ sır Memlük Sultanı 1. Baybars, Moğolların Bağdad'ı tahribi sırasında Dı­ maşk'a giden son Abbasi halifesi Mutasım-Billah'ın amcası Ebu'l-Kasım Ah­ med b. Zahir'i hilafeti canlandırmak ve kendi sultanlığına meşruiyet sağla­ mak amacıyla Kahire'ye davet etti. Devlet erkanı ve ulemanın katıldığı bir törende şahitlerin beyanıyla nesebinin tespitinden ve bunun kadilkudat Ta17 Bazı bibliyografya kitaplarında eserin başlığı Tahrirü'l-ahkam fi tedbiri ceyşi'l-İslam ve Tahrirü'l-ahkam fi tedbiri milleti'l-İslam şeklinde de kayıtlıdır. Konuyla ilgili olarak bk. Fuad A. Ahmed, "Mukaddimetü't-tahkik", (İbn Cemaa, Tahnr içinde), s. 27-28. 18 Bu yönde bir kanaat için bk. Cemil Akpınar, "İbn Cemaa", DİA, XIX (İstanbul 1999), s. 391. Tahrirü'l-ahkam'da bu hususta bir açıklık yoktur. Ancak müellif, Tahrirü'l-ah­ kam ın belli bölümlerinin daha kısa bir versiyonundan ibaret olan Muh tasar fi fazli'l-ci­ had adlı eserinin mukaddimesinde el-Melikü'l-Eşref Halil'in adını açıkça zikrederek ona hayır duada bulunmaktadır, bk. Bedreddin İbn Cemaa, Muhtasar fi fazli'l-cihad, (nşr. Üsame Nasır Nakşibendi), Vezaretü's-sekiife ve'l-i'lam, Bağdad 1983, s. 99. ' Bedreddin İbn Cemia'nın Si:yaset:Anlayışı 21 cüddin Abdülvehhab b. Bintü'l-Eaz tarafından onaylanmasından sonra Ebu'l-Kasım Ahmed, Mustansır-Billah lakabıyla halife ilan edildi ve halk­ tan bey'at alındı (9 Receb 659/9 Haziran 1261). Böylelikle ilk Mısır Abbasi halifesi olan Ahmed, kendisinin bu makama oturmasını sağlayan Baybars'a sultanlık hil'ati giydirdi. 19 Mısır Abbasi hilafetinin bu şekilde teşekkülünden sonra Memlük Devle­ ti'nde tahta çıkan sultanın saltanatının meşruiyeti, halife tarafından verilen bir ahidname ile sağlanıyordu. Yeni sultana saltanat tevcihi için yapılan bir merasimde halife Müslümanlann işlerini sultana devrettiğini beyan edi­ yordu.20 Bu uygulamadan da anlaşılacağı üzere hilafetin aldığı bu yeni şe­ kilde halifenin artık herhangi bir idari yetkisi bulunmamaktaydı. Halifele­ rin yalnızca adlan sikke ve hutbelerde Memlük sultanlanyla birlikte anılı­ yordu. Memlük tarihinde hemen hemen hiçbir halife yönetim kademelerin­ de bir vazife almamış, fiili bir güce sahip olmamıştı. Bütünüyle Memlük sul­ tanlannın emirlerine uymaya mecbur kalan halife dini lider konumunda ol­ masına rağmen fiiliyatta bunun da bir yansıması bulunmamaktaydı. Zira di­ ni görevlerde çalışan memurlan doğrudan tayin ve azil yetkisine sahip de­ ğildi. Bu vazife de sultan tarafından ifa ediliyordu.2 1 Mısır Abbasi halifelerinin diğer Müslüman devlet başkanlan nazannda­ ki durumu da farklılık arz ediyordu. Kimi hükümdarlar Memlük Devleti'nde bir sığıntı konumunda bulunan bu halifelerin manevi otoritelerini tanıdığı­ nı beyanla onlardan saltanat menşı1ru isterlerken, 22 diğer bazı hükümdar­ lar böyle bir yola başvurmak bir yana asıl kendilerinin halife olduklannı ile­ ri sürmeye başlamışlardı. 23 Öyle anlaşılıyor ki bu dönemde Mısır Abbasi ha­ lifeleri Bağdad Abbasi halifelerinin bir dönem İslam dünyasında sahip ol­ duklan manevi nüfuza asla erişememişlerdi. 19 Abdulcevad Halef, el-Kadi Bedrüddin İbn Cemaa, hayatuh ve asa.ruh, Camiatü'd-Dirii­ seti'l-İsl8.ın.iyye, Pakistan 1988, s. 105; İsmail Yiğit, Siyasi, Dini, Sosyal, Kültürel İslam Tarihi, (Memlükler), Kayıhan Yayınlan, İstanbul 1991, VII, s. 159; CasimAvcı, "Hilafet", DİA, XVII (İstanbul 1998), s. 545. 20 Mesela Halife il. Hakim (741-753/1341-1352), Seyfeddin Ebubekir el-Mansur'a (741762/1341-1361) hil'at giydirirken şöyle demişti: "Müslümanların idaresini sana devret­ tim, dini görevleri de sana bıraktım." Yiğit, Memlük.ler, s. 159. 21 Halef, el-Kadi Bedrüddin, s. 106; Yiğit, Memlükler, s. 160-161. 22 Sözgelimi Hindistan Müslüman Türk hükümdarlarından Muhammed b. Tuğluk, zama­ nın halifesi el-Müstekfi'ye (1302-1340) müracaat ederek, kendisine saltanat tevcihi için menşılr gönderilmesini istemiş, bunu sağladıktan sonra da hutbeyi onun adına okutmuş paranın üzerine de onun adını nakşettirmişti. Yiğit, Memlükler, s. 163. 23 Moğol istilasının ardından İslam dünyasının muhtelif beldelerinde halife unvanını kullan­ maya başlayan hükümdarların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Hatta Osmanlı sultanları­ nın dehi 1. Murad'dan itibaren çeşitli vesilelerle bu unvanı kullandıklan bazı müellifler tarafından ileri sürülmektedir. Konuyla ilgili olarak bk. Yiğit, Memlük.ler, s. 162-163, 171177; Azmi Özcan, "Hilafet, (Osmanlı Dönemi)", DİA, XVII (İstanbul 1998), s. 546. 22 Adl'e Boyun Egmek Benı1 Cemaa olarak bilinen ilmi gelenek sahibi seçkin bir ailenin24 men­ subu olan Ebu Abdullah Bedrüddin Muhammed b. İbrahim b. Sa'dullah b. Cemaa el-Kinani el-Hamevi 4 Rebiülahir 639/12 Ekim 1241 yılında Hama'da doğdu. Küçük yaşta babasından ve onun yakım olan alimlerden ilim tahsili­ ne başladı. Daha sonra muhtelif medreselerde tahsilini sürdürdü. Bu amaçla seyahatlerde bulundu. Müteakip yıllarda Dımaşk'ta çeşitli medreselerde bir süre müderrislik yaptıktan sonra Mescid-i Aksa imam-hatipliği vazifesine ge­ tirildi. Ramazan 687/Ekim 1288'de Kudüs kadılığına tayin edildi. Üç yıl bu vazifeyi ifa ettikten sonra dönemin veziri Şemseddin İbnü's-Sel'ı1s tarafından Mısır kadilkudatlığına atandı ( 14 Ramazan 690/10 Eylül 1291). Memlük sul­ tanı el-Melikü'l-Eşref Halil'in öldürülmesinden sonra (Aralık 1293) Mısır'da­ ki kadilkudatlık ve hatiplik görevinden alınarak Dımaşk kadilkudatlığına ta­ yin edildi. Daha sonra birçok medresede müderrislik yaptı. Dımaşk'taki Sü­ meysatiyye sı1filerinin isteği üzerine buraya şeyhüşşüyı1h olarak atandı. 17 Safer 702/11 Ekim 1302'de Takiyyüddin İbn Dakikü'l-id'den boşalan Mısır kadilkudatlığına tekrar getirildi ve bu vazifeyi hatiplik, müderrislik ve şey­ hüşşüyı1hluk vazifeleri ile birlikte dokuz yıl süreyle ifa etti. Resmi görevleri­ ne 727/1327 yılına kadar devam eden İbn Cemaa bu sene vazifelerinden ay­ rıldı. Fakat Salahiyye Medresesi müderrisliğine ömrünün sonuna kadar de­ vam etti. Tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi İslam ilimleri kapsamında çok sayı­ da eser yazan, aynca tarih, eğitim-öğretim ve Arapça sahasında da telifleri bulunan İbn Cemaa 21 Cemaziyelevvel 733/7 Şubat 1333 tarihinde vefat etti ve Karafe Mezarlığı'nda İmam Şafü'nin kabri yakınına defnedildi. 25 İbn Cemaa Moğol ve Haçlı saldırılarının etkisinin devam ettiği, İslam dünyasının pek çok bölgesinde küçük hanedanlıkların birbiriyle çatıştığı bir dönemde Memlüklerin dokuz hükümdarının idaresini yakından gördü. O, kabilesinin geniş nüfuzundan aldığı destekle dini, içtimai ve fikri hareketle­ re yön veren şahsiyetlerden biri olarak26 bir yandan Tahrirü'l-ahkam fi ted­ biri ehli'l-İslam başlıklı muhtasar eserinde siyasi mevzuları fıkıh ilminin ve­ rilerini esas alıp değerlendiren ahkam-ı sultaniyye geleneğini takip etmek suretiyle siyasi idareyi ellerinde bulunduranların tabi olacağı esaslan belir­ lemeye çalışmış; diğer yandan Muhtasar fi fazli'l-cihad ve Müstenedü'l-ec­ nad fi alati'l-cihad27 başlıklı eserlerinde cihad kavramını önceleyerek yaşa24 Benı'.i Cemaa hakkında bk. Kamal S. Salibi, "The Banu Jama'a, A Dynasty of Shafi'ite Jurists in The Mamluk Period", Studia Islamica, IX (1958), s. 97-109; Kamil J. Asali, "The Banu Jama'ah, A Family of Scholars in Medieval Jenısalem", Hamdard Islamicus, XVIII/3 (1995), s. 5-31. 25 İbn Cemaa'nın hayatı ve eserleriyle ilgili olarak bk. Akpınar, "İbn Cemaa", s. 388-390; Halef, el-Kadi Bedrüddin, s. 131-146; Salibi, "The Banu Jama'a", s. 99-100; Asali, "The Banu Jama'ah, A Family of Scholars", s. 6-12; Muhammet Sağlık, İbn Cemaa'nın Haya­ tı, Eserleri ve Hukuki Görüşleri, (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Marmara Üniver­ sitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002, s. 2-32. 26 İbn Cemaa'nın bu sahalarda oynadığı rollerin değerlendirilmesi için bk. Akpınar, "İbn Cemaa", s. 389-390; Halef, el-Kadi Bedrüddin, s. 132 vd. Bedreddin İbn Cemb'run SiyasetAnlayışı. 23 dığı dönemdeki küçük emirliklerin Memlüklerin çatısı altında gayrimüslim saldırganlığına karşı birleşmelerini sağlamaya gayret etmiştir. Bu çabaları­ nın temel endişesi yaşadığı çağda ve içerisinde bulunduğu şartlarda şeriatın sahih bir şekilde tatbikini temin etmek olarak belirmektedir. Bu sebeple dü­ şüncelerini dile getirirken ilgili konuya dair ayet, hadis ve ulema kavillerini zikretmeye özen gösterir. Memlük Devleti'nde 1261 yılından itibaren tüm si­ yasi işleri idaresi altında bulunduran bir sultan ile ondan ayn olarak Bağ­ dad Abbasi hanedanına mensup bir halife varlığını sürdürdüğünden kendi­ sine muhatap olarak "halife ve sultanı" almakta, mevcut konumu itibariyle sembolik bir anlamı olsa da hilafet makamına sultanınkine eşdeğer bir önem atfetmektedir. Bahsi geçen eserlerinin iki önemli işlevi bulunmaktadır. Bu işlevler İbn Cemaa'nın siyasete ilişkin dile getirdiği düşünceleri için genel bir çerçeve oluşturmaktadır: "Allah'ın muradına uygun bir şekilde hükümleri düzene koyan, raiyyesinin maslahatı için elinden gelen gayreti gösteren ve Allah'ın üzerindeki gizli-açık bütün nimetlerine şükreden siyasi lidere bu görevini ifa ederken gerekli olan bilgileri vermek" ilk işlevi; "böylelikle onun Allah'ın rı­ zasına uygun bir idare göstermesini temin etmek ve ona bu hususta nasihat­ te bulunmak" ise ikinci işlevi oluşturmaktadır. 28 Bu iki işlev, anlamını siya­ si liderin varlığına ilişkin değerlendirmelerle kazanmaktadır. Zira şeriatın sahih bir şekilde tatbiki her şeyden önce imametin, yani siyasi erkin varlığı­ na bağlı olduğundan bir siyasi liderin bulunması dini bir yükümlülük olarak tezahür etmektedir: "Dini himaye edecek, Müslümanların işlerini idare ede­ cek (siyasetü umüri'l-m üslimfn), aşın gidenlere engel olacak, mazlumları za­ limin elinden kurtaracak, haklan yerli yerince kullanacak bir imamın tayin edilmesi farzdır." Zira "böylesi bir imamın tayin edilmesi neticesinde ülke sa­ lah bulacak, raiyye bir güvenlik alanına kavuşacak ve her türlü kötülüğün kökü kurutulacaktır. Mahlukatın ahvali ancak onları idare edecek (siyaset) ve korumakla meşgul olacak bir sultanın varlığı ile salah bulur". Müslüman­ ların istenilen nitelikleri taşımasa dahi bir idarecilerinin olması, idareci­ lerinin yokluğundan yeğdir.29 Siyasi liderin tasarruflarında uyması gereken hüküm ve kaideler aslında onun şeriata uyması anlamına gelmektedir. İbn Cemaa'nın tanımlamasıyla şeriat, "Hz. Peygamber'in getirdiği ve tayin ettiği, insanların tabi olmalarını ve korumalarını vacib kıldığı hedeftir. Dayanağı vahiy olduğundan şeriat Al­ lah'a giden en doğru yoldur. İyiliklerin tamamı ona tabi olmakta; kötülüğün tamamı ise onu terk etmekte yatar". 30 Şeriatın hamileri siyasi lider ve bu 27 Bu iki eser birarada Üsame Nasır Nakşibendi tarafından neşredilmiştir: Vezaretü's-sekafo ve'l-i'lam, Bağdad 1983. 28 İbn Cemaa, Tahrir, s. 45. 29 İbn Cemaa, Tahrir, s. 48. 30 İbn Cemaa, Tahrir, s. 87. 24 Adl'e Boyun E�rnek liderin emirleri; muhafızları ise alimlerdir. Bu sebeple "Allah'ın ikame ettiği mülkte tasarrufta bulunan ve O'nun emrettiği şeriatla amel eden" siyasi li­ derin, "kendisini Allah'ın valilerinden ve naiblerinden biri konumunda kabul etmesi gereklidir". 31 Dolayısıyla kendisine itaat etmeyen görevlilerine karşı nasıl muamele ediyorsa, Allah'ın da kendisine aynı şekilde muamele edece­ ğini bilmeli ve davranışlarını buna göre düzenlemelidir. Şeriatın tatbik ve himayesinin kendisine bağlı olduğu devlet başkanlığı­ na geliş, esas itibariyle ümmetin seçim ve onaylama suretinde göstereceği rı­ zasına bağlıdır. Bu nza üç şekilde gerçekleşir: a) Bey'at esnasında imamın bulunduğu beldeye gelmelerinde bir zorluk bulunmayan emirler, alimler, re­ isler ve diğer önde gelen insanların bey'ati (ehl-i hal ve'l-akdin bey'atı). b) Ümmetin siyasi lider olmasına nza gösterdiği kişinin, kendisi öldükten son­ ra başa geçmek üzere yerine birini bırakması (istihlaf ). c) Ehliyetli kişiler­ den oluşan bir heyetin imamı seçmesi (şura). Bu yollarla ümmetin rızasının alınarak siyasi lider olunması "ihtiyari imamet" olarak ifade edilir. Bu şekil­ de başa gelinebilmesi için siyasi liderliğe aday olan kişinin ehil olması, yani şu on şartı taşıması gereklidir: a) Erkeklik, b) hürriyet, c) büluğ, d) akıl, e) Müslümanlık, f) adalet, g) cesaret, h) Kureyşilik, i) ilim ve j) uhdesine aldığı ümmetin yönetimini (siyaset) ve maslahatlannın gereğini yapacak yeterlilik (kifliyet). Bu şartlar halife için geçerlidir. Sultanda ise Kureyş soyuna men­ sup olma şartı dışındaki diğer şartlar bulunmalıdır. Mezkı1r şartlan taşıyan birden fazla adayın olması durumunda esnek bir tavır takınılmalı ve zama­ nın durumuna göre daha gerekli nitelikler öne çıkartılmalıdır. Sözgelimi düşman tehlikesinin hissedildiği durumlarda daha cesur olan, ilmi bir zaa­ fın söz konusu olduğu ve sahih dini hayata aykın davranışların (bid'at) re­ vaç bulduğu dönemde ise daha alim olan seçilmelidir.3 2 Meşru bir imamın bulunmaması durumunda zor kullanarak başa gelin­ mesi yöntemi ise "cebri imamet" olarak nitelenir. Kuvvet sahibi olan ve imamlık için gerekli özellikleri taşıyan bir kişinin, imameti ele geçirip gücü ve askerleriyle raiyye üzerinde hakimiyet kurması durumunda -zarurete mebni olarak- bey'at gerçekleşmiş sayılmalıdır. Zira "Müslümanların birlik ve bütünlüklerinin muhafazası için" ona itaat etmek gerekmektedir. İmamet güç ve galip gelme suretiyle gerçekleştikten sonra bir başkası bu kimseye karşı kıyam eder ve onu gücü ve ordusuyla yenerse ilki azledilmiş ve ikinci­ si imam olmuş olur. Bunun gerekçesi de aynı şekilde Müslümanların masla­ hatlarını temin etmek, birliklerini sağlamaktır. 33 Yukarıda zikredilen yöntemlerden birisiyle başa geçen imamın muhtelif haklan ve vazifeleri bulunmaktadır. İmamın haklan şunlardır: a) Masiyet içermeyen emirlerine itaat edilmesi. b) Kendisine nasihat edilmesi ve sami31 İbn Cemaa, Tahrir, s. 71. 32 İbn Cemaa, Tahrir, s. 51-56. 33 İbn Cemaa, Tahnr, s. 55-57. Bedreddin İbn Cemaa'nın Siyaset Anlayışı 25 mi davranılması. c) Müslümanlara yardım etmek anlamına gelecek, dinin dokunulmazlannın korunacağı ve aşın gidenlere engel olunacak bütün hu­ suslarda elden geldiğince, açıkta ve gizlide kendisine yardım edilmesi. d) Ge­ rekli saygının gösterilmesi. e) Gaflete düştüğünde uyanlması, şaşkınlığa düştüğünde irşad edilmesi. D Kötülüğünü amaçlayan düşmana karşı ikaz edilmesi. g) Görevlilerin ahvalinin kendisine bildirilmesi. h) Ümmete ait iş­ lerin gereği gibi yapılması için kendisine yardım edilmesi. i) İnsanlara sev­ dirilmesi. j) Mümkün olan her şekilde [kötülüklerden] muhafaza edilmesi. Raiyyenin bu on vacib şarta vefa gösterip bütün bu şartlann gereğini en gü­ zel şekilde yerine getirmesi durumunda "kalpler temizlenir, ihlasa kavuşur, birlik sağlanır ve zafer elde edilir". 34 İmamın vazifeleri ise raiyyenin haklan olarak tezahür etmektedir: a) İs­ lam'ın sancağını koruyup muhafaza etmek. b) Dini yerleşik (mukarrer) asılla­ nna, kayıtlı (muharrer) kaidelerine göre korumak, bidatleri ve bunlara uyan­ lan reddetmek, dinin delillerini vuzüha kavuşturmak, şer'i ilimleri yaymak, ilim ve ehline tazim göstermek, ilmin derecesini yükseltmek, önde gelen alim­ lerle, İsl8.m dini için nasihat eden kimselerle birlikte bulunmak ve hükümle­ rin alacağı şekiller ve ahkanun değerlendirilmesi hususunda onlarla müşave­ re etmek. c) İsl8.m'ın şiarlannı ikame etmek. d) Yargı ve hüküm işlerini yürür­ lüğe koymak. e) Cihad farzını bizzat kendi ordusuyla yahut gönderdiği seriy­ ye ve öncü kuvvetler yoluyla yerine getirmek. D Allah'ın haram kıldığı husus­ lann çiğnenmemesi, kullann haklannın zayi olmaması için şer'i hadleri şart­ lanna uygun bir şekilde uygulamak. g) Zekat ve cizyeleri, vermesi gereken kimselerden, fey ve harac mallannı da mahallinden almak ve bunlan şeriat tarafından belirlenmiş yerlere harcamak; bu cihetleri zabıt altına almak ve bu işi güvendiği görevlilerine tevdi etmek. h) Hayır ve Allah'a yaklaşmak amacıy­ la yapılan vakıflara nezaret etmek ve bunlan vakfiyede belirlenen yerlere sarf etmek, köprü vb. bayındırlık vazifelerini yerine getirmek ve iyilik yollannı ko­ laylaştırmak. i) Ganimetlerin hisselere aynlıp dağıtılmasını sağlamak, devle­ tin hissesine aynlan ganimetin beşte birini hak edenlere sarf etmek. j) Yöne­ timinde ve diğer bütün işlerde adaletli olmak. 35 İmamın, bu on hak ve vazife dışındaki tüm meselelerdeki konumu her­ hangi bir Müslümanın konumuyla aynıdır. Sayısı onla sınırlanan vazifeler görüleceği üzere esas itibariyle şeriata tabi olmak ve şeriat ahkamını tatbik etmekten ibarettir. İmam ve emirleri "şeriatı himaye eden" kişiler olarak değerlendirildiğinden "şeriatın himayesi", yukanda zikredilen on maddeye tabi olmakla mümkündür. Ancak İbn Cemaa, bu on maddenin yönetim ka­ demelerinde somut tekabüllerinin olması gerektiği düşüncesinden hareket­ le imamın bu sorumluluklan görevliler atayarak ifa etmesi gerektiğini be­ lirtir. 34 İbn Cemaa, Tahrir, s. 61-64. 35 İbn Cemaa, Tahrir, s. 65-69. 215 Adl'e Boyun Egmek İmamın idari işlerdeki yükümlülüğünü paylaşacak olan vezirler ahkam-ı sultaniyye geleneğindeki şekliyle tefviz ve tenfiz vezirleri olmak üzere iki kı­ sımda ele alınır. Tefviz veziri, imamın kendi reyi ile idare ettiği ve ictihadı uyarınca yürüttüğü bütün işlerini bıraktığı vezirdir. Tenfiz veziri ise imamın kendisine yapılmasını emrettiği belli bir şeyi yapması, verdiği hükmü uygu­ laması için atadığı vezirdir. Her iki vezirde de belli şartlar aranır. Vezirlerin doğru, güvenilir, erdemli, dindar, zeki ve namuslu, basiretli, hevadan uzak, insanlarla arasında kindarlık bulunmayan kimselerden olmak gibi ahlaki özelliklere sahip bulunmaları, aynca Kureyş'e mensup olmanın dışında imamda bulunması gereken tüm şartlan taşımaları gerekir.36 İmamın vezirler dışındaki diğer görevlileri İbn Cemaa'nın "şeriatın mu­ hafızları" olarak değerlendirdiği alimlerdir. O, alimleri beş farklı vazife ala­ nında görevlendirme sorumluluğunu siyasi idareye yüklemektedir. Şeriatın helal ve haram olarak ortaya koyduğu hükümlerin belirlenmesi noktasında başvurulacak merci konumunda olduklarından a) yargı, b) fetva, c) hisbe, d) eğitim, e) yetimlerin, kimsesizlerin ve vakıfların sorumluluğuna dair görev­ ler alimlere aittir. İbn Cemaa'nın yaşadığı dönemde somut tekabülleri olan bu vazifelerde görev alacak kişilerde değişik şartlar aranmaktadır. Ancak tüm bu vazifeleri yürütecek kişilerin mutlaka sahip olmaları gereken ortak şartlar adalet ve kifüyettir.37 Memlük idaresinde şeriatın muhafaza ve himayesi için dikkate alınması gereken tüm bu hususlar iki kavrama ilişkin değerlendirmelerle tamamla­ nır. Eserlerinde önemli bir hacme sahip olan cihad kavramı ile yine hemen her konuda gündeme taşıdığı adalet kavramı İbn Cemaa'nın siyaset algısın­ da merkezi ilkeler olarak tezahür etmektedir. Şafii mezhebinin cihadın varlık sebebinin küfür olduğu yönündeki görü­ şünü benimseyen İbn Cemaa'ya göre, Müslümanların zayıf olması ve yeter­ li donanıma sahip olmamaları gibi zarurete mebni durumlar dışında, imam yılda en az bir kere kendisi yahut temsilcisi vasıtasıyla cihada çıkmaması durumunda günahkar olacaktır. Cihadın fazileti, öncelikleri, cihada ehil ol­ ma durumu, cihad öncesi ve sonrasında yapılması gerekenlere dair kapsam­ lı değerlendirmeleri işlerken, devletin değişik bölgelerine cihad emirleri atama ve onlara mfili ve lojistik destek sağlamanın siyasi idarenin sorum­ luluğu altında olduğu düşüncesini vurgular. Siyasi idarenin yükümlülüğü altında görülen cihadı, dinin himayesi ve memleketin korunması için elzem kabul eder.38 Bu çerçevede ganimetlere ilişkin hususları da son derece kap­ samlı bir şekilde inceler. Şeriata tabi olarak siyaset yapmanın temelinde ise adalet ilkesi yer al­ maktadır. "İnsanlar yöneticilerinin dinleri üzerinedir" şeklinde formüle edi36 İbn Cemaa, Tahrir, s. 77-78. 37 İbn Cemaa, Tahrir, s. 87-93. 38 İbn Cemaa, Müstenedü1-ecniid, s. 29. Bedreddin İbn Cemh'run Siyaset Anlayışı 27 len yöneten-yönetici ilişkisi, yöneten konumundaki kişilerin tüm tasarrufla­ nnda adaletle mukayyet olmalanna özel bir vurgu yapılmasını beraberinde getirmektedir. Zira "Raiyyeye nispetle sultan, bedene nispetle ruh gibidir. Onun mizacı düzgün olursa bütün aza ve duyulann mizacı düzgün olur; onun mizacı bozuk olursa uzuvlann mizacı bu sebeple bozulur, beden vazife­ lerini yapamaz hale gelir".39 Bu sebeple "Adil imam, bereketli yağmurdan daha hayırlıdır. O adil olursa raiyyenin de adle ve onun kanunlanna boyun eğmesi gerekir. Onun adil olmasıyla hak dirilir, insanlar insaflı olurlar. Zu­ lüm ortadan kalkar, gökyüzü bereketini gönderir, yeryüzü ürünlerini çıkanr, hayırlar çoğalır, ticaret gelişir".40 Adalet imama bey'at edilirken şart koşu­ lur ve sonrasında da bağlayıcı bir ilke olarak kalır. İmama itaat bu sebeple mutlak değildir ve masiyet olan hususlarda ona karşı çıkmak dini bir gerek­ liliktir. Masiyetin önemli bir kısmı ise adaletin zıddı olan zulümdür. Yönetim kademesinin en üst mevkilerinden biri olan kadilkudatlık maka­ mına çıkabilen bir alim olarak İbn Cemaa siyasi düşüncesini fıkıh ilmini mer­ keze alarak belirlemektedir. Esas itibariyle şeriatın tatbik ve geçerliliğinin sağlanması için geliştirilen bu yaklaşıma göre imam/sultan Allah'ın yeryüzün­ deki naibi, Hz. Peygamberin halifesidir. Bu durum hem imam/sultana hem de raiyyeye dönük çift yönlü bir sorumluluk yüklemektedir. İmam/sultan bu hi­ yerarşik düzlemdeki üstünlüğünün gereğini yerine getirmek durumundadır. Bunu yapabilmek için bir yandan tüm tasarruflannda şeriatın çizdiği çerçe­ veyle bağımlı olurken, diğer yandan bu yüce konumuna şükretmelidir. Şükrü­ nün en önemli göstergesi ise adaletle hükmetmesidir. Adalet devletin bekası­ nın, dünya ve ahiret şerefinin elde edilmesinin de temel ilkesidir:4 ı Adalet maruftur, ona bağlıdır bekası �lemin. Alem bir bostandır, çiti devlettir. Devlet bir siyasettir, yöneteni imamdır. İmam çobandır, destekçisi ordudur. Ordu, asker top­ luluğudur, biraraya getir eni maldır. Mal nzıktır, toplayanı raiyyedir. Raiyye kuldur, var edeni adalettir. 39 İbn Cemaa , Tahrir, s. 51; a.mlf. , Muhtasar fi fazli'J-cihıid, s. 103-104. 40 İbn Cemaa, Tahrir, s. 50. 41 İbn Cemaa, Muh tasar fi fazli'l-cihıid, s. 109-110. İbn Cemaa'nın siyaset anlayışına dair daha geniş bir değerlendirme için bk. Özgür Ka­ vak, "Oryantalist Gözüyle İslam Siyaset Düşüncesi: İbn Cemaa'nın Siyaset Anlayışı ya da Şeriat'a Karşı Fıkıh", İslam ve Klasik, (haz. Sami Er dem-M. Cüneyt Kaya), Klasik, İstanbul 2008 içinde, s. 147- 1 7 1 . 28 Adl'e B oyun E�mek ADL'E BOYUN EGMEK EHL,İ İSLAM'IN YÖNETİMİ İÇİN HÜKÜMLER [Mukaddime] BismillilhitTahmilnitTahim 1. Hamd gizlide ve açıkta nimetleri, bol ve kafi derecede ihsanlan olan Allah'a mahsustur. Apaçık delillerle ve ışıldayan hükümlerle gönderilen efendimiz Muhammed'e salat olsun! Dünya ve ahiret var oldukça salat ve se­ lam onun üzerine olsun! Çeşitli hikmet ve ilimlerin [bilgisine sahip olmaya] ve [yapıp ettikleriyle ilgili olarak] hem genel çerçevede ( umum), hem de belli başlı konularda (husus) kendisine nasihat edilmesine en fazla layık olan kimse, Allah'ın İs­ lam'ın işlerini ( umur) uhdesine bıraktığı kimsedir. Zira bu kişi hükümleri [Allah'ın] muradına uygun ve en güzel şekilde düzene koyar, raiyyesinin maslahatlan için elinden gelen gayreti gösterir, Allah'ın kendi üzerindeki gizli-açık bütün nimetlerine şükreder. 2. Bu muhtasar [kitap, bu evsaftaki kimselere uymalan gereken hüküm­ leri göstermek için yazılan] el-ahkamü 's-sultaniyye kitaplannın bir halkası­ nı, bir İslami kaideler bütününü teşkil eder. Kitapta beytülmale ilişkin hu­ suslar, ata ve iktaa ehil olanlar, gaza ve cihad için görevli olanlann hak et­ tikleri şeyler, üst rütbeli emir ve komutanlar, silah ve diğer savaş mühim­ matı ile savaşın keyfiyeti, kimlere savaş açılabileceği, fey mallan, ganimet­ ler ve kısımlan, bunlara ilişkin özel hükümler, müşriklerle ateşkes antlaş­ ması (hüdne) 1 yapmaya ilişkin hususlar ile zimmet ehline ve müste'menlere dair meseleler yer alacaktır. 3. [Kitabın yazımında] sünnetleri, asan ve başlıca fıkıh çevrelerinin ( ulemau'l-emsar) görüşlerini esas aldım. Bu kitap kolay mütalaa edilebilir, rahatça anlaşılır bir kitaptır. Hacmi küçük olduğundan başucu kitabı olarak bulundurulabilir. Uzun tutup da bıkkınlığa sebebiyet vermemek için onu kı­ sa yazdım. Bu hayırlı amaçlan kabul etmesini ve bunlardan beklenen fayda1 Gayrimüslimlerle yapılan süreli sulh antlaşmalannı ifade eden hüdne kavramı metin içinde "ateşkes antlaşması" ifadesiyle karşılanacaktır. [Mukaddime] 31 lann hasıl olmasını Allah Teala'dan dilerim. Allah kendisinden bir şey iste­ neceklerin en cömerdi, kendisinden bir şey umulanların en hayırlısıdır. İçeriğine uygun olması ve manasını ifade etmesi için bu kitaba Tahrirü'l­ ahkam fi tedbiri ehli'l-İslam [Ehl-i İslam'ın Yönetimi İçin Hükümler] başlı­ ğını koydum. Bu kitabı yazmaktaki amaçlarımın gerçekleşmesi için kitabı belli bölüm­ ler halinde düzenledim: Birinci Bölüm: İmametin gerekliliği ( vücüb), imamda bulunması gereken şartlar ve imama ilişkin hükümler İkinci Bölüm: İmam, sultan ve bunların vazifeleri Üçüncü Bölüm: Vezir tayini ve vezirlerin görevleri Dördüncü Bölüm: Düşmanla cihad etmek amacıyla emir istihdamı Beşinci Bölüm: Şeriatın ve şeriatla ilgili hususların muhafazası Altıncı Bölüm: Ordu istihdamı, askerlerin cihad farizasını yerine getir­ mek için hazırlanmaları Yedinci Bölüm: Sultanın atası, atasının verileceği yerler ve iktfünın nevi­ leri Sekizinci Bölüm: Ordunun atasının ve mücahidlerin hak ettikleri mikta­ rın belirlenmesi Dokuzuncu Bölüm: Cihad vazifesini yerine getirecek kimseler için at, silah ve mühimmat temini Onuncu Bölüm: Divanın kurulması ve sultan divanının kısımlan Onbirinci Bölüm: Cihadın fazileti, öncelikleri ve cihada ehil olanlar Onikinci Bölüm: Cihad ve savaşın (kıtal ) keyfiyeti, güçlü düşmanla savaşta sabır gösterme Onüçüncü Bölüm: Ganimet ve kısımlan, ganimetlere ilişkin hükümler Ondördüncü Bölüm: Ganimetlerin taksimi, ganimeti hak edenler, yöneti­ cilerin (hükkam) bu konuda yapması gerekenler Onbeşinci Bölüm: Ateşkes antlaşması ve eman, eman almaya ve verme­ ye ilişkin hükümler Onaltıncı Bölüm: Müslüman asilerle (ehl-i bağy) savaş, ve imamın savaş­ ması gereken [diğer] kimseler Onyedinci Bölüm: Zimmet akdi ve hükümleri, zimmet akdinin getirdiği sorumluluklar. 32 Adl'e Boyun Egmek Birinci Bölüm o A imamet* 4. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey Davud! Biz seni yeryüzünde ha­ life yaptık. O halde insanlar arasında adaletle (hakk) hükmet. Heva ve he­ vese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. [Doğrusu Allah'ın yo­ lundan sapanlara, hesap gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap var­ dır]" [Sad, 38/26). "Onlar ki, eğer kendilerine yeryüzünde güç verirsek nama­ zı kılar, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a vanr" [Hac, 22/41]. Yüce Allah, meliklerin zafere ulaşmasını bu dört şarta bağlamıştır. Onlar bu dört şartı yerine getirirlerse vaat edilen zafer gerçekleşir. 5. Dini koruyacak, Müslümanların işlerini idare edecek (siyasetü umılri'l­ müslimin), aşın gidenlere engel olacak, mazlumları zalimin elinden kurtara­ cak, haklan yerli yerince kullanacak bir imamın tayin (nasb) edilmesi vacip­ tir. İmamın tayini sayesinde memleketlerin (biliid) salahı ve kulların emni­ yeti gerçekleşir; fesadın kökü kurutulur. Zira mahlukatın ahvali ancak onla­ rı idare edecek ve onları korumakla meşgul olacak bir sultanın varlığı ile sa­ lah bulur. Bu sebeple bazı hakimler şöyle demişlerdir: "Sultanın kırk yıllık zulmü raiyyenin bir anlık sultansız kalmasına yeğdir." Turtuşi [v. 520/1126] (rh) "Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülü­ ğünü diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü altüst olurdu (fesiid)" [Bakara, 2/251] ayetinin yorumuna ilişkin olarak şunu nakleder: "Eğer Al­ lah, güçlüye karşı zayıfı müdafaa edecek, mazlumu zalimin elinden kurtara­ cak sultanı yeryüzünde ikame etmeseydi, insanlar birbirlerine düşerlerdi. Bu sebeple Allah sultanı ikame etmek suretiyle kullarını [bu istenmeyen du­ rumdan] emin kıldı: "Lakin Allah, alemlere karşı lütuf ve kerem sahibidir" [Bakara, 2/25 1].2 * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "İmametin Gerekliliği ( vücub), İmamda Bulunma­ sı Gereken Şartlar ve İmama İlişkin Hükümler". 2 Turtuşi'nin ifadesi için bk. Ebu Bekr Turtuşi, Sirilcü'l-mülük, (nşr. Muhammed Fethi Ebu Bekr), ed-Darü1-Mısriyyetü'l-Lübnaniyye, Kahire 1994, I, s. 182. 1mamet 33 Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Sultan Allah'ın yeryüzündeki göl­ gesidir. Mazlum kullarının tamamı ona sığınır. O adil olursa ecrini alır, ra­ iyyeye ise şükretmek düşer. O zulüm ederse, bu kendi aleyhine bir günahtır; raiyyeye de sabretmek düşer. "3 Hz. Ali'den (ra) şöyle bir söz nakledilmiştir: "Adil imam bereketli yağ­ murdan daha hayırlıdır." Zira insanlar meliklerinin dinleri üzerinedirler. O adil olursa raiyyenin de adle ve onun kanunlarına boyun eğmesi gerekir. [Sultanın adil olmasıyla] hak dirilir, insanlar insaflı olurlar. Zulüm ortadan kalkar, gökyüzü bereketini gönderir, yeryüzü ürünlerini çıkarır, hayırlar ço­ ğalır, ticaret gelişir. Denir ki: "Allah'ın elçilerinden, yahut Allah'a yakın kılınan büyük melek­ lerden sonraki en yüce rütbe, adil sı.tltanın rütbesidir." Ahmed b. Hanbel'in (ra) de şöyle dediği nakledilir: "Eğer kabul edileceğini [bildiğim] bir duam ol­ saydı, sultana dua ederdim, çünkü onun salah bı.tlması memleketlerin ve kulların salah bı.tlması demektir. Onun bozuk olması (fesad) ise bu ikisinin bozuk olması anlamına gelir." Denir ki: "Raiyyeye nispetle sı.tltan, bedene nispetle ruh gibidir. Onun mizacı düzgün olursa bütün aza ve duyuların mizacı düzgün olur; onun mi­ zacı bozuk olursa uzuvların mizacı da bozulur, beden vazifesini yapamaz hale gelir." Fasıl (1): [İmamet Çeşitleri] 6. İmamet iki kısımdır: İhtiyari ve cebri (kahn'). 7. İhtiyari imamet: Bu tür imamete ehil olabilmek için on şart vardır: İmamın i) erkek, ii) hür, iii) baliğ, iv) akıllı, v) Müslüman, vi) adil, vii) cesur, viii) Kureyş soyundan, ix) alim ve x) uhdesine aldığı ümmeti yönetebilecek ve maslahatlarının gereğini yapacak kifayette olması gerekir. Başka bir ima­ mın bulunmadığı bir esnada bu vasıflara sahip olan bir kimseye her ne va­ kit bey'at olunursa, bu bey'at geçerlidir ve o kişinin imameti tahakkuk eder. Allah'a karşı masiyet içeren hususlar hariç bu şahsa itaat gerekli olur (lü­ züın). Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resı1l'e ve sizden olan ülü'l-emre de itaat edin" [Nisa, 4/59]. [Allah burada] ülü'l-emre itaat etmeyi kendisine ve Resı1lü'ne olan itaatle birlikte zikret­ miştir. Aynca onlara itaat etme işini herhangi bir kayda bağlamaksızın ifade 3 Hadis olarak rivayet edilen bu söz, kütüb-i tis'ada yer almamaktadır. Keşfü 'l-hafa'da, yu­ karıda yer alan şekli dahil muhtelif lafız farklılıklanyla nakledilmekte ve sıhhatiyle ilgili bazı problemelere değinilmektedir, bk. Ebu'l-Fida İsmail b. Muhammed Acluni, Keşfü7-ha­ fa ve müzilü'l-ilbas amma iştehere mine'l-ehıldis [ala elsineti'n-nii.s], Darü İhyai't-Türasi'l­ Arabi, Beyrut 1351, 1, s. 213, 456. 34 Adl'e Boyun E�ek buyurmuş, bundan da sadece masiyet işlemeyi istisna etmiştir. Bu durum da gösterir ki, masiyet olmayan bir işte onlara itaat etmemek masiyettir. Hz. Ömer'in masiyet içermediği halde verdiği emre muhalefet edenleri tazir ce­ zasına çarptırdığına dair rivayet de bu çerçevede değerlendirilmelidir. Fasıl (2): [İmametin Gerçekleşme Yollan] 8. İhtiyari imamet iki yolla gerçekleşir. Cebri [imamet ise] üçüncü bir yoldur. 9. İhtiyari [imametin] birinci yolu: Ehl-i hal ve'l-akdin bey'ati: [Ehl-i hal ve'l-akd], bey'at etmek için imamın bulunduğu beldeye gelmelerinde bir zorluk bulunmayan emirler, alimler, re­ isler ve [diğer] önde gelen insanlardır. Sakife gününde Hz. Ebu Bekir'e yapı­ lan bey'at böyledir. Bey'at ehli için muayyen bir sayı şart koşulamaz. Bey'atin yapıldığı esna­ da orada hazır bulunabilen kimseler yeterlidir. Bütün şehirlerin halkının (ehlü'l-emsar) bey'at etmesi bey'atin geçerli olması (sıhha) için gereken şart­ lardan değildir. Aksine [akit esnasında hazır bulunmayanlann] bu bey'atin gerçekleştiği haberi kendilerine ulaştığı vakit, eğer kendisine bey'at edilen buna ehil ise, mezkur bey'ata muvafakat göstermeleri gerekir. 10. [İhtiyari imametin] ikinci yolu: Halifenin kendi yerine birini bırakmasıdır (istihlaf). Nitekim Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer'i (ra) kendi yerine halife bırakmış ve [ashab da bu davranı­ şın] geçerli olduğu üzerinde icma etmişlerdir. İmamın kendisinden sonra halife tayinini şüra heyetine bırakması da ay­ nı şekilde geçerli bir yoldur. [Bu durumda şura üyeleri] içlerinden biri üze­ rinde ittifak ederler. Nitekim Hz. Ömer (ra) aşere[-i mübeşşere]nin altısın­ dan oluşan bir şura heyeti teşkil etmiştir. Bu heyet Osman [b. Affan], Ali [b. Ebu Talib], Talha [b. Ubeydullah], Zübeyr [b. el-Avvam], Sa'd [b. Ebu Vakkas] ve Abdurrahman [b. Avf]'dan ibaretti. Onlar Hz. Osman üzerinde it­ tifak ettiler. Şayet imameti başka bir şahsın uhdesine, ondan sonra da daha başka birinin uhdesine tevdi etselerdi bu tasarruflan da geçerli olurdu. Bu durumda hilafet, Hz. Osman'dan sonra bu şahıslann belirlediği biçimde sı­ rası gelen şahsa ait olurdu. Nitekim Hz. Peygamber (sav) Mute Gazvesinde komutanlığı bu şekilde belirlemişti. Yerine istihlaf yoluyla birisini bırakan halifenin ve bu yolla halife tayin edilen kimsenin imamet [için gerekli] şartlara sahip olmalan, ve veliahdın veliahd tayin edildikten sonra ve kendisini halife olarak yerine bırakan kim­ senin ölümünden önce bunu kabul etmesi şarttır. Şayet veliahd bunu redde­ derse bey'at gerçekleşmez. hnamet 35 11. [İmametin] üçüncü yolu: [Bu yol], kuvvet sahibi (sahibü'ş-şevke) olan birine bey'atin cebri olarak (kahriJYe) yapılmasıdır. [Meşru yolla başa gelmiş] bir imamın bulunmadığı bir vakitte gerekli özellikleri taşıyan bir kişi imameti ele geçirir ve insanlardan bey'at almadan veya istihlaf yoluyla tayin edilmeden gücü ve askerleriyle ra­ iyye üzerinde hakimiyet kurarsa bey'at gerçekleşmiş sayılır; Müslümanların birlik ve bütünlüklerinin muhafazası için ona itaat etmek gerekir. Daha sahih görüşe göre bu kimsenin cahil yahut fa.sık olması hükme tesir etmez. İmamet güç ve galip gelme suretiyle gerçekleştikten sonra bir başkası bu kimseye karşı kıyam eder ve gücü ve ordusuyla onu yenerse ilki azlolmuş ve ikincisi imam olmuş olur. Bunun gerekçesi de daha önce zikrettiğimiz üzere Müslümanların maslahatlarının temini ve birliklerinin sağlanmasıdır. Bu sebeple [Abdullah] İbn Ömer [v. 73/692) Hire'de bulunduğu esnada şöyle de­ miştir: "Biz galip gelen kimseyle beraberiz."4 Fasıl (3): [Hilafete Ehil Olan Kimselerin Birden Fazla Olması] 12. Şayet hilafet şartlarını birden fazla kişi taşıyorsa ehl-i hal ve'l-akd Müslümanlar için en uygun olanını halife olarak belirler. IDemanın çoğunluğuna göre birden fazla aday içinde daha az faziletli ola­ nın (mefdul) seçilmesi caizdir. Mesela [hilafete ehil olanlardan] birisi daha bilgili, diğeri daha cesur ise evla olan, içinde bulunulan zamana en uygun olanının seçilmesidir; düşmanın bir tehlike olarak belirdiği ve ondan korkul­ duğu, sınır boylarının zayıf düştüğü bir ortamda daha cesur olan daha bilgi­ liden evladır. Düşmandan ve onun ortaya çıkışından emin olunduğu [ve fa­ kat] bidatların zuhur ettiği, ilmin azaldığı bir zamanda ise daha alim olan evladır. 13. İster bir beldede olsun, ister iki beldede, ister bir iklimde olsun, ister iki iklimde imamet akdinin iki kimseye birden yapılması caiz olmaz. İki ki­ şiye aynı anda bey'at yapılması durumunda bey'at geçersiz olur (batıl) ve on­ lardan birine veya üçüncü bir şahsa yeni baştan bey'at edilir. İki ayn 4 İbn Ömer bu cümleyi, Hz. Ali ile diğer Müslümanlar arasındaki ihtilaflarda taraf olma­ mak maksadıyla söylemiştir. Ferra ( v. 458/1066) bu ifadenin zor kullanarak hilafete gel­ menin meşruiyeti için delil olarak kullanıldığı kanaatindedir, bk. Ebu Ya'la el-Ferra, el­ Alıkiimü's-sultıiniyye, (nşr. Muhammed Hamid Faki), Dılrii'l-Kütübi'l-İlmiyye, Kahire 1983/1403, s. 23. Hire şehri, bugün Irak'ın Necef vilayetine bağlı bir kaza merkezi olup Kufe'nin 5 km. gü­ neyinde Fırat nehri kenannda yer alan geniş bir ovada kurulmuştur, bk. Hüseyin Ali ed­ Dakuki, "Hire", DİA, XVIII (İstanbul 1998), s. 121. 36 Adl'e Boyun EOmek bey'atin gerçekleştiği bir durumda kendisine daha önce bey'at edilen hayat­ taysa ikinci bey'at geçersizdir. Sonradan kendisine bey'at edilen [ilk bey'at­ tan] habersiz ise kendilerine bey'at edilenlerden birine veya üçüncü bir şah­ sa yeni baştan bey'at edilir. Fasıl (4): [Bey'at Akdi] 14. Bey'atin yapılış şekli şöyledir: "Adaleti ikame etmen, Allah'ın Kita­ bı'nda ve Resı1lü'nün sünnetindeki imamete ilişkin farzları yerine getirmen şartıyla gönül rızasıyla sana bey'at ettik." El tutuşmaya gerek yoktur, söz yeterlidir. 15. Kendisine bey'at edilen kimsenin "halife" olarak isimlendirilmesi ve ona "Resfilullah'ın halifesi" denmesi caizdir. Zira o Resı1lullah'ın ümmetine halife olmuştur. Ona "Halifetullah [Allah'ın halifesi]" denmemesi daha uy­ gun olur. Zira Hz. Ebu Bekir'e (ra) " Th halifetellah" [Ey Allah'ın halifesi] de­ nildiğinde cevaben: "Ben Allah'ın halifesi değilim, Allah'ın Resı1lü'nün hali­ fesiyim" demiştir. İmimet37 İkinci Bölüm Halife ve Sultan* 16. Müslümanların imamının her iklim, belde ve nahiyeyi veya bir işin sorumluluğunu ( velayet) o konuda yeterli niteliklere sahip bir kimseye tevdi etme hakkı vardır. Zira özellikle [merkezden] uzak beldelerde buna ihtiyaç bulunmaktadır. Nitekim Resı1lullah (sav) Attab b. Esid'i [v. 13/634] Mekke'ye atamış; Hz. Ebu Bekir (ra) Halid b. Velid'i [v. 2 1/642] Şam'a, Osman b. Ebi'l­ As•ı (ra) Taif'e, Ebu Musa'yı (ra) [v. 42/662-63] Zebid'e tayin etmiştir. Hz. Ömer (ra) Ebu Ubeyde'yi [v. 18/639] Şam'a, Ebu Musa'yı Basra'ya, Ammar b. Yasir'i [v. 37/657] Kufe'ye, Amr b. el-As'ı [v. 43/664] Mısır'a atamıştır. Bu, ha­ lihazırda da halifelerin adeti olarak sürmektedir; zira buna ihtiyaç vardır. Fasıl (1): [Görevli Atamaları] 1 7. Halife bir şahsa bir iklimin, beldenin veya bir işin velayetini tevdi et­ tiğinde, şayet bu [tevdi] özel görevlendirme ( tefviz hiis) ise, o şahsın kendi­ sinden başkasına velayeti devretme hakkı yoktur. Mesela [halifenin] mali iş­ leri değil de sadece ordu[nun idaresini], yahut hükümleri ( ahkam) değil de5 mali işlerin idaresini uhdesine verdj.ği kimsenin durumu böyledir. 18. Eğer bu [tevdi] genel görevlendirme ( tefviz amm) ise, -zamanımızın melik ve sultanlarının örfünde olduğu gibi- görevlendirilen kimsenin kadı ve vali ataması, orduyu yönetmesi ( tedbir), mallan alınacak yerlerden alıp ge­ reken yerlere sarf etmesi, müşriklerle ve muhariblerle savaş yapması caiz­ dir. Ancak bu şahıs kendisine tevdi edilen iklimin dışına bakamaz; zira vela­ yeti tayin edildiği mekanla sınırlıdır. * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Halife ve Sultan, Bunlann Vazifeleri". Eserin mu­ kaddime kısmında bölüm başhklan sıralanırken halife kelimesi yerine imam kelimesine yer verilmiştir. 5 Naşirin neşre esas aldığı dört nüshanın üçünde "hükümleri ve yöneticileri/valileri (hük­ kam)" ifadesi yer almaktadır. Halife ve Sultan 39 19. Halife tarafından atanan sultanda, nesep hariç, halifede aranan şart­ lar dikkate alınır, zira sultan halifenin yerini tutmaktadır. Fasıl (2): [Hilafet Topraklarının Müslüman Bir Melik Tarafından Ele Geçirilmesi] 20. Bir melik kuvvet, cebir (kahr) ve güç (şevke) kullanarak [bazı] belde­ leri ele geçirirse, halifenin, bu şahsı kendisine itaat etmeye davet ederek o beldelerin işlerini ona tevdi etmesi gerekir. Bunu ondan gelecek sıkıntıyı def­ etmek amacıyla ve [Müslümanların] birliğinin dağılması ve ümmetin daya­ nağının ortadan kalkması korkusuyla yapar. Mezkur melik, halifenin bu tev­ dii sayesinde, yaptığı atamalar sahih ve verdiği hükümler geçerli olan biri haline gelir. 2 1 . Bu kişi halifenin görevlendirmesi için aranan şartlara sahip olmadığından dolayı bu görevlendirmeye ehil kabul edilmese bile -daha ön­ ce zikrettiğimiz maslahatlardan ötürü- halifenin onu atadığını ( taklid) açık­ laması caizdir. [Ancak bu durumda] halifenin ona valiliğe atanmaya ehil, iş­ leri yürütecek bir temsilci (naib) tayin etmesi gerekir. Böylelikle temsilcinin sahip olduğu sıfatlar, idareyi zorla ele geçiren kişide olmayan sıfatların açı­ ğını kapatır, dini ve dünyevi maslahatlar düzene girer. Fasıl (3): [Sultan ve Halifenin Hak ve Vazifeleri] 22. Sultan ve halifenin ümmet üzerinde on hakkı, ümmetin de onun üze­ rinde on hakkı vardır. 23. Sultanın haklan on tanedir: Birinci hak: Allah'ın emrine aykırı (ma'siyye) olmadığı müddetçe emretti­ ği ve yasakladığı her şeyde, gizlide ve açıkta kendisine itaat için çaba göste­ rilmesidir. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resul'e ve sizden olan ülü'l-emre de itaat edin" [Nisa, 4/59]. Ulemanın çoğunluğuna göre "ülü'l-emr", imam ve nfübleridir. Bir başka görüşe göre ise alimlerdir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir masiyetle emrolunmadık­ ça Müslümanın hoşuna giden ya da gitmeyen her hususta [başına geçen ki­ şiyi] dinleyip ona itaat etmesi gerekir."6 Allah Teala ve Resulü veliyyü'l-emre itaat etmeyi vacib kılmış, masiyetin dışında başka bir şeyi bundan istisna etmemiştir. Dolayısıyla diğer konular­ da kendisine itaat edilmesi gerekmektedir. 6 Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 142. 40 Adl'e Boyun �mek: İkinci hak: Gizlide ve açıkta kendisine nasihat etmek ve samimi davran­ maktır. Resı1lullah şöyle buyurmuştur: "Din nasihattir." "Kimin için?" diye sorul­ duğunda ise "Allah, Resulü, Müslümanların imamları ve Müslümanların ta­ mamı için" diye cevap vermiştir. 7 Üçüncü hak: Dinin dokunulmazlarının (hunn et) korunacağı ve aşın giden­ lere engel olunacak [bütün] hususlarda elden geldiğince, açıkta ve gizlide ona yardım edilmesidir ki bu, Müslümanlara yardım etmek mahiyetini taşır. Dördüncü hak: İmamın toplum nezdindeki mertebesini tanımak, bu hu­ susta gerekli tazimi göstermek ve Allah'ın onu yüceltmesine [uygun olarak] gereken ihtiram ve hüsnü kabulle ona muamelede bulunmaktır. Bundan do­ layı önde gelen büyük İslam alimleri onlara [halifeler] gereken hürmeti gös­ terirler, her ne kadar kendileri zühd ve vera sahibi olsalar ve halifelerin sa­ hip oldukları konuma herhangi bir tamahları olmasa da, onların davetleri­ ne icabet ederler. Bazı zühd ehlinin yaptığı [idarecilerden uzak durmaları, (çev.)] ise onların edeplerinin azlığından kaynaklanır; bu tutum sünnette yer almaz. Beşinci hak: Gaflete düştüğünde onu uyarmak, şaşkınlığa düştüğünde onu irşad etmektir. Bu, ona gösterilecek şefkatle, onun dinini ve mahremiye­ tini korumakla ve hataya düşmesine engel olmakla yapılır. Altıncı hak: Kendisinin kötülüğünü amaçlayan düşmana karşı, ona eziyet vermek isteyen hasetçiye ya da her halükarda kendini ümmetin dışında ko­ numlandırmış olmaları hasebiyle kendilerinden korkulan kimselere ve bu kabilden istenmeyen durumlara sebebiyet verebilecek her şeye karşı halifeyi uyarmaktır. Onun haklarına ancak bu şekilde bütünüyle riayet edilmiş olur. Yedinci hak: Görevlilerinin ( umma]) ahvalini halifeye bildirmektir. Zira halife onların yaptıklarından sorumludur; zimmeti onların yaptıkları işlerin yükümlülüğünü üstlenir. Bu sebeple hem onun kendi zimmetini temize çı­ karması hem de mülkünde ve gözetiminde olan ümmetin maslahatı için [gö­ revlilerin yapıp ettikleri] ona bildirilmelidir. Sekizinci hak: Ümmete ait işlerin yükümlülüğünü üzerine aldığı için bu işlerde ona yardım etmek, bu hususta elden gelen gayreti göstermektir. Ni­ tekim Allah Teala: "İyilik ve takvada birbirinize yardım edin" [Maide, 4/2] buyurmuştur. Bu hususta kendisine en fazla yardım edilmesi gereken kim­ seler ülü'l-emrdir. Dokuzuncu hak: Nefret eden kalpleri ondan uzaklaştırmak, insanların muhabbetini ona yöneltmektir. Zira bu, ümmetin maslahatı ve din işlerinin ( umıirü'l-mille) nizama girmesi için gereklidir. Onuncu hak: Halifeyi söz ve fiille, mal, can ve aile ile açıkta gizlide, za­ hirde batında muhafaza etmektir. 7 Buhaıi, "İman", 42; Müslim, "İman", 95. Halife ve Sultan 41 Şayet raiyye bu on vacib şarta vefa gösterip bütün bu şartların gereğini en güzel bir şekilde yerine getirirse kalpler temizlenir, ihlasa kavuşur, birlik sağlanır ve zafer elde edilir. 24. Raiyyenin sultan üzerindeki haklan: Birinci hak: İslfun'ın sancağını koruyup muhafaza etmek. Bunu şayet ha­ life ise bütün iklimde, emir (müfevvaz ileyh) ise kendisine tevdi edilen özel bölge dahilinde yapar. [Bu sebeple] müşriklerle cihad eder, muharib ve is­ yancıları defeder; orduları yönetir, orduya asker temin eder, muhtelif yolla­ ra başvurarak sınır boylarını korunaklı kılar. Bunu yaparken ihtiyaca göre muhtelif taraflara asker yerleştirir, onların iktalannı ve maaşlarını (erzak) belirler, durumlarının iyi olmasına özen gösterir. İkinci hak: Dini, bilinen asıllarına ve kaidelerine göre korumak, bid-atleri ve bunlara uyanları reddetmek, dinin delillerini vuzı1ha kavuşturmak, şer'i ilimleri yaymak, ilme ve ehline tazim göstermek, ilmin derecesini yükselt­ mek, önde gelen alimlerle, İslam dini için nasihat eden kimselerle birlikte bulunmak ve hükümlerin alacağı şekiller hususunda onlarla müşavere et­ mektir. Allah TealB., Nebi'sine (sav) şöyle buyurmuştur: "İş (emr) hususunda on­ lara danış" [AJi İmran, 3/159]. Hasan [el-Basri] şöyle demiştir: "Allah müşa­ verede bulunmaktan müstağnidir, fakat müşaverenin Müslümanlar tarafın­ dan adet edinilmesini irade buyurmuştur." Üçüncü hak: İslam'ın şiarlarını ikame etmek. [Bu şiarlardan olan] farz namazlar, cemaat, ezan, kamet, hutbe, imamlık, oruç, iftar, hilali gözlemek ile hac ve umrenin edası hususlarıyla ilgilenmek gibi. Yine bayramlar[ın gerektiği gibi idrak edilemine] özen göstermek, muhtelif bölgelerden hacca gelinmesini kolaylaştırmak, yollan ulaşıma elverişli hale getirip emniyeti sağlamak ve hacıların işlerini idare edecek birini seçip atamak da bu çerçe­ vede yer alır. Dördüncü hak: Yargı ve idare işlerini yürürlüğe koymak. Bunu anlaş­ mazlıkları çözecek, zalimin mazlumdan hakkını almasını sağlayacak vali ve yöneticiler atamakla yapar. Bu görevlere ancak dindarlığı.na, emanetine gü­ vendiği ve dürüst olduğunu bildiği alim ve salih kimseleri, yeterli vasıflara sahip olanları ve nasihat ehlini getirir. [Ancak bununla birlikte] valiler hak­ kında raiyye ile olan ilişkilerine dair haberler almayı ve onların ahvallerini araştırmayı da terk etmez. Çünkü onlardan mesuldür ve işledikleri suçlar8 dolayısıyla sorumludur. Resülullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Her çoban sü­ rüsünden mesuldür. "9 8 Naşirin neşre esas aldığı nüshalardan olan İskenderiye nüshasında "suçlar" kelimesi ye­ rine "hıyanet" kelimesi yer almaktadır. 9 Buhari, "Cuma", 11, "Cenıliz", 32, "İstikraz", 60, "Yasaya", 9, "Itk", 17, 19, "Nikah", 81, 90, "Ahkam", l; Müslim, "İmare", 20; Ebu Davud, "İmare", 1, 13; Tirmizi, "Cihad", 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 5, 54, 55, 108, 111, 121. 42 Adl'e Boyun Egmek Beşinci hak: Cihad farzını bizzat kendisi ordusunun başında [savaşa giderek] yahut gönderdiği askeri kuvvetler yoluyla yerine getirmesi. Eğer Müslümanlar kuvvetliyse yılda en az bir sefer [cihada çıkılması] farzdır. Eğer daha fazlasına ihtiyaç duyulursa, bu oranda cihada çıkmak farz olur. Müslümanların zayıf durumda bulunması -Allah korusun-, yahut esirlerini kurtarmak ya da kafirlerin ele geçirdiği toprakları geri almakla meşgul olmaları gibi bir özrün bulunması hariç, [halifenin] cihad yapmaksızın bir yıl geçirme hakkı yoktur. [Cihada] yakında olan kafirlerden başlanır; ancak daha uzaktaki [kafir­ ler] kıtale girişirse onları def etmek için [ilk olarak] onlarla savaşılır. Altıncı hak: Şer'i hadleri şartlarına uygun bir şekilde tatbik etmek. Bu­ nu Allah'ın haram kıldığı hususların çiğnenmemesi ve kulların haklarının zayi olmaması için yapar. Hadlerde güçlü ve zayıf arasında, asil (şerif ) ve sı­ radan insan ( vazi') arasında bir ayırım yapılmaz; herkes eşittir. Resı1lullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizden öncekiler hadleri sıradan insanlara uygu­ layıp, asil olanlara uygulamadıkları için helak olmuşlardır. Allah'a yemin ederim ki Muhammed kızı Fatıma hırsızlık yapsa muhakkak ki Muhammed onun elini keser."ıo Yedinci hak: Zekat ve cizyeleri, bunları vermesi gereken kimselerden, fey ve harac mallarım da mahallinden almak ve bunları şeriat tarafından belir­ lenmiş sınıflara, razı olunacak yerlere harcamak, bu yerleri belirlemek ve kayıt altına almak (zabt) ve bu işi güvendiği görevlilerine tevdi etmek. Sekizinci hak: Hayır ve Allah'a yaklaşmak (kurbet) amacıyla yapılan va­ kıflara nezaret etmek ve bunları [vakfiyede belirlenen] yerlere sarfetmek, köprüleri imar etmek, bayındırlığa önem vermek. Dokuzuncu hak: Ganimetlerin hisselere ayrılıp dağıtılmasını sağlamak, [ganimetten pay sahibi olanlardan artan] beşte birlik kısmı hak edenlere sarf etmek. Allah izin verirse bu husus ganimetlere ilişkin bölümde ele alı­ nacaktır. Onuncu hak: Sultanın sultanlığında ve diğer bütün işlerinde adaletli ol­ masıdır. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Allah adaleti ve ihsanı emrediyor" [Nahl, 16/90], "Söz söylediğinizde adaletli olun" [En'am, 6/152]. Hikmetli bir sözde denir ki: "Melikin adaleti, raiyyenin hayatı ve memle­ ketin ruhudur. Ruhsuz bir bedenin bekası yoktur. Allah'ın kulları üzerinde yönetici kıldığı, kendisine beldelerinin bir kısmında meliklik verdiği kişi, adaleti en asli dayanak, temel bir kural edinmelidir. Zira kulların maslahat­ ları ve beldelerin mamur olması adalete bağlıdır. Allah'ın nimetlerine şük­ retmek gerekir; şükür ise nimet oranında olmalıdır. Allah'ın sultan üzerin10 Buhari, "Hudud", 11. Halife ve Sultan 43 deki nimeti bütün nimetlerin üstündedir, dolayısıyla bu nimetin şükrü de bütün şükürlerden daha büyük olmalıdır." Sultanın Allah Tealaya olan şükrünün en faziletlisi, hükmünde adaleti yerine getirmesidir. Bu sebeple şöyle bir hadis rivayet edilmiştir: "İmamın raiyyesine bir gün adaletle hükmetmesi altmış yıl ibadet etmesinden daha hayırlıdır." Bir başka rivayette "yüz sene [ibadet etmesin]den" denilmiştir. 11 Sultanın önemi son derece büyük ve faydası kapsamlı olduğundan, Allah katındaki ecri büyük, cennetteki makamı kıymetlidir. Şayet adaletin karşılı­ ğında bunlar olmasaydı, mülkün maslahatı ve memleketlerin mamur olması, yine adaleti iktiza ederdi. Bunun için Kisra ve diğer bazı kafir melikler, ahi­ retteki sevap ve cezaya inanmamalanna rağmen son derece adil olmuşlardır. Çünkü onlar mülklerinin sala.hının, devletlerinin varlığını devam ettirmesi­ nin ve beldelerinin mamur olmasının adalete bağlı olduğunu biliyorlardı. Hakimler şöyle demiştir: "Mülk, temelini askerin oluşturduğu bir bina­ dır; asker ise paranın (mal) biraraya getirdiği ordudan ibarettir. Para ise mamurluğun ortaya çıkarttığı bir nzıktır. Mamurluk ise adalete bağlı olarak gelişen bir husustur." Yine bazı hakimler şöyle demiştir: "Alem, çitini devletin oluşturduğu bir bahçedir. Devlet, ordunun kendisini desteklediği bir sultandır. Ordu ise paranın biraraya getirdiği askerdir. Para ise raiyyenin toplayıp biriktirdiği nzıktır. Raiyye ise adaletin inşa ettiği kullardan oluşur." Bütün nebilerin şeriatlan, hakimlerin ve akıllı kimselerin görüşleri şu noktada ittifak etmiştir ki, adalet, bereketin ortaya çıkmasının ve hayırlann artmasının vesilesidir. Zulüm ve haksızlık ise memleketlerin harap ve yok olmasına sebeptir. Bu hususta onlar nezdinde bir şüphe yoktur. Şöyle [bir hikaye] anlatılır: "Bir melik kendini gizleyerek [insanların ara­ sına] karışır ve otuz inekten sağılabilecek sütü tek bir inekten sağan bir ada­ ma rastlar. Bu duruma şaşırır ve ineği almaya karar verir. Ertesi gün inek, [daha önceden verdiği] sütün yarısı kadar süt verir. Melik bunun sebebini sorduğunda adam şöyle cevap verir: 'Öyle zannediyorum ki sultanımız onu almaya karar verdi ve melikin zulmü bereketi götürdü.' Sultan onu terk et­ meye niyetlenir ve Allah'a bu hususta söz verir. Ertesi gün inek alıştığı mik­ tarda süt verir. Bunun üzerine sultan bundan sonra adaletli olacağına dair Allah'a söz verir." [Yine] şöyle anlatılır: "Mısır'da bir tarlada altmış veybe1 2 meyve veren bir hurma ağacı vardı. Sultan onu gasp edince bir daha meyve vermedi." Bütün bunlardan anlaşılmıştır ki mülkün varlığını sürdürmesi, saltana­ tın devamı, dünya ve ahiret şerefi ancak adalet sayesinde olur. 11 Her iki rivayet için bk. Acluni, Keşfii 'l-hafa, il, s. 58. 12 Bir veybe yaklaşık 33 kilograma tekabül etmektedir. 44 Adl'e Boyun Egmek Fasıl (4): [Sultanın Raiyyeye Göre Durumu] 25. Sultanın haklarını burada tekrara gerek bırakmayacak derecede taf­ silatıyla anlattık. Bütün bunların dışında kalan meselelerde sultan da Müs­ lümanlardan birisi hükmündedir. Farz, sünnet; itaat, masiyet, helal ve ha­ ram gibi bütün hükümlerde Müslümanların hakkı olan şeyler onun da hak­ kıdır; Müslümanların yükümlülükleri onun da yükümlülüğüdür. Fasıl ( 5 ): [Sultanın Önemi, Sultan-Alim İlişkisi] 26. Sultanın kendisini Allah'ın valilerinden ve naiblerinden biri konu­ munda kabul etmesi gereklidir; çünkü o Allah'ın ayakta tuttuğu mülkte ta­ sarrufta bulunmakta, O'nun emrettiği şeriatla amel etmektedir. Sultanın memleketteki naiblerine itaat eden, nasihatini dinleyen kimse onun teşek­ kür ve taltifini hak eder; onun tayin ettiği sınırlara riayet etmeyen, emret­ tiklerini yerine getirmeyen de azledilmeyi ve onun gazabını hak eder. İşte bunun gibi itaat ve isyan hususunda raiyyesinin kendisine karşı durumu ne ise sultanın aynı hususlarda Allah Tealaya karşı durumu da odur. 27. Sultan, ilmiyle amel eden, Allah, Resulü ve Müslümanlar için nasi­ hatte bulunan alimlerle istişare etmelidir. Her türlü hükmün icrasında on­ lara itimat etmelidir. Yönetimi ( tedbir) alimlerin nasihatı ve salihlerin dua­ sına dayanan melikin mesnedi sağlam, hükümranlık müddeti uzun olur. Fasıl (6): [Sultanın Azlini Gerektiren Durumlar] 28. İmam veya sultanda onu fasık kılan bir durum görülürse daha sahih olan görüşe göre bu sebeple imametten azledilemez. Zira sultanın azledilme­ si durumunda kargaşa çıkması (ıztırabu'l-ahval ) söz konusudur. Fakat kadı ' için aynı durum söz konusu değildir, onda fasıklık alametleri görüldüğünde, daha sahih olan görüşe göre azledilir. 29. Müslüman bir topluluğun imama karşı ayaklanarak onu hal' etmeyi istemeleri yahut sultanın kendileri üzerindeki bir hakkını yerine getirmek­ ten imtina etmeleri durumunda sultan [ilk olarak] onlara hınçlarının [sebe­ bini] sorar. Herhangi bir konuya ilişkin bir şüphe zikrederlerse onu izale eder, bir kusur belirtirlerse onu vuzuha kavuşturur. Eğer [buna rağmen] ona karşı koymakta ısrar ederlerse onlara öğüt verir ve onları kendilerine karşı savaşmakla korkutur. [Bütün bunlara rağmen] mezkur topluluk karşı çık­ maya devam ederse onlarla savaşır. Bu hükmün delili şu ayettir: "Allah'ın buyruğuna gelinceye kadar saldırgan tarafla savaşın" [Hucfuat, 49/9]. Halife ve Sultan 45 Onlarla zaruret olmadıkça mancınık, ateş vb. [zararı] büyük olan silah­ larla savaşılmaz. Harpten kaçanlar takip edilmez, yaralıları öldürülmez, ailesi esir, mallan ganimet olarak alınamaz; zira [onlarla savaşmaktan] amaç onların batıldan yüz çevirip hakka dönmelerini sağlamaktır. Meşru halifenin hükümranlığı altında savaşanlar (ehlü'l-adl) harp mey­ danında öldürdükleri [asi] kişiler için diyet ödemez ve telef ettikleri mallan tazmin etmez. Esir edilen erkekler harp sona erene dek hapsedilirler. Ardından serbest bırakılır ve kendilerinden bir daha böyle bir şeye kalkışmayacaklarına dair söz (ahd) alınır. Fasıl (7): [Sultan Kelimesinin Anlamı] 30. Sultan Arap dilinde mülk, güç ve kudret anlamlarında kullanılmak­ tadır. Şu ayet-i kerimede güç anlamındadır: "Ancak büyük bir güçle (sultan) gidebilirsiniz" [Rahman, 55/33]. [Bu kelime] aynca kesin delil (hüccet) ma­ nasında da kullanılabilir. "Öyleyse bize apaçık bir delil (sultan mübin) geti­ rin" ayetinde [İbrahim, 14/10] bu anlamda kullanılmıştır. Sultan, ya melik­ liği ve kudreti dolayısıyla ya da Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren kesin delil olması hasebiyle sultan olarak isimlendirilmiştir. Nitekim nasıl ki bir iklimin durumu bir yönetici (müdebbir) olmadan istikamet üzere olmaz; ay­ nı şekilde alem ve ondaki hüküm de hikmet sahibi bir yönetici olmaksızın doğru bir seyir takip etmez. Yine nasıl ki, bir beldede iki sultan hükümran ( enır) olduğunda işler yolunda gitmez; mevcudatta iki ilahın varlığı duru­ munda da işler düzgün olmaz. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka tannlar olsaydı, yer ve gök kesinlikle fesada uğrar­ dı" [Enbiya, 2 1122]. [Bu kelimenin zeytin yağı anlamındaki] selit kelimesinden türediği de söylenir. Zira sultan, tıpkı [kandildeki] yağın (selit) etrafını aydınlattığı gibi, adaleti ve yönetimi ile raiyyesini pürnı1r eder. 46 Adl'e Boyun E§mek Üçüncü Bölüm Vezirlik* 31. Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Kardeşi Harun'u ona yardımcı ( ve­ zir) yaptık" [Furkan, 25/35]. Vezaret [vezirlik] kelimesi ağırlık anlamına gelen vizr kelimesinden elde edilmiştir. Zira vezir, mülkün imam veya sultan üzerindeki ağırlık ve yükle­ rini yüklenir. Şöyle de denmiştir: Thzaret kelimesi sığınılacak yer anlamına gelen vezer kelimesinden gelir. Zira yönetim ve yardım hususunda vezire sığınılır. Thzaret kelimesinin sırt anlamına gelen ezr kelimesinden geldiği de ileri sürülmüştür. Zira melik işlerinin üstesinden veziri[nin desteği]yle gelir, tıp­ kı bedenin, sırtından destek alması gibi. Fasıl (1): [Vezir Atamak] 32. İmam ve sultanın, şartlan taşıyan birini vezir olarak atamaları caiz­ dir; zira imam din (millet ) 13 işleri ve ümmetin maslahatı hususunda üstlen­ diği bütün görevleri tek başına ve doğrudan yerine getirmeye güç yetiremez. İşleri çekip çevirme hususunda kendisine ortak olacak bir vezirin desteğine ihtiyaç duyar. 33. Vezirliğe atama ifadesinin, maksadı bildirecek ve diğer vazifelere [atama lafızlarından] ayırt edilebilir özellikte olması gerekir. Bunun için "Seni vezir tayin ettim", yahut "Bana ait olan hususlarda vezirim olarak ata­ dım"; yahut "Sana bana vezir olma işini tevdi ettim", ya da "Vezirliği" yahut "bana ait olan hususlarda bana naib olmayı tevdi ettim" demek gerekmekte­ dir. Çünkü vezirlik görevine atamak büyük öneme sahip akitlerden olup bu işin ayrıntılarını anlatmaya bu muhtasar kitap yetmez. * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Vezir Tayini ve Vezirlerin Görevleri". Bir başka nüshada bu başlık "Vezirlerin Göreve Getirilmeleri ve Sultanın Yardımcılar Edinmesi" şeklindedir. 13 Neşre esas alınan nüshalardan olan İskenderiye nüshasında "millet" kelimesinin yerin­ de "memleket" kelimesi yer almaktadır. Vezirlik 47 Allah'ın izniyle ileride zikredeceğimiz bazı sıfatların vezirde bulunması şarttır. Çünkü o, saltanatın kaim olduğu toprakların yükünü üstlenmekte­ dir. Bu ağırlıkları taşıması, ülkenin ahvalini ıslah etmesi, bozuklukları gi­ dermesi, gelirleri doğru şekilde kontrol etmesi vb. işler için kifayetli insan­ ları seçme sorumluluğu vardır. O [sultan/halife], bu insanların durumlarını iyice inceler, işlerini nasıl yaptıklarını araştırır, onlara adaleti emreder, emanetlere vefa göstermenin gerekliliğini söyler, zulüm ve ihanetin akıbeti konusunda onları uyarır. Kim vazifesini güzel bir şekilde yaparsa sultan onun değerini artırır; kim kötülük yaparsa sultan onu kovar, ihanetini yüzü­ ne çarpar; bir an için gaflete düşeni uyarır; hataya, yanılgıya düşeni ikaz edip mazur görür. Gelirlerin (emval) kolay elde edilmesinin sağlanması, har­ canacağı yerler ve bunlara ilişkin hesapların tutulması hususunda gerekli dikkati gösterir. Gelirlerle ilgili bu konulan Allah'ın izniyle bu kitabın ilgili bölümlerinde zikredeceğiz. Fasıl (2): [Vezirlik Nevileri] 34. Vezirlik iki nevidir: Tefviz vezirliği ve tenfiz vezirliği. Birinci nevi teMz vezirliğidir. Bu vezirlik, imam veya sultanın kendisiy­ le ilgili olan, kendi reyi ile idare ettiği ve ictihadı uyarınca yürüttüğü bütün işleri vezire tevdi etmesidir. Böylelikle [tefviz veziri] bu genel sorumluluğun bir gereği olarak kadı, yönetici ve vali tayinlerinde, asker hazırlamak, devlet harcamaları (sarfü 'l-emval ), ordu göndermek dahil, sultanın yaptığı diğer tüm işlerde tek başına hareket edebilir. Ardından da yaptığı bu kabilden iş­ leri imam veya sultan ile mütalaa eder. [Sultan veya imam] bu konulan ken­ di reyi ve ictihadıyla inceler; doğru gördüklerini tasvip eder, kabul etmediği işleri de düzeltir. Tefviz veziri diye nitelenen bu vezirde de, nesep hariç, imam veya sultan­ da bulunması gereken şartlar aranır; Kureyş'e mensup olmak şart değildir. 36. İkinci nevi [vezirlik] tenliz vezirliğidir. Tenfiz veziri halife veya sulta­ nın kendisine yapılmasını emrettiği şeyi yapan, verdiği hükmü uygulayan ve­ zirdir. Sultanın kendisine tevdi ettiği vali ve hakim atamaları, orduların ha­ zırlanıp gönderilmesi gibi sultana ait işleri başına buyruk davranmaksızın ye­ rine getirir, bunları sultana haber verir. Önemli işleri sultana bizzat arz eder ki böylece sultan doğru bulduğu çözüme ulaşabilsin. Tenfiz vezirinin doğru, güvenilir, dürüst, dindar, zeki ve namuslu, basiretli, heva[ya tabi olmak]tan uzak, insanlarla arasında kindarlık bulunmayan kimselerden olması şarttır. Bütün bunlar tefviz vezirinde de şart koşulur; hatta [o bunlara] evlevi­ yetle sahip olmalıdır. Tefviz vezirinin azledilmesiyle iklimlerdeki işlerin kendilerine tevdi edil­ diği görevliler azlolmuş olmazlar; ancak tenfiz [vezirinin] görevlileri [onun azliyle] azlolmuş olurlar, zira bu kişiler tenfiz vezirinin temsilcileridir. 48 Adl'e Boyun Egmek Dördüncü Bölüm Cihad Emirliği* 37. Emirlik iki kısımdır: Genel ve özel. 38. Genel emirlik: Halifenin emirü'l-mü'minin niteliğini taşıdığı idaredir. Halifeler arasında bu sıfat [emirü'l-mü'minin] ilk kez, hilafet vazifesini üst­ lendiği vakit Ömer b. Hattab (ra) için kullanılmıştır. Ardından, bu lakabı kullanmak halifelere has bir adet (sünne) olmuştur. 39. Özel emirlik: Bunun farklı nevileri vardır: Birinci nevi: Bazı iklimlerdeki veya beldelerdeki umumi işlerle genel an­ lamda ilgilenme hakkı olan kimselerdir. Bu kimseler yaşadığımız devrin de adeti ( urf ) olduğu üzere melik ve sultanlardır. Bunlardan, sıfatlarından ve bu kişilerin hak ve sorumluluklarından daha önce bahsedilmişti. İkinci nevi: Yalnızca bir beldedeki [belirli türdeki işlerle] ilgilenebilen ve başka yerlerle ilgilenme hakkı olmayan kimsedir; bunlar özel olarak belirli bir iklimde orduyla ilgili olmak veya bir iklimin belirli gelirlerinden, [bunların] toplanması ve harcanmasından, yahut bu iklim veya beldenin asayişinden (şurta), ya da hacılar dönene kadar onların işlerinden veya bir seriyye veya or­ dudan [bunlar] dönünceye kadar sorumlu olmak gibi özel görevleri üstlenir. Üçüncü nevi: Bu bölümün konusunu bu nevi teşkil etmektedir. Kendile­ rine belirli bir asker topluluğunun sorumluluğu yüklenen [emir]ler başka or­ duların işlerine bakamaz, sorumlusu olduğu ordunun dışında kalanlara hükmedemezler. Bunun örneği zamanımızın uygulamasında ( urf ) görülen, Mısır ve Şam beldelerindeki -Allah bu iki beldeyi ve diğer İslam beldelerini korusun- meşhur emirlerdir. Bunlar Allah yolunda cihad etmek için hazır bekleyen (murassid) ikta sahipleridir. Bunlardan her birinin, işleriyle ilgi­ lendikleri, idare etme sorumluluğunu üstlendikleri orduları vardır. 40. Bütün bu nevi emirlikler caizdir ve sünnet[e uygundur]. Nitekim Re­ sulullah'ın beldelere emirler atadığı sabittir: O (sav), Attab b. Esid'i Mekke'ye emir tayin etmişti. [Yine Hz. Peygamber muhtelif] heyet ve seriy* Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Düşmanla Cihad Etmek Amacıyla Emir İstihdamı". Cihad Emirligi 49 yelere, ordulara emir tayin eder, onlara sancaklar verirdi. Amcası Hamza'yı (ra) bir seriyyede emir olarak görevlendirmiş ve ona bir sancak vermişti. O İslam'daki ilk emir, [o sancak da] ilk sancaktı. Ondan sonra Ubeyde b. el-Haris'i emir tayin edip ona da bir sancak verdi. Ebu Ubeyde'yi Ceyşü'l-habat [seriyyesine] 14 emir tayin etti. Amr b. el-As'ı da Zatü's-selasil Gazvesinde emir olarak görevlendirdi. Zeyd b. Harise'yi Mute Gazvesinde emir olarak görevlendirdi ve şöyle buyurdu: "Eğer Zeyd vurulursa [onun yerine] Cafer b. Ebu Talib [geçecektir], şayet Cafer vurulursa [onun yerine de] Abdullah b. Revaha geçecektir." Yaşı henüz onsekiz olduğu halde Üsame b. Zeyd'i de emir tayin etmiştir. Zübeyr b. Avvam ve Halid b. Velid (ra) de onun emirleri arasında yer alır. Hz. Ebu Bekir (ra), Ebu Ubeyde, Muaz b. Cebel, Şürahbil b. Hasene ve Yezid b. Ebu Süfyan'ı Şam'a gönderdiği vakit bunlardan herbirini bir askeri birliğin ( tmfe) emiri yapmıştı. Ebu Ubeyde'yi ise hepsinin emiri olarak belir­ lemişti. Hz. Ömer (ra) de hilafeti esnasında aynı şekilde emir tayini uygulaması­ nı sürdürmüştür. Bütün bunlar genel ve özel emirler edinmenin sünnet ol­ duğunu gösterir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Kim benim emirime itaat ederse muhakkak bana itaat etmiş olur, kim bana itaat etmişse muhakkak Allah'a itaat etmiş olur; kim benim emirime isyan ederse muhakkak bana isyan et­ miş olur, kim de bana isyan ederse muhakkak Allah'a isyan etmiş olur." 1 5 Yi­ ne [Resı1lullah] şöyle buyurmuştur: "Başınıza Habeşli bir köle dahi gelse dinleyin ve itaat edin!" 16 Fasıl (1): [Emirin Vasıflan] 41. Emir, önderlik etmek için [gereken vasıflar bakımından] askerlerin en üstünü olmalıdır. Emirin ayrıca onlann en cesuru, en metini, en iyi karar ve­ rebileni, ahlakı en iyi olanı, en cömerdi, harbi ve harbin idaresini, tuzak ve hi­ lelerini en iyi bileni, cesaret ve izzet-i nefis sahibi, atılgan ve cüretli, tavizsiz, [zorluklara] boyun eğmez mizaçlı olması gerekir. O, insanlan tanıyan, güçlük­ lere karşı koyabilen, akranlanndan üstün, düşmanın gaflet anlannı iyi bilen, 14 Bir diğer adı Sifülbahr olan bu sefer Ebu Ubeyde'nin komutanlığında 8/629 yılında ger­ çekleşmiştir. Ahmet Önkal, "Ebu Ubeyde b. Cerrah", DİA, X (İstanbul 1994), s. 250. 15 Buhaıi, "Cihad", 109, "İ'tisam", 2, "Ahkam", 1; Müslim, "İmare", 32, 33; Nesai, "Bey'at", 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, il, 93, 244, 252, 270, 3 13, 342, 382, 416, 467, 471, 5 ll. 16 Buhaıi, "Ahkam", 4; Müslim, "İmare", 36, 37; Ebu Davud, "Sünne", 5; Tinnizi, "Cihad", 28, "İlim", 16; Nesai, "Bey'at", 26; İbn Mace, "Cihad", 39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 69, 70; V, 381; VI, 402, 403. 50 Adl'e Boyun Egmek ordusunu savaş düzenine sokmakta mahir, nerede gizlenileceğini, nerelerin tehlikeli olduğunu sezebilecek [tecrübeye sahip] olmalıdır. Önderlik yapacak üstün vasıflı (mukaddem) kişiyi seçmek en önemli işlerden olduğu için bazı hakimler "Bir aslanın liderlik ettiği bin tilki, bir tilkinin liderlik ettiği bin as­ lana yeğdir" demişlerdir. Yine bu çerçevede zikredilen şöyle bir söz vardır: "Eğer bin kişilik bir topluluk içerisinde o topluluğun kendisine tabi olduğu bir tek süvari varsa, bu o topluluğun bin kişilik bir süvari topluluğu olduğu anla­ mına gelir." Fasıl (2): [Sultan-Emir İlişkisi, Emirin Vazifeleri] 42. Sultan, emire, onun şahsi durumuna, evine, ailesine, hizmetçilerine ve binek hayvanlarına yetecek şekilde örfe uygun bir miktar maaş ve ikta ver­ melidir. Bu konunun ayrıntıları bu kitabın ilgili bölümünde ele alınacaktır. Bir gruba emir olan kimse onların vaziyetini, geçim durumlarını, masla­ hatlarını kontrol etmeli; onları cihada doğrudan katılmak için tam anlamıy­ la hazır olmaya, silah, at ve mühimmat teminine teşvik etmeli; binicilik id­ manı yaptırmalı; atlan birbirleriyle yarıştırmak suretiyle savaşa hazır hal­ de tutmalı; [yine o grubun] atıcılık, silah kullanma ve güç kazanma idman­ ları yaptırmak gibi [savaş] hazırlıklarını gerçekleştirmelidir. Allah izin ve­ rirse bunları da ileride ele alacağız. 43. Emirin sorumluluğu altındaki grubun da onun emrini yerine getirme­ si, ona itaat etmesi, onun yönetimine ve fikrine müracaat etmesi gerekir. Bu­ nu fikirlerin bir noktada buluşması ve birliğin sağlanması için yaparlar. Zira iyilik (hayr) birliğin sağlanmasındadır. Onlardan bazıları emirin fark edeme­ diği bir şeyin doğru olduğu kanaatine varırsa edebe uygun bir şekilde bunu emire açıklar, başlarına bir bela geldiğinde de durumu emire arz eder. Cihad Eııôrligi 51 Beşinci Bölüm Şeriatın Muhafazası* 44. Şeriat, Resı1lullah'ın (sav) getirdiği ve tayin ettiği, insanların tabi ola­ rak korumalarını vacib kıldığı hedeftir. Dayanağı vahiy olduğundan şeriat Allah'a giden en doğru yoldur. İyiliklerin tamamı ona tabi olmakta, kötülü­ ğün tamamı ise onu terk etmekte yatar. 45. Allah şeriatın minaresini ayakta tutacak koruyucuları (himaye) ve şi­ arlarını muhafaza edecek insanları var etmiştir. Şeriatın hamileri melikler ve emirlerdir. Şeriatı muhafaza edecekler ise alim imamlardır. Meliklerin ve emirlerin vasıflarına ve tasarruflarının nevilerine ilişkin bilgileri daha önce verdik; şeriatın taşıyıcılığını yapan, onun muhafaza ve nakli ile iştigal eden alimler ise şeriatın helal ve haramı ile hükümleri konu­ sunda başvurulacak merci konumundadırlar. Alimlerin bazıları yargı [sorumluğunu] ve [bu sorumluluğun beraberinde getirdiği] yükümlülükleri üstlenebilecek vasıftadır. Diğer bazıları fetva verir, [yeni ortaya çıkan] hadiselere çözüm bulur (ehlü'l-fetva ve'l-vekm�. Diğer bazıları hisbe ile, emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münkerle iştigal eder. Bazıları da [insanları] bilgilendirme ve eğitim işi ile ilgilenir, vakıfların ve yetim mallarının idaresinin sorumluluğunu üstlenirler. Hepsinin sahip olması gereken şartlar: Kesinlikle terk etmeyece[kleri] adalet ve onsuz yapamayaca[kları] kifüyettir.17 46. Şer'i konularla ilgilenmek: [Bunun] beş nevi vardır: * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Şeriatın ve Şeriatla İlgili Hususların Muhafazası". 17 Kifayet kavramı 48 numaralı paragrafta tanımlanmaktadır. Şeriatın Muhafazası 53 4 7. Birincisi: Yargı (kaza). Yargı [bu beş nev'in] en tesirli ve en faydalı olanıdır. Zira şer'i ve diğer maslahatlar ona bağlıdır. Bu makam için sahip olunması gereken şartlar ve terk edilemeyecek bazı adab vardır. 48. Kadıda aranan şartlar şunlardır: İslam, bülı1ğ, akıl, erkek olma, ada­ let, ilim, kifayet ve [vücut] sıhhati. Kafirin, buluğa ermemiş çocuğun, akıl sağlığı yerinde olmayan kimsenin, kadının, fasık yahut cahil kimsenin, yargı işleri için gerekli yeterliliğe sahip olmayan kimsenin, kör veya sağırın kadı atanması geçerli (sahih) değildir. 'Akıl' ile temyiz kudretini, zeka ve fıtnatın iyi özellikte olmasını kastedi­ yoruz. 'İlim' ile şer'i hükümleri usı11 ve furı1 açısından bilmeyi; Kitab, Sünnet, İc­ ma, kıyas ve hakkında şeri delillerin işletileceği meselelerin bilgisine sahip olmayı kastediyoruz. 'Kifayet' ile doğruyu tespitte aklın güçlü olması, insanları idarede ve yar­ gıda hüsn-i tasarrufu kastediyoruz. 'Sıhhatli olmak' ile ise işitme, görme, konuşma açısından kişinin bir prob­ leminin olmamasını kastediyoruz. Zira insanın bu gibi sakatlıklarının olma­ sı durumunda davalıları görmesi, onların söylediklerini işitmesi söz konusu olamaz; verdiği hüküm de anlaşılmaz. Yargıcın sahip olduğu [makamın] yü­ celiği ( übbehe) bunların eksikliğini kabul etmez. Fasıl: [Yargıcın Vasıfları ve Muhakeme Usôlü] 49. [Yargının] adabı konusuyla ilgili olarak şunlar söylenebilir: Yargıcın herkesçe bilinen bir diyanet, insanların takdir ettiği bir yaşam, saygınlık, iffet, vakar ve şeref sahibi olması, tamahtan uzak ve tam bir vera içinde, düşüklüklere girmekten, bunlarla iştigal etmekten münezzeh, şidde­ te sapmayan bir sertlikte ve zaafa düşmeyen bir yumuşaklıkta olması gerek­ mektedir. Şafii'nin iki kavlinden birine göre nizaa yol açmamak ve birliği bozma­ mak için bir beldede bir kadı varken başka kadının görev yapması caiz de­ ğildir. Kadının [verdiği] hükümlerin isabet ve istikrarını sağlamak (siyaneten li'l-ahkam) amacıyla önceki nesillerin (selef ) görüşlerine tabi ol­ ması gerekir. Şayet [atanacak] kişi sultanın yahut bu husustaki temsilcisinin bulundu­ ğu şehirde ise [kadı atamasının] sözlü olarak yapılması gereklidir. Eğer ka­ dı atanacak kimse [sözlü] haberin kendisine ulaşamayacağı uzak bir şehir­ de bulunuyor ise sultan atandığını ona yazar ve bunu iki şahitle teyit eder. Eğer haber yaygınlık kazanarak (müstefiz) ona ulaşabiliyorsa sahih olan gö­ rüşe göre bu da yeterlidir. Şehir onun atandığının haberinin yayılacağı ve 54 Adl'e Boyun Egmek herkesçe malum olacağı kadar yakın ise onun kadı olması için bu haberin yaygınlık bulması yeterlidir. Buna mukabil şahitle teyit edilmedikçe kadının atanma işleminin ger­ çekleşmiş olmayacağı yönünde bir görüş de vardır. Alimler [atamayı] şahit­ le teyit hususunda görüş birliğine varabilmiş değillerdir. 50. İkinci konu fetvadır. İnsanların İslam'ın helal ve haramlarını bilmeye olan ihtiyaçları fetvaya gereksinimi ortaya çıkartmıştır. Sahabe ve tabiin nesli de fetvaya başvurur ve dini meselelerde buna göre hareket ederlerdi. 51. Müftüde bulunması gereken şartlar beş tanedir. Bu şartlar İslam, büluğ, akıl, ilim ve adalettir. Bunları kadıya ilişkin şartlan zikrederken açıklamıştık. Müftüde bu beş şartın dışında [kadıda aranan] şartlar aranmaz. Müftünün bulunduğu beldenin dilini bilmesi, Allah'a, Resı1lü'ne ve Allah'ın kullarına karşı samimi olması gereklidir. [Yukarıdaki] şartlan haiz olmayıp gerek üzerinde icma edilen gerekse ihtilafa düşülen usı11 ve furıla ilişkin meselelerin bilgisine sahip olmayan kimselerin fetva vermesine, insanlar böylelikle aldanıp onun yüzünden ha­ taya düşmesinler diye, imkan tanınmaz. Hz. Peygamberden (sav) nakledilen sahih bir hadise göre, o şöyle buyur­ muştur: "Allah ilmi bir anda söküp çıkararak ortadan kaldırmaz; bilakis il­ mi alimleri yavaş yavaş katına almak suretiyle ortadan kaldırır. Nihayetin­ de hiçbir filim kalmayınca insanlar cahil önderler edinir, onlara soru sorar­ lar ve onlar da herhangi bir ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Sonunda hem kendileri saparlar hem de insanları saptırırlar. "18 52. Üçüncü konu hisbedir. Hisbe, emr-i bi'l-ma'rıJ.f nehy-i ani'l-münker için birilerini görevlendir­ mektir. Önceki devirlerde hisbe kimi zaman yargının bir dalı, kimi zaman da sultana ait bir iş olarak görülüyordu. . Hisbe görevine atanmak için gerekli şartlar: İslam, adalet, ilim, tavizsiz olmak (sarame), münkerleri ve genel maslahata yönelik işleri bilmektir. 53. Muhtesibin görevleri üç nevidir: [a]. Birincisi: Allah haklarıdır (hukukullah): [Muhtesib], taharet, beş vakit namaz, Cuma namazına ve cemaate devam gibi vacibleri aksatan in­ sanlarla, açıktan haram işlemek, sarhoşluk veren şeyleri içmek, setr-i avre­ te özellikle hamamlarda riayet etmemek gibi münkerleri işleyen kimselerle ilgilenir. Bunları yapanları engeller ve iktiza-yı hale göre tedip eder. 18 Buhaıi, "İlim", 34; Müslim, "İlim", 13; Tirmizi, "İlim", 5; İbn Mace, "Mukaddime", 8; Da­ rimi, "Mukaddime", 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned, il, 162, 190. Şeriatın Muhafazası 55 [b]. İkincisi kullara has haklardır (hukuku'l-ibad): Muhtesib bu çerçeve­ de belde örfünde kabul gören uygulamaya göre ölçü-tartı aletlerine ve hacim ölçüsüyle ölçülen, tartılan, uzunluk ölçüsüyle ölçülen, sayılan şeyleri, örf ve zanaat nevilerini denetler; bunların bozuk olanlarının düzeltilmesini, bu iş­ lerin en güzel şekilde yürütülmesini emreder. Yine macun gibi bazı karışımlar, karışım haline getirilmemiş yiyecek ve içecekler; cadde ve geçiş yerleri; komisyoncu ve tellalların, zanaat erbabının ve bunların tazmin yükümlülüğü ile teslim aldığı malların durumu; tacirle­ rin, şehir dışından gelen malların durumları, bunların kıymet ve fiyatları ile ilgilenmek de bu kabilden haklar arasında yer alır. [c]. Üçüncüsü Allah ve kul haklarının müşterek olduğıı haklardır: Köle ile efendisinin durumu, şeriata ve örfe göre bunların sorumlulukla­ rı ile ehl-i zimmetin ahvali böyledir. Muhtesib zimmilere gayyar [bele bağla­ nan bir tür kemer, (çev. )] vb. kendilerini Müslümanlardan ayıracak şeyler kullanmayı emreder, onları yapmaları yasak olan şeylerden alıkoyar. Onları saldırganların zararından korur. Tazir cezasına müstehak olanları kendi ic­ tihadı uyarınca tazir eder. Bu husus raiyye ve beldeye göre farklılık arz etmektedir. Muhtesib, tazir cezasını had cezası oranına ulaştıramaz. 54. [d]. Dördüncü konu genel ve özel vakıflardır. Aksi belirtilmedikçe bunlar kadının sorumluluğıı altındadır. İmamın bu işe uygun olan kimseyi vakfın mütevellisi olarak tayin etmesi de sahihtir. Bu durumda söz konusu şahsın vakfın işlerine bakması, onun maslahatlarını gözetmesi gerekli hale gelir. Bu konuda özel vakıflarla genel vakıflar arasın­ da bir ayırım yoktur. Zira özel vakıflar [nihayetinde] genele dönüşecektir. Şayet özel vakıfların ehli, vakıfların maslahatlarını gözetiyor ve şartlarını da yerine getiriyorlarsa [imam yahut naibi] bu kişilerin bu vazifede bulun­ malarına onay verir; şayet bu şartları taşımıyorlarsa onları vakıftan ayırır ve yerlerine bu vazifeleri yapabilecek birini getirir. Bahsi geçen konularda bu kişilere yol gösterecek birisini yanlarına vererek vakfın ziyan olmasını engellemek de bir seçenektir. 55. [e]. Beşinci konu yetimler, sefihler, akıl hastaları, bunların maslahat­ ları, malları ve bunlardan sorumlu olan kimselerdir. Bu konu da vakıflarda olduğıı gibi esas itibariyle yargı yetkisine dahildir. İmamın bu işleri yapacak birini özel olarak atamaya hakkı vardır. Bu konuda kendisinin özel bir vasisi olan kimse ile vasisi olmayan kimse arasında bir fark yoktur. Şayet vasi, yetim yahut sefih veya akıl hastasının maslahatları­ nı gözetiyorsa yargıç yahut sultan ona bu vazifesine devam etme izni verir, herhangi bir müdahalede bulunmaz. Şayet bu işi yapan kişi görevini aksatı­ yor yahut [bununla ilgili bir] itham altında ise (müttehem) sultan vazifesinde ortak olacak birini onun yanına verir; şayet azli gerektirecek bir durumu var­ sa onu azleder. 56 Adl'e Boyun E!jmek Altıncı Bölüm Ordu İstihdamı* 56. Ordu istihdamı ve sınırların himayesi en önemli maslahatlar ve en öncelikli işler arasında yer alır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Tedbirinizi alın" [Nisa, 4171]. [Alınacak tedbir] düşmana karşıdır. Asker sayısını çoğaltmak ve onları hazır tutmak tedbir almaya dahildir. Yü­ ce Allah "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın" [Enfal, 8/60] buyurmuştur. Düşmana karşı yapılacak hazırlıklar arasında asker sayısını çoğaltmak da yer alır. Huzeyfe [b. el-Yeman]'dan nakledildiğine göre Allah'ın elçisi (sav) şöyle buyurmuştur: "Müslüman olduğunu ifade eden herkesi kayıt altına alın!"19 Hz. Peygamber (sav), [Bedir'de] üçyüzonüç kişiyle birlikte savaştı ki bu sayı, [Calı1t'a karşı savaşan İsrailoğulları komutanı] Talı1t'un askerlerinin sayısıydı. Hudeybiye umresinde bindörtyüz, Mekke'nin fethinde onbin kişiy­ le birlikteydi. Huneyn'de onikibin kişiyle, Tebük'te ise yetmişbin kişiyle bir­ likte savaştı. 20 Ömer b. Hattab'ın (ra) bir yılda kırkbin deveyi [savaş için] hazır tuttuğu rivayet edilir. Irak geliri getirildiğinde o şöyle demiştir. "Kabe'nin Rabbi'ne yemin olsun ki, eldekilerin hepsini ta,ksim edeceğim!" Allah'ın Resulü (sav) de kendisine herhangi bir [yerden] maddi gelir ge­ tirildiğinde aynısını yapardı. Tüm bunlar ordu istihdam edip asker sayısını çok tutmanın sünnet olduğunu, böyle yapmanın İslam'ın en önemli masla­ hatları arasında yer aldığını gösteren delillerdir. Birbirinin peşi sıra gelen * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Ordu İstihdamı, Askerlerin Cihad Farizasını Ye­ rine Getirmek İçin Hazırlanmaları". 19 Buhari, "Cihad", 181. Hadisin benzer lafızlarla diğer rivayetleri için bk. Müslim, "İman", 235; İbn Mace, "Fiten", 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 384. 20 Hz. Peygamber'in savaş ve seriyyelerinde beraberinde bulunan kişilerin sayılan hakkın­ da bk. Mustafa Fayda, "Muhammed", DİA, XXX (İstanbul 2005), s. 417-421. Burada Hz. Muhammed'in (sav) Tebük seferine otuzbin kişilik bir orduyla çıktığı kayıtlıdır. Ordu İstihdamı 57 Raşid Halifelerin sünneti de bu şekilde cereyan etmiştir. Hem Hz. Peygam­ ber (sav) hem de ondan sonraki imamlar asker istihdamı için para harcar­ lardı. Alimlerden bazıları şöyle söylemişlerdir: "Arap ve acemin hakim kişileri şu söz üzerinde ittifak etmişlerdir: Mülk, temelini ordunun oluşturduğu bir binadır. Temel kuvvetli olursa bina varlığını sürdürür. Temel zayıf olursa bi­ na çöker. Sultan ancak ordusuyla sultandır. Ordunun varlığı mala bağlıdır. Mal, [ülkenin] mamurluğuyla elde edilir. Mamurluk ise yalnızca adaletle mümkündür." Hikmet ehli kimselerden de şöyle nakledilmiştir: "Sultanın yoldaşı (sa­ dik) ordusudur. Düşmanı ise malıdır. Ordusuna harcadığı için malı azalırsa yoldaşı ve yardımcısı güçlenir. Ordusuna vermediği için [kendisine] düşman olan malı güçlenirse, kendisinin yardımcısı olan ordusu zayıflar." 57. Orduya olan ihtiyaç böylece ortaya konulduğuna göre, onların maaşla­ rının bol verilmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi, durumlarının ve ailelerinin maslahatlarının kontrol altında tutulması ve çektikleri zahmet oranınc& so­ rumlu tutulmaları gerekliliği de kendiliğinden ortaya çıkar. Tüm bunların gerçekleşmesi için mali gelirlerin [elde edilme] yollarının uygun/iyi (salah) du­ rumda olması gereklidir. Bu uygunluk ise memleketin mamur olmasıyla sağ­ lanır. Memleketin mamuriyetinin adalete bağlı olduğu ise akıl ve şeriatın itti­ fakıyla sabittir. 58 Adl'e Boyun Egmek Yedinci Bölüm Sultan Atası* 58. Sultanın ordusuna ata vermesi, gelirler üzerindeki tasarruflarına bağlı maslahatların en önemlileri arasında yer alır. Nitekim, askerlerin biraraya gelmelerini sağlayacak bir rızkın, onların kendilerini İslam'ın ve Müslümanların himaye ve müdafaasına adamakla yükümlü tutulmalarını mümkün kılacak bir atanın bulunması gereklidir. 59. Ordunun rızıkları iki kısımdır: Ata ve ikta. [l. Ata] 60. Birinci kısım atadır. Ata olarak verilecek mallar değişik kaynaklar­ dan elde edilir. 61. Birinci kaynak feydir. Fey, herhangi bir savaş yapılmaksızın, herhangi bir at yahut süvari sevk etmeksizin kafirlerden Müslümanlara gelen maldır. 62. Feyin nevileri bulunmaktadır: Birincisi cizyedir. İkincisi [kafir] tüccarlardan alınan gümrük vergisidir (öşür). Üçüncüsü bize vermeleri gerekliliği üzerine [kafirlerle] sulh yaptığımız her türlü maldır. Dördüncüsü Müslümanlardan korktukları için [kaçarken kafirlerin] terk ettikleri mallardır. Beşincisi [kafirlerin] başlarına gelen bir musibet nedeniyle terk ettikleri ve sahiplenmedikleri maldır. Altıncısı zimmet ehlinden olup varisi olmayan kimsenin [ölümüyle ka­ lan] maldır. Yedincisi mürted olduğu için öldürülen yahut mürted bir halde eceliyle ölen kimsenin malıdır. * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Sultanın Atası, Atanın Verileceği Yerler ve İktala­ nnın Nevilerin. Ata, Hz. Ömer'in kurduğıı divan teşkilatında feyden Müslümanlara yılda bir defa dağıtı­ lan paraya, Emevi ve Abbasiler zamanında ise askerlerin maaşlanna verilen addır. Ko­ nuyla ilgili olarak bk. Mustafa Fayda, "Atan, DİA, iV (İstanbul 1991), s. 33. Sultan At\sı 59 63. Fey mallarının bunlardan ibaret olduğu anlaşılmış olmalıdır. Ulema, bu malların tıpkı ganimet mallan gibi beşe bölünüp bölünmeyeceği husu­ sunda ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife, Malik [b. Enes], Ahmed [b. Hanbel] ve iki kavlinden birinde Şafii feyin beşe bölünmeyeceğini, sultanın bu mallarda Müslümanların maslahatları için tasarrufta bulunacağını, bu konudaki en önemli maslahatın ise İslam ordusu olduğunu, daha sonra sınırların korun­ ması, kalelerin iman, silah elde edilmesi gibi maslahatların geldiğini söyle­ mişlerdir. Allah'ın izniyle, bu konunun tafsilatı aşağıda gelecektir. Şafü'nin diğer kavline göre ise fey mallannın beşe bölünmesi ve [ganimet taksimindeki gibi] beşte birinin [ayetle] belirlenen yerlere sarf edilmesi ge­ rekmektedir. Allah'ın izniyle bu konunun da tafsilatı aşağıda gelecektir. Ka­ lan beşte dörtte ise sultan İslam ordusu için ihtiyaçları oranında tasarrufta bulunmalıdır. Böyle yaptığı halde arta kalan kısım olursa bunu onlara ver­ mesi mümkün olduğu gibi, ordunun silah ve binek gibi teçhizatlan için har­ camaya da hakkı bulunmaktadır. Fasıl ( I ): [Gayrimenkul Fey Mallan] 64. Eğer fey malı içerisinde arazi, ev vb. gayrimenkul var ise [bunlar] Müslümanların maslahatları için vakıf olur ve bunlardan elde edilecek ge­ lirler bu maslahatlara harcanır. Sultan, elçiler, kadılar, alimler, müftüler, Kur'an-ı Kerim ve dini bilgiler öğretenler ve müellefe-i kulı1b gibi kendisine ata verilmesinde genel bir mas­ lahat bulunan kimselere feyden ata verebilir. Nitekim Resulullah (sav) el­ Akra' b. Habis et-Temimi, Uyeyne b. Huseyn el-Fezari, Abbas b. Mirdas es­ Sülemi [gibi kişilere] ata vermişti. Casuslara ve onlar gibi faydası tüm Müs­ lümanlara şamil olan kimselere de ata verilebilir. Ancak kendisine ata veril­ mesinde genel bir maslahat olmayan, bununla özel bir maslahat amaçlanan kimselere Müslümanlann mallannın sarf edilmesi caiz değildir. Ne müfti, ne kadı, ne mücahid ve ne de ataya muhtaç olduğu halde, saygın ( vicahe) ve­ ya salih biri kabul edilmiş olmasına dayanarak hiç kimseye ata verilemez. Böyle bir kişiye verilen ata sultana has maldan verilmiş kabul edilir. Benzer bir şekilde [sultan] beytülmal ve feye ait gayrimenkullerden ne kendisine, ne evlatlarına ve ne de torunlarına vakfedebilir. Bunu yapabilme­ si için bu davranışlannın, yerine başka bir şeyin ikame edilemeyeceği genel bir maslahatı içermesi ve bu maslahatın elde edilebilmesi için böyle yapıl­ masının zorunlu olması gerekmektedir. Bu hükmün gerekçesi şudur: Bahsi geçen gayrimenkulün geliri tüm Müslümanlara aittir. Bu gelir, Müslüman­ lann hepsine şamil bir menfaat olmaksızın içlerinden yalnızca birine ait kı­ lınıp diğerleri bundan mahrum bırakılamaz. 60 Adl'e Boyun E�mek Fakat bu [gayrimenkulün] Müslümanların maslahatını tedarik amacıyla umumi bir cihete vakfedilmesi caizdir. Mescidler, medreseler, ulema, müftü­ ler, imamlar, müezzinler vb. kişiler gibi. 65. Ordu atasının ikinci kaynağı: Harac. Harac, miktarı sultan veya temsilcisi tarafından [maktu olarak veya gelir üzerinden] belirlenen, harac arazisi sahiplerinin ödemekle yükümlü oldukları bedeldir. Müslümanlar için genel bir maslahat bulunduğundan harac malı ordu atası olarak sarfedilebilir. 66. Mamur arazi iki kısımdır: Harac arazisi ve öşür arazisi. 67. Birinci kısım harac arazisidir. Harac arazisinin üç nevi bulunmaktadır: Birinci nevi şudur: Müslümanların, arazinin mülkiyetinin kendilerine ait olması, kafir ahalinin ise üzerinde Müslümanlara verecekleri belli bir mik­ tar harac mukabilinde oturmaları şartıyla anlaşma yaparak, yani sulh yo­ luyla fethettikleri topraklardır. Bu arazi feydir, haracı ise kiradır. [Bu harac, mal sahibi olan] kişilerin İslamiyet'i kabul etmeleriyle sakıt olmaz. Bilakis onlardan kira alınmaya devam edilir. Bu kişilerin zimmet eh­ line dönüşmeleri durumunda ise kendilerinden harac ile birlikte cizye alınır. [Harac arazisinin] ikinci nevi şudur: Silah zoruyla (anveten) fethedilip ganimete hak kazananlar arasında taksim edilen, daha sonra da imamın on­ lardan feragat etmelerini istediği ve belli bir bedel mukabilinde yahut bedel istemeksizin onları razı ettiği, ardından Müslümanlara vakfederek üzerine harac koyduğu arazidir. Ömer b. Hattab'ın (ra) Sevad arazisine dair muame­ lesi buna örnektir. Bu konuda sahih olan, [mezkfi.r şekilde işleme tabi tutu­ lan arazinin de] aynı şekilde harac toprağı olması ve sultanın [araziye yahut gelirine] uygun gördüğü şekilde harac koymasıdır. [Harac arazisinin] üçüncü nevi, kafirlerin boşalttığı, Müslümanlardan korkarak kaçıp terk ettikleri arazidir. Bu arazinin Müslümanlara ait bir va­ kıf olacağını daha önce söylemiştik. İmam, kendi uygun bulduğu görüşe gö­ re bu nevi arazide iskan ettiği Müslüman yahut zimmileri de haracla yü­ kümlü kılar. Harac arazisinin bu üç nevi üzerinde imamın harac koyma hakkı bulun­ maktadır. O yine uygun olduğunu düşünürse bu araziyi m uiimele 2 1 veya 21 Muamele kavramı fıkıh literatüründe "mükelleflerin hukuki bir sonuca yönelik irade be­ yanlannı" ifade etmek için kullanılan bir kavram olmakla birlikte burada hususi bir an­ lama gelmektedir. Bu kavram yukandaki ifadede Hz. Peygamber'in Hayber halkıyla yaptığı anlaşma tipiyle ilgili olarak kullanılmaktadır. "Şöyle ki: Resıll-i Ekrem, Hayber'i 7/628 yılında fethettiğinde Tevrat'taki ağır hükmü uygulamayıp önce şehir halkına memleketlerini terketme izni verir, daha sonra da elde ettikleri yıllık hurmanın yansı karşılığında yerlerinde bırakır. Ertesi yıl henüz hasat zamanı gelmeden Abdullah b. Re­ vaha o yılki ürün miktannı tesbit için oraya gider, tahmin ettiği miktann yansını al- • Sultan Atisı 61 m üzaraa şeklinde de işletebilir. Nitekim Resülullah Hayber ahalisiyle hur­ ma yahut ekin ekmeleri şartıyla böyle bir muamele akdi yapmıştı. Sahipleriyle mülklerinin kendilerinde kalması, ancak bize harac verme­ leri şartıyla sulh yaptığımız araziye konulan bu harac, hakikatte cizyedir. Bu sebeple arazi sahiplerinin Müslüman olmaları yahut arazinin mülkiyeti­ nin herhangi bir Müslümana geçmesi durumunda düşer. Zira Müslüman ciz­ ye ödemekle yükümlü tutulamaz. Fasıl (2): [Haracın Tespiti] 68. Harac, arazinin niteliğine ve · ürün nevilerine, gelirinin kıymetine, azlığına ve çokluğuna, sulanma [şekline] ve [ürün elde etmek için yapılan] masraflara bakılarak belirlenir. Böylece arazi sahibi ile beytülmal arasında tam bir adaletin sağlanması ve taraflardan birine haksızlık yapılmasının önüne geçilmesi hedeflenir. Bu sebeple Hz. Ömer (ra) Sevad arazisinin bel­ li kısımlarına diğer kısımlarından farklı haraclar koymuştur. Bu arazinin bir kısmında ekilebilir her parça (cerıo) için bir kafiz ve bir dirhem harac koymuştur. Osman b. Huneyf'e bir nahiye alanı belirlemesini ve oraya ara­ zinin kapasitesi kadar [harac] koymasını emretmiştir. O her bir arazi par­ çasına üzüm için on, hurma için sekiz, şeker kamışı için altı, taze hurma için beş, buğday için dört, arpa için iki dirhem [harac] koymuştur. Hz. Ömer de bunu onaylamıştır. Şam bölgesinde, her arazinin kapasitesini dikkate al­ dığından, bu düzenlemeden farklı bir uygulamaya başvurmuştur. Cerib on kasabedir. Bir kasabe altı ziradır. Kafiz, ceribin onda biridir.22 mak veya vermek üzere onlara muhayyerlik tanır. Gerek hadis gerek fıkıh literatürün­ de muamele diye adlandınlan da bu[dur]." Konuyla ilgili olarak bk. Bilal Aybakan, "Mu­ amele", DİA, xxx (İstanbul 2005), s. 320. 22 Hz. Ömer zamanından itibaren İslam dünyasında kullanılan alan ve hacim ölçüsü olan cerib kavramı ilk olarak Sevad (Irak) bölgesindeki harac vergisi için toprakların ölçül­ mesinde esas alınmıştır. Yapılan ölçümlere göre Sevad'ın 36 milyon cerib yüzölçümünde olduğu tesbit edilmiştir. Hulefa-i R.aşidin, Emeviler ve Abbasilerin ilk dönemlerinde de harac vergisi yanında özellikle halife ve emirlerin iktalarının miktarı da yine alan ölçü­ sü olarak cerib kullanılmak suretiyle belirlenmiştir. Mısırlı araştırmacı Reyyis, kaynaklarda yer alan çeşitli tariflere dayanarak bu ilk dö­ nemdeki ceribin büyüklüğünün 1366,0416 m2 olduğunu ortaya koymuştur. Ona göre ce­ rib 10 kasabe x 10 kasabe, kasabe 6 arşın, cerib 3600 arşındır. Miktarları değişik çeşitli arşınlar arasında "zirau'l-melik" veya "zirau'l-Haşimiyyeti'l-kübra" diye bilinen ve 61.6 cm olan arşının bu cerib tarifi için esas alındığını uzun araştırmalar sonucun­ da bulan Reyyis, 1 cerib (61,6 cm. x 61,6 cm.) x 3600 1366,0416 m2 hesabını yap­ maktadır. Konuyla ilgili olarak bk. Mustafa Fayda,"Cerib", DİA, VII (İstanbul 1993), s. 402. = = = 62 Adl'e Boyun E�ek = = Fasıl ( 3 ): [Harac Arazisinde Meydana Gelen Değişildikler] 69. Harac arazisinde [gelirin] artmasını sağlayan -bir su kaynağının or­ taya çıkması yahut [bol suya ihtiyaç duyan bir ürünün] ekilmesinin akabin­ de arazinin suyla kaplanması gibi- ya da eksikliğe yol açacak bir durumun -suyun kesilmesi vb.- meydana gelmesi halinde, eğer bu durumun sürekli olacağından emin olunursa arazi sahibi ile beytülmal arasında adaletle muamele edilir. Yeni durumun sürekliliğinden emin olunmaması halinde [haracda] artırma veya eksiltme yapılmaz. Ekin ekilmese dahi harac arazisinden harac alınır. Haracın yanısıra ekin ve meyvalardan da [zekat için] gerekli miktar alınır. Bu Şafii, Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel]'in (ra) görüşüdür. Bunlara göre harac devlete ödenecek kira bedelidir ( ücre), öşür ise zekattır. Bunların kaynak ve sarf yer­ leri farklıdır. Birinin alınmasıyla diğeri ortadan kalkmaz. Ebu Hanife (rh) ise öşür ve haracın birlikte alınamayacağı görüşündedir. Harac, öşür ve cizye gelirlerinin tek konuda birleştirilmesi sahih olmaz, bilakis bunlardan hangi­ si terettüp ediyorsa o tahsil edilir. 70. Arazinin ikinci kısmı: Öşür arazisi. Öşür arazisi de [harac arazisi gibi] üç nevidir. Birinci nevi şudur: İlk defa Müslümanların ihya ettiği arazi. Basra ve benzeri beldeler böyledir. İlk defa Müslümanlar tarafından ihya edilen ara­ ziler, öşre tabi sahih mülk arazileridir. Bunlar üzerine ne harac ne de başka bir kira bedeli konulabilir. Bu arazilerden şeriata uygun olarak ekin ve mey­ velerinin zekatı alınır. [Öşür arazisinin] ikinci nevi, herhangi bir savaşa yahut sulhe konu olma­ yan, sahipleri eskiden beri Müslüman olan arazilerdir. Bunlar da aynı şekil­ de öşür arazileridir, buralara harac konulamaz. Daha önce belirtildiği üzere ekin ve meyvalarının zekatı alınır. [Öşür arazisinin] üçüncü nevi ise Müslümanların zor kullanarak malik oldukları ve ganimet sahipleri arasında taksim edilen, kendilerinin yahut şer'i bir yol ile onlardan alarak malik olanların mülkiyetlerinin devam et­ tiği arazidir. Bu da aynı şekilde diğer İslami mülkler gibi öşre tabi arazi­ dir, üzerine harac konulamaz. Daha önce izah edildiği haliyle bu araziden yalnızca meyva ve ekinlerin öşrü alınır. Bu üç neviden harac olarak bir şey­ lerin alınması hem şeriatın cevaz vermediği hem de aklın iktizasına aykı­ rı apaçık bir zulümdür. 71. Ordu atasının üçüncü kaynağı, ganimetin ve -beşe bölünme görüşü­ nün kabul edilmesi durumunda- feyin beşte biridir. Bu, aşağıda da açıklanaSultan Alisı 63 cağı üzere Resı11ullah'a (sav) ait bir paydır. Onun (sav) vefatından sonra Müslümanların maslahatları için kullanılır. Maslahatların en önemlisi ise ordunun maaşıdır. Çünkü askerler İslam'ın hamisidir. İleride de açıklanaca­ ğı üzere bu paydan halin muktezasınca askerler için harcama yapılır. 72. Ordu atasının dördüncü kaynağı beytülmaldir. Beytülmalden asker­ lerin ihtiyacı miktarınca maaş ödemesi yapılır. Çünkü Müslümanların bey­ tülmali onların maslahatları içindir. Ordunun teçhiz edilmesi bu maslahat­ ları kuvvetlendirir. Beytülmal, Müslümanların herhangi bir kayıt olmaksızın hak ettikleri gelirlerden ibarettir. Beytülmal belli bir korunaklı alana (hırz) yahut bilinen bir mekana mahsus [bir kavram] değildir. Müslümanların mutlak manada hak ettikleri, içlerinden herhangi bir ta­ bakaya (sınıf) yahut belli bir topluluğa (kavm) ait olmayan her türlü mal beytülmalin haklarına dahildir. 73. Beytülmalin altı adet gelir kaynağı vardır: Birincisi, Resı1lullah'ın (sav) payıdır. Bu da ganimetin ve -beşe bölünme­ si görüşünü kabul etmemiz durumunda- feyin beşte biridir. Bu husus Al­ lah'ın izniyle, ganimet mevzuunda ele alınacaktır. Bu pay Resı1lullah'ın (sav) vefatından sonra Müslümanların maslahatları için kullanılır. İkincisi, yukarıda bahsi geçen harac malıdır. Üçüncüsü, Müslüman ve[ya] zimmet ehlinden olup arkasında belirli bir varis bırakmadan vefat eden kimsenin malıdır. Dördüncüsü, sahibi bilinmeyen yitik maldır. Beşincisi, cizye mallarıdır. Altıncısı, kafir tüccarların mallarından alınan gümrük vergisidir (öşür). [il. ikta] 74. Ordu rızkının ikinci kısmı iktadır. Sultanın ikta olarak verdikleri üç nevidir: Temlik iktfö, istiğlal iktfö ve irfak iktaı. 23 [A. Temlik İktiı] 75. İlki temlik iktfödır. Bu ikta, üç kısımdır: Birincisi, herhangi bir şekilde mamur edilmemiş ve birisinin mülkiyeti­ ne girmemiş olan atıl arazidir (mevat). Sultanın burayı ihya edip mamur ha­ le getirecek birine ikta olarak verme hakkı bulunmaktadır. Bu kişinin ara23 İbn Cemaa, Muh tasar fi fazli'l-cihiid adlı eserinde ikta nevilerinden bahsederken "irfak iktaı" yerine "erzak iktilı" tabirini kullanmaktadır, bk. a.g.e., s. 126, 133-136. 64 Adl'e Boyun E!!mek ziyi ihya etmesiyle burası onun sahip olduğu herhangi bir gayrimenkul ile aynı mülkiyet özellikleri kazanır, dolayısıyla burayı hak eder. Zira Hz. Peygamber (sav) Zübeyr b. Avvam'a bataklık bir sahipsiz araziden bir ko­ şumluk mesafeyi ikta olarak vermiştir. O okunu fırlattığında Hz. Peygamber (sav) "Okunun düştüğü yere kadar olan kısmı ona verin" buyurmuştur.24 Herkesin imamdan izin almaksızın atıl araziyi ihya etme hakkı bulun­ maktadır. Bu hakkın gerekçesi Hz. Peygamberin (sav) "Sahipsiz bir araziyi ihya eden ona sahip olur"25 hadisidir. Ebu Hanife (rh) bu hususta şu görüşü dile getirmiştir: "İhya etmek [su­ retiyle sahipsiz bir araziye malik olmak] ancak imamın izni alındığında sa­ hih olur." [Temlik iktaının] ikinci kısmı, Cahiliye döneminden kalma mamurluk iz­ leri bulunan, ancak uzun süre bakımsız kaldığından atıl halde duran ve sa­ hipsiz araziye dönüşen arazidir. Sultan bu vasıftaki araziyi temlik iktılı ola­ rak verebilir. Bu durumdaki arazinin hükmü birinci kısımdaki sahipsiz ara­ zinin hükmü gibidir. Daha sahih olan görüşe göre bu özellikteki arazinin sultandan izin al­ maksızın ihya edilmesi caizdir. Bir gayrimenkul İslam döneminde bir süre mamur kaldıktan sonra atıl hale gelmişse, söz konusu malikin veya mirasçıların mülkü olmaya devam eder. Buranın ikta olarak verilmesi de, ihya edilmesi de caiz değildir. Ma­ likinin kim olduğu tespit edilemese dahi bu arazi ihya yoluyla temellük edilemez. Arazi beytülmal mallarına dahil olur. İmamın burayı ikta olarak verme hakkı vardır. [Temlik iktaının] üçüncü kısmı şudur: Müslümanların henüz malik olma­ dığı [ancak] fethedilmesinden ürnitvar olunan darülharbdeki bir arazinin mamur edilmesi durumunda sultanın burasının fethedilmesi esnasında bu araziyi malikine ikta olarak verme hakkı bulunmaktadır. Fetih gerçekleşti­ ğinde o kimse başkalarından daha fazla hak sahibidir. Rivayet edildiğine gö­ re Nebi (sav), Temim ed-Dari'ye Şam topraklarında bulunan Ceyrfin ve Bey­ tü Aynun'u fethedilmeden önce ikta olarak vermiştir.26 Yine rivayet edildiği­ ne göre Hz. Peygamber (sav), Ebu Sa'lebe el-Huşeni'ye Rum topraklarından bir araziyi, henüz arazi Rumların elindeyken ikta olarak vermiş ve bunu ka­ yıt altına aldırtmıştır. 24 Ebu Davud, "İmare", 36; Ahmed b. Hanbel, Müsned, il, 156. 25 Buhaıi, "Hars", 15; Ebu Davud, "İmare", 37; Darimi, "Büyı'.l.'", 65; Muvatta, "Ak.diye", 26, 27; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 304, 313, 327, 338, 356, 381. 26 Bugünkü Kudüs civanndaki köylerden olan bu iki mekanın fethi ve ikta olarak verilişi için bk. Ebu'l-Abbas Ahmed Belazüıi, Fütı1hu'l-büldan, Darü'l-Kütübi1-İlmiyye, Beyrut 1983, s. 135. Sultan Aüsı 65 Fasıl (4): [Beytülmale Ait Araziler] 76. Bunun dışındaki harac arazileri ve diğer araziler, hazine arazisi ma­ hiyetindedir. Bunların temlik iktfö olarak verilmesi caiz değildir. Zira bun­ lar kıyamete kadar Müslümanların maslahatlarına vakfedilmiş vakıf gibi­ dir. İkta yahut başka bir yol ile temlik edilmeleri sahih değildir. Fakat sul­ tan bunlarda dilerse beytülmale gelir elde etmek için en uygun değerlendir­ me yollarına başvurabilir, yahut uygun görmesi halinde bu arazide çalışan kimselere harac koyabilir. [Bir başka ihtimal ise] bu arazileri istiğlal iktfö olarak vermektir. [B. istiğlal iktiıJ 77. İkinci nevi ikta: İstiğlal iktaı. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde Mısır diyarı ile Şam beldelerinde -Allah buraları muhafaza buyursun!- mutad olduğu üzere bu nevi ikta iki kısma ayrılır: Birincisi, sultanın ikta olarak verilmesi caiz olan bazı arazileri, kendile­ ri yahut temsilcileri vasıtasıyla işletmek isteyen kimselere, temlik etmeksi­ zin ve süre sınırlaması getirerek yeterli bir bedel mukabilinde vermesidir. Bu ikta caizdir. Nitekim Hz. Peygamber'in (sav) ashabı böyle yapmıştır. Bu durum Müslümanlar arasında herhangi bir şüpheye mahal bırakmayacak denli meşhurdur. İkinci kısım ise sultanın yukarıda bahsedilen haracdan belli bir miktarı ihtiyaçlarını karşılayacak kadarını almaları için maaşlı askerlere (mürtezi­ ka) vermesidir. Bu da caizdir, çünkü kendilerini İslam'ın sancağını ve Müs­ lümanları himaye etmeye adamaları sebebiyle bu askerlerin belirli bir mik­ tar maaş alma haklan bulunmaktadır. Eğer ordunun alacağı miktar ve ikta olarak verilen harac, sultan ve or­ dunun malumuysa [sultanın] uygun gördüğü bir süre için bunu [askerlere] ikta olarak vermesi caizdir. Harac, Şam arazisinin çoğunluğunda adet edinildiği üzere, müzaraa usu­ lüyle taksim edilmişse buranın ikta olarak verilmesinin cevazı müzaraanın cevazına bağlıdır. Tercih edilen görüşe göre müzaraa caiz ise ikta da caizdir. Benim nazarımda muhtar olan görüş ise eski iktaın icaresinin caiz olması­ dır. Bu durumda müzaraanın eski müddeti belirleyici olur. Bu husus tartış­ malıdır ve bunun caiz olmayacağını söyleyenler de vardır. Bana göre, icareye ve müzaraaya ihtiyaç vardır ve [üstelik bu akdin] [ca­ iz olmamasını gerektiren] herhangi bir [ikna edici] delil bulunmamaktadır. 66 Adl'e Boyun �rnek Özellikle de dükkanlar ve evler söz konusu olduğunda [bu ihtiyaç son dere­ ce belirgindir]. Fasıl (5): [İstiğlal iktaının Müddeti] 78. Sultan bunu belirli bir müddetle ikta olarak verir, ikta verilen kişi de ehliyetini ve hak etme durumunu sürdürürse söz konusu müddet sona ere­ ne dek iktfü devam eder. Bu süre içerisinde vefat ederse, ölümüyle birlikte ikta da fesholur. Ölüm anından itibaren [ikta] beytülmale döner. Ölüm anı­ na kadar geçen süre içinde buradan kazandığı hususi mal veresenin hakkı olur. Onun hak ettiği bir şey yoksa soyundan gelenlere vefat eden kişinin atasından ihtiyaçları kadar ödeme yapılır. Böylece askerlerin kendilerini bü­ tünüyle ciha�a vermeleri teşvik edilmiş olur. Eğer cihad esnasında bu kişiyi cihada ve ata almaya elverişli olmaktan çıkartacak müzmin bir hastalık ortaya çıkarsa yapılması en doğru olan, as­ kerleri cihada atılmaya istekli kılmak için o kimsenin atasını onda bırak­ maktır. Eğer böylesi bir özürden dolayı iktaının feshedileceğini bilirse, kişi kendinde ortaya çıkacak bir özür sebebiyle hem kendisinin hem de ailesinin iktfü kaybedeceğinden korkacağı için kendini askerlikle ilgili işlerden geri tutar, kendisi ve ailesi[nin geleceği] ile ilgili hususlara öncelik verir. Fasıl (6): [Gayrimüslimlere İkta Vermek] 79. Müslümanlara ait topraklardan herhangi birinin bir kişiye, evlatları­ na ve sonrasında gelenlere ait olacak şekilde süresiz olarak verilmesi, daha önce de söylediğimiz üzere, caiz olmaz. Zira böyle bir işlem, bu toprağı miras yoluyla intikal eden mallar gibi yapacaktır. Bir insana yalnızca kendi haya­ tı süresince ikta olarak verilmesi du.rumuyla ilgili olarak iki görüş vardır: [Bir görüşe göre,] "Böyle bir işlem sahih olmaz." Ancak doğru olan görüş sa­ hih olmasıdır. [Kendisine ikta olarak arazi verilen bir şahsın] arazinin kendi hakkı ol­ duğunu öne sürerek fey ve harac arazisini gayrimüslim[lere] ikta olarak ver­ mesi caiz değildir. Aynı şekilde bu arazilerin emir ve meliklerin kendi malla­ rına has hediyeler ( vasılat) olarak görülüp, Müslümanlar için genel bir men­ faati olmayan kimseye verilmesi de caiz değildir. Fey ehline zekat mallarının iktfü da caiz değildir. Ebu Hanife (rh) şöyle demiştir: "Hem fey ve hem de zekat mallarının her iki fırka için de sarf edil­ mesi caizdir." Sultan Aüsı 67 Fasıl (7): [İkta Müddetinin Dolması] 80. Sultanın, ikta olarak verdiğini bu tasarrufunun üzerinden bir sene geçtikten sonra geri isteme hakkı bulunmaktadır. Ancak içerisinde bulunu­ lan sene zarfında harac müddetinin dolmasından önce ikta verilen kimsenin ikta süresi dolarsa iktfü geri isteyemez. Atanın süresinin dolmasından önce haracın süresi dolarsa iktfü isteme hakkı vardır. [Bu durumda] kullanama­ dığı iktaın bedeli ata divanından verilir. Fasıl (8): [Asker Dışında Ata Almaya Hak Kesbedenler, İkta Verilmesi Caiz Olmayan Kimseler] 81. Ordu mensubu olmayıp ata ehli olanlar: Eğer bunların maaşları dai­ mi bir işe bağlı ise -kadılar, amiller, divan katibleri gibi- ve bu kimselerin bu işleri üstlenmeleri ancak sultanın yahut temsilcisinin velayetiyle sahih ola­ cak cinsten ise, maaşları mukabilinde harac malının bir yıllığına bu kimse­ lere iktfü caizdir. Sürenin bir seneyi aşması durumunun caiz olup olmadığı hususunda ihtilaf bulunmaktadır. Daha doğru olan görüş bunun caiz olma­ sıdır. 82. Vergi tahsildarları (cübat) gibi işi daimi olmayan kimseler ile gönül­ lülük esasına göre yapılması sahih olan imamlık ve müezzinlik gibi hayır işiyle uğraşan kimselerin [ihtiyaçlarının] harac malıyla karşılanması caiz­ dir. Fakat bu, bahsi geçen kimselerin maaşlarını hak etmelerinden ve ödeme sorumluluğunu üzerine alan kimsenin bir yıllık süresini doldurmasından sonra olmalıdır. Bundan önce olması caiz değildir. Harac malının aynca bu kimselere ikta yoluyla verilmesi de caiz değildir. 83. Aynı şekilde ne cizye malının iktfü ne de müşriklerde kalmak üzere anlaşma yapılan harac arazisinin iktfü caizdir. Çünkü bu [mal], süreklilik ve güven arz etmemektedir. Zira bu kimselerin Müslüman olmaları durumun­ da kendilerinden [bu vergilerin] düşmesi mümkündür. Mezkur malların [sü­ renin dolması sebebiyle] vergiye tabi tutulmasından ve hak eden kimsenin maaş alma vaktinin gelmesinden sonra verilmesi ise caizdir. Daha önce de bahsedildiği üzere bu işlemin adı havaledir, ikta değil. 84. Aynı şekilde öşür ve diğer malların zekatının iktfü da caiz değildir. Çünkü zekat belirli kesimler içindir. Bu kimseler, zekatın [sürenin dolması sebebiyle] ödenmesi gerektiği andan itibaren o esnada gerekli şartlan taşı­ maları kaydıyla, hak sahibi olurlar. Zekatın, ödeme zamanının gelmesinden önce iktfü caiz değildir. Çünkü bir yılın dolmasından önce malın telef olma yahut kendisine ikta verilecek kimsenin hak etme şartlarını kaybetme ihti­ mali bulunmaktadır. Bu durumda ikta batıl olacağından bir faydası da kal68 Adl'e Boyun Egmek mayacaktır. [Zekatın] [sürenin dolması sebebiyle] ödenmesi gerektiği andan itibaren bunun için gerekli şartlan taşıyan kimseye ikta olarak verilmesi ca­ izdir. Bu durumda da yapılan işlem havaledeki gibi olur. O kimsenin [öden­ mesi gereken zekat] malı üzerindeki mülkiyeti, malı kabzetmesiyle mümkün olur. Bu sebeple mal sahibi, bunu, hak eden kimseye salt ikta olarak veril­ mesiyle borçlanmış olmaz. 85. Zekat almaya hakkı bulunan kesimler Allah'ın Kitabı'nda şu şekilde zikredilmiştir: "Muhakkak ki, zekatlar fakirlerin, miskinlerin, zekat topla­ makla görevli kimselerin, kalbi [İslam'a] ısındırılmak istenenlerin, kölele­ rin, borçluların, Allah yolunda bulunanların ve yolda kalmışların hakkıdır" [Tevbe, 9/60). Ahmed [b. Hanbel] ve Şafü'ye (rh) göre bu sekiz sınıftan zekat sorumlu­ luğunun terettüp ettiği sırada mevcut olanlara zekatın taksim edilmesi farz­ dır. Malik [b. Enes] ve Ebu Hanife (rh) ise [zekatın] zekata ehil olan sınıflar­ dan her birine verilmeyip sadece birine sarf edilmesini de caiz görürler. cc. irfak iktaıJ 86. Üçüncü nevi: İrfak iktaı. Bu ikta iki çeşittir. 87. Birinci çeşit: Yerin altında bulunan ve elde edilmeleri için özel bir uğ­ raş verilmesi gereken, altın, gümüş, bakır, demir vb. madenler. İmamın, [bunları işletmek için] ihtiyaçlarını karşılamasına yetecek bir miktarı ikta olarak belli kişilere vermesi caizdir. Sultanın bu madenlerden herhangi bir şeyi ikta olarak vermesi mesele­ sinde en doğru görüş şudur: Bu nzıklandırma iktaıdır. İkta alan kişi, içeri­ sinde maden bulunan araziye malik olmaz. Bilakis orada bulunduğu ve ça­ lıştığı süre zarfında oradan irfak yoluyla faydalanmaya malik olur. Kimse­ nin bu kişiyi oradan uzaklaştırma hakkı bulunmamaktadır. Kişinin kendi­ si [burayı] terk eder, bu işi bırakırsa ikta hükmü ortadan kalkar ve [orası] eski hükmüne döner. Bu kişinin oraya diğer mülkleri gibi sahip olacağı da söylenmiştir. Ancak bu zayıf bir görü�tür. Yerin üstünde bulunan kıymetli madenlerde ise durum farklıdır. Bu maddeler, elde edilmesinde özel bir çabanın gerekli olmadığı madenlerdir, tuz, rastık taşı, neft, katran, kükürt ve zift gibi. Sultanın bu evsaftaki ma­ denleri ikta olarak vermesi caiz ve geç�rli (sahih) değildir. Bu madenler tüm Müslümanlar arasında müşterektir, onlardan herhangi birine ait olamaz. Bunlar adeta akarsular ve kaynak sulan gibidir. Bu görüşün delili Hz. Peygamberin (sav) şu hadisi şerifidir: "[Resı1lullah], Ebyaz b. Hammal'a Me'rib tuzlasını ikta olarak verdi. Buranın akarsu hüviyetinde olduğu anla­ şılınca onu aldı." Ebyaz, iktaı Nebi'ye (sav) iade etmiştir. 27 27 Ebu Davud, "İmare", 36; Tirmizi, "Ahkam", 39. Benzer rivayet için aynca bk. İbn Mace, "RühUn", 17; Darimi, "Büyü'", 66. Sultan Atisı. 69 88. İrfak iktaının ikinci nevi: Gayrimenkullerin arasında bulunan cadde, yol, meydan ve çarşılardaki dinlenme yerleridir (mekaid). Bunların kimse­ nin mülkü olmaması ve yayalara zarar vermemesi şarttır. [Bunlar hakkında] en doğru görüş şudur: Sultanın yukarıda zikredilen türden bir mekanı, üzerine bina yapmamak kaydıyla, o mekanda oturulma­ sı ve ticaret yapılması amacıyla ikta vermesi caizdir. Bu durumda kendisine ikta verilen kimse başkalarından daha fazla hak sahibi olur. Ne sultanın ne de bir başkasının bunun karşılığında bedel alma hakkı bulunmaktadır. İster sultanın izniyle oturmuş olsun, isterse ondan izin almadan otursun, durum değişmez. Sultanın herhangi birine ikta olarak vermediği böyle bir mekana ilk olarak erişen kimsenin, daha önce de anlattığımız üzere, bundan fayda­ lanması caizdir. Bu araziyi orada bulunan özel eşyalarını alarak boşaltırsa bir başkasının faydalanma hakkı doğar. Fasıl (9): [Sahipsiz Arazilerin Tahsisi] 89. Sadaka ve cizye olarak alınan develerin, mücahidlerin atlarının, me­ ra taleb edemeyecek denli fakir ve muhtaç kimselerin hayvanlarının merası olarak kullanmak üzere sultanın sahipsiz arazilerin bir kısmını mera haline getirme hakkı bulunmaktadır. Çünkü Nebi (sav) en-Naki' adlı bölgeyi, Hz. Ebu Bekir (ra) er-Rebeze'yi, Hz. Ömer (ra) es-Seriri bu amaçla ayırmışlar­ dır. Sultanın sahipsiz arazilerin tamamını ve akarsuları başkalarının kul­ lanımına kapatma hakkı bulunmamaktadır. Bunları kendine de, zenginlere de tahsis edemez. Söz konusu mekanları ancak, yukarıda zikredildiği üzere Müslümanların maslahatları için mera olarak koruma altına alırsa caiz olur. Sultanın dışında hiç kimsenin herhangi bir yeri mera yapması caiz değildir. Sultan herhangi bir mekanı mera olarak belirlediğinde bu, toplumun her kesimini kapsayan bir tasarruf ise zengin ve fakir eşit olarak buradan yarar­ lanır. Yalnızca fakirler için ayırmışsa zenginlerin istifade etmelerine engel olunur. Mekanın tahsis edildiği hususa ihtiyaç ortadan kalkarsa, yahut herhangi bir gerekçeyle [belli bir zümreye] ayrılan mahallin değiştirilmesinde bir mas­ lahat bulunursa sultan bu tasarrufunu iptal edilebilir. Sultanın ayırıp başkalarının kullanımına kapattığı sahipsiz bir mahalli hiç kimse kendine ayırıp etrafını çeviremez. Böyle yapması durumunda buraya sahip de olamaz. 70 Adl'e Boyun Egmek Sekizinci Bölüm Ordu Atası* 90. Hz. Peygamber (sav) ganimet taksimi hususunda insanlar arasında eşitlikle muamele eder, hiç kimseyi bir diğerine üstün tutmaz, şeref, cesaret, hicret etmedeki kıdem vb. övülen sıfatları bu hususta dikkate almazdı. Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ali (ra) de ata hususunda insanlar arasında "müsavat" gerektiğini düşünmekteydiler. Bu sebeple [dine girmede veya hic­ ret etmedeki] öncelik dahil herhangi bir gerekçeyle hiç kimseyi bir diğerine üstün tutmazlardı. Malik [b. Enes] (ra) ve Şafii (ra) de bu görüşü benimsemişlerdir. Burada "müsavat" ile kastedilen, insanlar arasında ata miktarında bir eşitlik sağlamak değildir. Bilakis burada her insana ihtiyacı ve yetecek ka­ darını vermek kastedilmektedir. Allah'ın izniyle bu hususun tafsilatı aşa­ ğıda gelecektir. 91. Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) ise dine girmede ve hicret etmedeki önceliği dikkate alarak [bu özellikteki kişilerin] üstün tutulması gerektiği görüşündeydiler. Kendi hilafetleri süresince de bu görüşleri doğrultusunda amel ettiler. Ebu Hanife (ra) de bu görüşü benimsemiştir. Hz. Ebu Bekir (ra) insanlara müsavatla muamele ettiğinde Hz. Ömer (ra) onunla tartışmış ve "İki hicrete katılan ve iki kıbleye namaz kılanla, [Mek­ ke'nin] fethi esnasında kılıç korkusuyla Müslüman olanları eşit mi tutacak­ sın?" demiştir. Hz. Ebu Bekir (ra) ona şu cevabı vermiştir: "Onlar, yalnızca Allah için amel ettiler; ecirleri de Allah'a aittir. Bu dünyada karşılıklarını [eşit olarak] alacak­ larında ise şüphe yoktur". Hz Ömer (ra) ise "Ben Resı1lullah'a (sav) karşı savaşanlar ile onunla bir­ likte savaşanları bir tutmam" demiştir. * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Ordu Atasının ve Mücahidlerin Hak Ettikleri Mik­ tarın Belirlenmesi". Ordu At.ası 71 92. Hz. Ömer hilafete gelip divanı kurduğunda [İslam'a giriş ve hicret edişteki] önceliği dikkate alarak bu kimselere daha fazla verilmesini kurala bağladı. O, ata ehlini şu gruplara ayırmıştı: Birinci gruba Bedir Savaşına katılan Muhacirleri aldı. Bunların her birine yıllık beşbin dirhem verilmesini emretti. Bu kimseler arasında Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve diğer bazı sahabiler vardı. O kendisi için de beşbin dirhem ayırdı ve bunu hiç artırmadı. Resı1lullah'a (sav) yakınlıkları se­ bebiyle Hz. Abbas, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i de bu gruba dahil etti. Her birine onbin dirhem takdir ettiği Resı1lullah'ın (sav) eşleri hariç, Be­ dir ehlinden hiç kimseye daha fazla vermedi. Resı1lullah'ın eşleri arasında ise Hz. Aişe'ye, onun ve babasının Hz. Peygamber nezdindeki konumunu dikkate alarak ikibin dirhem fazla verdi. İkinci grup Bedir'e katılan Ensardan oluşmaktadır. Bunların her birine dörtbin dirhem verilmiştir. Üçüncü grup Mekke'nin fethinden önce hicret eden kimselerden oluş­ maktadır. Halid b. Velid, Amr b. el-As ve diğer bazı kimseler bu gruba dahil­ dir. Bunların her birine üçbin dirhem takdir etti. Kendisiyle birlikte hicret etmiş olmasına rağmen oğlu Abdullah'ı da bu kısma dahil etti. Kendisine bu husus sorulduğunda, "O, babasına tabi olarak hicret etmiştir" cevabını verdi. Allah ondan razı olsun, onu hoşnut kılsın! Dördüncü grup Mekke'nin fethinden sonra Müslüman olanlardan oluş­ maktadır. Ebu Süfyan, oğlu Muaviye, Safvan b. Ümeyye, İkrime b. Ebu Ce­ hil gibi kimseler bu grupta yer alırlar. Bu grupta bulunanların her birine yıl­ lık ikibin dirhem verilmiştir. Muhacir ve Ensann gençleri de bu kısımdaki kişilere dahil edilmiştir. Bunlar arasında kendi oğlu Ubeydullah da yer almaktadır. Ancak o, Üsame b. Zeyd ile Ömer b. Ebu Seleme'ye Hz. Peygamber (sav) nezdindeki konumla­ rından dolayı fazla vermiştir. Zira Üsame [Hz. Peygamberin (sav)] evlatlığı­ nın oğlu, Ömer ise hanımı [Ümmü Seleme'nin önceki] eşinden olma oğluydu. Beşinci grupta, önceki kimselerin dışında kalıp Resı1lullah'ın (sav) son günlerinde Müslüman olan kişiler yer almaktadır. Hz. Ömer, bu kısma giren kimselerin her birine eşit miktar vermemiş, konumlan, cihadda yer alışları, Kur'an okuma seviyeleri gibi kıstasları dikkate alarak üçyüz, beşyüz ve bin dirhem gibi miktarlardan ikibin dirheme kadar farklı miktarlar belirlemiş­ tir. Ancak hiçbirine üçyüz dirhemden daha düşük bir miktar vermemiştir. Çocuklar için de yüzer dirhem takdir etmiştir. Çocuklar serpilip büyüdükle­ rinde miktarı ikiyüze çıkartmıştır. Hz. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Eğer mal çoğalırsa her bir kişiye dörtbin dirhem vereceğim: Bin dirhem atı, bin dirhem silahı, bin dir­ hem sefer [hazırlığı] ve bin dirhem de geride kalan ailesine bırakması için." 72 Adl'e Boyun �mele Fasıl (1): [Beytülmal Gelirlerinin .Artması] 93. Beytülmalin mallan artarsa, aşağıda da izah edileceği üzere, dağıtı­ lan paylara eşit oranda ilave olunmaz. Çünkü beytülmal, şer'i haklar için vaz' edilmiştir. Buradan mücahidlere verilir, çünkü onlar kendilerini cihada ve bunun için gerekli hususlara adamışlardır. Onlann tamamı bu hususta eşit seviyededir. Ebu Hanife [bu görüşe muhalif kalarak] şöyle demiştir: "[Beytülmalde] bir artma olursa, buradan kendilerine ödeme yapılan kimse­ lerin gelirlerinin eşit miktarda artmlması caizdir." Fasıl (2): [Sultanın iaşesi] 94. Sultanın; kendisinin, ailesinin, köle ve cariyelerinin, hizmetçi ve gıl­ manlannın, binek hayvanlannın durumuna uygun düşüp, kifayet edecek bir miktan beytülmalden maruf vechile, israfa kaçmadan ve cimrilik etmeden alma hakkı bulunmaktadır. Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: "Kendimi Allah'ın malı karşısında yetimin velisi gibi görmekteyim. Durumum iyi olursa [oradan bir şey almaktan] ge­ ri dururum, muhtaç duruma düşersem maruf vechile oradan kullanmm." Fasıl (3 ) : [Emir ve Askerlerin Ata Miktarının Tespiti] 95. Sultan, emirleri ile askerlerinin her birine ata yahut ikta olarak ihti­ yaçlan oranında pay aymr. Bu miktarı onların durumlarını, itibarlarını, eş, çocuk, köle, cariye, hizmetçi ve binek hayvanları gibi unsurları, bunların giy­ dirilmesi ve barındırılması hususunu, [aynca] at ve silah temini ile sefer ha­ zırlığı gibi külfetleri dikkate alarak belirler. Bu konuda zaman ve mekan, ucuzluk ve pahalılık, memleketlerin yeme ve içmelerindeki şeriatça makbul adetleri dikkate alınır. Bu kimselerin ciha­ da hazır olup kendilerini buna adamaları için tüm bu masraf kalemlerinin karşılanması gereksizdir. Aynı şekilde [askerlerden birinin] harpte iken hayvanı telef olur veya si­ lahı kaybolursa bunlar kendi atası yahut iktaından gitmiş olmaz, bunların bedeli ödenir. Köle, yahut binek hayvanları için, ya da cihadla ilgili bir maslahatı bu­ lunmayıp süslenmek amacıyla edinilen giyilmesi haram elbiseler için her­ hangi bir şey verilmez. Ancak bunların verilmesinde cihad için bir maslahat bulunuyorsa bu durumda verilmesi caiz olur. Ordu Atası 73 Fasıl (4): [Kullanılması Yasak Olan Malzemeler] 96. Erkeklerin altın takması, altın yüzük kullanması, silahını yahut baş­ ka bir şeyini altınla süslemesi Şafii, Malik [b. Enes] ve Ebu Hanife'ye göre mutlak manada haramdır. Bunun azı da çoğu da aynı hükme tabidir. Ancak altının takma diş, burun ve parmak ucu olarak kullanımı, ihtiyaca binaen caizdir. Aynı şekilde erkeklerin dibac ve mervezi gibi saf ipek giymeleri de haramdır. Ancak ipeğin elbiselerin yaka veya yenlerinde dar şerit halinde kullanılmasına cevaz verilmiştir. Bundan fazla ipek haramdır. Inabi gibi ba­ zı giysi nevilerinde bu hüküm geçerlidir. İpeğin yaygı ve örtü olarak kullanılması da giyilmesi gibi haramdır. Ebu Hanife'den nakledildiğine göre, o bunun caiz olduğunu söylemektedir. Erkeklerin belli bazı savaş aletlerini gümüşle süslemeleri caizdir. Bu aletler kılıç, mızrak, bıçak ve kemerden ibarettir. Bu cevaz hükmü israfa kaçmamakla sınırlandırılmıştır. Eyer, gem, yular ve ağız[lık] hususunda ih­ tilaf bulunmaktadır. Daha doğru olan görüş bunların [süslenmesinin] caiz olmamasıdır. Yukarıda sayılan eşyalardan herhangi birinin altınla süslen­ mesi de caiz değildir. Altın ve gümüş kapların kullanımı hem kadınlara hem de erkeklere ha­ ramdır. Düşmanın silahını def etmek için kullanımı zaruri olan ipekli kumaştan yapılmış elbisenin ( dibac) ise özel olarak harb esnasında ve ayrıca [giyecek olarak] başka bir şeyin bulunmadığı zaruret durumunda giyilmesi caizdir. Bu zaruret, şiddetli soğuk, harbin aniden başlaması ya da [başka bir kumaştan elbise giyildiği taktirde] bedende [aşın bir] kaşıntının ortaya çık­ ması gibi sebeplerle ölüm ya da hastalanma endişesinden kaynaklanabilir. Çocukların ipek giymesi caizdir. Kadınların altınla süslenmeleri ve ipek giymeleri herhangi bir sınırlama olmaksızın caizdir. Fasıl (5): [Ata Dağıtım Vakti] 97. Atanın dağıtılması için belirli bir vaktin tayin edilmesi gereklidir. Bu vakit senede bir olabileceği gibi senede birkaç kez de olabilir. Beytülmalde dağıtılacak herhangi bir şey bulunduğunda maaşlı kimselerin bunu isteme hakkı bulunmaktadır. Beytülmalde herhangi bir şey bulunmadığında yahut son derece az bir miktar mevcut olduğunda bu kişilerin beytülmalin gelirlerinin toplanma vaktine kadar herhangi bir şey isteme hakları yoktur. Onların [ödenmesi] geciken alacakları beytülmal üzerine borç olur. Gerekli miktar tedarik edil74 Adl'e Boyun EOmek diğinde bu kimselere haklan ödenir. Sultanın hak sahipleri için beytülmal adına borç alma yetkisi de bulunmaktadır. 98. Beytülmal gelirinin artması durumunda maaşlı kimselerin gelecek yılki paralarım peşin olarak vermek caizdir. Bu [fazla] paranın silah, kale tamir ve bakımı ile Müslümanların maslahatları için sarf edilmesi de aynı hükme tabidir. Fasıl (6): [Ölen Maaşlı Askerlerin Ataları] 99. Ordu mensubu maaşlı kimselerden birinin ölmesi durumunda onun atası kızlan ve eşleri için, bunlar evleninceye kadar, kendilerine yetecek bir miktarda verilmeye devam eder. Bu kimsenin erkek çocukları için de bülı1ğ çağına erip kendi başlarına geçimlerini sağlayıncaya kadar yahut cihada ehil olduklarım [söyleyip asker olarak kayıtlarının yapılmasını] istemeleri­ ne kadar devam eder. Bunlar arasında kör ve kötürüm olanlar varsa bunla­ ra ömür boyu yeterli bir miktar verilmeye devam edilir. Tüm bu hükümler cihad ehlini gayrete getirmek, cihadın tehlikelerini üstlenmelerini sağlamak ve kendilerinden sonra aileleri[nin durumu] hak­ kında onların kalplerini ferah tutmak içindir. 100. Maaşlı kimselerden biri senenin bitimi esnasında vefat ederse söz konusu yıla ait payına düşen miktar mirasçılarına verilir. Senenin bitimin­ den sonra vefat etmesi durumunda ise henüz dolmayan sene içindeki hakkı mirasçılarına verilir. Fasıl (7): [Maaşlı Askerlikten Ayrılmak, Atasını Teberru Etmek] 101. Herhangi bir askerin maaşlı asker statüsünden ve cihadla iştigal et­ me durumundan çıkartılmasını istemesi durumunda, gerekçelerine göre şu ihtimaller söz konusudur: Bu konuda kendisine ihtiyaç duyulmayan biri ise bu isteği caizdir. Cesa­ reti, tecrübesi, idareciliği ve isabetli fikirleri sebebiyle kendisine ihtiyaç du­ yulan birisi ise bu isteği caiz değildir. Sultanın da ona bu konuda bir imkan tanıması caiz olmaz. Bu kişinin sultandan ata almaksızın cihad için gerekli hususları elde etmesine imkan sağlayan maddi durumu olur da cihad için gerekli hazırlıkları kendi malından yaptığı harcamayla sağlamak suretiyle atasını terk edip teberruda bulunursa bu amel ecir bakımından en faziletli ve en büyük amellerden olur. Ordu Atisı 75 Fasıl (8): [İtaatsizlik Nedeniyle Atanın Düşmesi] 102. Sultan yahut temsilcisi meşru bir savaş için bir ordu yahut seriyye gönderir de [askerler] herhangi bir özürleri bulunmadığı halde gitmekten imtina ederlerse onların atalan sakıt olur, iktalan geçersiz hale gelir. Düş­ manın sayısının karşı konulamayacak denli çok olması gibi meşru ve geçer­ li bir özürleri bulunması durumunda ise bu özürleri sebebiyle maaşları sakıt olmaktan kurtulur. 76 Adl'e Boyun E§mek Dokuzuncu Bölüm Cihada Hazırlık* 103. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Onlar [düşmanlar] için gücünüz yet­ tiğince kuvvet ve [cihad için] bağlanıp beslenen atlar hazırlayın" [Enfal, 8/60]. Hz. Peygamber [ayetteki] "kuvvet" kelimesini "ok atıcılığı" şeklinde be­ yan etmiştir. 28 Sultan ve onun dışındaki emir ve askerlerin, Allah Resfilü'ne (sav) ve on­ dan sonra gelen Raşid Halifelere uyarak, Allah'ın dinine yardım etmek ve O'nun yolunda cihad etmek için cins atlar, savaş esnasında ihtiyaç duyulan kaliteli silahlar edinmeleri gerekmektedir. Resıllullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a iman ve O'nun vaadi­ ni tasdik ederek Allah yolunda bir atı elinde tutarsa, kuşku yok ki, o atın do­ yurulması, suvanlması, bevli ve dışkısı, Kıyamet gününde o kimsenin tera­ zisinin sevap [kefesine] konulur."29 Yine şöyle buyurmuştur: "İyilik, Kıyamet gününe değin atlann alınların­ da bağlıdır." Kendisine bu [iyiliğin] ne olduğu sorulduğunda, "Ecir ve gani­ mettir" cevabını vermiştir. 30 Hz. Peygamber (sav) aynca "Cennet kılıçların gölgesi altındadır"3 ı buyur­ muştur. Bu ifadeyle, övünüp böbürlenmeyi kastetmemiştir. Bilakis o, ileride tam tercümesi şu şekildedir: "Cihad Vazifesini Yerine Getirecek Kimseler İçin * Başlığın At, Silah ve Mühimmat Temini". 28 Müslim, "İmare", 168; Ebu Davud, "Cihad", 23; Tirrnizi, "Tefsirü Sılre 8", 5; İbn Mace, "Cihad", 19; Darimi, "Cihad", 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, iV, 157. 29 Buhari, "Cihad", 374; Nesfil, "Hay!", 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, il, 274. 30 Buhari, "Menakıb", 28; Müslim, "Zekat", 25, "İmare", 96-99; Ebu Davud, "Cihad", 41; İbn Mace, "1'icarat", 29, "Cihad", 14; Darimi, "Cihad", 33; Muvatt.a, "Cihad", 44; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 29; V, 181. 3 1 Buhari, "Cihad", 22, 112; Müslim, "Cihad", 6, "İmare", 146; Ebu Davud, "Cihad", 89; Tir­ mizi, "Fedfillü'l-cihad", 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, iV, 254, 396, 411. Cihada Hazırlık 77 yer verilecek olan hadiste anlatılacağı üzere [böbürlenme anlamına gelen] bu kabil davranışların kişinin kazanacağı manevi mükafatı kaybettirdiğini ve onu günaha soktuğunu söylemiştir. Fasıl (1): [Hz. Peygamber'in Atlan] 104. Hz. Peygamber'in (sav), Raşid Halifelerin ve onlardan sonra gelenle­ rin Allah yolunda gaza edebilmeleri için silahlan ve atlan vardı. Resı1lullah'ın atlarının altı tane yahut daha fazla olduğu söylenmiştir. Bu atlar, Sekb, Mürtecez, Verd, Zarib, Lahif, Lizaz, Bahr, Sebha ve Seha [adlarını taşıyor] idi. Sekb onun sahip olduğu ilk atıydı. Onun üzerinde gaza etmiştir. At bu is­ mi, yürüyüşünün suyun akışı (sekb) gibi rahvan olması sebebiyle almıştı. Doru idi, yağız olduğu da söylenmiştir. Güzel, ak alınlı ve aksekiliydi. Sağ ayağında bir bukağı vardı. Mürtecez ise bir bedeviden satın aldığı attı. Huzeyrne [b. Sabit'in] şahit­ lik ettiği at buydu. İbnü'l-Esir [bu atla ilgili] şu bilgileri vermektedir: "Boz renkliydi. Mürtecez olarak adlandırılması, kişnemesinin güzelliği sebebiy­ leydi." Verdi ise kendisine Temim ed-Dari hediye etmişti. Resı1lullah daha son­ ra bu atı Allah yolunda kullanılması amacıyla Hz. Ömer'e hibe etmişti. Thrd olarak isimlendirilmesi, kırmızı ile kumral arası bir renginin olması sebe­ biyleydi. Zarib'i ise kendisine Ferve el-Cüzami hediye etmişti. Zarib'in sözlük an­ lamı tümsektir. Bu şekilde isimlendirilme sebebi atın semiz ve [kalın] ke­ mikli olmasıydı. Lahif'i -ki bu kelime hafifveznindedir- de kendisine Ferve el-Cüzami he­ diye etmişti. Ondan başka birinin hediye ettiği de söylenmektedir. Bu adı al­ masının sebebi kuyruğunun uzunluğuydu. Adeta yeri örtüyordu. Lizaz ise bu adı yeri adeta sarsarak dört nala gidişinden almıştı. Bahrı Yemenli bir topluluktan almıştı. Onunla yarışmıştı. Sebha ise kızıl renkliydi. Onu Cüheyneli bir kavimden almıştı. [Bu atla da] yarışmıştı. Bu adı almasının sebebi yürüyüşü idi. Bu kelime at için kul­ lanıldığında yürüyüşü kastedilir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "And olsun, yüzüp yüzüp gidenlere ( ve's-Sabiha.ti sebhan)" [en-Naziat, 79/3]. Seha [adlı atın] hem Bahr ile aynı olduğuna hem de başka bir at oldu­ ğuna dair rivayetler bulunmaktadır. 78 Adl'e Boyun Egmek Fasıl (2): [Hz. Peygamber'in Binek Hayvanları ve Savaş Mühimmab] 105. Hz. Peygamber'in (sav) iki adet katın vardı. Birisi kurşuni renkliydi. Sürati sebebiyle Düldül olarak adlandırılmıştı. Düldül uzun yeleliydi. Mısır Mukavkısı tarafından hediye edilmişti. Mukavkıs aynca isimleri Ma­ riye ve Sirin olan iki cariye, ismi Tu'für olan bir merkep, ismi Mahur olan bir hadım köle ve cam bir kadeh hediye etmişti. İkinci katır ise Fizza olarak adlandırılmıştı. Ferve el-Cüzami'nin hediye­ siydi. Bir rivayete göre ise [bunu] Eyle kralı [İbnü'l-Alma] hediye etmiştir. Boz renkliydi, ki bu sebeple /faza [gümüş] olarak adlandırılmıştı. 106. [Hz. Peygamber'in] develeri: O'nun (sav) Azba, Kasva ve Ced'a gibi farklı adlarla çağrılan bir dişi devesi vardı. Bu deve yarışlarda geçile­ miyordu. Bir diğer dişi devesinin adı ise Ferve idi. Na'üm adında bir başka dişi devesi daha vardı. Hz. Peygamber'in yirmi adet dişi deve yavrusu vardı. 107. [Hz. Peygamber'in] silahlan: Onun altı adet kılıcı vardı. Adb: Bu kılıcın babasından miras kaldığı nakledilmektedir. Zü'l-fikar. Bedir Savaşının sonunda dağıtılan ganimetten payına düşen kılıçtır. Bu kılıç, Münebbih b. el-Haccac'a aitti. Bu adı almasının sebebi, üze­ rinde küçük, güzel bir işlemenin bulunmasıydı. Cenf. Bu adı alma sebebi, kıvrık olmasıydı. Muhtemelen bu, günümüzde el-kulacün [kılıçlar] olarak adlandırılan cinstendir. Mihzem: Bu adı alması keskinliği nedeniyledir. Hazm kelimesi kat' [kes­ mek] anlamına gelmektedir. [Bu kılıcın adının] bettiir [keskin] olduğu da nakledilmiştir ki, bu kelime de kesme anlamını içerir. Rasüb: Bu adı alma sebebi vurduğu şeyi tamamıyla kesmesiydi. Kal'i: Beni Kaynuka'nın silahlarından Resı1lullah'ın (sav) payına düşen kılıçtı. 108. [Hz. Peygamber'in] mızrakları dört taneydi: Bir mızrağın adı Müsni idi. Diğer mızraklar ise Beni Kaynuka [ganimet­ lerinden] hissesine düşmüştü. 32 Yine onun iki de küçük hançeri vardı. Yaylan ise dört taneydi: Revha, Beyza, Safra ve Ketüm. 33 32 İbnü'l-Kayyim'in nakline göre Hz. Peygamberin beş mızrağı vardı. Onun zikrettiği mız­ rak ismi Müsvi'dir, bk. Muhammed İbn Kayyim el-Cevziyye, Ziidü'l-me'iid fi hedyi Hay­ ri'l-ibiid, (nşr. Hasan Muhammed Mesudi), Darü1-Kitabi'l-Arabi, Beyrut [t.y.], 1, s. 33. 33 İbnü'l-Kayyim'in nakline göre Hz. Peygamberin yaylan altı taneydi. Diğer iki tanesinin adı Zevra ve Şediid idi, bk. Ziidü'l-me'iid, 1, s. 33. Cihada Hazırlık 79 Zırhlan üç taneydi: Birincisi Zatü'l-füzül idi. Diğer iki zırh ise Beni Kaynuka [ganimetlerinden] hissesine düşmüştü. 34 Oklan için adı Kafur olan bir sadağı da vardı. Zelı1k adlı bir kalkanı vardı. İşlenmiş deriden bir kemeri vardı. Bu kemerin üzerinde üç gümüş halka bulunuyordu. Kopçası ve uç kısmı da gümüştendi. Siyah renkli, Ukab isminde bir bayrağı (raye) ve beyaz renkli bir sancağı (liva) vardı. [Mekke'nin] fethedildiği gün giydiği bir miğferi de vardı.35 Uhud Gazvesinin olduğu gün giydiği bir beyaz tolgası (biza) daha vardı. Fasıl (3 ) : [Cihada Hazırlık için Müsabaka Tertibi] 109. Her bir mücahidin okçuluğu öğrenip bu hususta idman yapması ge­ reklidir. Yine cihada hazırlıklı olmak maksadıyla ata binme ve süvarilik hu­ susunda da idman yapmalıdır. Savaşmak için gereken her şeyin hükmü de benzer bir hazırlığı gerekli kılar. Mızrak ve kargı ile yapılan yarışlar gibi. Kazananın alması öngörülen bir mal karşılığında at koşturma ve ok atma yanşlan düzenlenmesi müste­ habdır. Bunun için para harcayan kimse sevaba girer. Çünkü böyle yapılma­ sında [Allah'a] itaat söz konusudur ve bu hususta Müslümanların maslahat­ ları vardır. Sultanın da kazanana verilmek üzere beytülmalden para sarf et­ me hakkı vardır. Bu hususta [yanşanlann] dışında biri, yahut yanşan taraflardan sadece biri ortaya para koyuyorsa kuşkusuz bu, muhallile gerek kalmaksızın geçer­ lidir. Ancak ortaya konulan para, yanşan tarafların her birinden çıkmışsa bu akit sahih olmaz. Mal da ancak bir muhallilin bulunması durumunda he­ lal olur. Muhallil, ok atma ya da at yarışına, yarışı kazanması durumunda parayı alacağını, kaybetmesi durumunda ise herhangi bir miktar borçlan­ mayacağını söyleyerek katılan, tarafların dışında, [maharet ve güç bakımın­ dan] onlara denk bir yarışmacıdır. Böylece akit, kumar kapsamının dışına çı­ kar. Buna m uhallil denmesi, akdi ve paranın alınmasını helal hükmüne çe­ virmesi nedeniyledir. 34 İbnü'l-Kayyim'in nakline göre Hz. Peygamber'in yedi zırhı vardı. Onun zikrettiği diğer zırh isimleri şunlardır: Zatü'l-vişBh, Zatü'l-havaşi, es-Sa'diyye, Fizza, el-Betra ve el-Hır­ nık, bk. Zadü'l-me'ad, 1, s. 33. 35 İbnü'l-Kayyim Hz. Peygamber'in iki adet miğferi olduğunu söylemekte ve bunların adla­ rının Müveşşah ve Mesbüğ yahut Zü'l-mesbüğ olduğunu nakletmektedir, Zadü'l-me'ad, 1, s. 33. 80 Adl'e Boyun EQmek Kumar, yanşan herkesin kazanma ve kaybetmede eşit şekilde risk altın­ da bulunmasıdır. Bu haramdır. Eğer içlerinden biri, yarışı kazanması duru­ munda parayı alacak, kaybetmesi durumunda ise yatırdığı parayı kaybet­ meyecekse akit helaldir. Fasıl (4): [Müsabaka Akdi] 110. At veya develerle yarışmak üzere akit yapmak sahihtir. Ok ya da mızrak atma yanşmalan üzerine akit yapmak da sahihtir. Daha sahih olan görüşe göre fil, katır ve merkep [yarışı] üzerine akit yap­ mak da sahihtir. 111. Güreş, koşu, kuş uçurma ve kuşları kurşunla vurma vb. hususlar üzerinde akit yapmak caiz değildir. Aynı şekilde kıvrık uçlu değnekle oynanan savlecan, yüzme ve satranç üzerine de [akit yapmak caiz] değildir. 36 Fasıl (5): [Müsabaka Akdinin Sıhhat Şartlan, Galibin Belirlenmesi] 112. Ok atma ve at yanştınna akitlerinde yerin, hedefin, atış sayısının, atışın vasfının ve hedefe isabetin belirlenmesi; ayrıca atlar ile atıcıların, or­ taya konulan malın miktar ve sıfatının tayini gereklidir. Yayların belirlen­ mesi gerekmez. Atların [yarışı kazanmasında ölçüt] boyunlandır. Ayaklarına itibar edil­ mesi gerektiği de söylenmiştir. Deve için [yanş kazanma ölçütü] ise ayakla­ rının vücutlarına birleştiği yerdir. Fasıl (6): [Atlarda Ar'anan Özellikler] 113. Resı1lullah'tan (sav) şöyle rivayet edilmiştir: "Atın uğurlusu kızıl olamdır."3 7 Yine Hz. Peygamber (sav), "Doru ve ayaklan sekili, yahut kızıl ve ayaklan sekili atlar besleyiniz"38 buyurmuştur. 36 Müsabakanın çeşitleri, bunlann delilleri, müsabakanın cevaz şartlan, muhallil ile mü­ sabaka akdinin mahiyeti ve sonuçlan hakkında geniş bilgi için bk. Mustafa Demiray, Hak Zıiil Olmaz: Roma, Türk ve İslam Hukuklannda Eksik Borç, Klasik, İstanbul 2009, s. 205-210. 37 Ebu Davud, "Cihad", 46; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 272. 38 Ebu Davud, "Cihad", 46; Nesi'ıi, "Hayl", 3; Ahmed b. Hanbel, Müsned, iV, 345. Cihada Hazırlık 81 En hayırlı at, yağız, alnında hafif beyazlık olan, üst dudağında ve burun deliklerinin üzerinde beyazlık bulunan attır. Ondan sonra alnında hafif be­ yazlık olan sekili, sağ ayağı lekesiz atlar gelir. Yağız at yoksa, doru at daha hayırlıdır. Daha sonra benekli olanlar gelir.39 Sahih olarak bize ulaştığına göre Hz. Peygamber (sav), atlara bukağı ta­ kılmasını kerih görürdü.40 Bukağı ya bir ayağı boşta bırakarak üç ayağa takılır ya da üçünü boşta bırakıp birine takılırdı. Raşid b. Sa'd şöyle demiştir: "Eskiler, erkek atı severdi. Çünkü erkek at, hem daha atik hem daha cesurdur." 39 Tinnizi, "Cihad", 20; İbn Mace, "Cihad", 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 300. 40 Müslim, "İmare", 101; Ebu Davud, "Cihad", 42, 43; Nesfil, "Hay!", 2; İbn Mace, "Cihad", 14; Darimi, "Cihad", 34; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 250, 257, 436, 461 , 476. 82 Adl'e Boyun E§mek Onuncu Bölüm Divan* 114. Divan lafzı[nın kökeni]: Bu kelimenin "bir şeyleri biraraya getirdi" an­ lamına gelen "devvene'l-eşya" tabirinden alınmış olması muhtemeldir. Çünkü divan, bazı hususlann diğer bazılanyla biraraya getirilmesi işini yapar. Bu kelimenin Farsçadaki divaneh kelimesinden geldiği de söylenmiştir. Bu, şeytana verilen isimdir. Katiplerin bu kelimeyle adlandınlması kitabet­ teki ustalıklan sebebiyledir. Denildiğine göre Kisra kendi başlanna belirli hareketler yaparak çalışan katiplerinin bu hallerine muttali olmuş ve diva­ neh, yani "deliler" demiştir. Bu sebeple [katipler] bu adı almışlar, sonralan kelimenin sonundaki he harfi söylenişi kolaylaştırmak maksadıyla atılmış [ve kelime divan olarak kullanılmış]tır. Daha sonralan da sultanın ordu, gelir, iş ( a 'maJ) ve görevlilerini zabıt altına almakla ilgili hususlar için kul­ lanılan deftere bu ad verilmiştir. 115. İslam [tarihinde] ilk kez divan teşkil eden, Ömer b. Hattab'dır (ra). Zira onun devrinde Müslümanlann askerleri ve gelirleri çoğalmıştı. Bunla­ nn kayıt altına alınma ihtiyacı başgösterdi. O, bu hususta sahabeyle istişare etti. Osman b. Affan, Halid b. Velid ve diğer bazı sahabiler bu hususa [divan teşkili] işaret ettiler. O da Kureyşli gençlerden Akil b. Ebu Talib, Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut'im'e şöyle emretti: "İnsanlan konumlanna göre yazın. Haşimoğullanndan başlayın ve Resı1lullah'a olan yakınlıklanna göre sıralayın." Bu olayın tarihi Hicret'in onuncu senesi, Muharrem ayındaydı. Hicret'in yirminci yılı olduğu da söylenmiştir. Bu tarihte Mısır fethedilmiş­ tir. Şam'ın fethi ise ondördüncü senededir. Fasıl (1): Sultan Divanı 116. Bu [divan] dört ana kısma ayrılır: * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Divanın Kurulması ve Sultan Divanının Kısımlan". Divin 83 117. Birincisi: Ordu Divanı Sultanın bir ordu divanı teşkil etmesi gerekmektedir. Emirlerden ve on­ ların dışındakilerden cihad için hazır bekleyen maaşlı askerlerin tamamını bu divanda kayıt altına almalıdır. Huzeyfe b. el-Yeman'ın rivayet ettiğine gö­ re Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Müslüman olduğunu söyleyen herke­ si kayıt altına alın!"4 1 Bu ifade, [ordu divanı kurmanın] sünnet olduğuna delildir. [Divan ihdas etmenin sıhhatine bir diğer delil] bunun teşkiline ihtiyaç olduğunu düşünen sahabenin ittifaklarıdır. Divana maaşlı askerlerin isimleri ve aldıkları maaş miktarı yazılır. Ordu [divanın]da isminin bulunması için kişide şu altı özel­ lik aranır: Erkek olmak, bülılğ çağında olmak, hür olmak, Müslüman olmak, savaşmaya ve harbe girmeye engel bfr kusuru olmamak, savaş hakkında bil­ gi sahibi olmak. [Ordu] divanında şu kişiler yer almaz: Kadınlar, çocuklar, akıl hastalan, köleler, zimmiler ve kör, kötürüm, çolak, topal gibi savaşmaya uygun olma­ yan zayıflar. Eğer topal kişi süvari ise divanda isminin bulunması caizdir. Ordu divanında aynca savaşma kararlılığı zayıf, yahut savaş bilgisi az olan ya da savaşa girmekten korkan kimseler yer almaz. Çünkü bunlar sa­ vaşmaktan acizdirler ve cihad için hazır tutulanlar arasında yer alamazlar. Eğer bu kimseler, savaşa muktedir savaşçının ailesindenseler onun aile ef­ radı olarak hesab edilirler. Bu sebeple müstakil olarak bunlara maaş veril­ mek yerine, [ihtiyaçlarına yetecek] kadar tetimme kabilinden ödeme yapılır. Ebu Hanife kölelerin müstakil olarak ata almalarına cevaz vermiştir. Bu görüş, Hz. Ebubekir'in (ra) görüşüdür. Şafii bu görüşe muhaliftir. Onun gö­ rüşü de Hz. Ömer'in (ra) görüşüdür. Cihad ehliyetini kaybettiğini yahut cihaddan aciz kaldığını bilen kimse­ nin kendini mücahidler arasında yazdırması yahut onlar için ayrılan paydan alması caiz değildir. Fasıl (2): [Divana İsim Yazımında Gözetilecek Esaslar] 118. Divanda bir kişinin ismi yazılacağı zaman, eğer bu kimse meşhur ve seçkin biri ise -büyük emirler vb.-, bilindiği şekilde yazılmasıyla yetinilir. Onun vasıflarının ve eşkalinin zikredilmesi uygun olmaz. Çünkü bu yakışık­ sız bir durumdur. Eğer [ismi yazılacak kişi] meşhur biri değilse ismi, nesebi, kabilesi, yaşı ve vasıflan yazılır; aynca kendisini başkalarından ayırt edici 41 Buhaıi, "Cihad", 181. Hadisin benzer lafızlarla diğer rivayetleri için bk. Müslim, "İman", 235; İbn Mace, "Fiten", 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 384. 84 Adl'e Boyun Egmek özelliklerine de yer verilir. Böylece bu kişinin nasıl biri olduğu anlaşılır. Ay­ rıca arifi42 de kaydedilir ki ihtiyaç durumunda hazır bulunsun. İmam ve temsilcisinin, isimlerini divana kaydettiği esnada askerlerden bey'at alma hakları vardır. Fasıl (3): [Divan Kaydında Öncelik Sırası] 119. Divana, ata ehlinden olmaları durumunda maaşlı kimselerin aldıkla­ rı miktarlar yazılır. İkta ehlinden iseler ikta miktarları, bunun kaynağı ve [arazinin] alanı belirtilmelidir. Eğer Arap iseler, yahut acem ve Arap karışık iseler divanda isimleri, Hz. Ömer'in yaptığı gibi, neseplerine göre tertip edilir. Sıralama efendimiz Resı1lullah'a (sav) yakınlık derecesine göre olur. O, Muhammed b. Abdillah b. Abdilmuttalib b. Haşim b. Abdimenaf b. Kusay b. Kilab b. Mürre b. Ka'b b. Lüey b. Galib b. Fihr b. Malik b. en-Nadr b. Kina­ ne b. Huzeyrne b. Müdrike b. İlyas b. Mudar b. Nizar b. Mead b. Adnan'dır. İlk olarak Haşimoğullarından başlanır, Sonra Abdülmuttalib oğulları, Abdümenaf oğulları şeklinde batın batın devam eder. Eğer iki batın yakınlıkta müsavi olurlarsa içinde Resı1lullah'ın (sav) ak­ rabaları olanlar takdim edilir. Kureyş, en-Nadr b. Kinane'den gelen boyları kapsar. Bir başka nakle gö­ re Fihr b. Malik'ten gelenleri kapsar. Kureyş'in yazımı bitirildiğinde En­ sar'ın yazımına geçilir. Zira onların İslam [tarihinde] övgüye layık bir ko­ numları bulunmaktadır. Maverdi, Kinane'nin takdim edileceğini, sonra da nesep olarak onların peşisıra gelenlerin yazılacağını söylemiştir.43 Arabların nesebleri altı mertebedir: Şa 'b, kabile, amare, batın, fehız ve fasile. Şa 'b, kabileleri toplar; Mudar gibi. Kabile amareleri toplar; Kinane gibi. Amare batınları toplar; Kureyş gibi: Batın, fehızları toplar; Teyrn ve Adiy gibi. Fehız ise fasileyi toplar. Haşim ve Ümeyye gibi. 42 Askeri yahut sivil bir topluluğun başında bulunan kimseye verilen unvan olan arifin idari-askeri bir terim olarak kullanılması, muhtemelen ariflerin başında bulundukları topluluğun durumunu bilmeleri ve gerektiğinde amirlerine o konuda bilgi vermeleri se­ bebiyledir. Cahiliye Araplarında on veya daha çok kişiden oluşan askeri birlik kuman­ danına arifdenmekteydi. Hz. Peygamber'in Akabe biatlan sırasında Medineli on iki ka­ bileye tayin ettiği nakiblerin emir ve idaresi altında arifler de bulunmaktaydı. Konuyla ilgili olarak bk. Fahrettin Atar, "Arif', DİA, III (İstanbul 1991), s. 360-361 . 4 3 Miiverdi'nin divan tertibi hakkındaki değerlendirmeleri için bk. el-Ahkamü's-sultıiniyye ve'l-vilayatü 'd-diniyye, (nşr. Ahmed Mübarek Bağdadi), Diiru İbn Kuteybe, Kuveyt 1989/1409, s. 267-268. Dirin 85 Fasıl (4): [Acemlerin Divana Kaydedilmeleri] 120. Araplann yazımı bittikten sonra acemlere geçilir. Bunlann neseble­ ri bilinmiyorsa belli memleketlerin milletlerine (cins) göre -Türk, Rum, Hind vb.- tertip edilir. Bunlardan İslam'a önce girenler takdim edilir. Ardından sultana yakın olanlar, daha sonra da Allah'a ve sultana itaatkarlığı fazla olanlar yazılır. Bu anlatılanlar kabileler hakkındadır. Ancak tek tek şahıslar söz konusu olduğunda divana yazılma hususunda ilk olarak İslamiyet'e girişteki önceliğe, sonra dindarlık ve vera derecesine, daha sonra da yaş ve cesaret durum una bakılır. Tüm bunlarda müsavi olunması durumunda [imam], ictihadına göre kimi önce yazacağına karar verir yahut bu kişiler arasında kura çeker. Tüm bu anlatılanlar müstehabdır, vacib değildir. İmamın bu usfile muha­ lefet etmesi onu günahkar ve isyankar yapmaz. Hamd Allah'a mahsustur. Fasıl (5): [Arif De Nakwlere Dair] 121. Ordunun içinde askerlerden sorumlu olacak kişilerin (arif ) ve ön­ derlik yapacak kimselerin (nakib) bulunması müstehabdır. Bu kişiler asker­ lerin ahvalini sultana arz eder, onlann haberlerini iletir; askerlere ihtiyaç olduğunda onlan biraraya toplarlar. Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) Hayber['in fethedildiği] yıl her on kişinin başına bir arif atamıştı. En­ sann on iki nakibi vardı. Üçü Evs'ten, dokuzu Hazrec'dendi. Hevazin Gazve­ lerinde Ensar esir almaktan kaçınmak isteyince Hz. Peygamber "Geri dönün ve isteğinizi bana arifleriniz ulaştırsın" buyurmuştur. [Askerden sorumlu olacak, onlara önderlik yapacak] arif ve nakıôlerin güvenilir ve takva sahibi kimseler olması gerekmektedir ( vücüb). İkinci Divfi.n: [Devlet] İşlerine Tahsis Edilen Mali Vergilere Has DivAn (DfvAn ü Rüsami'l-Em v41) 122. Bu divanın vazifesi, [mali] işleri sınıflandırmak, [ilgili] hükümlere [göre] tanımlamaktır. Silah zoruyla fethedilen yerler ile sulh yoluyla fethe­ dilen yerleri belirlemek ve bunlann arazisinin haraca mı öşre mi tabi oldu­ ğuna hükmetmek, yağmur sulanyla sulanan araziyi, bunun mesafesini, bu araziden alınacak verginin cinsini, [bu verginin] üründen mi, gelirden mi alı­ nacağını yahut ikide bir mi, üçte bir mi yoksa dörtte bir mi alınacağını tes­ pit etmektir. Aynca -yukanda da zikredildiği üzere- harac ve cizyenin ne kadar oldu­ ğu, bunlann kimlerden alınacağı ve artış miktarlan, her bir bölgede bulu­ nan zimmilerin sayısı ve bunlann her birinin ödemesi gereken cizye miktar­ lan, cizyeyle yükümlü olanlann ve ölüm sebebiyle cizyesi ödenmeyecek olan86 Adl'e BOJW1 Egmelı: lann belirlenmesi için zimmilerin her yıl durumlarının kontrol edilmesi, ma­ denlerin tespit edilip sayı, cins ve nevileri ile bunlardan alınacak gümrük vergilerinin açıklanması, kafir tacirlerin mallarından alınacak gümrük vergilerinin tespiti vb. hususlar bu divanla ortaya konulur. Fasıl (6): [Vergi Miktarının Değiştirilmesi] 123. Sultan, beldelerin şer'i hukuka uygun olarak belirlenmiş ve yerleşik hale gelmiş örfi vergi miktarlarını değiştirirse mesele şu şekilde ele alınır: Eğer şeriat bu değişikliğe cevaz veriyorsa bu konudaki ictihad bu işlemin caiz olacağı ve [değişiklik sonucu ortaya çıkan] ikinci durumun da bir hak teşkil edeceği yönündedir. Eğer şeriat bu değişikliği yasaklıyorsa bu durum­ da işlem hatalı kabul edilir ve reddedilir. İşlemin bir vergi artışı şeklinde ol­ ması ile vergi azaltılması şeklinde olması arasında fark yoktur. Zira [vergi­ yi] artırmak raiyyeye zulümdür, azaltmak ise beytülmale. Fasıl (7): [Alınması Haram Olan Vergiler] 124. Müslüman tüccarların bir beldeden başka bir beldeye götürdükleri mallarından ve bazı malların satımından alınan vergi ve gümrükler dini açı­ dan haramdır; şeriat buna cevaz vermemektedir. Bu, adalete de aykırıdır. Dahası bu [hadis-i şerifte yasak olduğu belirtilen] vergidir (müküs) ve apa­ çık bir zulümdür. Üçüncü Divin: Muhtelif Devlet İşlerinde Çalışanların Divftnı (Dfv�nü 'l- Umm§l) 125. Bu divan altı hususun kayıt altına alınmasını gerektirmektedir. Görevi veren (müvelli), görevi üstlenen (mütevelli), görev (amel), [görev] süresi, [göreve] atamanın ne ile sahih 'olacağı ve görev için belirlenen ücret (mukarrar ale'l-amel). 126. Birincisi, görevi verendir. Bunun şartı bu kimsenin görev tevdi etti­ ği hususta söz hakkının olması ve tasarruf yetkisinin bulunmasıdır. İmam, sultan ve tenfiz veziri gibi. Veliyyü'l-emr tarafından yetkilendirilmemiş kimsenin, görevi birine tev­ di etmesi durumunda bu görevlendirme sahih olmaz; [dolayısıyla] onun ta­ rafından görevlendirilen kimsenin tasarrufları da sahih değildir. 127. İkincisi görevi üstlenendir. Bunun şartı güvenilir bir kimse olması, görevlendirildiği hususta yeterli biri olması ve o görev için gerekli şartlan ta­ şımasıdır. DMn 87 Zimmilerin Müslümanların sorumluluğundaki herhangi bir iş hususun­ da görevlendirilmeleri caiz değildir. Bunun tek istisnası ehl-i zimmetin ciz­ yesinin yahut müşriklerin ticaret mallarından alınan vergilerin toplanması işidir. Müslümanlardan toplanan harac, öşür vb. vergiler için zimminin gö­ revlendirilmesi caiz olmadığı gibi, Müslümanlara ait herhangi bir işte görev­ lendirilmeleri de caiz değildir. [Bu hükmün delili şudur:] Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah mü'minlerin aleyhine kafirlere hiçbir yol [ve imkan] vermeyecektir" [Nisa, 4/141]. Müslüman üzerinde [tasarruf hakkı veren] bir işle zimmiyi görevlendiren kimse, Müslüman aleyhine bir yol [ve imkan] ver­ miş olur. Yine Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz onlardandır" [Maide, 5/5 1]. Zira kafiri Müslümanın üzerinde [bir işe] atamak onu daha üstün tutmak, bu atamayla onu yüceltmek demektir. Bu da şeriata ve şer'i kaidelere muhaliftir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "[Ey iman edenler!] Düşmanımı ve düşmanınızı dost edinmeyin" [Mümtehine, 60/1]. Yüce Allah'tan hem bu dünyada hem de ahirette afiyet diliyoruz. 128. Üçüncüsü, tevdi edilen görevdir. Bunun şartı görevlendiren, görev­ lendirilen ve görev mahalli gibi hususlar bakımından tam bir açıklığın olma­ sıdır. Sözgelimi kadılık yahut hisbe için yapılan atamalar böyledir. Bu du­ rumda "falan bölgenin (iklim) kadılığı", "falan beldenin muhtesipliği" gibi bir belirleme gereklidir. Yine iş, işin giderleri ve eğer varsa o işle ilgili hakların da malum olması gerekmektedir. 129. Dördüncüsü, atama zamanı ve [görevin] miktarıdır. Eğer atama belli bir zamanla mukayyet ise görevlendirme müddetin dolmasından sonra geçer­ li olmaz; aynı şekilde atama belirli bir iş için gerçekleşmişse işin bitiminden sonra o da biter. Sözgelimi "belli bir yılın haracı" yahut "belli bir senenin ciz­ yesi" gibi kayıtlarla belirlenen müddet bittiğinde yahut belirlenen iş bitirildi­ ğinde atama da ortadan kalkar. Eğer atama için belirli bir zaman zikredilme­ miş, belirli bir iş de söylenmemiş ve atama mutlak olarak gerçekleşmişse bu da caizdir. Bu durumda şu ihtimaller söz konusudur: Eğer iş, kadılık, hisbe ve şurta gibi daimi bir iş ise azledilmedikçe bu vazifede kalınması caizdir. Eğer görev, gazvelerde ganimet taksim etmekte olduğu gibi, daimi ve tekrarlanan bir özellikte değilse, işin bitimiyle birlikte görevlendirme de sona erer. Harac, cizye ve öşür gibi, daimi olmayıp tekrarlanan özellikte bir görev ise, bir görü­ şe göre, süresi belirlenmemiş görevlendirme bir yılla sınırlı kalır. Bir başka görüşe göre ise azledilmediği müddetçe kişinin görevi devam eder. 130. Beşincisi, atamanın ne ile sahih olacağı meselesidir. Atama, diğer akitlerde olduğu gibi [sarih] lafızla sahih olur: "Seni şu göreve tayin ettim ", "Seni falan beldedeki yahut bölgedeki (iklim) şu göreve atadım" vb. herhan­ gi bir sözlü ifade olmaksızın, sultanlık makamından ( vilayatü's-sultaniyye) 88 Adl'e Boyun Egmek sadır olan yazılı bir belgeyle de atama sahih olur. Zira bu konuda örf vardır ve bu örf hükme esas alınır. Eğer atama yapılan görevde tek başına çalışmak üzere bir kişi atanmış ise bu, aynı işle görevli daha önceki kişinin azledildiği anlamına gelir. Eğer her ikisinin de ortak olduğu belirtilirse o işi birlikte yaparlar. Atama mutlak olarak gerçekleşmişse durum örfe göre belirlenir. Eğer [örfe göre] ikisi ortak kabul ediliyorsa birlikte yaparlar; böyle değilse vazifeyi yalnızca son atanan üstlenir, diğeri azledilmiş olur. Eğer atandığı vazifede daha önceden vazife­ lendirilmiş kimse bulunmuyorsa görevi tek başına üstlenir. 131. Altıncısı, görev için belirlenen ücrettir. Eğer ücret malum ise kişi va­ zifesini yerine getirdiğinde bunu hak eder. Vazifesinde kusurlu davranırsa bu kusuruna tekabül eden kısım düşürülür. Vazifesinde [muayyenden] daha fazla çalışırsa ziyadenin karşılığını alamaz. Zira bu fazlalığı ya teberru.dur yahut kendisine tanınan süreyi aşmıştır. Dolayısıyla her halükarda herhan­ gi bir şey hak etmez. Kişinin çalışması mukabilinde belirlenecek olan mik­ tar meçhul ise akit batıl olur. [Ancak] o kişi [işi yapmışsa rayice göre belir­ lenen] ecr-i misli hak eder. Herhangi bir belirleme yapılmadığında ise esas itibariyle iki görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre kişi herhangi bir şey hak etmez, diğerine göre ise ecr-i misli hak eder. Ancak [bu iki görüşü uzlaştıran] bir diğer görüş daha vardır: Eğer bu ka­ bil görevlerde [kişinin adeti görev için gereken miktarın alınması şeklinde ise] o, ecr-i misli hak eder; [adet böyle] değilse hak etmez. Eğer miktar belir­ li olarak divanda kayıtlı ise ve o işi bir topluluk yapmış ise ecr-i mis] alınır. Bu durumda ücret tek bir görevin ücreti olmaz. Fasıl (8): [Ücretin Hak Edilişi] 132. İşi yapan kişi, belirlenen ücreti işi üzerine aldığı vaktin başlangıcın­ dan itibaren hak eder. Yaptığı işin karşılığını, eğer iş malla ilgiliyse işveren­ den, değilse beytülmalden alır. Eğer atamayı yapan kişi, atadığı kimseye ye­ rine bir naibi halef kılması hususunda izin vermişse bu caiz olur; bunu ya­ saklamışsa caiz olmaz. Bu konuda herhangi bir kayıt getirmemişse şu durum söz konusu olur: Eğer atanan kişinin işin tamamını yapması gerekiyorsa bir başkasının bu kişiye niyabet etmesi caiz olmaz. Dördüncü Divin: BeytülmAlin Gelir-Gider DivAnı 133. Beytülmalin kaynaklarının nelerden ibaret olduğunu yukarıda be­ lirtmiştik. Müslümanların hak ettiği ve muayyen bir hak sahibine tahsis edilmemiş olan tüm mallar beytülmalin haklarındandır. Bunlar, [ganimet Div.in 89 paylarının] yüzde dördü, harac mallan vb. daha önce zikrettiğimiz beytülmal paylarıdır ki, ata bahsinde bu konu geniş bir şekilde anlatıldı. Müslümanların maslahatı için ayrılan tüm mallar, beytülmalin malların­ dandır. Müslümanların maslahatları için sarfedilmesi gereken her hak beytülmalin hakkıdır. Harcanması gereken yere harcandıysa bu beytülmale izafe edilir, o malın [beytülmale mahsus] korunaklı bir yerden (hırz) alınma­ sı ile başka bir yerden alınması arasında bir fark yoktur. Görevlilere Müslümanların mallarından verilen yahut o mallardan alı­ nan her şeydeki gelir-gider [hesabında] beytülmalin hükmü caridir. Ancak önceden belirlenmiş bir Müslümanın yahut Müslüman topluluğunun hak et­ tiği mallar, -ganimetin beşte dördü .ve zekatlar gibi- beytülmalin haklarına dahil olmaz. Zira ganimet savaşa iştirak edenlerin hakkıdır. Zekat ise [ayet­ te tadad edilen] muayyen gruplara mahsustur ve onların dışındakilere sarf edilmesi caiz değildir. Ebu Hanife (rh) şöyle demiştir: "Ekinler, meyveler ve çiftlik hayvanları gibi, devlet görevlilerinin kayıt altına alabileceği (el-emvıilü'z-zahire) zekata tabi malların zekatı imamın re'yine göre sarf edebileceği [beytül]mfilin hak­ larına dahildir." Yine Müslümanların yaptıkları ticaret ve diğer işlem ve tasarrufların­ dan (ma'ayiş) alınan vergilerle (meks) de beytülmalin herhangi bir ilişkisi bulunmamaktadır. Zira bunları toplamak apaçık bir zulüm ve düpedüz bir haksızlıktır. Fasıl (9): [Beytülmalin Açık yahut Fazla Vermesi] 134. Beytülmal, giderler sebebiyle zor dunımda kalmış ise, borç olarak ertelenmesi zararlı olacak kalemler öncelenir. Askerlerin maaşları vb. gibi. Tüm masrafları açısından zor durumda kalması halinde sultanın kendi giderlerini beytülmal hesabına borç olarak kaydetme hakkı vardır. O, alaca­ ğını, [beytülmal] yeterli miktar mala sahip olduğunda alır. Eğer sultan ala­ cağını tahsil edemeden [vefat etmiş ise] onun yerine Müslümanların yöneti­ mini üstlenen kimsenin bu borcu ödemesi gereklidir. Tüm harcamalarını yapmasına rağmen beytülmfilde fazla mal kaldığın­ da [şu durumlar söz konusudur]: Ebu Hanife (rh), artan miktarın ileride Müslümanların karşılaşabileceği muhtemel dunımlar için biriktirilmesi gerektiğini söylemiştir. İmam Şafii'nin (rh) görüşü ise şöyledir: "[İmam, fazla miktarı] Müslü­ manların maslahatını içeren ordu, kale imarı, silah vb. savaş aletleri temini gibi sahalarda harcar." 90 Adl'e Boyun Egmek Onbirinci Bölüm Cihadın Önemi* 135. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ne Medine halkının ne de etra­ fındaki bedevilerin Resı1lullah'tan geride kalmalan ve kendilerini tercih edip ondan yüz çevirmeleri yakışık alır. Çünkü onlann Allah yolunda çek­ tikleri hiçbir susuzluk, hiçbir açlık, kafirleri öfkelendirecek bir yere ayak basmalan ve düşman karşısında elde ettikleri hiçbir haşan yoktur ki, kar­ şılığında kendilerine güzel bir amel yazılmış olmasın. Çünkü Allah iyilerin mükafatını zayi etmez. Onlar, -küçük olsun, büyük olsun- bir harcama yap­ mazlar ve bir vadiyi aşmazlar ki, Allah bunu kendilerini işlediklerinden da­ ha güzeliyle mükafatlandırmak için onlann hesaplanna yazmış olmasın" [Tevbe, 9/120-121]. Yine Yüce Allah, şöyle buyurmuştur: "[Mü'minlerden özürleri olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda cihad edenler eşit olamazlar.] Allah mücahidleri, oturanlardan mertebece üstün kılmıştır" [Nisa, 4/95]. Bir başka ayette şöyle buyurulmaktadır: "Mallannı Allah yolunda harca­ yanlann durumu, her biri yüz taneye sahip yedi başak bitiren bir tohuma benzer. Allah, dilediğine kat kat fazla verir. Allah, rahmeti bol olan ve her şe­ yi bilendir" [Bakara, 21261]. Hz. Peygamberden (sav) şöyle nakledilmektedir: "Mü'minin en faziletli ameli Allah yolunda cihaddır."44 Kendisine "Hangi insan daha faziletlidir?" diye sorulunca, cevaben "Allah yolunda malı ve canıyla cihad eden mü'min­ dir" buyurrnuştur.45 * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Cihadın Fazileti, Öncelikleri ve Cihada Ehil Olanlar". 44 Bu hadise mana bakımından yakınlık arz eden bir rivayet için bk. Buhari, "Edeb", l; Ah­ med b. Hanbel, Müsned, VI, 32. Bu rivayette "Allah'a en seviınli gelen amel nedir?" so­ rusuna cevap olarak "Allah yolunda cihad etmek" zikredilmektedir. 45 Buhari, "Cihad", 6. Cihadın önemi 91 Resıllullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Cehennem ateşinin Allah yolun­ da toza bulanan ayaklan yakması haram kılınmıştır. •46 Bir başka hadis-i şerif şöyledir: "Allah yolunda olan mücahid, ailesine bir ecir yahut ganimet getirmeden iftar etmeyen, [bu uğurda] vefat edip de Al­ lah'ın Cennetine soktuğu oruçlu bir muti kul gibidir.•47 Hz. Peygamber (sav) buyuruyor: "İki göze Cehennem [ateşi] dokunmaz: Allah korkusundan ağlayan göz ve Allah yolunda [düşmanı] gözetleyerek sa­ bahlayan göz. "48 Yine O, (sav) şöyle buyurmaktadır: "Allah yolundaki bir gazve yahut bu yol­ da bir gece yürüyüşü yapmak, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır."49 Fasıl ( 1): [Cihadın Hükmü] 136. Daha sahih olan görüşe göre, Resulullah (sav) zamanında cihad farz-ı kifü.yeydi. Nitekim şu an da aynı hüküm geçerlidir. Bu hükmün delili şu ayettir: "Mü'minlerin topyekun cihada çıkmaları gerekmemektedir. Fakat her kabileden bir grup toplanıp [dinde derinleşsinler ve döndüklerinde top­ luluklarını uyarsınlar ki böylece aykırı davranışta bulunmaktan kaçınırlar]" [Tevbe, 9/122]. Bir başka görüşe göre ise cihad, cihad ehli olan herkese farz-ı ayndır. Bu görüştekilerin delili şu ayet-i kerimedir: "Gerek hafif, gerekse ağırlıklı, hepi­ niz istisnasız savaşa çıkın" [Tevbe, 9/41]. Bu görüşe şu şekilde cevap verilebilir: Bu, [cihada] ihtiyaç duyulduğu za­ mandaki duruma işaret etmektedir. Zira bu durumda cihad farz-ı ayn olur. Nitekim Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Savaşa çağrıldığınızda koşarak icabet edin. •50 46 Buhari, "Cuma", 18, "Cihad", 16; Tinnizi, "Fedailü'l-cihad", 7; Nesıli, "Cihad", 9; Darimi, "Cihad", 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111 , 367, 479; V, 225, 226; VI, 444. 47 Benzer bir rivayet için bk. Buhari, "Cihad", 6; Müslim, "İmare", 110; Nesai, "Cihad", l ; İbn Mace, "Cihad", 1 ; Muvatta, "Cihad", 1. 48 Tinnizi, "Fezailü'l-cihad", 12. 49 Buhari, "Cihad", 5, 6, 73, "Rikak", 2, 51; Müslim, "İmare", 112, 114, 115; Tinnizi, "Fedailü'l­ cihad", 17; Nesai, "Cihad", 11, 12; İbn Mace, "Cihad", 2, 9; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 256; III, 132, 141, 153, 157, 207, 263, 264, 433; iV, 168; V, 266, 335, 337-339, 422; VI, 401. 50 Buhari, "Sayd", 10, "Cihad", 1, 28, 194, "Cizye", 22; Müslim, "Hac", 445, "İmare", 85; Ebu Davud, "Cihad", 2; Tirmizi, "Siyer", 32; Nesıli, "Bey'at", 15; İbn Mace, "Cihad", 9; Dari­ mi, "Siyer", 69; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 226, 266, 316, 355; 111, 401; VI, 466. 92 Adl'e Boyun E�rnek Fasıl (2): [Farz-ı Kifaye ve Farz-ı Ayn Olan Cihad] 137. Cihad iki kısımdır. Farz-ı kifüye ve farz-ı ayn. Birinci kısım: Farz-ı kifüye olan cihad. 138. Farz-ı kifüye, kifayet ehli [mükellef Müslümanların] bazılarının yapmaları durumunda diğerlerinden sorumluluğun kalktığı farz demektir. Kafirlerin kendi memleketlerinde oturup İslam topraklarına herhangi bir harekatlarının ve saldırılarının olmadığı zamanlarda onlarla cihad etmek farz-ı kifüyedir. Müslümanların bir kısmının bunu yapmasıyla diğerleri gü­ naha girmekten kurtulurlar. Müslümanlar düşmanları karşısında üstün durumda bulunduklarında her sene en azından bir gazvenin yapılması yeterlidir. Müslümanların [bir yıldan fazla süre] gazveden uzak kalması caiz değildir. İmam ya bizzat ken­ disi yahut naibi aracılığıyla seriyye, ordu vb. göndermek suretiyle bu gazve­ yi yapar. Sultan herhangi bir mazereti olmadığı halde bir seneyi [gazvesiz] geçirirse günahkar olur. Bir sene içinde birden fazla gazve yapılmasına ihti­ yaç duyulursa bu miktarda gazve farz olur. Ancak Müslümanların zayıflığı, kafirler karşısındaki sayılarının azlığı gibi -[bu kabil durumlardan] Allah muhafaza buyursun- mazeretler nedeniyle ya da kafirlerle ateşkes antlaş­ masının yapılmış olması gibi bir gerekçeden ötürü cihadın bir sene içinde ya­ pılmaması ve bu gerekçelerden biri varolduğu müddetçe tehir edilmesi caiz­ dir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) Kureyş'le on yıllık bir ateşkes antlaşması yapmıştır. 139. İkinci kısım: Farz-ı ayn olan cihad. Bu cihad her bir Müslümana farz olan cihaddır. Bir başkasının bu vazi­ feyi ifa etmesi, bir diğeri üzerindeki farzı düşürmez. Bu, kafirlerin bir [Müs­ lüman] beldesine saldırmaları durumunda ortaya çıkar. Böyle bir durumda tüm Müslümanların imkanları nispetinde savunma yapmaları, cihad için hazırlıklı ve donanımlı bulunmaları farzdır. Köle ile efendisi, bülüğ çağına [yeni] ulaşmış ile m ürahik5 1 eşdeğerdir. Kölenin efendisinden, evladın ba­ basından ve borcu olan kimsenin alacaklısından izin istemesine gerek yok­ tur. Bilakis herkesin derhal ihtiyaca göre harekete geçmesi gerekmektedir. Eğer saldırıya uğrayan beldede düşmanı püskürtmeye yetecek kadar kişi yoksa o beldenin yakınındakilerin derhal onlara yardıma koşmaları gerek­ mektedir. Onların da yetmemesi durumunda bu husus, yeterli miktar sağ­ lanıncaya kadar yakınlık sırasına göre diğer beldelerin ahalisine farz olur. Yeterli miktar sağlandığında diğer Müslümanlar günahkar olmaktan kur5 1 Bu kavram, bülüğ çağına geldiğine dair kendisinde birtakım emareler bulunan henüz baliğ olmamış çocuk için kullanılmaktadır. Cihadın önemi 93 tulurlar. Seferilik mesafesinden daha yakında bulunan kimseler için binek olmaması farzı düşürmez, bilakis derhal [yardıma] koşulmalıdır. Yürümeye gücü yetenlerin yaya olarak dahi olsa derhal gitmeleri farzdır. Yine eğer kafirler bir Müslümanı esir almışlarsa, derhal harekete geçildiğinde onu kurtarma ümidi varsa onu kurtarmak üzere harekete geçmek hepimiz üze­ rine farzdır. Fasıl ( 3 ): [Farz-ı Kifayenin Gerçekleşme Şartlan, Cihad için Para Alınak] 140. Farz-ı kifüye olan cihad, baliğ olmuş, erkek, akıllı, hür, sağlığı ve gü­ cü yerinde olan Müslümanlar için söz konusudur. Bu yedi özellikten birinin kaybedilmesi durumunda farz düşer. Bu sebeple cihad zimmiler, çocuklar, akıl hastalan, kadınlar, köleler, sa­ vaşmalarına engel olacak bir hastalığı olanlar ile silah tedarik edemeyecek ve savaşa gitmeleri durumunda ailelerinin geçimini temin edemeyecek den­ li fakir olan kimselere farz değildir. Müslümanların cihad etmek için [ücret mukabilinde] kiralanmaları caiz değildir. Zira bu kimseler savaş meydanında hazır bulunduklarında cihad farz-ı ayna dönüşür. Dolayısıyla kendisi için farz-ı ayn hükmünde olan bir amel karşılığında kişinin ücret alması caiz değildir. 141. Ordunun aldığı ata ve iktalar ücret değildir. Yine cihada gönüllü ola­ rak katılan kimselerin aldıkları zekatlar da ücret değildir. Tüm bunlar bah­ si geçen kimselerin hakkıdır. Bu hak, kendilerini cihad için hazır bulundur­ malarına karşılık olarak belirlenmiştir. Cihad için cuaJe52 konulması ve cualenin alınmasını İmam Malik [b. Enes] ve Ebu Hanife, Hz. Peygamber'in şu sözünü delil alarak caiz görmüş­ lerdir: "Gazinin bir ecri vardır. Gazi için cuiile yapan da hem [bu iş için] bir ecir alır hem de gazinin ecri kadar ecir alır. n53 İmam Şafii ise cuiile mukabilinde gazayı caiz görmemiştir. Zira ona göre bahsi geçen kimsenin savaş meydanına gelmesiyle cihad farz-ı ayn olmuştur. Dolayısıyla bu iş için bedel alınmaz. 52 Yapılacak bir iş mukabilinde mükafat vaad etme ve vaad edilen mükafat anlamında kul­ lanılan fıkıh terimi olan cuiile hakkında bk. Mehmet Akif Aydın,"Cuale", DİA, VIII (İs­ tanbul 1993), s. 77-78. 53 Ebu Davud, "Cihad", 29. Hanefi mezhebinde makbul göıiiş, cuiiJenin yalnızca kaçak kö­ lenin geri getirilmesi hususunda caiz olduğudur, bk. Aydın,"Cuale", s. 77-78. 94 Adl'e Boyun �mek Fasıl (4): [Cihada Katılmaya Dair Bazı Şartlar] 142. Sultanın ve diğer [yetki sahiplerinin] insanları cihada teşvik etme­ leri ve onların ihtiyaç duyacağı silah vb. malzemeler için harcama yapmala­ rı müstehabdır. 143. Sultanın yahut onun naibi olan emirin izni olmaksızın gazve yap­ mak mekruhtur. 144. Üzerinde vadesi gelmiş bir borç bulunan kimsenin alacaklısından izin almadan cihad etmesi caiz değildir. Şayet borcu vadeli ise caizdir. Zayıf bir görüşe göre, eğer biri ona kefil olursa caizdir. Bir başka zayıf görüşe gö­ re ise bu kimse maaşlı askerlerdense [cihada katılması] caizdir. 145. Ebeveyninden biri yahut dedesi Müslüman olan kimsenin ondan izin almaksızın cihad etmesi caiz değildir. İzin verseler bile Müslüman baba yahut alacaklı kişinin savaş başlamadan önce bu görüşlerinden rücu etme haklan vardır. Ancak onların bu görüş değişikliği Müslümanların cesaretle­ rinin kırılmasına yahut onların yardımsız kalmalarına sebebiyet verecekse caiz değildir. Savaş meydanında hazır bulunduktan ve savaşın başlamasından sonra ise sabretmek artık vacip olur. Dolayısıyla [verilen izinden] rücu etmek haramdır. Fasıl (5): [Cihad İçin Gayrimüslimlerden Yardım İstemek] 146. Cihad hususunda herhangi bir müşrik yahut zimmi [topluluğundan] yardım istenmesi ancak sultanın o kimselerin Müslümanlar hakkında iyi bir düşünceye sahip olduklarım bilmesi, ihanet etmeyeceklerine dair bir güve­ ninin olması ve bu kimseler düşmanla işbirliği yapsalar bile Müslümanların, hepsinin hakkından gelebilecek durumda olmaları koşuluyla mümkündür. Bu üç şart birarada bulunduğunda bu kimselerden yardım istemek caiz olur. Bir görüşe göre düşmanla aynı itikaddan olmaları durumunda bu kimseleri orduyla birlikte bulundurmak caiz değildir. Bu görüşe göre [gayrimüslim­ den] yardım istemek için gerekli şartlar dörde çıkmaktadır. Fasıl (6): [Bazı Savaş Taktikleri] 147. Herhangi bir gazveye çıkmak isteyen sultanın, gideceği yerden fark­ lı bir yere doğru savaşa çıkıldığı izlenimi uyandırması, böyle yaptığında Cihadın önemi g5 Resülullah'a (sav) iktida etmiş olacağından, müstehabdır. Çünkü bu bir harb hilesidir. Ancak mesafenin uzak olması ve yolculuğun bir takım külfetlerinin olması gibi durumlarda gidilecek yeri açıklamak caiz olur. Düşman hakkında bilgi toplamak ve kuvvetini tespit etmek için gazaya çı­ kılmadan önce ve çıkıldıktan sonra casus ve muhbir göndermek müstehabdır. İmkan elverdiği müddetçe düşman askeri arasına da casus gönderip on­ ların durumlarını adım adım tak.ip etmek, düşman komutanlarının kim ol­ duğunu, asker sayısını, süvari adedini öğrenmek, onlara değişik harp hileci­ lerini göndermek, içlerindeki tamahkarları kullanmak da bu hükümdedir. Düzmece mektuplar ve cevabi yazılar, kurmaca haberler yazdırmak da harp hilelerindendir. Bunlar oklar üzeri�e yazılıp onların tarafına gönderilebilir. Yine bu kabilden haberlerin düşman garnizonunda yayılması da müstehab­ dır. Tüm bunlar sünnette varid olmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (sav) "Harp, hiledir"54 buyurmuştur. Özetlemek gerekirse, tüm hilelerin ilk olarak zafer elde etmeye yönelik olması gerekmektedir. Zafer elde etmek için yapılacak son şey savaşmak ol­ malıdır. Zira harplerde hilelere başvurmak ve doğru bir strateji gütmek (cev­ detü'r-re'y) savaşmaktan daha tesirlidir. Zira aslolan stratejidir (rey), savaş onun bir fer'idir, ondan sadır olur. Ebu Tayyib [el-Mütenebbi] bu konuda çok güzel bir şiir söylemiştir: Rey, cesurların cesaretini önceler Zira rey gelir önce, cesaret onun ardındandır Her ikisi geldiğinde bir araya h ür bir canlıda Varabileceği en yüce makama ulaşır Ve belki de bir genç, ezer geçer rakiplerini re'yiyle Birbirlerine saldırmadan önce süvariler. 55 Fasıl (7): [Düşman Üzerine Asker Göndermek] 148. Sultan yahut naibi bir ordu yahut seriyye gönderdiğinde sünnete uy­ gun olan başlarına bir emir tayin etmesidir. Sultan, bu emire bir bayrak (ra54 Buhari, "Cihad", 157, "Menfilub", 65, "İstitabe", 6; Müslim, "Zekat", 153, "Cihad", 18, 19; Ebu Davud, "Cihad", 96, "Sünne", 28; Tirınizi, "Cihad", 5; İbn Mfıce, "Cihad", 28; Dari­ mi, "Siyer", 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 81, 90, 113, 126, 131, 134; II, 316, 314; Il ­ ı, 224, 297, 308; VI, 387. 55 Şiir için bk. Abdurrahman Berkuki, Şerh u Divam'l-Mütenebbi, Dfırü'l-Kitabi'l-Arabi, Beyrut 1979/1399, IV, s. 307-308. Şiirin buradaki rivayetinde hür kelimesi yerine kuv­ vet ve şiddet anlamına gelen mürre kelimesi yer almaktadır. Süvariler olarak çevirdiği­ miz fiirsıin kelimesinin yerine ise kişinin savaştaki rakiplerini ifade etmek için kullanı­ lan akran kelimesi yer almaktadır. !Mi Adl'e Boyun E�ek ye) verir ve Allah'a karşı muttaki olmasını, ordusuna yahut seriyyesine ha­ yırla muamele etmesini öğütler. Nitekim Hz. Peygamber (sav) de böyle yap­ maktaydı. Böyle yapılmakla askerlerin birlik ve beraberlikleri sağlanmış olur. Ordunun, seriyyenin yahut askeri birliğin emiri olan kişinin cesur ve korkusuz, doğru bir strateji ve kararlılık sahibi olması gereklidir. Bu husu­ sa emirlik başlığı altında işaret etmiştik. Ordu, seriyye yahut askeri birliğin emiri öldüğünde ve askerlerin duru­ mu tehlikeye düştüğünde içlerinden birini [yeni] emir olarak belirlemeleri gereklidir. Nitekim Hz. Peygamberin (sav) ashabı Mute Savaşında böyle yapmışlar ve Halid b. Velid'i (ra) emir olarak başlarına getirmişlerdi. Hz. Peygamber (sav) de onların bu davranışlarının doğru olduğunu ifade et­ mişti. Sultanın ordusuyla birlikteyken kendisi ve ordusu için bayrak ve sancak edinmesi sünnettir. Böylece her bir topluluğun ayırt edici bir bayrağı olur ve gerektiğinde onun altında toplanırlar. Bu sancak ve bayraklar farklı renk ve şekillerde olmalıdır. Ben Müstenedü'l-ecnad fi alati'l-cihad başlıklı kitabım­ da bu hususa dikkat çekmiş ve konuyu geniş bir şekilde anlatmıştım. 56 Bayrağı taşıyan kişinin yürekli, oturaklı, kendine hakim olabilen, insanı korkuya sevkedecek durumlar ortaya çıktığında sabredebilecek ve düşmanı savuşturabilecek özellikte biri olması gerekir. Zira bayrak, ordunun dayana­ ğı ve altında toplananların bir alametidir. Fasıl (8): [Cihada Çıkmanın Vakti, Cihada Çıkmadan Önce Yapılacaklar] 149. Sünnete uygun olan, cihad için yola Perşembe günü sabah vakti ko­ . yulmaktır. Böyle yapmakla Resulullah'a (sav) iktida edilmiş olur. Eğer bu gün geçirilirse Cumartesi yahut Pazartesi günü çıkılmalıdır. Salih ve garib kimselerden [manevi] yardım ve dua istenmesi müstehabdır. Zira Resulul­ lah (sav) şöyle buyurmuştur: "Kuşkusuz sizler, zayıflarınızın yüzü suyu hür­ metine zafer kazanır ve rızıklandırılırsınız. "57 [Sultan, cihad için] sefere çıkmayı düşündüğünde Yüce Allah'ı razı edece­ ği umulan bazı amelleri yapmaya ictihadıyla karar verir. Zulümlerin orta56 Krş. İbn Cemaa, Müstenedü'l-ecnBd fi alilti'l-cihild, s. 73-76. 57 Benzer rivayetler için bk. Buhaıi, "Cihad", 76; Ebu Davud, "Cihad", 7; Tirmizi, "Cihad", 64; Nesfil, "Cihad", 43; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 173; V, 168. Cihadın önemi 97 dan kaldınlıp hak sahiplerine haklarının verilmesi, emr-i bi'l-ma'rufnehy-i ani'l-münker [kaidesi uyarınca] bazı şeylerin yapılması, hayır ve hasenatta bulunulması, geride kalan raiyye üzerinde kendisinden sonra tasarrufta bu­ lunacak en uygun kimsenin bırakılması bu kabildendir. [Yukarıda bir kısmı­ na yer verdiğimiz] hadis-i şerifte tüm bunlar zikredilmektedir. Kitabımız muhtasar olduğundan kısaca değinmekle iktifa ediyoruz. Fasıl (9): [Ordunun Teftişi] 150. Sultanın yahut naibinin orduda bulunan tüm askerleri, yani divan­ da kayıtlı olanlar ile gönüllüleri ve' diğerlerini denetlemesi, at bindikleri sı­ radaki durumlarını, sayılarını, silahlarını, diğer bineklerini ve yanlarına al­ dıkları malzemelerini iyice incelemesi sünnettir. [Böylelikle] yaygaracıların, Müslümanlar arasında asılsız haberler yayanların ve düşman casusu oldu­ ğundan şüphelendiği kimselerin savaşa gelmelerini engellemiş olur. Yaygaracıdan kasıt, düşman askerlerinin sayıca çok olduğu yahut Müs­ lümanların zayıf olduğu gibi haberlerle insanları korkutan kimsedir. Asılsız haber yayan ise çok sayıda kişinin öleceği, birliklerin yok edileceği yahut büyük bir kısmının hezimete uğratılacağı, düşmana yardım geleceği gibi şeyler anlatarak Müslümanların cesaretini kıran kimsedir. Bu iki grup, sa­ vaş meydanına gelip savaşsa dahi kendilerine ganimetten herhangi bir pay verilmez. [Sultan] çocukların ve akıl hastalarının da savaşa katılmalarına izin ver­ mez. Savaşa tahammül edebileceğini düşünmesi yahut bazı eşyanın korun­ ması, yaralı ve hastaların tedavi edilmeleri gibi hizmetlerle Müslümanlara fayda vereceğini umması durumunda bülı1ğ çağına yaklaşmış çocukların (m uriihik) ve kadınların gelmelerine izin vermesi ise caizdir. Sahih sünnet buna delalet etmektedir. Fasıl ( 10): [Savaş Hayvanlarına Dair Hükümler] 151. Zayıf, güçsüz, çok yaşlı yahut çok küçük at ve diğer binekler savaşa sokulmamalıdır. Zira bunların bir faydası yoktur. Bu evsaftaki bir binek, sahibini zayıflatacağından bunların savaşa sokulması muhtemelen ordu için de bir zayıflık sebebi olacaktır. Sultan aynca ihtiyaç duyulan silahlan ve diğer malzemeleri inceler. Sa­ vaşta ihtiyaç duyulacak silah ve aletleri teftiş eder. 98 Adl'e Boyun Egmek Hayvanların boyunlarına çıngırak asılması mekruhtur. Bu hükmün deli­ li Hz. Peygamber'in (sav) şu sözüdür: "Beraberinde köpek veya çıngırak bu­ lunan bir topluluğa melekler eşlik etmez."58 [Hz. Peygamber (sav)] atlara tel (evtar) takılmasını da yasaklamıştır. [Bunun gerekçesinin] yürüyüş esnasında atı yavaşlatması olduğu söylendi­ ği gibi, [Arapların] adeten bu tellere çıngırak takmaları olduğu da ileri sü­ rülmüştür. Fasıl ( 1 1): [Ordu Komutanına İlişkin Hükümler] 152. Aksini gerektirecek bir zaruret olmadıkça ordu komutanının harekat esnasında orduyla birlikte bulunması gereklidir. Zira orduya eşlik etmek askerlerin cesaretlerinin korunması için en uygun yoldur ve ayrıca onların hayvanlarını dirençli tutabilmek için de gereklidir. Gecenin sonunda harekete geçmek müstehab ve sünnettir. Başında hare­ kete geçmek ise mekruhtur. Komutanın, zaruri gıda maddeleri ve hayvan yemi gibi ihtiyaç duyulan şeyleri tedarik etmek suretiyle ordusuna ihtimam göstermesi gereklidir. O bahsi geçen malzemelerin ihtiyaç duyulacak yerlere sevkini sağlayarak [as­ kerlerin işlerini] kolaylaştırır; su kaynaklarına erişmelerini mümkün kılar. Yolculuk esnasında ve konaklamalarda hem ordu hem de hayvanlar için suyu ve otu bol, ulaşımı kolay, yürüyüşü rahat, korunaklı ve uygun yerleri araştırır. Fasıl (12): [Ordu İçinde Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar] 153. Ordu komutanının Allah'ın muayyen haklarını, apaçık hadlerini uy­ gulaması, dini ahkamın şiarlarını tatbik etmesi, birbirleriyle davası olanlar arasında insafla hükmetmesi, zalimlere karşı mazlumlara yardım etmesi ge­ reklidir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Birbirini karalama belasına düçar olan ordu en kötü ordudur. İhanetle dolu olan askerlerin kalplerine Al­ lah korku salar. Zina eden ordunun başına ise iki belayı [açlık ve kıtlık] mu­ sallat eder. "59 58 Buhari, "Cihad", 139; Müslim, "Libas", 103; Ebu Davud, "Cihad", 46; Tirmizi, "Cihad", 25; Darimi, "İsti'zan", 44; Ahmed b. Hanbel, Müsned, il, 263, 311, 327, 385, 392, 414, 444, 476, 537; VI, 326, 327, 426, 427. 59 Metinde hadis olarak nakledilen bu sözün kaynağı bulunamamıştır. Cihadın önemi 99 Ebu Derda (ra) şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Gazaya çıkmadan önce salih amellerde bulunun! Siz ancak amelleriniz[in yardımıyla] savaşabilirsi­ niz. Zira kim kendini [Allah'la] karşılaşmaya adar, bu uğurda savaşa gider­ se onun amelinin salihliği, sonunun güzel olmasına ve Allah'ın yapıp ettik­ lerini bütünüyle kabul etmesine vesile olacaktır. Böylece o iki güzel sonuç­ tan birine ulaşacaktır: Ya salih ameline mukabil şehadet yahut uzun ömür­ le beraber ganimet ve selamet." Fasıl ( 1 3 ): [Askerleri Zihnen Savaşa Hazırlamak] 154. Askerlerin ticaret, ziraat,_ yahut gösteriş için ikametgah inşası gibi kalplerini meşgul eden meselelerden uzak durmaları gereklidir. Zira tüm bunlar kişiyi cihaddaki niyetinin samimiyetinden uzaklaştırır, [düşmanla] karşılaşıldığında sabır göstermekten alıkoyar ve şehadet talebinde bir gev­ şeklik gösterilmesine sebebiyet verir. Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Nebilerden biri gaza etmiş ve şöyle söylemiştir: İnşa ettiği ikametgahını yarım bırakanla, evlendiği halde gerde­ ğe girmemiş olanla, ektiği tarlasının hasadını devşirmemiş çiftçiyle birlikte savaşa çıkmayın. "60 Fasıl (14): [Her Daiın Tetikte Olmak] 155. Ordu komutanı, düşmanın pusularına karşı uyanık olup, hilelerin­ den kaçınmak, dinlenme ve istirahat vakitlerinde askerlerinin canlarını ve mallarını koruyacak önlemleri almak suretiyle yöneticilik (siyase) ve refa­ katçiliğini (hirase) güzel bir şekilde ifa etmelidir. Düşmanını -zelil bir durumda olsa bile- küçümsememeli, hakir de olsa ona karşı tedbiri elden bırakmamalıdır. Zira henüz sütten kesilmemiş yav­ rular nice büyük kahramanları uykusuz bırakmış, büyük sultanlara uykuyu haram kılmıştır. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: "İnsanlara karşı her daim uyanık bulunmak basiretli bir davranıştır."6 ı 60 Benzer anlama sahip rivayetler için bk. Buhari, "Humus", 8, "Nikah", 58; Müslim, "Ci­ had", 32;Ahmed b. Hanbel, Müsned, il, 318. Aynca bk. Ebu BekrAhmed b. Muhammed, el-Mücalese ve cevahirü7-ilm, (nşr. Ebu Ubeyde Meşhur b. Hasan Al-i Salman), Camia­ tü't-Terbiyeti1-İslamiyye, Bahreyn 1998/1419, III, s. 521. 61 Acluni, Keşfü7-haI'a, 1, 355. Acluni bu ifadenin Hz. Ali'ye nisbet edildiği tesbitinde bulun­ maktadır. 100 Adl'e Boyun Egmek Şairlerden biri ise şöyle demektedir: Sana fı.rlatılan oku hakir görme Düşmanın kolunda kısalık olsa bile Zira kesip kopartsa da boynu kılıç Tutişemez okun ulaştığı yere. 62 Aynı şekilde düşmanın konakladığı yerleri araştırır ve oralara saldırma­ ya en uygun, suyu bol, havası mutedil, korunaklı ve düşmana karşı elveriş­ li olup orduyu zafere ulaştıracak yerlerin nereler olduğunu tespite çalışır. Zayıf ve kuvvetlilerin, emirlerinin ve önderlerinin maslahatlarına riayet eder. Zira bunlar birbirlerinin yardımcılarıdır. Fasıl ( 1 5 ): [İstişareye Dair] 156. Künhüne vakıf olmakta zorlanılan hususlarda tecrübeli ve [doğru] düşünce sahibi kişilerle istişare etmek, karmaşık kalan hususlarda basiret ve ilim sahiplerine müracaat edip onların [fikirlerini] almak müstehabdır. Zira böyle yapmak zafere götüren basiretli bir tutumdur. Aynca hatalı karar almaya ve tehlikeye düşmeye de engel olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "İşlerinde onlarla istişare et" [Ali İmran, 3/159]. Hasan [el-Basri] şöyle söylemiştir: "Yüce Allah başkalarıyla istişare et­ mekten müstağnidir. Ancak bunun ümmet için bir kural (sünne) olmasını murad etmiştir." Yine ondan nakledildiğine göre "İstişare eden bir topluluk işlerinde en doğru yola erişir." [Aynca] "İstişaresi çok olanın, idaresi (imare) övülür" denilmiştir. Zira meşveret, kalplerin hoş tutulması, birliğin sağlanması ve [böylece] bir hükme ulaşılmasıdır. Nice doğru görüş vardır ki, bu görüşün sahibi ken­ disine soruluncaya kadar onu dile getirmez. Bu durum, insanlar nezdinde bir ağırlıkları (mehabet) olduğundan ve insanların kendilerine hürmet etme­ lerinden dolayı özellikle de hükümdarlar (m ülü.k) ve makam sahipleri yanın­ da görülür. Nitekim onlara karşı edebli olmak da bunu gerektirir. Eğer on­ lar müşavereyi kolaylaştırır ve yaygınlaştırırlarsa insanlar da düşünceleri­ ni rahat bir şekilde izhar ederler. Hakim kişiler meşvereti memleketin temeli ve saltanatın ana unsuru ka­ bul ederler. Müşavere nebilerin adetlerindendir. Hatta Hz. İbrahim oğlunu 62 Şiir için bk. 'l\ırtuşi, Siracü'l-mülılk, II, s. 677. Cihadın önemi 101 kurban etmekle kati bir şekilde emrolunmuştu; buna rağmen oğluyla istişare etmekten geri kalmadı. Hikmet ehlinden birisi şöyle söylemiştir: "Melikin [insanlarla] tek tek istişare etmesi gereklidir. Zira istişare re'yde basiret demektir. Bu sayede in­ sanların birbirlerine kin gütme gailesinden uzak kalınır. Sonra [melik] görü­ şünü topluluğa açar ve doğru olduğunu tercih ettiği görüşü benimser." Meşveret anında ruhsat talep edip [kolay yola kaçan], görüşünde hata eder. Tedavide bunu isteyenin hastalığı artar, fetvada isteyen ise günaha girer. Şöyle denilmiştir: "En doğru bilgi, meşveretin kişiyi doğruladığı haberdir." 102 Adl'e Boyun Egmek Onikinci Bölüm Savaş* 157. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! [Savaş için] bir toplulukla karşılaştığınızda sebat edin ve Allah'ı çokça zikredin ki kurtulu­ şa eresiniz. Allah'a ve Resı1lü'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Yoksa gevşersiniz, gücünüz elden gider. Sabredin! Kuşkusuz Allah, sabredenlerle beraberdir" [Enfal, 8/45-46]. Alimlerden birisi şöyle söylemektedir: "Yüce Allah bu ayet-i kerimede sa­ vaşa ilişkin tüm ilkeleri (adab) birarada zikretmektedir." Sultan yahut temsilcisi ilk olarak yakında bulunan düşmanla savaşa (kıtal) başlar. Zira Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey iman edenler! Kafir­ lerden [öncelikle] yakınınızda olanlarla savaşın. Onlar sizde bir sertlik bul­ sunlar. Bilin ki Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir" [Tevbe, 9/123]. Daha sonra yakınlık sırasına göre [savaşa] devam edilir. Ordu darülhar­ be girdiğinde sultan askere hazır olma, savaş aletlerini hazır edip silah ku­ şanma emri verir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) Bedir Gazvesinde ashabına böyle emretmişti. Böyle bir yol takip etmek ihtiyata uygundur ve düşman geldiğinde ona karşı korku salmaya v�sile olur. Ayrıca her bir gruba ayırt edici bir işaret verilmelidir ki, savaş başladığında Müslüman ile kafirin ara­ sı ayırt edilebilsin. * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Savaşın Keyfiyeti, Güçlü Düşmanla Savaşta Sa­ bır Gösterme". Mukaddime kısmında bu bölümün başlığında "Cihad ve Savaşın Keyfi­ yeti" ifadesi yer almaktayken, müellif burada yalnızca "Savaşın Keyfiyeti" ifadesini kul­ lanmaktadır. 63 Ebu Davud, "Cihad", 7 1 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, iV, 65, 289; V, 377. Bu ifade "Ha mim, Onlara yardım ulaşmasın/gfilip gelemesinler!" anlamına gelmektedir. 64 Ebu Davud, "Cihad", 7 1 , 93; Darimi, "Siyer", 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, rv, 46. Bu ifade "Ey Allah'ım öldür [onları!]" anlamına gelmektedir. Müslümanların özellikle asr-ı saadette kullandıkları parolalar hakkında daha geniş bil­ gi için bk. İbn Cemaa, Müstenedü'l-ecnad fi alati'l-cihad, s. 89-91. Savaş 103 Müslümanların Bedir Gazvesindeki parolaları "Ha mim. La yünsarun" idi. 63 Diğer gazvelerde ise " Ya Mansur, emif' idi. 64 Fasıl (1): [Savaşılması Yasak ve Serbest Olanlar] 158. Kendisine İslam daveti -Allah o daveti şerefli kılsın ve yüceltsin!­ ulaşmayan kimselerle savaşılmaz. Savaşa tutuşmadan önce bu kimseler İs­ lam'a davet edilir. Karşı karşıya olunan kimselere daha önceden İslam dave­ ti ulaşmış olsa bile [onları dine davet etmek] müstehabdır, ancak farz değil­ dir. Çünkü bu kişiler İslam'ı bilme�tedirler. Bu kimselere gece baskını yap­ mak da caizdir. Karşılaşılan kimseler, putperestler, meleklere ve heykellere tapan kişiler gibi kendilerinden cizye alınması caiz olmayan kimseler ise on­ larla İslamiyet'i kabul edinceye kadar savaşılır. Onlardan İslamiyet'i benim­ semekten başka bir şey kabul edilmez. Kadınlan ve çocukları esir edilir, mallan yağmalanır. Bu kimseler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusiler gibi kendilerinden ciz­ ye almanın caiz olduğu kimseler ise islamiyet'i kabul edinceye yahut cizye vermeye ve zimmilik hükümlerine bağlı kalmaya razı oluncaya kadar onlar­ la savaşılır. Kendileriyle savaşılması durumunda, esir alınmaları ve malla­ rının yağmalanması hususundaki hükümleri yukarıda bahsedilen kişilerin hükümleri gibidir. Fasıl (2): [Savaş Düzeni ve Savaşa Teşvik ] 159. Ordu komutanı askerleri Hz. Peygamber'in (sav) Bedir Gazvesinde yaptığı gibi saf düzeninde tertip eder. Görebildiği her tarafa [düşmana mu­ kavemet için] yeterli gelecek kadar asker yerleştirir. Yine onun (sav) Uhud Gazvesinde yaptığı gibi baskın gelebileceğini düşündüğü her tarafa gözcüler yerleştirir. Düşmanın çullandığı kısımlara yardım gönderir, orayı takviye eder. Düşmanın sayıca az olduğu, zayıf ve takatsiz kaldığı, aralarında ayrı­ lık bulunduğu gibi bazı hususları zikredip zafer ve haşan telkin ederek as­ kerlerin cesaretini artırır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Hani karşılaş­ tığınız zaman onları gözlerinize az gösteriyor, [sizi de onların gözlerinde azaltıyordu ki Allah, olacak bir işi gerçekleştirsin. Bütün işler Allah'a dön­ dürülür]" [Enfal, 8/44]. 160. [Ordu komutanı] insanları savaşmaya teşvik eder, bu hususta sabır­ lı olmalarını ve sebat göstermelerini telkin eder. Allah'ın onlar için hazırla­ dığı yüce makamlardan, onları Zatına yakın kılacağından ve kendilerine tür­ lü nimetler vereceğinden bahseder. 104 Adl'e Boyun E§mek Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey Peygamber! Müminleri savaşa teş­ vik et. Eğer içinizde sabırlı yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. [Eğer içinizde (sabırlı) yüz kişi bulunursa, inkar edenlerden bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir kavimdir]" [Enfal, 8/65]. Bu sebeple Hz. Peygamber (sav) Bedir günü insanları cihada teşvik et­ mek üzere otağından çıkarak şöyle buyurdu: "Canım elinde olana yemin ol­ sun ki, bugün sabırla, sevabını Allah'tan umarak ve geri çekilmeksizin ileri­ ye atılarak savaşırken öldürülen kimseyi Allah cennetine sokacaktır."65 Bir başka yerde ise şöyle söylemiştir: "[Düşmanla] karşılaştığınız zaman sabre­ din ve bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır."66 Özetle belirtmek gerekirse, cihadın faziletleri saymakla bitmez. [Sultan savaş başlamadan önce] irticalen konuşur, ahireti düşünenleri Yüce Allah'ın katında bulunan sevap, mükafat ve ecirlerle; dünyalık isteyenleri ise zafer, ganimet ve elde edilecek diğer mallarla teşvik eder. Bu hususa Allah'ın iz­ niyle ileride işaret edilecektir. Yüce Allah [mü'minleri] savaşa teşvik ederken her iki hususa da işaret etmiştir: "Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz" [Al-i İmran, 3/145]. Dünya menfaatinin ganimet, ahiret menfaatinin ise cennet olduğu söy­ lenmiştir. Fasıl (3): [Ordunun Dağılması Durumu] 161. [Komutanın aynca] ordunun bozguna uğraması durumunda -Yüce Allah muhafaza buyursun- nerede toplanılacağını ve başka bir [olumsuz] du­ rumun gerçekleşmesi halinde nasıl bir yol takip edileceğini askerelere tem­ bihlemesi gerekir. Böylece askerler toplanma anında birbirlerine destek olurlar. Bu tür durumlar savaşın uzam.ası sebebiyle ortaya çıkabileceği gibi baskınlardan ve hezimetten kaçınmak için de vuku bulabilir. Fasıl (4 ): [Düşmanla Karşılaşma Anında Yapılacaklar] 162. İki topluluk [savaşmak üzere] karşılaştığında dua etmek, zafer dile­ mek, Yüce Allah'ı çokça zikretmek ve sesi fazla yükseltip gereksiz [güç] har­ camaksızın tekbir getirmek müstehabdır. Zira Yüce Allah kurtuluş umudu65 İbn Hibban, "Sikiit", 1, 168. 66 Buhari, "Cihad", 22, 112; Müslim, "Cihad", 6, "İmiire", 146; Ebu Davud, "Cihad", 89; Tir­ mizi, "Fediiilü'l-cihad", 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 254, 396, 411. Savaş 105 nu buna bağlamış ve şöyle buyurmuştur: "[Ey iman edenler! (Savaş için) bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin] ve Allah'ı çokça zikredin. Umu­ lur ki kurtuluşa erersiniz" [Enfal, 8/45). TalUt'un ordusuyla ilgili olarak gelen haberlerde askerlerin sabır, sebat ve yardım için Allah'a dua ettiklerinde düşmanlannı hezimete uğrattıklan anlatılmaktadır. Düşmanla karşılaştığı esnada Resiilullah'ın (sav) yaptığı dualardan biri şöyledir: "Ey, Kitabı indiren, bulutlan hareket ettiren, [düşman] hiziplerini bozguna uğratan Allah'ım! Onlan hezimete uğrat ve onlara karşı bize yar­ dım et!"67 O, Hayber'e geldiğinde ise. "Allahu Ekber! Harab olsun Hayber!"68 demiştir. [Hz. Peygamber (sav)] günün başlangıcında savaş yapmamışsa güneşin batımına ertelerdi. [Bu vakitte] rüzgar eser, zafer gelirdi. Ancak bu [konuda nasıl bir yol tutulacağı] şartlara ve zamanın gereklerine göre belirlenir. Fasıl (5): [Mücahidlerin Savaştan Beklentileri] 163. Her bir mücahidin katıldığı savaşla Allah'ın dinine yardım etmeye, O'nun adını yüceltmeye, İslam'a muhalif olan hususlan ortadan kaldırmaya ve Allah'ın kelimesinin en yüce olmasına niyet etmesi en önemli esastır. Eğer böyle yaparsa çok büyük bir sevap ve ecir hasıl olur, malıyla ve canıy­ la karşılaştığı [zorluklar] kendisine kolay gelir. Canlann satılıp karşılığında karlann elde edildiği bu ortamda kişi ciha­ dıyla ganimet ve ikta elde etmeyi, Allah'ın dışında birisi için gayrete gelmeyi (hamiyye) yahut cesaret gösterisi yapmayı, riya ve gösterişe düşmeyi amaç­ lamaktan kaçınmalıdır. Çünkü bu apaçık bir hüsran, bariz bir aldanıştır. Resı11ullah'tan (sav) nakledilen sahih bir hadise göre, kendisine ganimet için savaşan, adının anılması ve makam ve mevkiinin görülmesi için harbeden bir adamın durumu sorulduğunda o, "Kim Allah'ın kelimesinin yüceltilmesi için savaşırsa Allah'ın yolunda olan odur"69 buyurarak cevap vermiştir. Bu 67 Buhari, "Cihad", 112, 156; Müslim, "Cihad", 2; Ebu Davud, "Cihad", 89; Ahmed b. Han­ bel, Müsned, IV, 354. 68 Buhari, "Salat", 12, "Ezan", 6, "Salatü'l-havf', 6, "Cihad", 130, "Menakıb", 68, "Meğazi", 38; Müslim, "Cihad", 160, 161; Tirınizi, "Siyer", 3; Nesai, "Mevakit", 26, "Nikah", 79, Sayd, 78; Muvattii, "Cihad", 47; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 106, 111, 164, 186, 206, 246, 263. 69 Buhari, "İlim", 45, "Cihad", 15, "Humus", 10, "Tevhid", 28; Müslim, "İmare", 149-151; Ebu Davud, "Cihad", 24; Nesfö, "Cihad", 21; İbn Mace, "Cihad", 13; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 392, 397, 402, 405, 417. 106 Adl'e Boyun E�mek cevabıyla kastlı, bu hedefin dışında kalan hiçbir savaşın Allah'ın yolunda ol­ mayacağını ifade etmektir. Fasıl ( 6 ) : [Düşman Karşısında Sabır ve Direnç Göstermek] 164. İki ordunun karşılaştığı ve birbirine girdiği esnada düşmana karşı sabır göstermek Allah'a kulluk yollarının başında gelir ve bu en faziletli iba­ detlerdendir. Bu konunun önemini gösteren ayet-i kerime ve hadis-i şerifler çoktur. Mesela Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah kendi yolunda saf bağlayarak savaşanları sever" [Saff, 61/4]. Bir diğer ayet-i kerime şöyledir: "Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öl­ dürürler ve ölürler. Allah bunu Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da kesin olarak vaat etmiştir. Sözünü Allah'tan daha iyi yerine getiren kim vardır? O halde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu, büyük kazanç­ tır" [Tevbe, 9/111]. Hz. Peygamber (sav) ise şöyle buyurmuştur: "Cennet, kılıçların gölgesi al­ tındadır."70 [Ebu Süleyman] Hattabi [v. 388/998] bu sözün manasıyla ilgili ola­ rak şunu söylemektedir: "Bunun manası düşmana yakınlaşmak ve kılıcını onu gölgeleyecek şekilde yukarı kaldırmaktır. Dümandan kaçmak değildir." Fasıl (7): [Savaşta Silah Kullanımı] 165. Silahın ihtiyaç vaktine kadar muhafaza edilmesi gerekmektedir. Zi­ ra Hz. Peygamber (sav) Bedir Gazvesinin olduğu gün şöyle buyurmuştur: "Size iyice yakınlaştıklarında ok atın! Oklarınızı peşpeşe gönderin!"7 1 Bu hadisin anlamı şudur: "Oklarınızı uzaktan fırlatmayın ki ziyan olma­ sın. Oklarınızı dikkatli kullanın. Size iyice yaklaşıp vurma mesafenize gir­ diklerinde fırlatın." Bir başka rivayette ise şöyle buyurulmaktadır: "Size iyi­ ce yaklaştıklarında oklarınızı fırlatın. Düşman üzerinize çullanıncaya kadar kılıçlarınızı kınından çıkarmayın. »72 Ağır bir yara almış, silahı olmayan, yahut [savaşmaya] engel bir hastalı­ ğı olan ya da atı telef olup yaya olarak savaşmaya gücü yetmeyen kişinin bu 70 Buhari, "Cihad", 22, 112; Müslim, "Cihad", 6, "İmfıre", 146; Ebu Davud, "Cihad", 89; Tir­ mizi, "Fedfıilü'l-cihad", 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 254, 396, 411. 7 1 Buhari, "Cihad", 78. 72 Buhari, "Meğfızi", 10; Ebu Davud, "Cihad", 107, 108; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 493. Savaş 107 özürleri nedeniyle [savaş meydanından] ayrılması caizdir. Bu kişi ayrılırken savaşa dönmeye yahut bir [başka] birliğe katılmaya niyet etmelidir ki böyle­ ce harb meydanından kaçan biri hükmünde olmasın. Fasıl (8): [Savaş Meydanını Terk Ebnenin Şartlan] 166. Güç dengesi bakımından yakın olmakla birlikte kafirlerin sayısı Müslümanların iki katını geçmiyorsa geri çekilmek haramdır, [bu, kişinin] adalet [vasfını]73 düşürecek denli büyük bir günahtır. Ancak "düşmanı vur­ mak için savaş taktiği olarak çekilme (müteharrif li kıtal ), ya da diğer bir birliğe katılma (mütehayyiz ila fietin) durumları hariç"tir. Çünkü Yüce Allah yüz kişinin iki yüz kişi karşısında, bin kişinin iki bin kişi karşısında sebat göstermesini vacib kılmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere, herhangi bir ma­ zeret olmaksızın geri çekilmiş olanlar büyük günah işlemiş ve Allah'ın gaza­ bını üzerlerine çekmiş olurlar. Allah'ın gazabından yine O'na sığınırız. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çe­ kilme, ya da diğer bir birliğe katılmak durumları hariç böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse o mutlaka Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası" [Enfal, 8/16]. Bu ayet, herhangi bir mazeret olmadan geri çekilmenin büyük bir günah olduğuna ve ağır bir sorumluluğu beraberinde getirdiğine delalet etmekte­ dir. "Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilmek", ya düşmana kar­ şı daha elverişli bir yerde savaşmak üzere geri çekilmek yahut düşmanı da­ ha zorlu bir yere doğru çekmek için bir plan dahilinde çekilmek anlamına gelir. Söz gelimi geniş bir alandan daha dar bir alana çekilmek yahut ken­ disi için dar olan bir alam terk edip daha rahat bir alana geçmek için çekil­ mek veya güneş ve rüzgara göre konum belirlemek vb. durumlar buna da­ hildir. "Diğer bir birliğe katılmak" ise ya yardım isteyeceği bir birliğe ulaşmak yahut yardımcı olacağı bir birliğe yetişmek gibi sebeplerle olabilir. Tüm bun­ lar savaşma kudretinin bulunması durumundadır. Yukarıda da bahsettiği­ miz üzere, savaşmaktan mutlak manada aciz kalındığı için ayrılma halinde Müslümanların hezimete uğraması ve yerlerinde kalamayıp çözülmesi gibi durumlar doğmayacaksa [savaş meydanından] ayrılmak caizdir. 73 Kişide aranan adalet vasfı hakkında bk. Mustafa Çağrıcı v.dğr., "Adalet", DİA, 1 (İstan­ bul 1988), s. 341-344. 108 Adl'e Boyun E!jmek Fasıl (9): [Düşman Karşısında Geri Çekilmenin Caiz Olduğu Durumlar] 167. Kafirlerin sayısının Müslümanların sayısının iki katından fazla ol­ duğu durumlarda, eğer güç dengesi bakımından bir yakınlık varsa, -sözgeli­ mi bizim bin kahramanımıza mukabil karşılarında üçbin yahut ikibin ikiyüz güçlü askerin olması gibi- geri çekilmenin caiz olmadığı söylenmiştir. Ancak daha doğru olan görüş bunun caiz olması yönündedir. Fakat düşman karşısında sebat gösterildiğinde zafer elde edileceğine da­ ir Müslümanlarının bir zann-ı [galipleri]nin olması durumunda sebat gös­ termek gerekir. Ancak zann-ı galibleri uyarınca, sebat göstermeleri duru­ munda yok edilecekleri kanaati hasıl olursa Müslümanların kanının dökül­ mesine engel olup onların yok olmalarını önlemek için savaş meydanından uzaklaşmak (firar) vacibdir. Bununla beraber sebat etmeleri durumunda düşmanda bir moral bozukluğu ortaya çıkacaksa savaş meydanından uzak­ laşmak vacib olmaktan çıkar. Fasıl (10): [Düşman Karşısında Geri Çekilmenin Güç Dengelerini Dikkate Almaya Bağlı Oluşu] 168. Kuvvet dengesi bakımından herhangi bir yakınlık yoksa, -bizim bin kahramanımızın karşısında onların ikibinikiyüz güçsüz askerinin olması gi­ bi- bu durumda geri çekilmek asla caiz değildir. Bizim bin güçsüz askerimiz karşısında onların bindokuzyüz yahut binbeşyüz güçlü askerinin bulunması durumu da aynı hükme tabidir. Daha sahih olan görüş ise şudur: Geri çekilmenin cevazı, güç dengesini dikkate almaya bağlıdır. Bu hüküm sadece iki grubun topluca karşı karşıya gelmesiyle aralarında oluşan kuvvet dengesi için geçerlidir; tek tek fertlerin karşı karşıya gelmesi durumunda geçerli değildir. Tek bir Müslümanın iki kafire karşı geri çekilmesi caizdir. İkisiyle birden boğuşması vacib değildir. Bu hükmün gerekçesi, yukarıda zikrettiğimiz üzere, güç dengesinin toplu­ luklar arasında bir ölçüt olmasıdır. Ancak bu Müslüman kendine güveniyor ve onlara güç yetirebileceğini düşünüyorsa ikisiyle de savaşabilir. Kadın ve çocukların geri çekilmesi ise her durumda caizdir; zira bunlar savaşçılara dahil değildir. Fasıl (1 1): [Mübarezeye Dair] 169. Sultan dahil hiçbir ordu komutanının mübareze yapması caiz değil­ dir. Zira onun başına bir hal gelmesi durumunda orduda gevşeklik yüz gös­ terecektir. Savaş 109 Hz. Peygamber (sav) Uhud Gazvesinde Übey b. Halef ile mübareze yap­ mış ve onu öldürmüştür. Zira o, Allah'ın kendisine yardım edeceğine dair tam bir güvene sahipti. Bu durum onun dışındaki ordu komutanları için ge­ çerli değildir. 170. Ordu komutam olmayanların ise, harb hususunda bir yiğitliği ve ce­ sur kişilerle mücadele edebilecek gücü varsa mübareze yapması, düşmanı mü­ barezeye çağırması, kendisinin çağrılması durumunda icabet etmesi caizdir. Müstehab olan, mübarezeye davet etmesinin de icabet etmesinin de ordu komutanının iznine tabi olmasıdır. Zira komutanın [mübarezeye çıkartaca­ ğı] yiğitleri tayin hakkı vardır. Bedir Gazvesinde Şeybe, Utbe ve Velid ortaya çıkarak [Müslümanları] mübarezeye çağırdıklarında Hz. Peygamber (sav), Hz. Ali, Hz. Hamza ve Hz. Ubeyde b. el-Haris'e emretmiş, onlar da mübareze etmişlerdi. Hz. Hamza Utbe'yi, Hz. Ali Velid'i öldürdü. Hz. Ubeyde ve Şeybe ise birbirlerini ağır şe­ kilde yaraladılar. Ebu Hanife şöyle demiştir: "[Düşman çağrısı olmadan] mübarezeye ilk olarak davet etmek caiz değildir. Ancak kafir mübarezeye çağırırsa kendine güvenen kimsenin bu çağrıya karşılık vermesi müstehabdır." Eğer kafir kendisiyle mübarezeye davet ettiği kişiden başka bir Müslü­ manın çatışmamasını şart koşmuşsa bu şartına, [mübarezeye çağırdığı] Müslüman yenilmedikçe yahut ağır bir şekilde yaralanmadıkça riayet olu­ nur. Kendi saflarına dönünceye kadar kendisine müdahale edilmemesini şart koşmuşsa buna da riayet edilir. Fasıl ( 12): [Savaşta Öldürülmesi Yasak ve Serbest Olanlar] 171. Müslümanın [kendisiyle] savaşsın yahut savaşmasın, yüzü ya da sırtı dönük olsun muharip tüm kafirlerden galebe çaldıklarım öldürmesi caizdir. Bu hükmün delili şu ayet-i kerimedir: "[Haram aylar çıkınca] müş­ rikleri artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gö­ zetleme yerine oturup onları gözetleyin" [Tevbe, 9/5]. 172. Allah'a ve Resı1lü'ne kötü söz söylemedikçe, yahut sağ tutulmaları Müslümanların mağlubiyetine sebebiyet vermedikçe Müslümanın, kafir olan babasını yahut akrabasını öldürmesi mekruhtur. Bu şartlar varsa onu öldürür ve bu, kendisine mekruh olmaz. 173. Daha sahih olan görüşe göre din adamları (rahib), zayıf yaşlılar, kör­ ler, kötürümler de herhangi bir kayıt aranmaksızın öldürülebilirler. Buna mukabil bu kimselerin savaşın idaresinde katkılan yoksa ve bizzat da savaş110 Adl'e Boyun E�mek mıyorlarsa öldürülmeyecekleri de söylenmiştir. Şu halde savaşmaları ve harbe müdahil olmaları durumunda öldürülecekleri hususunda ihtilaf bu­ lunmamaktadır. Zira Hz. Peygamber (sav) Hevazin olayında Düreyd b. es­ Sımme'yi öldüren Müslümanı yadırgamamıştır. Bu kişi 120 yaşındaydı. Onun 60 yaşında olduğu da nakledilmektedir. Zira bu adamın, harbin idare­ sinde katkılan olmuştu: Çocukları beraberlerinde bulundurmamaları husu­ sunda kafirleri yönlendirmişti.74 174. Kafir kadınlan ve çocuklarını öldürmek caiz değildir. Ancak bunlar savaşıyorlar yahut kafirler onları kalkan olarak kullanıyorlarsa ve katledil­ meleri ve oklanmaları zaruret halini almışsa öldürülürler. Bu konudaki hü­ kümler Allah'ın izniyle aşağıda açıklanacaktır. 175. Kafirlerin elçilerini öldürmek caiz değildir. Zira Hz. Peygamber (sav) bir elçiye "Eğer elçilerin öldürülmemesi bir teamül olmasaydı boynunu vur­ dururdum"75 demiştir. Aynca Müslümanların buna bağlı olan birçok masla­ hatı da (intizamü 'l-mesalih) elçilerin öldürülmelerini yasaklayan hükmü des­ teklemektedir. Fasıl ( 1 3 ): [Düşmanı Kuşabna Esnasında Yapılabilecekler] 176. Kafirlerin kale ve hisarlarında muhasara edilmeleri, onlara gönde­ rilenlere el konulması, giriş ve çıkışın zorlaştırılması, erzak akışının engel­ lenmesi, suların boşaltılması, nehirlerin önünün kapatılması, ağaçların ke­ silmesi veya ateşe verilmesi, katran ve mancınık kullanılması ve gerek gö­ rülen herşeyin tahrip edilmesi caizdir. Bu hükmün delili şu ayet-i kerimedir: "Onları yakalayıp hapsedin" [Tevbe, 9/5]. Hz. Peygamber (sav) de Tfüfi kuşatmış, mancınık kullanmış ve üzüm bağ­ larını ateşe vermişti. Beni Nadir'i de kuşatmış ve hurmalıklannı yaktırmıştı. Ancak zann-ı galib uyarınca bunların' Müslümanların eline geçeceğine inanılmışsa veya [böyle yapılması için] herhangi bir ihtiyaç başgöstermemiş­ se bu tedbirlerin alınmaması tercih edilmemelidir (evla). 74 Cahiliye devrinin önemli şair ve cengaverleri arasında yer alan Düreyd, İslamiyet'e ye­ tişmiş, ancak Müslüman olmamıştır. Beni Hevazin Müslümanlarla savaşmak için Hu­ neyn'e yürüdüğünde, yüz yaşının çok üzerinde ve kör olmasına rağmen tecrübesinden faydalanmak için kabilesi onu da beraberinde götürdü. Başlangıçta yenilmekte olan Müslümanlar daha sonra Beni Hevazin'i kuşatarak hezimete uğrattılar. Düreyd bu sa­ vaşta Süleyrn kabilesinden Rebia b. Rüfey' adlı sahabi tarafından öldürüldü, bk. Ahmet Savran, "Düreyd b. Sımme", DİA, X (İstanbul 1994), s. 30. 75 Ebu Davud, "Cihad", 154. Savaş 111 [Aynca] domuzlar öldürülür, şaraplar dökülür, faydalanılması caiz olma­ yan her türlü kitapları imha edilir. 177. Atların boğazlanması ve atlar dışındaki dinen muhterem kabul edi­ len hayvanların itlaf edilmeleri, düşmanı savuşturmak yahut yemek gibi bir ihtiyaç olmadıkça, caiz değildir. Onlardan at yahut diğer hayvanları ganimet aldıktan sonra bize yetişir­ ler ve biz de onları savuşturmaktan aciz kalırsak ve bunları geri almaları durumunda bize karşı güç toplayacaklarından korkarsak, hayvanların bo­ ğazlanmaları, malların itlaf edilmeleri caiz olur. Ancak, kafirlerin bize yeti­ şip geri alacaklarından korksak bile, [ganimet olarak alınan] kadın ve çocuk­ ları öldürmeyiz. Fasıl (14): [Kale Teslimi İçin Gerekli Şartlar] 178. Müslümanlar bir kaleyi kuşattıklarında kaledekiler bir hakemin hük­ müne razı olmayı talep ederlerse buna göre hareket etmek caizdir. Ancak bu durumda hakemin adaletli, güvenilir ve emin biri olması, Müslümanların çı­ karına olmayan bir şeye hükmetmemesi gerekir. Nitekim Beni Kurayza, Sa'd b. Muaz'ın hakemliğine razı olduklarım bildirmişlerdi. Sa'd'ın verdiği hüküm, savaşanların öldürülmesi, çocuklarının tutsak (seby)76 edilmesiydi. Kafir kuşatmasını sürdürmeye, onlara ateş ve mancınık atmaya yalnızca Müslüman bir esir, tacir, yahut kadın ve çocukların onlarla birlikte olması ve bunların isabet almaları ihtimali engel olur. Bu durum kafir savaşçıların kalelerinde bırakılmaları ve onlara saldırılmaması için gerekçe teşkil eder. Fasıl ( 1 5 ): [Müslüman ve Zimmi Esirlerin Düşman Askerleri Tarafından Kalkan Olarak Kullanılmaları] 179. Savaş sürerken kafirler Müslüman yahut zimmi esirleri kalkan ola­ rak kullanırlarsa [kalkan olarak kullanılan] bu kişilere isabet edecek şekilde nişan almak ve silah atmak (remyihim) caiz değildir. Ancak bunu yapmaktan geri durmak Müslümanlara zarar verecek ve kafirlerin moral gücünü artıracaksa kafirleri öldürmek kasdıyla onlara atış yapmak caizdir. Bu durumda imkan elverdiği ölçüde Müslümanlara [isabet ettirmekten] sa­ kınılmalıdır. 76 İbn Cemaa savaş esirlerini ikiye ayırmaktadır. Metin içinde savaşçı esirler, esir kelime­ siyle, bunlann dışında kalan ve müellifin tabiriyle "kafirlerin çocuklan, kadınlan ve kö­ leleri" ise seby kelimesiyle karşılanmaktadır. Tercüme metinde biz kavramı aynen kul­ lanmadığımız yerlerde bu ikincileri "tutsak" kelimesiyle ifade ettik. 112 Adl'e Baywı �mek Bu durumda bir Müslümanı vuran ve onu öldüren savaşçı daha sonradan tespit edilirse ne kısas ne de diyetle yükümlü olur. Ancak atış esnasında doğ­ rudan bir Müslümanı hedef aldığı tespit edilirse bu durumda keffaret gerekir. Esir ve tutsakların hükmü, darülharbdeki kafirlerin mallarını yemek ve bu çerçevedeki meseleler Allah'ın izniyle ganimetlere ilişkin bahtla tafsilatlı olarak anlatılacaktır. Fasıl (16): [Fethedilen Bölgede Bir Süre ikamet Ebnek] 180. Allah'ın yardımıyla Müslümanlar düşmanlara karşı bir fethe muvaf­ fak olup onların memleketlerini ele geçirdiklerinde, korkuya sebep olacak bir durum yoksa, fethedilen bölgede üç gün kalmaları müstehabdır. Zira Ebu Talha'nın rivayet ettiğine göre Resı1lullah (sav) bir topluluğa galebe çaldı­ ğında onların topraklarında üç gün ikamet ederdi. Bunun sım -Yüce Allah daha doğrusunu bilir- şudur: "Bedenleri dinlen­ dirmek, zafer vesilesiyle elde edilen nimeti yad etmek, bu vesileyle tekrar tekrar şükretmek, Müslümanların gücünü ortaya koymak ve düşmanlara karşı gövde gösterisi yapmak." Kafir ölülerinin kellelerini taşımak mekruhtur. Bunların taşınmasıyla [düşmanın] morali bozulacaksa mekruh olmadığı, bilakis müstehab olduğu söylenmiştir. Fasıl (17): [Savaştan Dönen Gazilerin Karşılanması ] 181. [Savaştan dönen] gazilerin karşılanması müstehabdır. Sahabe, Hz. Peygamber (sav) bir gazveden döndüğünde onu karşılamak üzere yola çıkar­ lardı. Gazi ve hacılar başta olmak üzere seferden dönen kimselerin, memle­ ketlerine yaklaştıklarında bineklerini bir' miktar hızlandırarak "[Günahın­ dan] dönüp (ayibü.n) tövbe edenler, kul olanlar! Rabbimize hamdolsun, ki Al­ lah vaadine sadık kaldı, kuluna yardım etti ve [düşman] topluluğunu tek ba­ şına hezimete uğrattı"77 demeleri müstehabdır. [Seferden dönen kişinin] Resfilullah'a (sav) iktida ederek, memleketine kuşluk vakti girmesi, ilk olarak mescide uğraması ve orada iki rekat namaz kılması müstehabdır. 77 Buhari, "Umre", 16, "De'avfıt", 53, "Meğfızi", 29; Müslim, "Hac", 465, 468, 469; Ebu Da­ vud, "Cihad", 72, 108; Tirmizi, "De'avfıt", 42, 46; Darimi, "İsti'zfın", 50; Muvatta, "Hac", 243; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 256; il, 5, 10, 15, 21, 38, 63, 105, 144, 150; III, 187, 189; IV, 231, 289, 298, 300. Savaş 113 Onüçüncü Bölüm Ganimet ve Kısımlan* 182. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ganimet olarak aldıklarınızın beşte biri, şayet Allah'a, kulumuza indirdiğimize ve hak ile batılın ayrıldığı güne iman ediyorsanız, mutlaka Allah'ın, Resfilü'nün, akrabaların, yetimle­ rin, miskinlerin ve yolda kalmışlanndır" [Enfal, 8/41]. Bir diğer ayette ise şöyle buyurulmaktadır: "Ganimet olarak elde ettiklerinizden helal ve temiz olarak yiyin. Allah'tan sakının. Muhakkak ki Allah, gafürdur, rahimdir" [En­ fal, 8/69]. Ayet-i kerimedeki "ganimet olarak elde ettiklerinizden" ifadesi beşte bir­ lik kısmın dışarıda tutulması gerektiğine bir işaret ve tenbihtir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Ganimetler bana helal kılındı. [Halbuki] benden önce kimseye helal kılınmamıştı."78 Aşağıda zikredeceği­ miz üzere kendisi Bedir, Hayber ve Hevazin ganimetlerini Müslümanlar arasında paylaştırmıştır. Sahabe de Şam ve Irak ganimetlerini taksim et­ miştir. İslam'da ilk olarak taksim edilen ganimet, Allah'ın, elçisine ait kılmasın­ dan sonra taksim edilen Bedir ganimetidir. Hz. Peygamber (sav) bu ganime­ ti ashabı arasında taksim etmiştir. Beşe bölünen ilk ganimet ise Beni Kaynuka'dan alınan ganimettir. Bu taksim, Bedir Gazvesinden yaklaşık bir ay sonra, Hicret'in ikinci yılı Şevval ayının ortasında gerçekleşmiştir. Ganimet kelimesi, mallar için kullanılan bir sıfat olup "elde edilmiş mal­ lar (emval mağnüıne)" anlamına gelmektedir. Kelime kök itibariyle ğanem tam tercümesi şu şekildedir: "Ganimet ve Kısımlan, Ganimetlere İlişkin Hü­ * Başlığın kümler". 78 Buhari, "Teyemmüm", 1, "Salat", 56, "Humus", 8; Müslim, "Mesacid", 3, 5; Tirmizi, "Si­ yer", 5; Darimi, "SaJat", 111, "Siyer", 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 251; il, 412; III, 304; iV, 416; V, 145, 148. Ganimet ve Kısımlan 115 yani fayda anlamındaki kelimeden türetilmiştir. Ganimetler enfal olarak da isimlendirilir. Bu kelimenin kökü olan nefel kelimesi fazlalık (ziya.de) anla­ mına gelmektedir. Ganimetler, İslam'dan önceki şeriatlarda (şer'u men kablena) hiçkimse için helal değildi. Ganimetler meydanda toplanır ve üst kısmından tutuştu­ rulup yakılarak yok edilirdi. Yüce Allah, Resı1lü'ne verdiği değerin bir ifade­ si olarak ganimeti yalnızca bu ümmete helal kıldı. Fasıl (1): [Ganimetin Tanımı ve Çeşitleri] 183. Şeriat açısından ganimet, �üslümanlann savaşma, at koşturma, iz sürme, savaş düzeni alma, muhasara etme yahut pusu kurma gibi yollarla kafirlerden zor kullanarak aldıklan şeylerdir. Tüm bu yollar kullanılarak el­ de edilen şeyler ganimettir; fey değildir. Zira fey, zor kullanmaksızın kafirler­ den alınan mallara denilir. Ordu atası bahsinde bu konuya temas edilmişti. Yine kafirlerin terkettikleri, kaçarken arkalannda bıraktıklan, bizim sulh yoluyla [aldığımız] yahut onlann tüccarlanndan alınan mallar vb. de feye dahildir. 184. Bu hususlar açıklandıktan sonra zor kullanılarak elde edilen gani­ metin kısımlannı ele almaya başlayabiliriz. Ganimet, iki kısımdır: Birincisi, beşe bölünüp taksim edilmesi alimlerin icmaıyla vacib olan ga­ nimettir ki buna "umumi ganimet" (el-ğanimetü'l-8.mme) denilir. ikincisi, taksimi vacib olmayan ganimettir. Kimi alimlere göre bunun be­ şe bölünmesi de gerekmez. Bu ise seleb ve nefel adıyla anılır. Allah'ın izniy­ le aşağıda bu konunun aynntılanna değinilecek ve konu geniş bir şekilde ele alınacaktır. Fasıl (2): [Ganimetin Kapsamı] 185. Müslüman ordusu kafir ordusunu yener yahut Müslümanlar zor kullanarak bir beldeyi yahut bir kaleyi fethederlerse o belde ve içinde mal olarak bulunan herşey beşe bölünmesi gereken ganimet hükmündedir. Bu hüküm üzerinde ihtilaf bulunmamaktadır. Aynı şekilde savaş tertibi aldıkla­ n [yerde] bulduk.lan yahut savaş düzeni olmaksızın galip gelerek ve güç kul­ lanarak aldıklan herşey beşe bölünerek taksim edilen ganimet hükmünde­ dir. Bunlann beşe bölünüp taksim edilmesi vacibdir. Allah'ın izniyle ileride ele alınacağı üzere bu konuda da herhangi bir ihtilaf bulunmamaktadır. Bu hükmün delili şu ayet-i kerimedir: "Ganimet olarak aldıklannızın beşte biri, şayet Allah'a, kulumuza indirdiğimize ve hak ile batılın aynldığı 116 Adl'e Boyun Egmek güne iman ediyorsanız, mutlaka Allah'ın, Resı1lü'nün, akrabaların, yetimle­ rin, miskinlerin ve yolda kalmışlanndır" [Enfal, 8/41]. Fey bu hükme tabi de­ ğildir. Zira önceki ulema, feyin beşe bölünüp bölünmeyeceği meselesinde ihtilaf etmişlerdir. Fasıl (3): [Umumi Ganimet] 186. Umumi ganimet dört kısımdır: Bunlar savaşçı [ergin ve erkek] esir­ ler, [kadın, çocuk ve köleler gibi] tutsaklar, gaynmenkul ile altın, gümüş, at, silah, kıyafet, ev eşyası gibi bunların dışında kalan mallardır. Allah'ın izniy­ le bu kısımların tamamının hükümlerini tafsilatıyla anlatacağım. 187. [Ganimetin] ilk kısmı: Savaşçı esirler. Bunlar Müslümanların galip gelip zor kullanarak ele geçirdikleri hür, akıl sahibi ve savaşçı erkeklerdir. "Hür erkekler" kaydını kadınlan, çocukları ve köleleri dışarda tutmak için kullandık. Zira bu ikinciler mal hükmündeki tutsaklardır. "Akıllı ve savaşçı" kaydı ise akıl hastalarını ve savaşmaya mecali olma­ yan yahut savaşa herhangi bir fikri yahut fiziki katkısı bulunmayan yaşlıla­ rı dışarda tutmak amacıyla getirilmiştir. "Müslümanların zor kullanarak ele geçirdiği" ifadesi ise sulh yapma, eman alma yahut ele geçirilmeden önce Müslüman olma gibi yollarla elde edilme durumlarını dışarda bırakmak içindir. Zira tüm bu grupların kendi­ lerine has hükümleri bulunmaktadır. Allah'ın izniyle bunlar yeri geldiğinde açık bir şekilde ortaya koyulacaktır. Fasıl (4): [Ganimet Olarak. Alınan Savaşçı Erkekler] 188. Hür ve aklı başında biri esir edildiğinde, İmam Şafii ve Ahmed [b. Hanbel]'e (rh) göre sultan yahut naibi şu dört uygulamadan birini tercih e­ debilir: Bunlar, öldürmek, köleleştirmek, karşılıksız salıvermek yahut bir mal veya Müslüman esirler mukabilinde bırakmaktır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Artık bundan sonra [esirleri] ya karşılıksız ya da fidye karşı­ lığı salıverin" [Muhammed, 47/4]. Hz. Peygamber'in (sav) Nadir b. el-Haris'i ve Ebu Uzza'yı öldürtmesin­ den ehl-i kitab ile putperestler arasında bu açıdan bir fark olmadığı anlaşılmaktadır. Kendi dini üzere kalmayan kimsenin, Müslüman olması durumunda kö­ leleştirilmeyeceği de söylenmiştir. Ganimet ve K:ı.sıınlan 117 Ebu Hanife, [esirler hakkında] sultanın öldürme ve köleleştirme seçenek­ leri arasında tercih yapabileceği, karşılıksız salıverme ile fidye karşılığı bı­ rakma hakkının ise bulunmadığı görüşündedir. Malik ise sultanın karşılık­ sız salıverme hakkının olmadığını, onun diğer üç seçenekten birini tercihte serbest olduğunu söylemektedir. [Sultan] bu konuda Müslümanlann çıkanna olan seçeneği tercih eder. O, esir alma sonrasında hangi seçeneğe göre hareket edeceğine karar vereme­ mişse bu konuda açık bir karara vanncaya kadar esiri hapseder. Bu husus şu şekilde örneklendirilebilir: Esir edilen kişi Müslümanlara karşı şiddetli bir düşmanlık içinde ise ye Müslüman olmasından ümit yoksa öldürülmesi daha uygundur. Bu kişi, kavminin itaat ettiği biri olup İslam'a girmesi umulmaktaysa karşılıksız salıverilir. Müslümanların mala ihtiyacının olduğu bir durumda çok zengin biri esir edilmişse yahut kafirlerin elinde Müslüman esirler varsa mal ya da bu esirler karşılığında salıverilmesi tercih edilebilir. Son olarak esir edilen kimsenin bildiği bir iş ve onun sahip olduğu bir özelliğe Müslümanlann ihtiyaçlan varsa köleleştirmek daha uygundur. [Sultan] esiri öldürmeyi seçerse doğrudan boynunu vurur, işkence (müs­ Je) yapmaz, ateşle yakarak öldürmez. Bir mal karşılığı serbest bırakırsa bu mal ganimete katılır. Köleleştirmeyi seçmişse bu da savaşçılar dışındaki tut­ saklarda olduğu gibi ganimete dahil edilir. Gördüğü bir maslahat nedeniyle karşılıksız yahut Müslüman esirler mukabilinde serbest bırakırsa esir gani­ met hissesinden düşülür. Fasıl (5 }: [Savaşçı Esirlere İlişkin Hükümler -ı-] 189. Kafir ordusundaki bir kişinin bir Müslümana savaştan öncesine ait bir borcu varsa ve bu kişi Müslümanlara esir düşmüşse, yanında bulunan yahut savaş sırasında esir düşmeden önce Müslümanlarca ele geçirilen mal­ lan ganimet kabul edilir. Söz konusu borcu zimmetinde kalır [ve dolayısıyla bu ganimet malından ödenmez]. Bu kişinin borcu savaştan önce sahip oldu­ ğu [ve Müslüman askerlerin savaş sürecinde ve sonunda ele geçirmedikleri] malından ödenir. Borcun ödenmesinin ardından bu maldan bir şey artarsa bu miktar ganimete dahil edilir. 190. Sultanın köleleştirdiği bir kafiri zimmiye yahut harbiye satması Şa­ fii ve Malik [b. Enes]'e göre caizdir. Ahmed [b. Hanbel] "Bu iki gruba satış caiz değildir" demiştir. Ebu Hanife ise "Yalnızca zimmiye satılır, harbiye satılmaz" görüşündedir. 118 Adl'e Boyun E§mek 191. Esir edilen kişi, harbe herhangi bir fiziki ve fikri katkısı olmayan son derece yaşlı biri yahut bir din adamı ise, -ve eğer yukarıda anlattığımız üzere [esire yapılacak muamele içinde] öldürmenin de bir seçenek olarak ge­ çerliliğini kabul eden görüşü benimsemişsek- sultan bahsi geçen dört seçe­ nek arasında tercihte bulunabilir. Öldürmeyi caiz görmeyen seçeneği benimsemişsek [sultan] diğer üç seçe­ nekten birini tercih eder. 192. Esirle ilgili hüküm böyledir. Esirin, esaret altındayken Müslüman olması durumunda yalnızca öldürme seçeneği ortadan kalkar ve sultan di­ ğer üç seçenekten, yani karşılıksız salıverme, fidye karşılığı bırakma yahut köleleştirme seçeneklerinden birini seçmekte serbesttir. Fasıl (6): [Savaşçı Esirlere İlişkin Hükümler 2 ] - - 193. Esirin beraberinde eşi ve küçük çocukları varsa [sultan] esirin ken­ disi hakkında dört seçenekten birini tercih edebilir, ancak karısı [ve küçük çocukları] hakkında herhangi bir tercih hakkı yoktur; onlara tutsak hüküm­ leri uygulanır. Kan-koca birlikte esir edildiğinde Şafii ve Malik [b. Enes]'e göre esaret altına alınmakla nikahlan fesholur. Aralarında cinsel ilişki gerçekleşip ger­ çekleşmemiş olmasının bu hükme tesiri yoktur. Zira Hz. Peygamber (sav) Evtas Gazvesinde şöyle buyurmuştur: "Hamile olanlarla doğuruncaya ka­ dar, hayızlı olanlarla da bu halleri bitinceye kadar cinsel ilişkiye giril­ mez. "79 Hz. Peygamber (sav) bu ifadesinde evlilerle diğerleri arasında ve tek başına tutsak edilen ile eşiyle beraber tutsak edilen arasında bir ayının yapmamıştır. Ebu Hanife, birlikte esir edilmeleri durumunda eşlerin nikahlarının de­ vam edeceğini, birinin tutsak edilmesi. durumunda ise nikahlarının son bu­ lacağını söylemiştir. Ancak yine ona göre tutsak alınan kadının kocası aynı savaşta esir edilmiş ise bu kadınla başkası cinsel münasebete giremez. Bu mesele, kendi mezhebi ile diğer mezheplere ait görüşler arasında ter­ cihte bulunmak durumunda kaldığında ihtiyatı tercih edenlerin, üzerinde dikkatle durarak tetkik etmeleri gereken bir meseledir. Kan-koca kölenin esir edilmeleri durumunda daha sahih olan görüş, ara­ larındaki nikahın devam edeceği yönündedir. Zira onlar ganimet hükmünde­ dirler ve kölelikleri devam etmektedir. 79 Benzer bir rivayet için bk. Ebu Davud, "Nikah", 44; Tirmizi, "Siyer", 15; Darimi, "Talak", 18; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 62, 87, 321. Ganimet ve Kısımlan 1 1 g Fasıl (7): [Kafir Savaşçıların Esir Alınmadan Önce Müslüman Olmaları] 194. Kafir, ele geçirilmeden önce Müslüman olursa canını kurtarmış olur. Malı ganimet, küçük çocuklan da tutsak olmaktan kurtulur. Yine eşi de ele geçirilmeden önce kendisiyle birlikte Müslüman olursa aynı hükme tabidir. [Fakat] sadece kendisinin Müslüman olması, kafirliği devam eden eşini kur­ tarmaz. Yine bu durum bülüğ çağına ermiş [fakat] Müslüman olmayan ço­ cuklannın esir olmasına da engel değildir. Bu kişi Müslüman olmadan önce kansı tutsak edilmiş ise yahut tutsak edilen bir zimminin eşi ise sahih olan görüşe göre aralanndaki nikah fesholur. 195. Bir Müslüman yahut zimmi tarafından azat edilen bir köle darül­ harbe gitse ve sonrasında biz onu esir alsak sahih olan görüşe göre, o bir zimminin azatlısı ise köleleştirilir; bir Müslümanın azatlısıysa köleleştiril­ mez. Böylelikle Müslümanın onun üzerindeki velayet hakkının iptal edilme­ mesi amaçlanır. Sulh yahut eman vermek suretiyle Müslümanlann hakimiyeti altına giren esirler yukanda zikredilen hükmün kapsamına girmezler. Daha önce de ifade ettiğimiz üzere onlar emanlan üzere bakidirler. 196. Ganimetin ikinci kısmı: Tutsaklar (Seby) Bunlar, kafirlerin çocuklan, kadınlan ve köleleridir. Bunlann hepsi gani­ met hükmünde olduklanndan öldürülmeleri caiz değildir. Kadın, tutsak edilmeden önce Müslüman olursa hür kalır. Müslüman ol­ mamış bir eşi varsa, nikahlan iddet süresi bitinceye kadar fesholmaz. Bu husus, günümüzde bize muhacir olarak gelen kadınlarla ilgili olarak da dikkat etmemiz gereken bir konudur. 197. Tutsak edilenler ganimeti hak edenler arasında şeriatın belirlediği şekilde taksim edildiğinde, hamile kadınlarla doğum yapıncaya, adet halin­ dekilerle bu halleri tamamıyla sona erinceye, hayız görmeyenlerle ise tam bir ay geçip bunlann adet görmediği kesin bir şekilde anlaşılıncaya kadar cinsel ilişkiye girilmez. [Bu son durumdakilerle ilgili olarak] üç ay beklemenin gerektiği ve bu hususta bekar ile dulun, küçük kız ile yaşlı kadının hükmünün aynı olduğu söylenmiştir. Cinsel ilişki dışındaki yakınlaşmalar hususunda ise ulema ihtilaf halindedir. 120 Adl'e Boyun Egmek Fasıl (8): [Tutsa.klan Karşılıksız Salıvermek] 198. Sultanın, tutsak edilenleri ganimette hak sahibi olanların rızasını aramaksızın fidye karşılığında serbest bırakma hakkı vardır. Bunların mal karşılığında salıverilmeleri durumunda alınacak bedel onların yerine gani­ mete eklenir. Müslüman esirler mukabilinde salıverilmişlerse onların karşı­ lığı [kadar mal] Müslümanların [bu türden] maslahatlarına [ganimetten] ay­ rılan payla telafi edilir. 199. Sultanın, tutsak edilenleri, ganimette hak sahibi olanların rızasını almaksızın karşılıksız olarak salıverme hakkı yoktur. Zira Hz. Peygamber (sav) Hevazin'de bu şekilde elde edilen esirleri hak sahiplerinin rızalarını alarak salıvermiştir. [Onların rızası], haklarından feragat etmeleriyle yahut [Müslümanların] maslahatlarına ayrılan paydan bedeli verilmek suretiyle elde edilir. Hiçkimse hakkından feragat etmek istemeyenleri [bunu yapma­ ya] zorlayamaz. Fasıl (9): [Esir Çocukların Dini Durumları] 200. Tutsak edilenler arasında o ordu içerisinde ebeveyni bulunmayan bir çocuk varsa, Ebu Hanife ve Şafü'ye (rh) göre bu çocuk onu tutsak edene tabi kılınır ve Müslüman olduğununa hükmedilir. Ancak ebeveyninden birisi ordu içindeyse din bakımından ona tabi kabul edilir. Ahmed [b. Hanbel] (rh) "Ço­ cuk herhangi bir şarta bakılmaksızın onu esir alana tabi olur" derken, Malik [b. Enes] (rh) eğer babası yanındaysa [din bakımından] ona tabi olacağı, an­ nesiyle beraberse onu esir alan Müslümana tabi olacağı görüşündedir. Esir alan Müslümana tabi olduğu görüşü ile hükmetmemiz durumunda çocuğun bir kafire satılması yahut fidye karşılığı bir kafire verilmesi helal olmaz. Fasıl (10): [Tutsakların öldürülmeleri, Kadınların Bebek ve Çocuklarıyla Esir Edilmeleri] 201. Müslüman, kafir topluluğunun üyesi olan bir çocuğu, kadını yahut köleyi öldürürse günaha girer. Aynca bunların kıymetini ödemesi, bu mikta­ rı ganimet mallarına iade etmesi gereklidir. Ancak Müslümanlara karşı fiilen savaşan kadın, çocuk veya köleyi öldüren kişi yukarıdaki hükümlerle sorumlu tutulmaz. Ganimet ve Kısımlan 121 202. Tutsak kadının bebeği yahut birden fazla çocuğu ve bebeği varsa bunlar ne ganimet taksiminde, ne alım-satımda ne de hibede birbirlerinden ayrılabilir. Bu durumda anne yerinde baba da olsa -daha sahih olan görüşe göre- çocuklarından ayırmak haramdır. Fasıl (11): [Ganimet Taksim yahut Tayininden Sonra Ele Geçirilen Mallar] 203. [Ganimetin] beşe bölünüp taksim edilmesinden önce ele geçirilen herşeyin ganimet mallarına iadesi gereklidir. Şer'i taksimat gerçekleşmeden önce bunlarda alım satım, hibe, cin�el ilişki ve yakınlaşma gibi tasarruflar caiz değildir. 204. [Ganimetin] beşe bölünüp taksim edilmesinden sonra yahut zama­ nımızda çoğunlukla olduğu üzere böyle bir taksim vuku bulmuyorsa dahi, kişinin [savaş sonrası] ele geçirdiği herhangi bir şeyden 'kurtulmasının' yo­ lu onu sultana vermesi ya da -ganimeti hak eden kişileri tanıyor, hepsini bulabilecek ve onlara ulaştırabilecek durumda ise- bizzat kendilerine ver­ mesidir. Bunu herhangi bir buluntu mal muamelesi yapılması için hakime de verebilir. Ganimet mallarına ait olduğu halde kişinin [taksimat yahut kime ait olduğunun tayini öncesi] ele geçirdiği herşeyde de aynı hüküm ge­ çerlidir. Fasıl (12): [Köle Kadınların Durumu] 205. Tutsaklar, Allah'ın izniyle aşağıda ele alınacağı üzere, beşe bölünüp şeriata uygun bir şekilde taksim edildikten sonra bu taksimde payına cariye düşen kişi ona malik olur. Hamile olup olmadığını anlayacak kadar bekledik­ ten sonra cariyeyle cinsel ilişkiye girmek, ondan çocuk sahibi olmak, onu sat­ mak, hibe etmek, serbest bırakmak gibi tasarruflarda bulunmak caizdir. Payına çocuk düşen kişi de onu satabilir, hibe edebilir veya serbest bırakabilir. Daha sahih olan görüşe göre, taksim edilmeden önce ganimete malik olunmaz. 206. Sultanın [ganimetin] belli kısımlarını askerlerin yalnızca belli bir kısmına tahsis etmesi caizdir. Buna "ortaklığa dayalı mülkiyet" denilmiştir. 80 Efendisine çocuk doğuran cariyeye ümmü veled denilmektedir. Bu cariye artık satı la­ maz, hibe vb. hukuki muamelelere konu olmaz. Efendisinin ölümünden sonra da özgür­ lüğüne kavuşur. Konuyla ilgili olarak bk. Muhammed Hamidullah, M. Akif Aydın, "Kö­ le", DİA, XXVI (Ankara 2002), s. 241. 122 Adl'e Boyun EOmelı: Fasıl (13): [Ganimet Taksimi Öncesi Cariyeyle ilgili Tasarruflar] 207. Ganimette hak sahibi olanlardan biri taksimat yapılmadan önce herhangi bir cariyeyle cinsel ilişkiye girerse Ebu Hanife (rh) ve Şafü'ye (rh) göre tazir cezasına çarptınlır; had cezası uygulanmaz. Malik [b. Enes] (rh) ise şu göıiiştedir: "Bu kişiye had cezası uygulanır ve kadının mehri kadar mik­ tan ganimete eklemekle sorumlu tutulur." Bizim [Şafii mezhebi] göıiişümüze göre [cariyeye] taksimattan önce malik olunabilir. Değeri biliniyorsa mehir ücreti o kişinin payına ganimetten düşen miktardan eksiltilir, eğer [cariye] onun hissesine düşmüşse değerinin tamamı düşüıiilür. Bu ilişkiden hamile kalması durumunda cariye "ümmü veled"80 ol­ maz. Ancak [ganimet] taksiminde o kişinin payına düşerse "ümmü veled" olur. Bu durumda çocuk da hür statüsüne geçer ve soyu o kişiye nispet edilir. Ebu Hanife (rh) ise taksimattan önce ilişkiye girilen cariyeden doğan ço­ cuğun, kıymeti ödenmesi gereken bir köle [statüsünde] olduğunu ve bu kıymetin ganimete dahil edilmesi gerektiğini söylemiştir. Fasıl (14): [Cariyelere İlişkin Bazı Meseleler] 208. Şöyle bir soru vaki olabilir: "Günümüzde [ganimetin] beşe bölünme­ sini ve şeriata uygun olarak taksim edilmesini terk etmek yaygın bir uygu­ lama ( wnumü'l-belva) halini almıştır. Bu durumda tutsak edilen kadınların helal olması nasıl mümkün olabilir?" Cevap olarak şunu söyleyebilirim: "[İmamü'l-Haremeyn'in babası] "Ebu Muhammed el-Cüveyni [v. 438] 'Yaşadığımız zamanda vera ve ihtiyat cariye edinmeyi terk etmektir' demiştir." [Yukandaki soruda] şer'i bir çözüm �ranıyorsa, buna niyetlenen kimse­ nin önünde iki ihtimal vardır: Ya cariyeyi azat edip onunla nikah kıymayı düşünüyordur yahut köleliği devam ederken onu cariye edinmek istiyordur. Eğer bu kişi cariyeyi azat ettikten sonra onunla evlenmeyi istiyor ve kıy­ metini ödeyecek kadar da maddi gücü bulunuyorsa, kendisi onu ganimet ola­ rak alan ordu mensubu ise yahut cariyenin bu ordudan kendisine alım-satım veya hibe gibi şer'i bir yolla ulaştığı biri ise -ki bu da ya askerlerden birinden yahut onlardan satın alan birinden ya da onlardan satın alandan satın alan birinden elde etmekle olabilir- takip edilecek yol cariyenin azat edilmesidir. Bu durumda daha sahih göıiişe göre, cariye üzerindeki hakkın helal edilme­ siyle cariye üzerindeki diğer muhtemel mülkiyet haklan da kalkar ve cariye hür olur. Cariye azat edildiğinde velayeti onu azat eden kimseye ait olur. Bu Ganimetve Ir:ı.sımlan 123 durumda hakimin, yahut şayet varsa baba, kardeş vb. şer'i bir veli[si]nin ve­ layetiyle, [azat eden] bu kişi yahut bir başkası cariyeyle evlenebilir. Azat edenin dışında birisinin bu cariyeyle evlenmesi, ihtiyat prensibini gözeterek [söylemek gerekirse] cariyenin sahibinin ve hakimin izninin alın­ masına bağlıdır. Böyle bir durumda cariyenin velayeti hakime ait olur. [Böy­ le bir ihtiyat yolunu tutmanın gerekçesi] cariyenin ganimetten pay sahibi başka birisine ait olması ve bu kimsenin kendi hissesinin azat edildiğini bil­ meme ihtimalidir. İhtiyat esasının gereğini yerine getirmek için, hak sahibine kıymeti ve­ rilmeden bu cariyeyle ne evlenilmeli ne de o [bir başkasıyla] evlendirilmeli­ dir. Allah'ın izniyle bu hususa ileride değinilecektir. Bu konuda ihtilaftan kurtulmak için şu söylenebilir: "Azat, ancak azat edilecek kişinin kıymetinin ödenmesiyle gerçekleşir." Fasıl ( 1 5 ): [Kimin Esir Aldığı Bilinmeyen Cariyeyle Evlenmek] 209. [Eğer soruyu soran kişi] cariye kölelik vasfını kaybetmeden onunla cinsel ilişkiye girmenin helal olup olmadığını kasdediyor ve [onu kimin esir aldığını] ordudaki asker sayısının çokluğundan dolayı, her askere tek tek sorma ihtimali bulunmuyorsa, takip edilecek yol cariyenin sultan yahut temsilcisinden satın alınmasıdır. Sultan da aldığı parayı beşe bölüp hak sa­ hipleri arasında taksim etmekle sorumludur. Ancak cariyeyi ganimet olarak ele geçiren kişiler sınırlı sayıda olup onları belirlemek -sözgelimi [bu kişiler] bir seriyyeye katılmış belirli sayıda ve herbiri bilinen askerlerden oluşuyorsa- ve kendilerine cariyenin [kıymeti­ nin] beşte dördünü ulaştırmak mümkünse [cariyeyle cinsel ilişkiye girmenin helal olmasının] yolu beşte birlik miktarı sultana, temsilcisine yahut haki­ me vererek cariyeyi askerlerden satın almaktır. Bu para sultana şer'i bir hak olarak alınan beşte birlik paydan yapılan harcamalarda sarfetmesi için ve­ rilirken, beşte dördü ise kim oldukları bilinen ganimet sahiplerine verilir. Sonra da [cariye] onlardan satın alınır ve bu durumda cariye, tıpkı benzer durumdaki diğer cariyeler gibi köle olmaya devam ederken onunla cinsel ilişkiye girmek de helal olur. Bu anlatılanların tamamı savaş veya daha küçük çaplı askeri akınlarla (icaf ve rikab) ganimet olarak alınan cariye için geçerlidir. Küçük bir grubun cariyeyi hırsızlık, ihtilas, sinsice darülharbe girerek insan kaçırma yoluyla el­ de etmesi durumunda hükmün ne olacağı hususu [mezhep] imamları arasında tartışmalıdır. Allah'ın izniyle bu hususu aşağıda ayrı bir fasılda ele alacağız. 124 Adl'e Boyun Egrnelc 210. Ganimetin Üçüncü Kısmı: Taşınmazlar. Müslümanların zor kullanarak ele geçirdikleri yahut kafirlerin, savaş, esir alma ve göç gibi gerekçelerle terk ettikleri her türlü gayrimenkul ve ara­ zi ganimettir. 211. Mezhep imamları bunların hükmü hakkında ihtilaf etmişlerdir. Şafii (rh) şöyle demiştir: "Bunlar beşe bölünür ve diğer ganimetler gibi taksim edilir. Zira Hz. Peygamber (sav) Hayber arazisini ganimetten hak sa­ hibi olanlar arasında taksim etmiştir. Şayet sultan onlardan [araziler üze­ rindeki haklarından] vazgeçmelerini ister, onlar da bir bedel karşılığında ya­ hut bedelsiz olarak bu isteğe rıza gösterirlerse bu da caizdir. Bu durumda bahis konusu yerler Müslümanlara vakfedilmiş olur. Hz. Ömer (ra) Irak'ta­ ki Sevad arazisinde böyle yapmıştır." Malik [b. Enes] (rh) şu görüştedir: "Ganimet olarak elde edilen arazi tüm Müslümanlar için vakfedilmiş hükmündedir; ne beşe bölünür ne de taksim edilir." Ebu Hanife'nin (rh) görüşü ise şöyledir: "Sultan bu hususta muhayyerdir. Diğer ganimetler gibi hak sahipleri arasında taksim edebilir yahut lrak'taki Sevad arazisinde olduğu gibi Müslümanlar için vakfedebilir veyahut da Mekke'nin fethinden sonra yapıldığı gibi kafirlerin ellerinde bırakabilir." Ahmed [b. Hanbel]'den (rh) ise yukarıdaki üç görüşün her birine benzer rivayetler nakledilmiştir. Fasıl (16): Beldelerin Sulh Yoluyla mı Yoksa Zor Kullanarak mı Fethedildiğinin Bilinmesi Hakkında 2 12. Şafii'ye (rh) göre Mekke -Allah o şehri şerefli kılsın- sulh yoluyla fet­ hedilmiştir. Zira Hz. Peygamber (sav) Memerrü'z-Zahran'da iken Mekkelile­ re eman vermiş ve "Ebu Süfyan'ın evine giren güvendedir. Kapısını kilitle­ yen güvendedir. Silah bırakan güvendedir"8 1 buyurmuştur. [0, sadece] biz­ zat isimlerini zikrettiği kişilerin öldürülmelerini istemiş ve onları verdiği emanın kapsamı dışında tutmuştur. [Fetih esnasında] ne bir savaş olmuş, ne kimse esir alınmış ne de herhangi bir mal, arazi yahut ikametgah taksimi yapılmıştır. Bu da [fethin] sulh yoluyla olduğuna delalet etmektedir. Ebu Hanife ve Malik [b. Enes] (rh) ise [Mekke'nin] zor kullanılarak fet­ hedildiği görüşündedirler. Ahmed [b. Hanbel']den (rh) her iki görüş de nakledilmiştir. 81 Müslim, "Cihad", 86; Ebu Davud, "İmare", 25; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 292, 538. Ganimet ve Kısımlan 125 Maverdi ise şöyle söylemektedir: "[Mekke'nin] alt kısmı Halid b. Velid'in zor kullanarak girmesi sebebiyle zor kullanılarak fethedilmiş, üst kısımlan ise sulh yoluyla fethedilmiştir. Hz. Peygamber (sav) sulh ile ele geçen kısım­ dan giriş yaptığı için [fethin nasıl olduğuna dair] hüküm verilirken onun gi­ rişi esas alınmıştır. "82 Mekke'deki evlerin satımı, mülk edinilmesi ve kiraya verilmesi Şafii'ye göre (rh) caiz iken, Ebu Hanife ve Malik [b. Enes]'e göre (rh) caiz değildir. Bu aynı zamanda Ahmed [b. Hanbel]'in de görüşüdür. 213. Şam bölgesindeki araziler [genelde] zor kullanılarak, [bu bölgenin] Kudüs, Nablus, Ürdün, Filistin, Basra ve Ecnadeyn gibi şehirleri ise sulh yo­ luyla fethedilmiştir. Dımaşk'a ise Ebu Ubeyde, Cabiye kapısından sulh yoluyla girmiş, Halid b. Velid ise Doğu kapısından zor kullanarak girmiştir. Her ikisi şehrin orta­ sında karşılaşmışlardır. Ancak fethi yapan kişi olarak Ebu Ubeyde kabul edilmiştir. Zira o tüm ordunun emiri idi. Humus zor kullanılarak fethedilmiştir. Hama, Şizra [Şeyzera] ve Baniye sulh yoluyla fethedilmiştir.83 Haleb ve Kınnesrin zor kullanılarak fethedilmiştir. 84 214. Mısır'ın ise hem sulh yoluyla fethedildiğini söyleyenler hem de zor kullanılarak fethedildiğini söyleyenler olduğu gibi bir kısmının zor kullanı­ larak, bir kısmının ise sulh yoluyla fethedildiğini söyleyenler de vardır. Ter­ cihe şayan görüş ise burasının iki kere fethedildiğidir: Birincisi sulh yoluy­ ladır. Sonra Mısırlılar anlaşmayı bozmuşlar ve Amr [b. el-As] burasını zor kullanarak yeniden fethetmiştir. Arazinin alacağı hüküm zorla fethedilmiş olmasına göredir. 215. Irak arazisi ise -tercihe şayan olan görüşe göre- zor kullanılarak fethedilmiş, sonra Hz. Ömer (ra) ganimetten hak sahibi olanların hakların­ dan vazgeçmelerini istemiş, onlar da kabul etmişlerdir. Ardından o da bu­ rasını Müslümanlara vakfetmiş, oradan alınan haracın da kira bedeli ( ücre) olduğunu belirtmiştir. 82 Maverdi'nin Mekke'nin fethine dair değerlendirmeleri için bk. el-Ahkıimü's-sultaniyye, s. 210-211. Bu kısımda Mfıverdi, İmam Malik ve Ebu Hanife'nin Mekke'nin zor kullanıla­ rak fethedildiği görüşünde olduklarını, İmam Şafü'nin ise sulh yoluyla fethedildiği gö­ rüşünde olduğunu ifade etmektedir. İbn Cemfıa'nın Halid b. Velid ile ilgili nakli bizim kullandığımız nüshada yer almamaktadır. 83 Bahsi geçen yerlerin Ebu Ubeyde b. el-Cerrah tarafından sulh yoluyla alındığına dair bk. Belazüri, Fütühu'l-büldan, s. 137. 84 Her iki belde de Ebu Ubeyde tarafından fethedilmiştir. Konuyla ilgili olarak bk. Belazü­ ri, Fütühu'l-büldan, s. 143, 150-153; Önkal, "Ebu Ubeyde b. Cerrah", s. 250. 126 Adl'e Boyun Egmek Ebu Hanife ve Malik [b. Enes] (rh) ise burasının sulh yoluyla fethedildi­ ği görüşündedirler. İmamlann bu hususta birçok farklı değerlendirmeleri ve ihtilaflan bu­ lunmaktadır. Tüm bunlan sıralamak bu muhtasar kitabın sınırlannı aşar. 216. Ganimetin Dördüncü Kısmı: Esir, Tutsak ve Taşınmaz Malların Dışında Kalanlar. Altın, gümüş, at, besi hayvanı, binek hayvanı, silah, elbise, takı, ev eşya­ sı, hububat vb. menkul mallann tümü beşe bölünüp taksim edilmesi gere­ ken ganimet mallan arasındadır. Ancak seleb yoluyla elde edilenler bundan hariçtir. Bunun tafsilatı da Allah'ın izniyle aşağıda gelecektir. Zira Hz. Peygamber (sav) Beni Kaynuka, Hayber, Huneyn ve diğer savaşlarda ele ge­ çirilen menkul mallan taksim etmiştir. Ondan sonra sahabe (ra) de aynı şe­ kilde davranmışlardır. Fasıl ( 17): [Ganimet Olma Açısından Kitaplar] 2 17. Ganimetler arasında kitap varsa şu ihtimaller söz konusudur: Eğer bu kitaplar şeriat ilimleri, tıp, matematik, şiir gibi dini açıdan öğre­ nilmesi caiz olan ilimlere dairse ganimete dahil edilir ve beşe bölünerek taksim edilirler. Açıkça küfre sevkeden (küfriyiit) ve sihirden bahsedenler gibi dini açı­ dan öğrenilmesi haram olan ilimlere dair iseler yakmak başta olmak üzere değişik yollarla yok edilirler. [Ancak bunlann mürekkepleri] temizlenip [ye­ niden] kullanılmalan mümkün olacaksa temizlenir. Bu durumda ganimete dahil edilirler. [Kitaplar arasında] Tevrat, Zebur ve İncil bulunursa [ne ya­ pılacağına dair] iki görüş vardır. İlk görüşe göre yakılırlar; ikincisine göre ise yukandaki [ikinci] hüküm [yani kitaplar gibi temizlenip yeniden kulla­ nılmalan] geçerlidir. Fasıl ( 18): [Ganimet Olma Açısından Bazı Hayvan Türleri] 218. Ganimetler arasında av şahini, atmaca ve kedi gibi malik olunma­ sı ve alınıp satılması caiz olan hayvanlar varsa bunlar da ganimete dahil edilir ve beşe bölünüp taksim edilirler. Av köpeği, çoban köpeği yahut ekin beklemekte kullanılan köpek varsa sultanın bunlan dilediğine verme hak­ kı vardır. Bunlar kendisine verilen kimsenin [ganimet payına] da dahil olGanimet ve K:ı.sımlan 127 mazlar, zira herhangi bir [maddi] kıymetleri bulunmamaktadır. Bu hayvan­ lar da istenirse taksim edilebilir; bu mümkün olmaz da [ganimetten hak sa­ hibi olanlar] bunları almak için birbirleriyle çekişirlerse kime verileceği ku­ ra ile belirlenir. Hiç kimsenin talip olmaması durumunda bunlar [ganimetin] beşte birinde hak sahibi olan kimselere verilir ve [diğerleri] onların paylarından sayılmaz. Fasıl ( 19): [Darülharbde Yiyip içmenin Sınırlan] 219. Darülharbde rast geldikle� yiyecek, et ve meyvaları yemeleri, karın­ larını doyurmak için eti yenilen hayvanları boğazlamaları yalnızca mücahid­ lere caizdir. Hayvanlarını saman, arpa vb. yemlerle yemlemeleri de aynı hükme tabidir. Bunlar sebebiyle [ganimet] taksiminde onların hisselerinde herhangi bir eksiltmeye gidilmez. Bu hususta, fakir ile zengin, muhtaç ile muhtaç olma­ yan eşittir. 220. [Mücahitlerin] av şahini, atmaca vb. hayvanlarını rast geldikleri bir yiyecek maddesiyle ücretini ödemeden doyurmaları ise caiz değildir. Ya bun­ lar için malzeme satın alınır; yahut [rastladıklarını yedirmeleri durumunda] ganimet taksiminde [sahiplerinin] paylarına düşen miktardan ödeme yapı­ lır. İnsanlar ve binek hayvanlanyla bunlar arasında fark bulunmaktadır. Zi­ ra insan ve binek hayvanı cihad edebilmek için [birşeyler yemeye] ihtiyaç duymaktadır. Halbuki şahin ve buna benzer hayvanlar için böyle bir durum söz konusu değildir. 221. Bahsi geçen malların mücahid olmayan birine satılması yahut borç olarak verilmesi caiz değildir. Böyle bir şeyin yapılması durumunda [satım yahut borç vermeye konu olan] şeylerin tekrar ganimet mallanna katılması gerekmektedir. Bir mücahide borç olarak verilmesi durumunda onun bedeli yalnızca darülharbde onundur. Böylece darülharbde mevcut mallar arasına katılır; borçlunun mallan arasına değil. Her ikisi bedelin ödenmesinden ön­ ce darülislama giriş yaparlar da, bedel, borçlunun elinde olursa, bu miktar ganimetlere geri katılır. Gazilerin elinde bundan fazla bir şey kalırsa arala­ rında dağıtılmak üzere ganimetlere iade edilir. Yiyecek azalır yahut müca­ hidler mevcut [mallar için] münakaşa ederlerse sultan ihtiyaçları oranında [bunu] aralarında dağıtır. Tüın bu hususlarda darülislam ile darülharb arasındaki şeylerin hükmü darülharbin hükmü gibidir. 128 Adl'e Boyun E§mek Fasıl (20): [Ordu Komutanına Verilen Hediyeler] 222. Kafir ordusu komutanının, Müslümanların komutanına hediye olarak verdiği herşey, eğer aralarında bir harb vuku bulmamış ise, [Müslümanların komutanının] malıdır. Ancak arada harb varsa [Müslümanların komutanı] o hediyeyi sahiplenemez. Bilakis Şafii, Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel]'e (rh) göre bu hediye ganimet mallarına dahil edilir. Ebu Hanife (rh) ise bahsi geçen hediyenin [arada savaş olup olmadığına bakılmaksızın] Müslüman komutana ait olacağını söylemiştir. Bu görüş Ah­ med [b. Hanbel]'den de nakledilmiştir. Fasıl (21): [Darülharbden Mal Kaçırmak] 223. Müslüman bir ferdin, yahut [askeri müfreze oluşturamayacak ka­ dar] az sayıdaki bir topluluğun darülharbe gizlice girerek kafirlerden mal çalması veya tutsak alması durumunda; ya da bir Müslümanın, bir harbinin malını hile ile ele geçirmesi yahut pazarlık yaparak aldıktan sonra kaçması veya [borcunu] inkar etmesi durumunda bu alınan mallar, alan kişiye yahut gruba ait kabul edilir, beşe bölünüp taksim edilmez, denmiştir. İmam Gaz­ zali ve diğer bazı [alimler] bu görüşü tercih etmişlerdir. Bir başka görüşe göre ise [alınan mal] ganimet hükmündedir; beşe bölü­ nüp taksim edilir. 224. Bir askeri birliğin (seriyye) sultandan izin almaksızın sinsice [saldı­ ran] kişilerle gaza etmesi durumunda [elde edilen malların] hükmü de aynı­ dır. Ebu Hanife bu konuda, savaşanların düşmanı alt etmeye yetecek bir kuvvetlerinin olması durumunda [malların] beşe bölünüp taksim edileceği­ ni, böyle bir kuvvetlerinin olmaması durumunda [elde edilenlerin] kendile­ rine ait olacağını söylemiştir. Yine Ebu Hanife'den gelen bir rivayete göre, söz konusu mallar beytül­ male aittir; ama bu durumda savaş ve ardından galibiyet kazanarak her­ hangi bir şey alınmış ise ganimet hükmü geçerlidir. [Bu durumda elde edi­ len mallar] beşe bölünüp taksim edilir. Fasıl (22): [Darülharbdeki Buluntu Mal ile Darülharbden Kaçan İnsan ve Hayvanların Durumu] 225. Bir Müslümanın darülharbde bir mal bulması durumunda bunun bir Müslümana ait olma ihtimali varsa malı bulduğunu ilan eder. Bu konuGanimet ve Kısımlan 129 da [darülislamda cari olan] ilan süresi geçerlidir, denildiği gibi iki yahut üç günün yeterli olacağı da söylenmiştir. Malın bir Müslümana ait olma ihtima­ li yoksa yahut ilan edildiği halde sahibi çıkmamışsa malın ganimet hükmün­ de olacağı söylenmiştir. Bir başka görüşe göre ise mal, bulan kimsenin olur. 226. Çocuk, kadın yahut harbinin eman almaksızın darülislama girmesi durumunda sultan bu evsaftaki kişilerin köleleştirilmesini tercih etmiş ise bir Müslümanın bunları ele geçirmesi durumunda bir görüşe göre fey hü­ kümleri geçerlidir. Aynı durum, darülislfuna giren at ve katırların elde edil­ mesi hususunda da söz konusudur. Bu meseleye yukarıda işaret edilmişti. Ahmed [b. Hanbel] (rh) bunların alan kimseye ait olduğunu söylemiştir. Ebu Yusuf ve [İmam] Muhammed ise (rh) "Ele geçirilen harbi ise ele geçiren kimsenin olur; katır veya at ise fey hükmündedir" görüşündedirler. Fasıl (23 ): [Darülharbdeki Mübah Mallar* ] 227. Darülharbdeki mübah mallar, yani otlar, odunlar, kara ve deniz av hayvanları gibi mallar kimin tarafından elde edilirse, maliki o kişi olur; tıp­ kı darülislamdaki gibi bu mallar alana ait kabul edilir. Söz konusu mübah mallar üzerinde, özel bir mülkiyete dahil olduğuna dair göze çarpan bir ema­ resi varsa iki ihtimal söz konusudur: Eğer böyle bir malın bir Müslümana ait olma ihtimali varsa lukata hükümleri geçerlidir. Buna göre, bulan kişi, sa­ hibini tesbit için ilan eder; bu malın bir Müslümana ait olma ihtimali yoksa ganimet hükmündedir. Fasıl (24): [Ganimeti Hak Etme Açısından Öncü Birlikler] 228. Sultan darülharb cihetine bir askeri birlik (seriJYe) gönderdiğinde, şayet kendisi ve ordusu darülislamda kalmışsa seriyye [elde ettiği] ganime­ tin beşte dördünde hak sahibidir, ordunun alacağı bir pay yoktur. Şayet or­ du da darülharbin başka bir tarafında ise seriyye ve ordu elde ettikleri gani­ metlerde müşterektir. 229. Ordu komutanı aynı cihete iki seriyye gönderir, bunlar da ihtiyaç halinde yardımlaşmak üzere birbirlerine yakın olacak şekilde hareket eder­ lerse herbirinin aldığı ganimete diğeri de ortak olur; bunlar tek bir ordu gi­ bi kabul edilir. * "Mübah mal", üzerinde mülkiyet hakkı olmayan sahipsiz mallardır. Burada kastedilen "mülkiyet altına alınmaya elverişli olduğu halde bilfiil mülkiyet altında olmayan" mal­ lardır. Konuyla ilgili olarak bk. Hasan Hacak, "Mal", DİA , XXVII (Ankara 2003), s. 464. 130 Adl'e Boyun �mele Fasıl (25): [Savaşçıların Elde Ettikleri Her Türlü Mala Sahip Olabileceklerini ilan Etmek] 230. Savaş başlamadan önce komutanın "Herkesin ele geçirdiği mal ken­ disine ait olacaktır" demesi caizdir. Ebu Hanife (rh) ve [bir rivayette] Ahmed b. Hanbel (rh) "Böyle bir durum, sahihtir; kim neyi almışsa ona sahip olur" demişlerdir. Bu görüş aynca Ma­ lik [b. Enes]'ten de (rh) nakledilmiştir. Şafii'nin bazı talebeleri de aynı görüştedir. Şafii mezhebinin makbul ( za ­ hir) görüşü ise bunun sahih olmayacağı, kim neyi almışsa ganimet malları­ na iade etmesinin farz olduğu yönündedir. Bu görüşün delili şu ayetin zahi­ ri anlamıdır: "Ganimet olarak aldıklarınızın beşte biri Allah'ın ve Resu­ lü'nün hakkıdır" [Enfal, 8/41]. Bir diğer gerekçe ise bu durumun, askerlerin savaşa odaklanmak yerine ele geçirecekleri mallan düşünmekle meşgul ol­ malarına yol açacağıdır. Ordu komutanının bu sözünü fetih yahut zaferden sonra söylemesi duru­ munda ise bir geçerliliğinin olmadığı hususunda [ulema nezdinde] ittifak vardır. Fasıl (26): [Ganimet Malını Gizleyerek Haksız Kazanç Elde Etmek] 231. Ganimette gulıJ.l ittifakla haramdır. GulıJ.l, ganimet mallarından herhangi bir şeyin imamdan yahut temsilcisinden (naib) gizlenmesidir. Ga­ nimetin az bir kısmının gizlenmiş olması da [bir kısmının] telef edilmesi de aynı hükme tabidir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim hıyanet ederse (gulıJ.J), hıyanet ettiği şeyi kıyamet günü getirir" [Ali İmran, 3/161]. Ayetin manasının "o şeyi sırtında taşıyarak getirir" şeklinde olduğu da söylenmiş­ tir. Bir başka görüşe göre ise anlam, "o mal sırtında olduğu halde ahirette huzura gelir" şeklindedir. Sünnette de bu konuda ağır tehdit içeren çok sayıda hadis-i şerif vardır. Bunlardan birisi şöyledir: "Hz. Peygamber'in (sav), adı Müdğam olan bir hiz­ metçisi vardı. Vadi'l-Kura'da o, Nebi'nin (sav) [devesinin] semerini hazırlar­ ken uzaktan atılan bir okun isabet etmesiyle öldü. [İnsanlar onun hakkında] 'Cennete merhaba dedi' şeklinde bahsedince Hz. Peygamber (sav) şöyle bu­ yurdu: 'Kesinlikle hayır! Canımı elinde tutana yemin olsun ki, cübbesi ateş 85 Benzer bir rivayet için bk. Buhari, "Cihad", 14, "Rikak", 51; Tirmizi, "Fedfillü'l-cihad", 14, "Tefsirü Sure 23", 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 22, 23, 46; III, 260, 264, 272. 86 Benzer bir rivayet için bk. Ebu Davud, "Nikah", 44; Ahmed b. Hanbel, Müsned, iV, 108. Ganimet ve lısunlan 131 olup onu yakacaktır.' Bu kimse, Müslümanlara ait feyden gizlice almıştı. Bir adam [bunu] işitti ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Ben, kendime ait bir çift terlik için [ganimet mallan arasından] bağcık aldım.' Hz. Peygamber (sav) '[Ahirette] onlann aynının ateşten olanını alacaksın' cevabını verdi."85 Bir başka rivayette ise "Allah'a ve ahiret gününe inanan bir kişinin taksim edil­ meden önce bir ganimet malını satması helal olmaz"86 buyurulmuştur. Benim görüşüm şudur: "Dini konusunda ihtiyatı elden bırakmayan kim­ senin bu hadisi iyice dikkate alması gerekmektedir. Taksimat yapılmadan önce ganimet mallanndan herhangi birşeyi satın alıp satan kimse de ha­ dis[teki tehdid]in muhatabıdır." Fasıl (27): [Ganimetten Çalınan Malın Hükmü] 232. [Kıymeti] az dahi olsa, herhangi bir ganimet malını gizlice alan kim­ senin, o malı taksim edilmek üzere ganimet mallanna iade etmesi vaciptir. Bu kimsenin aynca tevbe ve istiğfarda bulunması da vaciptir. Eğer [gizlice alınan şey] bir cariye ise onunla cinsel ilişkiye girmek, yahut diğer şekiller­ de faydalanmak veya onu satmak haramdır. [Bu cariyenin] satılması duru­ munda onu satın alan kimse de bu sayılan hükümlere tabidir. Ya da bizim bu konuyla ilgili olarak yuk.anda zikrettiğimiz çarelere başvurması gerekir. Çağımızda bu konuda [cevaz] fetvası veren kimselerin fetvalarına aldanıl­ maz. Zira bu [fetva] hem selef hem de halef alimleri nezdinde yanlış kabul edilmiştir. Ahmed b. Hanbel (rh) şöyle demektedir: "Ganimetten gizlice mal kaçıran kimsenin [bunun dışındaki] mallan bir hayvan yahut mushaf olmadığı müd­ detçe, bu fiilin cezası olarak yakılır. Tutsak edilenler gizlice kaçırılırsa, ceza olarak tabii ki yakılmaz. Zira bu, ganimetten pay sahibi olanların hakkıdır. "87 Tüm bu anlatılanlar, sultan yahut temsilcisinin savaş başlamadan önce "Kim neyi elde ederse onun sahibi olur" dememeleri durum unda geçerlidir. Böyle demesi durumunda bu ifadenin hükmünün ne olacağını ve bu konuda­ ki farklı görüşleri yukanda anlattık. 87 Taksimden önce çalınan mallannın yakılmasıyla ilgili tartışmalar hakkında bir değer­ lendirme için bk. Ferhat Koca, "Gulılr, DİA, XN (İstanbul 1996), s. 191-192. 132 Adl'e Boyun �ek Ondördüncü Bölüm Ganimet Taksimi* 233. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ganimet olarak aldıklarınızın beşte biri, şayet Allah'a, kulumuza indirdiğimize ve hak ile batılın ayrıldığı güne iman ediyorsanız, mutlaka Allah'ın, Resı1lü'nün, akrabaların, yetimle­ rin, miskinlerin ve yolda kalmışlanndır" [Enfal, 8/41]. Bu [ayeti] yukarıda nakletmiştik. Sahih olarak rivayet edilmiştir ki, Hz. Peygamber (sav) Beni Kaynuka ganimetlerini beşe bölüp taksim etmiştir. Bunlar, İslam'da beşe bölünen ilk ganimet mallarıydı. Hz. Peygamber (sav) benzer şekilde Hayber, Huneyn ve diğer bazı [seferlerde elde edilen] ganimetleri de taksim etmişti. İmkan elverdikçe ganimetin bu şekilde taksim edilmesinde icma vardır. [Ancak] savaş sürerken taksim yapılmaz. Böylece insanların savaştan alıko­ nulmalarının önüne geçilmiş olur. Aynca düşmana karşı zaferin elde edilme­ si ve böylece ganimet mallan üzerindeki mülkiyetin kesin hale getirilmesi amaçlanır. Savaş bitip asayiş sağlanınca taksimat yapılır. Şafii'ye (ra) göre taksimatın darülharbde yapılması evladır. Ancak bu işin darülislama ertelenmesi de caizdir. Ebu Hanife'ye (ra) göre ise ganimet sadece darülislamda taksim edilir. Malik [b. Enes] (ra) ise malların [darül]harbde, tutsakların darülislamda taksim edileceğini söylemiştir. Şafiilerden bir grup ise bu işin imama bırakılacağını, onun maslahata uy­ gun olan hükme varmasının doğru olacağını söylemiştir. Fasıl ( l ): [Ganimet Taksiminin Aşamalan] 234. [Bu fasıl] ganimet taksiminin düzeni hakkındadır. Buna göre ilk ola­ rak [düşman ölülerinin] teçhizatından (seleb) başlanır. Ardından ele geçiritam tercümesi şu şekildedir: "Ganimet Taksimi, Ganimeti Hak Edenler, Yöne­ * Başlığın ticilerin Bu Konuda Yapması Gerekenler". Ganimet Taksimi 133 len harb erzakı ve malzemeleri gelir. Daha sonra ganimeti beşe bölme işle­ mine girişilir. Akabinde beşte dördün içinden [kadın, köle, çocuk ve kafirle­ re verilen] paylar (radh), sonra beşte dörtlük kısım ve son olarak da beşte birlik kısım hak sahiplerine taksim edilir. Ganimet taksiminde ilk olarak ölü [düşman askerinin] teçhizatından başlanır. Öldürdüğü kimseyi tanıyan kişiye onun üzerinden çıkanlar verilir. Ancak bunun, Allah'ın izniyle daha sonra zikredeceğimiz dört şartı bulun­ maktadır. Ahmed [b. Hanbel] (rh) de bu görüştedir. Malik [b. Enes] (rh) ve Ebu Hanife (rh) ise sultanın yahut naibinin savaş başlamadan önce izin vermesi durumunda kişinin öldürdüğü askerin teçhi­ zatını hak edeceği, aksi takdirde hak etmeyeceği görüşündedirler. Ahmed b. Hanbel'den (rh) ise şöyle bir görüş nakledilmiştir: "Eğer kişi düşman askerini mübarezede öldürmüşse onun teçhizatını hak eder; böyle olmamışsa hak etmez. Bu teçhizat beşe bölünmez; tamamı [hak] sahibine teslim edilir." Malik [b. Enes] (rh) teçhizatın diğer ganimet mallan gibi beşe bölüne­ ceğini ve ganimetin aslından alınacağını söylemiştir. [Yine] Malik [b. Enes] (rh) şu görüşü dile getirmiştir: "[Bu teçhizat] beşte birlik hissenin beşte bi­ rinden hesaplanır. Tüm bunların delili Hz. Peygamberin (sav) şu sözüdür: 'Kim bir kişiyi öldürür de buna dair bir delili bulunursa [öldürdüğü kişinin] teçhizatı kendisinin olur.'"88 [0, (sav)] bir casusu kimin öldürdüğünü sor­ duğunda, kendisine "Onu İbn el-Ekva' öldürdü" denilmiştir. Bunun üzeri­ ne "Tüm teçhizatı onundur" buyurmuştur. Bedir Gazvesinde de Ebu Kata­ de'ye, öldürdüğü kişilerin teçhizatlarını vermiştir. Ebu Katade, yaklaşık yirmi kişiyi öldürmüştü. Fasıl (2): [Düşman Teçhizabru Hak Ebnenin Şartlan] 235. [Ölü düşman askerinin] teçhizatını hak etmenin dört şartı vardır: Birincisi, [düşman askerini] öldürmek için o askerin saldırısına denk bir mücadeleye girişmiş olmaktır. Bir hisardan veya ordu saflarının arkasından atılan bir okla, veyahut hedef gözetmeden kafir topluluğuna fırlatılan okun isabet etmesiyle öldürülen kişinin teçhizatını bu oku atan kişi hak etmez. İkinci şart, [düşman askerinin] savaş esnasında öldürülmüş olmasıdır. Düşman ordusunun hezimete uğradığı bir esnada öldürülen askerlerin teç88 Buhari, "Humus", 18, "Meğazi", 54; Müslim, "Cihad", 42; Ebu Davud, "Cihad", 136; Tir­ mizi, "Siyer", 13; İbn Mace, "Cihad", 29; Muvatta, "Cihad", 18; Ahmed b. Hanbel, Müs­ ned, V, 12, 295, 306. 134 Adl'e Boyun E§mek hizatı hak edilmez. Tek başına kaçan yahut geri çekilen askeri öldüren ise teçhizatı hak eder. Üçüncü şart, [düşman askerinin] karşı koyma imkanı varken öldürülme­ sidir. Bir esiri yahut ağır yaralı birini öldüren kişi teçhizatı hak etmez. Dördüncü şart, düşman askerini zarar veremez hale getirecek şekilde mağlup etmektir. Bu da öldürmekle, ağır yaralamakla, ellerini ve ayakları­ nı kesmekle yahut bir el ve bir ayağını kesmekle, kör etmekle ya da -tercih edilen sahih bir görüşe göre- onu esir etmekle gerçekleşir. Bir kısım [fukaha] ise beşinci bir şart daha öne sürmektedir. Bu da öldü­ ren kişinin [ganimet hissesinden] payı olan kimselerden olmasıdır. Köle ve kadın gibi kendisine [ganimetten pay değil de] ikramiye kabilinden birşey­ ler verilen kimseler teçhizatı hak etmez. Bir askerin öldürülmesine yahut yaralanmasına iki kişi ortak olursa teç­ hizatına da ortak olurlar. Biri el ve ayaklarını kesmiş, diğeri öldürmüşse, teçhizat el ve ayaklarını kesen kişinindir. Zira, düşman askerinin karşı koy­ ma gücünü ortadan kaldıran odur. Biri düşmanın ellerini kesmiş, diğeri öl­ dürmüş ise daha sahih olan görüşe göre, teçhizat öldürenindir. Savaşmayan bir kadının yahut çocuğun öldürülmesi durumunda ise teçhizat hak edilmez. Fasıl (3): [Düşman Teçhizabmn Kapsamı] 236. Teçhizat, öldürülen kişinin elinde bulunan elbise, at, silah, kuşak, at koşumu ve atla ilgili diğer malzemelerdir. Öldürülen kişinin ordugahta bulunan mallan teçhizata dahil değildir. Bunlar -daha sahih görüşe göre­ umumi ganimete dahildir. Öldürülen düşmanın sırtına asılı heybe vb. de bu hükümdedir. Fasıl (4): [Ganimetin Beşe Taksimi] 237. Teçhizat [paylaşımı] bittikten sonra sıra düşmanın saklayıp nakletti­ ği erzaklanna gelir. Ardından, diğer ganimet mallan cinslerine göre beş pa­ ya taksim edilir. Herbir cinsin ayn bir kısım olarak paylaştırılması caizdir. Ganimetten hak sahibi olanlara farklı cinslerden ganimet dağıtımı da caizdir. Zira ganimet taksiminde bizzat mallar değil kıymetleri dikkate alınır. Beşe bölünme işlemi tamamlanınca beş pay için kura atılır. Bu beş par­ ça kağıdın birinin üzerine, "Allah'ın, yahut [Müslümanların] maslahatlan­ nın" ifadesi yazılır. Diğerlerinin üstüne ise "ganimet sahiplerinin" ifadesi ya­ zılır. Sonra kağıtlar katlanır. Kağıtla ilgili bu işleme müdahil olmayan bir kiGanimet Taksimi 135 şi beş parçadan her birinin üzerine bir kağıt koyar. Buna göre her bir payın üzerine hangi kağıt düşmüş ise o pay ona verilir; beşte birlik pay böylece be­ lirlenince gerisi ganimet sahiplerine ayrılmış olur. Fasıl (5): [Ganimetten Pay Sahibi Olmayanlara Maktu Bir Bedel Verilmesi] 238. Beşe bölme işlemi bitip, beşte birlik pay kura ile belirlendikten son­ ra beşte dörtlük kısım ganimetten pay sahibi olanlar arasında paylaşılmadan önce [köle, kadın, çocuk ve kafirlere maktu bir bedel kabilinden verilen] kü­ çük payların dağıtımına başlanır. Bu paylan hak edenler dört sınıftır: Çocuk, kadın, köle ve imamın gördüğü bir maslahat üzerine savaşa getirttiği kafir. Bu dört sınıfa belirli miktarlar verilir, bunlar ganimetten pay alamazlar. Hadis-i şerifte bildirildiğine göre Hz. Peygamber (sav) beraberinde ge­ len bir köleye bir kılıç vermiş, ona ganimet hissesinden bir şey vermemiş­ ti.89 Hz. Peygamber'in (sav) gazvelerine kadınlar da katılıyordu; fakat o, kadınlara ganimetten pay vermiyordu.90 O, Beni Kaynuka Yahudilerinden yardım istemiş; bu kimselere de ganimetten hisse değil, maktu bir bedel vermişti. Malik [b. Enes] (rh), savaşmaya gücünün yetmesi durumunda mürahik sabiye ganimetten hisse verileceğini, kadınlara ise maktu bir bedel verileme­ yeceğini söylemiştir. Ordu tüccarları, zanaatkarlar ve ücretli [işçiler], savaşa katılmaları du­ rumunda ganimetten pay alırlar, katılmamışlarsa alamazlar. Malik [b. Enes] (rh), bu kişilere ganimet hissesi verilmeyeceği görüşündedir. Bir görü­ şe göre bunlara maktu bir bedel verilir. Maktu bedel (radh) ordu komutanının yukarıda zikredilen dört sınıfa verdiği şeylerdir. Bunların miktarı komutanın re'y ve ictihadına bırakılmış­ tır. Fakat bu miktar, savaşçıların ganimetten alacakları hisse kadar olamaz. Fasıl (6): [Taksim Edilen Ganimetin Pay Sahiplerine Dağıblması] 239. Bahşişlerin dağıtımının bitirilmesinin akabinde beşte dörtlük kıs­ mın ganimetten hisse hak edenler arasında paylaştırılmasına geçilir. Bu ki89 Benzer bir rivayet için bk. Tirmizi, "Siyer", 9. 90 Benzer bir rivayet için bk. Müslim, "Cihad", 137; Tirmizi, "Siyer", 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 308. 136 Adl'e Boyun EQmek şiler, gaza niyetiyle savaşa iştirak eden hür ve herhangi bir sakatlığı olma­ yan Müslüman erkeklerdir. Bu hususta maaşlı askerler ile gönüllüler ara­ sında bir fark bulunmamaktadır. Ordu savaş düzeninde yer almaları duru­ munda savaşanla savaşmayan müsavidir. Savaşın başından itibaren mey­ danda bulunan ile savaş devam ederken katılan arasında da bir fark bulun­ mamaktadır. Ebu Hanife (rh) şöyle söylemiştir: "Destek birlikleri, darülharbe girdiğin­ de savaş devam ediyorsa [ganimeti] hak ederler. Bu kimseler savaşa yahut kalenin fethine yetişemeseler de durum değişmez." Savaş devam ederken hastalanan kimse [ganimette] hak sahibi olmaya devam eder. Savaş başlamadan önce kendisi yahut atı ölen kimselerin [ganimetteki] kendilerine veya atlarına verilecek olan hisseleri düşer. Ölüm savaştan son­ ra gerçekleşirse haklan bakidir. Savaş esnasında ölmeleri durumunda, daha sahih olan görüşe göre [hü­ küm şöyledir]: Bu esnada ölen at için bir pay ayrılır, süvari için ise herhan­ gi bir pay verilmez. Ebu Hanife (rh) ise atın yahut süvarinin darülharbe girdikten sonra öl­ mesi durumunda haklarının baki olacağı görüşündedir. Fasıl (7): [Ganimet Dağıbmında Muhtelif Durumlar - ı- : Süvari ve Piyadelerin Ganimet Paylan] 240. [Ganimetten] pay almayı hak edenler arasında eşitlik sağlanması vaciptir. Kimseye fazla verilmez. Bu konudaki istisna süvariler ile piyadeler arasındadır. Piyadeye bir pay, süvariye üç pay verilir. Bunlardan biri kendi­ si, ikisi atı içindir. Malik [b. Enes], Ahmed [b. Hanbel] ve ulemanın çoğunlu­ ğu bu görüştedir. Ebu Hanife (rh) ise birisi kendisi, öbürü atı için olmak üzere süvariye iki pay verileceği görüşündedir. Sahih sünnet onun [bu görüşünün] aleyhine bir delil teşkil etmektedir. Ahmed [b. Hanbel] (rh) atın atik olması durumunda iki pay alacağını, he­ cin, mukarrafyahut birzevn olması durumunda ise bir pay verileceğini söy­ lemiştir. Atik, safkan Arap atlara denir. Birzevn, ana-babası Arap olmayan atlara denir. Hecin, babası Arap, anası acem olan atlara denir. Mukarrafise baba­ sı acem, anası Arap olan atlardır. Ganimet Taksimi 137 241. Birden çok atla [savaşa katılan] kişiye [ganimetten] sadece bir atı için pay verilir. Ahmed [b. Hanbel] (rh) [en fazla] iki at için pay verileceği görüşündedir. 242. Tercihe şayan olan görüşe göre [orduda bulunmasında bir fayda olma­ yan] sıska at için herhangi bir pay verilmez. 243. Gasp edilmiş bir atla savaşılması durumunda, eğer at sahibi de sa­ vaşa iştirak etmişse [ata ait] iki pay ona verilir. [At sahibi] savaşa katılma­ mışsa bu paylar [gaspettiği atla savaşa katılan] savaşçının olur. At sahibine ise ecr-i mis] verilir. Ahmed [b. Hanbel] (rh) savaşa iştirak etsin etmesin iki payın atın sahi­ bine verileceği görüşündedir. 244. At dışındaki [hayvanlara] ganimet payı verilmez. Onlara maktu üc­ ret verilir. Deve ve fil katıra, katır ise merkebe nisbetle daha yüksek bir bedel alır. Fasıl (8): [Ganimet Dağıbınında Muhtelif Durumlar -2-: Ganimet Paylarının Belli Özellikteki Kişiler İçin Artbrılması] 245. Savaşçılar arasında harpte üstün [bir mücadelede bulunan] ve düş­ mana [büyük bir] zayiat veren biri varsa sultanın [Müslümanların] maslahat­ larına ayrılan paydan onun ganimet hissesine, savaşa olan katkısı nispetinde ilave yapma hakkı vardır. Zira Hz. Peygamber'in (sav) bir seriyyeye fazladan pay verdiği bilinmektedir. Nefel, ordu komutanının, düşmanın moral gücünü çökertmek, zaferi sağ­ lamak, bir hisarın yerini göstermek, pusuyu savuşturmak, bir kötülüğü ber­ taraf etmek gibi işler yapan kimselerin ganimetten hak ettikleri hisselerine ilave mal koymasıdır. Bu, muayyen bir kişi için olabileceği gibi belirli bir top­ luluk için de olabilir. [Ordu komutanının] şöyle sözler söylemesi caizdir: "Bana falanca kaleyi gösteren kişiye filanca malı vereceğim." Aynı şekilde "Kale kapısını açana, falancayı öldürene, filancayı bana getirene" gibi şartlar koşarak [ödül vaat edebilir]. Bu durumda denileni yapan kimseler şart koşulan ne ise onu hak ederler. Nefelin [Müslümanların] maslahatlarına ayrılan hisseden verilmesi caiz­ dir. Bunun ganimetin aslından olması şart koşulmuşsa -yapılan işe yahut işin tehlikesine göre belirleyip üçte bir yahut dörtte bir denilmesi gibi- bunu ordu komutanı kendi görüşüne göre belirler. Hadis-i şerifte nakledildiğine 138 Adl'e Boyun Egmek göre Hz. Peygamber (sav) öncü ( el-bedae) konumundakiler için dörtte bir; artçı (er-rac'a) konumundakiler için üçte bir oranında nefel vermişti.9 1 Öncü, komutanın darülharbe girmeden önce öncü olarak gönderdiği bir­ liğe denilir. Artçı ise komutanın darülislama dönmek üzere harekete geçme­ sinden sonra düşman tarafına geri gönderdiği seriyyedir. Bu konumdakilere fazla verilmesinin sebepleri şunlardır: Bu birlik [savaş] yorgunluğunun üs­ tüne tekrar geri dönmeyi gerektiren bir dunırndadır; [yapılan savaş nede­ niyle] düşman bunların varlığından haberdardır; İslam ordusu uzaklaşmış­ tır. Bu özellikler öncü birliklerinde yoktur. IDema yukarıdaki hadiste geçen "üçte bir" ile "dörtte birin" neyi ifade ettiği üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısım alimler bunun ganimetin üçte biri yahut dörtte biri olduğu görüşünü dile getirmiş; diğer bir kısmı [bu kim­ selerin] hak ettikleri [ganimet] paylarının üçte bir yahut dörtte bir oranında artırılması olduğu görüşünü öne sürmüştür. Bahsi geçen nefelin nereden verileceği hususunda da ihtilaf edilmiştir. Bunun ganimetin henüz taksim edilmemiş bütününden verileceğini söyle­ yenler olduğu gibi, [Müslümanların] maslahatlarına ayrılan beşte birlik kı­ sımdan verileceği görüşünde olanlar da vardır. Bir başka görüş ise savaşçı­ lara dağıtılan ganimetin beşte dörtlük kısmından verileceği yönündedir. Fasıl (9): [Ganimet Payından Vazgeçmek] 246. Ganimet taksimi yapılmadan önce savaşçı payından vazgeçebilir. Bu durumda hisse diğer hak sahiplerine kalır. Daha sahih görüşe göre, hak sa­ hiplerinin toplu olarak [paylarını almaktan] vazgeçmeleri caiz değildir. Yine daha sahih görüşe göre, birini öldüren kişinin, öldürdüğü askerin teçhizatını almaktan geri durması da caiz değildir. Aynı şekilde zevi'l-kurba sınıfındakilerin92 paylarını almaktan vazgeçmeleri de bu hükme tabidir. Taksimat yapıldıktan sonra payını almaktan vazgeçmek caiz olmaz. Zira [hak sahipleri için] mülkiyet sabit olmuştur. Halbuki taksimat öncesinde ga­ nimetler kimsenin mülkü değildir. Bu sebeple, ordu komutanının taksimat­ ta belirli bazı mallan belirli kimselere vermesi caizdir. Komutanın böyle yapmasının caiz oluşu da buna [henüz ganimetin kimsenin mülkiyetine geç­ memiş oluşuna] dayanmaktadır. Bir başka görüşe göre ise taksim edilmese dahi, ele geçirmekle [ganimet mallan üzerinde] mülk sabit olur. 91 İbn Mace, "Cihad", 35; Tirmizi, "Siyer", 12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 320. Benzer bir rivayet için bk. Ebu Davud, "Cihad", 146; Darimi, "Siyer", 41; Ahmed b. Hanbel, Müs­ ned, IV, 160. 92 Bu sınıftakilerin kimlerden oluştuğu 11. Fasıl'da açıklanacaktır. Ganimet Tak.simi 139 Fasıl (10): [Ganimet Malının Çalınması] 247. Ganimetten hak sahibi olanlardan herhangi biri, ganimet malından hırsızlık yapması durumunda tazir cezasına çarptınlır. [El kesme şeklinde­ ki] had cezası uygulanmaz. Bu hırsızlık, ganimet taksiminden sonra olmuş ise şu ihtimaller söz ko­ nusudur: Eğer çalınan mal, beşte birlik hisseden ise had cezası yine uygu­ lanmaz. Beşte dörtlük kısımdan ise ve çalınan miktar hırsızın hissesi kadar­ sa [eli] kesilmez. Hissesini [had cezasını gerektirecek] nisab miktarı oranın­ da aşması durumunda ise eli kesilir. Fasıl ( l l ): [Ganimetin Beşte Birlik Kısmının Taksimi] 248. Beşte dörtlük hissenin taksiminden sonra kura yoluyla ayrılmış olan beşte birlik hisse taksim edilir. Bunun nasıl taksim edileceği konusun­ da ihtilaf vardır. Şafii ve ulemanın çoğunluğu "Kur'an'da yer aldığı şekliyle bu hisse beş paya bölünür" demektedirler. Ebu Hanife (rh) üç paya bölünmesi gerektiğini söylemektedir. O, [ilgili hükümde yer alan] ilk iki kısmı hariç tutmaktadır. Malik [b. Enes] (rh) ise halifenin re'yi uyarınca tasarrufta bulunacağı görüşündedir. İbn Abbas (ra) şöyle demektedir: "[Bu pay] altıya bölünür: Bir pay Allah hakkı olarak alınır ve Kabe'nin ihtiyaçları için harcanır; diğer beş pay ise Kur'an'da zikredilen beş gruba verilir." Şafü'nin görüşüne göre bu beş kısımdan ilki Resı1lullah'ın (sav) hissesi­ dir. Bu pay, onun (sav) vefatından sonra Müslümanların maslahatlarına harcanır: Askerlerin maaşları, kale ve hisar tamiri, hisar inşası, silah teda­ riki, kadı, alim, imam ve müezzinlerin maaşları gibi Müslümanların masla­ hatlarına harcamak bu kabildendir. İkinci kısım zevi'l-kurbanın hissesidir. Bunlar Haşimoğulları, Abdülmutta­ liboğulları, Abdümenafoğullarıdır. Bunlar kendilerine zekat verilmesi haram olan kimselerdir. [Ganimetin bu hissesinin taksiminde] zengin olanlar ile fa­ kir olanlar arasında bir ayırım gözetilmez. Erkek için, kadının iki katı hisse verilir. [Resı1lullah'a (sav)] olan yakınlık veya uzaklık da dikkate alınmaz. Bir görüşe göre her bölgenin ganimeti, o bölgede yaşayan zevi'l-kurba içindir. Üçüncü kısım, yetim ve fakirlerin hissesidir. Yetim, büluğ çağına erme­ miş babasız çocuktur. Babası sağ olduğu halde annesi vefat edene yetim de­ nilemeyeceği gibi, büluğ çağına ermekle de yetimlik sona erer. 140 Adl'e Boyun E!ımek Dördüncü kısım, miskinlerin payıdır. Bunlar, kendileri ve aileleri için na­ fakaya muhtaç olan, ihtiyaçlarını tamamlamakta güçlük çeken kimselerdir. Beşinci kısım, yolda kalmışlardır. Bunlar fakir, muhtaç durumdaki yol­ cular ile [bu durumda olup] yolculuk için hazırlanan kimselerdir. Fasıl (12): [Kafirlerin Ele Geçirdikleri Müslüman Mallarının Ganimet Olarak Onlardan Geri Alınması] 249. Kafirler, Müslümanların herhangi bir malını galebe çalmak suretiy­ le elde ederlerse buna malik olmazlar; bu mallar Müslüman sahiplerinin mülkiyetinde kalmaya devam eder. Müslümanların onları yenilgiye uğrat­ maları durumunda ganimet taksimi yapılmadan önce bu malların sahipleri söz konusu mallarını [alma] hakkına sahiptir. Bu durum bilinmeden taksi­ mat yapılması halinde bu mallar kimin payına düşmüşse [malların] bedeli [Müslümanların maslahatı için ayrılan] beşte birlik hisseden onlara ödenir ve [Müslüman] sahiplerine iade edilir. Malik [b. Enes] ve Ebu Hanife (rh) şu görüştedirler: "[Kafirler] kahr ve galebe yoluyla aldıkları mallara malik olurlar. Daha sonra Müslümanların o mallan elde etmeleri durumunda ganimet taksimi öncesinde [malların eski] sahiplerinin bunları alma hakkı vardır. Taksimat sonrasında ise yalnızca be­ dellerini hak ederler." Bize [Şafiiler] göre bu hususta gayrimenkul, menkul ve mal sahibinin ya­ şadığı bölge arasında bir fark yoktur. Ebu Hanife (rh) ise şu görüştedir: "Kişinin yaşadığı bölge ve o bölgede sa­ hip olduğu gayrimenkul darülharb sınırındaysa, kafirlerin bu bölgedeki gali­ biyeti ve gayrimenkulleri ele geçirmesi bu kişinin mülkiyetini kaldırır. Ama o gayrimenkul darülharb sınırında değilse, mülkiyet kaydı değişmez. Ganimet Taksimi 141 Onbeşinci Bölüm Ateşkes Antlaşması ve Eman* 250. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O hakkıyla işitendir, hakkıyla bi­ lendir" [Enfal, 8/61]. Hüdne [ateşkes] kelimesi hüdün kelimesinden türemiştir. Bu kelime sü­ kün anlamına gelir. Zira hüdne, harb ve fitne ateşini teskin eder. Müslüman­ ların maslahatlarının gerektirmesi durumunda, imamın yahut temsilcisinin (naib) belli bir iklim yahut nahiye için ateşkes antlaşması yapması caizdir. [Bu maslahat], İslam ordusunun dinlendirilmesi, işlerin düzene konulması, [savaş için] daha fazla hazırlık yapma imkanı bulunması, savaş yapmaya ge­ rek kalmadan kafirlerin İslam'a girmeyi yahut cizye vermeyi kabul etmesi­ nin umulması gibi hususlar olabilir. İmam yahut temsilcisinin dışında herhangi bir kimsenin ateşkes antlaş­ ması yapması, bu durumda birçok kötülük ortaya çıkacağından, caiz değil­ dir. Kafirlerden birine eman vermek ise farklıdır. Allah'ın izniyle aşağıda de­ ğinileceği üzere, Müslümanların herbirinin [gayrimüslimlere] eman verme­ si caizdir. Fasıl ( ı ) : [Ateşkes Antlaşmasında Süre Tayini] 251. İmamın, dilediği vakit bozma hakkını saklı tutmak şartıyla, belir­ li vakitle sınırlamaksızın ateşkes antlaşması yapması caizdir. Ateşkes ant­ laşmasını belirli bir müddetle sınırlayarak yapmak da caizdir. Müslüman­ ların herhangi bir zayıflığı söz konusu değilse dört ay ve daha az süreyle ateşkes antlaşması yapmak caizdir. [Böyle bir durum varsa] daha sahih * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Ateşkes Antlaşması ve Eman, Eman Almaya ve Vermeye İlişkin Hükümler". Ateşkes Antlaşması ve Eman 143 olan görüşe göre, dört ayı geçen süreyle ateşkes antlaşması yapmak caiz değildir. Bir görüşe göre bir seneyi aşmamak kaydıyla [dört aydan] daha fazla bir süreliğine ateşkes antlaşması yapmak da caizdir. Bir seferde tam bir senelik antlaşmanın yapılması ancak karşı tarafın bu süre içinde cizye kabilinden bir bedel ödemeyi kabul etmesi şartıyla caizdir. Müslümanlar zayıf durumdaysalar [ateşkes süresini] dört aydan bir se­ neye ve hatta ihtiyaç olması durumunda on yıla kadar artırmak caizdir. Zi­ ra Hz. Peygamber (sav) Kureyş ile on yıllığına bir ateşkes antlaşması yap­ mıştır. Herhangi bir şekilde, on yılı geçen bir süre için ateşkes antlaşması yapmak ittifakla caiz değildir. Bir gün dahi olsa yapılan tüm ziyadeler geçersizdir. Fasıl (2): [Dinen Geçersiz Şartlar Mukabilinde Ateşkes Antlaşması Yapmak] 252. Müslüman esirlerin serbest bırakılmaması, cizyenin yıllık bir dinar­ dan daha az olması, kafirlere mal verilmesi, İslfu:niyet'e girerek [darülisla­ ma] gelen kadınların iade edilmesi gibi şeriat açısından fasid olan şartlarla ateşkes antlaşması yapmak sahih değildir. Bu kabil şartlarla antlaşma ya­ pılması durumunda hüdne geçerli olmaz. Fasıl (3): [Ateşkes Antlaşmasının Bağlayıcılığı] 253. Belirli bir müddet için ateşkes antlaşması yapıldığında müddet bite­ ne yahut antlaşma bozulana kadar kafirlerden uzak durulması vaciptir. Müd­ detin bitmesi, kafirlerin antlaşmayı bozduklarını ilan etmeleri, antlaşmayı bozacak bir eylemde bulunmaları, antlaşmanın şartlarından birine muhalif davranmaları gibi hususlar antlaşmayı ortadan kaldırır. Sözgelimi Müslü­ manlarla savaşmaları, [Müslümanları yenmek amacıyla görüş alışverişinde bulunmak için] darülharbdeki diğer güçlerle yazışmalarda bulunmaları, Müs­ lümanların gizli hususlarına muttali olmak üzere casus kullanmaları, yahut bir Müslümanı öldürmeleri durumunda antlaşma bozulur ve [bu durumda] baskın düzenlemek, saldırmak ve onları gafil avlamak caiz olur. İçlerinden bir kısmının antlaşmayı bozması, diğerlerinin ise sözlü yahut fiili olarak buna ses çıkarmamaları durumunda tamamının antlaşması bozulmuş olur. Ancak [ant­ laşmayı] bozanları tasvip etmeyip kendilerini onlardan uzak tutarak imama antlaşmaya sadık kaldıklarım bildirilerse antlaşma bozulmaz. 144 Adl'e Boyun Egmek Fasıl (4): [Ateşkes Antlaşmasını Bozmanın Şartlan] 254. Antlaşma yapanların hainlik etmelerinden korkması durumunda imamın antlaşmayı devre dışı bıraktığını bildirmesi caizdir. Yüce Allah şöy­ le buyurmaktadır: "[Antlaşma yaptığın] bir kavmin hainlik etmesinden kor­ karsan, sen de antlaşmayı bozduğunu aynı şekilde onlara bildir. Çünkü Al­ lah hainleri sevmez" [Enfal, 8/58]. Antlaşma bozulmaya karar verildiğinde bunu kafirlere kendisine eman verilmiş biri haber verir. [Eman verilenler yalnızca] kadın ve çocuklardan ibaret ise bu haberi aileleri ulaştırır. Bizim elimizde bulunan kafir rehineler öldürülmezler. Çünkü kafirler Muaviye za­ manında antlaşmayı bozduklarında Müslümanlar onları öldürmekten imti­ na etmiş ve "Hıyanete karşılık vefa göstermek, hıyanete zulümle cevap ver­ mekten yeğdir" demişlerdir. Hz. Peygamberden (sav) şöyle nakledilmiştir: "Emaneti sana güven tel­ kin edene ver, sana ihanet edene sen de ihanet etme."93 Fasıl (5): [Eman Vermek] 255. Her bir Müslümanın herhangi bir kafire eman vermesi caizdir. An­ cak bir yerleşim birimi (nahiye) içindeki bir veya daha çok kişiye verilecek emanın cihadı işlevsiz bırakmaması gereklidir. Bir kişi, on kişi, yüz kişi ve bir kalenin [bütün] ehli bu hususta aynıdır. Belirli bir nahiye yahut beldeye eman verme hakkı yalnızca imama ve temsilcisine aittir. Her bir mükellef ve muhtar Müslümanın emanı sahihtir. Bu hususta hür ile köle, zengin ile fakir, kadın ile erkek aynı hükme tabidir. Çünkü Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "[Ümmet içindeki konumu ne olursa olsun] her bir mü'minin canı aynı derecede muhteremdir. Birinin [fidye vb. konulardaki] sorumluluğunu en alt seviyedeki diihil olmak üzere tamamı üstlenir."94 Hz. Peygamber ( sav) Ümmü Hani'ye şöyle söylemiştir: "Senin himaye ettiğini biz de himaye ederiz ey Ümmü Hani!"95 Kafirin, çocuğun, akıl hastasının ve -esir aldıkları bir Müslümanı kendi­ lerine eman vermeye zorlamaları örneğinde olduğu gibi- ikrah altındaki ki­ şinin bir kafire eman vermesi sahih değildir. 93 Ebu Davud, "Büyı1'", 79; Tinnizi, "Büyı1'", 38; Darimi, "Büyı1'", 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 414. 94 Ebu Davud, "Cihad", 147, "Diyat", 11; Nesfü, "Kasame", 10, 13; İbn Mace, "Diyat", 31; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1, 119, 122; il, 180, 192, 211, 215. 95 Buhari, "Cizye", 9, "Salat", 4, "Edeb", 94; Müslim, "Müsafirin", 82; Ebu Davud, "Cihad", 15; Darimi, "Salat", 151, Siyer", 58; Muvatta, "Sefer", 28; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 341-343, 423-425. Ateşkes Antlaşması ve EmJn 145 Fasıl (6): [Eman Vermenin Şartlan] 256. Eman manası açıkça anlaşılan, sarih yahut eman verme niyeti içe­ ren kinayeli lafızlarla gerçekleşir. Sarih lafızla verilen eman şu şekilde ola­ bilir: "Sana eman verdim", "Sen eman altındasın", "Sen benim emanım altın­ dasın", "Seni himayeme alıyorum", "Sen benim himayemdesin", "Senin için ne bir sıkıntı ne bir korku vardır." Farisilerin "me-t.evse" [korknıa]96 ifadesi de aynı kapsamdadır. Eman niyeti içeren kinaye ile gerçekleşen eman ifadeleri hakkında şu ör­ nekler verilebilir: "Nasıl istersen öyle ol", "Sen istediğini yapabilirsin", "Gön­ lünü ferah tut". Maverdi "Senin için ne bir sıkıntı ne bir korku vardır" ifadesinin kinaye olduğunu söylemiştir. 97 [Eman verme hususunda] işaret [kullanmak] ve mektup göndermek ara­ sında bir fark yoktur. [Emanı ulaştıracak olan] elçilerin Müslüman yahut kafir olmaları da hükmü değiştirmez. Verilen emanın gerçekleşmesi için kafirin bunu bilip kabul etmesi gerek­ lidir. Reddetmesi durumunda eman geçersiz olur. Kafire verilen emamn onun darülharbde bıraktığı ailesi ve malı için de geçerli olması, bunun kendisine belirtilmesine bağlıdır. Eman müddetinin dört ayı geçmesi caiz değildir. Fasıl (7): [Emanın Geçerlilik Şartlan] 257. Bir kafire eman vermek ancak onun kendini savunmaya gücünün yettiği durumda söz konusu olabilir. Esir edildiği yahut [savaşı sürdüreme­ yecek kadar] ağır yaralı olduğu esnada verilen eman sahih olmaz. Eman, şartlarına uygun bir şekilde gerçekleştiğinde, imamın yahut tem­ silcisinin emanı iptal etmesi, ancak kafirin hıyanet edeceğini sezmesi duru­ munda caizdir. Casuslar gibi, Müslümanlara zararı dokunacak kimselere eman vermek caiz değildir. Bir zimmi kafirler için casusluk yaparsa zimmet akdi bozulmuş olur. Bir Müslüman kafirler için casusluk yaparsa tazir edilir. 96 İfadenin doğrusu "ne-t;ers" yahut "me-f;ers" olmalıdır. 97 Maverdi, el-Ahkıimü's-sult.ıiniyye adlı eserinde emandan bahsederken (s. 70) bu ifadele­ re yer vermemektedir. Maverdi el-Hıivi'l-kebir adlı eserinde emfın lafızlarını sarih, kina­ ye ve bu ikisi dışında kalanlar olmak üzere üçe ayırmakta, fakat yukarıdaki ifadeleri ki­ naye değil, sarih kapsamında değerlendirmektedir. Ancak o, "korkma (lıi t;ehaf)" tabiri­ ni kinaye olarak görmektedir. Bk. el-Hıivi'l-kebir hüve şerhu muhtasari'l-Müzeni, (nşr. Ali Muhammed Muavvez, Adil Abdülmevcud), Darü'l-Kütübi'l-İlıniyye, Beyrut 1994/ 1414, xıv, s. 197. 146 Adl'e Boyun E§mek Ebu Hanife (rh), bu kimsenin uzun süreli hapisle cezalandınlması gerek­ tiği görüşündedir. Malik [b. Enes]'e göre (rh), bu durumda ne yapılacağına imam kendi görüşüyle (ictihad) karar verir. Fasıl (8): [Darülislama Eman Almaksızın Girmek] 258. İmamdan, temsilcisinden yahut herhangi bir Müslümandan emfuı almadan darülislama giren bir harbinin öldürülmesi, köle edinilmesi, fidye karşılığı yahut bedelsiz serbest bırakılması caizdir. Bu hususa yukarıda de­ ğinilmişti. Bu kişinin yanında bulunan malı fey hükmündedir; zira [bu mal] savaşmadan elde edilmiştir. Kendisine gönderilen bir mektup dolayısıyla [darülislama] girdiğini iddia etmesi durumunda konu vuzuha kavuşuncaya kadar bu kişiye bir şey yapılmaz. Fasıl (9): [Eman Verilen Kişinin Tabi Olacağı Hükümler] 259. Harbi darülislfuııa girmek için eman istediğinde onun gelişinde Müslümanların faydalanacağı bir ekonomik yarar yahut elçilik gibi bir özel­ lik olması durumunda imam ona eman verebilir. Ancak bu durum Mekke ve haremi dışındaki yerler için caizdir. Zira [kafirlerin] bu bölgeye girişine im­ kan tanınmaz. İmam bir veya on gün gibi kısa bir süre kalmak üzere, girilmesi caiz olan yerlere girmesi için harbiye izin verebilir. Bu sürenin artınlmasının talep edilmesi durumunda imamın süreyi dört aya kadar uzatması da caizdir. An­ cak dört aydan daha fazla bir süre kalmasına izin verilmez. Kendisine izin verildiği süre zarfında harbinin ve malının korunmasıyla ilgili hususlarda tabi olacağı hükümler 'zimmet ehlinin hükümleridir. Zim­ miler için cari olan İslam ahkamı onun için de geçerlidir. Ateşkes Antlaşması ve Eman 147 Onalbncı Bölüm Müslüman Asilerle Savaş* 260. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı sava­ şın. Eğer [Allah'ın emrine] dönerlerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve [onlara] adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever" [Hucu­ rat, 49/9). İsyan ederek imama muhalefet edenler, ona itaati terk edenler, ödemele­ ri vacip olan bir hakkı vermekten geri duranlar; ehl-i bağy ve diğer asiler ol­ mak üzere [ikiye] ayrılır. Ehl-i bağy, sultana itaat dairesinin dışına çıkan, farklı bir din anlayışına dayanmadan (te'vf]) ve kendilerine karşı güce başvurmayı [gerektirecek sevi­ yede] bir kuvvete (şevke) sahip olarak imama boyun eğmeyi bırakan kişiler topluluğudur. Diğer asiler ise farklı bir din anlayışından dolayı yahut böylesi bir din anlayışına dayanmadan itaat dairesinin dışına çıkanlar ile bu ikisinden her­ hangi birine dayanarak isyan edenlerden oluşur. Bu grupların hükümleri farklılık arz etmektedir. Bunları Allah'ın izniyle [aşağıda] zikredeceğiz. 261. Yeterli gücü bulunan (mena'a) Müslüman bir grubun farklı bir din anlayışından dolayı ve imamı hal' etmeyi, ona boyun eğmeyi terk etmeyi, ya­ hut ödemeleri vacip olan bir borcu vermemeyi amaçlayarak imama isyan et­ mesi durumunda, bu kimseleri itaat dairesine geri döndürmek ancak kendi­ leriyle savaşmakla mümkün olacak ise bu kimselere bagi denir. Sultan ilk olarak hesabını sormaya çalıştıkları mesele hakkında onlarla müzakere yapar, zanna kapıldıkları konuda onlarla münazaraya girer. Bir * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Müslüman Asilerle (Ehl-i Bağy) Savaş ve İmamın Savaşması Gereken [Diğer] Kimseler". Müslüman Asil.erle Savaş 149 şüphe zikretmeleri dunımunda ikna olacakları bir cevapla şüpheyi izale eder. Bir haksızlıktan şikayetçi iseler onu da ortadan kaldırır. [Tüm bunla­ rın sonucunda] itaat dairesine dönerlerse onlara karşı herhangi bir şey yap­ maz. [İtaatten] yüz çevirmeyi sürdürürlerse onlarla savaşır. Tövbe ederlerse tövbelerini kabul eder ve savaşa son verir. Israrcı olmaları durumunda on­ larla savaşmak farz olur. Bu isyanları (bağy) sebebiyle tekfir edilmezler. Bu kimseler [kafir değil], günahkar ( usat) ve sahip oldukları dini anlayışta ha­ talı kişiler olarak kabul edilir. Yeterli bir güce sahip olmadıkları halde sadece farklı din anlayışlarıyla yahut herhangi bir tevile dayanmayıp salt serkeşlik edip güçlerine güvene­ rek itaat dairesinin dışına çıkanlar için bağf hükümleri tatbik edilir. Allah'ın izniyle [bu konunun açıklaması aşağıda] gelecektir. Fasıl (1): [Asilerin Kapsamı] 262. Yukarıda açıkladığımız üzere biiğiler farklı bir din anlayışına istina­ den imama itaatten ayrılan ve kendilerinde bir güç ve mukavemet bulunan kimselerdir. Bağilerde iki vasfın bulunması şarttır: Tevil ve şevke. Tevil [Hz. Ebu Bekir devrinde] zekat vermeyen kimselerin yaptıkları gi­ bi [kendilerini itaat dairesinin dışına çıkartan] bir değerlendirmedir. Güç ve mukavemet (şevke ve mene'a) ise kendilerini biraraya toplayan bir liderin (muta� varlığıyla ve imamın onları itaat dairesine yeniden alabilmek için para harcayıp adam hazırlamasını ve savaş ilan etmesini gerektirmesiy­ le tahakkuk eder. Bu kimselerin yapıp ettiklerine, onlarla nasıl bir savaş ya­ pılacağı ve itlaf ettikleri şeylerin nasıl tazmin edileceği gibi hususlara dair hükümler bulunmaktadır. Tüm bunlar ayn birer fasılda ele alınacaktır. Fasıl (2): [Asilerin Tasarrufları] 263. [Bu fasıl] asilerin tasarnıfları hakkındadır. Bağiler, fasık ilan edilme­ diklerinden, onların içinden adalet vasfını haiz olanların yaptıkları şahitlik­ ler ve ele geçirdikleri bölgelerde [tayin ettikleri] kadılarının verdikleri hü­ kümler, adil olmaları ve hak ve adaletle hükmetmeleri şartıyla, geçerlidir. Ehl-i bağyden şahitlik yapanlar füsık ise şehadetleri kabul olmaz. Hakim­ leri ehl-i adlin kanını dök.meyi helal görüyor ve nassa, icmaa, celi kıyasa mu­ halü hükümler veriyorlarsa, bu hükümlerin kabul edilmemesi vaciptir. Bağilerin kadılarına ait bir karara ilişkin yazı onlardan birinden [ehl-i] adlin kadılarına ulaşırsa, [bağilerin bu kadısı] verdiği karar geçerli olan bi150 Adl'e Bayun Egmelt ri ise [ehl-i adlin kadısının] bununla amel etmesi ciiiz olur. [Fakat] tercih edilmesi gereken davranış geri çevirmesidir. Ebu Hanife (rh), bu yazının kabulünün ciiiz olmadığı göıiişündedir. Bu kişinin, karan geçerli biri olup olmadığı bilinemezse [gönderilen hük­ mün] kabul edilip onunla amel edilmesi hususunda iki göıiiş vardır: [Ebu Müslim İbrahim] İbn Kec [v. 292], "İmam Şafii'nin (rh) tercihi bu­ nunla [amel edilmesinin] yasak olduğu yönündedir. Ebu Hanife (rh) de bu göıiiştedir" demektedir. Ancak bu evsaftaki kadının, hadlerin ikamesi, zekatların alımı, harac ve cizyenin toplanması, askerlere maaş dağıtımı gibi tasarrufları geçerlidir. Ehl-i adl bu nahiyeyi geri alırsa zekat ve vergileri sahiplerinden tekrar iste­ mez. Bu alandaki tasarruflar geçerli kabul edilir. Ehl-i adlin bu konularda­ ki uygulamadan haberi olmasa ve kendilerinden para alınan kimseler de [borçlan kalmadığını] iddia etseler, şu ihtimaller söz konusu olur: Eğer ko­ nu zekat yahut had ikamesi ise yemin etmeleri şartıyla onların sözleri kabul edilir. Harac ve cizye hususundaki sözleri ise yalnızca delil göstermeleri du­ rumunda kabul edilir. 264. Bir tevile dayandıkları halde güç sahibi olmayanların, yahut salt güçlerine dayanıp herhangi bir yorumu gerekçe göstermeyen kimselerin ka­ dılarının verdikleri hükümler geçerli değildir. Hadleri uygulamaları, hakla­ n sahiplerine vermeleri kabul edilmez. Bir [diğer] göıiişe göre ise güç sahibi olan [isyancıların kadılarının] ver­ diği hükümler kabul edilir. Böylece o nahiye ahalisinin iki defa ödemede bu­ lunarak zarar görmeleri engellenir. Fasıl (3): [Asilerle Savaşın Keyfiyeti] 265. Asilerle savaşın nasıl olacağı meselesi şu şekildedir: [Bu kimselerle savaşmaktan] amaç onlan itaat dairesine geri döndürmek ve kötülüklerine son vermektir. Bu da imkan nispetinde, sert tedbirlere başvurmaya gerek kalmadan yapılmalı, ancak [itaatsizlik etmekte] ısrarcı olurlarsa onlarla sa­ vaşılmalıdır. Bir mühlet istemeleri durumunda, imam bu isteğin itaat etme hususunda aralarında müşavere etmek için olduğuna kanaat getirirse on­ lara süre tanır. Ancak güç toplamayı hedefledikleri yahut bir yardım bekle­ dikleri kanaatine varırsa isteklerini kabul etmez. Esir edilmek suretiyle i­ taat dairesine alınmaları mümkün ise bu kişiler öldüıiilmezler. Bunu sağ­ lamak yaralamakla gerçekleşecekse ağır bir şekilde yaralanmazlar. Ağır ya­ ralamaktan başka çıkar yol kalmamışsa bu kişiler hemen öldüıiilmeye kal­ kışılmaz. Savaşa tutuşup çarpışmaya girmekten başka çıkar yol kalmamış Müslüman Asilerle Savaş 151 ise artık yukarıdaki sınırlamalar kaldınlnuş olur. [Ancak] savaştan kaçan­ lar takip edilmez, yaralıları öldürülmez, silahım atıp savaşı bırakanlarla da savaşılmaz. Askerlerinin hezimete uğrayıp dağılması, güçlerinin ortadan kalkması ve ittifaklarının çözülmesi halinde de aynı hükme uyulur. Eğer sırtlarım dönüp kaçmaya başladık.lan halde bunu liderlerinin sancağı altında toplanmak için yapıyorlarsa onları takip eder, itaat dairesine dönünceye kadar peşleri­ ni bırakmayız. İçlerinden biri zayıf düştüğü için geride kalırsa onu öldürme­ yiz, takip de etmeyiz. Savaş taktiği olarak bizi vurmak için çekilen ya da di­ ğer bir birliğe katılmak için kaçanlar takip edilir ve onlarla savaşılır. Ancak katılmak istedikleri birlik çok uzakta �se takip edilmezler. Ebu Hanife bu kimselerin de takip edilip öldürüleceği, ancak esir alınan­ lar ile ağır yaralıların öldürülmeyeceği görüşündedir. Ona göre, bu iki vasıf­ takilerin süresiz hapsedilmeleri caizdir. 266. Savaş esnasında esir edilenler harb bitinceye kadar hapsedilirler. Bu kişiler birarada tutulmazlar, biraraya gelmeyeceklerinden de emin olu­ nur. Bu durum, asiler imama itaat dairesine dönünceye kadar devam eder. Esir edilen kadın, çocuk ve köleler ise harp bitene kadar esir edilir, sonrasın­ da serbest bırakılırlar. Bir görüşe göre [bu üç gruptakilerin] hapsedilmeleri onları itaate ve hak­ ka tabi olmaya sevk edecekse itaat edinceye kadar serbest bırakılmazlar. 267. Asilerin herhangi bir silahını ele geçirmemiz durumunda savaş bi­ tinceye, dağılmalannın ve itaat dairesine girmelerinin bir hile içermediğin­ den emin oluncaya kadar bunları iade etmeyiz. Savaş esnasında ele geçiri­ len harp aletleri dışındaki mallan ise kendilerine iade edilir. Fasıl (4): [Asilere Karşı Kullanılabilecek Savaş Taktikleri] 268. Mancınık, ateş, şiddetli su baskınlarına uğratmak gibi, zararı büyük olan yöntemlerle savaşmak -onlar bize karşı bunları kullanmadıkça- caiz de­ ğildir. Bize karşı kullanmaları durumunda biz de [onlardan gelecek zararı] izale etmek için aynı yönteme ihtiyaç duyarız. İçinde bağilerden olmayan raiyyenin bulunduğu bir kaleye sığınmaları durumunda mancınık kullanmayız, ateş fırlatmayız. Bilakis onları kuşatır ve [teslim olmaları için] zorlarız. 269. Onlarla savaşmak için kafirlerden yardım istenmez. Ebu Hanife (rh) ise bunun ciiiz olduğunu söylemiştir. 152 Adl'e Boyun Egmek 270. Onlara beslediği bir düşmanlık yahut aralarındaki itikadi farklılık nedeniyle bu kimselerin kaçarken dahi öldürülmelerini caiz kabul eden kim­ selerden de yardım istenmez. 271. Ehl-i bağy, ehl-i harbden yardım isteyip onlarla zimmet akdi yapar­ sa bu kimselerin zimmi statüsüne alınmaları bizi bağlamaz. Bilakis harbilik hükmü geçerlidir; onları kovalayarak öldürür, çocuklarını köleleştirir ve mallarını ganimet olarak alırız. 272. [Bize karşı] ehl-i zimmetten yardım ister, zimmiler de herhangi bir zorlamayla karşılaşmadıkları halde bağilere itaat ederlerse kendileri de ba­ ği hükmünde olurlar. Fasıl (5): [Asilerle Yapılan Savaşın Sonuçlan] 273. [Ehl-i] adlden olan kimse savaş esnasında bağinin malına yahut ca­ nına verdiği zararları tazmin etmez. Baği için de aynı hüküm geçerlidir. Ba­ ği de, savaş sebebiyle ve savaşın bir gereği olduğu için verdiği zararları taz­ min etmez. Malik [b. Enes], Ebu Hanife ve Ahmed [b. Hanbel] (rh) de bu gö­ rüştedirler. 274. Savaş dışında cana ve mala verilen tüm zararlar tazmin edilir. Sa­ vaşın bir gereği olmayan zararları ise yalnızca baği tazmin eder. Bir baği bir cariyeyi yahut çocuk doğurması için edinilmiş bir cariyeyi ele geçirir ve onunla cinsel ilişkiye girerse ona had cezasını uygulamak vaciptir. Bunu zo­ ra başvurarak yapmış ise [kadına] ayrıca mehir ödemesi de gerekir. Kadın hamile kalırsa, doğan çocuk cariye sahibinin kölesi olur. Fasıl (6): [Asilerin Birbirleriyle Savaşmaları] 275. İmama isyan etmiş iki baği grnbu savaşa tutuşursa hiçbirine destek verilmez. Ancak biri itaat dairesine girerse ona yardım edilir. Ehl-i a dlden birisi bir bağiye eman verirse verdiği eman geçerlidir. İki farklı grnp, imama isyan etmeksizin riyaseti ele geçirmek, mal elde etmek veya gaspetmek için savaşa tutuşurlarsa her ikisi de zalim hükmün­ dedir. Her bir grup, diğer gruptakilere verdiği can ve mal zararlarını tazmin­ le yükümlüdür. Müslüman Asılerle Savaş 153 Onyedinci Bölüm Zimmet Akdi* 276. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah'ın ve Resıllü'nün haram kıldı­ ğını haram saymayan ve hak din İsliim'ı din edinmeyen kimselerle, küçüle­ rek kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın" [Tevbe, 9/29]. Zimmet akdi ancak imam yahut naibi tarafından akdedilebilir. Bu akdin gereğine göre davranmak vaciptir. Fakat zimmet akdi yapmak isteyenin bunu ikrah altında yaptığından yahut kafirler için casusluk yaptığından korkulması hali bunun istisnasıdır. Zimmet akdi, Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi "[ehl-i] kitab" olan kimseler­ le yapılabildiği gibi, Mecusiler gibi [ehl-i] kitab olma ihtimali bulunan kim­ selerle ve kitap ehline itikad açısından muvafık olmaları durumunda Sabii­ ler ve Samirilerle de yapılır. Putlara tapanlarla, İslam dininden irtidad edenlerle ve [İsliim'ı terk ede­ rek] neshedildiği ve değiştirildiği malum olan Yahudilik ve Hıristiyanlığa ge­ çenlerle zimmet akdi yapılamaz. Daha sahih görüşe göre ebeveyninden biri ehl-i kitap olan kimseyle bu akit yapılır. Bir görüşe göre ise [annesi ehl-i kitap olsa bile] babası putperest olan kişiyle zimmet akdi yapılmaz. 277. Cizye akdinin şekli imamın yahut naibinin "Cizye vermeniz ve İslam ahkamına boyun eğmeniz şartıyla size darülislamda kalma izni verdim", ya­ hut "sizin kalmanızı onayladım" demesidir. Akdin muhataplarının bunu kabul ettiklerini gösteren bir ifade kullan­ maları gereklidir. Kabul etmeleriyle birlikte zimmet akdine dahil olurlar. Zimmet akdi süreli ve dolayısıyla geçici (muvakkat) olamaz. * Başlığın tam tercümesi şu şekildedir: "Zimmet Akdi ve Hükümleri, Zimmet Akdinin Ge­ tirdiği Sorumluluklar". Zimmet Akdi 155 Fasıl ( l ): [Cizye Miktan ve ödeme Zamanı] 278. Cizyenin asgarisi, yıllık halis bir dinar yahut bu miktann [mal veya para karşılığındaki] değeridir. Miktan daha aşağıya çekmek caiz değildir. Zenginlerden dört dinar, orta hallilerden iki dinar, fakirlerden bir dinar almak müstehabdır. Ebu Hanife de bu görüştedir. Dört dinardan daha fazlasının şart koşulması da caizdir. Malik [b. Enes] ise bu görüşe karşı çıkmıştır. Fakat bir dinardan daha aşağısı [ittifakla] kabul edilmez. Zenginlik, ödeme zamanında dikkate alınır, [kişilerin zimmet] akdinin yapıldığı tarihteki maddi durumlan bu açıdan] önemli değildir. Cizyenin yılın bitiminde alınması farzdır. Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel] (rh) de bu görüştedir. Ebu Hanife (rh) ise "Yılın başında alınır" de­ mektedir. Fasıl (2): [Cizyenin Düşmesi] 279. Zimmi, yıl bitiminden sonra yahut yıl içinde Müslüman olur veya ve­ fat ederse geçen sürenin cizyesi sakıt olmaz. Birkaç yıl boyunca ödenmeyen cizye, toptan alınır. Ebu Hanife ve Malik [b. Enes] (rh) ise [Müslüman olan yahut ölen zim­ minin cizyesinin] sakıt olacağı görüşündedirler. Ölen kişinin cizye borcu, diğer borçlarda olduğu gibi, vasiyet ve miras iş­ lemlerinden önce [terekesinden tahsil edilir]. Cizyeler yıl sonunda diğer borçlann tahsil şeklinden bir farkı olmaksızın cizye borçlusuna [toplumsal adabın gerektirdiği] nezaket gösterilerek tahsil edilir. Diğer [tercih edilme­ yen] görüşe göre ise cizyede borçluyu horlayıcı ve küçük düşürücü bir tahsil süreci uygulanmalıdır. Fasıl (3): [Cizye Yerine Zekat Ödemek] 280. Kendisiyle zimmet akdi yapılmış olan birisi kendisinden [borcunun] c­ izye adıyla değil de zekat adıyla alınmasını istemesi durumunda imam bu is­ teği kabul edebilir. Ancak bu durumda Müslümanlann sorumlu olduklan ze­ kat oranlannın söz konusu talepte bulunanlara ikiye katlanarak uygulanma­ sı gerekmektedir. Böylece ikiyüz dirhemden on dirhem, yüz dinardan beş di­ nar, bin dinardan elli dinar alınır. Hayvanlardan [alınacak zekat miktan da] aynı şekilde artmlır. Zira Hz. Ömer (ra) Arap Hıristiyanlann bu yöndeki is­ teklerini bu şekilde kabul etmiş, sahabe de onun bu tasarrufunu onaylamıştır. 156 Adl'e Boyun EQmek Fasıl (4): [Zimmilerin Kayıt Altına Alınmaları] 281. Sultan bir toplulukla zimmet akdi yaptığında onlann isimleri, eşkal­ leri, yaşlan ve dinleri yazılır. Herbir grup için onlann bilgilerini koruyacak ve güncelleyecek (zabt) bir sorumlu (arif ) tayin edilir. Bu kişi, söz konusu topluluktan ölenleri, Müslüman olanlan, kaybolanlan, [bu topluluktan uzun bir süredir uzaktayken geri] gelenleri ve bühlğ çağına girenleri bildirir. Tüm bu hususlan cizye ödeme vaktinde açık bir şekilde ifade eder. Fasıl (5): [Cizyeden Muaf Olanlar] 282. Çocuktan, köleden, kısmen köle olandan, kadınlardan, hünsalardan, sürekli akıl hastası olanlardan cizye alınmaz. Bülılğ çağına giren çocuklar­ la, eğer isterlerse, zimmet akdi yapılır. Bir başka görüşe göre [bu durumda kendi talebi olmadıkça çocuğun zimmet akdine dahil olma iradesi sorulmaz, doğrudan] babasının ödediği cizye [miktarı] ile sorumlu tutulur. 283. Akıl hastalığı sürekli olmayanların, aklı başında olduğu günler he­ saplanır. [Bu günler] bir seneye ulaştığı vakit ondan da cizye alınır. Ebu Hanife, bu konuda "çokluk" ölçü alınır demektedir. [Ona göre bir yıl içinde] bu kişinin akıl hastası olduğu süre, aklı başında olduğu süreden da­ ha çok ise cizye düşer, değilse cizye almak gerekir. 284. Kötürüm, kör, din adamı, pir-i fani, kendi geçimini tedarik etmekten aciz olan fakir kimseler de cizye ödemekle sorumludur. Ancak bu durumda­ kiler, maddi açıdan sıkıntı çekiyorlarsa onlara mühlet tanınır. Maddi du­ rumları düzeldiğinde [ödenmeyen] cizyenin tamamı talep edilir. Ebu Hanife, Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel] (rh) [ödemekten] aciz olduklan durumda bu kimselerden cizye alınmayacağı görüşündedirler. Fasıl (6): [Zimmet Akdinin Sonuçlan] 285. Cizye akdi sahih bir şekilde gerçekleştiğinde canlannın, mallannın, kendilerine bırakılması caiz olan mabetlerinin, teşhir etmedikleri (izhar) müddetçe içkilerinin korumasını sağlamak zimmilerin bizim üzerimizdeki haklarıdır. [Ancak] içkilerini teşhir ederlerse, onlan dökeriz ve tazminat da ödemeyiz. Darülislamda yaşıyorlarsa, onlara kötü bir amaçla yaklaşan Müslüman yahut gayrimüslimleri savuşturmak boynumuzun borcudur. Darülharbde yaşıyorlarsa onları müdafaa etmemiz farz değildir. Zimmet Akdi 157 Fasıl (7): [Zimmet Akdinin Gayrimüslimlere Yüklediği Yükümlülükler: Hz. Ömer'in Mektubu] 286. Zimmet akdinin zimmileri yükümlü kıldığı hususlar Ömer b. Hat­ tab'ın (ra) Şam'ı fethettiği vakit o bölgenin Hıristiyanlanyla ilgili olarak yaz­ dığı şu mektupta belirtilmiştir: Onlar, küçülerek kendi elleriyle cizye verecekler; zina, kazif, hırsızlık hadleri, gasıbın gasbettiği malı tazmin etmesi gibi İslam ahkamıyla yükümlü olacaklar; Müslüman yolculardan hiçbirini kendi kiliselerinde konaklamaktan alıkoymaya­ caklar, onları üç gün boyunca doyurup ağırlayacaklar, onlar ve hayvanları için kiliselerin kapılarını açık tutacaklar; kilise çanlarını hafif bir şekilde çalacaklar; kiliselerde [ilahi] okurken ve dua ederken seslerini Müslümanların duyacağı şekilde yükseltmeyecekler; Müslümanların arazilerinin olduğu yerlerde toplan­ mayacaklar; İslam beldelerinde manastır, kilise, rahipler için uzlet kulesi ve hücre inşa etmeyecekler; yıkılmaları durumunda bu binaları yenilemeyecekler; buralarda ve kendi evlerinde Müslümanların düşmanları için casusluk yapan birini barındırmayacaklar; şirk içeren davranışları açıktan yapmayacak, kimseyi bunlara davet etmeyecekler; kiliselerinin üzerinde, Müslümanların yol ve çarşılarında haç ve kitaplarını teşhir etmeyecekler; Kur'an öğrenmeyecekler ve çocuklarına öğretmeyecekler; içlerinden yahut dışarıdan birinin kendi isteğiyle İslam'a girmesine, Müslümanlara hürmet göstermesine, meclislerinde Müslümanlar için ayağa kalkmasına, Müslümanlara saygı göstermesine, kendi­ lerini Müslümanların yoluna çağırmasına mani olmayacaklar; Müslümanların haneleri [ve hane yaşamları) hakkında bilgi sahibi olmayacaklar; tavırlarında, yahut takke, sarık, sirval ve nalın gibi giysiler ile saç tarama gibi hususlarda Müslümanlara benzemeyecekler; Müslümanların kelamıyla konuşmayacaklar; onların yazılarını kullanmayacaklar; yüzüklerine Arapça harfler kazımayacak­ lar; eyerli atlara binmeyecekler; kılıç kuşanmayacaklar; herhangi bir silah edin­ meyecekler; seferde ve hazarda silah taşımayacaklar; şarap alıp satmayacaklar; Noel ve Paskalya Yortusunu [Müslümanlara teşhir edecek şekilde] kutlamaya­ caklar; domuzlarını Müslümanların yakınlarında bulundurmayacaklar; ölülerini taşırken Müslümanların yollarında mum yakmayacaklar; cenazelerinde sesleri­ ni yükseltmeyecek, ölülerinin yüzlerini açmayacak, ölülerini Müslüman ölülerin yanına defnetmeyecekler; Müslümanları aldatan kimselerin durumlarını gizle­ meyecekler; Müslümanların payının bulunduğu köleleri almayacaklar; saçlarının önünü kırpacaklar ve perçemlerini alınlarına düşürmeyecekler; zünnarlarını önlerinden bağlayacak ve zünnar bağlamadan yollarda yürümeyecekler; kıyafet­ leri nasılsa öyle bırakacak ve bunun dışına çıkmayacaklar; hiçbir Müslümanın canına kast etmeyecekler (darb); hiçbirini kendi dinlerine [girmeye] teşvik ve davet etmeyecekler; iş[in sahibi] Müslüman olmadığı müddetçe bir Müslümanla ticari ortaklık yapmayacaklar; bizim esirlerimizi satın almayacaklardır. Kim bir Müslümanın canına kast ederse ahdini bozmuş demektir. 158 Adl'e Boyun Egmek Bu maddelerden herhangi birşeyi değiştiren yahut emanı kabul ettiğinde ken­ dilerine koşulan şartlara muhalif davrananın zimmet [akdi] ortadan kalkar. [Bu durumda] inat ve ihtilaf (şikak.) ehli hakkında helal olan herşey, onlar hakkında da helal olur. 98 Hz. Ömer'in (ra) mektubunun muhtevası böyledir. Burada bulunan bazı hususların [delil değeri hakkında], önde gelen ulema ihtilaf halindedir. Fasıl (8): [Zimmilerin Meskenleri, Tapınakları ve Binek Hayvanları] 287. [Bu fasıl, zimmilerin], evleri, kiliseleri ve binekleri hakkındadır. On­ ların, evlerini Müslüman komşularının evlerinden daha yüksek yapmaları­ na engel olunur. Bu, dinin bir hakkıdır ve komşunun razı olmasıyla ortadan kalkmaz. [Evlerinin Müslümanların evleriyle] aynı yükseklikte olmasına da izin verilmez. Bununla birlikte Müslüman komşunun binası son derece al­ çak ise ve zimmiler yüksek bir evi mülk edinirlerse, oraya yerleşebilirler. An­ cak [satın aldıkları bu ev] yıkılırsa, yüksek veya [Müslüman komşunun eviy­ le] aynı seviyede [yeniden] inşa etmelerine engel olunur. 288. Kahire, Basra ve Kufe gibi Müslümanların kurduğu şehirlerde yeni bir kilise, manastır yahut rahip hücresi inşa etme haklan yoktur. Medine-i Münevvere ve Yemen gibi, ahalisinin Müslüman olduğu şehirle­ rin hükmü de böyledir. Yine Müslümanların zor kullanarak fethettikleri beldeler de aynı hükme tabidir. Mısır, Şam havalisi -Allah buraları muhafaza buyursun- gibi bölge­ ler bu durumdadır. Bu evsaftaki beldelerde sonradan inşa edilen tüm kiliseleri yıkmak va­ ciptir. İslam'dan önce var olan kadim kiliseler, eğer, Mısır ve Şam havalisi gibi, zor kullanılarak fethedilmiş bir beldede yer alıyorsa, yıkmak vaciptir. Bu ki­ liseler sulh yoluyla fethedilen beldelerde ise ve sulh antlaşmasında kilisele­ rin olduğu gibi kalması şart koşulmuşsa, yıkılmazlar. Onüçüncü Bölüm'de 98 Hz. Ömer'in bu mektubunu Muhammed Hamidullah, Mecmuatü'l-vesıiiki's-siyasiyye li'l­ ahdi'n-Nebevi ve'l-hilıifeti'r-raşide (Darü'n-nefais, Beyrut 1408/1987, s. 756-757) başlık­ lı eserinde neşretmiştir. Hamidullah, İbn Kesiı'in tefsirinde bu metni herhangi bir se­ ned ve kaynak belirtmeksizin naklettiğini söylemektedir. Krş. Ebu'l-Fida Ömer İbn Ke­ sir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-azim, (nşr. Muhammed İbrahim el-Benna vd.), Kahraman Yayın­ lan, İstanbul 1984, IV, s. 75-76. Zimmet Akdi 159 zor kullanılarak fethedilen yerler ile sulh yoluyla fethedilenleri zikretmiş­ tim. Yıkılmadan bırakılan kiliselerin, bir görüşe göre, onarılması yasaktır. Şafii ve bir görüşünde Malik [b. Enes] bu hükmü benimsemiştir. Bir başka görüşe göre ise bunu yapmalarına engel olunmaz. Bu, Şafii'ye izafe edilen diğer bir görüştür. Onarılması caiz olanların [tamiratının] gizlenmesi, geceleyin ve dışarı­ dan görülmeyecek şekilde yapılması gereklidir. Bir başka görüşe göre, bu ge­ rekli değildir. Ancak [bahsi geçen binalarda] hiçbir şekilde genişletme yapıl­ ması caiz değildir. 289. Zimmilerin ata binmelerine engel olunur. "Cins katırlara binmeleri de aynı hükme tabidir" şeklinde bir görüş de vardır. [Bineklerine] eyer taka­ rak, üzengi kullanarak binemezler. [Deve ve eşeklerin] semerlerine ise an­ cak iki ayaklan bir tarafa gelecek şekilde yanlamasına oturarak binebilirler. İhtiyaç duymaları halinde oturacakları eşya yalnızca tahtadan olabilir. Bir çukur yahut bir engel olmadıkça yolun kenar kısmından gider, yolun ortası­ nı Müslümanlara terk ederler. Fasıl (9): [Zimmilerin Yapmaları ve Söylemeleri Yasak Olan Hususlar] 290. [Bu fasıl, zimmilerin bazı şeyleri] yapmalarına ve söylemelerine en­ gel olunmasına dairdir. Onların İslami esaslara göre uygunsuz kabul edile­ cek şekilde, Yüce Allah'ı, Kur'an'ı ve İslam'ı ağızlarına almaktan geri durma­ ları gerekir. Bu hususun, zimmet akdi yapılırken onlara "İslami esaslara gö­ re uygunsuz kabul edilecek şekilde Allah'ı ve Resfilü'nü ağzına alan kimse­ nin antlaşması (zimmet) bozulmuş, kanı helal olmuştur" ifadesiyle şart ko­ şulması gerekmektedir. [Zimmet] antlaşmasını nelerin bozduğunu ve bu ko­ nudaki ihtilafları, Allah'ın izniyle aşağıda ele alacağız. Onların, şirk içeren sözlerini, dualarını, ilahilerini, Mesih ve Üzeyr hakkındaki inançlarını Müs­ lümanlara duyurmamalan gerekmektedir. Aynca Müslümanların mahrem hususlarına tarizde bulunmaktan, onlara eziyet verecek herşeyden uzak durmaları gereklidir. Fasıl (10): [Gayyar Kullanmak] 291. [Bu fasıl], gayyar hakkındadır. Zimmilerin elbiselerindeki gayyarla kendilerini Müslümanlardan ayırmaları gereklidir. Dış kıyafetleri, sanklan ve başlıklarında da aynı hüküm geçerlidir. Yahudiler için en uygunu san renk, Hıristiyanlar için mavi, Mecusiler için siyah veya kırmızıdır. Zünnar, 160 Adl'e Boyun qinek elbisenin dışına iple bağlanır, kumaş yahut kemerle değil. Kadınlar yün ku­ maştan zünnar bağlarlar. Bunun bir tarafı siyah, diğer tarafı kırmızı olur. Hamama girdikleri vakit boyunlanna çıngıraklı, yahut demir veya kur­ şun madalyonlu kolyeler takarlar. Bir görüşe göre, zimmi kadınlann Müslüman kadınlarla birlikte hama­ ma girmelerine mani olunur. [Aynca zimmi kadınlann] toplum içinde kah­ küllerini ve saç örgülerini göstermelerine engel olunur. Fasıl ( l l }: [Zimmilerin ikamet Ebneleri Yasak Olan Bölgeler] 292. Zimmilerin Hicaz'da ikamet etmelerine engel olunur. Hicaz; Mekke, Medine, Yemame, Taif, Hayber, Cidde ve bu merkezlere bağlı köylerden oluşan bölgenin ismidir. Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel] (rh) de bu gö­ rüştedirler. Bu bölgeye ticaret için gelmeleri durumunda üç günden fazla ka­ lamazlar. Kafirlerin Mekke'nin haremine girmeleri hiçbir surette mümkün değildir. Buranın sınırları malum ve meşhurdur. Bir kafir, sultana ( veliyyü'l­ emr) mektup getirir yahut çok önemli bir iş arz etmek isterse, sultan da o sırada Harem sınırlan içindeyse, sultanın bu sınırlann dışına çıkması gerekir yahut o kimsenin mektubunu ya da getirdiği haberi almak üzere bi­ rini gönderir. Zimmiler [Harem] dışındaki mescidlere de ancak kendisinin ya­ hut bir Müslümanın ihtiyacı sebebiyle ve Müslümanlardan izin almak suretiyle girebilir. Uyumak yahut birşeyler yiyip içmek gibi gerekçelerle mes­ cidlere giremez. Ebu Hanife (rh), zimmilerin [mescide girmek için] izin almalannın gerek­ li olmadığı görüşündedir. Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel] (rh) ise mes­ cide girmelerini hiçbir surette caiz görmemektedir. Fasıl ( 12): [Zimmilerin Müslümanlarla İlişkileri] 293. Zimmiler meclisler toplayarak biraraya gelmezler, [Müslümanlara] önce [kendileri] selam vermezler, verirlerse yalnızca "Sizin de üzerinize" de­ riz. Kendilerinin üstün olduğunu ima edecek davranışlarda bulunamazlar; bir mecliste bir Müslümandan yükseğe oturamazlar, seslerini Müslümanın sesinden daha fazla yükseltemezler, Müslümana şarap sunamaz, bunu tek­ lif dahi edemezler, Müslüman şarap istediğinde bu isteğini yerine getire­ mezler. Müslümanlar tarafından değeri çok düşük kabul edilen işlerde [ça­ lıştırmak üzere] Müslümanlan kiralayamazlar. Zimmet Akdi 161 Fasıl ( 1 3 ): [Zimmet] Akdin[in] Bozulması Hakkında 294. Şu üç sebep zimmet akdinin bozulmasını gerektirir: Cizye ödemek­ ten geri durmak, dinin (mille) hükümleriyle yükümlü olmaktan imtina et­ mek yahut bizimle savaşmak. Bu hususlar [akit esnasında] şart koşulsa da, koşulmasa da hüküm değişmez. Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel] (rh) [de] bu görüştedir. Ebu Hanife (rh) ise bu ahdin ancak, zimminin Müslümanlara karşı silah­ lı bir güç hazırlaması (mena'a) yahut darülharbe katılması durumunda bo­ zulacağını söylemiştir. [Zimmi] İslami esaslara göre uygunsuz kabul edilecek şekilde, yüce Allah'ı, Resı1lü'nü (sav), İslam dinini yahut Kur'an'ı ağzına alırsa, Malik [b. Enes] ve Ahmed [b. Hanbel]'e (rh) göre zimmet akdi bozulur. Şafii fakihler­ den bir kısmı da aynı görüşü paylaşmaktadır. Diğer bazıları ise bundan ka­ çınmaları zimmet akdinde şart koşulmuş, yahut böyle bir davranışta bulun­ manın [akdi] nakzedeceği söylenmişse akdin bozulacağını, aksi takdirde bo­ zulmayacağını söylemişlerdir. Ebu Hanife ise zimminin Müslümanlara karşı silahlı bir güç hazırlama­ sı yahut darülharbe katılması, Müslümanlara zarar verecek bir şey yapma­ sı, onların canına veya malına kastetmesi anlamına gelecek şu yedi şeyi yap­ ması durumunda zimmet akdinin bozulacağını söylemiştir: [a] Bir Müs­ lüman kadınla zina yapmak, [b] Müslüman bir kadını nikahına almak, [c] Müslümanların dini hakkında fitne çıkartmak, [d] [eşkıyalık maksadıyla] yollan kesmek, [e] kafirler için casusluk yapan birine yardım ve yataklık yapmak, [fl Müslümanların gizli bir hususunu düşman casusuna göstermek ve [g] bir Müslümanı öldürmek. Daha sahih olan ise şudur: "Eğer yukarıdaki unsurlardan uzak durmak şart koşulmuş ve bunların zimmet akdini bozacağı söylenmiş ise akit bozu­ lur, aksi taktirde bozulmaz." Ahmed b. Hanbel (rh) böyle bir sınırlandırma­ ya gitmeden [prensip olarak] akdin bozulacağını söylemiştir. Malik [b. Enes] (rh) sadece Müslüman bir kadınla zina etmenin veya onu nikahı altı­ na almanın akdi bozacağı görüşündedir. Ebu Hanife ise, yukarıda zikretti­ ğimiz tüm hususların, ancak zimmilerin Müslümanlara karşı silahlı bir güç hazırlamaları veya darülharbe katılmaları durumunda akdi bozacağı görü­ şündedir. Yukarıdaki yedi unsur hakkında ister zimmet akdinin bozulacağı görüşü, isterse bozulmayacağı görüşü benimsensin, her halükarda [zimmiye] tüm bu hususlar sebebiyle önce had yahut tazir cezası uygulanır. Ardından, eğer ak­ din bozulacağı görüşü benimsenmişse, bu hüküm tatbik edilir. 162 Adl'e Boyun E�mek Fasıl ( 14): [Zimmet Akdini Bozmayan Yasak Davranışlar] 295. Zimmilerin kendilerine yasak olan bazı davranışlar yapmaları duru­ munda eğer Müslümanlar bundan zarar görmemişlerse akit bozulmaz. Gay­ yar kullanımının terk edilmesi, içkiyle ilgili her türlü olumlayıcı davranışı açıktan yapmak, Mesih ve Üzeyr hakkındaki inançlarını Müslümanlara anlatmak, kilise inşa etmek, kendi binalarını Müslümanlarınkinden yüksek yapmak, ata binmek, [ibadet ederken yaptıkları] okumalarında seslerini yükseltmek gibi hususlar böyledir. Sorumlular bu davranışlar sebebiyle ta­ zir cezasına çarptırılırlar. Bir görüşe göre ise, eğer [zimmet akdinde] bunların akdi nakzedeceği şart olarak belirlenmişse akit bozulur; belirlenmemişse bozulmaz. Bu durumda tazir cezasına çarptırılırlar. Zimmet akdinde açıkça bu akdi bozan davranışlar olarak zikredilen şeylerden birini yapan kişi hakkında, o kişinin zimmet ak­ dini bozduğuna hükmedilmiş ise söz konusu kişi yakalandığı takdirde ölüm cezasına çarptırılır. Malik [b. Enes] ve Ebu Hanife (rh) [de] bu görüştedir. Ahmed b. Hanbel (rh) şöyle demektedir: "İmam, bu kişiyi öldürmek ile köleleştirmek arasında tercihte bulunur." Şafü'nin bir kavline göre ise o, gü­ vende olacağı bir yere iade edilir. Böylece kitabın sonuna gelinmiş oldu. En doğrusunu Yüce Allah bilir. Zimmet Akdi 163 Kaynakça Acluni, Ebü1-Fida İsmail b. Muhammed, Keşfü'l-hafa ve müzilü'l-ilbas amma iştehere mine'l-ehB.dis [ala elsineti'n-nasJ, Darü İhyai't-Türasi'l-Arabi, Beyrut 1351. Ahmed b. Muhammed, Ebu Bekr, el-Mücalese ve ceva.hirü'l-ilm, (nşr. Ebu Ubeyde Meşhur b. Hasan Al-i Salman), Camiatü't-Terbiyeti'l-İslamiyye, Bahreyn 1998/1419. Akpınar, Cemil, "İbn Cemaa", DİA, XIX (İstanbul 1999), s. 388-392. Akyüz, Vecdi, Kur'an'da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul 1998. Asali, Kamil J., "The Banu Jama'ah, A Family of Scholars in Medieval Jerusalem", Hamdard Islamicus, XVIIl/3 (1995), s. 5-3 1. Atar, Fahrettin, "Arif', DİA, III (İstanbul 1991), s. 360-361. Avcı, Casim, "Hilafet", DİA, XVII (İstanbul 1998), s. 539-546. Aybakan, Bilal, "Muamele", DİA, XXX: (İstanbul 2005), s. 319-320. Aydın, M. Akif, "Cuale", DİA, VIII (İstanbul 1993), s. 77-78. Belazüri, Ebü'l-Abbas Ahmed, Fütıi.hu'l-büldan, Darü1-Kütübi'l-İlmiyye, Bey­ rut 1983. Berkuki, Abdurrahman, Şerhu Divani'l-Mütenebbi, Darü'l-Kitabi'l-Arabi, Bey­ rut 1979/1399. Bozan, Metin, İmamiyye Şiası'nın İmamet '.llısavvuru (4. ve 5. Asırlar), İlahi­ yat, Ankara 2007. Cüveyni, İmamü'l-Haremeyn, el-Gıyasi, Gıyasü'l-ümem fi'ltiyasi'z-zulem, (nşr. Abdülazim ed-Dib), 2. bs., el-Mektebatü1-kübra, [y.y.] 1981. Çağrıcı, Mustafa vd., "Adalet", DİA, 1 (İstanbul 1988), s. 341-344. Dağim, Semih, Mevsuatu mustalahati'l-ulıi.m el-ictimaiyye ve's-siyasiyye fi'l­ fikri'l-Arabi ve'l-İslami, Mektebetu Lübnan [Librairie du Liban], Beyrut [t.y.]. Dakuki, Hüseyin Ali, "Hire", DİA, XVIII (İstanbul 1998), s. 122-124. Davutoğlu, Ahmet, "Devlet", DİA, IX (İstanbul 1994), s. 234-240 . .. ___ , Alternative Paradigms, The Impact of Islamic and Westem Weltanschauungs on Political Theoıy, University Press of America, Lanham 1994. Demiray, Mustafa, Hak Zail Olmaz: Roma, Türk ve İslam Hukuklannda Eksik Borç, Klasik, İstanbul 2009. Kaynakça 165 Fayda, Mustafa, "Ata", DİA, IV (İstanbul 1991), s. 33-34. ____ , "Cerib", DİA, VII (İstanbul 1993), s. 402. ____ , "Muhammed", DİA, XXX (İstanbul 2005), s. 408-422. Fazlıoğlu, İhsan, "Osmanlı Düşünce Geleneğinde 'Siyasi Metin' Olarak Kelam Kitapları", TALİD, 112 (2003), s. 379-398. Ferra, Ebu Ya'la, el-Ahkamü's-sultaniyye, (nşr. Muhammed Hamid Faki), Da­ rü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Kahire 1983/1403. Fuad, Abdülmün'im Ahmed, "Mukaddimetü't-tahkik", (İbn Cemaa, Tahrir, içinde), s. 3-41. Görgün, Tahsin, "İbnü'l-Ezrak el-Gırnati", DİA, XXI (İstanbul 2000), s. 35-37. Hacak, Hasan, "Mal", DİA, XXVII (Ankara 2003), s. 461-465. Halef, Abdulcevad, el-Kadi Bedrüddin İbn Cemaa, hayatuh ve asaruh, Camia­ tü'd-Diraseti'l-İsliimiyye, Pakistan 1988. Hamidullah, Muhammed, Mecmuatü'l-vesaiki's-siyasiyye li'l-ahdi'n-Nebevi ve'l-hılafeti'r-raşide, Darü'n-nefüis, Beyrut 1408/1987. Hamidullah, Muhammed & Aydın, M. Akif, "Köle", DİA, XXVI (Ankara 2002), s. 237-246. İbn Cemaa, Bedreddin, Muhtasar fi fazli'l-cihad, (nşr. Üsame Nasır Nakşiben­ di), Vezaretü's-sekafe ve'l-i'liim, Bağdad 1983. Müstenedü'l-ecnad fi aJati'l-cihad, (nşr. Üsame Nasır Nakşiben­ di), Vezaretü's-sekafe ve'l-i'liim, Bağdad 1983. ·---------' İbn Kayyim el-Cevziyye, Muhammed, Zadü'l-me'ad fi hedyi hayri'J-ibad, (nşr. Hasan Muhammed Mesudi), Darü'l-Kitabi'l-Arabi, Beyrut [t.y.]. İbn Kesir, Ebü'l-Fida Ömer, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, (nşr. Muhammed İbrahim el-Benna vd.), Kahraman Yayınlan, İstanbul 1984. İbn Manzur, Ebü'l-Fazl Muhammed, Lisanü'l-Arab, Daru Sadır, Beyrut [t.y.]. Kavak, Özgür, "Oryantalist Gözüyle İslam Siyaset Düşüncesi: İbn Cemaa'nın Siyaset Anlayışı ya da Şeriat'a Karşı Fıkıh", ( İslam ve Klasik, haz. Sa­ mi Erdem-M. Cüneyt Kaya, Klasik, İstanbul 2008 içinde), s. 147-171. , "'Siyasi-Fıkhi Ahkamın' Fıkıh Usulü Zemininde Temellendirilme­ si: Cüveyni'nin el-Gıyaslsinde Kat'iyyat-Zanniyyat Aynını ve Modern Yorumları", Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, XIV/27 (2009/2), s. 21-55. __ __ Kaya, Mehmet Cüneyt, "'Peygamberin Yasa Koyuculuğu' Bağlamında İbn Si­ na'nın Ameli Felsefe Tasavvuru", Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, XIV/27 (2009/2), s. 57-91. Koca, Ferhat, "Gulul", DİA, XIV (İstanbul 1996), s. 190-192. Köse, Hızır Murat, "Siyaset", DİA, XXXVII (İstanbul 2009), s. 294-299. el-Kütübü's-sitte ve şürühuha, 1-XXIII, Çağn Yayınlan, İstanbul 1992/1413. 166 Adl'e Boyun �mele Maverdi, Ebü'l-Hasen, el-Ahkamü's-sultaniyye ve'l-vilayatü'd-diniyye, (nşr. Ah­ med Mübarek Bağdadi), Daru İbn Kuteybe, Kuveyt 1989/1409 . , el-Havi'l-kebir hüve şerhu muhtasari'l-Müzeni, (nşr. Ali Muham­ med Muavvez, Adil Abdülmevcud), Darü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1994/1414. Önkal, Ahmet, "Ebu Ubeyde b. Cerrah", DİA, X (İstanbul 1994), s. 249-250. .. . __ Özcan, Azmi, "Hilafet, (Osmanlı Dönemi)", DİA, XVII (İstanbul 1998), s. 546553. Razi, Ebu Bekr Necmeddin, Mirsadü'l-ibad, (nşr. Muhammed Emin Riyahi), İntişarat-ı İlmi ve Ferhengi, Tahran 1986. Sağlık, Muhammet, İbn Cemaa'nın Hayatı, Eserleri ve Hukuki Görüşleri, (ya­ yımlanmamış yüksek lisans tezi), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilim­ ler Enstitüsü, İstanbul 2002. Salibi, Kamal S., "The Banu Jama'a, A Dynasty of Shafi'ite Jurists in The Mamluk Period", Studia lslamica, IX (1958), s. 97-109. Savran, Ahmet, "Düreyd b. Sımme", DİA, X (İstanbul 1994), s. 30. 'I\ırtuşi, Ebu Bekr, Siracü'l-mülı1k, (nşr. Muhammed Fethi Ebu Bekr), ed-Da­ rü'l-Mısriyyetü'l-Lübnaniyye, Kahire 1994. Yılmaz, Hüseyin, The Sultan and the Sultanate: Envisioning Rulership in the Age of Süleyman The Lawgiver (1520-1566), (yayımlanmamış doktora tezi), Harvard University, Cambridge, Massachusetts 2005. Yiğit, İsmail, Siyasi, Dini, Sosyal, Kültürel İslam Thrihi, (Memlükler), VII, Ka­ yıhan Yayınlan, İstanbul 1991. Kaynakça 1157 D i z: i n Abbas, Hz. 72 arif85, 86, 157 Abbas b. Mirdas es-Sülemi 60 ata 3 1 , 32, 59-61, 63, 64, 67, 68, 71-76, Abbasi 2 1 , 22, 24, 59, 62 84, 85, 90, 94, 1 16 Abdullah b. Revaha 50, 61 atik 137 Abdurrahman [b. Avfl 35 Attab b. Esid 39, 49 Abdümenaf 85, 140 Ayn Calut 2 1 adalet 17, 19, 25-28, 33, 37, 43, 44, 46, Azba 79 48, 53-55, 58, 62, 63, 87' 108, 1 12, 149, 150 Bağdad 18, 21, 22, 24 Adb 79 Bahr 78 Adiy 85 Baniye 126 el-Ahkamü's-sultaniyye 18, 19, 31, 36, Basra 39, 63, 126, 159 85, 146 Ahmed b. Hanbel 15, 34, 40, 42, 50, 55, 57, 60, 63, 65, 69, 77, 81, 84, 91, 92, 96, 97, 103, 105-107, 1 13, 1 15, 1 171 19, 121, 125, 126, 129-132, 134, 136-138, 145, 153, 156, 157, 161-16� Akil b. Ebu Talib 83 el-Akra' b. Habis et-Temimi 60 Ali, Hz. 16, 34-36, 71, 72, 1 1 0 Allah 15, 1 7 , 24-26, 2 8 , 31- 34, 3 7 , 4051, 53, 55-57, 60, 64, 66, 69, 7 1-73, 77, 78, 80, 86, 88, 91-93, 97, 99-101, 103- 108, 1 10, 1 1 1, 1 13, 1 15-1 17, Baybars, 1. 2 1 , 22 Bedir Gazvesi 57, 72, 79, 103-105, 107, 1 10, 1 15, 134 Bedreddin İbn Cemaa 2 1 , 23, 28, 64, 1 12 Beni Kaynuka 79, 80, 1 15, 127, 133, 136 Beni Nadir 1 1 1 Beml Cemaa 23 bey'at 19, 22, 25, 28, 34-37, 50, 85, 92 Beytü Aynıln 65 beytülmal 3 1 , 60, 62-67, 73, 74, 75, 80, 87, 89, 90, 129 122, 124, 125, 127, 131-135, 140, Beyza 79 143, 145, 149, 150, 155, 159-163 birzevn 137 Ammar b. Yasir 39 Amr b. el-As 39, 50, 72, 126 Cabiye 126 Arapça 15, 23, 158 Cafer b. Ehi Talib 50 Dizin 169 Calut 57 Ced'a 79 Ebu'l-Kasım Ahmed b. Zahir/Mustansır-Billah 21, 22 Cehennem 92, 108 Ebyaz b. Hammal 69 Cenf19 Ecnadeyn 126 Cennet 44, 77, 92, 105, 107, 131 ecr-i mis] 89, 138 cerib 62 ehl-i bağy 32, 149, 150, 153 Ceynln 65 ehl-i hal ve'l-akd 19, 25, 35, 36 Ceyşü'l-habat 50 emir 24-27, 31, 32, 35, 42, 49-51, 53, 62, Cidde 161 cihad 19, 23, 26, 27, 31, 32, 42, 43, 4951, 57, 67, 72, 73, 75, 77, 80, 81, 84, 91-97, 100, 103, 105-107, 1 1 1 , 1 13, 125, 128, 131, 134, 136, 145 cizye 26, 43, 59, 61-64, 68, 70, 86, 88, 92, 104, 143-145, 151, 155-158 67, 73, 77, 84, 95-97, 101, 126 emr-i bi'l-ma 'ruf nehy-i ani'l-münker 53, 55, 98 �nsar 72, 85, 86 Evs 86 Evtas Gazvesi 1 19 Eyle 79 cuale 94, 165 Cübeyr b. Mut'im 83 Fars 18 farz 19, 24, 26, 37, 42, 43, 45, 69, 92-94, Davud, Hz. 15, 33 Devvani 18 Dımaşk 21, 23 Divan 18, 32, 59, 68, 83-87, 89, 98 Düldül 19 Düreyd b. es-Sımme 1 1 1 104, 131, 150, 156, 157 Ferve el-Cüzami 78, 79 fetva 27, 53, 55, 102, 132 fey 26, 31, 43, 59-61, 63, 64, 67, 1 16, 1 17, 130, 132, 147 fıkıh 16, 18, 19, 23, 28, 61, 62, 94 Fihr b. Malik 85 Filistin 126 Ebu Bekir, Hz. 35, 37, 39, 50, 70, 71, 150 Ebu Hanife 60, 63, 65, 67, 69, 7 1 , 73, 74, 84, 90, 94, 1 10, 1 18, 1 19, 121, 123, 125-127, 129, 131, 133, 134, 137, 140, 141, 147, 151-153, 156, 157, 161-163 Ebu Katade 134 Fizza 79 ganimet 26, 27, 31, 32, 43, 46, 60, 6 1 , 6 3 , 64, 71, 7 7 , 79, 80, 88-90, 92, 98, 100, 105, 106, 1 12, 1 13, 1 15-141, 153 gayrimüslim 24, 3 1 , 67, 95, 143, 157, 158 Ebu Muhammed el-Cüveyni 123 gayyar 56, 160, 163 Ebu Musa 39 Gazve 88, 92, 93, 95, 104, 1 13 Ebu Sa'lebe el-Huşeni 65 Gazzali 129 Ebu Süfyan 72, 125 gulü.l 131, 132 Ebu Süleyman Hattabi 107 Ebu Talha 1 13 Haçlı 23 Ebu Ubeyde el-Cerrah 39, 50, 126 Haşimoğullan 85, 140 Ebu Uzza 117 Haleb 126 Ebu Ya'la el-Ferra 18, 36 Halid b. Velid 39, 50, 72, 83, 97, 126 170 Adl' e Boyun Egmek halife 16, 17, 19, 21, 22, 24, 25, 28, 33, 35-37, 39, 40-43, 46, 48, 49, 62 Hama 23, 126 Hamza, Hz. 50, 1 10 harac 26, 43, 61-64, 66-68, 86, 88, 90, 126, 151 haram 26, 27, 43, 45, 53, 55, 73, 74, 8 1 , 8 7 , 9 2 , 9 5 , 100, 108, 1 10, 127, 1 3 1 , 140, 155 Harem 147, 161 Hasan, Hz. 72 Hasan [el-Basri] 42, 101 Hayber 61, 62, 86, 106, 1 15, 125, 127, 133, 161 Hazrec 86 hecin 137 İmamü'l-Haremeyn Cüveyni 18, 19 İncil 107, 127 ikta 31, 32, 42, 49, 51, 59, 62, 64-70, 73, 76, 85, 94, 106; irfak -ı 64, 69, 10 irtidad 155 istiğlal iktaı 64, 66, 67 istihlaf 19, 25, 35 İ slam 15-18, 21-23, 26, 31, 41, 42, 49, 50, 54, 55, 57, 59, 60, 62, 64, 66, 69, 72, 83, 85, 86, 93, 104, 106, 1 15, 116, 118, 133, 143, 147, 155, 158-160, 162 İ srailoğullan 57 istişare 101 itaat 15, 19, 25, 28, 34-36, 40, 45, 50, 51, 80, 86, 103, 1 18, 149-153 helal 27, 45, 53, 55, 80, 81, 1 15, 1 16, 121, 123, 124, 132, 150, 159, 160 Hevazin 86, 1 1 1 , 1 15, 121 Hıristiyan 88, 104, 155, 156, 158, 160 Hicaz 161 Hicret 15, 7 1 , 72, 83, 1 15 Hind 86 Hire 36 hisbe 27, 53, 55, 88 Humus 106, 1 15, 126, 134 Huneyn 57, 127, 133 Huzeyfe 57, 84 hüdne 31, 143, 144 Hüseyin, Hz. 72 Irak 36, 57, 62, 1 15, 125, 126 İbn Abbas 140 İbn Haldun 18 İbn Ömer, Abdullah 36 İbn Sina 18 İbnü'l-Ezrak 18 İkrime b. Ebu Cehil 72 imam 19, 24-28, 32-36, 39-4 1, 44, 45, 47, 48, 53, 56, 58, 61, 65, 69, 85-87, Kabe 57, 140 kadilkudat 21, 23, 28 kafir 43, 44, 54, 59, 61, 64, 87, 88, 91, 93, 94, 103, 108, 109, 1 10- 1 13, 116, 1 18, 120, 121, 125, 129, 134, 136, 141, 143-147, 150, 152, 155, 161, 162 kafiz 62 Kafür 80 Kahire 21, 33, 36, 159 Kal'i 79 Karafe Mezarlığı 23 kasabe 62 Kasva 79 Kelam 16, 23, 158 Ketüm 79 Kınalızade 18 Kınnesrin 126 Kinane 85 Kudüs 23, 65, 126 Kufe 36, 39, 159 Kur'an-ı Kerim 15, 60, 72, 107, 140, 158, 160, 162 90, 93, 124, 125, 127, 131, 133, 136, Kureyş 25, 27, 34, 48, 83, 85, 93, 144 140, 143-153, 155, 156, 163 Kutuz 2 1 Dizin 1 7 1 Lahif 78 muk.arraf 137 Lezaz 78 Mukavlus 79 Lisanü'l-Arab 15 Musa, Hz. 15 Mutasım-Billah 21 Mahreme b. Nevfel 83 Malik b. Enes 60, 63, 69, 71, 74, 94, 1 18, 1 19, 121, 123, 125-127, 129, 131, 133, 134, 136, 137, 140, 141, 147, 153, 156, 157, 160-163 Mariye 79 Masiyet 19, 25, 28, 34, 35, 40, 45 Maverdi 18, 85, 126, 146 Mute Gazvesi 35, 50, 97 mübareze 109, 1 10, 134 Müdğam 131 Münebbih b. el-Haccac 79 m ürahik 93, 136 Mürtecez 78 mürted 59 Müslüman 15, 16, 21, 22, 24-27, 32-34, Me'rib 69 36, 39-43, 45, 57, 59-72, 75, 80, 83, Mead b. Adnan 85 84, 87-90, 93-95, 98, 103, 104, 108- Mecusi 104, 155, 160 1 13, 1 15-121, 125, Medine 15, 85, 91, 159, 161 135, 137-141, 143-147, 149, 156-163 Mekke 39, 49, 57, 71, 72, 80, 125, 126, 147, 161 Melikü'l-Eşref Halil 21, 23 Memlük 2 1-24, 27 126, 129-132, Müsni 79 Müstenedü 'l-ecnad fi 8.18.ti'l-ciha. d 23, 97, 103 müzaraa 62, 66 Merrü'z-Zahran 125 Mescid-i Aksa 23 Nablus 126 Mesih 160, 163 Nadir b. el-Haris 1 1 7 Mısır 21-23, 39, 44, 49, 62, 66, 79, 83, en-Nadr b. Kinane 85 126, 159 Mihzem 79 NakJ'' 70 Nakib 85, 86 Moğol 2 1-23 Na'üm 79 muamele 61, 62 Necmeddin Daye, Mirsadü'l-iba.d 17 Muaviye 16, 145 nefel 1 16, 138, 139 Muaz b. Cebel 50 Nizamülmülk 18 Mudar 85 Noel 158 m uhallil 80 Muhammed (Peygamber, Nebi, Resıll, Osman b. Ebi'l-As 39 Resıllullah), Hz. 15, 16, 24, 28, 31, Osman b. Huneyf 62 34, 35, 37, 39-43, 45, 49, 50, 53, 55, Osman, Hz./Osman b. Affan 35, 71, 72, 57, 60-62, 64-66, 69, 71, 72, 77-86, 83 91-94, 96, 97, 99, 103-107, 1 10, 1 1 1 , 1 13, 1 15-117, 1 19, 121, 125-127, Ömer b. Ebu Seleme 72 131-134, 136, 138-140, 144, 145, Ömer, Hz./Ömer b. Hattab 35, 39, 49, 155, 160, 162 Muhtasar fi fazli'l-ciha.d 2 1 , 23, 28, 64 muhtesib 55, 56 Muhyiddin İbnü'l-Arabi 17 172 Adl'e Boyun Egmek 50, 57, 59, 61, 62, 70-73, 78, 83-85, 125, 126, 156, 158, 159 örf 39, 51, 56, 87, 89 öşür 59, 61, 63, 64, 68, 86, 88