İşlet e Bili i e Giriş DERS NOTLARI 1 İş Yaşamı ve İşletme Toplumda tüm bireyler yaşamlarını devam ettirebilmek, geçimlerini sağlayacak para kazanabilmek, arzu ve isteklerini gerçekleştirebilmek için çeşitli işler yaparak kıyısından köşesinden iş yaşamı içinde yer alırlar. İşletme de iş yaşamında yer alan ve hemen hemen her an çeşitli nedenlerle karşımıza çıkan bir kavramdır. Bu sözcük doğal olarak birçok kavramı çağrıştırır. İşletmeyi kimi zaman yaptığımız işimizle ilgili çeşitli kaynakların bir araya getirilerek ticari amaçlara ulaşamaya yardımcı olan bir örgüt olarak düşünebiliriz. Aynı sözcük akademik ortamda bireyleri iş yaşamına hazırlayan ve iş yaşamında yer alan çeşitli işlevlerle ilgili bir bilim dalı olarak karşımıza çıkar. Ayrıca tam olarak olmasa da ilişkisel açıdan amaca yönelik bir ekonomik faaliyeti/işlevi veya ticari işlemleri akla getirebilir. Çoğunlukla, işletme için, iş yaşamında yer alan ve toplumda mal ve hizmet tedariki, üretimi, ve dağıtımıyla ilgili işlevlerin yapıldığı bir örgüt/organizasyon/ortam şeklindeki tanımı tercih edilir. Bütün bu açıklamaları ortak bir “işletme” tanım içine yerleştirmeden önce unsurlar halinde ele alırsak, İşletmenin: Topluma mal veya hizmet verilmesiyle ilişkili olduğunu, Birey ve kurumlar için toplum içinde geçimini sağlamak için gerekli parayı kazanma aracı olduğunu, İş ve faaliyetlerin yerine getirilmesi için sağlanan kaynakların yönetilmesini içerdiğini, Kâr etmek, para kazanmak gibi temel amaçlara yönelik olabileceğini, veya kâr elde etme ve para kazanma düşüncesi ötesinde sadece topluma hizmet vermeye yönelik olabileceğini, Akademik ortamda ise, iş yaparken gereken çeşitli işlev ve faaliyetlerin açıklamasını yapan bir bilim dalı olarak kabul edildiğini, söyleyebiliriz. Bu bağlamda işletme bazen geçim sağlayabilmek için ve para kazanmayı hedefleyerek kâr amacıyla, bazen de kâr gözetmeden topluma mal ve hizmet vermek amacıyla yapılan tüm faaliyetlerin yapıldığı bir örgüt olarak tanımlanabileceği gibi, iş yaşamında yer alan tüm faaliyet/işlevlerin açıklamasının yapıldığı bir bilim dalı olarak tanımlanabilir. Biz bu kitapta işletmeyi, çeşitli kaynakların bir araya getirilerek toplumun gereksinimi olan mal ve hizmetlerin üretimi ve dağıtımı ile ilgili çeşitli faaliyet ve işlevlerin yapıldığı bir örgüt, kurum, kuruluş olarak ele alıp, bu kurumda yapılan faaliyetlerle ve işlevlerle ilgili bilgi vereceğiz. İşletmenin temel faaliyeti ihtiyaçların sağlanmasına yönelik alıcılar ve satıcılar arasındaki alışveriştir. “İnsanlar niçin satın alır ve satarlar?” sorusuna “mevcut ihtiyaçlarını gidermek ve isteklerini tatmin etmek için” diye cevap verebiliriz. Unutmamak gerekir ki giderilmiş bir ihtiyaç veya tatmin edilmiş bir istek zaman içinde yeniden doğabilir. Bunun için insanlar arasında alışverişin devam etmesi gerekir. Bu yüzden işletme faaliyetlerinin asla sona ermeyen bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, ister büyük ister küçük olsun her toplumda bireyler ve onların oluşturduğu kurumlar arasında işletme faaliyetleri daima yer alacaktır. 2 Neler veya hangi ürünler alışveriş konusu olmaktadır? Alışveriş konusu olarak işletmenin faaliyetlerinin ana unsuru olan ürünler ekmek, bilgisayar, araba, bina gibi maddi ve elle tutulabilen mallar olabileceği gibi, bazen de elle tutulamayan maddi olmayan sağlık, sigorta, eğlence, temizlik, taşımacılık, eğitim gibi hizmetlerden oluşurlar. İş yaşamında işletmenin faaliyetlerinde temel amaç olan, yukarıda açıklamaları yapılan, mal ve hizmetler, ürün olarak adlandırılır. Yani ürün, mal ve hizmeti kapsayan bir sözcüktür. Çoğu kişi açısından, işletmeler mal ve hizmet üreterek kâr amacına sağlamaya yönelik faaliyetler yaparlar. İnsanlar geçinebilmek, daha iyi koşullarda yaşayabilmek amacıyla para kazanmak için iş yaparlar. Bu kişilerin toplumun ihtiyaç ve isteklerini giderecek ürünleri temin etmeleri sonucunda sağladıkları olumlu sonuç, faaliyetler sonucu kâr olarak ortaya çıkar. İş yapan insanların beklentisi genellikle budur. Bu nedenle de, işletme faaliyetleri sonucunun olumlu farkı olan “kâr”, işadamlarını bir işletmeyi kurup faaliyete geçirmeye teşvik eden unsur olarak görülür. İşadamları mal ve hizmet üretimi yaparken kaynak olarak adlandırdığımız, işgücü, teknoloji, sermaye, bilgi gibi bir takım girdilere gereksinim duyarlar. Bu kaynakların (işgücü, teknoloji, bilgi, sermaye)bedelini ödeyerek onları bir araya getirirler. Amaç yukarıda belirttiğimiz gibi mal veya hizmet üretmek için yapılan harcamalardan daha fazla gelir elde etmektir. Bu mal veya hizmetler karşılığında sağladıkları gelirler ile onları üretmek için yaptıkları harcamalar arasındaki fark, iş yapan işletmenin bir “ödülü” olarak kabul edilir. İş yaşamında bu ödül kâr olarak adlandırılır. Örgüt veya Kurum, iş yaşamında faaliyette bulunan işletmeler, holdingler, dernekler, kulüpler, birlikler veya sendikalar gibi, belirli bir amaç için sistemli bir biçimde çalışabilecek, bilinçli olarak oluşturulmuş insan gruplarından oluşan topluluk olarak tanımlanabilir. Çoğu iş örgütü veya kurum topluma gereken ürünleri sağlayarak kâr etme amacıyla bilinçli olarak kurulur. Çevremizde gördüğümüz ve mal ve hizmetlerinden yararlandığımız, temel amacı kar elde ederek para kazanmak olan kuruluşlar kâr amacı güden örgütler olup iş yaşamındaki ana grubu oluştururlar. Bununla birlikte para kazanma veya kâr etme amacı dışında belirlenmiş misyonları doğrultusunda topluma hizmet yapmak için kurulmuş çok sayıda örgüt de bulunmaktadır. Bu gibiler kâr amacı gütmeyen örgütlerdir. Devlet kurum ve kuruluşları, resmi kurumlar, işçi sendikaları, belediyeler, veya belirli misyon sahibi vakıf veya dernek statüsünde kurulan çeşitli kurumların ana amacı misyonları doğrultusunda halka hizmettir. Bu kurumlar da sağladıkları mal ve hizmetler için gelir elde edebilirler. Sağlanan gelirler ile, yapılan harcamalarının hepsini ya da bir kısmını karşılarlar, ama bu kurumlarda temel amaç kâr elde etmek değil topluma hizmet vermektir. Günümüzde kâr amacı gütmeyen kurumların sayıları ve toplumlar üzerindeki etkileri artmaktadır. Bu tür kurumlar da kâr amacı güden işletmelerle benzer sorun ve zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle kâr amacı güden kurumların işleyişiyle, kar amacı gütmeyen kurumların işleyişi arasında büyük farklılıklar bulunmamaktadır. Dolayısı ile kitabımızın izleyen kısımlarında yer alan açıklamalar hem kâr amacı güden hem de gütmeyen kurum/örgütler için geçerli olacaktır. Bu arada kitabımızda bundan böyle iş 3 yaşamında yer alan bu tür toplulukları örgüt veya kurum yerine “işletme” olarak adlandıracağımızı belirtmek isteriz. Günümüzde İş Dünyası Son yüzyıllarda toplumlarda her alanda gelişmeler olmasına rağmen, iş dünyası son zamanlara kadar büyük bir değişiklik göstermedi. Karşılaşılan değişiklikler ise, esas olarak, yönetim uygulamaları, bilgi teknolojisi ve dünya genelinde serbest ticaretin önündeki engellerin kaldırılması konularında yoğunlaştı. Son yıllarda ise yönetim uygulamaları oldukça değişmeye başladı. Bu değişikliklerden işletmeler olduğu kadar toplumlar da etkilenmeye başladı. Bazı toplumlar yeni iş ve yönetim uygulamalarından büyük ölçüde yararlanırken, bazıları da uygulamalarda başarısız oldu. Bilhassa yirminci yüzyılın son çeyreğinde bilgi teknolojisi alanında yeni gelişmeler toplumları ve işletmeleri son derecede etkiledi. Bilgisayarların ve kablosuz iletişim araçlarının işletmelerde ve evlerde her kesim tarafından yaygın biçimde kullanılması ile birlikte yeni iş yapma yöntem ve teknikleri ortaya çıktı. İşletmelerde bilgisayar kullanımı ürünleri, ürünlerin maliyet yapısını ve aynı zamanda üretim tekniklerini, fabrikaları ve üretim sürecinde kullanılan makine ve teçhizatı değiştirdi. Özellikle bilgisayarların iletişim alanında kullanılması çağımızın İnternet çağı olarak adlandırılmasına neden oldu. Günümüzde dünyanın her köşesinde milyonlarca kullanıcı internet aracılığıyla birbirlerine bağlanmakta ve iletişim sağlamaktadır. Birçok işletmenin dünya genelinde erişilebilen ağ (World Wide Web–www) sayfa ve siteleri bulunmaktadır. Bu sitelerin çoğu insanların birbirleri ile ve işletmeler veya kurumlarla iletişim kurmasını mümkün kılmaktadır. Bir başka gelişme de kablosuz iletişim araçları-GSM ler ve internet bazlı elektronik posta kullanımı. GSM hatları ve e-posta internet bağlantıları, birey ve kurumların birbirleri ile çok hızlı bir şekilde iletişim kurmalarını mümkün kılıyor. Uzmanlara göre bir yıl içinde gönderilen e-posta sayısının 7 trilyondan fazla olduğu tahmin ediliyor. www siteleri ve e-postanın kullanımı, iş yaşamında e-ticareti başlatmış ve bu durum bir anlamda alış veriş ortamlarını sanal pazarlara taşımıştır. Artık insanlar ve işletmeler birbirleri ile fiziki temas kurmadan internet bağlantıları aracılığıyla, sanal pazarlarda alışverişlerini yapabilmektedirler. Dünyamızın artık küresel bir kent haline geldiği görülmektedir. Bu bağlamda ülkeler arasındaki sınırlarla ilgili eski paradigmalar da değişmektedir. Ülkeler arasındaki bildiğimiz geleneksel sınır çizgileri artık komşular arasında ayırım değil, birleştirici bir hat olarak görülmekte, farklı uluslararasında, bilhassa komşu ülkelerde, başta sınır ticaretleri olmak üzere, serbest ticaret teşvik edilmektedir. Mal ve hizmetlerin ötesinde, üretim faktörleri de günümüz dünyasında daha serbest bir biçimde hareket etmektedir. Kısaca, küreselleşme son hızla günümüz dünyasında etkisini arttırmaktadır. Doğal olarak küreselleşme sonucu dünyadaki tüm işletmeler için yeni bir tehdit ortaya çıkmaktadır: Rekabet. Ülkeler arası dış ticaretin önündeki engellerin birer birer kalkması 4 ile, tüm işletmeler farklı pazarlarda fırsatları değerlendirmeye kalkarken olası tehditlerle de karşılaşmaktadır. Uzmanlar gelecek yirmi yıl içinde küresel ticaretin önünde hiçbir engel kalmayacağını tahmin etmektedir. Bu nedenle kitabımızın izleyen bölümlerinde açıklamalar yapılırken, iş yaşamının küreselleşmesi ile yönetim uygulamalarındaki gelişimler ve bilgi teknolojisinin ve dünya ölçeğinde serbest ticaret eğiliminin artan etkileri dikkate alınacaktır. Girişimciler: İşletmeleri Kuran İşadamları İş dünyası girişimcilere çok şey borçludur. Onlar olmaksızın işletmeler kurulamaz. Toplum büyük ölçüde onların girişimcilik faaliyetlerinden yararlanır. Girişimci dediğimiz, iş kuran veya mevcut işlere yeni açılımlar getiren işadamları yenilikçi kişilerdir. İş alanlarında yeni ürünler, yöntemler, teknikler ve süreçler yaratırlar. Bu durum, toplumdaki bireylerin yaşam standartlarında bir olumlu bir değişime ve gelişime yol açar. Yeni girişimler sonucu toplum için yeni iş olanakları da yaratılmış olur. Doğal olarak yeni iş olanaklarının yaratılması toplumların en önemli makroekonomik sorunlarından işsizlik oranının azaltılması üzerinde etkili olur. Girişimciler toplumun ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetleri temin etmek için risk üstlenerek sıfırdan, yoktan iş ve işletmeler kuran ve verdikleri hizmetler karşılığında da gelir sağlamak ve kâr elde etmek arzusu taşıyan işadamlarıdır. Girişimciler işlerine sıfırdan başlarlar. Onları harekete geçiren unsur toplumun gereksinimlerinin karşılanmasında gördükleri bir boşluk ve bu boşluğu verimli bir şekilde çalışma ile doldurmaları sonucunda gelir sağlayarak kâr sağlama olasılığıdır. Muhtemelen iyi performans gösterip, verimli bir şekilde müşterilerini memnun edecek bir mal ve hizmet üretirlerse, müşterilerin de bu mal ve hizmetler karşılığı, kendileri için kârları da içeren bir bedel ödeyeceğini düşünmektedirler. Girişimciler, önce bir sektördeki bir mal veya hizmet boşluğunu fark ederler ve bunu bir fırsat olarak görürler. Sonra bu mal ve hizmetlerin üretilmesinde gerekli girdi maliyetlerini, diğer masrafları ve bu işin üstesinden gelebilmek için neler yapılması gerektiğini hesaplamaya çalışırlar. Ardından hesaplarına ve beklentilerine dayanarak işe başlarlar. İşe başlama amaçları elbette bu çabaları sonucunda kâr etmektir. Yani, ürünlerini sattıklarında müşterilerinden tahsil ettikleri gelirlerin mal ve hizmetlerini piyasaya sunmak için yaptıkları harcamalardan fazla olmasını beklerler. Eğer mal ve hizmet karşılığı tahsil edilen gelirler harcamalardan fazlaysa, aradaki fark girişimcinin ödülü olan kâr olacaktır. Bununla birlikte, bir işin kurulması ve yürütülmesi konusunda tüm girişimciler başarılı olamamaktadır. Bazen girişimcilerin piyasaya ürünlerini sunmak için yaptıkları harcamalar piyasadan tahsil edilen gelirlerden fazla olabilmektedir. Bazen de sektörde rakiplerin daha verimli ve etkili çalışması sonucunda girişimci rekabet edemeyebilir. Bu gibi durumlarda girişimciler istenmeyen, beklenmeyen bir şey olan zararla karşılaşırlar. Zararların devamlı olması ve önlenememesi durumda ise girişimci sermayesini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya gelir. 5 Büyük işletmelerin kurulmasında, ilk yıllarda üretim maliyetlerinin yüksekliği ve pazarda etkinlik çalışmalarının zaman içinde geliştirilebilinmesi nedeni ile ilk yıllarda genellikle zarar oluşabilmektedir. Ama eğer işletme yoluna istikrarlı bir biçimde devam ederse, yıllar içinde ölçek ekonomisi, deneyiminin yükselmesi ve piyasaların olgunlaşması sonucunda kâr etmeye başlar. Bu kârlar önceki yılların zararlarını da telafi eder. Yukarıda girişimcinin tanımını yaparken “sıfırdan, yoktan iş ve işletme kuran kişi” olarak bir tanımlama yaptık. Ama günümüzde mevcut işlere ve işletmelere tüm işletme işlevlerinde (üretim, pazarlama, finans, vs.) yeni açılımlar sağlayan kişiler de girişimci olarak nitelenmektedir. Dolayısı ile girişimciyi, daha geniş kapsamlı olarak, sıfırdan yoktan iş ve işletme kuran, veya mevcut iş ve işletmelerde yeni açılımlar ve gelişimler yapabilen kişiler olarak tanımlamak doğru olacaktır. Girişimcilerin bazı önemli niteliklere sahip olması gerekir. Birçok insan kendi işlerini kurmak veya başka girişimciler tarafından kurulmuş işletmelere sahip olmayı arzu etse de girişimci özelliklerine sahip bulunmayabilir. Bu niteliklere sahip olmadıkları halde kendi işlerini kuran veya yöneten çok sayıda girişimci iş yaşamında yer almakta ve başarılı da olmaktadır. Dolayısıyla bu nitelikler bir girişimci de muhakkak bulunması zorunlu nitelikler olarak görülmemelidir. Ama bu niteliklere sahip bir girişimcinin işinde başarılı olma olasılığının daha yüksek olacağı da şüphesizdir. Girişimcinin Nitelikleri Bir girişimcinin başarısında etkili olan, sahip olması gereken temel nitelikler aşağıda sıralanmaktadır: (Şekil.1-1) Kendi Kendinin Patronu Olmak: Girişimciler kendi kendilerinin patronu olmak isteyen insanlardır. Bu onlarda bulunması gerekli olan en önemli niteliktir. Hiç kimseye hesap vermemek, kendi işinin sahibi olmak, yalnızca kendilerine karşı sorumlu olmak, çoğu insanın arzuladığı ve başarmak istediği bir durumdur. Böyle bir arzusu olmayan kişi risk almaktan kaçınır ve genellikle başkası hesabına çalışmayı tercih eder. Yaratıcılık: Girişimciler işle ilgili yükümlülüklerin her aşamasında yeni fikirler ortaya koyan kişilerdir. Yeni bir ürün veya hizmette, yeni yönetim tarzlarında, yeni satış tekniklerinde, yeni operasyon ve üretim tekniklerinde yaratıcı fikirler üreten, karşılaşılan zorlukların üstesinden gelebilen farklılıklar yaratabilmek önemli girişimcilik özelliğidir İçten Denetimli Kişilik: İçten denetimli kişilik yeteneği kişinin geleceğini yaratma konusunda kendi beceri ve kabiliyetlerine inanma derecesiyle ilgilidir. Girişimciler bu yeteneğe sahip olmalı, sorumluluk almalı ve kendi kabiliyetlerine, çabalarına ve yüksek performanslarına güvenmelidir. Bu niteliğe sahip bulunmayan, kaderci görüş sahibi olan kişiler ise işlerinde karşılaştıkları başarısızlık karşısında daima ortamı ve başkalarını suçlayacaklar ve kimi aksiliklerle karşılaştıklarında daima bahane arayacaklardır. Özgüven Sahibi Olmak: Girişimciler kendilerine ve başarılı performans gösterme kabiliyetlerine güvenirler. Kendilerine güvenmeyen kişilerin iyi bir girişimci oldukları söylenemez. 6 İyimserlik: Kötümser kişiler olayları daima olumsuz yönü ile değerlerler. Bu kişilik özelliğine sahip bulunanlar yeni iş ve işletme kurmaya hevesli değildirler. İyimser olmayan kişilikler çevreyi fırsat aramak yerine tehditleri tanımlamak amacıyla analiz ederler. Doğal olarak olayları daima olumsuz görmek bir işi başlatmaya veya yürütmeye yardımcı olabilen bir özellik değildir. Bu nedenle girişimcilerin genellikle iyimser özellikli kişiler arasından çıktığını söylemek yanlış olmaz. Enerjik Kişilik: Girişimciler genellikle çalışkan, işlerini seven ve kendilerini işlerine adayan, işyerinde uzun saatler geçirmekten yüksünmeyen kişilerdir. Bu özellikleri haiz kişilerin işlerinde başarı olasılığı doğal olarak daha yüksektir. Bu nedenle girişimcilerin enerjik ve çalışkan olmaları önemlidir. Vizyon Sahibi Kişilik: Orijinal görüşlere ve iş yaşamının geleceği ile ilgili geniş vizyona sahip bulunmak bir girişimci için önemlidir. İş veya işletme kurmak vizyonla başlar. Vizyonu gerçekleştirecek kararlılık kişileri başarılı girişimciler haline getirir. Başarısızlığa Tahammüllü İnsanlar: İş yaşamında kâr, zararın kardeşidir. Girişimciler kâr etmek için yeni işler ve fırsatları arasalar da bazen başarısız olabilir ve zarar edebilirler. Bu gibi durumlarda kararlılık ve kendine güvenerek çabaları devam ettirebilme önemlidir. Bunun için de başarısızlık ve aksiliklerle karşılaşıldığında tahammüllü olmak ve cesaretle çabaları sürdürebilmek gerekir. İş yaşamı iniş çıkışlarla doludur. İyi zamanlarda olduğu gibi kötü zamanlarda da çabaların devam ettirilmesi ve başarı sağlayabilmek için sürdürülmesi önemlidir. Belirsizlik Altında Çalışabilme: Girişimciler bir işletme kurarken, o işin geleceği ve sağlayabilecekleri kâr ve zararla ilgili tahmin ve hesaplamalar yaparlar. Ama bu hesaplamalar tahminden ileri gitmez. Gelecek, genellikle belirsizdir ve bu belirsizliklerin derecesi her zaman yüksektir. İşle ve sektörle ilgili her şeyi bilmek veya doğru bilgilere erişmek ve bilgi sahibi olarak işleri devam ettirmek mümkün olmayabilir. Bu nedenle girişimcilerin kısıtlı bilgi ile belirsizlik derecesi yüksek iş ortamlarında çalışabilecek kişiler olması gerekir. Başarma Arzusu Yüksek Kişilik: Arzuladığı ve varmak istediği sonuçlara ulaşmak, para kazanmak, iş hayatında tanınmak ve başarılı olmak girişimcilerin genellikle istediği şeylerdir. İşlerinde yükselmek ve başarılı olmak istedikleri için çok çalışırlar. Bu özellik girişimciler için önemli olan ve onları motive eden bir özellik olup Başarı arzusu olmayan kişiler genellikle yeni iş girişimlerinde bulunmazlar. Yukarıda sayılan belli başlı özellikler yanında kendisini motive edebilen, zeki, cesur kişilerin de iyi birer girişimci adayı olacakları şüphesizdir. Yöneticiler: İşletmeleri Yöneten İşadamları 7 İşletmenin sahipleri, ulaşılması arzulanan hedefleri belirlerler. Ardından bu hedeflere ulaşmak için işletmenin tüm kaynaklarını kullanarak işletmeyi yönetecek bir kişiyi seçerler. İşletmenin yararlanacağı kaynakları, onun fabrikaları, makineleri, aletleri, teçhizatı, malzemeleri gibi fiziki ve maddi varlıklar veya teknoloji, bilgi, patentler, markalar, imaj gibi gayri maddi varlıklar olabilir. İşletmede bir diğer önemli kaynak da insan kaynakları, yani o işletmede çalışan insanlardır. Yönetici bütün bu -maddi ve/veya maddi olmayan- kaynakları arzulanan hedeflere ulaşmak için bir araya getiren ve onları etkili ve verimli olarak yöneten kişidir. Bu durumda yöneticinin dikkate alması gereken iki önemli husus vardır: Kullanılacak kaynaklar ve yerine getirilmesi gereken yönetim görevi. Bir işletmede görevin yerine getirilmesi tüm yöneticilerin temel sorumluluğudur. Ancak yöneticiler, genellikle işin yapılmasına doğrudan ve fiziki olarak katılmazlar. Görevlerini ve neyin nasıl yapılacağını teknik anlamda bilmelerine rağmen genellikle bu işlerin, kendilerine bağlı başka kişilerce yapılmasını sağlarlar. Görevlerin yerine getirilmesi için diğer çalışanların çabalarını yönlendirirler. Bir yönetici işletmesinde neyin, nasıl ve ne zaman yapılacağı konusunda diğer kişileri aşağıdaki işlevleri yerine getirerek yönetir. Bu işlevler: Yöneticiler, içinde bulunulan koşullar çerçevesinde, önce yapılması gereken işleri ve varılmak istenen sonuçları belirler ve bunların nasıl tamamlanacağını planlarlar.(Planlama) Sonra, planlarla belirlenen hedeflere ulaşmak için kaynakları yapılandırır-organize ederler.(Organize etme) Planları ve işin yapılış tarzını belirledikten sonra vasıflı kişileri işe alır ve onlara görevlerini açıklarlar ve açıklanan görevleri yerine getirebilmelerini sağlamak amacı ile bu kişilerle doğru iletişim sağlayarak, onlara liderlik yaparak ve motive ederek işlerin yapılmasını sağlamaya çalışırlar.(Yürütme) Bu görevlerini yaparken aynı zamanda çalışanları izler ve yapılan işleri denetlerler, gerektiğinde de düzeltici önlemler alırlar.(Denetim) Tüm yöneticilerin yerine getirdiği bu dört işlev, yani planlama, organize etme, yönlendirme ve denetleme, yönetim işlevleri olarak anılır. Bu işlevler ileride 4. ve 5. Bölümlerde “İşletmelerde Genel Yönetim – 1 ve 2” başlığı altında kapsamlı olarak ele alınacaktır. Yöneticiler ve Yönetim Düzeyleri Bir işletmenin yönetim piramidinde yer alan yöneticiler farklı sorumluluklarının ışığı altında farklı işler yapar ve farklı düzeylerde çalışırlar. Yöneticiler işlevsel olarak pazarlama, üretim, finans, muhasebe, insan kaynakları, araştırma ve geliştirme gibi farklı bölümlerde çalışırlar. Çalıştıkları bölümün hiyerarşisinde de farklı konumlarda yer alırlar; pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısı, pazarlama müdürü, pazarlama iletişim şefi, tanıtım şefi vb. gibi unvanlar taşırlar. Bunlar her işletmenin yönetim piramidi şemalarında görülebilir. 8 İşletmede piramidin en üst kısmındaki yöneticiler üst düzey yönetici olarak anılırlar. Bu yöneticiler işletmenin genel anlamda her birimindeki tüm işlerinin uygun bir şekilde yönetilmesinden ve birimler arasındaki koordinasyondan sorumludurlar. Herhangi bir işletmede bulunan Genel müdür, İcra Kurulu Başkanı, Genel Müdür Yardımcısı gibi pozisyonlar üst düzey yönetim pozisyonlarıdır. Belediye Başkanları, Valiler, Rektörler de kendi kurumlarının üst düzey yöneticileridir. Piramidin orta katmanlarında görev yapan yöneticiler orta düzey yönetici olarak anılırlar. Bölüm müdürleri, kısım müdürleri veya müdür yardımcıları, üniversitelerdeki dekanlar orta düzey yöneticilerin örneklerindendir. Piramidin en alt kısmındaki yöneticiler alt düzey yönetici olarak anılırlar. Ustabaşıları veya bölüm şefleri, takım liderleri alt kademe yöneticilerden bazılarıdır. (Şekil. 1-2) Yöneticiler ve Yönetim Becerileri Yukarıda belirtildiği üzere yöneticiler yönetimin dört işlevinden(planlama, organize etme, yürütme ve denetim) yararlanarak diğer insanlar aracılığıyla işleri etkin ve verimli bir biçimde yerine getiren kişilerdir. Ama görevlerini başarmak için yaptıkları işler çok karmaşıktır ve bir dizi farklı beceri gerektirir. Hangi yönetim düzeyinde bulunursa bulunsun yöneticilik yapmak için gereken beceriler üç kategoride özetlenebilir. Bunlar: Kavramsal beceriler, insan ilişkileri becerileri ve teknik becerilerdir. (Şekil. 1-2) Kavramsal beceri, yöneticinin, işletmesini sektörü ve genel çevre bağlamında birbiriyle bağlantılı ve bağımsız parçaları, bölümleri ve kısımlarıyla bir bütün olarak görebilme kabiliyetidir. Bu yönetim becerisi, yöneticinin misyonunu iyice tanımlamasını, işletmesini sistem yaklaşımı içinde çevresi ve içi ile bir bütün olarak görerek stratejik düşünmesini ve strateji oluşturmasını, bir vizyon yaratma yeteneğine sahip olmasını gerektirir. Bu beceri, yönetim hiyerarşisindeki tüm yöneticiler için gerekli olmakla birlikte, önemi, farklı yönetim düzeylerinde değişiktir. Üst düzey yönetici konumunda olanların bu tür yeteneklere sahip olması özellikle önemlidir. İnsan ilişkileri becerisi yöneticinin diğer insanlarla birlikte çalışma kabiliyetiyle ilgilidir. Bu beceri tüm yönetim düzeylerinde aynı ölçüde önemlidir ve işletme hiyerarşisi içindeki tüm yöneticilerde bulunması gerekir. Bir yöneticinin çalışanlarını motive etmekteki, onlarla iletişim kurmaktaki, kişilerarası koordinasyon sağlamaktaki ve çalışanlar arasındaki çatışmaları çözümlemekteki başarısı bu beceriye fazlasıyla bağlıdır. Teknik beceri yöneticilerin kendi sorumluluk alanında uzmanlık gerektiren görevlerini teknik olarak yerine getirme kabiliyetidir. Bu beceri görevin teknik hususlarına, işin yapılması ile ilgili yöntemlerine, tekniklere ve teçhizata hâkim olunmasını gerektirir. Yönetim hiyerarşisinin alt kademelerinde bu beceri görevlerin yerine getirilmesi açısından çok önemlidir. Yönetici, işletme hiyerarşisinin üst kademelerine doğru yükseldikçe bu becerinin önemi azalır. 9 Her işletmede işleri en üst düzeyde yöneten ve bütün sorumluluğu üstlenen bir üst düzey yönetici vardır. En üst kademedeki bu kişi, işletmedeki tüm işleri tek başına yerine getiremez. Bu nedenle yönetici kendisine bağlı çalışarak çeşitli alan ve düzeyde görevleri yerine getirecek ve bu görevlerle ilgili olarak kendisine karşı sorumlu olacak kişileri istihdam eder ve onlara bir kısım yetkilerini devreder. Kendi görev alanlarında muhtelif becerilere ve uzmanlıklara sahip olan bu kişiler de verilen görevlerden bazılarının yapılması için kendi bölümlerinde kendisine bağlı olarak çalışacak başka kişileri istihdam edebilirler ve aynı şekilde bir takım yetkilerini devrederler. Yani en üst kademedeki kişinin altında çeşitli düzeylerde, kendilerine verilen işlerin yönetimiyle ilgili yetkilere sahip ve üst yöneticisine karşı sorumluluklar taşıyan başka birçok kişi bulunabilir. Açıkça görülebileceği üzere işletmeler, yönetim hiyerarşisinin farklı düzeylerinde kendilerine verilen görevlerle ilgili devredilmiş yetkilere sahip olan ve sorumluluklar taşıyan çok sayıda insandan oluşmaktadır. Girişimciler, işletmelerini yönetmek üzere başka bir yöneticiyi görevlendirmek yerine kendilerini yönetici tayin edebilirler. Veya yöneticiler işletmenin sahipleri arasından seçilebilir. Bunun yanında işletmeyi yönetmek için, işletme ile hiçbir mülkiyet bağı bulunmayan bir yabancı da istihdam edilebilir. Günümüzde iş dünyasındaki yöneticiler, genellikle işletmeyi yönetmek üzere işletme dışından işe alınmış veya işletme içinden terfi ettirilmiş profesyonellerden oluşmaktadır. Bu kişiler belirli bir süre için işletme sahipleri veya onların temsilcileri tarafından işe alınırlar. İşletme sahipleri profesyonel yöneticileri işe almakta olduğu gibi, performanslarından memnun kalmadıklarında onları işten çıkarma konusunda da tam yetkilidirler. Yöneticiler: İşler ve Roller İşletmenin herhangi bir düzeyinde görevli gözlemlediğimizde şu saptamaları yapabiliriz: bir yöneticinin sıradan bir gününü Sabah işyerine geldiklerinde o günün haberlerini öğrenmek için günlük gazeteleri okurlar. Aynı zamanda kuruluşun bağlı olduğu sektörle doğrudan ilgili özel haberler olup olmadığına bakarlar. Astları tarafından farklı işler konusunda hazırlanan bazı raporları okurlar. Birçok telefon görüşmesi yapar ve astlarıyla, müşterilerle, alacaklılarla, tedarikçilerle ve işletme içinden ve dışından pek çok kişiyle yapılan toplantılara katılırlar. İşletme içinde ortaya çıkan teknik ve kişiler arası sorunlarla ilgilenirler, pazarlıklar yaparlar ve bölüm için gereken kaynakları tahsis ederler. Yukarıda bazıları belirtilen ve bir yöneticinin günlük yaşamında gözlemleyebildiğimiz uğraşılar, o yöneticilerin yönetim işlevlerini yerine getirirken takındıkları muhtelif rollerdir veya diğer bir deyişle, yönetsel işlevlerini yerine getiren yöneticilerin bir işgünü içinde olası davranışlarıdır. Yöneticilerin, yönetim işlevlerini yaparken gösterdiği davranış biçimleri/rolleri üç kategori altında 10 farklı rol’de sınıflanabilir. (Şekil.1-3) Bilgilendirici Roller: Bu davranış biçimi/rol yöneticilerin yönetsel işlevlerini yerine getirmeleri için gereken bilgileri toplaması ve gerekli yerlere aktarmasıyla 10 ilgilidir. Yöneticiler gerekli bilgileri çok sayıda kaynaktan izler ve bu bilgileri ilgili diğer ilgili yerlere aktarırlar. Ayrıca verilen görev ve sorumluluklar konusunda duyurular yaparken birimin bir sözcüsü gibi hareket ederler. Kişilerarası Rolleri: Yöneticiler yönetsel işlevlerini yerine getirirken işletmenin içinde veya dışında kişiler ile ilişkiler içindedirler. Bulunduğu birimin temsilcisi olarak işletme içi ve dışında, kamuoyu karşısında işletmelerini/bölümlerini/birimlerini temsil ederler. Astları ile lider ilişkisi içinde bulunur ve onları yaptıkları işler doğrultusunda yönlendirirler. Ayrıca işletme içinde çalışanlar arasında bağlantı ve koordinasyon sağlayarak bir irtibat davranışı sergilerler. Karar Verme Rolleri: Yöneticiler işlerinin gereklerini yerine getirirken daima kararlar alırlar. Karar alma yöneticilerin en önemli ve temel görevleri arasındadır. Mevcut işlerinde yeni açılımlar yaparak veya yeni yöntemler bularak yenilikçi davranış biçimi geliştirirler. Bazen fırsat yakaladıklarında yeni işler yaratırlar. Bu davranışlar, yöneticinin işletme içinde girişimcilik rolleriyle ilgilidir. İşletme içinde ve dışında kişiler veya birimler arası çok sayıda çatışma olabilmektedir. Yöneticilerin önemli rollerinden biri de huzursuzlukları giderici, başka bir deyişle sorun çözücü rolleridir. Çoğu yönetici işlevlerini yerine getirirken çok sayıda küçük veya büyük sorunu çözerler. Önemli karar verme rollerinden biri de yöneticinin kaynak dağıtıcısı olarak oynadığı roldür. İşletmelerde mal ve hizmet üretimi için gerekli olan kaynaklar kıt’tır ve bunlar yöneticiler tarafından dağıtılır. Çalışanlar ve kaynak ihtiyacında olan bireyler, ya da bölümler hak ettikleri değil pazarlık ettikleri kadar kaynak tedarik edebilirler. Bu yüzden yöneticiler daima işletme içinde veya dışında birey ve birimlerle pazarlık halindedir. Bu da yöneticinin pazarlıkçı davranış biçimi/rolüyle ilgilidir. Çalışanlar: İşletmede İşleri Yapan Kişiler Bir işletmede diğer insanları yönetmeden tek başına veya bir takımın üyesi olarak bireysel çabalarla işlerini yapan görevlerini yerine getiren kişiler, yönetici konumunda bulunmayan çalışanlardır. Bu konumlarda çalışanların kendilerine verilen işi yapmak konusunda temel sorumluluk veya görevleri vardır. Ancak başkaları vasıtası ile iş görmezler ve işletmenin herhangi bir birimini yönetmek doğrultusunda hiçbir sorumlulukları yoktur. Atölye düzeyinde, genellikle kol gücüyle çalışan kişiler mavi yakalı çalışanlardır. Bu kişilere örnek olarak işletmelerde üretim ve operasyon gibi fiziki çaba gerektiren bölümlerinde çalışan işçileri verebiliriz. Bürolarda, kol gücünden çok beyin gücü ve bilgi birikimini kullanarak iş gören diğerleri beyaz yakalı çalışanlardır. Mavi yakalı ve beyaz yakalı çalışanlar arasındaki ortak özellik her iki tür çalışanın da işlerini kendilerinin veya takımlar içinde takımın bir üyesi olarak tek başlarına yapmaları ve işlerini yaparken başka insanları yönetmemeleridir. 11 Gerek mavi yakalı, gerekse beyaz yakalı çalışanlar işletmelerde temel faaliyetleri ve işlevleri yapan insan kaynağının esas gövdesini oluştururlar v onların becerileri ve çabaları işletmenin bütününün başarısında büyük önem taşır. İşletmenin Dış Çevresi İşadamları, girişimciler, yöneticiler ve çalışanlar işlerini yalnızca işletme içindeki işlerine odaklanarak yönetemezler. İşletme dışındaki çevrede tüm işletmeler için tehditler ve fırsatlar oluşmaktadır. Bu nedenle sistem yaklaşımının gereği olarak işadamları dış çevrede gerçekleşen olaylara büyük dikkat göstermek zorundadırlar. Her türdeki işadamının işletmesinin dış çevresinde gerçekleşen olaylarla baş etme kabiliyeti, onları yönetebilme becerisi işletmenin olası başarı veya başarısızlığına neden olabilir. Çoğu yönetici işletmesinin içindeki faaliyetlere odaklanma ve dış çevrenin işletmesi üzerindeki etkisini önemsememe eğilimindedir. Bunun nedeni kendi işletmeleri içinde istedikleri her şeyi değiştirebilme, denetleyebilme, yönetebilme yetkilerine sahip olmalarıdır. Bir yönetici bu yetkileri nedeni ile işletme içinde hemen hemen her şeyi denetleyebilmektedir. Aynı yöneticilerin işletmenin dış çevresinde oluşan olayları değiştirmeye, yönetmeye veya denetlemeye güçleri yetmez. Dış çevre dengeli olmayabilir, oluşabilecek olaylar öngörülebilir olmaktan uzak bulunabilir. Bu öngörülemeyen gelişmeler ve değişimler işletmenin amaçlarına varması hususunda olumlu veya olumsuz etki yapabilmektedir. Bu yüzden, başarılı yöneticiler ve işadamları işletmenin dış çevresi ile ilgili bilgi edinmeli, oluşan olaylara karşı reaktif bir davranışla işletmelerini dış çevreye uyumlu duruma getirmeli; ya da yapabileceklerini düşünüyorlarsa, proaktif davranarak dış çevreyi işletmelerinin yararına olabilecek şekilde etkilemeye çalışmalıdırlar. İşletmenin içinde faaliyet gösterdiği dış çevresi politik ve yasal, ekonomik, demografik, sosyokültürel, teknolojik, Uluslararası gibi ortamlar; müşteriler, tedarikçiler, rakipler ve ikame ürünler gibi unsurlardan oluşur. Kolaylık amacı ile dış çevrede yer alan tüm bu unsurları 2 ana bölümde sınıflayabiliriz; Dış genel çevre siyasal, hukuki, ekonomik, sosyokültürel, teknolojik ve Uluslararası gibi işletmeye uzak olan ortamlardan oluşur. Bu uzak ortamlarda oluşan olaylar işletmeyi dolaylı/endirekt olarak etkileyen fırsat ve tehditler yaratır. Dış sektörel çevre ise işletmenin yakın çevresindeki müşteriler, tedarikçiler, rakipler, ikame ürünler ve emek piyasası gibi unsurlardan oluşur. Yakın çevredeki unsurlar işletme üzerinde dolaysız/direkt etki yapabilen fırsat ve tehditleri oluşturur. (Şekil.1-4) İşletmenin Uzak Dış Çevresi: Genel Çevre Genel Çevre toplumun geniş kesimlerini, içinde yer alan sektörleri ve sektör içindeki işletmeleri dolaylı/endirekt olarak etkileyebilecek fırsat ve tehditler yaratabilecek unsurlardan oluşur. Daha önce belirtildiği gibi bu unsurları politik ve yasal, ekonomik, demografik, sosyokültürel, teknolojik ve Uluslararası kısımlar şeklinde gruplandırabiliriz. Bu unsurları hiçbir sektörde hiçbir işletme kontrol edemez, yönetemez. Ama bu dış 12 çevresel unsurlar tüm işletmeleri ve tüm sektörleri onlar için fırsat veya tehdit oluşturmak suretiyle etkilerler. Politik ve Yasal Çevre: Politik çevresel faktörler toplumda iktidarın kullanımı ve/veya dağılımıyla ilişkilidir. Siyasi kuruluşlar ve özel çıkar grupları yerel, ulusal veya Uluslararası olayları yönlendirebilirler. Çıkar grupları ve siyasi grupların iktidara gelme yarışı toplumu büyük ölçüde etkiler. Bu nedenle işadamları, faaliyete bulundukları bölgedeki politik kurum ve kuruluşları, bunların politikalarını, açılımlarını ve attıkları adımları yakından analiz etmelidir. İşletmenin başarı veya başarısızlığı politik çevrede var olan faktörlerden olumlu veya olumsuz etkilenir. Politik faktörler işletmelerin içinde faaliyet yürüttüğü toplumların yasaları, yönetmelikleri, kuralları ve prosedürlerinin oluşturduğu yasal çerçevesi tarafından desteklenirler. Yönetimin istikrarı, güç odakları, devletleştirme ve/veya özelleştirme yaklaşımları, vergi yasaları, anti-tekel ve rekabet yasaları, tüketiciyi koruma yasaları, çevre koruma mevzuatı, dış ticaret düzenlemeleri, gümrük mevzuatı, sağlık ve güvenlik düzenlemeleri bu kısımlardaki izlenmesi gereken bazı önemli politik ve yasal çevre faktörlerindendir. Ekonomik Çevre: Ekonomik çevre işletmenin içinde faaliyet gösterdiği ekonominin yapısı ve yönüyle ilgili tüm faktörleri içerir. Bu faktörler işletmenin başarısı ve ayakta kalması için yaşamsal önemi haizdir. Ekonominin sağlığının makro göstergeleri olan faiz oranları, enflasyon oranı, para arzı, işsizlik oranları, dış ticaret, ödemeler ve bütçe açık veya fazlaları, gayri safi milli hasıla, enerji kaynakları ve maliyetleri, ücretler, net gelirler ve ülkenin altyapı yatırım ve hizmetleri de dikkate alınması gereken ekonomik faktörlerdendir. Bu kısımdaki diğer bir önemli faktör, ekonominin içinde bulunduğu konjonktür devresidir. Ekonominin büyüme, durgunluk, bunalım veya iyileşme aşamalarında bulunması tüm ülke ekonomisine olduğu kadar işletme ve faaliyette bulunduğu sektör ve iş ortamı üzerinde güçlü bir etkiye sahiptir. Demografik Çevre: Demografik çevre işletmenin faaliyet bölgesindeki nüfusun büyüklüğü ve yoğunluğu, yaş yapısı, coğrafi dağılımı, etnik karışımı, gelir dağılımı, eğitim düzeyi gibi faktörlerle ilgilidir. Demografik faktörler faaliyet bölgesinin sayısal ve maddi unsurlarının ötesinde toplumun norm ve değerlerini de şekillendirici özellikler taşır. Ancak bu norm ve değerler ayrı bir başlık altında, sosyokültürel çevrede sınıflandırılmıştır. Sosyokültürel Çevre: Yukarıda belirtildiği üzere sosyokültürel çevre toplumdaki insanların yaşam şeklini etkileyen faktörleri içerir ve kültürel değerlerle, sosyal normlarla, yaşam tarzıyla ilgilidir. İşletmeler faaliyette bulunduğu bölgedeki toplumda çeşitli grupların farklı yaşam tarzlarını, değerlerini ve normlarını dikkate almalı ve anlamalıdır. Yaşam tarzları, farklı grupların işletme ve sektörden beklentilerini etkiler. Değerler, ayrıca, insanların yaşamlarında yaptıkları seçimleri de belirler. Ancak yaşam tarzları ve değerler tıpkı politikalar gibi zaman içinde değişirler. İşgücünün kültürel farklılığı, iş ve kariyer tercihlerinde değişiklikler, ürün ve hizmet tercihlerinde değişiklikler ile, ayrıca iş ve yaşam kalitesi konusunda tutumlar bu çere içinde dikkate alınması gerekli faktörler arasında sayılabilir 13 Teknolojik Çevre: Teknolojik çevre işletmenin faaliyet bölgesindeki makineler, malzemeler, işlevler, süreçler ve yönetim biçimlerini etkileyen teknolojilerin değişimi ve gelişimi ile ilgili faktörlerden oluşur. Bilimsel ve teknolojik gelişimlerin işletmeler, ürünleri, stratejileri ve rekabet özellikleri üzerinde büyük bir etkisi vardır. Teknolojik gelişmeler toplumun geleceğini şekillendiren itici güçlerden biridir. Bu çevrede izlenmesi gereken bazı önemli faktörler şunlardır: Devletin araştırma ve geliştirmeye(Ar-Ge), ürünlerle, süreçler, makineler ve malzemelerle ilgili yeni buluşlara veya gelişmelere yaptığı harcamalar, teknoloji transferlerinin hızı, yeni iletişim teknolojileri ve belirli sektörlerdeki teknolojik gelişimler ve yeni bilişim uygulamaları, vs. Uluslararası Çevre: Dünyanın küresel bir pazaryeri haline geldiğini daha önceki bölümlerde belirtmiştik. Bu nedenle işadamlarının daha önce tartışılan tüm dış genel çevresel faktörleri küreselleşme bağlamında analiz etmesi gerekir. Diğer bir deyişle, daha önce sözü edilen tüm faktörler Uluslararası çevredeki oluşumlar açısından incelenmeli ve işletme ve sektörü için fırsat ve tehdit olasılıkları belirlenmeye çalışılmalıdır. Uluslararası çevrede incelenmesi gereken küresel faktörler arasında; mevcut piyasalardaki değişimler, yeni gelişen ülkelerarası piyasalar, önemli Uluslararası siyasal, kültürel ve ekonomik olaylar, dış ticarette ülkeler ve bölgeler arası bloklar ve işbirlikleri, Uluslararası ticarette etkili kurum, kuruluş ve sözleşmeler, ülkeler ve bölgeler arası ticaret uygulamalarındaki teşvik ve engeller, vs. sayılabilir. İşletmenin Yakın Dış Çevresi: Sektörel Çevre Sektörel çevre, işletmenin dış genel çevrenin altında ve onun bir parçası olarak işadamlarına ve işletmelere daha yakın olan ve genel çevreye göre, işletme üzerinde daha doğrudan bir etkiye sahip olan çevredir. Sektör, tamamlayıcı, aynı veya benzer ürünleri üreten, girdilerini tedarik eden ve dağıtımını yapan ve bu işlevleri yaparken birbiri ile işbirliği yapan veya rekabet eden işletmelerden oluşur. Bu işletmeler benzer ürünlerini aynı müşterilere kabul ettirmek için bir anlamda savaş içindedirler. Sektörel çevrede önemli unsurlar arasında tüketiciler, müşteriler, tedarikçiler, rakipler, ikame ürünler ve işgücü piyasaları sayılabilir. Tüketiciler: Tüketiciler sektördeki işletmeler tarafından satışa arz edilen ürünlerin potansiyel kullanıcılarıdır. Belirli ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile hareket ederek alım yapan tüketiciler, ürününü kullandıkları işletmenin müşterisi olmayabilir. Örneğin A marka diş macununu kullanan kişi o ürünün tüketicisidir. Ama aynı kişi o ürünü Migros’dan satın almış ise diş macununu üreten firmanın değil, Migros’un müşterisi olur. Tüketici eğer malı ürünü üreten işletmeden satın alıyor ise o takdirde ürünün tüketicisi aynı zamanda müşterisi de olur. İki ana tüketici grubu, bireysel tüketiciler ve endüstriyel veya kurumsal tüketicilerdir. Müşteriler: Müşteriler sektördeki işletmeler tarafından tedarik edilen ürünlerin potansiyel satın alıcılarıdır. Müşteriler satın aldıkları ürünleri kendileri tarafından tüketilmek veya başkalarına satılmak üzere satın alabilirler. Üç ana müşteri grubu, perakendeciler, toptancılar ve endüstriyel/ kurumsal müşterilerdir. İşletmeler müşterilerinin ihtiyaç ve isteklerini izlerler ve genellikle müşterileri ihtiyaçları açısından gruplayarak hedef müşteri kitlesini oluştururlar. 14 Tedarikçiler: Tedarikçiler, işletmenin kendi ürün ve hizmetlerinin üretiminde kullanacağı hammadde, yarı mamul ve diğer girdileri sağlayan kişi veya kuruluşlardır. İşletmeler ürünlerini üretirken ve dağıtırken çeşitli girdilere( hammadde, yarı mamul madde, para, kredi, enerji, insan kaynağı, danışmanlık, bilgi, vs.) ihtiyaç duyabilir. Üretilen ürünlerin kalitesi kullanılan girdilere fazlasıyla bağlıdır. Bu nedenle üretici işletmeler ile tedarikçiler arasındaki ilişki kalitenin korunması, ürünlerin zamanında pazara çıkarılması ve ihtiyaçların zamanında yetiştirilmesi ve üretim maliyetlerinin azaltılması açısından çok önemlidir. Rakipler: Rakipler aynı sektör içinde, aynı müşteriler için benzer mal ve hizmetler üreten diğer işletmeler, kişi ve kuruluşlardır. Aynı müşteriler için benzer mallar üreten kuruluşlar pazardan daha büyük bir pay almak için daha fazla satış yapmak amacıyla kendi aralarında mücadele ederler. Daha fazla müşteri kazanma mücadelesi üretim, fiyatlama, promosyon, yenilik, dağıtım alanı yanında diğer tüm temel ve destekleyici faaliyet alanlarında verilebilir. Rakipler daima birbirlerini izler ve birbirlerinin yaptıkları davranışlara ve hamlelere karşılık verirler. Günümüzde küresel rekabetin arttığı ortamlarda bir faaliyet alanında rekabet içinde olan işletmelerin, bazen farklı alanlarda rekabet ettikleri işletmelerle işbirliği de yapabildikleri görülmektedir. İkame Ürünler: İkame ürünler işletmenin ürünlerinin yerini alabilecek veya onların yerine kullanılabilecek benzer olmayan mal ve hizmetlerdir. Yöneticiler rakiplerinin ürünlerini, faaliyetlerini ve hamlelerini izledikleri sırada sektörde var olan ikame ürünlerin etkisini ve yarattığı tehditleri de yakından incelemelidirler. Beklentilerde herhangi değişiklik nedeniyle müşteriler orijinal ürünler yerine ikame ürünleri talep edip satın alabilirler ve ihtiyaçlarını onlarla giderebilirler. Bu nedenle ikame ürünler tıpkı rakiplerin benzer ürünleri gibi ciddi bir biçimde izlenmeli ve kontrol edilmelidir. İşgücü Piyasası: Üretimin en önemli faktörlerinden biri işletmede çalışanlar, yani insan kaynaklarıdır. İşletmelerin hedeflerine ulaşması için farklı uzmanlık alanında çalışanları istihdam etmesi gerekir. İşleme faaliyetlerinde uzman olan veya olmayan, mavi veya beyaz yakalı çalışanların oluşturduğu ve işletmelerin çalışan ihtiyacını karşıladığı bu ortamlara işgücü piyasası denilmektedir. İşletmelerin rekabetinde önemli bir yer tutan “fark yaratmak” genellikle çalışan işgücü özelliklerine bağlıdır. Bu nedenle, işe alma, eğitim ve hizmet içi eğitimler aracılığıyla doğru insan kaynağına sahip bulunmak ve bu alanda sürekli yatırım yapmak iş dünyasının rekabetçi taleplerini karşılamak için zorunludur. Mavi ve beyaz yakalı çalışanların, tüm hiyerarşik düzeylerdeki yöneticilerin dışında, sendikalar, işçi birlikleri, insan kaynakları danışman kurumları işgücü piyasasının içindeki aktörlerden bazılarıdır. İşletmenin Dış Çevresi ile İlişkisi Dış çevre, daha önce belirttiğimiz gibi, işletme tarafından denetlenemeyen çeşitli unsurları içerir. Bu unsurların neler olduğu yukarıdaki paragraflarda açıklanmıştı. Dış çevrede yukarıda sözü edilen unsurlar çok çeşitli olup, devamlı değişiklikler ve gelişimler nedeni ile etkileşim içindedirler. Çok sayıda unsurun devamlı değişim ve gelişimi kolayca izlenemez. Bu durumda bir belirsizlik ortamı doğar ve işletmeler belirsizlik ortamında 15 çeşitli unsurları etkin olarak yönetemez ve kontrol edemezler. Ancak işadamları ve yöneticiler kendi işletmelerini çevreye uyabilecek veya çevreyi etkileyebilecek bir şekilde hazırlayarak belirsizlik ortamında çevresel unsurlara karşı bir davranış geliştirmeye çalışmalıdırlar. Çevresel Belirsizlik ve Değişimler Belirsizlik işadamları çevresel faktörler konusunda yeterli malumat ve bilgiye sahip olmadığında ortaya çıkar. Böylesi koşullarda yöneticilerin çevredeki ihtiyaç ve değişimleri anlayıp öngörmesi kolay değildir. Belirsizlik düzeyi üzerinde doğrudan etkili olan iki önemli faktörden biri; Çevrede işletmeyi etkileyen faktörlerin sayısı, Diğeri de bu faktörlerin değişim hızıdır. Çevrede işletmeyi etkileyen az sayıda faktör varsa ve bunlar hızlı olarak değişmeyen oldukça istikrarlı faktörlerse, işletmenin bulunduğu çevrenin düşük belirsizlik derecesine sahip olduğunu söyleyebiliriz. İşletmeyi etkileyen dış faktörlerin sayısı artıyor ve bu faktörler çok hızlı değişiyorsa bu koşullardaki çevrenin yüksek belirsizlik derecesinde bulunduğu şüphesizdir. İşadamları düşük belirsizlik derecesinde bir çevrede işletmelerini daha iyi yönetebilir ve dış fırsat ve tehditlere karşı daha etkili olabilirler. Belirsizlik düzeyi yükseldikçe çevresel fırsat ve tehditlere karşı işletmeyi yönetmek zorlaşır. İşletmeler dış çevresel fırsat ve tehditlerin bulunduğu ortamlarda iki temel strateji uygulayabilirler: Reaktif davranışlarla işletmeyi çevredeki değişimlere uyumlu hale getirmek veya Proaktif davranışlarla işletmenin faaliyette bulunduğu çevreyi etkileyerek işletme çıkarlarına uygun bir ortam hazırlamak. (Şekil. 1-5) İşletmeyi Dış Çevreye Uyumlu Hale Getirmek Politik, yasal, teknolojik, sosyokültürel, ekonomik, rakipler, tedarikçiler, müşteriler, vb. dış faktörlere bağlı olarak dış çevrede belirsizlik düzeyi yükseldiğinde işadamları bu değişimlere ayak uydurmak için aşağıdaki çeşitli stratejilerden yararlanabilirler. Değişimleri İzleme: İşletmeler satış ve satın alma bölümlerinde görev yapan bazı çalışanlarını, sahadaki müşteri ve tedarikçilerle doğrudan temas kurdurarak çevresel değişiklikleri belirlemekle görevlendirirler. Bu kişiler değişiklikleri tespit eder ve işletmenin ortamdaki önemli unsurlarla koordinasyonunu sağlarlar. Sürekli Tahmin ve Öngörülerde Bulunmak: İşletmeler çevredeki değişimleri öngörmek ve planlamak için merkez veya birimlerde planlama bölümleri/birimleri kurabilirler. Küçük işletmelerde aynı faaliyetleri özel bir komite oluşturulmaksızın belirli faaliyet alanından sorumlu yöneticiler yürütebilir. Hangi düzeyde olursa olsun öngörü, tahmin ve planlama faaliyeti çevredeki belirsizlik ortamı ile baş edebilmek için küçük veya küçük tüm işletmeler açısından zorunludur. 16 Esnek İşletme Yapısı Kurmak: İşletmenin çevreye uyumlu hale getirmenin tekniklerinden biri işletmeyi çevresel değişimlere etkili bir biçimde yapılandırmaktır. Eğer çevre istikrarlıysa ve hızla değişmiyorsa işletme genellikle iyi tanımlanmış görevler, sorumluluklar ve rollerle biçimsel bir yapıya sahip olabilir. Böylesi bir işletmede işlerin yapılması kurallar, düzenlemeler, politikalar ve prosedürler aracılığıyla fazlasıyla yapılandırılmıştır. Kararlar genellikle merkezi olarak alınır. Tüm prosedürleri iyi derecede tanımlanmış biçimsel işletmelerin yapısı mekanik yapılar olarak anılırlar ve değişmeyen istikrarlı bir çevrede etkindirler. Biçimsel olmayan, rol ve görev tanımlarının çok açık olarak belirlenmemiş olduğu minimal işletme yapılarına organik yapılar denir. Bu işletme yapısı dinamik, hızla değişen çevrelerde genellikle etkin bir yapıdır. Bu tür bir yapıda önceden belirlenmiş kurallar, politikalar ve prosedürler bulunmaz. Bu yapıda kararlar merkezi olarak verilmez ve genellikle birimlerde takım çalışmaları daha etkili sonuçlar verebilmektedir. İşletme Birleşmeleri ve Ortak Girişimler: Dış çevredeki belirsizlikleri azaltmanın yollarından biri işletmeler arası birleşmeler yapmak ve ortak girişimler kurmaktır. İşletme Birleşmelerinde iki veya daha fazla işletme yeni bir kimlikle tek bir işletme haline getirilir. Eski kurucu işletmeler ise kimliklerini kaybederler. Ortak girişim genellikle iki veya daha fazla işletmenin oluşturduğu bir program veya stratejik işbirliğidir. Ortak girişime ortak olan işletmeler kendi kurucu kimliklerini korurlar. İşletmeler birleşmeler veya ortak girişimlerle birbirlerinin kaynaklarını ve yeteneklerini birleştirip kullanarak güçlerini artırırlar. Politik ve yasal, teknolojik, demografik, tedarikçi, müşteri gibi muhtelif genel ve sektörel dış çevrelerde belirsizliği azaltmak için kaynakların yanı sıra birikim, deneyim ve bilgilerini de değiş tokuş ederler. Yabancı pazarlara kolay giriş yapmak isteyen ve etkili olarak bu pazarlarda faaliyet göstermek arzusunda olan işletmeler işletme birleşmeleri yapar veya yerel işletmelerle ortak girişimler kurarlar. İşletmenin Dış Çevreyi Etkilemesi İşletmeler çevresel olayların çok karmaşık ve hızlı değişim gösterdiği, yüksek belirsizlik ortamında etkili olabilmek için bazen proaktif yöntemlerden yararlanırlar. Kendi işletmelerini değişikliklere adapte etmek yerine çevrede değişikliklere neden olan unsurları proaktif davranışla değiştirmeyi tercih ederler. Yaygın biçimde kullanılan bazı proaktif çevre etkileme teknikleri aşağıda açıklanmaktadır: Reklâm ve Halkla İlişkiler: Reklâm faaliyetleri, işletmeye veya ürünlerine yönelik talebi olumlu olarak etkilemek ve talepleri işletme veya ürününe yönlendirme çabalarıdır. Burada amaç müşterilerin zevklerini ve satın alma saik ve davranışlarını etkileyerek değiştirmek ve onları işletmenin ürünlerini satın almaları yönünde etkilemektir. Halkla ilişkiler faaliyetleri kamuoyunu işletme hakkında olumlu olarak etkileyebilmek maksadı ile, toplumun değer verdiği faaliyetleri yaparak veya onlara katkı sağlayarak, toplum nazarında işletme veya ürünlerine yönelik olumlu bir imaj ve algılama yaratma çabalarını kapsar. İşletmenin yönettiği reklâm ve halkla ilişkiler faaliyetlerinin etkisi altındaki müşteriler ve kamuoyu satın alma davranışlarını veya algılarını işletme ve ürünleri yönünde değiştirebilir. 17 Politik Faaliyetler ve Lobicilik: Politik faaliyetler, resmi makamlar ve karar vericiler nezdinde işletmenin kendi çıkarları doğrultusunda, yasa ve düzenlemeleri etkileme çabaları olarak tanımlanabilir. Devletin yasa yapıcılarını ve diğer ulusal veya yerel yönetim organlarını etkilemek için en yaygın biçimde kullanılan politik faaliyetlerden biri lobiciliktir. Bu yöntemde, uzmanlar sürekli ve profesyonel bir biçimde yürüttükleri politik faaliyetler ile işletmelerine veya sektörlerine avantaj sağlayabilirler. Günümüzde birçok işletme kendi görüşlerini resmi makamlar nezdinde etkili kılabilmek için konu uzmanı lobicilerden yararlanmaya çalışmaktadır. Ticari Dernek ve Birlikler: Benzer çıkarlara sahip işletmeler tarafından toplumda ses getirecek eylem veya etkinlikler yaparak resmi makamları ve toplumu etkileme çalışmaları yapan genellikle kâr amacı gütmeyen kuruluşlar olan ticari dernek ve birlikler proaktif yöntemlerle belirli konulardaki görüşlerini duyurarak dış çevresel olayları etkilemeye çalışırlar. İşadamlarının, iş dünyasında, belirli bir zaman dilimi içinde gerçekleştirecekleri çok sayıda amaçları bulunur. Bu amaçları gerçekleştirmek için ya bir işletme birimini sıfırdan oluşturur, ya da daha önce kurulmuş birimleri satın alarak, birleştirerek veya işbirliği yaparak yeniden oluştururlar. Her toplumda farklı kaynaklara sahip, görüşleri ve farklı amaçları olan iş adamları bulunur. Bu kişiler kendi belirledikleri amaçlarına uygun yapılar, birimler, işletmeler kurarlar. Tek kişi ile kurulan ve yönetilen işletmeler hariç, bir işletme, genellikle çeşitli birimlerden oluşmaktadır. Her bir birim de, görev ve sorumlulukları farklı birer işletmedir. Örneğin büyük bir işletmeyi oluşturan her bölüm, alt bölüm, kısım ve şefliklerin her biri bir işletme olup, sorumlu yöneticileri ve çalışanları ile kendilerine verimli görevleri yaparlar. Bu bağlamda Arçelik AŞ’nin bir bütün olarak işletme olduğunu söyleyebiliriz. Ama Arçelik AŞ’nin bölüm, alt bölüm ve kısımları da birer işletmedir. Ölçek açısından işletmenin bütünü, bölümü, alt bölümü, kısmı, şefliği halinde kurulabilen işletme birimlerinin, işadamlarına, amaçladığı sonuçların elde edilmesine hizmet etmesi gerekir. Bu nedenle, işletme biriminin öncelikle amaçlanan sonuçları ve görevini ifade eden bir misyonu olmalıdır. İyi bir misyon işletme biriminin kuruluş ve varlık nedenini tanımlar ve tüm paydaşlara işletmenin ürünleri, pazarları, işlevleri hakkında bilgi verir. Her işletmenin bir misyonu olması gerektiğinden, işletmenin bütünü, bölümleri, kısımları ve şefliklerinin de misyonu bulunur. Küçük de olsa her işletmenin bir misyonu (kuruluş-varlık nedeni) bulunmasına rağmen, bu misyonları çoğu zaman yazılı bir şekilde açıklanmamaktadır. Açıklanmış veya açıklanmamış bir misyonu olan işletme birimleri, ayrıca ulaşılması arzulanan çok sayıda amaç veya hedeflere sahip olabilirler. + İşletme Türleri İşletme literatüründe yapılmış çeşitli işletme sınıflandırmaları bulunmaktadır. 18 Ölçeğe Göre İşletme Türleri İş dünyasında, küçük, orta ölçekli veya büyük işletmeler gibi farklı büyüklüklerde işletmeler bulunmaktadır. Bir işletmeyi küçük veya büyük olarak tanımlamakta kullanılan somut kriterleri belirlemek çok zor olsa da, küçük işletmeleri büyüklerden ayıran çok sayıda pratik ölçek ve gösterge vardır. Ancak, ölçek ile ilgili kriterlerin, ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini belirtmek isteriz. Bir ülkede büyük sayılan bir işletme, bir başka ülkede orta ölçekli, hatta küçük bir işletme olarak görülebilir. İşletmenin ölçeğini sınıflandırılabilir. belirlemekte kullanılan kriterler niceliksel ve niteliksel olarak Üretim miktarı, satış tutarı, sermaye miktarı (işletme sahibinin öz sermayesi), makinelerin, alet ve teçhizatın adedi, toplam yatırımların tutarı, arazi ve tesislerin büyüklüğü, ücretlerin, maaşların ve diğer harcamaların toplamı ve çalışan sayısı bir işletmeyi küçük ya da büyük olarak sınıflandırmakta kullanılacak niceliksel faktörlerden bazılarıdır. İşletme biriminin yasal olarak tek bir kişi tarafından mı yoksa çok sayıda kişinin oluşturduğu ortaklıklar şeklinde mi kurulduğu, işletme biriminin sınırlı yerel pazarlara, ulusal pazara veya dünya piyasalarına nüfuz etme derecesi, Uluslararası hissedarlarının bulunup bulunmadığı gibi kriterler ölçek açısından işletmeleri ayrıştırmakta kullanılan bazı niteliksel faktörlerdir. Ticaret odaları ve birlikler, yıllar itibarı ile en büyük işletmeleri üretim miktarı, satış miktarı, vergi öncesi yıllık gelir miktarı, öz sermaye miktarı, çalışan sayısı, net varlıkların toplamı, katma değer ve ihracat miktarı gibi kriterleri dikkate alarak açıklamaktadırlar. Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ’ler) Çeşitli ülkelerde küçük işletmeleri tanımlamakta kullanılabilecek bazı kriterler belirlenmiştir. Ancak, hemen hemen her toplumda baskın olan benzerlik, küçük işletmelerin bağımsız kişilerin sahip olduğu, alanlarında diğer işletmelere göre hakim durumda bulunamayan işletmeler olduğudur. Bazı sektörlerde küçük işletmelerin tanımlandırılmasında satış miktarı veya çalışan sayısı gibi ilave unsurların da göz önüne alındığını belirtmek isteriz. Tarım sektöründeki küçük aile çiftlikleri, kasap, bakkal, özel ticari mallar satan işyerleri, perakende sektöründe muhtelif ticari mallar satan küçük perakendeci firmalar, kahvehane, restoran, eğlence sektöründeki tiyatro ve sinemalar küçük işletmelerin tipik örneklerindendir. Sağlık sektöründeki diş hekimleri, tıp doktorları, biyokimya analistleri de küçük işletmeler olarak tanımlanabilir. Ülkemizde, aşağıda belirtilen özellikleri taşıyan işletmeler, Küçük ve Orta Boy İşletme (KOBİ) olarak tanımlanmaktadır: Çalışan sayısı 250 veya daha az, Yıllık satış cirosu veya yıllık bilanço değeri 25 Milyon TL veya daha az, Yukarıdaki iki ölçütten daha büyük bir işletme grubunda bağlı işletme olarak yer almayan işletmeler KOBİ(Küçük ve Orta Boy İşletme) olarak tanımlanmaktadırlar. 19 Türkiye’de bu tanıma giren işletmelerin toplam işletmeler içindeki oranı %99,89 dur. KOBİ’ler kendi içlerinde de Mikro, Küçük ve Orta ölçekli olarak sınıflandırılmaktadır. Çalışan sayısı 10 veya daha az; yıllık satış cirosu veya yıllık bilanço değeri 1 Milyon TL veya daha az olan işletmeler Mikro işletmelerdir. Çalışan sayısı 50 veya daha az; yıllık satış cirosu veya yıllık bilanço değeri 5 Milyon TL veya daha az olan işletmeler Küçük işletmelerdir. Çalışan sayısı 250 veya daha az; yıllık satış cirosu veya yıllık bilanço değeri 25 Milyon TL veya daha az olan işletmeler Orta ölçekli işletmelerdir. KOBİ’lerin sayısı, ülkemizde olduğu gibi, diğer çoğu ülkede de büyük ölçekli işletmelerden çoktur. Özellikle evden çalışma doğrultusundaki yeni eğilimler, küçük işletmelerin sayısının kısa bir süre içinde artmasına yardımcı olmuştur. Gelişen bilgi teknolojisinden yararlanarak işlerini evlerinden yürütmeyi tercih eden iş sahiplerinin sayıları artık dünyanın her yerinde artmaktadır. (Şekil. 2-1) Küçük ve orta ölçekli işletmeler her yıl ülke ekonomisinde tüm sektörlerde cazip iş fırsatları yaratmanın yanı sıra, ekonominin en önemli sorunlarından biri sayılan işsizlik konusunda da, toplum bireylerine iş olanakları sağlayıp istihdam oranının artmasına yardımcı olmaktadırlar. Küçük veya orta ölçekli bir işletmede bir kişilik iş olanağı(istihdam) yaratmanın gerektirdiği sermaye miktarı, büyük bir işletmede bir kişiyi istihdam etmenin gerektirdiği sermaye miktarının neredeyse üçte biri kadardır. KOBİ’ler, ayrıca, büyük işletmeleri destekleyip, onlar için girdi sağlayarak ve tamamlayıcı veya yarı mamul üretimi yaparak ekonomik gelişmeye katkıda bulunmaktadırlar. KOBİ’ lerin avantajları ve ekonomide sağlamış olduğu bazı yararlar aşağıda gösterilmiştir: Girişimci ve Yenilikçilik: Çoğu KOBİ müşteri ihtiyaç ve arzularını izleyerek, o konularda açılımlar yapmakta olduğundan çok girişimci, yaratıcı ve yenilikçidirler. Esneklik: Değişen çevresel koşullara kolayca ve hızla yanıt verip, uygun davranışlarla uyum sağlarlar. İşletme içi ve dışı iletişim bağlantıları büyük ölçekli işletmelerden daha basittir ve etkili olabilmektedir. Müşteri hizmetlerinde etkinlik: Müşterileriyle doğrudan ilişki kurdukları için müşteri ihtiyaçlarını daha etkin bir biçimde karşılayabilirler. Etkin çalışan-işveren ilişkileri: İşverenler, çalışanları ile daha yakın ilişkiler içindedirler. Çalışma ortamı büyük ölçekli işletmelere göre daha dostanedir. Karşılanmamış piyasa taleplerine yanıt vermek: Çoğu sektörde müşterilerin farklı beklentileri ve ihtiyaçları olmaktadır. Büyük işletmeler ölçek ekonomisi ve birim maliyetleri sebebi ile küçük miktarlı bu tür farklı ihtiyaçları karşılamakta istekli olmamaktadırlar. KOBİ’ler büyük işletmelerce karşılanmak istenmeyen bu tür talepleri kolayca karşılayıp, farklı beklentileri olan müşteriler için hizmet üretmektedirler. Düşük maliyet avantajı: KOBİ’ler, ölçek ekonomisi gerektirmeyen işlerle ilgili alanlarda büyük kuruluşlara kıyasla daha düşük maliyetlerle çalışırlar. 20 Kurulma kolaylığı: KOBİ’ler büyük işletmelere göre daha az sermaye ve kaynak gerektirirler. Daha kısa süre içinde kurulur ve daha az bürokratik işlemlere tabidirler KOBİ’lerin yukarıda sayılan avantajları yanında bazı dezavantajları da bulunmaktadır: Yönetim yetersizliği: KOBİ'lerin çoğu kurucuları veya sahipleri tarafından yönetilir. İşletme sahipleri kendi teknik konularıyla ilgili özel beceri ve yeteneklere sahip bulunabilmelerine rağmen, yönetim teknikleri ve becerileri konularında yetersiz kalabilmektedirler. Kısıtlı finansman: KOBİ’lerin çoğu işe yetersiz sermayeyle başlar. Finans kuruluşları, genellikle, KOBİ’lere, büyük işlemelere verdikleri kolaylıkta kredi temin etmekte isteksiz davranmaktadırlar. Sınırlı büyüme: İşlerini finans kuruluşlarının sağladığı kredilerle kolaylıkla finanse edemediklerinden kendi öz sermayelerine bağımlı kalan KOBİ’ler işlerini geliştirmekte zorluk çekebilmektedirler. Sınırlı finansal kapasitelerine bağlı olarak pazarlarını da kolaylıkla genişletemez veya ürün geliştirme ya da yeni teknolojik gelişme konusunda zorlanırlar. Büyük işletmelerle rekabet konusunda zayıflık: Bir iş başarılı olduğunda, aynı alana yeni işletmeler girer. Büyüme hızı yüksek alanlarda faaliyette bulunan KOBİ’ler, aynı faaliyet alanına rekabetçi strateji ve taktikleriyle giren büyük işletmeler karşısında rekabet edemez ve zorlanırlar. Büyük İşletmeler Dünya pazarlarında giderek artan rekabet işletme birimlerinin hızlı ve önemli teknolojik yatırımlar yapmasını gerektirmektedir. Yerel pazarda sektörün yerli veya yabancı devleriyle rekabet eden veya yabancı ülkelerde üretim ya da pazarlama faaliyetleri yürüten işletmeler de rekabet savaşında güçlü olabilmek için nicelik ve niteliksel açıdan büyümek zorundadır. Büyük işletmelerin sayıları, KOBİ özellikli işletmelere oranla çok küçük de olsa, iyi yönetildikleri ve teknolojik açıdan yetkin oldukları takdirde ekonominin motoru olarak işlevlerini sürdürebilirler. (Şekil. 2-2) Pazar koşulları, üretilen mal ve hizmetlere yönelik mevcut ve gelecekteki yüksek talep yapısı, işletme sahipleriyle girişimcilerin finansal güç ve yetenekleri, girişimcilerin yönetim becerileri ve yetkinlikleri, gibi faktörler, bir işletmenin büyük bir işletme haline gelmesi ve bu ölçekte varlığını sürdürmesinde etkilidirler. Büyük işletmeler aşağıda belirtilen avantajlara sahiptir: Verimli üretim: Büyük işletmelerde üretim ve diğer süreçlerde yeni teknoloji ve yöntemler ile ölçek ekonomisi kullanmak büyük olasılıkla süreç maliyetlerinin düşmesiyle ve verimlilikle sonuçlanmaktadır. Yetkin yönetim: Çoğu büyük işletme sahiplerinin temsilcileri tarafından işe alınan profesyonel işinde uzman yönetici takımları tarafından yönetilmektedir. Finansal güç: Büyük işletmeler güçlü sermaye sahiplerince finanse edilirler. Bazıları sermaye piyasasına girip halka açılırlar. Ekonomideki saygın yerlerine bağlı olarak kredi kuruluşlarına kolayca erişip kısa ve uzun vadeli kredi almakta zorlanmazlar. 21 Çalışanların beceri ve yeteneklerini geliştirmek için iş başında ve iş dışında güncel eğitim uygulamaları: Üst yönetimin vizyonuna ve hedeflerine bağlı olarak büyük işletmelerde çalışanların eğitimi için ciddi bütçeler ayrılabilir. Büyük ölçekli satın almalar maliyet etkinliğini arttırır: Ölçek ekonomisi nedeniyle büyük işletmelerin yüksek miktarda satın alma işlemlerindeki pazarlık güçleri nedeni ile satın alma maliyetleri düşer. Araştırma ve geliştirmeye(Ar-Ge) yüksek bütçe ayrılır: Büyük işletmelerin önemli avantajlarından biri araştırma ve geliştirme harcamalarına, KOBİ’lere göre daha fazla bütçe ayırabilmeleridir. Avantajları yanında büyük işletmelerin aşağıda yer alan dezavantajları da bulunmaktadır: Esnek olamama: Çoğu büyük işletme onları çevresel değişimlere yanıt vermekte çok yavaşlatan yüksek derecede bürokratik ve hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Günümüzde karar verme yetkisine sahip çalışanlarla (empowered) değişime karşı uyum süresini kısaltacak modern yönetim teknikleri olmasına rağmen, bu konuda küçük işletme esnekliğine ulaşılmakta engeller bulunmaktadır. Toplumdaki nüfuzları aracılığıyla daha fazla politik güç elde etme: Büyük işletmeler, özellikle de monopol veya oligopol yapıdaki sektörlerde faaliyette bulunan işletmeler, önceden tanınmış ayrıcalıklarını/monopol-oligopol haklarını ekonomiyi ve toplumu olumsuz olarak etkileyebilecek ve tehdit edecek şekilde kötüye kullanabilirler. Büyük işletmeler yönetim yetersizlikleri nedeniyle ekonomik sorunlara ve durgunluklara neden olabilirler: Ekonomik durgunluk veya bunalım dönemlerinde bu işletmelerin, yetersiz veya kötü yönetim sonucu aldıkları kararlar ve uygulamalar, toplum refahı üzerinde olumsuz etkiler yapabilir ve devresel bunalım ve durgunlukların olumsuz etkilerinin artmasına yardımcı olabilirler. İşlevlerine Göre İşletme Türleri İşletmeler ekonomide faaliyetleri ve işlevlerine göre sınıflandırılabilir. Odaklaştıkları ve uzmanlaştıkları faaliyetler ve ürettikleri mal ve hizmetler onların hangi türden bir işletme olduğunu belirler. Bu sınıflandırmada işletmeler üç kategoriye ayrılabilir: (Şekil. 2-3) İmalatçı işletmeler: İmalatçı işletmeler mobilya, tekstil, gıda, elektronik eşya, kimyasal madde gibi elle tutulabilen fiziki malları imal eden işletmelerdir. Bu işletmeler çeşitli kaynaklarla, hammadde ve yarı mamulleri (girdi) bir araya getirerek, değer katarak onları mamul mallara (çıktı) dönüştürür. Hizmet işletmeleri: Hizmet işletmelerinde işletmenin çalışanları müşteriler ile yüz yüze veya dolaysız temas kurarak onların gereksinimi olan bir hizmeti yerine getirirler. Verilen hizmet bir anlamda elle tutulamayan, stok edilemeyen maddi olmayan bir çıktıdır. Bu maddi olmayan çıktıyı –hizmeti- temin edip satın alabilmek için çalışanlarla müşteriler arasında kurulan doğrudan iletişim ve etkileşim, verilen hizmetin kalitesini etkiler. Danışmanlık işletmeleri, havayolları, oteller, hukuk işletmeleri, tiyatro ve sinema gibi eğlence işletmeleri, eğitim işletmeleri, sağlık işletmeleri hizmet işletmelerinin örneklerindendir. Ticaret (Pazarlama ve satış) işletmeleri: Ticaret veya pazarlama ve satış işletmeleri esas olarak, imalatçı işletmelerden satın aldıkları malları (maddi, fiziki mallar), müşterilerine satarlar. Ticaret işletmeleri imalatçı ile müşteri arasında 22 aracılık hizmeti yapar ve depolama, malları tanıtma ve dağıtma gibi işlevleri üstlenirler. İmalatçı tarafından üretilen malları sattıkları için, sağladıkları katma değer, müşterilerine verdikleri pazarlama ve satış hizmetinin kalitesine bağlıdır. Bu yönleri ile hizmet işletmelerine benzedikleri söylenebilir. Ancak bu işletmeler müşterilerine, sonuç olarak, maddi mal temin ettiklerinden, maddi olmayan-elle tutulamayan hizmet veren hizmet işletmelerinden farklı bir tür olarak addedilirler. Sermaye Sahipliğine Göre İşletme Türleri Bir diğer işletme sınıflandırması, mülkiyet durumu veya işletmeye konulan sermaye sahibine göre yapılabilir. (Şekil. 2-4) Yerli İşletmeler: Bir ülkede tüzel kişiliğe sahip işletmelerin mülkiyeti o ülkenin yurttaşlarına aitse, onlar tarafından kurulmuşlar ve işletiliyorlarsa bunlar yerli işletmelerdir. Bu işletmeler öz sermaye sahipliğine göre aşağıdaki şekilde gruplandırılabilirler: Özel kişiler ve ulusal kuruluşlar tarafından o ülke kanunlarına göre kurulan ve işletilen işletmeler özel işletmeler olarak anılırlar. Bu özel işletmelerin kurulmasını teşvik eden temel dürtü kârdır. Ancak temel hedefi kâr olamayan bazı özel işletmeler de bulunmasına rağmen kâr amacı güden özel işletmelerin sayısı daha çoktur ve genel olarak ekonomi üzerindeki etkileri daha fazladır. Devlet, özel idare, belediye veya diğer resmi kuruluşların sahip olduğu işletmeler kamu işletmeleri olarak adlandırılır. Bu işletmelerin temel amacı toplumun üyelerine ilgili ve önemli alanlarda gerekli hizmetleri sunmaktır. Çoğu durumda kamu veya devlet mülkiyeti, özel yatırımcıların başarısızlık olasılığından korkarak yatırım yapmak istemedikleri faaliyet alanlarında görülür. Ayrıca, kamu refahı açısından çok önemli addedilen bazı alanlarda hükümetler özel işletmelerin kurulmasını kısıtlar ve kamu mülkiyetinde işletmeler kurarlar. Zarar edilmesi halinde bu kurumların zararını devlet veya ilgili resmi kuruluş tazmin eder. Bu işletmelerde çoğu kararlar bürokratik yapılarda merkezi olarak alınır. Böyle bir durum da, onların çevresel değişikliklere karşı süratli olarak uyum sağlayamamasına sebep olabilmektedir. Özel ve kamu mülkiyeti ortaklığıyla kurulan ve/veya işletilen işletmelere karma işletmeler denir. Kesin ayrım ve sınırlamalar olmamakla birlikte hisselerin çoğunluğu kamu işletmelerine ait olduğu takdirde bu işletmeler kolaylıkla kamu işletmesi niteliği kazanabilir. Yabancı İşletmeler: Bir ülkede tüzel kişiliği bulunan ve o ülke yasalarına göre faaliyette bulunmasına rağmen mülkiyeti yabancı özel veya kamu kurumlarına ait olup onlarca yönetilen işletmelere yabancı işletmeler denir. Yabancı işletmeler imalat, hizmet veya ticaret işletmeleri olarak kurulabilirler. Ülkemizde Yabancı Sermayeli Yatırımları Teşvik Kanunu (6224 No.lu Kanun) yabancı işletmelerin ülkede faaliyet göstermesine yardımcı olmaktadır. Bu yasa yerli ve yabancı sermayeye eşit muamele yapılmasını sağlamaktadır. + İşletmelerin Yasal Yapısı Türk Ticaret Kanunu ile Borçlar Kanunu işletmelerin faaliyetleri, tüzel kişilikleri, işletme sahipliği ve ortaklıklarla ilgili birçok madde içermektedir. Şahıs veya tüzel kişilik olarak 23 faaliyet gösterebilen özel açıklanmaktadır. (Şekil. 2-5) işletmelerin hukuki yapısı aşağıdaki paragraflarda Şahıs Firması Bir tek şahsa ait ve onun tarafından işletilen bir işletmeye şahıs firması denir. Bu mülkiyet biçimi işletmelerin en basit ve en eski biçimidir. İşletmenin, sahibi olan şahıstan ayrı bir tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Bu nedenle işletmenin sahibi, işletmesinin borçlarından dolayı tüm kişisel varlığıyla sorumludur. Çoğu küçük işletme, kurulması ve kapatılması çok kolay olduğu için şahıs firması olarak kurulur. Yerel vergi dairesinden bir vergi hesap numarası alıp yerel ticaret odası ve/veya birliğine kaydolan herkes kolaylıkla bu tür bir işletme kurabilir. Şahıs firmalarının yönetiminde daima esneklik vardır. İşletmede tek sahibinden başka bir taraf olmadığından başka bir kimseye hesap vermek zorunluluğu bulunmaz, faaliyetlerle ilgili uzun tartışmalar ve toplantılar söz konusu olmadığından vakit kaybedilmez. Varlıkları, teçhizatları, araçları, malzemeleri kısa süre içinde başka işletmelere transfer edilebilir ve stoklarıyla envanterleri kısa süre içinde elden çıkarılabilir veya en aza seviyeye indirilebilir. Küçük işletme özelliğini taşıyan şahıs firmalarında, işletmenin sahibi, faaliyetlerini çoğunlukla kendi sınırlı fonlarıyla finanse eder. Bankalardan ve diğer finans kuruluşlarından borç aldıkları krediler de çok sınırlıdır. Bu durum işletmenin büyümesini engelleyen bir husustur. Şahıs firmalarının çoğu ölüm, iflas, emeklilik veya işletme sahibinin ilgi alanının değişmesi nedeniyle kapatılabilir. Dolayısıyla bu tür işletmeler uzun ömürlü değildirler. (Şekil. 2-6) Ortaklıklar Ortaklıkların türleri, tüzel kişilik açısından, şahıs ve sermaye ortaklıkları açısından ve ortakların sorumluluğu açısından sınıflandırılabilir. Biz kitabımızda basit bir sınıflandırma yaparak ortaklıkları aşağıdaki şekilde gruplandırarak açıklayacağız: Adi Ortaklıklar Her konuda faaliyette bulunan ve basit ve popüler bir ortaklık şekli adi ortaklıkta işletmenin iki veya daha fazla sahibi vardır, bir sözleşme ile kurulur ve genellikle sahipleri tarafından yönetilir. Şahıs firmasına benzer biçimde, ortaklar işletmenin borçlarından dolayı kişisel varlıklarının tümüyle birinci derecede, sınırsız ve müteselsil olarak sorumludurlar. Finansal yükümlülüklerinde hiç bir sınır yoktur. Ortaklar işletmeyi birlikte işletir kârı ve zararı anlaştıkları şekilde paylaşırlar. Adi ortaklık kurmak ve kapatmak nispeten kolaydır. Ortaklar sözleşme haricinde bir tescil, izin, gibi bir işleme gerek olmadan işletmelerini kurabilirler. Bu ortaklıkta ticari bir isim ve bu ismin tescili gerekmez ve kendi ortakları dışında ayrı bir tüzel kişiliği yoktur. Ticaret Ortaklıkları Adi ortaklıktan farklı olarak tüzel bir kişiliğe sahip bulunan ticaret ortaklık türleri aşağıda açıklanmaktadır. 24 Kolektif Ortaklık: Ticari bir isim altında bir işletme yönetmek isteyen iki veya daha fazla gerçek kişi bir ticari ortaklık kurabilir. Bu tür ortaklık, ortaklarınınkinden ayrı bir tüzel kişiliğe sahiptir. Bununla birlikte ortaklar işletmenin borçlarından tüm varlıklarıyla sorumludur. Şahıs işletmelerinde ve adi ortaklıkta olduğu gibi kolektif ortaklıkta ortakların, ortaklığın borcundan dolayı üçüncü şahıslara karşı sınırsız mali sorumlulukları vardır. Ancak bu sorumluluk ikinci derecede bir sorumluluktur. Yani borçlardan dolayı öncelikle tüzel kişi kolektif ortaklık, sonra da ortaklar şahsen sorumluluk taşırlar. Kolektif ortaklık kurmak için asgari bir sermayeye koymaya gerek yoktur. Sözleşmede belirtilen sermaye miktarı ve koşullar dahilinde, ortaklık tescile tabi olup, belirlenen yönetici tarafından yönetilir. Bu tür ortaklık kolayca kurulabildiği gibi aynı şekilde feshedilebilir. Adi Komandit Ortaklık: Komandit ortaklık türü günümüzde önem ve popülaritesini yitirmiş ve hızla kaybolan bir ticari ortaklık türüdür. Bu ortaklık kolektif ortaklıkla benzer özellikler taşır, bir ticaret unvanına sahip olup tescile tabidir, ama ondan ayrılan tarafı, işletmenin borçlarından dolayı sorumluluklar açısından iki farklı tür ortağı bünyesinde bulundurmasıdır. Ortaklar belirli bir sermayeyi koyarlar. İşletmenin borcundan dolayı sınırsız sorumlu bulunan ve gerçek kişi olması gereken ortak komandite ortak olarak anılır. Ortaklığın borcundan dolayı sadece koyduğu sermayesi ile sorumlu olan ortak ise komanditer ortak olarak adlandırılır. Komanditer ortaklar gerçek kişi olabildiği gibi tüzel kişilerden de olabilir. Kuruluşu ve kapatılması kolay olup kolektif ortaklık hükümlerine tabidir. Paylı Komandit Ortaklık: Bu tür ortaklık Anonim ortaklıkla(AO) büyük benzerlik gösterir. Adi Komandit ortaklıktan farklı olarak, bu tür işletmede konulan sermaye paylara bölünmüştür. Paylara bölünmüş sermayeyi koyan ortaklarından bazıları, aynen Adi Komandit ortaklıkta olduğu gibi, işletmenin alacaklıları karşısında, kolektif ortaklık ortağı gibi tüm mal varlıkları ile sınırsız sorumlu olmalarına rağmen(komandite ortak), diğer bazı ortaklar aynen AO daki pay sahipleri gibi sadece koydukları sermaye ile ortaklığa karşı sorumlu olup(komanditer ortak) işletmenin üçüncü şahıs alacaklarına karşı sorumluluk taşımazlar. Sermaye Ortaklıkları Limited Ortaklık: Uygulamada en yaygın ve önemli bir ortaklık türü olan Limited ortaklıkta en az 2 en çok 50 gerçek veya tüzel kişi ortak bulunur. Bu gelişmiş ortaklık türü ortakların hazırladığı ve imzaladığı sözleşmenin tescil ve ilanı ile kurulur. Ortakların işletme borçları nedeni ile sorumlulukları taahhüt ettikleri sermaye miktarı ile sınırlı olup yalnızca ortaklığa karşıdır. Ortakların kuruluş için koymaları gereken asgari sermaye 5.000.-TL olup bu sermayedeki paylar birbirinden farklı olabilir ancak her bir sermaye payı en z 25.-TL ve katları olmalıdır. 25.-TL lik pay, sahibi için bir oy sağlar. Limited ortaklık, tüm ortakların katılabileceği ortaklar genel kurulu ve onun tarafından veya sözleşme gereğince atanacak müdür/müdürler tarafından yönetilir. Anonim Ortaklık: Bankacılık, sigortacılık ve diğer sektörlerde büyük sermaye gerektiren alanlarda rastlanılan gelişmiş bir ticari ortaklık türüdür. Türk Ticaret Kanunu’nda anonim ortaklık, bir ticari ismi olan belirlenen ana sermayesi nominal/itibari değerli paylara/hisselere bölünmüş ve borçlarına karşı yükümlülüğü kendi varlıklarıyla sınırlı olan bir işletmedir. Anonim ortaklıkta önemli olan, ortaklığın tüzel bir kişilik olması, 25 sermayesinin paylar vasıtası ile temsil edilmesi ve alacaklılara karşı kendi tüzel kişi malvarlığı ile sorumlu bulunmasıdır. Paylarla temsil edilen sermayenin sahibi olanlar sadece taahhüt ederek koydukları sermaye miktarı ile sorumlu olup başkaca bir sorumlulukları bulunmamaktadır. Bu tür işletmelerin kuruluşunda, özel kanunlardaki istisnalar hariç, asgari olarak belirlenen gerekli toplam sermaye zorunluluğu 50.000 TL.’dir. Bu sermaye asgari 500.-TL lik olmak üzere çeşitli nominal değerde paylarla temsil edilebilir. Sermaye ortaklar tarafından taahhüt edilir ve sözleşme hükümlerince belirli sürelerde ödenir. Anonim işletme kuruluşu ve kapatılması (feshi) kolay değildir. Ortaklığın en az beş hissedar tarafından kurulması gerekir. Sözleşme kurucu hissedarlar tarafından imzalandıktan ve noterce tasdik edildikten sonra yetkili mercilerden izin alınır ve tescili yapılır. Anonim ortaklıkların kurucuları ve sahipleri gerçek veya tüzel kişi olabilir. Ancak bu gerçek ve tüzel kişiler sahip bulundukları pay/hisseler ile temsil edilirler. Bu bağlamda anonim ortaklıkların sahiplerinin hisse senetleri olduğunu, gerçek kişilerin hisselere sahip olması durumunda işletmenin pay sahibi olarak kabul edileceğini söylemek yanlış olmaz. Anonim ortaklıklarda (AO’lar) sermayenin paylar/hisseler toplamıyla oluştuğunu ve temsil edildiğini unutmamak gerekir. Örnek olarak 50.000.000.- TL sermayeli bir AO her biri 500.- TL’lik minimum değere sahip 100.000 hisseden oluşabilir. Görüldüğü gibi bu koşullarda sermaye toplamı her biri 500.- TL’lik değerdeki 100.000 hisse tarafından temsil edilmektedir. Bir gerçek veya tüzel kişi bu işletmenin bir veya daha fazla hissesine sahip olabilir. Pay sahibinin sermaye tutarına göre yüz, iki yüz, beş yüz, dört bin… bir milyon adet veya daha fazla hissesi bulunabilir (istendiği kadar). Yukarıda örnek aldığımız işletmede en az 5(AO en az 5 kişi ile kurulabilir) en fazla 100.000 kişi veya kuruluş, çeşitli meblağda hisseye sahip olabilir. Sermayesi muhtelif adette minimum hisselere bölünmüş bu tür bir işletme kurmanın amacı toplumun her üyesinin (yatırımcının), işletmeden, kendi sınırlı gelir/varlık kapasitesiyle finanse edebileceği, istediği sayıda hisse satın almasını sağlamaktır. Yukarıda sözü edilen işletmede 1 adet hisseye sahip paysahibi yanında 99.996 hisseye sahip pay sahibi de malik olarak yer alabilir. (Şekil. 2-7) AO’larda farklı tür hisseler bulunabilir. Belirlenmiş kâr payları ve yasal oy haklarına sahip, başkaca bir ayrıcalığı bulunmayan adi paylar/hisseler iş dünyasında çok yaygındır. Adi hisselerin dışında bir de oy kullanmakta, kâr paylaşımında ve tasfiyelerde, sair hususlarda hamiline, ayrıcalıklı haklar sağlayan, imtiyazlı paylar/hisseler vardır. Pay/Hisse senedi hamilleri pay sahipleri/hissedarlardır. Adi veya imtiyazlı hisse senetlerine sahip olmak suretiyle işletmede pay/hisse sahibi olan kişi veya kuruluşa, ortak değil, pay sahibi/hissedar dendiğini bir kere daha belirtmek yararlı olacaktır. Hisseler, yazılı ve basılı hisse senetleriyle temsil edilir ve iş yaşamında veya halka açık ortaklıklarda menkul kıymetler borsalarında işleme tabi tutulurlar. Pay sahipleri/Hissedarlar hisse senetleriyle temsil edilen payların/hisselerin hamilleridir ve onları istedikleri zaman satın alıp, satabilirler. Hisselerini sattıklarında işletme içindeki haklara hisselerin yeni hamili (yeni hissedar) sahip olur. Bu yüzden, hissedarlar hisse 26 senetlerini birbirlerine alıp sattıkça paysahipliği değişir, ama hisse senetleriyle temsil edilen paylar/hisseler daima o günkü veya gelecekteki hamillerinin yararlanacağı ortaklık haklarını taşırlar. AO’nun en üst yönetim organı Genel Kurul’dur. Yukarıdaki örnekle yolumuza devam edersek, her biri 500.- TL.’lik 100.000 hisseye bölünmüş 50.000.000.- TL’lik kayıtlı sermayesi olan bir AO hisselerini menkul kıymetler borsasında işleme koyabilir ve halka arz edebilir. Bu koşullarda söz konusu işletmede 5 ile 100.000 yatırımcının hissedar olabileceğini anlamak zor değildir. 5 pay sahibinin bulunduğu bir AO da yönetim sorunu bulunmayabilir, ama 100.000 pay sahibinin bulunduğu AO da, işletme faaliyetlerini genel kurulu oluşturan binlerce pay sahibi ile yönetmek pratikte olanaksızdır. Bu nedenle hissedarlar kendi aralarından işletmeyi belirli bir süre boyunca onlar adına yönetecek temsilci bir organ seçerler. Uygulamada, hissedarlar her yıl yıllık hissedarlar genel kurulu toplantısında bir araya gelirler. Mali raporlarla işletme raporlarını inceledikten sonra izleyen mali yıl boyunca işletmeyi yönetmesi için 3 ila 25 kişiden veya bazen daha da fazla kişiden oluşan yönetici organı(yönetim kurulu) seçerler. Ülkemizdeki uygulamada yönetici organın, hissedarlar arasından seçilmesi koşulu bulunmaktadır. Dolayısıyla seçilen üye yabancı değil hissedardır. Bazı ülkelerde işletme dışından seçilen üyelerden Yönetim Kurulu’nda çalıştığı süre boyunca hisse sahibi olması istenmez. AO da hissedarlar genel kurulu tarafından seçilen bu yönetici organ Yönetim Kurulu(YK)’dur. YK, hissedarlara, devlet yetkililerine, genel olarak kamuoyuna, kendi müşterilerine, çalışanlarına, alacaklılarına ve yaşamını sürdürmesi beklenen AO tüzel kişiliğine karşı, yaptığı tüm faaliyetlerden sorumludur. YK yönetici bir organ olarak bütün sorumluluğu üstlenmesine rağmen genellikle işletmenin günlük işlerine karışmaz ve bu yetkisini kendisinin seçip atayacağı üst yönetime bırakır. Anonim ortaklıkta YK’nın temel görevleri kısaca şöyledir: İşletmenin uzun vadeli strateji ve politikalarını belirlemek, İşletmenin günlük işlerini kendi adına yürütecek üst yönetim kadrolarını, esas olarak CEO ve/veya genel müdürü seçmek ve onları atayarak görevlendirmek, Üst yönetimin günlük yönetsel faaliyetlerini izlemek ve denetlemek. Belirtilmesi gereken en önemli konulardan biri YK’nın daima bir “organ” olarak hareket etmesidir. YK üyeleri kendi aralarında tartışır, uzlaşır ve olaylara ilişkin oylama yaparlar ama sonuçta bir organ olarak karar verir ve hareket ederler. AO larda, günlük işlerin görülmesi için YK tarafından seçilen ve atanan yönetim kademeleri hiyerarşik düzende aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir: AO tür işletmelerin de günlük faaliyetleri işletmenin YK ca seçilmiş üst düzey yöneticileri tarafından idare edilir. YK, CEO veya genel müdürü seçer, atamasını yapar ve seçilen diğer üst düzey yöneticileri de onaylar. CEO (Yürütme Kurulu Başkanı) ve genel müdürlük makamları örgütlerin üst düzey yönetimindeki pozisyonlardır. Çeşitli işletmelerden oluşan portföye sahip bulunan holding türü büyük işletmeler, muhtelif stratejik işletme birimlerinin genel yönetiminden 27 sorumlu olacak bir CEO istihdam ederler. Bazı ülkelerde, CEO, işletmenin en üst noktasında işletmenin günlük faaliyetleriyle aktif biçimde ilgilenen bir üst düzey yönetici olarak da tanımlanmaktadır. CEO işletmenin günlük işlemleriyle ve yönetimiyle derinden ilgili olması açısından diğer üst düzey yöneticilerden (yani, yönetim kurulu başkanı, YK üyesi) ayrılır. Genel müdür üst düzey yönetim pozisyonlarından ülkemizde en yaygın olarak kullanılan unvandır. CEO veya genel müdür işletmenin tüm faaliyetlerinden sorumludur. Bu kişilere genel müdür yardımcıları ve işletmenin diğer üst düzey görevlileri yardımcı olur. Şube müdürleri, fabrika müdürleri, bölüm müdürleri, kısım müdürleri, AO içinde kendi uzmanlık alanlarıyla ilişkili, bölümsel düzeyde günlük faaliyetleri yöneten orta kademe yöneticilerdir. Birim şefleri, atölye ustabaşıları, muhasebe şefleri, kredi denetçileri çalışanlarını denetleyen ve daha alt düzey işlevsel konularla ilgili faaliyetlerin yerine getirilmesinden sorumlu olan AO larda görev yapan yöneticiler, alt kademe yöneticilerdir. Kooperatif Ortaklık: Bireyler, devlet kurumları, belediyeler ve dernekler karşılıklı destek, yardımlaşma ve güvenceyle belirli bir amaçla bir araya gelmiş üyelerinin çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara yarar sağlamak üzere daha önce sözü ettiğimiz kâr amacı gütmeyen türden bir ortaklık türü oluşturabilirler. Kooperatifler bir ortaklık veya işletme biçimi olmayıp, üyelerine yardımcı olup desteklemeyi amaçlayan, ama ayrı bir tüzel kişiliğe sahip işletme türleridir. Bu kuruluşlar demokratik yönetim tarzları, gönüllülüğe dayalı üyelik prosedürleri, genel olarak başa başfiyatlarla, kar amacı taşımadan alım-satım yapmaları ve her türden ayrımcılıktan kaçınmalarıyla, diğer ticari ortaklık ve kuruluşlardan ayrılırlar. Konut ve inşaat kooperatifleri, tüketici kooperatifleri, üretim kooperatifleri, tarım satış kooperatifleri üyelerine yardımcı olmak ve desteklemek için kurulmuş bulunan bu türden kooperatiflerin bazı örneklerindendir. + Kâr Amaçlı ve Kâr Amaçlı Olmayan İşletmeler İşletmelere ilişkin bir başka sınıflandırma da karlılık konusunda farklı görüş ve amaçları doğrultusunda yapılabilir. Çoğu ticari işletme, toplumun gereksinimlerini karşılamak için yaptığı faaliyetleri sonucunda kar elde etmek ister. Bu tür işletmeler kâr amacı güden işletmeler olarak tanımlanabilir. Bir bakıma kâr etmek için toplumun ihtiyaçlarını etkili ve verimli bir şekilde giderir. Gerek girişimciliğinde gerekse yönetim biçimlerinde temel dürtüleri kârdır. Ancak bazı işletmeler de toplumun ihtiyaçlarını, kâr amacı gütmeksizin, karşılarlar. Bu tür işletmeler için temel dürtü topluma misyonları doğrultusunda hizmetler sunmaktır. Kâr amacı gütmeyen kuruluşların sayısı tüm dünyada artmaktadır. Ancak amaçları farklı olsa da, kar amacı güden işletmelerle kar amacı gütmeyen işletmelerin görevlerini yerine getirmekteki etkinlik ve verimlilik anlayışları değişmez. Her iki tür işletme de faaliyetlerinde verimli olmak ve giderlerini gelirleri ile dengelemek zorundadırlar. Örneğin kar amacı gütmeyen bir işletme türü olan belediye, sanat ve kültür vakıfları gibi kuruluşlar, kar amacı gütmemelerine rağmen hizmet giderlerini çeşitli kaynaklardan sağladıkları ticari veya bağış gibi gelirler ile dengelemek, kısaca verimli çalışmak zorundadırlar. Bu nedenle, kâr amacı gütmeyen işletmeler ile kâr amacı güden işletmelerin faaliyetlerinde ve işlevlerinde benzer olumlu ve olumsuz durumlarla 28 karşılaşılabilindiğinden, her iki tür işletmenin yönetilmesinde benzer biçim ve teknikler söz konusudur. + İşletmeler arası Birleşme, Satın alma ve İşbirlikleri İşletmeler, son yıllarda, küresel ve çok rekabetçi Uluslararası pazarlarda rekabet gücü kazanmak veya yaşamlarını devam ettirebilmek için birbirlerinin güçlerinden yararlanmaya çalışmakta ve bu amaçla çeşitli birleşme ve işbirlikleri yapmaktadırlar. Bu arada işadamlarının ve Uluslararası pazarlarda faaliyet gösteren yöneticilerin yerleşmiş, geleneksel görüşleri (paradigmaları) de değişmektedir. Geçmişte düşmanca rekabet içinde, yerel veya Uluslararası pazarlarda savaşılan rakipler, bazı alanlarda işbirliği yapılacak ortaklar gibi düşünülmektedir. Küreselleşen dünyadaki bu gelişmeler, mal ve hizmetlerin ve ayrıca üretim faktörlerin, girdilerin de serbestçe dolaşımı ile birlikte dünyayı her zamankinden daha rekabetçi bir pazar durumuna getirmiştir. Böyle bir durumda işletmelerin başarıya ulaşması için çeşitli açılımlar, işbirlikleri ve birleşmeler yapmaları kaçınılmaz olmaktadır. İşletmelerin, yerel veya Uluslararası faaliyet gösterdikleri alanlarda ve pazarlarda birbirleri ile birleşme veya işbirliğine girme nedenleri aşağıda açıklanmaktadır: (Şekil. 28) Yeni faaliyet alanlarına girmek için: İşletmeler ilave maliyetler üstlenmeksizin bir işte geliştirdikleri kapasite ve yetkinliklerini, yeni ve farklı bir alanda başka işletmelerin farklı bilgi deneyimleri ile birleştirerek ve paylaştırarak, o alanlara daha kolayca girmeye çalışırlar. Pazarda güç kazanmak için: İşletmeler yerel veya Uluslararası pazarlarda diğer işletmelerle ortaklıklar kurarak pazarda daha fazla güç kazanmaya çalışırlar. Nakit ve Finansman yaratmak: İşletmeler diğer işletmelerle ortak yaptıkları yatırımlarda nakit ve ilave sermaye temin etmek için birleşme ve işbirliği yaparlar. Riskleri azaltmak için: İşletmeler özellikle yüksek belirsizlik derecesinde ve karmaşık ortamlarda, yüksek teknolojiye dayalı sektörlerde veya yabancı ülkelerdeki faaliyetlerinde gelecekteki belirsizlikleri ve risklerini azaltmak için işbirliği arayışına girerler. Kısıtlı ve korunan pazarlarda ticari engelleri aşmak için: İşletmeler yabancı ülkelerdeki dış ticaret engellerini aşmak için o ülkedeki yabancı işletmelerle işbirliği arayışına girebilirler. Yerel işletmelerle ortaklıklar kurmak yabancı işletmelerin yüksek düzeyde korunan bu tür pazarlara nüfuz etmesini mümkün kılar. İşletmeler arasında yapılan işbirliği ve ortaklıkların bazı türleri aşağıdaki paragraflarda ele alınmaktadır. Stratejik İşbirlikleri Stratejik işbirliklerinde işletmeler kaynaklarını, bilgi ve deneyimlerini, temel yetkinliklerini birleştirip üretim, dağıtım, Ar-Ge veya girdi tedarik süreçlerinde sinerji yaratmak ve verimlilik sağlamak isterler. Bu işbirliklerinin iki temel türü vardır: (Şekil. 29) 29 Ortak girişimler: İki veya daha fazla işletme belirli bir iş alanında, süreli veya süresiz olarak, kaynaklarını ve faaliyetlerini birleştirerek, genellikle eşit veya farklı sermaye katılımı ile yeni bir kimlik altında bir işletme kurarlar. Kurucu işletmeler de yeni işletme yanında kendi faaliyetlerine devam ederler. Sözleşmeye Dayalı İşbirlikleri: Bu tür işbirliklerinde işletmeler arasında sermaye koyma veya sermayeye katılma söz konusu değildir. Daha çok işletmeler arası üretim, dağıtım, tedarik konularında sözleşmeler yolu ile işbirliği yapmak esastır. Bölgesel acentelik ve bayilikler, know-how ve lisans anlaşmaları, franchising ve taşeronluk anlaşmaları bu tür işbirlikleri örnekleri arasındadır. Sermaye katılımı olmaksızın işbirliklerinde rastlanan örneklerden biri de kartellerdir. Aynı sektörde faaliyette bulunan ve pazarda çoğunluk payına sahip iki veya daha fazla rakip işletme, kendilerine zarar verecek aşırı rekabeti önlemek için, anlaşma imzalayarak işbirliği yapabilirler. Böylece fiyatları (fiyat kartelleri) veya satış konusunda koşulları kendi çıkarları doğrultusunda hazırlayarak (satış kartelleri) sektörün kurallarını belirleyebilirler. Doğal olarak bu tür işbirlikleri rekabeti engelleyici sonuçlar doğurduklarından yasalarla engellenmeye çalışılmaktadır. Yine de günümüzde gizli anlaşmalarla hareket eden kartel oluşumlarına az da olsa rastlanmaktadır. İşletme Birleşmeleri ve Satın almaları İşletme Birleşmeleri: İki veya daha fazla sayıda işletme, tüm kaynak ve faaliyetlerini birleştirerek yeni bir kimlik altında işletme kurarlar ve kendi eski kimliklerini terk ederek kurucu işletmelerini kapatırlar. Bu gibi durumlarda temel amaç birleşme sonucu daha güçlü kaynaklara sahip olarak sektörlerinde yaşamlarını devam ettirmek ve karşılaştırmalı rekabet üstünlüğü sağlamaktır. İşletme birleşmeleri genellikle karşılıklı arzu ile, dostane bir şekilde gerçekleşir. Amaç bütünleşme ve birleşme ile sinerji yaratmaktır. İşletme birleşmelerinin üç önemli türü vardır: (Şekil. 2-10) Dikey birleşme aynı sektörde tedarik, üretim, pazarlama ve satış gibi dağıtım sürecinin farklı düzeylerinde faaliyet gösteren işletmeler arasındaki birleşmelerdir. Bu tür birleşmeler ileriye yönelik(tedarik-üretim-satış) veya geriye yönelik(satışüretim-tedarik) olarak yapılabilir. Yatay birleşme aynı sektördeki birbirine rakip olan veya tamamlayıcı ürünler üreten işletmeler arasında yapılan birleşmelerdir. Bu tür birleşmeler, sektörde rekabeti engelleyebildiğinden, bazı durumlarda resmi makamların izin ve denetimine tabi olarak gerçekleşebilir. İlişkisiz birleşmeler farklı sektörlerde faaliyet gösteren iki veya daha fazla işletmenin birleşmesidir. Bir işletmeyi farklı sektörlerde faaliyet gösteren başka işletmelerle birleşmeye yönelten en yaygın dürtü, o işletmenin mevcut sektöründen daha fazla kar elde edebileceği yeni iş ve alanlara girme arzusudur. İşletme Satın almaları: Bir işletme kendi sektörü veya farklı sektörlerde başka bir işletmenin yetenek, deneyim ve bilgisini elde etmek, farklı pazarlara kolayca girebilmek, onun sahip olduğu kaynakları kullanabilmek amacıyla, çoğunluk hisselerini veya tüm 30 hisselerini satın alabilir. Hisselerin çoğunluğunu veya tamamını satın alan işletme devraldığı işletmenin varlıklarını ve yükümlülüklerini üstlenir. Devralınan işletme bağlı işletme olarak ana işletmenin portföyünde yer alır. Satın almalar, bir işletmenin tamamının satın alınması veya belli bir bölümünün satın alınması şekli ile gerçekleştirilebilir. Satın almalar genellikle ana işletme tarafından kararlaştırılır ve yönetilir. Dolayısıyla satın alma yaklaşımının, işletme birleşmelerinde olduğu gibi dostça ve karşılıklı arzu ile gerçekleşmesi enderdir. Çoğu işletme, başka bir işletmeye bağlı olmak ve onun kararları ile yönetilmek istemez. Bu nedenle genellikle ana işletmenin tek taraflı arzusu ve kararı sonucunda yapılan operasyonlarla işletme satın almaları gerçekleştirilmektedir. Ancak deneyimli ve temel yeteneklere sahip bulunan ama faaliyetlerini devam ettirmek için yeterli kaynakları olmayan küçük ve orta boy işletmeler, bazen son çare olarak kendilerini destekleyecek büyük işletmeler tarafından satın alınmayı ve böylece yaşamlarını devam ettirebilmeyi de tercih edebilmektedirler. Satın almalarda da işletme birleşmelerinde olduğu şekilde dikey, yatay ve ilişkisiz satın alma türlerine rastlanmaktadır. Holding İşletmeler Holdingler, esas işi, belirli sektörlerde faaliyette bulunan işletmeleri tamamen(hisselerin %100ü) veya kısmen(hisselerin belirli, ama genellikle çoğunluk kısmı) satın alarak onları kendi portföyüne katan; onları belirli bir süre verimli bir şekilde yöneterek varlık değerlerini yükselten ve bu şekilde gelir ve kazanç elde etme amacı ile işletme satın alma, yönetme ve satma faaliyeti ile uğraşan kuruluşlardır. Bir başka deyişle, holdingler işletmeleri satın alırlar, bunları verimli olarak yönetir ve değerini arttırarak gelir ve kazanç elde etmeye çalışırlar. Bu bağlamda holding ana işletme, portföyünde bulunan, sahip olup yönettiği diğer işletmeler ise bağlı veya kardeş işletmeler olarak tanımlanabilir. (Şekil. 3-11) Bir holding, portföyündeki bağlı işletmelerin azınlık veya çoğunluk hisselerine sahip olabilir. Çoğunluk hisselerine sahip olduğu bağlı işletmeler onun yönetimindedir. Azınlık hisselerine sahip olmak durumunda, holding bağlı işletmesini yönetme hakkına sahip olamaz ama onun gelir ve kazançlarından karpayı elde eder. Holdingler satın almalarını, gelecekte değerleri artabilecek ve nakit akışı sağlayabilecek sektörlerden yaparlar. Satın aldıkları bağlı işletmelerine, belirli bir süre, onları verimli duruma getirmek için finansal ve/veya yönetsel hizmet ve destekler verebilir. Çoğunluk hisselerine sahip oldukları işletmelerin strateji ve politikalarını belirlerler. Bağlı bir işletmenin holding tarafından yönetilebilinmesi ve kontrol edilebilinmesi için, holdingin bağlı işletmedeki adi hisselerin en az yüzde 51’ine sahip olması gerekir(imtiyazlı hisselerde yönetim için şart olan minimum hisse miktarı değişebilir). Bazı holdingler kendi sermayelerinin üzerinde bir sermaye tutarına sahip, çok sayıda işletmeyi yönetme ve kontrol edebilme olasılığını zincirleme ve ardışık satın almalar yolu ile gerçekleştirebilmektedir. Örneğin holding önce kendi sermayesi ile (100.000.-TL), 190.000.-TL sermayeye sahip bağlı işletmenin %51 hissesini satın almakta; daha sonra o 31 işletmenin toplam sermayesi (190.000.-TL) ile, 370.000.-TL sermayesi olan işletmenin %51 hissesini satın almakta; böylece zincirleme ve ardışık satın almalarla kendi sermayesinin(100.000.-TL) çok üstünde toplam sermayeye(370.000.-TL) sahip olan işletmeleri yönetmekte ve kontrol edebilmektedir. Bu tür holdingler katlı holdingler olarak adlandırılmaktadır. (Şekil. 3-12) + Ülkelerarası Ticaret: Dış Ticaret Küreselleşmenin bir sonucu olarak ülkeler arasındaki sınırlar yavaş yavaş ortadan kaybolduğu için günümüz iş dünyasında yeni paradigmalar ortaya çıkmıştır. İnternet, GSM sistemler, çok sayıda kablolu, kablosuz veya uydu destekli Uluslararası iletişim kanalları gibi sistemlerde gelişmeler, ülkeler ve dünya toplumlarını birbirlerine her zamankinden daha fazla yakınlaştırmaktadır. Aslında ülkeler arasında, çağlardır ticaret yapılmaktadır. Antik çağlarda dahi ilkel toplumlar çeşitli ve farklı ihtiyaçlarını temin etmek için birbirleri ile ticaret yapmaktaydılar. Farklı toplumların birbirleriyle ticaret yapmasının nedenlerinden biri, toplumların sahip bulundukları kaynaklarını, beceri ve yeteneklerini diğer toplumlardan daha verimli ve etkili olarak kullanmaları sonucunda ürettikleri mal ve hizmetlerin, bunları aynı verimlilikte üretemeyen diğer toplumlar tarafından talep edilmesidir. Ülkelerde, kaynaklar(doğal kaynaklar, insan kaynakları, sermaye, bilgi, teknoloji, girişimcilik, vs.) miktar ve nitelikler açısından çeşitli ve farklıdır. Bazı ülkeler kimi kaynaklarda tekel konumunda veya rekabet üstünlüğü durumunda olsalar bile, üretim için gerekli olan diğer kaynaklara sahip bulunmayabilirler. Doğal kaynaklar ve insan kaynakları toplumdan topluma fark göstermektedir. Beceriler, eğitim, işgücünün kalitesi her ülkede aynı değildir. Sermaye miktar ve nitelik ve sahipliği de dikkate alınması gereken başka bir faktördür. Her ülke aynı tür ve miktarda sermayeye sahip değildir. Diğer önemli bir faktör olan girişimcilik de ülkeden ülkeye değişik uygulamalar gösteren bir faktördür. Her ülkedeki, yukarıda belirtilen üretim faktörleri arasındaki miktar, tür ve kullanım farklılıkları bu ülkelerin üretimleri ve verimlilikleri üzerinde etkili olur. Bu nedenle de, her ülkenin ürettiği çeşitli mal ve hizmetler, birbirlerinden kalite, miktar ve fiyat açısından değişik olabilmektedir. Bazı ülkeler diğer ülkelerden daha düşük maliyetlerle verimli bir biçimde mal ve hizmet üretirler. Hatta ülkeler belirli mal ve hizmetlerin tek üreticisi konumunda(Tekel) olabilirler. Bu gibi durumlarda, mal ve hizmet üretimlerinde tekel konumunda bulunan veya verimlilikleri diğer ülkelere göre yüksek bulunan ülkelerin, o mal ve hizmetlerle ilgili olarak mutlak üstünlüğe sahip bulunduğu söylenebilir. Örneğin, Güney Afrika Cumhuriyeti elmas madenciliğinde tekel olarak, Çin ipek üretiminde diğer ülkeler nazaran çok daha ucuz maliyetle üretim yaptığı için, bazı orta doğu ülkeleri petrol üretiminde bol miktarda bulunan doğal kaynakları itibarı ile mutlak üstünlüğe sahip bulunmaktadırlar. Bir mal veya hizmette mutlak üstünlük durumuna sahip bulunulmasa bile, ülkeler ürettikleri bazı ürünleri, o mal ve hizmette mutlak üstünlüğe sahip diğer ülkelerin 32 üreticilerine göre, fırsat maliyetleri açısından, daha verimli ve etkin bir biçimde üretebilmektedirler. Bu durumda olan ülkenin, o mal ve hizmetlerde karşılaştırmalı üstünlüklere sahip olduğu söylenebilir. Ülkeler karşılaştırmalı üstünlüğe sahip oldukları belirli ürün ve hizmetleri diğer ülkelere satarken, diğer ülkelerden de, o ülkelerin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu ürün ve hizmetleri satın alırlar. Yani karşılaştırmalı üstünlük, ülkelerin dış ticaretten karşılıklı olarak kazanç elde etmesini mümkün kılar. Neredeyse tüm ürünlerde mutlak üstünlüğe sahip gözüken ABD, Afganistan gibi yoksul bir ülke ile ticaret yapsa, acaba bu ticaretten kim yarar sağlar? Yanıt; Mutlak üstünlüklere göre, her konuda verimli ve üstünlüğe sahip olan ABD dir. Ama karşılaştırmalı üstünlükler dikkate alındığında, ABD’nin bazı malların üretimini terk edip, kaynaklarını daha fazla verimli oldukları mal ve hizmet üretimine kaydırmaları; üretimini bıraktıkları mal ve hizmetleri ise Afganistan’dan almaları doğru olacaktır. Böyle bir durumda ticaretten her iki ülke de yarar sağlamakta, başka bir deyişle, bu ülkelerin toplumlarında, farklı mallar için daha az kaynak kullanımı ile daha çok miktarda mal ve hizmet üretilebilmekte, gereken miktarlar birbirleri ile takas edilmekte ve her iki ülkede de refah artabilmektedir. + İthalat ve İhracat Bir ülkedeki işadamları, yerel pazarda satmak üzere diğer ülkelerden yabancı mal ve hizmet satın aldığında buna ithalat denir. İşadamları tarafından satın alınan ve yerel pazarlarda satışa sunulan yabancı ürünlere ithal malları adı verilir. Ülkedeki işadamları ülkelerinde üretilen mal ve hizmetleri yabancı ülkelere sattıklarında ise ihracat yapmış olurlar. Ülke içinde yabancı ülkelere satılmak üzere üretilen ürünler ihraç mallarıdır. İhracat iki şekilde gerçekleştirilebilir: Dolaysız veya dolaylı ihracat. Mamul malları yabancı ülkelere satmak dolaysız ihracat olarak adlandırılır. Ama bir işadamı nihai ürünlerin(mamul mallar) dolaysız ihracatını yaparken, mamul mal içinde hammadde, yarı mamul ve çeşitli tür girdi olarak bulunan aksesuarların dolaylı ihracatını da yapmış olmaktadır. Yabancı ülkelere otomobil ihraç etmek dolaysız ihracata bir örnektir. Diğer yandan, otomobil üzerinde bulunan lastikler, rot’lar, motorlar ve koltuklar, boya ve otomobil üretimde yararlanılan işçilik de, otomobil ihracatı nedeni ile dolaylı olarak ihraç edilen parçalar ve hizmetlerdir. Dış Ticaret Dengesi Bir ülkenin ihracat ve ithalat miktarlarının oluşturduğu tablo veya bilanço söz konusu ülkenin dış ticaret dengesi olarak tanımlanır. Ülkenin ihracatı ithalatından fazlaysa, bu olumlu bir durum olup dış ticaret fazlası olarak anılır. Diğer yandan, ülkenin ithalatı ihracatından fazla bulunduğunda, bu durum genellikle olumsuz kabul edilir ve dış ticaret açığı olarak adlandırılır. 33 İthalat ve ihracat, farklı karşılaştırmalı üstünlüklere sahip bulunan ülkelerdeki toplumların ihtiyaçlarını verimli bir şekilde karşılayan ve dolayısı ile her iki toplumda da refah artışına neden olan iki önemli süreçtir. İthalat ve ihracat başta olmak üzere, dış ticaret işlemlerinde alıcılar ve satıcılar (ithalatçılar ve ihracatçılar), genellikle Uluslararası piyasalarda kabul gören güçlü para birimlerini kullanırlar. İşlemlerde yerel para birimlerinin kullanılmasında resmi bir kısıtlama olmamakla birlikte, neredeyse tüm Uluslararası ticaret işlemlerinde ABD Doları, EURO (Avrupa Birliği’nin para birimi), İngiliz Pound’u, İsviçre Frank’ı veya Japon Yen’i gibi güçlü ve kabul gören para birimleri kullanılmaktadır. Ödemeler Dengesi Bir ülkenin ödemeler dengesi, geniş bir tanımlama ile, ülkede yaşayan toplum ile yabancı ülkedeki toplumlar arasında belirli bir süre zarfında gerçekleştirilen tüm ekonomik işlemlerin sistematik kaydı olarak açıklanabilir. Ancak bu geniş tanımlama tartışmalıdır. Tüm ekonomik işlemlerde, normal koşullarda işlem gerçekleştirilen mal, hizmet ve varlıkların bir ödeme karşılığında alınması veya satılması esas olduğundan, ödemeler dengesinin daha kabul gören tanımlaması, “ülkeye giren veya ülkeden çıkan toplam para akışı” olarak yapılmaktadır. İthalat veya ihracat faaliyetleri nedeniyle bir ülkeye giren veya ülkeden çıkan para akışları o ülkenin ödemeler dengesinde önemli bir rol oynar. İthalat işlemleri ve Dış ticaret açıkları çoğunlukla bir ülkeden para çıkışına, ihracat işlemleri ve dış ticaret fazlaları da bir ülkeye para girişine yol açarlar. Ödemeler dengesini ithalat ve ihracat işlemleri haricinde etkileyen diğer bazı unsurlar da bulunmaktadır. Ülkenin turizm gelirleri ve harcamaları, nakliye gelirleri ve harcamaları, yurtdışından yapılan borçlanmalar ve yurtdışından alacaklar, dış yardımlar, yabancı yatırımlar, yurtdışına transfer edilen kâr ve faiz’ler ödemeler dengesini etkileyen faktörlerden bazılarıdır. Eğer bir ülkeye giren para, ülkeden çıkan paradan fazlaysa, dış ticaret dengesinde olduğu gibi, bu durum ödemeler dengesinde olumlu bir duruma yol açabilir. Ödemeler dengesindeki bu olumlu duruma ödemeler dengesi fazlası denir. Olumsuz ödemeler dengesi, yani ödemeler dengesi açığı bir ülkeden çıkan paranın o ülkeye giren paradan fazla olmasının sonucudur. Ödemeler dengesi açığı olan ülkeler parayla ilgili işlemlerinde daima sorunlarla karşı karşıya kalırlar. Böylesi koşullarda, o ülkenin merkez bankası veya diğer para otoritelerince stoklanmış bulunan döviz rezervleri, bu açığı geçici olarak kapatmak için kullanılabilir. Ancak, para otoritelerince hiçbir önlem alınamadığı takdirde uzun vadede ülkenin döviz rezervleri azalır. Kısa vadede ülkenin döviz rezervleri azaltılmadan ödemeler dengesi açığını düşürecek diğer bir takım tedbirler arasında; yabancı sermaye girişi teşvikleri, yeni dış kredilerin temin edilmesi veya yerel sermaye piyasasına kur ve faiz işlemlerinden kar sağlamak amacı ile getirilen döviz mevduatları sayılabilir. Bu işlemler, kısa önemde ödemeler dengesi açıklarını kapatıp, ülkeye para akışı sorunlarını çözebilir, ama uzun dönemde ödemeler dengesini düzeltmek için daha başka yapısal dönüşüm sağlayacak tedbirlerin alınması gerekir. 34 Döviz Kurları İşadamları gerçekleştirdikleri ithalat karşılığında ödeme, ihracat karşılığında ise tahsilat yaparlar. Daha önce belirtildiği üzere, neredeyse tüm dış ticaret ve bilhassa ithalat ve ihracat işlemlerinde ABD Doları ve EURO gibi güçlü para birimleri kullanılır. Dış ticaret işlemlerinde kabul gören güçlü yabancı para birimleri, ülke ayırımı yapılmadan, döviz olarak adlandırılır. Ülkelerin ulusal işlemlerde kullandığı kendi yerel para birimleri, bankalar tarafından Uluslararası işlemlerde kullanılacak güçlü yabancı para birimine(döviz) çevrilir. Ulusal para ve yabancı para birimi(döviz) arasındaki bu dönüştürme, göreceli bir değer kullanılarak yapılır. Döviz kuru bir ülkenin yerel para biriminin diğer ülke para birimi karşısındaki göreceli değeridir. Para birimlerinin değeri Uluslararası piyasalarda o para birimine olan talep’e göre belirlenir. Doğal olarak yüksek talep gören para birimleri, daha az talep edilenlere göre daha değerlidir. Para birimlerine yönelik talep de, Uluslararası döviz işlemlerinin işlem miktarı ve zamanına bağlıdır. Bu nedenle, dövizlerin değerleri para piyasalarında sürekli olarak iniş çıkış gösterir ve fiyatlarda dalgalanmalara yol açar. Bu şekilde döviz fiyatı oluşturulması dalgalı kur sistemi olarak adlandırılır. Piyasalarda para birimlerine yönelik talebe bağlı olan bu dalgalı kur, ülkenin para biriminin günlük, saatlik, hatta anlık değerini belirlerler. Döviz kurları, ithal edilen mal maliyetlerinin önemli bir belirleyenidir. Döviz kurlarındaki büyük, beklenmedik bir değişim işletmeler açısından ciddi kayıp veya kazançlara yol açabilir. Kimi zaman hükümetler, kendi yerel para birimlerinin değerini, dalgalanmaya bırakmadan, belirledikleri bir standarda göre değerlendirirler ve sabitlerler. Bu durumda oluşan döviz fiyatı sabit kur sistemi olarak tanımlanır. Kısa vadede bu tür bir sabitleme ekonomide maliyet ve fiyatları dengelese de, uzun dönemde oluşan karaborsa döviz kuru, piyasalara egemen olur. Böyle bir durumda ülkenin para otoriteleri kendi para birimlerini diğer para birimlerine karşı, karaborsada oluşan değere, hatta onun da aşağısında bir değere kadar düşürürler. Resmi makamlarca bilinçli ve bir amaca yönelik yapılan bu işleme devalüasyon adı verilir. Devalüasyonun sonucunda ülkede yerel para biriminin değeri, dış ticaret işlemlerinde kullanılan güçlü yabancı paralara kıyasla düşmüş olduğundan, daha az ithalat fakat daha fazla ihracat gerçekleştirilebilir. (Şekil. 3-6). İhracat ve İthalat İşlemlerinde Gerekli Belgeler İthalat ve ihracatta Uluslararası işlemler, standart Uluslararası kurallara ve düzenlemelere göre gerçekleştirilir. Bu bağlamda dış ticaret teslim ve ödeme şekillerinden en popüler ve yaygın kullanıma sahip olanı, Uluslararası Ticaret Odası (ICC) tarafından belirlenen INCOTERMS’dir (Uluslararası Ticaret Kuralları). İthalat ve ihracat işlemlerine aracılık eden bankalar genellikle en son ve en güncel versiyon olan INCOTERMS-2000 standart prosedürünü kullanmaktadır. Dış ticarette gerekli olan belgeler de INCOTERMS kurallarınca hazırlanır. İthalat ve ihracatta satıcılar ve alıcılar, işlem aşamalarını tamamlamak için belirli belgelere ihtiyaç duyarlar. Yaygın biçimde kullanılan gerekli dış ticaret belgelerinden bazıları; fatura, irsaliye, sigorta poliçesi, konşimento ve gümrük vergisi ödeme 35 makbuzudur. Özel ve spesifik dış ticaret işlemleri için yukarıdakiler dışında başka özel belgeler de gerekli olabilmektedir. Fatura, mal ve hizmetin satışının yapıldığını belirten belgedir. Bu belge satıcı tarafından, satılan malların ayrıntılarını gösterecek şekilde hazırlanarak her satışta alıcıya gönderilir. Belge, aynı zamanda, alıcıyı içeriğindeki mallarla ilgili bir bedelle borçlandıran ve satıcıya ödenmesi talebini gösteren bir belgedir. Faturada hem satıcının hem de alıcının adları ve adresleri bulunur. Bu belge ile alıcının sözü edilen malların mülkiyetine sahip olduğu belirlenir ve her iki tarafta, alıcı için borç, satıcı için alacak kayıtları düşülür. İrsaliye genellikle faturaya eklenen ve belirli bir paket veya konteynerde bulunan malların çeşit ve miktarını belirten kapsamlı bir listedir. Alıcı mal kendisine ulaştığında muhteviyatını bu belgenin yardımıyla kontrol edebilir. Sigorta poliçesi teslim edilen malların nakliye sırasında karşılaşılacak herhangi bir hasar veya kayba karşı bir sigorta işletmesi tarafından sigortalandığını ifade eder. Konşimento (B/L) nakliyeci tarafından düzenlenip satıcıya (ihracatçı) veya onun nakliye acentesine verilen, malların taşıyıcı tarafından alıcının adresine gönderilmek üzere teslim alındığını belirten nakliye belgesidir. Bu belge malların sevk ve taşıma durumunu gösteren bir kayıt olarak görülebileceği gibi alıcının kendisine gönderilmek üzere malın güvenli bir şekilde satıcı deposundan çıktığını gösterir. Taşınan malların alındısı, taşıma sözleşmesi ithalat ve ihracat işleminin tamamlayıcı kanıtı işlevi görür. Bu belge teslim edilen malların gümrükten çekilmesini sağlamak için yükleme limanında nakliyeci tarafından alıcıya (ithalatçı) teslim edilir. Gümrük vergisi ödeme makbuzu ithalatçının gümrük vergilerini ödediğini ve malların gümrükten çekildiğini gösteren resmi ödeme belgesidir. Bu belge gümrük yetkililerince hazırlanır ve ithal edilen malların, vergisinin ödenerek milli bir mal haline geldiğini ve hiçbir başka izin ve koşula tabi olmadan ülke içinde serbestçe satılabileceği hakkını ifade eder. İthalat ve İhracatta Teslim Şekilleri Teslim şekilleri satıcının (ihracatçı) ve alıcının (ithalatçı), dış ticaret işlemlerinde ve aşamalarında, sorumluluk, risk ve maliyet yükümlülüklerinin nerede başlayıp ve nerede bittiğini gösteren Uluslararası standart prosedürlerdir. Uluslararası ticarette ithalatçı ve ihracatçı arasında malların teslim şekilleri INCOTERMS adı verilen bu standart prosedürlere göre yapılır. INCOTERMS’te yer alan en yaygın teslim şekillerinden dört adedi şunlardır: Ex Works (Fabrikada Teslim): Bu teslim şeklinde satıcı malları kendi işyerinde teslim etmekle yükümlüdür. Dolayısıyla, alıcıya kadar nakliye, sigorta, vs. için hiçbir ilave maliyet üstlenmez. Satıcı yalnızca mal bedelini fatura eder. Satıcının işyerinden itibaren tüm navlun(nakliye) bedelleri, sigorta ve riskler alıcının sorumluluğundadır ve onun tarafından karşılanır. Free on Board (FOB – Gemi bordasında/Araç üzerinde Teslim): Satıcı malları belirlenmiş yükleme limanındaki (malların yükleneceği liman) geminin güvertesine sevk etmekle yükümlü olup yalnızca o noktaya kadar olan masrafları 36 karşılar ve mal bedelini fatura eder. Alıcılar bu noktadan (malların yükleme limanındaki geminin güvertesine yerleştirilmesinden) itibaren tüm navlun ve sigorta bedellerini öderler ve ilgili tüm riskleri üstlenirler. Cost and Freight (CF – Mal Bedeli ve Navlun): Satıcı malları alıcının ülkesinde belirlenen varış limanına sevk etmekle yükümlüdür. Bu durum, varış limanına kadar tüm navlun bedellerinin satıcı tarafından karşılanacağını gösterir. Fakat malların taşıma esnasındaki riski alıcıya aittir. Bundan dolayı, nakliye sırasında karşılaşılacak risklere ilişkin sigorta bedellerini alıcı öder. Cost, Insurance and Freight (CIF – Mal Bedeli, Sigorta ve Navlun): Satıcı malları alıcının ülkesinde belirlenen bir varış limanına sevk etmekle yükümlüdür. Varış limanına kadar tüm navlun bedellerini satıcı öder. Satıcı aynı zamanda nakliye sırasında karşılaşılacak risklerin sigorta bedellerini de öder. Fakat mallar risk alıcıya ait olmak üzere taşınır. (Şekil. 3-9). İthalat ve İhracatta Ödeme Şekilleri INCOTERMS’de ithalat ve ihracat işlemlerinde malların teslim şekilleri yanında ödemelerin nasıl yapılacağı hususunda da Uluslararası standart prosedürler geliştirilmiştir. Ödeme şekilleri alıcı (ithalatçı) ve satıcının (ihracatçı) teslim edilen malların ödeme yöntemiyle ilişkili olarak üzerinde anlaştıkları standart şekilleri içerir. INCOTERMS’te yer alan en yaygın dört ödeme şekli şunlardır: Cash with Order (Sipariş anında ödeme): Alım-satım anlaşması yapılan malların alıcıya sevk ve tesliminden önce alıcının satıcıya peşin para transferi yapmasıdır. Satıcı ödemeyi aldıktan sonra malları sevk ve teslim eder. Alıcının satıcıya güvendiği ve teslimatta herhangi bir sorun yaşanmasını beklemediği durumlar için uygun olan bu ödeme şekli, birbirini uzun süredir tanıyıp güvenen taraflar arasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Para transferi alıcı ve satıcının çalıştığı muhabir bankalar aracılığıyla yapılabilir fakat bu bankalar para transferi dışında hiçbir sorumluluk taşımazlar. Cash Against Documents (CAO – Belge/Vesaik Karşılığı Ödeme): Satıcı malları ödeme yapılmadan alıcı limanına gönderilmek üzere sevk eder. Ama fatura, konşimento ve diğer tüm dış ticaretle ilgili belgeleri yalnızca ödeme yapıldığı takdirde alıcıya teslim edilmesi talimatıyla birlikte alıcının bulunduğu yerdeki (varış limanındaki) muhabir bankaya gönderir. Alıcı gümrük işlemleri için gerekli bu belgeleri almadan önce ilgili ödemeyi bankaya yapmak zorundadır. Cash Against Goods (CAG- Mal Karşılığı Ödeme): Satıcı bu ödeme şeklinde, kendisine herhangi bir ödeme yapılmadan önce malları ve ilgili fatura sigorta poliçesi, konşimento, vs.tüm belgeleri alıcıya gönderir. Alıcı belgeleri aldığında satıcıya ilgili ödemeyi yapmadan malları gümrükten çekebilir. Alıcı malları gümrükten çektikten sonra onların mülkiyetine sahip olur ve her iki tarafın üzerinde anlaştığı sürede ilgili ödemeyi belirli bir vadede yapar. Bu ödeme şeklinde satıcının riski büyüktür. Bu nedenle birbirini tanıyan ve güvenen taraflar arasında kullanılan bir uygulamadır. Letter of Credit (L/C - Akreditif): Satıcı ile alıcı anlaşır ve belirli bir malın alım satımı için sözleşme yaparlar. Ardından alıcı akreditif işlemlerinde yaygın olarak kullanılan ve sözleşme koşullarını da içeren standart bir belgeyi kendi bankası tarafından satıcının bankasına gönderilmek üzere hazırlar. Satıcının bankası bu 37 resmen belgelenmiş sözleşme konusunda müşterisi olan satıcıyı bilgilendirir. Bu aşamaya akreditif açılışı denilir. Satıcı üzerinde anlaşılan ve akreditif sözleşmesinde yer alan önceden belirlenmiş koşullara uygun olarak malların sevkini ve teslimatını yaptığında, fatura, sigorta, ve navlun belgeleri de dahil tüm dış ticaret belgelerini kendi bankasına verir. Satıcının bankası bu belgeleri kendi muhabiri olan alıcı ülkesindeki bankaya gönderir. Alıcının bankası, eline geçmesinden sonra belgeleri ödeme karşılığında alıcıya verir ve aldığı ödemeyi, satıcıya ödenmek üzere satıcının bankasına transfer eder. Belgeleri, ödeme karşılığı teslim alan alıcı mallarını gümrükten çeker. Bu ödeme yönteminin en yaygın biçimi, satıcının ve alıcının bankasının akreditifle ilgili her türlü ödemeden kendilerinin de sorumlu olacağı ve gerekli belgelere karşılık ödemeyi zamanında ve koşulsuz olarak transfer edecekleri vaadini içeren teyitli akreditiftir. Bu durum satıcının mallarını sevk ve teslim etmesinin ardından bankasına verdiği belgelere karşılık ödemesinin yapılacağına ilişkin bir ön garanti alması anlamına gelir. Yaygın diğer bir akreditif biçimi, akreditif açılışı yapıldıktan sonra hiçbir şekilde iptal edilemeyen geri dönülemez(gayrikabili rûcu) akreditiftir. Akreditif işlemlerinin bütünüyle güvenli olması için hem teyitli hem de geri dönüşsüz olması gerekir. Takas: İthalat ve ihracat işlemlerinde para ve dövizin kullanılmadığı, taraflarca, gönderilen bir mala karşılık başka bir malın alındığı, başka bir deyişle malların, para karşılığı olmaksızın doğrudan mübadele edildiği durumlarda takas işlemi söz konusu olur. Takas, ticaretin paranın icadından önceki, en eski biçimidir. Ancak bu ödeme şekli bugün çok yaygın olmayıp, genellikle devletlerarasında büyük tutarlı ithalat ve ihracat işlemlerinde, hiçbir para ödemesi yapılmadan, belirli ürünlerin mübadele edilmesinde yararlanılmaktadır. Takasın büyük tutarlı devletlerarası resmi ticarette kullanılmasının en önemli nedeni, bu işlemler için taraflara para ve döviz gerekmemesi ve dolayısı ile ülkelerin ödemeler dengesinin bu işlemlerden etkilenmemesidir. Özellikle yetersiz döviz stokuna sahip gelişmekte olan ülkeler ve ağır dış borca sahip ülkeler, ithalatlarında takas olanaklarını kullanmak arzusunu taşırlar. + Küresel ve Uluslararası Dış Ticarette Aşamalar Yukarıdaki paragraflarda söz edildiği üzere, işletmeler yalnızca kuruldukları ve ticaret siciline tescil edildikleri kendi ülkelerinde faaliyet göstermezler. Taşımacılık sektöründeki gelişmeler, Uluslararası ticarette en uzak ülkeler arasında yapılan teslim sürelerini son derece kısaltmıştır. Ayrıca gelişmiş iletişim teknolojileri ve internet vasıtası ile dünyanın herhangi bir yerindeki üreticilere ulaşmak eskiden olduğu kadar zor değildir. Gelişmiş iletişim sistemleri insanların yabancı ülkelerde mevcut birçok mal ve hizmet hakkında bilgi almasına yardımcı olmaktadır. Bu gelişmeler sonucunda, farklı kültürlere mensup insanların kendi ülkelerinde pazara sunulan yabancı mal ve hizmetlerden yararlanmalarını sağlamaktadır. Ülkeler arasında 38 önce mal ve hizmetler, basit bir şekilde alınıp satılmaya başlanmakta, ardından farklı açılımlarla çeşitli dış ticaret yöntem ve süreçleri uygulamalarına rastlanmaktadır. Aşağıda ülkeler arası dış ticarette çeşitli aşamalar ele alınmaktadır. Basit Dış Ticaret Türleri: İhracat, İthalat ve Takas Ülkeler arasındaki ticaret çoğunlukla mal ve hizmetlerin ülkeler arasında ihracat ve ithalatı yolu ile alış verişlerle başlar. Yerel üreticiler yabancı ülkelerdeki temsilci veya satış bürolarının yardımıyla o ülkede mal satma fırsatı gördükleri takdirde ticari mallarının ihracatını gerçekleştirirler. Genellikle büyük tutarlı işlemlerde ve devlet kurumları arasında, ülkeler arası bir mal değişimi anlaşması olan takas yöntemi de kullanılmaktadır. Daha önce söz edildiği üzere, işletmeler ticari mallarını değiş tokuş ederek bu şekilde ticaret yaparlar. Dış ticaretin ilk aşaması sayılabilecek ithalat ve ihracat işlemlerinde satıcıların (ihracatçıların) riski diğer aşamalara kıyasla çok yüksek değildir. İhracatçı işletmeler malları teslim ederler ve paralarını alırlar. İthalat yapılan yabancı ülkede yapılan pazarlama ve satış dahil tüm faaliyetler, malları ithal eden alıcının kontrolü ve sorumluluğu altındadır. İthalatçı işletme malları gümrükten çektikten sonra onların mülkiyetine sahip olur ve yerel piyasada yapılması gereken tüm işletme faaliyetlerini üstlenir. Bu koşullarda ithalatçı tüm riskleri üstlenmektedir. İthalat ve ihracat, alıcı ve satıcı arasında doğrudan yapılabilir. Bu durumda alım satımla doğrudan kendileri ilgilenir ve dış ticaret işlemlerinde herhangi bir aracıya ihtiyaç duymazlar. İhracat ve ithalatta bazen bağımsız dış ticaret aracıları olarak uzman işletmeler kullanılabilir. Dış ticaret sermaye şirketleri (DTSŞ)olarak bilinen, sadece ihracat işlemleri yapmak üzere kurulmuş, dış pazarlarda satış ve pazarlama konularında organize olmuş, deneyim sahibi uzman işletmeler, KOBİ’ler başta olmak üzere çeşitli üreticilerin her türlü mallarının ihracatını yaparlar. Bu işletmeler dış ticaretin her aşamasında ve Uluslararası ekonomik ilişkiler alanlarında uzmandırlar. Bu nedenle birçok ihracatçı ihracat işlemlerini bu tür aracı uzman işletmelerle gerçekleştirir. Dış ticaret sermaye işletmeleri birçok işletmenin ihracatlarını gerçekleştirdiklerinden ticaret hacimleri çok yüksektir ve ölçek ekonomisi nedeni ile birim başına düşük maliyet ve komisyonlar uygulayabilmektedirler. İşlemler sonucunda oluşabilecek dış ticaret teşviklerini ise ihracatını üstlendikleri işletmelere devretmekte ve onların nemalanmalarına yardım etmektedirler. İthalat işlemleri genellikle bağımsız bayiler veya dağıtıcılar gibi yerel satış ve pazarlama işletmeleri tarafından yürütülür. Bunlar kendi yerel pazarlarında ihracatçı işletmenin pazarlama ve satış aracıları olarak hizmet verirler. Bazıları ihracatçı adına satış yapar ve satış bedeli üzerinden komisyon alır. Bazıları da ithal edilen malları bağımsız olarak stoklayarak, pazarlayarak, tanıtımını yaparak ve fiyatlandırarak yerel pazarlarda satarlar. Yabancı imalatçılardan yalnızca kendilerine verilen yetki ile ithal ettikleri malları, görevlendirildikleri bölgelerde satan bayi veya dağıtıcılara, tek yetkili bayi/dağıtıcı adı 39 verilir. Söz konusu malları üreticiden ithal ederek yerel pazarda satma hakkı yalnızca bu işletmelere verilmiştir. Tek yetkili bayilerin franchisee’lerden farkları, yalnızca ilgili ürünü ithal etme ve satma hakkına sahip olmaları, ama reklâm ve promosyon programları, yönetim ve işletim sistemleri konusunda ihracatçı ile sözleşmeye dayanan bir işbirliği içinde olmamalarıdır. Özel Sözleşme Temelli Dış Ticaret Türleri: Know-How, Lisansörlük, Taşeronluk, Franchising İşletmeler ihracat ve ithalat aşaması ile deneyim kazandıklarında yabancı ülkelerarasında basit ticari mal alım satımının(ihracat)ötesine geçebilirler. Ticari mallarının diğer ülkelerde satılabilmesi için yerel taraflarla çeşitli ve kapsamlı özel anlaşmalar yaparlar. Know-How, lisansörlük, taşeronluk, fanchising gelişmiş ve kapsamlı özel sözleşmelere dayalı olarak gerçekleştirilebilecek üç önemli dış ticaret aşamasıdır. Gelişmiş ve kapsamlı, özel sözleşmelere dayalı aşağıda açıklanan bu tür satış biçimlerinde ihracatçıların ve ithalatçıların karşılaştıkları risk ve faaliyetlerle ilgili yönetim sorumluluk ve denetimleri, basit ihracat, ithalat ve takas işlemlerine kıyasla daha fazladır. Know-How: Bu tür anlaşmaların konusu genellikle bir ürünün üretimi ile ilgili faaliyetlerde yapılan teknik işbirliklerini kapsar. Know-how da, üreticiden bir bedel karşılığı alınan teknik yardım ile yapılan üretim sonucunda, know-how’ı satın alan işletmenin, kendi adı ve markası ile yerel pazarlar için ürettiği ürünler imal edilmiş olur. Lisansörlük: Lisans anlaşmasına göre imalatçı veya tedarikçi telif ücreti biçimindeki bir bedel karşılığında, yerel işletmenin, kendi fikri mülkiyet hakkını kullanmasını mümkün kılar. Fikri mülkiyet hakkı ticari markalar, patentler, telif hakları, teknik know-how veya tasarımlar olabilir. Bu anlaşma biçiminde yerel bir işletme veya imalatçı ürettiği malları yerel bir bölgede, yabancı satıcı/üreticiyle aynı üretim yöntemi ve markayla üretme ve satma hakkını elde eder. Yabancı lisans temini yöntemi ile yerli üretici, başlangıçta gerekli olan araştırma ve geliştirme (AR-GE) ve pazarlama harcamalarını yapmaksızın tanınmış, pazarda sınanmış, bilinen bir yabancı ürünü bölgesinde üretme veya satma olanağına kavuşur. Taşeronluk: Üretici işletmeler yabancı ülkelerde mal ve hizmet üretimi, dağıtımı veya satışı için yerel işletmelerin hizmetlerini kiralarlar. Yapılan sözleşmeye gereği taşeron işletme, yabancı ana işletme adına üretir, dağıtım veya satış yapar. Birçok üretici ithalat vergisi ve işgücü maliyetlerinden tasarruf sağladığı için başka ülkelerde yapacağı imalatta yerel taşeron işletmeleri kullanmaktadır. Franchising: Dikey işbirliklerine dayalı en gelişmiş dış ticaret aşamalarından biri olan franchising, know-how, lisans, marka ve taşeronluk anlaşmalarının birini veya hepsini kapsamına alır. Üreticiler yabancı bir ülkede yerleşik bir işletmeye- üretici, toptancı veya perakendeciye ürünlerini kendi adlarına küresel olarak tescil edilmiş marka, know-how, lisans ve taşeronluk anlaşmaları ile belirli bir alanda faaliyette bulunma hakkını verebilirler. Üretici işletme ve yabancı ülkedeki yerel işletme her iki tarafın sorumluluklarını belirten bir anlaşma yaparlar. Franchising hakkını satın alan işletme(franchisee), ayrı bir kimliğe sahip olmasına rağmen kendisine bu hakları bir bölge için veren dış ülkedeki üreticiyi (franchisor) tüm özellikleri ile 40 temsil eder, onun görünümünde, yönetim ve kontrolü altında ama kendi adına, tüm işlevsel faaliyetleri yürütür. Bunun karşılığında da ona bir ödeme yapar. Uluslararası Yatırımlar: Yabancı Ülkelerde Pazarlama ve Satış, Yabancı Ülkelerde Üretim, Uluslararası Ortak Girişimler, Uluslararası İşletme Birleşmeleri ve Satın almalar Küresel pazarlardaki fırsatlar ve rekabet arttıkça, işletmeler Uluslararası işlemlere daha kapsamlı ve gelişmiş yöntemlerle girmektedir. Dış ticarette basit olarak ithalat ve ihracat ile başlayan ilişkiler, daha sonra Uluslararası pazarlama, Uluslararası üretim, Uluslararası ortak girişimler ve Uluslararası işletme birleşme ve satın almaları ile daha gelişmiş dış ticaret aşamalarına ulaşır. Bu tür gelişmiş düzeydeki kapsamlı Uluslararası faaliyetlere girişen işletmeler daha fazla risk alırlar ve yabancı ülkedeki faaliyetleri üzerinde sözü edilen basit aşamalara kıyasla daha fazla yönetim ve kontrole sahip olurlar. Burada dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de, yerel pazardan pay almak için yabancı pazarlarda bazen benzer, bazen farklı faaliyetleri yürütmek zorunda olan işletmelerin, faaliyette bulunduğu ülkelerde yabancı kültüre uyum sağlayamadıkları takdirde, başarısızlıklarla karşılaşabilecekleridir. Kapsamlı ve gelişmiş açıklanmaktadır: dış ticaret aşamalarından önemli olan bazıları aşağıda Uluslararası Pazarlama: Üretici, tedarikçi veya pazarlamacı işletme, yabancı ülkelerde kendine ait satış büroları veya bölümleri açar. Bu birimler kendi ana ülkelerinden mal ithal eder ve faaliyet yürüttükleri yabancı ülkede satarlar. Yabancı ülkelerdeki bu satış büroları veya bölümleri bazen kendi kontrolleri altında, markalı ve tescilli ürünlerinin üretimi için yerel taşeron kullanarak üretim de yapmaktadırlar. Uluslararası Üretim: Üretici, tedarikçi veya pazarlamacı işletme ürünlerini satmak istediği yabancı ülkelerde üretmek için oralarda imalathane ve fabrikalar kurar. İşgücü maliyetlerinde tasarruf, ithalat vergilerinden kaçınma ve teslimat sürelerindeki hız gibi nedenler, işletmeleri yabancı ülkelerde yerel pazarlar için üretim yapmaya yönlendirir. Yabancı ülkelerde üretim yapmanın bir başka nedeni ithal mallarına karşı engellerle korunan pazarlara girişin zorluğudur. Böylesi koşullarda imalatçılar orada yatırım ve üretim yapmak suretiyle engeller konan yabancı pazarlara kolayca erişebilirler. Uluslararası Ortak Girişimler: Farklı ülkelerdeki işletmeler Uluslararası pazarların herhangi birinde hizmet vermek için kaynaklarını, yeteneklerini ve kapasitelerini birleştirerek, yeni bir kimlik altında bir işletme kurarlar ve riskleri, maliyetleri, kârları ve yönetim sorumluluklarını paylaşırlar. Kurucu işletmeler kendi kimliklerini de koruyabilirler. Yeni işletme ile yaratılan sinerji sonucu verimlilik sağlarlar, yerel pazarlarda rekabet üstünlüklerine sahip olabilirler. Bu konuda yaygın yaklaşımlardan biri, ev sahibi işletmenin bölgesinde hizmet vermek üzere, yabancı ve ev sahibi ülke işletmeleri arasında yapılan ortak girişimlerdir. Uluslararası İşletme Birleşme ve Satın almaları: Mallarını yabancı pazarlarda satmak ve pazarlamak için Uluslararası faaliyetlere odaklanan işletmeler nüfuz 41 etmek istedikleri ülkelerde kayıtlı yerli işletmelerle birleşmeler yaparak veya onları satın alarak Uluslararası faaliyetlere açılabilirler. Önceki bölümlerde tartışıldığı üzere, işletme birleşmeleri, iki işletmenin kendi faaliyetlerini göreceli eşit koşullarda bütünleştirmek ve yeni bir kimlik altında kaynaklarını birleştirerek stratejik yeteneklerini geliştirdikleri bir uygulamadır. Yeni kimlik altında kurulan işletmeden sonra ana kurucu işletmeler kapatılır ve yaşamlarını sona erdirirler. Bir işletmenin diğer bir işletmedeki hisselerin tümünü veya yönetimde kontrol sağlayabilecek bir kısmını satın alması ve o işletmeyi kendine bağlı işletme haline getirmesi işletme satın alması olarak tanımlanır. İşletmeler ölçek ekonomileri, pazar payları ve rekabet üstünlüklerini artırmak için Uluslararası işletme birleşmeleri ve satın almaları arayışına girebilirler. Bu yöntemin uygulanmasında önemli sebeplerinden biri de bilinmeyen yeni pazarlara hızlı bir şekilde erişim sağlanmasıdır. Bir pazara girmek için uzun bir süre beklemek istemeyen işletmeler bölgede süratli bir şekilde işe başlamak için uzman bir yerel işletme ile birleşebilir veya onu satın alabilir. + Uluslararası Dış Ticarette Engeller Küreselleşen dünyada ülkelerin çoğu serbest ticaretin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Uluslararası ticarette sınırlamaları kaldırmak veya en azından en düşük düzeye indirebilmek için birçok toplantılar ve anlaşmalar yapılmaktadır. Bu konuda yapılmış birçok açılım olmasına karşın, hâlâ bazı engellerin bulunduğunu söyleyebiliriz. Ticari engellerin bazıları doğal engellerdir. Bunlardan kaçınmak mümkün olamayabilir, ama bazı teknik çözümlerle etkileri azaltılabilir. Diğer bazı ticari engeller ise insan yapısı olup, ülkelerin bu konularda anlaşması halinde her zaman ortadan kaldırılabilir. Ancak kısa vadede bazı ülkeler- bilhassa gelir düzeyi düşük olan gelişmekte olan ülkeler- diğer gelişmiş ülkelere göre, ticari engellerin kaldırılması ve tam ticaret serbestisi olduğunda geçici zararlarla karşılaşabilecekleri endişesi ile Uluslararası ticari engellerin kaldırılması konusunda hızlı davranmamaktadırlar. Aşağıda Uluslararası ticaretin önündeki engeller ele alınmakta ve açıklanmaktadır. Dış Ticarette Doğal Engeller Uluslararası ticaretin önünde iki yaygın doğal engel fiziksel engeller ile sosyal ve kültürel engellerdir. Fiziksel Engeller: Önemli bir fiziksel engel, ticareti yapan işletmelerin bulundukları bölgeler arasındaki uzaklıktır. Ülkeler malların nakliye masrafları daha az maliyetli olduğu için çoğunlukla komşularıyla veya aynı bölgedeki diğer ülkelerle ticaret yaparlar. 42 Resmi makamlar, dostluk, işbirliği ve karşılıklı bağımlılık oluşturmaya yardımcı olduğundan komşu ülkeler arası ticareti teşvik etmektedir. Sınır ticareti konusunda kolaylıklar ve teşvikler verilmekte, komşular arasında ticari işbirliği kolaylaştırılmaya çalışılmaktadır. Komşuların bulunduğu yakın çevre dışında, uzak dış çevrede yer alan ülkeler arasında uzaklıklar nedeni ile ticaret olasılıkları azalabilmektedir. Avrupa’daki işletmeler, Avustralya ve Yeni Zelanda’daki işletmelerle, ulaşım maliyetleri ve süresi nedeni ile kolayca ticaret yapamayabilirler. Orta Doğu işletmeleri uzun teslimat süreleri ve maliyetleri nedeniyle Güney Amerika işletmeleriyle ticaret yapmakta zorluk çekebilirler. Bununla birlikte, son yıllarda iletişim ve taşımacılık alanlarındaki gelişmeler maliyetleri azaltmaktadır. Ayrıca son yıllarda uzak ülkeler arasında gelişen nakliye ağı, deniz, hava ve kara ulaşımında ulaşılan sürat nedeniyle işletmeler, yakın bölgeleri ötesindeki uzak yerlerdeki pazarlara da kolay erişebilmektedir. Önümüzdeki yıllarda fiziksel engellerin dış ticaretteki olumsuz etkisinin daha düşük olması beklenmektedir. Sosyal ve Kültürel Engeller: Dünya halkları farklı inançlara, tutumlara, değerlere ve alışkanlıklara sahiptir. Bir ülkedeki kişiler tarafından doğru addedilen bir tutum, farklı ülkelerdeki başka kişiler tarafından hoş karşılanmayabilir. Dini konulardaki tutumlar, toplumun mensuplarının alışkanlıkları ve değerleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Çeşitli toplum mensupları arasında eğitim ve gelir düzeyleri açısından farklılıklar bulunmaktadır. Ayrıca, dünyada konuşulan çok sayıda dil mevcut bulunmaktadır. Uluslararası bir dil niteliği kazanan “İngilizce” ile toplumlararası iletişim sağlanmaktadır, ama toplum mensuplarının çoğunun yeterli derecede Uluslararası dil konusunda zayıf olması, diğer konularda olduğu gibi ticari konularda gelişimlere engel teşkil edebilmektedir. Farklı geçmişlere, fikir, görüş, tutum ve davranışlara sahip toplumlar diğerlerini “öteki” olarak niteleyip aralarındaki farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmaz, empati geliştirmez ve etkin bir iletişim yaratma ihtiyacı hissetmezlerse birbirlerini anlamaları her zaman kolay olmaz. Sosyal ve kültürel faktörler Uluslararası ticarete engel teşkil etseler de bu engellerin üstesinden gelmek çok zor değildir. Günümüzde toplumlararası empati geliştirilmesine, sosyal ve kültürel farklılıklara tolerans ve anlayış gösterilmesine ilişkin paradigmalar olumlu bir yönde ve hızla değişmektedir. Gelişmiş telekomünikasyon, turizm, Uluslararası hareketlilik ve dolaşım konularında olanakların artması, günümüzde geleneksel inanç, tutum ve davranışlar üzerinde de olumlu etki yapmakta ve farklı kültürler arasında hoşgörünün artmasına yardımcı olmaktadır. Sosyal ve kültürel açıdan farklı halklar arasında iletişim ve anlayışı artırmak için neredeyse tüm hükümetler yabancı ülkelerle ilgili eğitimlere ve Uluslararası nitelikli dil(İngilizce) eğitimine daha fazla önem vermektedir. Eğitim ve iletişim konularındaki gelişmelerin yakın gelecekte sosyal ve kültürel farklılıkların yarattığı engelleri ortadan kaldıracağı kuşkusuzdur. 43 Dış Ticarette İnsan Yapısı/Yapay Engeller Uluslararası ticarette en önemli engeller, ülke yetkili makamlarının koyduğu yapay engellerdir. Ülkeler farklı amaçları ve nedenleri sebebi ile serbest ticaret yapmayı zorlaştıran engelleri oluşturarak, ekonomik bağımsızlıklarını korumaya çalışırlar. Önemli yapay ticari engel ve kısıtlamalardan bazıları gümrük vergileri ve ticaret kısıtlamalar gibi ekonomik, diğer bazıları ise politik ve yasal tabanlıdır Ekonomik Tabanlı Engeller Gümrük Vergileri: İthal edilen mallardan alınan vergi, harç ve resimler gümrük vergileri olarak adlandırılır. Gümrük vergileri uygulaması ile ithal edilen malların işletmelere maliyeti arttırılır. Artan maliyetler fiyatları da yukarı çektiğinden, yerel tüketiciler için ithal malları daha pahalı hale gelir. Böylece bu durum tüketicileri daha ucuz olan yerli ürünleri almaya yönlendirir. İki tür gümrük vergisi vardır. Gelir sağlayıcı gümrük vergileri ithal edilen mallardan devlete gelir sağlamak maksadı ile alınır. Bu vergiler yüksek gelirlilerin, artan maliyetler nedeni ile alıştıkları lüks ithal malları satın alma kararlarını değiştirmeyecekleri düşüncesi ile, genellikle lüks ithal mallara konulur. Diğer tip gümrük vergileri, ithal malların maliyetlerini artırmak ve fiyatlarını benzer yerli ürünlerin fiyatlarıyla eşitleyecek veya onları aşacak düzeye getirerek yerli malları korumak amacı ile uygulanan koruyucu gümrük vergileridir. Bu tür gümrük vergilerinin temel amacı ithal malların maliyetlerini ve fiyatlarını yükselterek yerli ürünleri korumaktır. Ticaret Kısıtlamaları: Gümrük vergisi haricinde, dış ticaret işlemlerinde uygulanan idari düzenlemeler ve kurallarla ülkeye yapılan ithalat sınırlanabilmektedir. Ticari kısıtlamalara örnek olarak kotalar, ambargolar, idari gümrük düzenlemeleri ve kambiyo kontrollerini sayabiliriz. Kota bir ülkeye ithal edilen bir malın miktarında veya değerinde belirli bir süre için, resmi makamlarca yapılan sınırlamadır. Ambargo bir ülkeye ithal edilen bir malın, resmi makamlarca belirli bir süre için tamamen yasaklanmasıdır. Bu bağlamda ambargo, miktar ve değer kısıtlaması yapılmadan mal ithalatına konan bir geniş kapsamlı kotadır. Ambargolar bazen ekonomik amaçlı olabildiği gibi, sağlık, politik ve yasal nedenlerle de konulabilir. Gümrüklerde İdari Düzenlemeler yolu ile bir ülkeye ithal edilecek malların miktarı kısıtlanabilinmektedir. Gümrükten mal çekme işlemlerinde çıkarılan zorluklar, bürokratik düzenlemelerle mal çekme işlerini kasıtlı olarak yavaşlatmak, yine kasıtlı olarak belirli bir grup mal veya ülkeye karşı yüksek maliyet ve zaman israfına yol açacak özel gümrük limanları yaratmak, bu tip engellere örnek olarak verilebilir. Kambiyo kontrolleri ithalatçıların ithalat yapabilmeleri için gerekli olan dövize ulaşmalarını zorlaştırmak maksadı ile hükümetler tarafından kullanılan bir tekniktir. İthalatçıların ithalat bedellerini ödemek için dövize(güçlü yabancı para birimleri) 44 ihtiyaçları vardır. Bu nedenle yapılan kambiyo düzenlemeleri ile döviz satışı zorlaştırılabilir; döviz alım satımı resmi makamların iznine bağlanabilir, döviz tedarik süreçlerinde yavaşlatmalarla ithalat engellenebilir. Politik ve Yasal Tabanlı Engeller Hükümetler bazı ülkelerden gelen malların girişini (ithalatını) kolaylaştırırken, bazılarından gelenleri zorlaştıran düzenlemelerle serbest Uluslararası ticareti kendi amaçları doğrultusunda kısıtlayabilir veya kolaylaştırabilirler. Bir hükümet tarafından belirli bir yabancı ülkeye verilen en fazla kayırılan ülke statüsü o ülkenin ihracat ve ithalatta diğer ülkelere nazaran daha fazla ayrıcalığa sahip olmasına olanak verir. Örneğin en fazla kayırılan ülkeden gelen mallara diğer ülkelere göre daha düşük ithalat vergileri konur, olumlu teşvikler ve diğer bazı olanaklar bahşedilebilir. Böyle bir durumda, en fazla kayırılan ülke statüsüne sahip olan ülkeye nazaran diğer ülkelerle yapılan ithalata kısıtlama gelmiş olur. Daha önce ekonomik tabanlı engeller bölümünde açıklanan kota ve ambargolar ekonomik gerekçeler dışında politik nedenlerle de uygulanabilir. + Uluslararası Dış Ticarette Engellerin Azaltılması Dünya ticaretinde çeşitli engeller, kısıtlamalar ve sınırlamalar olduğu halde, Uluslararası politik platformlarda ve iş dünyasında genel eğilim, ülkeler arasındaki ticaretin serbestleştirilmesi yönündedir. Hükümetler Uluslararası ticaret için daha liberal ve serbest bir pazar ortamı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu konuda yapılan çalışmaları aşağıda iki başlık altında inceleyeceğiz: Serbest ticareti geliştirmeyi amaçlayan Uluslararası kuruluşlar ve ülkeler ve/veya bölgelerarası serbest ticareti geliştirme amaçlı ekonomik ve politik temelli bütünleşmeler. Serbest Ticareti Geliştirmeyi Amaçlayan Uluslararası Kuruluşlar Gümrük ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT): İkinci dünya savaşı sonrasında, dünyadaki gümrük vergilerini ve ekonomik kısıtlamaları azaltmak için ülkeler arası düzenlenen bir dizi konferans sonucunda, Uluslararası gümrük ve ticaret konularında düzenlemeler yapacak, sorunları çözecek bir kurumun kurulması üzerinde mutabakata varılmıştır. Savaşın hemen ardından oluşturulan bu kuruma GATT adı verilmiştir. Dünyanın hemen hemen her tarafından 120’den fazla ülke bu kuruma ve düzenlemelere katılmıştır. GATT sözcüğü iki anlamı ifade etmekte ve çağrıştırmaktadır: Birinci anlamı ile GATT Uluslararası ticaretin kurallarını belirleyen bir Uluslararası anlaşmadır. İkinci anlamı ile GATT, yukarıda sözü edilen anlaşmayı düzenlemek ve geliştirmek için oluşturulan Uluslararası örgüttür. Günümüzde GATT anlaşma olarak hâlâ mevcudiyetini sürdürmekle birlikte, bir kurum olarak 1994 de kapatılmış ve yerini Dünya Ticaret Örgütüne(WTO) bırakmıştır. Dünya Ticaret Örgütü (WTO): Bu kurum GATT kurumunun (anlaşmasının değil) yerine kurulmuş olup 130’dan fazla ülkenin temsilcilerini barındırmaktadır. Kurum, üyeler arasındaki ticarette uyulması gerekli anlaşmaları düzenler, müzakereler ve konferanslar yolu ile izler ve geliştirir. Dünyada çeşitli alanlarda ticaret engelleri 45 konusunda çözülecek onlarca sorun bulunmakta ve WTO bu sorunları azaltmak için tartışmalar ve müzakereler yolu ile çalışmalarını sürdürmektedir. Dünya Bankası(World Bank Group): Bu kurum, gelişmiş ülkeler tarafından, 2.Dünya savaşı sonrasında, az gelişmiş ülkelere eğitim, ulaşım, enerji gibi önemli altyapı projeleri için uzun vadeli borçlar vermek ve finansman temin etmek, yönetim ve yatırım konularında önerilerde bulunmak, büyük yatırım ve altyapı projelerinde çıkabilecek sorunları çözmek için oluşturulmuş bir gruptur. Grubun çatısı altında Uluslararası Yatırım ve Kalkınma bankası(IBRD), Uluslararası Kalkınma Birliği(IDA), Uluslararası Finans Kurumu(IFC),Çok Taraflı Yatırım Garanti Ajansı(MIGA) ve Uluslararası Yatırım Uyuşmazlıkları Çözüm Merkezi(ICSID) adlı kuruluşlar bulunmaktadır. Uluslararası Para Fonu (IMF): IMF, ödemeler dengesi açığı sorunu yaşayan üye ülkelere kısa vadeli borçlar vermek ve onların finansal yükümlülüklerini yerine getirebilmelerini sağlamak için II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulmuştur. Mali sıkıntılarla karşılaşan ülkelerle kısa vadeli borç temin eden, mali işbirliği ve danışmalarda bulunan IMF, böylece döviz ve para sorunu nedeni ile sıkıntı yaşayan ithalatçı ve ihracatçı üye ülkelerin sorunlarını çözmeye yardımcı olmakta ve dünya serbest ticaretini geliştirmeye çalışmaktadır. IMF sıkıntı yaşayan ve para talebinde bulunan ülkelere verdiği borçlar karşılığında, ülkelerden ciddi taahhütler ve uyulması gereken programlar talep etmektedir. Taahhüt ve programlar, ithalatın azaltılması, para arzının denetimi, bütçe uygulamalarının düzeltilmesi, ülke parasının devalüe edilmesi gibi adımları içerebilmektedir. Ekonomik ve Politik Temelli Bütünleşmeler(Entegrasyonlar) Bazı ülkeler kendi aralarında daha serbest ticaret yapabilmek için ekonomik açıdan bütünleşmek arzusu taşımaktadırlar. Bu tür ekonomik bütünleşmelerin amacı üye ülkeler arasında serbest ticaretteki engellerin azaltması ve bu yolla toplumların refahının arttırılmasıdır. Genellikle yakın çevrede bulunan veya komşu ülkeler arasında yapılan bu tür ekonomik bütünleşmelerden bazıları aşağıda açıklanmaktadır: Serbest Ticaret Bölgeleri: Ülkelerin içindeki belirli bölgelerde gümrük vergileri ve ticari kısıtlamalar olmaksızın serbestçe ticaret yapılan ticaret alanlarıdır. Bu serbest ticaret alanlarında yurtdışından giren mallar ve yine aynı bölgeden yurtdışına çıkan mallar için herhangi bir gümrük vergisi veya kısıtlama yoktur. Serbest ticaret bölgesi dışında ve bu bölgeden yurtiçine giren mallar ise bulunulan ülke gümrük ve ticaret rejimine tabi olur. Gümrük Birliği: Üye ülkeler tarafından kurulan ve ülke topraklarının bütününü kapsayan bir serbest ticaret bölgesidir. Üyeler (üye ülkelerin tüm toprakları) hiçbir gümrük vergisi veya kısıtlama olmaksızın kendi aralarında ticaret yaparlar. Yani gümrük birliği bölgesinde üye ülkelerin malları serbestçe, hiçbir vergi ve kısıtlamaya tabi olmadan dolaşır. Üye olmayan ülkelerden gümrük birliği bölgesine ithal edilen ürünlere ise tüm üyelerin mutabık kalarak kabul ettiği tek tip gümrük vergisi ve ticaret politikaları uygulanır. Ortak Pazar: Gümrük Birliği’nin, içine üretim faktörlerini de katan geniş bir versiyonudur. Ortak pazara üye ülkeler içinde serbest dolaşan mal ve hizmetlere ilave olarak üretim faktörleri(işgücü, sermaye) de serbestçe, hiçbir kısıtlamaya tabi olmadan dolaşır. Üye olmayan ülkeler için ortak Pazar bölgesinde tek tip vergi ve kısıtlamalar uygulanır. Mal ve hizmet girişlerinde ortak bir gümrük vergisi 46 alınmakta, üretim faktörleri için de yürürlükte olan kambiyo ve göç kontrolleri uygulanmaktadır. Ekonomik Birlik: Ekonomik bütünleşme ortak Pazar koşullarına ilave olarak, bölge içinde tek bir para birimi ve tüm ekonomik ve ticari faaliyetlerde düzenlemeleri de içeren kapsamlı bir birliktir. Politik Birlik: Politik birlik, üye ülkelerin, ekonomik birlik koşullarına ilave olarak savunma, dış politika, adalet, güvenlik alanlarında da ortak düzenleme ve davranış birliğinde bulunduğu bütünleşmedir. Avrupa Birliği günümüzde bu aşamada olan bir bütünleşme hareketidir. Önce bir serbest ticaret bölgesi olarak kurulmuş olan, sonra gümrük birliğine dönüşmüş, ardından bir ortak pazar olarak işlev gören, son dönemlerde ekonomik birlik haline gelen ve üyeleri Avrupa bölgesinde yer alan ülkelerden oluşan Avrupa Birliği, günümüzde bölgesel bir politik birlik olarak tanımlanabilir. + Küreselleşen ve Uluslararası Dış Ticarette Engellerin Kaldırıldığı Dünyada İşletmeler ve İşadamları Yarının işletmelerinin ve işadamlarının gelişmiş iletişim tekniklerinin yardımıyla sınırları olmayan bir dünyada çalışacakları şüphesizdir. Yurtdışındaki satışları ve elde ettikleri gelirleri giderek artan işletmeler, gün be gün Uluslararası işletmeler haline dönüşmektedirler. Tüm bu gelişmeler önemli bir olguya işaret etmektedir: Dünyanın neresinde olursa olsun yarının işletmeleri ve işadamları küresel ve engellerin olmadığı Uluslararası ticaret alanlarında her zamankinden daha bilgili ve dikkatli olmak zorunda kalacaklardır. Dünya farklı kültürleri, zevkleri, değerleri ve alışkanlıkları olan insanlarla doludur. Çoğu insan yalnızca kendi dilini konuşmaktadır. Farklı kültürlerdeki insanları anlamak, ortak dillerle onlarla iletişim kurmak, bu anlamda bir Uluslararası iş davranışı yaratmak yakın bir gelecekte, giderek daha fazla önem kazanacaktır. Küresel bakış ve düşünce yapısına sahip olmayan işadamlarının üstlendikleri işlerde başarı olanaklarının düşük olacağı kuşkusuzdur. İŞLETMELERDE GENEL YÖNETİM İşletmeler bireyler tarafından yönetilir. İşletmenin en tepesinde, orta düzeyde bir bölümde veya alt kademelerde bir biriminin başında olan kişiler, işlerini başarmak için kaynaklarını içinde bulunulan durum ve koşullara uygun olarak iyi yönetmek zorundadır. Tek başına iş gören kişiler de iş’lerini iyi yönetmek zorundadırlar. O halde yönetim, sadece işletmelerde değil, iş yaşamında yer alan herkes için önemli bir işlevdir. Yönetim uygulamaları insanlık tarihi kadar eskidir. Antik dönemlerden beri tek başına veya başkaları ile işbirliği içinde iş yapan kişiler, çeşitli yönetim tekniklerini uygulamış, sorunlar yaşamış, bazen kayıplara uğramış bazen de başarılar elde etmişlerdir. Bugün olduğu gibi, o tarihlerde de, iş adamları işlerini yapabilme için gerekli kaynaklara (doğal kaynaklar, işgücü, sermaye) sahiptiler ve bu kaynakları, amaçlarına ulaşmak için planlı bir şekilde sıfırdan bir araya getirerek (girişimcilik) işletmeler oluşturmuşlar, sonra da bu kaynakları etkili ve verimli olarak kullanarak(yönetim) amaçladıkları sonuçları elde etmek için gayret göstermişlerdir. 47 Kaynakları bir araya getirmek ve önceden belirlenmiş hedeflere ulaşmak için, bunların gerektiği şekilde, etkili ve verimli şekilde kullanılması, basit bir ifade ile yönetim uygulamasını tanımlamaktadır. Bu basit tanım yanında yönetim ile ilgili birçok farklı tanım da bulunmaktadır. Aşağıdaki bölümlerde bu tanımlamalar açıklanacaktır. Yönetim hem bir sanat, hem de bilimdir. Çoğu kişinin kabul ettiği üzere çağlar öncesinden gelen bu uygulama, öngörü, davranışsal ve karar vermeye ilişkin becerilerin kullanımı, sezgilerden yararlanma, algı, gibi durumsallığa uygun pragmatik yetenekler gerektirir. Hiçbir yönetici, aldığı kararlar ve uygulamalardaki davranışları itibarı ile birbirine benzemez. Aynı konular hakkında farklı yöneticilerin yorumları, değerlendirmeleri ve çözümleri sübjektif ve tartışmaya açık bir şekilde değişik olabilmekte, bu durum da farklı yönetim biçimlerini oluşturmaktadır. Bu bağlamda yönetimin bir sanat olduğunu söyleyebiliriz. Yönetim aynı zamanda, bu alanda yer alan uygulamaların mantık, akılcı düşünce ve gözlemler yolu ile sistematik bir şekilde analizini gerektirdiğinden bir bilimdir. Bilimsel yöntemler kullanılarak iş yaşamında yönetim uygulamaları sistematik bir biçimde gözlemlenebilir, sınıflandırılabilir ve karşılaşılan sorunlar çerçevesinde incelenebilir ve elde edilen sonuçlar bir sistematik bir bilgi haline dönüştürülür. Bilimsel bilgi haline gelen bu çalışmalar toplumda yönetim uygulamaları ile uğraşan kişi ve kuruluşların yararlanacağı okullarda, üniversitelerde ve diğer çeşitli eğitim kurumlarında öğretilir. Nitekim günümüzde iş yaşamında yönetim görevleri almak isteyen farklı kariyerlere(doktor, mühendis, öğretmen, sanatçı, vs.) mensup kişiler, yönetim becerilerini öğrenmek ve geliştirmek için işletme ve yönetim ile ilgili eğitim almaktadırlar. Öreğin, üniversite lisans derecesine sahip bulunan farklı meslek sahiplerinin başvurduğu İşletme Yüksek Lisansı(MBA) programları en çok ilgi gören eğitim programları arasındadır. Bazı uzman yazarlar yöneticilerin insanlarla ilgili konularda yönetime bir sanat gibi yaklaştıklarını, sistem kurma, süreç geliştirme ve benzeri konularla ilgili çalışmalarında ise yönetimi bir bilim olarak ele aldıklarını ileri sürmektedirler. Bu konuda genel görüş, yönetimin hem sanat hem de bilim olduğu ve bu iki yönünü, durum ve koşullara uygu olarak, dengeli bir şekilde geliştiren yöneticilerin, başarı şansının yüksek bulunduğudur. Yöneticilik bir meslek olarak tanımlanabilir mi? Herhangi bir işin bir meslek olarak nitelenebilmesi için bazı önemli kritere uyması gerektiği uzmanlarca belirtilmektedir: Mesleğe ilişkin bilgiler sağlanmalı ve sistematik gözlem, araştırma, sınıflandırma ve analiz aracılığıyla kontrol (test) edilmelidir. Meslek yetkin uzmanlık uygulamalarını teşvik etmelidir. Meslek toplumsal rolünün farkında olmalı ve sosyal sorumluluk ve yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Meslekte kişisel iç denetim kullanılmalıdır. Toplum yapılan işi bir meslek olarak tanımalıdır. Meslek toplumdan onay almalıdır. Bu doğrultuda yöneticiliğin, yukarıdaki kriterlerin çoğuna uyduğu için, günümüzde bir meslek olarak kabul edildiğini söyleyebiliriz. Ancak henüz tıp doktorluğu, mühendislik veya avukatlık gibi yalnızca konuyla ilgili eğitimi almış, devletin resmen tanıdığı meslek 48 birliği tarafından verilen bir izin/sertifikayla yapılabilen, bütünüyle tescil edilmiş bir meslek haline geldiği ve olgunlaştığı söylenemez. + Yönetim Konu uzmanları ve akademisyenler yönetimin tanımını farklı biçimlerde yapmaktadırlar. İşlevsel tanımlardan biri yönetimi “işletmede belirlenen hedeflere ulaşmak için işletme kaynaklarının, etkin ve verimli bir biçimde planlanma, yapılandırma, yürütme, koordinasyon ve denetlenme süreci” olarak tanımlamaktadır. İşletme kaynaklarından bazıları işgücü(insan kaynakları), para, sermaye, fiziki araçlar, hammadde ve yarı mamul malzemeler ile zamandır. Yönetimin tanımı konusunda çok farklı görüşler bulunmasına rağmen, basit ve yaygın bir yaklaşım yönetimi, “diğer insanlar aracılığıyla işleri yaptırmak,” şeklinde tanımlamaktadır. Alanın tanınmış bir başka uzmanı yönetimi, önceki paragraftaki tanıma benzer bir şekilde, “işletme kaynaklarını planlamak, organize etmek, yürütmek ve denetlemek suretiyle amaç ve hedeflere etkin ve verimli bir şekilde ulaşmak,” diye tanımlamaktadır. Bu son tanımda “işletme kaynakları” işgücünü(insan kaynakları) de içermekte olduğundan ayrıca “insanlar aracılığı ile” diye bir vurgulama yapılmamıştır. Bu görüşleri uzlaştıracak iyi bir yönetim tanımını, “işletmenin hedeflerine, diğer insanlar aracılığıyla, sahip olunan kaynakları planlamak, organize etmek, yürütmek ve denetlemek suretiyle, etkin ve verimli bir biçimde ulaşmak” olarak yapabiliriz. Bu şekilde ifade edilen yönetim tanımı dört önemli unsur içermektedir: 1. 2. 3. 4. Önceden belirlenen işletmesel hedeflere ulaşmak, Diğer insanlar aracılığıyla işleri görmek, Etkin ve verimli bir biçimde işleri yapmak, Kaynakları, yönetimin dört işlevinden (planlama, organize etme, yürürtme ve denetleme) yararlanarak koordinasyon içinde kullanma. Daha açık biçimde “yönetim” unsuru ile ilgili şunlara gerek olduğunu söyleyebiliriz: Yönetim faaliyeti için; Yapılacak bir iş (amaç) İşi yapan insanlar (insan kaynakları; işgücü) Gerekli kaynaklar (para, sermaye, hammadde, yarı mamul, vs.) bulunmalıdır ve ayrıca iş/amaçlara; Etkili (sonuca varan) ve verimli (en az miktarda kaynak kullanarak) bir biçimde, Yönetimin dört işlevinden (planlama, organizasyon, yürütme ve denetleme) yararlanarak ulaşılmalıdır. + Yönetimin 4 İşlevi: Yönetsel İşlevler İşletmede bir yanda kaynaklar(girdiler, diğer yanda yönetim sürecinin sonucu olan mal ve hizmetler/çıktılar vardır. Kaynakların(girdilerin) mal ve hizmetler(çıktılar) haline dönüştürülmesi bir süreç sonucudur. Bu süreçte önce girdiler ve faaliyetler 49 planlanacak(planlama), sonra buna uygun bir yapı kurulacak(organize etme), daha sonra bu yapı faaliyete geçirilecek(yürütme) ve bunlar yapılırken yapılan işlerin doğru olup olmadığı denetlenecektir(denetleme). İşte, Yönetim süreci genellikle yöneticilerin üstlendikleri işi yaparken yerine getirdikleri, yukarıda bahsedilen, dört işlevi içerir. Bunlar; Planlama, Organize etme, Yürütme Denetleme İşlevleridir. Bazı uzmanlar yukarıdaki temel işlevlere koordinasyon, kadrolaşma, iletişim veya karar verme gibi ilave işlevleri eklerler. Biz kitabımızda bu önemli temel ve ilave işlevleri yaygın biçimde kullanılan dört işlev olan planlama, organize etme, yürütme ve denetlemenin alt başlıkları içinde ele alacağız. + Yönetim İşlevi: Planlama Planlama ilk yönetim işlevidir. İşletmenin amaç ve hedeflerini, bunlara ulaşmakta kullanılacak yöntem ve araçları belirleme faaliyetidir. İşletmelerin iki veya daha fazla kişi tarafından belirli amaçlara ulaşmak amacıyla kurulmuş olduğu belirtilmişti. Diğer bir deyişle, işletmeler arzuladıkları sonuçlara ulaşmak için kurulurlar. Hedefler gelecekte gerçekleştirilecek sonuçlardır. Dolayısıyla yöneticiler gelecekteki amaçlara ulaşmak için gereken kaynak kullanımlarını ve diğer faaliyetleri belirten projeler hazırlarlar. Bütün bu çabalar çeşitli adımların atılmasını gerektirir. Nereye ve nasıl gideceğinizi bilmediğiniz takdirde bulunduğunuz yol sizi istediğiniz yere ulaştıramaz. İşletmeden ve sorumlu yöneticilerden beklenen ise onların hiçbir amaç ve hedef koymadan günü birlik faaliyetlerle önceden belirlenemeyen sonuçlara varması değildir. Hiçbir yöneticiye bir hedef veya sonuç göstermeden “istediğiniz gibi yapın, ne sonuç alırsanız alın bizim için fark etmez” gibi bir yaklaşımla görev verilmez. Bu nedenle gelecek için önceden belirlenmiş hedefler ve bu hedeflere ulaşmak için gereken planlar olmaksızın işletme yönetiminden söz edemeyiz. Amaçlar, Hedefler ve Planlar Amaçlar işletmenin belirlediği ve varmak istediği, genellikle kavramsal sonuçlardır. Hedefler daha spesifik ve ölçülebilir alt amaçlardır. Amaç ve hedefler gelecekteki işletme faaliyetlerine rehberlik ederler. Hedefler bir anlamda işletmede yapılan performans değerlendirmeleri için belirlenen standartlar olarak da görülebilirler. Planlar ise amaç ve hedeflere varmak için belirlenmiş yollar ve kararlar topluluğudur. Hedef belirlerken planlamayı daha etkin kılmak için hedeflerin belirli niteliklere sahip olması önem taşır; 50 Hedefler belirgin, ölçülebilir ve eğer mümkünse sayısal olarak ifade edilebilir olmalıdır. Hedefler işletmenin temel sonuç alanlarına yönelik olmalıdır. Hedefler zorlayıcı fakat ulaşılamayacak düzeyde ve gerçek üst olmamalıdır. Hedefler için bir zaman dilimi tanımlanmalıdır. Hedefler, mümkünse işletmede belirli ödüllerle bağlantılandırılmalıdır. İşletmelerde hedefler yöneticilerin görev yaptığı her yönetim düzeyinde belirlenir. En üst kademede belirlenen hedefler, orta ve alt kademe yönetim düzeylerinde hedef belirlenirken dikkate alınır. Bu durum hiyerarşinin alt kademelerinde belirlenen hedefin daha üst yönetim düzeyinde belirlenen hedeflerle uyum içinde olması gerektiği anlamına gelir. Aslında bir anlamda her düzeyde belirlenen hedefler arasında karşılıklı bağımlılık söz konusudur. Amaç, hedef ve planlar yönetim hiyerarşisinde aşağıdaki gibi sınıflandırılır: Stratejik Amaç/Hedefler işletmenin bütünü ile ilgili olup, onun yaşamını devam ettirmesi ve rekabet üstünlüğü sağlaması için beklediği sonuçları ve gelecekte neye ulaşmayı hedeflediğini belirten genel kapsamlı açıklamalardır. Stratejik hedefler bölüm veya birimlerdeki uygulama ve faaliyetleri içermezler. İşletmenin stratejik hedeflerine ulaşmak için belirlediği yollar ve kararlar topluluğu da stratejik planlar olarak adlandırılır. İşletme içindeki bölüm ve birimlerin, üst yönetim düzeylerinde belirlenmiş olan stratejik hedeflerle uyumlu ulaşılması gereken kendi sonuçları vardır. Bu amaçlar taktik amaç/hedefler olarak anılır ve orta kademe yönetim düzeyinde belirlenir. Böylece stratejik amaç/hedeflere varmak için orta düzey yönetim kademelerinde bulunan bölüm ve birimlerin hangi sonuçlara ulaşması tanımlanır. Taktik planlar bölüm ve birimlerin kendi taktik amaç/hedeflerini hayata geçirmek için belirledikleri yollar ve kararlar topluluğudur. Çalışma grupları ve bireyler gibi işletme yönetim hiyerarşinin alt kademelerinde bulunan alt kısım ve birimler de stratejik ve taktik amaç/hedeflerle uyumlu, onları gerçekleştirmeye yardımcı olacak genellikle kısa vadeli kendi amaç/hedeflerini belirlerler. Bunlara operasyonel amaç/hedefler adı verilir. Alt kademe yöneticiler kendi operasyonel amaç/hedeflerini gerçekleştirmek için operasyonel planlar hazırlarlar. Planlama Süreci Yönetimin bir işlevi olan amaç, hedef ve planların belirlendiği planlama süreci aşağıdaki ardışık aşamalardan oluşur: 1. Amaç/Hedeflerin Belirlenmesi: Planlama süreci amaç ve hedeflerin belirlenmesiyle başlar. Bunlar belirlenmedikçe planlama süreci sonuçlandırılamaz. Daha önce belirtildiği gibi, eğer işletme gelecekte neler beklediğini, hangi sonuçlara varmak istediğini açıkça belirlememişse, planlama yapmaya gerek kalmaz. Nereye gideceğini bilmeyenlerin plan yapmasına gerek yoktur. Böylesi bir durumda planlama için harcanan tüm çabalar ve yapılan harcamalar boşa gidecektir. 51 2. Gelecekteki olası olayların ve stratejik varsayımların belirlenmesi: Planlama sürecinde ikinci adım gelecekte karşılaşılabilecek olası olayları belirlemek ve gelecekteki bu olası durumlara uygun varsayımlar geliştirmektir. 3. Alternatiflerin belirlenmesi: Amaçlara ulaşmak için çeşitli yol ve yöntemleri, başka bir deyişle alternatif planları belirlemek gerekir. İşletmenin önceden belirlenen gelecekteki durumuna nasıl ulaşabileceği, alternatif yol, yöntem ve tekniklerin neler olduğu, çeşitli karar verme yöntemleri ile belirlenir. 4. Olası alternatiflerin incelenmesi: İşletme belirlenen alternatif yol, yöntem ve teknikleri incelemeli ve bunları birbirleriyle karşılaştırmalıdır. 5. Uygun alternatiflerin seçimi: İşletme incelemesi yapılan ve karşılaştırılan alternatifler arasından en makul olan seçmelidir. Seçim sonucunda seçilen alternatif yol ve yöntemleri kararlılıkla uygulamaya hazır bulunulmalıdır. 6. Uygun alt planların hazırlanması: İşletmede stratejik, taktik ve operasyonel planlar birbirleri ile uyumlu ve uygulanabilir hale getirilmelidir 7. Planların uygulanması: Son olarak, plan kararlaştırılıp kabul edildikten sonra işletme tarafından uygulamaya konur. Bu aşama en önemli aşamalardan biridir. Çünkü birçok etkili olarak hazırlanmış her yönetim düzeyindeki planlar, uygulama yapılamaması nedeniyle raflarda beklemekte ve çabalar boşa harcanmış olup beklenen sonuçlar gerçekleştirilememektedir. Bazen de çok iyi hazırlanmış planlar, politik, duygusal, finansal veya teknik yetersizlikler veya bilinçli ihmal nedeni ile uygulamaya konulamamaktadır. Plan Türleri Planlar süre, hazırlanma düzeyi ve kullanılma seçenekleri açısından muhtelif şekilde sınıflandırılır. Süre Açısından Planlar: Uzun, Orta ve Kısa Süreli Planlar Planlar gelecekle ilgili öngörüler ve belirsizlik altında tahminler yapmayı gerektirir. Gelecekle ilgili belirsizlik planlamada süreyi tayin ederken dikkate alınması gereken kriterlerden biridir. Bazı istikrarlı sektörlerde planlamacı sektörün istikrarına bağlı olarak uzun sürede nelerle karşılaşılabileceğine ilişkin yeterli bilgiye sahip olabileceğinden uzun vadeli planlama dönemini 30-40 yıl olarak alabilir ve planlarını hazırlayabilir. Ormancılık sektöründe bir kızılçam ormanı 25 yılda yetiştirilebileceğinden ve bu sürede politik, sosyal, kültürel ve teknolojik değişimler sonuçları fazlası ile etkilemeyeceğinden bu sektörde yapılan üretim planları 25 yıllık süreyi kapsamaktadır. Belirsizliğin yüksek olduğu devamlı değişim yaşayan sektörlerde yetersiz bilgiler nedeni planlama dönemi 2-3 yıla, hatta 6 aya bile ulaşamayabilir. Örneğin Bilişim ve iletişim teknolojisi sektörü belirsizliğin yüksek olduğu, devamlı değişim yaşayan sektörlere ilişkin iyi bir örnektir. Kısaca, belirsizlik, tahmin ve öngörü süresi belirli bir sektörde planlama ufkunu, süresini tayin eden önemli faktörlerdendir. Ancak, birçok işletme ve sektörde, süre sınıflandırılabileceği genel kabul görmüştür: açısından planların üç kategoride 52 Çoğu sektör ve işletmede 5 yıl veya daha uzun yıllar için hazırlanan planlar genellikle uzun vadeli plan addedilmektedir. Orta vadeli planlar 1 ila 5 yıllık süreyi kapsayan planlardır. Bir yıldan daha kısa süreliğine hazırlanan planlara ise kısa vadeli planlar denmektedir. Kullanılma Seçenekleri Açısından Planlar: Tek Kullanımlık ve Sürekli Planlar Bu tür planlama iki kategoride sınıflandırılabilir. Gelecekte büyük olasılıkla tekrarlanmayan amaç ve hedeflere ulaşmak için hazırlanan planlara tek kullanımlık plan adı verilir. İşletmelerdeki tek kullanımlık planlara ilişkin bazı örnekler aşağıda yer almaktadır: Program: Tamamlanması birkaç yıl alabilecek, ancak tek bir amaç veya hedefe yönelik veya tek seferlik önemli bir işle ilgili kapsamlı ve karmaşıklık derecesi yüksek olabilen plan. Proje: İşletmenin tek bir amaç ve hedefine yönelik hazırlanan, ama programa göre daha dar kapsam ve daha düşük karmaşıklık derecesinde olan plan. Bütçe: Beklenen sonuçların rakamlarla ifade edildiği belge Sayısallaştırılmış program da denilebilir. Sürekli planlar işletmelerde devamlı ve tekrarlayan faaliyetlere ışık tutması ve rehberlik etmesi için hazırlanan ve her an yararlanılan planlardır. Sürekli planların örnekleri aşağıda yer almaktadır: Politika: Faaliyetlerin ve işlerin nasıl yapılacağı ve davranışların nasıl olacağı konusunda yol gösteren genellikle kavramsal bir rehberidir. Bu rehber çalışanlara ve işletme içi ve dışındaki diğer paydaşlara yol gösterir ışık tutar. Ancak politikaların kavramsal niteliklerinden dolayı bu rehbere uygun olarak uygulama yapanlar, çeşitli durum ve koşullarda takdir ve inisiyatifleri dahilinde yorumlar yaparak davranışlarını belirleyebilirler. Prosedür: Belirli bir işin tam olarak hangi adımlar ve aşamalarla yapılabileceğini tanımlayan standart bir faaliyet rehberidir. Bu rehber çok açık ve seçik olarak faaliyet aşamalarını içerdiğinden çalışanların işlerini yaparken yorum yapmasına veya takdir ve inisiyatif kullanmasına gerek yoktur. Kural: Esnek olmayan bir plan olarak tanımlanabilir ve kapsamı politika veya prosedürden daha dar olup kesin eylem gerektirir. Kuralların geçerli olduğu durumlarda sorumlu personelin takdir hakkı veya inisiyatif kullanmasına izin verilmez. Hazırlanma ve Kullanılma Düzeyi Açısından Planlar: Stratejik, Taktik ve Operasyonel Planlar Stratejik planlar işletmenin yaşamını devam ettirebilmek ve rekabet üstünlüğü sağlamaya yönelik temel stratejik hedeflerine ulaşabilmesi için gereken yolları 53 tanımlamak üzere üst düzey yönetim tarafından hazırlanır. Amaç işletmeyi devam ettirmek ve çevredeki fırsat ve tehditleri belirleyip değerlendirerek işletmenin uzun dönemde başarılı olmasını sağlamaktır. Üst düzey yönetim tarafından daha önce hazırlanan stratejik planların uygulanmasına yardımcı olmak için orta kademe yönetim tarafından tasarlanarak hazırlanan planlara taktik planlar denir. Bu planlar belirli bölümlerde ve birimlerde yapılacak hedef ve faaliyetleri işletmenin genel stratejik planıyla uyumlu bir şekilde tanımlar. Operasyonel planlar işletmenin alt kademe yönetimi tarafından hazırlanır ve yönetim hiyerarşisinin üst kademelerince hazırlanan taktik ve stratejik planlarla uyumlu bir biçimde alt birim ve kısımlarda hedef, faaliyet ve izlenecek yolları belirler. Karar Verme Planlamanın tanımının “verilen kararlar topluluğu” olarak da yapılabileceğini belirtmiştik. Planlama sürecinde amaç, hedef ve yolların seçimine kararlar aracılığıyla ulaşıldığından, bu işlev, karar verme, tahmin yapma ve varsayım geliştirmeyi de kapsar. Biz bu bölümde sadece karar verme ile ilgili kısa bir açıklamada bulunacağız. Karar verme bir seçimi ifade eder ve sorunların, fırsatların ve alternatiflerin tanımlanmasını; mevcut alternatifler arasından seçim yapılmasını ve sorunların çözümlenmesini içeren bir süreçtir. Planların başarısı verilen doğru kararlara bağlıdır. Ancak doğru karar vermek kolay değildir. İş dünyası ve işletmeler doğru ve yanlış karar örnekleriyle doludur. Birçok işletme yanlış kararlar yüzünden başarısız olurken, diğer bazılarının başarısı doğru ve zamanında verilen kararların sonucudur. İşletme yönetimlerinde kararlar iki kategoriye ayrılabilir: Programlanmış Kararlar işletmede benzer durum ve koşullarda tekrarlanarak uygulanabilen bu kararlardır. İşletmenin her zaman karşılaştığı durumlarda önceden belirlenen bu tür kararlara başvurularak faaliyetler yürütülür. Programlanmamış Kararlar ise daha karşılaşılmamış durumlarda o an, koşullara uygun olarak verilen kararlardır. Bu kararlar genellikle belirsizliğin yüksek olduğu ortamlarda işletmenin daha önce tanımlayamadığı olaylarda kullanılır. Karar Verme Süreci İş yaşamında ve genel olarak yaşamda kararlar akılcı(rasyonel), politik ve sezgilere dayalı olarak alınmaktadır. Biz bu bölümde sadece akılcı(rasyonel) karar verme sürecinden bahsedeceğiz. İster programlanmış, isterse programlanmamış karar olsun, karar verme faaliyeti bir süreçtir ve çeşitli aşamaları bulunmaktadır. Bu süreç doğru soruları sormaya çalışarak başlar, yaratıcı yanıtları arayarak devam eder ve çözüm önerileri arasından inceleme ve değerlendirme ile bir önerinin seçilmesi ile sona erer. 54 İşletmelerde rasyonel karar verme sürecinde aşamalar aşağıda belirtilmiştir: Amaç veya sorunun tanımlanması Amaç veya sorunla ilgili bilgi ve verilerin toplanması Toplanan verilere dayanarak alternatif çözümlerin geliştirilmesi Alternatif çözümlerin olası sonuçlarının değerlendirilmesi Alternatif çözümler arasından en uygun olanın seçilmesi Seçilen çözümün uygulamaya konması Sonuçların gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi Karar verme süreci verilecek kararın kararı verenler açısından önemine bağlı olarak uzun veya kısa bir süre alabilir. Önemli konularda karar vermeye daha çok zaman ayırırız. Böylesi koşullarda bir kişi veya bir grup insan, süre kısıtlaması yapmaksızın, doğru olduğunu düşündükleri bir karara varabilmek için tüm alternatifleri değerlendirmeye çalışır. Önemsiz konularda karar verme sürecine ise fazla zaman ayrılmaz. Bu gibi durumlarda bazen bir an sürecek bir zaman zarfında kararlar alınabilir. Ancak çok uzun veya çok kısa bir süre içinde alınsa dahi karar verme süreci genellikle yukarıda belirtilen aşamaları içerir. + Yönetim İşlevi: Organize Etme(Sosyal Yapılandırma) Planlama amaç ve hedefleri belirleyip bunlara ulaşmak için yollar, adımlar oluşturarak işletmeye yön kazandıran ilk adımdır. Organize etme planlamanın ardından gelir ve konulan hedeflere ulaştıracak işletme yapısının kurulması ile ilgilidir. Organize etme işlevini amaçlara uygun olarak işlerin gruplandırılması, bölümlerin kurulması, emir-komuta ve sorumlulukların belirlenmesini yaparak uygun bir işletme yapısının kurulması olarak tanımlayabiliriz.. Organize etme, başka bir deyişle işletmenin amaçlara uygun olarak yapılandırılması işlevi seçilmiş olan plan ve stratejileri temel alır. Plan ve stratejler işletmelerde "ne” yapılması gerektiğini söyler. Organize etme de bunun “nasıl” bir yapı ile gerçekleştireceğini açıklar. Yöneticilerin, işletmelerde amaç ve hedeflere ulaşmak açısından doğru bir yapıyı kurabilmek için, çeşitli organize etme-yapılandırma ilkeleri ve kavramlarını ele almak ve yapıyı bunları inceleyerek ve değerlendirerek belirlemeleri gerekir. Çünkü işletmenin arzu ettiği sonuçlara varabilmesi, yani başarısı doğru bir yapılanmayla çok yakından ilişkilidir. Yapılanma konularında yapılan yanlışlar ise, planlar ne kadar iyi ve doğru olursa olsun başarısızlığa neden olabilir. Yöneticilerin işletme içinde organize etme işlevi ile ilgilendiklerinde karşılaştıkları ve çözümlemeleri gereken bazı önemli hususlar aşağıda belirtilmektedir: Yöneticiler işletmeyi organize ederken iş’leri ne dereceye kadar bölmeli ve uzmanlaşmayı hangi ölçüde teşvik etmelidir? Oluşturulması gereken yönetim pozisyonlarındaki yetki ve sorumluluklar nasıl belirlenmelidir? Yöneticilerin emri altındaki astlarının sayısı kaç kişi olmalıdır? İşletmede yazılı kurallar ne dereceye kadar konulmalıdır? 55 Karar verme hangi ölçülerde merkezi olmalı hangi ölçülerde merkezi olmamalıdır? Yukarıdaki hususlar için tek ve mükemmel bir cevap yoktur. Her işletmenin içinde bulunduğu çevre koşulları ve görevleri incelenerek yapılandırma temel ilkeleri ışığı altında doğruya yakın yapı kurulabilir. Organize Etme İşlevinde Temel Unsurlar Organize etmeye ilişkin yukarıda kısaca sözü edilen hususlar, bir işletmenin yapılandırılması sürecinde ele alınıp birbirleri ile uyumlu bir şekilde belirlenmelidir. Yapılandırma sürecinde önemli olan bu hususlar aşağıdaki paragraflarda ele alınmaktadır. İş’lerin bölünmesi(işbölümü) ve Uzmanlaşma: İşletme içindeki çok çeşitli işler bulunabilir. Bu iş’ler daha fazla sayıda bölünebildiği gibi, bazı zamanlarda da birbirleri ile birleştirilerek sayıları azaltılabilir. İş’ler ne kadar çok bölünürse o derecede basit hale gelir ve bunları yapacak kişiler o derecede iş’lerinde uzmanlaşır. Burada sorun etkili ve verimli olarak iş’lerin yapılabilmesi için ne dereceye kadar işbölümü ve uzmanlaşma yapılması hususudur. Bölümlendirme: Bölünen iş’lerin gruplaştırılarak bölümler oluşturulması faaliyetlerine bölümlendirme denir. Bu konu işletmenin sosyal yapılandırma sürecinde önemli bir konudur. Bu nedenle biraz aşağıda daha kapsamlı olarak ele alınacaktır. Emir ve Komuta Düzeni: İşletme içindeki tüm pozisyonları-üst ve ast yöneticileri ve çalışanları- birbirine bağlayan ve görev ile ilgili talimatları kimin nasıl vermesi, kimin kime sorumlu olduğunu belirleyen bir emir komuta düzeni vardır. Bu düzenin de doğru kurulması gereklidir. Yetki ve Sorumluluk: Yetki, yöneticilerin görev alanlarında karar alma, emir verme ve kaynakları dağıtmaya ilişkin resmi ve meşru haklarıdır.Yetki sahibi bulunan yönetici o iş’in yapılmasından da sorumlu olur. Yani, yetki ve sorumluluk birbirinden bağımsız düşünülemez. Yetkiler insanlara değil yönetim pozisyonlarına aittir. Yönetim pozisyonunda bulunan yönetici doğal olarak bu hakkını kullanır. Yönetici yönetim pozisyonundaki yerini kaybederse yetkisi de kaybedilmiş olur. Astlar yöneticilerine ait bulunan bu yetkileri kabul ederler ve kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten sorumlu olurlar. İşletmelerde yöneticilerin kullandığı üç tür yetki vardır: Yönetim pozisyonunda bulunan yöneticilerin o pozisyonla ilgi görevin yapılması hususunda astları üzerinde emir-komuta yetkisi vardır. Bu yetki tam ve kazanılmış bir yetki olup, görevle ilgili karar verme, ast’lara emir verme ve görevle ilgili kaynakların dağıtılmasına ilişkindir. Ast’lar kendilerine verilen bu emirleri yerine getirirler. Kurmay yetkisi yöneticiler tarafından kullanılan, bölüm, birim ve çalışanlara, yalnızca kendi uzmanlık alanı ile ilgili konularda, danışmanlık yapmak ve tavsiyelerde bulunmakla sınırlı bir yetkidir. Bu yetkileri kullananlar tavsiyelerde bulunur ve kendi görüşlerini “beğendirmeye” çalışırlar, ama konu hakkında karar ve emir verme, kaynak dağıtma hakları, yani emir-komuta yetkisi, bulunmaz. 56 Kurmay yetkisinin diğer yetki türleri arasında, bu yönü ile, “eksik” bir yetki türü olarak tanımlanır. Bazı yöneticiler kendi bölümlerinin dışında başka bölümlerdeki ast’lar üzerinde yalnızca uzmanı oldukları alanlarda tam ve doğrudan yetkiye(emir komuta yetkisi, yani karar ve emir verme, kaynak dağıtma) sahip olabilirler. Bu, kendi görevli bulundukları bölümlerin dışında bulunan diğer bölüm çalışanları üzerinde kullanılabilen yetki, fonksiyonel yetki olarak adlandırılır. Yetki devri: Yöneticiler yukarıda yazılı yetkilerinin bir kısmını astlarına devredebilirler. Bu durum yetki devri olarak adlandırılır. Yetki devredilen ast, o görevle ilgili sorumluluğu da üzerine almış olur. Ancak yetkilerini devreden yönetici, devrettiği görev ile ilgili sorumluluktan kurtulmaz. Yani başka bir deyişle, hem yetkisini devreden, hem de yetkiyi üstlenen kişiler o görev ile ilgili ortak sorumluluk üstlenirler. Yanlış anlaşılmalardan ve beklenmedik olumsuz sonuçlarda kaçınmak için devredilecek yetkinin yeterli ölçüde ve açıkça tanımlanmış olması gerekir. Denetim Alanı (Yönetim Alanı): Yöneticilerin etkili bir biçimde denetleyebileceği ast sayısı denetim/yönetim alanı olarak adlandırılır. Diğer bir deyişle, denetim alanını, yöneticiye bağlı uygun sayıdaki çalışan sayısı olarak tanımlayabiliriz. Burada uygun sayıyı belirleyen anahtar kelime astlarını denetleyen yöneticinin “etkili bir şekilde astlarını yönetebilmesidir”. Yöneticinin etkili bir biçimde denetleyemediği astlarının bulunması halinde o yöneticinin denetim alanının hatalı kurulduğunu söyleyebiliriz. Denetim alanı bazen çok dar(2 ast) bazen de çok geniş(çok sayıda) olabilir. Geleneksel görüşler her yöneticiye en fazla bağlanması gerekli ast sayısı 6-7 olarak belirtse de, kanımızca bu alanın dar veya geniş olmasını belirleyen farklı faktörleri göz önüne almak gerekir. Yönetim alanının dar veya geniş olmasına etki eden faktörleri şöyle sıralayabiliriz: Yapılan işin niteliği İşyerindeki standart kural ve prosedürlerin(biçimselleşme) derecesi Astların eğitim düzeyi ve nitelikleri İşletme içinde destek hizmetlerin mevcudiyeti İşlerin karmaşıklık derecesi Yöneticinin kişisel tercihleri İşyerinin fiziki özellikleri (tek/çok sayıda işyeri) Bu faktörler işletme içinde denetim alanının geniş mi, yoksa dar mı olduğunu belirleyen faktörlerden bazılarıdır. Örneğin, karmaşık olmayan ve standardize edilmiş işler söz konusuysa ve astlar yaptıkları işlerde eğitimli ve deneyimliyse, bu durumda yöneticinin denetim alanı yeterince geniş belirlenebilir. Diğer yandan, eğer yönetici farklı ve coğrafi olarak ayrıştırılmış birimlerde görev yapıyorsa, işler çok karmaşıksa, astların eğitim düzeyleri düşük ise, yöneticinin denetim alanı büyük ihtimalle dar olacaktır. Geniş yönetim alanı, işletmede yatay bir yapı, dar yönetim alanı ise dikey bir yapı oluşmasına yol açabilmektedir. Biçimselleşme: Biçimselleşme, işyerinde bulunan yazılı kural ve prosedürlerin sayısı ve bunların işyerinde kullanılma etkinliği ile ilgilidir. Bu belgeler iş tanımları, işin yapılması sırasında uygulanacak prosedürler, sorumlulukların tanımlanması, beklenmeyen durumlardaki davranışların tanımlanması, karar süreç ve yetkileri gibi konuları içerebilir. 57 Yüksek biçimselleşmeye sahip işletmelerde her şey yazılı ve belgeye dayalıdır. Bu tür işletmelerde çalışanlar takdir haklarını ya çok sınırlı bir biçimde kullanabilir, ya da hiç kullanamazlar. Küçük veya yeni kurulmuş işyerlerinde, işler, genellikle yazılı kural ve belgelere dayalı olarak yapılmazlar. Bu durumlarda çalışanlar, işlerini yaparken takdir haklarını da kullanabilirler. Merkezi /Yerinden Yönetim: Karar yetkisinin genellikle üst yönetim veya alt yönetim düzeylerinde bulunması hususu, işletmenin merkezi veya yerinden yönetim tarzı ile yönetildiğini gösterir. İşletmelerde kararları görevden sorumlu olan ve yetkiye sahip yöneticiler alır. Ancak bazı hallerde bu kararlar işletme üst düzey yönetiminden onay veya izine tabi olmaktadır. Böyle bir durum o işletmede merkezi bir yönetim biçiminin olduğunu gösterir. Tersine durumlarda çok önemli kararların hiç üst makam onay ve iznine başvurulmadan ilgili kademedeki yöneticiler tarafından verildiği görülmektedir. Bu durum da o işletmede yerinden yönetim biçimi bulunduğunu açıklar. İşletme Yapısını Etkileyen Faktörler Bir işletme yapısı kurmak yöneticiler açısından kolay bir iş değildir. Bazı işletmelere uygun olan ve iyi işleyen bir yapı, benzer işletmelerde başarılı olmayabilir. Hatta aynı işletmede bir zaman çok başarılı performansa neden olmuş yapı, farklı bir zamanda başarısızlıkların nedeni olabilir. Bu nedenle her işletme için ve her koşulda uygun bir işletme yapısı bulunmamaktadır. Dolayısı ile yöneticiler bir işletme yapısını organize etmeye giriştiklerinde, yukarıda yazılı organize etme ile ilgili hususları işletmenin içinde bulunduğu durum ve koşullar ışığı altında inceleyerek en uygun yapıyı belirlemeye çalışırlar. İşletme yapısını etkileyen bazı faktörler şunlardır: İşletmenin Stratejik Amaç, Hedef ve Stratejileri: Stratejik amaç, hedef ve stratejiler işletmenin yaşamını devam ettirmek ve rekabet üstünlüğü sağlamak maksadı ile belirlenmiş olan sonuçlar ve yollardır. Bunlar işletmenin geleceği ile ilgili yol haritalarıdır. Bir işletmenin yapısı da bu yol haritasına uygun olarak kurulur. Örneğin, maliyet liderliği stratejisi (amaç işletmenin standart ürünleri için pazardan daha düşük fiyat uygulaması için maliyetleri en aza indirmektir) ve farklılaştırma stratejisi (amaç müşterilerin özel beklentilerini karşılamak için standart ürün yerine farklı ürünler üretmektir) gibi işletme düzeyindeki bazı önemli rekabet stratejileri farklı yapısal yaklaşımlar gerektirir. İşletmenin Faaliyette Bulunduğu Dış Çevresi: İşletmenin içinde faaliyette bulunduğu dış çevre zaman içinde değişik fırsat ve tehditler oluşturur. Bu dış çevrede bazen her şey çok açıktır ve hiçbir çevresel unsur değişmemekte olup karşılaşılan olaylar da son derecede basittir. Bazen de dış çevrede yüksek dereceli bir belirsizliğin olduğu, çevresel unsurların son derecede hızla değiştiği ve karşılaşılan olayların çok karmaşık olduğu görülebilinmektedir. İşletmelerin yapısı, içinde faaliyet gösterdikleri çevrenin belirsizlik düzeyi, karmaşıklık derecesi ve çevresel unsurların değişim süratine son derecede bağlıdır. Örneğin, çevrenin basit, değişmeyen ve istikrarlı olduğu durumlarda işletmeler için, emir komuta hiyerarşisi içinde, biçimselleşme derecesi yüksek ve merkezi yönetim biçiminin hakim olduğu geleneksel dikey ve sabit bir yapının uygun bulunduğu söylenebilir. Aksi olarak belirsizlik derecesinin yüksek, olayların karmaşık ve değişim süratinin 58 yüksek olduğu çevrelerde faaliyette bulunan işletmeler için ise merkezi olmayan, yatay ilişkilerle yönetilen esnek bir yapı uygun olacaktır. İşletmede Kullanılan Teknoloji: İşletmenin kullandığı üretim teknolojisi işletmenin yapısını etkiler. Mal üreten imalat işletmelerinde üç önemli üretim teknolojisi vardır: Sipariş üretimi, seri üretim ve sürekli üretim. Hangi teknoloji türünün işletmede kullanılacağı, o sektörün ve işletmenin teknik gelişmişlik derecesi ile ilgilidir. Küçük partilerle sipariş üretim, seri veya sürekli üretim teknolojisi kullanan işletmelerin uygun yapıya sahip bulunmaları gerekir. Teknik gelişmişlik derecesi de bir işletmenin yapısını belirleyenlerinden faktörler arasındadır. Bölümler arası Bağımlılık Derecesi: Bölümlerin işlerini yerine getirirken girdi, kaynak kullanımı ve süreçler açısından birbirlerine bağımlı olup olmaması işletme yapısını etkiler. Örneğin bir bölümün ürününü girdi olarak kullanan bölüm ile, girdi ürünü üreten bölüm arasında bağımlılık yüksektir. Çünkü girdi üreten ve onu kullanan bölüm faaliyetleri birbirlerinden etkilenmektedirler. Bazen de bölümler arasında böyle bir bağımlılık bulunmaz. Hiçbir bölümün faaliyeti, diğerini etkilemez. Bu durumlara göre uygun yapının kurulması işletmenin başarısı açısından önemlidir. Bölümlendirme Türleri İşletmelerde işbölümü ve uzmanlaşmanın sonucunda çok çeşitli işler olduğunu daha önce belirtmiştik. Yukarıdaki bölümlerde belirtildiği üzere, bölünen iş’lerin gruplaştırılarak, işyerinde bölümler oluşturulması faaliyetlerine bölümlendirme denir. Bölümlendirmenin temel amacı belirli amaçlarla bir araya getirilmiş iş’lerin yapılmasında yüksek etkinlik ve verimliliğe ulaşmak ve bu şekilde tüm işletmede verimlilik elde etmektir. İşletmelerde iş ve uzmanlıkların nasıl gruplaştırılarak bölümler haline getirileceği ile ilgili hususlarda çeşitli kriterler dikkate alınır. Çeşitli bölümlendirme yaklaşımları aşağıda açıklanmaktadır: Geleneksel Bölümlendirme Yaklaşımları Geleneksel yaklaşımlar günümüzde en çok rastlanan bölümlendirme türlerini içerir. Bu yaklaşımda emir komuta zinciri, çağlar boyunca süregelen şekli ile yönetim hiyerarşisi içinde yukarıdan aşağı olarak inen(dikey) bir yapıda olduğundan, geleneksel bölümlendirmeler olarak adlandırılmaktadır: Geleneksel bölümlendirmeleri iki grupta toplayabiliriz: İşlevsel Bölümlendirme: Bu yaklaşımda aynı uzmanlık alanındaki çalışanlar ve benzer iş ve görevler gruplandırılarak ortak beceri, deneyim ve benzer işlere göre oluşturulan bölümler kurulmaktadır. Bir işletmede üretim, satış, finansman, muhasebe, tedarik, vs. gibi çeşitli faaliyetler ve işlevler bulunmaktadır. Örneğin satış ile görevleri yapan ve bu konuda bilgili ve deneyimli kişiler bir araya getirilerek “satış bölümü” oluşturulur. Aynı şekilde üretim ile ilgili işlerde çalışanlar, “üretim”, tedarik ile ilgili işlerde çalışanlar “tedarik” bölümleri altında gruplaştırılırlar. Günümüzde en çok görülen bölümlendire türüdür. 59 İş birimlerine Göre Bölümlendirme: İşletme genellikle işlevlere göre bölümlendirmelerle işe başlar. Ama bazı durumlarda önemli olan ürün, bölge ve projelerde işletme içinde bir bağımsız birim oluşturulması gerekir. Bu bağımsız birim altında yine işlevlere göre gruplandırılmış üretim, satış, tedarik, muhasebe gibi alt bölümler olabilir. Görüldüğü gibi bu tür bölümlendirmede işlevsel bölümlerin, önemleri açısından ayrı bir birim haline getirilmesi yani “bölümlerin gruplandırılması” söz konusudur. Bu tür bölümlendirmelerden en çok uygulanan örneklerin bazıları şunlardır: Ürüne/Projeye/Bölgeye Göre Bölümlendirme işletmelerde işlevsel bölümler ayrı, bağımsız ürün, proje veya bölge esasına göre gruplandırıldığında ortaya çıkar. Örneğin bir kimya işletmesinde “deterjan işbirimi”, “boya işbirimi” “tutkal iş birimi” gibi birimler oluşturulur ve bu iş birimlerinin altında yine işlevsel bölümlendirmeler yapılabilir. Aynı şekilde işletme “ Ege Bölge Müdürlüğü”, “Akdeniz Bölge Müdürlüğü” olarak iş birimlerini kurabilir. Müşteriye Göre Bölümlendirme, işlerin ve faaliyetlerin farklı özellik ve beklentiye sahip müşterilerin beklentilerine uygun bir bağımsız birim haline getirilmesidir. Modern Bölümlendirme Yaklaşımları Modern bölümlendirme yaklaşımları, geleneksel yukardan aşağı emir komuta ilişkilerini içeren dikey yapıların yanında, yatay emir komuta ilişkilerine de yer veren yaklaşımlardır. Matris bölümlendirme işlevsel ve iş birimlerine göre bölümlendirmelerin bir araya getirilerek yapılan bir bölümlendirme türüdür. Geleneksel bölümlendirme türlerinin aynı çatı altında bir araya getirmenin amacı, verimlilik, koordinasyon ve etkili denetim sağlanması nedeni iledir. En tipik düzenlemeler Ürün-işlevsel matrisi, proje-işlevsel matrisi ve ürün-bölge matrisidir. Bu tür bölümlendirmelerde, verimlilik amacı ile bir işlevsel bölüme mensup çalışanın, bir proje veya bölge esas alınarak iş birimine göre bölümlendirilmiş birimde görev yaptırılması gerekebilir. Bu durumda ast konumundaki çalışanın iki yöneticisi(örneğin, biri işlevsel bölüm yöneticisi, diğeri ürün bölüm yöneticisi) olabilmekte ve beklenmeyen işletme içi çatışmalar çıkabilmektedir. Görüleceği gibi bu tür bir durum yönetim hiyerarşisi içinde dikey emir komuta zinciri temeli olan “bir ast’ın bağlı bulunduğu ve emir aldığı sadece bir yöneticisi olması gereklidir” ilkesini bozmaktadır. Çünkü matris bölümlendirmede astlar hem işlevsel bölümdeki fonksiyonel/kaynak müdürüne hem de iş birimlerine göre yapılan bölümlendirmede ürün/proje/işletme müdürüne bağlı olup ikisinden de emir alabilmektedir. Ast’ın bağlı olduğu yöneticiler arasında çatışma olasılığı yüksektir, çünkü işlevsel/kaynak yöneticileri daha çok işlevsel çıktılara önem verirken, ürün/proje/işletme yöneticilerinin temel ilgi alanı iş biriminin çıktılardır. Bölümlendirme Konusunda Çağdaş Yaklaşımlar Fazlasıyla değişken ve rekabetçi küresel ortamdaki işletmeler içinde etkinlik ve verimlilik nedeni ile farklı ve yeni bölümlendirme yaklaşımları ortaya çıkmıştır. Dikey bir yapılandırmadan çok, yatay yetki ilişkilerinin bulunduğu başlıca yeni bölümlendirme yaklaşımları; Takım Esaslı ve Şebeke Esaslı bölümlendirmelerdir. 60 Takım Esaslı Bölümlendirme: İşletme belirli görevleri yerine getirmek üzere çalışanlar arasında takımlar oluşturur. Oluşturulan bu takımlarda emir komuta ilişkileri genellikle yatay olup, ekip ruhuna uygun bir birlik, beraberlik içinde katılımcı bir şekilde görev yapılır. İşletmede bölümlerin yerine bu tür amaca yönelik takımlar oluşturularak faaliyetler yapılırsa takım esaslı bölümlendirme gerçekleştirilmiş olur. Takım temelli yapının önemli amaçlarından biri dikey yetkileri ve sorumluluğu mümkün olduğunca aşağı düzeylere yükleyerek katılımcı ve işlerine bağlı, ekip ruhunu benimsemiş çalışanlar yaratarak işlerin görülmesidir. Takımlar, bir bölümlendirme aracı olarak kurulmayıp, işletmenin karşılaştığı bazı sorunların çözümü için veya sadece belirli bir görevin yerine getirilmesi için geçici olarak da kurulabilir. Çeşitli bölümlerden uzmanlar farklı bölümlerde var olan sorunlara çözüm getirmek veya belli görevlerin yapılması amacıyla bir takım olarak bir araya gelirler ve sorunların çözülmesine yardımcı olurlar. Böyle geçici olarak sorun çözme veya belli görev amaçlı takımlar, sorun çözüldükten veya görev yapıldıktan sonra dağıtılır. Ancak takım esaslı bölümlendirmelerde bahsedilen takımlar, bu tür belli sürede sorun çözen veya görev yapıktan sonra dağılan takımlar olmayıp, bir işlevsel veya iş birimine göre kurulmuş bölümlerin yerine kurulan ve yerine kurulduğu bölümün işlevin yerine getiren yapılardır. Şebeke Esaslı Bölümlendirme: İşletmenin temel fonksiyonlarının, faaliyetlerinin ve kaynaklarının bulunduğu, işlevlere, iş birimine, matris veya takım esasına göre kurulmuş bölümlerin kapatılarak bu faaliyet ve görevlerin işletme dışında mal ve hizmet üreten ayrı şirketlere dağıtılması şebeke esaslı bölümlendirmeyi en iyi şekilde tanımlamaktadır. Böyle bir durumda işletme şebekeyi oluşturan işletme dışı altyüklenicilerinin faaliyetlerini koordine eden bir merkez gibi iş görür. Şebeke esaslı bölümlendirmenin temel amacı işletmenin rekabet üstünlüğü sağlayacak temel yetenek özelliğinde en iyi yaptığı iş ve faaliyetlere odaklanması, ve geri kalan işleri altyüklenici şirketlere bırakmasıdır. Geleneksel hiyerarşik emir komuta zincirinin yerini merkez işletme ile altyükleniciler arasındaki yatay ilişkilerin aldığı şebeke yapıların sayısı, son yıllarda “dış kaynaklardan yararlanma”, “stratejik işbirlikleri” ve “ortak girişimler” gibi yeni eğilimler sonucunda hızla artırmaktadır. Bir önceki bölümde, yönetimin dört işlevinden planlama ve organize etme(yapılandırma) konuları ele alınmış ve incelenmişti. Bu bölümde yürütme ve denetim işlevleri hakkında açıklamalar yapacağız. + Yönetim İşlevi: Yürütme İşletme amaç, hedef ve planlarını belirledikten, uygun yapılandırma işlevini tamamladıktan sonra, sıra çalışanların işlerin yapılması için harekete geçirilmesine gelmektedir. İşletmede iş’lerin görülmesi ve yürütülmesi için çalışanlara etkili liderlik yapmak, onları motive ederek ve etkin iletişim sağlayarak yönlendirmek, böylece onları harekete geçirmek, yürütme işlevi ile ilgilidir. Bu üçüncü işlev, görüleceği gibi işletmede çalışanlarla ilgilidir ve esas olarak onların davranışlarını etkileyen konulara odaklanır. Çalışma ortamında ortak kültür ve değerlerin yaratılması, hedeflerin çalışanlara doğru ve anlamlı bir şekilde iletilerek onların başarılı işler yapması yönünde motive edilmeleri, rekabetçi ve küresel bir ortamda işletmenin başarısı açısından çok önemlidir. İş yaşamı, 61 değişen yönetici veya liderlerden sonra başarısızlık yaşayan işletme örnekleriyle doludur. Dolayısıyla işletmeler uygun ve etkili lider ve yöneticilere daima ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden işletme biliminde çalışanlarla ilgili tutum, davranış, liderlik, motivasyon, iletişim gibi davranışsal konularda çok sayıda çalışma ve araştırmalar vardır. Aşağıdaki paragraflarda işletmelerde yönetici ve çalışanların davranışları ile ilgili olan liderlik, motivasyon ve iletişim konularında açıklamalar yapılacaktır. İşletmelerde Liderlik Liderlik, işletme çalışanlarını etkileyerek, amaç ve hedeflerin gerçekleştirilebilmesi yolunda onları yönlendirmek ve yönetmektir. Bu bağlamda lider ile yönetici arasında bir benzerlik ortaya çıkmaktadır. Nitekim işletme literatüründe bu terimler eş anlamlı olarak, biri öteki yerine kullanılabilinmektedir. Ancak bu iki terim arasında “temel işlev” açısından anlamsal bir fark da bulunmaktadır. Liderin temel işlevi, işletmenin misyonu ve amaçlarını belirlemek ve bu doğrultuda planlar, stratejiler geliştirmektir. Yöneticinin temel işlevi ise, kaynakları etkili ve verimli bir şekilde, yönetimin dört işlevini(planlama, organize etme, yürütme ve denetleme) de kullanarak, liderin gösterdiği amaçları ve uygulamaları gerçekleştirmektir. Bir başka ifade ile, lider misyon ve vizyonu koyan, yönetici ise bunları yönetsel faaliyetlerle gerçekleştirmeye çalışan kişilerdir. Ancak iş yaşamında ve işletme faaliyetlerinde, bazen lider yöneticinin temel işlevlerini yapmakta, bazı hallerde de yönetici lider’in temel işlevlerine odaklanabilmekte ve bu yönde çalışmalar yapabilmektedir. Bu iki terimin eş anlamlı olarak kullanılabilmesinin nedeni de bu durumdur. Biz, bu kitabımızda lider ve yöneticiyi eş anlamlı kabul ederek açıklamalarımızı yapacağız. Liderlik, bir süreç olarak yöneticinin davranışı ile çok ilişkilidir. Bu davranış süreci ile bir yönetici, işletmedeki diğer insanları(çalışanları), işlerini işletmenin hedeflerine ulaşması doğrultusunda yapmaları hususunda etkilemeye çalışır. Liderlik süreci dinamik bir süreç olduğundan insanları en iyi olarak etkileyecek bir yol, yöntem ve teknik hakkında tanımlama yapmak mümkün değildir. Çeşitli ve farklı bir dizi liderlik biçimi bulunmakta ve her biri farklı durum ve koşullarda “en uygun biçim” olarak görülebilinmektedir. Liderin bu süreç içinde üstlendiği rol, astlarını hedeflere yönlendirerek iş’lerini yapmalarını sağlamaktır. Ama bu duruma tek başına liderin çabası ile varılamamaktadır. Liderin izleyicileri(ast’ları) da, onu” lider” olarak kabul etmeli ve tanımalıdırlar. Ayrıca, liderin uygulayacağı liderlik tarzı, astlarının ona karşı tutumu yanında, içinde bulunulan koşullara (görev, pozisyonlar, ilişkiler, dış baskılar vb.) göre de değişik olabilecektir. Bu açıklamalar ışığı altında, liderlik konusunda önemli olan, lider ve davranışını etkileyebilecek hususlar şöylece sayabiliriz: Lider’in özellikleri Yapılacak görevler 62 İzleyiciler(ast’lar) İçinde bulunulan koşullar Başarılı liderler, yukarıda sözü edilen önemli hususları dikkate alan ve bunlar arasında en iyi dengeyi kuranlardır. (Şekil. 5-1) Liderlik Teorileri “Bir kişiyi “lider” yapan, başka bir deyişle, diğer kişilerin lideri izleyerek onun yönlendirmesi ile işleri başarmasında etkili olan nedir?” sorusunu cevaplamak için çeşitli araştırmalar yapılmış ve fikirler öne çıkmıştır. Aşağıda lider ve liderlik ile ilgili teoriler açıklanmaktadır: Özellikler Teorisi Liderlikte kişilik özellikleri teorisi, bir lideri lider yapanın ve liderin başarılı olmasının, onların sahip bulunduğu kişilik özelliklerine bağlı olduğunu öne sürer. Zekâ, dış görünüm, sosyal olgunluk ve açık görüşlülük, içsel motivasyon ve başarma dürtüleri, insan ilişkilerinde yaklaşımı gibi kişilik özellikleri başarılı lideri oluşturan kişisel özelliklerdir. Davranışsal Liderlik Teorileri Liderlikte davranış tarzlarını ele alarak inceleyen teoriler, lideri oluşturan unsurun, kişisel özelliklerden çok, onun işyerindeki davranışlarının bir sonucu olduğunu ileri sürmekte ve liderliği otoriter veya demokratik; ya da görev odaklı veya insan odaklı davranış tarzları açısından tanımlamaktadırlar. Liderlikle ilgili önemli davranışsal teoriler şunlardır: o o Otoriter veya Demokratik Liderlik Davranış Süreci: Bu teorinin ardında yatan fikir, yöneticilerin, otoriter veya demokratik olarak belirledikleri farklı iki uç nokta arasında yer alan yedi farklı davranış eğilimi konusunda, temel bir tercihlerinin bulunduğudur. Bu yaklaşım, demokratik uca yakın eğilimin, otoriter uca yakın eğilimlere göre genellikle tercih edilir olduğunu ifade etmektedir. Ancak, bazı koşullar altında otoriter tarz, demokratik tarza göre daha etkili olabildiğinden, bu öneri fazlasıyla eleştiri almaktadır. Teorinin temel zayıflığı liderin davranış tarzına, liderliğin diğer önemli değişkenlerinden daha fazla önem vererek öne çıkarmasıdır. (Şekil. 52). İki Boyutlu Liderlik Biçimleri: Ohio State Üniversitesi tarafından yapılan araştırmalarda liderlik davranışındaki iki önemli ve farklı boyutun; anlayış, yani çalışanların duygularına, onlarla olumlu ilişki kurma ve tutum ve davranışlarına saygılı olma, ile inisiyatif, yani iş süreçleri, işle ilgili resmi formaliteler, kural ve prosedürler vb. konularda sistem kurma ve sonuç odaklı davranışları, olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Araştırma aynı zamanda bir yöneticinin, bu iki uç/boyut’ta yer alan liderlik biçim ve davranışlarına(anlayış ve inisiyatif), aynı anda, sahip bulunamayacağı varsayımını temel alan görüşlere karşı çıkmakta, ve liderin iki farklı uç/boyutta bulunan biçim ve davranışların ikisinde de başarılı olabileceğini de ileri 63 sürer. Bu teori ayrıca her iki boyutta da başarılı olan liderlerin diğer liderlik tarzlarına göre daha iyi bir performansa ulaşabildiğini ileri sürmektedir. (Şekil. 5-3). Bu bulgu Texas Üniversitesi araştırmacıları Robert Blake ve Jane Mouton tarafından The Managerial Grid (Yönetim Biçimleri Matrisi) adlı çalışmalarında geliştirilmiştir. Bu teori de bir önceki gibi, liderlik davranışlarına vurgu yapmakta, ama lider davranışlarını etkileyebilecek, izleyiciler (astlar) ile diğer durumsal değişkenlere gereken önemi vermemektedir. Liderlikte Durumsallık Teorileri Durumsallık teorileri kısaca işletmelerde her durum ve koşula uyan tek bir “en iyi” liderlik davranışı olmadığını ileri sürer. Farklı liderlik davranışlarının farklı durumlarda daha iyi sonuç verebileceğini ve uygun olacağını belirten bu görüş, liderlik ve etkin liderlik davranışlarının gerçek iş yaşamında karşılaşılan farklı koşul ve durumların dikkate alınarak incelenmesini önermektedir. Durumların ve koşulların ışığı altında bunlara uyum sağlayabilen lider davranışlarını temel alan bu teoriler, liderlikte durumsallık teorileri olarak adlandırılmaktadır. Fred Fiedler, ünlü “Etkin Liderlik Teorisi” liderlerin davranışını aşağıdaki iki boyutta tanımlamaktadır: (Şekil.5-4) İlişki odaklı davranış, liderlerin astlarıyla olumlu ve saygılı bir ilişkiye sahip bulunduğu davranış biçimidir. Görev odaklı davranış, liderlerin daha çok görevin tamamlanmasıyla ilgili davranış biçimidir. Fiedler, liderlik incelemektedir: davranışının bu iki boyutunu üç durumsal değişken altında Liderin izleyicileri(astları) ile ilişkisi Görevin yapılandırma derecesi (görevlerin karmaşıklığı, zorluğu) Liderin mevkisinin erdiği güç ve yetki (resmi yetki aracılığıyla elde edilen güç) Bu üç durumsal değişkenin bileşimi lider açısından olumlu (eğer üçü de yüksekse), olumsuz (eğer üçü de düşükse) veya sıradan (her üçünde ortalama düzey) durumu ifade eder. Fiedler, Ohio State University’nin iki boyutlu bulgularıyla çelişen bir biçimde, görev odaklı davranışlara sahip liderlerin durum ister olumlu ister olumsuz olsun en etkin performansı gösterdiklerini tespit etmiştir. İlişki odaklı davranışlara sahip liderler ise en etkin performansı sıradan durumlarda göstermektedir. Kısaca, liderlikte durumsallık yaklaşımları, iki boyutta da yüksek değerlere sahip bulunan lider davranışlarının her zaman başarılı sonuçlar vermeyeceğini; lider davranış biçiminin koşullara bağlı olarak, belirlenmesinin başarıyı arttıracağını ileri sürmektedir. 64 + İşletmelerde Motivasyon İşletmelerde yürütme işlevinin ilgili bir diğer önemli başlığı motivasyondur. İşletmenin amaç ve hedeflerine varması için, çalışanların, kararlı, arzulu ve istekli bir biçimde iş’lerine odaklanarak yaptıkları çalışmalarda verimlerinin arttığı görülmektedir. Bu durumda etkili ve verimli sonuçların alınması maksadı çalışanların bir şekilde motivasyonu önem kazanmaktadır. İnsanların, yiyecek, sosyalleşme, tanınma, başarı gibi çeşitli ihtiyaçları vardır. Bu ihtiyaçların bir takım davranış ve eylemlerle tatmin edilmesi gerekmektedir. İhtiyaçlar, belirli davranışlarla karşılanamadığı takdirde bireyde içsel bir gerginlik yaratır. Eğer davranış ve eylem başarılıysa, kişi ihtiyaçlarını karşılayan sonuçları(ödülleri) elde eder. Bu ödüller içsel (kişinin başarısı karşılığında elde ettiği içsel tatmin) veya dışsal (işi başarıyla tamamladığında bir kişiye başkası tarafından verilen bir ödül) olabilir. Motivasyon, kişilerde belirli bir davranış veya eyleme girişme heyecanı uyandıran güç/güdü/saiklerle ilişkili psikolojik bir süreçtir. Bu konuda çağdaş yaklaşımlar motivasyon kapsam teorileri ve motivasyon süreç teorileridir. Motivasyon Kapsam Teorileri Motivasyon kapsam teorileri, insanları işyerinde genel olarak ne’yin veya nelerin motive ettiğini belirlemeye çalışırlar ve motive eden saiklerin araştırılmasıyla ilgilenirler. Başlangıçta paranın, davranışları/eylemleri harekete geçiren tek saik (ihtiyaç) olduğu düşünülmüştü. Daha sonra paranın yanı sıra çalışma koşulları, güvenlik ve sosyalleşme gibi hususların da birer saik olduğu görüldü. Daha yakın tarihlerde, itibar, sorumluluk, tanınma, başarı, ilerleme, yetişme, kişisel gelişim gereksinimler gibi daha yüksek seviyedeki saikler, motivasyon konusunda yapılan araştırmalara dahil edildi. Motivasyon kapsam teorilerinden ikisi Maslow’un “İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi” ile Herzberg’in “Çift Faktör Motivasyon Teorisi”dir. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi: Abraham Maslow insanları motive eden unsurların “ihtiyaçları” olduğunu ileri sürerek tüm ihtiyaçları hiyerarşik bir sıra içinde beş kategoriye ayırmıştır. İnsanların bu beş ihtiyaç düzeyi hiyerarşik düzende aşağıdan yukarıya doğru şöyle sıralanmaktadır: Fizyolojik/Temel ihtiyaçlar: İnsanların açlık, susuzluk, uyku gibi temel ihtiyaçları. Güvenlik ihtiyaçları: Şiddet ve tehditlere karşı koruma sağlayan güvenli bir fiziksel ve duygusal ortam ihtiyacı. Sosyal/Aidiyet ihtiyaçları: Sosyal ortamda şefkat, ilişki ve bağlılığa karşılık gelen ihtiyaçlar. Dostluklar kurma, bir gruba katılma vb. Saygınlık ihtiyaçları: Güç, statü, saygınlık kazanma ve diğer insanlar tarafından tanınma ihtiyacı. 65 Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları: Kendini tatmin etme, potansiyelini, yetkinliklerini geliştirme gibi daha üst düzey ihtiyaçlar. tüm Maslow bu ihtiyaçların hiyerarşik düzende, öncelikli olarak aşağıdan yukarıya doğru karşılanması gerektiğini öne sürmektedir. İhtiyaçların tam ve yüzde yüz olarak tatmin edilmesi söz konusu değildir. Bu konuda belirleyici olan, kişilerin tatmin edilme hususundaki algılarıdır. Düşük seviyedeki ihtiyaçlar tatmin edildiklerinde artık kişileri motive etmekte yetersiz kalırlar. Bu aşamada kişiyi motive etmek için bir üst seviyedeki ihtiyacın harekete geçirilmesi gerekir. Ancak kişinin daha düşük seviyedeki ihtiyaçları, o kişi tarafından tatmin edilmemiş olarak algılanıyorsa, o kişi daha üst ihtiyaçlarla motive edilemez. Herzberg Çift Faktör (Hijyen-Motivasyon) Motivasyon Teorisi Frederic Herzberg çift faktör (hijyen-motivasyon teorisi) motivasyon teorisiyle Maslow’un çalışmasını biraz daha geliştirmiştir. Bu teoride temel alınan, Maslow’un hiyerarşik yaklaşımıdır. Ancak Herzberg, Maslow teorisindeki düşük düzeydeki ihtiyaçları(fizyolojik, güvenlik ve sosyal) hijyen faktörleri olarak tanımlamış, yüksek derecedeki ihtiyaçları(sosyal, saygınlık ve kendini tamamlama) da motivatörler (harekete geçiriciler) olarak adlandırmıştır. Herzberg, böylece iki grupta topladığı ihtiyaçlardan hijyen faktörlerini oluşturanların, çalışanların tatmini açısından önemli olduğunu ve memnuniyetsizliği önlemek için işyerinde bulunmaları gerektiğini, fakat bunların insanları motive etmediğini öne sürmektedir. Yani, Herzberg’e göre, kişiler düşük seviyedeki ihtiyaçları harekete geçirilerek motive edilemez. Maslow’dan farklılaştığı nokta da burasıdır. Ama, ikinci ihtiyaç grubunu oluşturan yüksek düzeydeki ihtiyaçlar çalışanları motive ederler. Bu nedenle, Herzberg, yöneticilerin işyerinde kişileri motive etmek için yüksek seviyedeki ihtiyaçları, motivatörleri kullanması gerektiğini ileri sürmektedir. Motivasyon Süreç Teorileri Motivasyon süreç teorileri, işyerinde, çalışanları ne’yin motive ettiğini değil, davranışların nasıl yönlendirileceğiyle ilgili çalışmaları kapsar ve çalışanların kendi ihtiyaçlarını karşılamak için davranışsal eylemlerini nasıl seçtiklerini açıklar. İki önemli süreç teorisi Victor Vroom’un Beklenti Teorisi ve Adams’ın Eşitlik Teorisidir. Vroom’un Beklenti Teorisi: Bu teori, kişilerin arzulanan sonucu sağlayacak görevleri yerine getirme güdülerinin(motivasyonun), onların beklentilerine dayandığını varsaymaktadır. Böylece kişinin, gösterdiği çaba, çabanın sonucu olan performans, ve performansın sağlayacağı kendisi için çekici olan sonuçlarla bağlantılı olarak, güdülenebileceği fikrine dayanmaktadır. Motive edilmeleri için kişilerin şunlara inanmaları ve beklemeleri gerekir: Kişi, görevi ile ilgili çabasının, yüksek bir performansa yol açacağına inanır ise, (Ç→ P Beklentisi) 66 Elde edilen yüksek performansın olumlu bir sonuç getireceğine inanır ise, (P → S Beklentisi) Elde edilen sonuç kişinin arzuladığı ve cazip bulduğu(sonucun birey açısından arzulanma değerine valens denir.) bir sonuç ise, kişi motive olacak ve görevini yerine getirmek için var gücü ile çalışacaktır. Yukarıda açıklanan ve kişiyi motive edebilecek süreç(motivasyon süreci) şöyle formüle edilebilir: Motivasyon = Çaba x Performans x Sonuç(Valens değeri yüksek) Formüldeki tüm unsurların beklenti derecesi yüksek olursa kişinin motivasyonu muhtemelen yüksek olacaktır. Kişi çabalarının yüksek performansa yol açmasını beklemediği veya performansına karşılık ödül olarak ulaştığı sonuç kendisi için pek cazip olmadığı takdirde, muhtemelen fazla çaba harcamayacaktır. Dolayısıyla yöneticiler astlarını motive etmek ve davranışlarını yönlendirebilmek için bu üç önemli beklentiyi bilmeli, dikkate almalı ve kullanmalıdırlar. Eşitlik Teorisi: J. Stacy Adams’ın Eşitlik Teorisi bireyin, davranışlarını harekete geçirirken ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanıp karşılanmayacağı hususu yanında, kendisine, diğer kişilere göre ne kadar adil ve hakkaniyetli davranıldığı algısına odaklanmaktadır. Birey, eşitliği/hakkaniyeti kendi ve diğer çalışanların işyerindeki katkılarının(girdileri) sağladıkları sonuçlara (çıktılara) oranı ile karşılaştırarak değerlendirecektir. Kişinin işyerindeki katkıları/girdiler çaba, deneyim, eğitim, yetenek, çalışma süresi, kararlılık vb. hususlardır. Varılan sonuçlar/çıktılar ise aldıkları maaş ve ücret, tanınma, terfi etme, statü, sosyal haklar, vb. gibi unsurlardır. Kişi, kendi katkı ve sağladığı sonuçları, diğer bireylerin katkı ve sonuçları ile kıyaslanacaktır. Eğer kişinin ve diğerlerinin verdikleri katkı ve sağladıkları sonuçlar dengesiz olduğu takdirde, algılanan bu eşitsizlik bireyler arasında gerginlikler yaratacaktır. Böyle bir durumda kişi ya katkılarını azaltarak veya sonuçların yükseltilmesini isteyerek, diğer kişilerle arasındaki oran dengesini sağlamaya çalışacaktır. Başka bir ifade ile davranışlarını bu dengesizliği giderici şekilde değiştirecektir. Bu nedenle yönetici, işletme içindeki benzer görev yapan ve katkıda bulunan çalışanların davranışlarını işletme amaçları doğrultusunda güdülemek için, ihtiyaç ve beklentilerin tatmin edilmesi yanında, işyerinde çalışanlar arasında adalet ve hakkaniyeti esas alarak oluşturulan dengelerin bozulmamasına da dikkat etmelidir. İşletmelerde İletişim İletişimle ilgili hususlar, yönetimin tüm işlevlerinde işlevinde özellikle önemlidir. İşletmenin farklı ve faaliyet ve eylemlerin yapılması sürecinde bağlantı zamanda işletme içi davranışları değiştirmeye ve yardımcı olur. yer almakla birlikte bilhassa yürütme değişik bölüm ve bireyleri arasında, aracı olarak başvurulan iletişim, aynı düzeltmeye, değişimi yönetmeye de Etkin iletişim, geniş bir tanımlama ile doğru kanal ve yöntemlerle edinilen bilgilerin, işletmenin arzuladığı amaç ve hedeflerine daha etkin ve verimli bir biçimde ulaşmasını sağlayabilmek maksadı ile, yine doğru kanal ve yöntemlerle, gönderici tarafından ilgili birey ve birimlere dağıtılmasıdır. 67 Kısa bir şekilde ise, İletişim bilginin göndericiden alıcıya doğru, alıcı tarafından anlaşılacak şekilde iletilmesi olarak tanımlayabiliriz. İletişim Süreci İletişim süreci, mesajları seçilen kanallar aracılığıyla alıcıya ileten bir gönderim sistemi olarak ifade edilebilir. Bu sürecin aşamaları şöyledir: Gönderici: Belirli bir alıcıya gönderilecek bir düşünce veya fikri olan ve bunları bir mesaj biçimine dönüştüren kişi/kurumdur. Kodlama: Düşüncelerin veya fikirlerin gönderici tarafından, mesajlarında kullanacağı anlaşılabilir ifadelere çevrilmesidir. Mesaj: Düşünce ve fikirlerin somut olarak formüle edildiği ifadedir. Kanal: Mesajları göndericiden alıcıya taşıyan mecradır. Alıcı: Mesajın iletildiği kişi/kurumdur. Çözümleme: Mesajların yorumlanması ve anlatılmak istenen şeyin anlaşılması için alıcı tarafından anlamlı hale getirilmesidir. Geribildirim: Gönderilen mesajların anlamı yorumlandıktan sonra alıcı tarafından göndericiye verilen yanıt ifadedir. İletişimde Önemli Noktalar Etkin bir iletişim sağlayabilmek için süreç esnasında dikkat edilmesi hususlar şunlardır: Algılama: Etkin bir iletişim, gönderici ve alıcının gönderilen ve alınan mesajları yorumlama ve değerlendirme yeteneğine bağlıdır. Bu bağlamda, algılamanın mesajın anlamsal hale dönüştürülmesi sırasında, kişinin oluşturduğu bir filtre olduğu söylenebilir. Gönderici veya alıcı anlayış ve kavrama yeteneklerine bağlı olarak anlatılmak istenen şeyi yorumlar, kendine göre anlamlaştırabilir, hatta göndericinin vermek istediği anlamdan farklı bir değerlendirme yapabilir. (Şekil 510) İletişim Kanalı: Yukarıda söz edildiği üzere kanal, mesajları göndericiden alıcıya taşıyan araç, bağlantı yoludur. Çeşitli tür kanalların bilgileri, gönderileri taşıma kapasiteleri farklı olduğundan, mesajın gönderileceği kanalın seçimi önemlidir. Yüksek zenginliğe sahip iletişim kanalları bilgileri etkili bir şekilde taşır ve alıcının ilgisini çekerek hemen geribildirim vermesini sağlarlar. Yüz yüze iletişim, video konferans, telefon gibi kanallar bu tür yüksek zenginliğe sahip kanallardır. Düşük zenginlikteki iletişim kanalları tek yönlü, sadece gönderimi yapar, ama hızlı geribildirim sağlamazlar ve esas olarak kişisel değildirler. Sayısal yazılı belgeler, yazılı genel belgeler düşük zenginlikteki iletişim kanalları örneklerindendir. Çevresel Koşullar: İletişimin yapıldığı çevredeki koşullar, mesajların kanallardaki akışını ve iletimini etkilerler. Örneğin, gürültü bir çevresel unsurdur ve iletilen mesajları, dolayısı ile etkin iletişimi bozar. Sosyal ve kültürel çevresel unsurların da iletişim süreci üzerinde güçlü bir etkisi vardır. Genel İletişim Türleri İletişim, kişiler arasında gündelik yaşamda, işletme içi ve dışında, genel iş yaşamında ve hatta kişinin kendi içinde gerçekleşebilir. Bu kitabımızda, kişinin kendi içinde gerçekleşen 68 iletişim sürecini ele almayacağız. Aşağıdaki paragraflarda, sadece, kişilerarası iletişim ve işletme yaşamında karşılaşılan türler ele alınıp tartışılacaktır. Genel olarak, kişiler arası iletişimi iki ana grupta toplayabiliriz. Bunlar sözlü ve yazılı iletişim; sözel ve sözel olmayan iletişimdir. Kişiler arası konuşmalar aracılığıyla aktarılan iletişim sözlü iletişimi tanımlar. Kişisel diyaloglar, konuşmalar, telefon görüşmeleri sözlü iletişimin örnekleridir. Yazılı iletişim mektuplar, raporlar, faks metinleri, bültenler gibi yazı aracılığıyla aktarılan iletişimi tanımlar. Sözel İletişimde kişiler sözcükler biçiminde mesajlar ilettikleri halde, sözel olmayan iletişim jestler, yüz ifadeleri ve beden dili gibi hareket ve davranışlarla ifade edilen iletişimdir. İşletmelerde İletişim Türleri Yönetim görevinde bulunanların en önemli sorumluluklarından biri, işletmelerinde herhangi bir yanlış anlamadan kaynaklanan olumsuz sonuçlarla karşılaşmamak için etkin bir iletişim sağlamaktır. Bu nedenle yöneticilerin başarısında, onların çalışanlarla etkin ve verimli bir biçimde iletişim kurmasının rolü çok büyüktür. İşletmelerde iki tür iletişim bulunmaktadır: Biçimsel (resmi) iletişim ve biçimsel olmayan (gayri resmi) iletişim. Biçimsel/Resmi İletişim: İşletme içi yönetim hiyerarşisine göre emir komuta zinciri içinde yapılan iletişim, işletmelerdeki biçimsel/resmi iletişimi tanımlar. Dört tür temel biçimsel/resmi iletişim akışı vardır. Aşağı doğru iletişim: Bu tür resmi iletişim, emirler, talimatlar, prosedürler gibi bilgilerin üstten, asta doğru aktarılmasıdır. Yukarı doğru iletişim: Görevin yerine getirilmesinde karşılaşılan sorunların, önerilerin ve şikâyetlerin rapor edilmesi gibi astlardan, üstlere aktarılan bilgiler, yukarı doğru iletişim örnekleri arasındadır. Yatay iletişim: İşletme hiyerarşisinde, aynı düzeyde bulunan yönetici/çalışanlar arasında, çoğunlukla koordinasyon amaçlı olarak gerçekleştirilen iletişimdir. Yanal/Çapraz iletişim: Faaliyetleri koordine etmek, gerekli bilgileri sağlamak ve ihtiyaç duyulduğunda yardım etmek için işletme yönetim hiyerarşisinde farklı bölüm ve düzeylerde bulunan yönetici/ çalışanlar arasında gerçekleşen iletişimdir. Biçimsel Olmayan/Gayri Resmi İletişim: Bilinmeyen ya da eksik kalan bilgilerin, resmi iletişim kanalları dışında ve işletmenin hiyerarşik emir komuta düzeyine bağlı olmadan, her düzeydeki söylenti ve dedikodu gibi yollarla aktarıldığı, söylenti zinciri olarak da adlandırılan iletişim, gayri resmi iletişimdir. İşletmedeki gayri resmi gruplar, işletme dışındaki sosyal temaslar, gayri resmi kişisel sohbetler, dedikodu ve rivayetler böylesi bir iletişime örnektirler. İşletme içinde biçimsel olmayan/gayri resmi iletişimler kaçınılmazdır. Özellikle resmi iletişimin herhangi bir nedenle işlemediği, tıkandığı, yeteri derecede doğru bilginin akmadığı belirsizlik dönemlerinde, biçimsel olmayan iletişim çok etkili bir biçimde 69 görülür. Biçimsel olmayan/gayri resmi iletişim, uygun zamanlarda ve gerektiği gibi kullanıldığında yönetimin kendi mesajlarını işletme içi veya dışına yayması için iyi bir araçtır. Bu yolla yapılan iletişimin, zaman zaman çok yararlı sonuçlar verdiği görülmektedir. Ancak uygun bir biçimde kullanılmaz ve yönetilmezse, biçimsel olmayan iletişim, işletme ortamında çok zararlı sonuçlara da yol açabilir. Biçimsel olmayan/gayri resmi iletişimin iki önemli türü dolaşarak yönetme ve fısıltı gazetesidir. Dolaşarak yönetme (DY): Yöneticilerin zaman zaman işletme içi birimleri dolaşarak, bilgi alışverişi yapmak için çalışanlarla biçimsel olmayan bir şekilde etkileşim kurması yolu ile yapılan iletişimdir. Dedikodu/Fısıltı gazetesi: Çalışanlar kendi aralarında yüz yüze, gayri resmi, kişisel veya kurumsal konularda dedikodu türü görüşmeler yaparlar. Doğası gereği her zaman gayri resmi olan bu iletişime fısıltı gazetesi de denebilir. Dedikodu/fısıltı gazetesi türü iletişim, işletmelerde dört şekilde görülür: Tek hatlı zincir şeklinde(bir kişi diğer kişiye anlatır); dedikodu zinciri şeklinde(bir kişi herkese anlatır); olasılık zinciri şeklinde(bir kişi rastgele seçtiği kişilere anlatır ve kümeli iletişim zinciri(bir kişi bilinçli olarak hedeflediği ve seçtiği kişi ya da kişilere anlatır) şeklinde. + Yönetim İşlevi: Denetleme(Kontrol) Yönetim işlevleri planlamayla başlar, organizasyon ve yürütme ile devam eder ve denetim faaliyetleriyle sona erer. Süreçteki sırası nedeni ile en son işlev olan denetim işlevi, en az önemli olan bir işlev olmayıp, aksine sürecin her aşamasında yer alması gereken önemli bir işlevdir. Denetim, esas olarak, işletmede gerçekleşen sonuçların(performansların), önceden konmuş amaç, hedef veya standartlara göre durumunu belirlemek; uygulanan planların, seçilen yolların doğru olup olmadığını belirlemek maksadı ile yapılan bir faaliyettir. İşletme faaliyetleri izlendiğinde, seçilen yolların(planların) bazen değişen çevresel koşullar nedeni ile bazen de yanlış tespitler nedeni ile önceden belirlenen sonuçlara ulaşamayacağı görüldüğünde, planlar yeniden gözden geçirilir ve varsa düzeltici eylemler yapılarak arzulanan sonuçlara varılmaya gayret edilir. Burada önemli olan yapılan faaliyetlerin önceden belirlenmiş amaç ve hedefleri gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği hususudur. Dolayısıyla bu işlev, amaç ve hedeflerin belirlendiği planlama işlevi ile çok yakından ilişkilidir. Planlama sürecinde belirlenen amaç ve hedefler(sonuçlar), denetim işlevinde, gerçekleşen sonuçların karşılaştırılacağı standartlar olarak karşımıza çıkar. Denetleme Türleri İşletmeler faaliyetlerini, sonuçlar(çıktı) gerçekleşmeden önce, faaliyetler yürütülürken, veya sonuçlar(çıktı) gerçekleştikten sonra olmak üzere izlerler ve denetlerler. 70 İleriye yönelik denetim, işlerin ve faaliyetlerin gerçekleşmesinden önce, kullanılacak girdilerin denetlenmesi yolu ile yapılabilecek hataları en aza indirmeyi amaçlar. Girdi olarak işletmede kullanılan tüm kaynaklar izlenir ve denetlenir. Amaç, girdi kalitesini garantiye almaktır ve bu kaliteli girdilerle hata oranlarını azaltmaktır. Bu nedenle bu denetime ön veya önleyici denetim adı da verilir. Eşzamanlı denetim ’de, ardışık ve birbirleri ile bağlantılı faaliyetlerin her aşamasındaki iş’ler izlenerek, var ise sorunlar/sapmalar belirlenir ve eşzamanlı olarak çözülmeye çalışılır. Geriye Yönelik denetim faaliyet sonuçlarına odaklanan ve var ise sorunları/sapmaları gerçekleştikten sonra çözen en yaygın biçimde kullanılan geleneksel denetimdir. Bu tür denetimlerde nihai ürünün, proje sonuçlarının veya yapılmış hizmetin kalitesi, her iş bittikten ve sonuçlar alındıktan sonra değerlendirilerek denetleme yapılır. Yaygın biçimde kullanılan geleneksel geriye yönelik denetim süreci dört temel aşamadan oluşmaktadır: Performans standartlarının oluşturulması: Etkin bir denetim gerçekleştirebilmek için öncelikle standartlar açık biçimde belirlenmelidir. Fiili performansın ölçülmesi: Fiili performans sonuçlarını elde etmek için zamanında sağlanan yeterli bilgiler gerekir. Bunun için işletme içinde hızlı, yeterli ve konuyla ilgili bilgi akışı esastır. Fiili performansların standartlarla karşılaştırılması: Bu aşama denetim sürecinin temel aşaması olup önceden belirlenen, arzulanan sonuçlar(standartlar) ile faaliyet sonucu fiilen ortaya çıkan sonuçlar(performans sonuçları) karşılaştırılır. Gerekliyse düzeltme eyleminin gerçekleştirilmesi: Denetçiler, standartlarla performans sonuçlarını karşılaştırdıklarında herhangi bir sorun/sapma tespit ettiklerinde, bunları en aza indirmek için düzeltici eylemleri gerçekleştirirler ve işletmenin amaç ve hedeflerine varmasını sağlarlar. İşletmelerde Çeşitli Düzeylerde Denetim Sistemleri Yönetim Denetim Sistemleri: Yönetim denetim sistemleri, işletmelerin üst düzey yönetiminde, işletmenin bütünü ile ilgili genel performansını denetlemesine yardımcı olmak için tasarlanan sistemlerdir. Üst düzey yöneticiler genellikle işletmenin yaşamını devam ettirmeye veya rekabet üstünlüğü sağlamasına yönelik temel performans faktörlerine odaklı olup bunları izler ve değerlendirirler. En yaygın temel performans faktörleri yatırım getirileri (YG), pazar payı, müşteri ilişkileri, büyüme ve kârlar gibi göstergelerdir. İşletme için diğer önemli temel performans faktörleri arasında başarı, mükemmelleşme ve gelişme göstergesi niteliğinde sayısal olmayan yaşamsal önemi haiz diğer temel faktörler de bulunmaktadır. Operasyonel Denetim Sistemleri: İşletmede her düzeyde yapılan faaliyet ve işlemleri izlemek için çeşitli araçlar ve teknikler bulunmaktadır. Yaygın kullanılan bazı operasyonel denetim teknikleri arasında; faaliyet verimlilik analizi, program değerlendirme ve gözden geçirme tekniği (PDGT) gibi örnekler sayılabilir. Finansal Denetim Sistemleri: İşletmelerde performans denetlemenin önemli tekniklerinden biri finansal denetim sistemlerinin kullanılmasıdır. Gerek iç, gerekse 71 dış işletme paydaşlarının en çok önem verdiği ve izlediği teknikleri arasında finansal odaklı olan bu teknikler ilk sırayı alır. İki önemli finansal denetim tekniği bütçeler ve finansal analizdir. Bütçeler işletme amaç ve hedeflerini sayısal terimlerle belirleyen ve denetim aracı olarak da yararlanılan planlardır. İşletmenin bütünü ve tüm bölüm ve birimleri için ayrı ayrı bütçeler oluşturulur. Faaliyet bütçeleri gider ve gelirlerle ilgili hedefleri kapsar ve denetimlerde bu hedefler standart olarak kabul edilerek gerçekleştirilen sonuçlarla karşılaştırılır. Tipik bir faaliyet bütçesi örneği, üretim, pazarlama, personel, araştırma-geliştirme, idari işler gibi faaliyetler için gerekli harcamaları planlamak ve denetlemek üzere tasarlanan gider bütçesidir. Başka bir tür faaliyet bütçesi de pazarlama ve satış faaliyetlerindeki kazançları, verimliliği planlamak ve ölçmek üzere tasarlanan gelir bütçesidir. Finansal bütçeler işletmenin mali kaynaklarını faaliyetlerle uyumlu olarak planlayan ve denetlemede yararlanılan bütçelerdir. Finansal bütçelerden Sermaye harcamaları bütçeleri uygulama veya faaliyetleri gerçekleştirmek için gereken yatırımları planlamak ve izlemek üzere tasarlanırlar. Nakit bütçeleri şirketin yükümlülüklerini karşılamaya yeterli nakit kaynaklara sahip olup olmadığını gösteren günlük veya haftalık fon akışlarını planlayan ve izlemeye yarayan finansal bütçelerdendir. Finansal analiz, finansal denetim sistemleri arasında yer alan diğer önemli bir tekniktir. İşletmelerde performansları, finansal sonuçları itibarı ile ve göreceli bir şekilde karşılaştırma, izleme ve değerlendirmede yararlanılan çok önemli finansal rapor ve tablolar bulunmaktadır. Bu tablolar arasında bilanço ve gelir tablosunda(kar-zarar tablosu) yer alan, dönen ve duran varlıklar, borçlar özsermaye, kârlar, satışlar gibi göstergeler arasındaki ilişkiler, göreceli bir şekilde oransal olarak hesaplanır. Elde edilen finansal oranlardan önemli olan bazıları şunlardır: Likidite oranları işletmenin varlıklarının, yükümlülüklerini karşılama kapasitesini gösterir. Kaldıraç oranları işletmenin varlık, sermaye ve borçları arasındaki ilişkileri ve faaliyetlerini hangi tür kaynaklarla karşıladığını göstermekte kullanılır. Kârlılık oranı işletmenin karları üzerine odaklanır ve satışlar veya sermayenin finansal getirilerini gösterir. Verimlilik oranları işletmenin kaynaklarını ne derecede verimli olarak kullandığını göstermek için kullanılır. Finansal oranlar, ileride Muhasebe ve Finansman konularının açıklandığı bölümde daha kapsamlı olarak ele alınacaktır. Denetimde Değişen Paradigmalar İşletmeler genellikle ve yaygın bir biçimde bürokratik denetim temelli geleneksel ve geriye yönelik denetim sistemlerini kullanırlar. Ancak bu alanda bazı yeni yaklaşımlar da ortaya çıkmaktadır. Bürokrasi odaklı denetim sistemi olarak adlandırılan bir yaklaşımda, çalışanların davranışlarını etkilemek, işletme hedeflerine ulaşmak ve genel performansı değerlendirmek maksadı ile işletme içindeki çeşitli kurallar, politikalar, emir-komuta ve 72 yetki hiyerarşisi, yazılı belgeler, ödül sistemleri ve diğer benzer unsurlardan yararlanılır. Merkezi yönetim temelli olan bu denetim sisteminde, çalışanların önceden belirlenmiş kurallar ve prosedürlere uymaları ve işlerini ona göre yapmaları beklenir. Kural ve prosedürlere uygun bir şekilde yapılan görevlerin, işletme hedeflerine sorun çıkmadan veya en az sapmalarla varılmasına yardımcı olacağı görüşü, bu sistemin temelidir. Değişen küresel piyasalardaki şiddetli rekabetin etkileri, işletmelerin rekabet gücü elde etmek için yerinden yönetimli/ademi merkeziyetçi denetim sistemlerini yaygın bir şekilde kullanmalarına da yol açmıştır. Yerinden yönetimli denetim sisteminde çalışanların güçlendirilmesi (empowerment) yolu ile sorun veya sapmaların, faaliyetlerin yapılması esnasında ortaya çıktıkça, çalışanlarca çözülmesini öngören eşzamanlı denetim tekniklerinden yararlanılmaktadır.. Yeni bir biçimsel olmayan denetim yaklaşımı, işletmenin, içindeki bir dizi kural ve prosedür yerine, çalışanlar arasındaki sosyal değerlere, ortak düşünce ve kültüre, normlara ve inançlara dayandırılmaktadır. Bu yaklaşımın temeli, yönetim kademelerinin, ilke olarak, çalışanlara güvenmesi ve onların kendilerini işlerine adayarak çaba, özkontrol ve öz disiplinleri sayesinde işletmenin amaç ve hedeflerine daha etkin bir biçimde ulaşacağına inanmasıdır. Bu biçimsel olmayan denetim anlayışında uygun bir işletme kültürünün yaratılması, çalışma grubu normları, otokontrol, çalışanların seçimi ve sosyalleştirilmesi, güçlendirme gibi unsurların dikkate alınması önemlidir. Yeni bir yönetim ve denetim yaklaşımı olan toplam kalite yönetimi (TKY) yukarıda sözü edilen yerinden yönetimli, biçimsel olmayan denetim teknikleriyle yakından ilişkili bir yaklaşımdır. Günümüzde çoğu işletme TKY yaklaşımını benimsemekte ve uygulamaktadır. Bu yaklaşımda arzulanan sonuç, çalışanların güçlendirilmesine, takım çalışmasına, müşteri memnuniyetinin artırılmasına ve işletme içi süreçlerde sürekli iyileşme ve gelişmelere odaklanarak, hata ve sapmaların azaltılması ve dolayısı ile verimliliğin artarak rekabet üstünlüğü sağlanmasıdır. Toplam Kalite Yönetimi üzerine açıklamalar ileride ilgili bölümde kapsamlı olarak ele alınacaktır. İşlet elerde İ sa kay ağı Yö eti i Giriş İş yaşamında, her işletme sahip olduğu veya kiraladığı üretim faktörlerini kullanarak önceden belirlenmiş hedefleri doğrultusunda mal ve hizmet üretir. Daha önceki bölümlerde kısaca açıklanmış olan üretim faktörleri şunlardır: Doğal kaynaklar (arazi, ormanlar, nehirler, enerji kaynakları, vb; yenilenebilen ve yenilenemeyen kaynaklar) İnsan kaynakları (basit işçiden, üst düzey yöneticiye kadar ekonomideki işgücü) Sermaye (insan yapımı araçlar, makineler, fabrikalar, mallar) Girişimcilik (doğal kaynakları, insan kaynaklarını ve sermayeyi bir araya getirerek ve riski üzerine alarak, yeni bir mal ve hizmeti piyasalarda topluma sunan kişiler) Özel girişimcilik sisteminde ve tam ve adil rekabete dayalı piyasalarda kârları en üst düzeye çıkarmanın ve başarısızlık olasılığını düşürmenin, hatta rekabetçi ortamda ayakta 73 kalmanın tek yolu yüksek verimliliğe ulaşmaktır. Verimliliği, ekonomide mal ve hizmet üreten her birim veya kurumun ürettiği çıktının, kullanılan girdilere oranı olarak değerlendirebiliriz. VERİMLİLİK = ÇIKTI (üretilen mal ve hizmetler) / GİRDİ (kullanılan üretim faktörleri) Bir toplumda verimliliği yüksek kurumların sayısı, o toplumun genel refah düzeyini etkiler. Birçok işletme benzer doğal kaynaklara ve sermayeye sahip olabilir, fakat işletmelerde girişimcilik ve insan kaynaklarının niteliği, üretilen çıktının miktar ve kalitesinde, ve verimliliğinde(çıktı/girdi) fark yaratır. Üretim faktörleri kuruluşlarda istihdam edilen insanlarca yönetilir, yönlendirilir ve kullanılır. Benzer kaynaklar, onu kullanan insanların farklı becerileri sonucunda farklı sonuçlar verir. Bu nedenle tüm üretim faktörleri arasında insan kaynakları, o işletmenin önemli bir stratejik rekabet gücü ve karşılaştırmalı üstünlük kaynağı olarak görülmektedir. İşletmelerde insan katkılarını, etik ve çalışanların yüksek yaparken, etik ve duyarlı olmalıdır. kaynakları yönetimi, her düzeyde çalışanların işletmeye yaptıkları sorumlu yöntemlerle artırmaktır. Yani, insan kaynakları yönetimi, üretkenliğe ve verimliliğe ulaşması için işletmede çeşitli çalışmalar sosyal sorumluluk bilinci ile toplumun çalışanlarla ilgili kaygılarına İnsan kaynakları yönetimini (İKY), işletmenin amaç ve hedeflerine ulaşmak için gereken faaliyetleri gerçekleştirecek yeterli sayıda nitelikli çalışanın işletmeye kazandırılması, geliştirilmesi, değerlendirilmesi ve sürekliliğinin sağlanması ile ilgili işlevler olarak tanımlayabiliriz. Bu açıklama yanında, insan kaynakları yönetimi, nitelikli çalışanların doğru zamanda işletmeye seçilmesi, yerleştirilmesi, eğitimi, ödüllendirilmesi ve değerlendirilmesi konularında yürütülen prosedür ve uygulamalarıdır şeklinde de tanımlanmaktadır. Küçük işletmelerde, çalışanlarla tüm işlevler(seçme, yerleştirme, eğitim, değerlendirme), çalışanın yerleştirileceği bölüm yöneticileri tarafından yapılır. İşletmelerin ölçeği arttıkça, yani büyümeye başladığında, bu çalışmalar, genellikle bu konularda uzmanlaşmış kişilerin görev yaptığı ayrı bir bölümün sorumluluğuna verilir. İnsan kaynakları bölümü olarak adlandırılan bu bölüm, işletme içinde çalışanlarla ilgili tüm işlevleri uygun yöntemlerle yapmakla yükümlüdür. Farkı yaratanın, genellikle, doğru zaman ve sayıdaki nitelikli insan olduğu şeklindeki yaygın görüş, küçük veya büyük olsun, tüm işletmelerin insan kaynakları yönetimi konularına ilgi göstermesine neden olmaktadır. Bu nedenle de son yıllarda insan kaynakları yönetimi alanında uzmanlık boyutunda yapılan çalışmaların, ve bu konuda uzman olmak isteyenlerin sayısı oldukça artmıştır. Ancak “çalışanların verimli yönetilmesi sadece uzman insan kaynakları bölümünün işidir” yargısı da doğru değildir. Çünkü önünde sonunda her düzey ve farklı alanlarda görev yapan yöneticiler, görevlerini diğer insanlar, yani çalışanları aracılığı ile gerçekleştirdiği için, çalışanını anlamak, ondan doğru ve verimli olarak yararlanabilecek yöntemleri bir şekilde bilmek zorundadır. İnsan kaynakları kavram ve teknikleriyle ilgilenmeyen yöneticiler, muhtemelen, doğru çalışanları işe alamayacak, bölümlerinde çok fazla çalışan 74 devri(işe girip çıkanların sayısı) yaşanacak, bölümde performans düşecek, adil uygulamalar ve gelişim konusunda yetersiz kalınacak, kısaca farkı yaratan nitelikli çalışanlardan yararlanamayacaklardır. Bu nedenle, insan kaynakları bölümü yanında, işletme içinde astları olan çalışanlarla birlikte görev yapan tüm işlevsel bölüm yöneticilerinin, bu konularda temel bilgilere sahip olması gereklidir. İşletme Çevresinin İnsan Kaynakları Yönetimi Üzerindeki Etkisi Sistem yaklaşımı açısından, işletmelerin bir üst çevrenin parçası bulunduğu ve kendi içinde de birbirleri ile etkileşim içinde bağımsız bölümlerden oluşan bir bütün olduğu belirtilmişti. İşletmenin üst sistemi olan dış çevrede ve işletme içinde alt sistemler olan bölümlerde birçok faktör de, işletmeleri ve dolayısı ile onların çalışanları/insan kaynaklarını etkilemektedir. Çalışanların karşılanması gereken farklı ihtiyaçları, istekleri ve beklentileri vardır. Bu ihtiyaçlar, istekler ve beklentiler zaman içinde değişir. İşletmeler de zaman içinde değişirler. Başarı işletmelerin çevresel değişimlere uyum sağlamasına ve çalışanlarının da değişen beklentilerini karşılamasına son derecede bağlıdır. Çünkü işletmeler işlerinden memnun olan çalışanlar aracılığıyla yüksek performans gösterebilirler. Çalışan memnuniyetine ve beklenen performansa ulaşmak için, işletme faaliyette bulunduğu çevreyi, çevresel unsurları iyice tanımalıdır. Böylece değişen çevre ve unsurlara uyum sağlayarak veya onları proaktif olarak etkileyerek çalışanların performansları arttırılabilir ve işletmeler arzuladıkları sonuçlara varabilirler. İşletme çevresinde, çalışanları/insan kaynakları yönetimini(İKY) etkileyen faktörler iki kategoride incelenebilir: (Şekil. 6-1) İşletme İçi Çevrede İKY’ni Etkileyen Faktörler İşletme içi çevrede, çalışanları ve onların performansını etkileyecek çeşitli unsurlar bulunmaktadır ve bu unsurlar belirli sürelerde değişim gösterebilmektedirler. Dolayısı ile bir işletmede insan kaynakları bölümü, çalışanlar üzerinde etkili olan aşağıdaki iç çevresel faktörleri dikkate almalıdır: Kişisel Faktörler: Çalışanların ihtiyaç ve istekleri, beklentileri, ortak değerleri, çalışanların rolleriyle ilgili düşünceleri, motivasyonları ve yetenekleri, insan kaynakları yönetiminde dikkate alınması gerekli olan, bireyin kendisi ile ilgili, kişisel kaynaklı iç çevresel unsurlardan bazılarıdır. İş/görevin Nitelikleri: İşletme içindeki farklı ve muhtelif iş’ler/görevler insan kaynakları yönetimi tarafından dikkate alınmalıdır. Görev ile ilgili iş yükü, iş güvenliği sorunları, çalışma koşulları işletmelerde iş’le ilgili unsurlardan bazılarıdır. Çalışanlar arası İlişkiler: İşletmelerde, bireyler ve onların bir araya gelerek oluşturduğu biçimsel/resmi veya biçimsel olmayan/gayri resmi gruplar arasında çeşitli ilişkiler, üst ve astlar arasındaki ilişkiler, rekabetten doğan bireysel veya birimsel bazlı çatışmalar insan kaynakları yönetimince izlenen unsurlardır. 75 İşletme Yapısı ile İlgili Faktörler: İşletmenin organizasyon yapısı, emir-komuta düzeni, ölçeği, işletme içinde yerleşik kültür, benimsenen amaç, hedef ve stratejiler, doğru sayıda nitelikli çalışanların verimli bir şekilde yönetimi ile ilgilenen insan kaynakları yönetimince izlenmesi ve gözden kaçırılması gerekli unsurlardır. İşletme Dışı Çevrede İKY’ni Etkileyen Faktörler İşletme dışındaki çevresel faktörlerin de işletmenin insan kaynakları yönetimi üzerinde büyük etkisi vardır. Dış faktörlerden bazıları aşağıda yer almaktadır. İşletmelerde insan kaynakları ile ilgili çalışmaları esnasında bu unsurlar da göz önüne alınmalıdır: İşgücü Çeşitliliği: İşletmelerin çeşitli eğitim düzeyinde, cinsiyette, yaş grubunda bulunan çalışanları vardır. Hatta küresel gelişmeler sonucu farklı uluslardan gelen çalışanlar da aynı işletmede yer almaktadır. İnsan kaynakları yönetimi bu tür farklı demografi özellikleri çalışmaları esnasında dikkate almalıdır. Dış Kaynaklar: İşletmenin kendisi için gerekli nitelikte çalışanlarını temin ettiği okullar, üniversiteler, sendikalar, insan kaynakları ajansları gibi kurumlar insan kaynakları yönetimi üzerinde etkili unsurlar arasındadır. Rakipler: İşletmenin rakipleri de benzer nitelikte işgücü talep ederler. Rakiplerin bu konulardaki uygulamaları ve faaliyetleri insan kaynakları yönetimi çalışmalarında etkileyici dış unsurlardandır. Yasal Düzenlemeler: Çalışanlarla ilgili yasal düzenlemeler insan kaynakları yönetimi üzerinde çok etkilidir. Dikkate alınması gereken bu tür dış çevresel unsurlar arasında; asgari ücret düzeyleri, işçi sağlık ve güvenliğine ilişkin yasalar, insan kaynakları yönetimi alanında ayrımcılık (iş veya görevle ilişkili objektif olmayan, önyargıya dayalı, ayırımcı istihdam uygulamaları ) yasaları örnek olarak verilebilir. İnsan Kaynakları Yönetiminin İşlevleri Bir işletmede insan kaynakları ile ilgili çalışmalar çeşitlidir. Sistem teorisi açısından insan kaynakları yönetiminde (İKY), ardışık ve birbirleri ile bağımlı ve bağlantılı çeşitli işlevler bulunmaktadır. Bu bağlamda İKY, işletmede faaliyetleri yürütecek çalışanları çeşitli kişilik özellikleri, eğitim düzeyleri ve diğer nitelikleri ile girdi olarak değerlendirir. İşgücü planlaması, çalışan seçimi, eğitimi, performans değerlendirmesi, ücret yönetimi, güvenlik ve endüstriyel ilişki yönetimi gibi ardışık ve birbirleri ile yüksek derecede bağımlı ve bağlantılı işlev ve faaliyetlerden oluşan süreç aracılığıyla, bu girdileri(çalışanları), işletmede amaçlara verimli bir şekilde ulaşılmasını sağlayacak yetkin, motivasyonu, tatmini ve performansı yüksek işgücüne(çıktı) dönüştürür. (Şekil 6-2) İKY alanına giren belli başlı faaliyet ve işlevlerden bazıları şunlardır: (İKY Faktörleri) 76 İK planlaması Çalışanların seçme ve yerleştirilmesi Çalışanların işe alıştırılması, eğitimi ve geliştirilmesi Çalışanların performanslarının değerlendirilmesi İşyerinde çalışanların ücret ve maaş yönetimi Sanayi ilişkileri ve işveren sağlığı Aşağıda bu işlevler hakkında açıklamalar yer almaktadır: İnsan Kaynakları Yönetimi İşlevi: İK Planlaması Planlama, önceden koyulmuş hedeflere ulaşmak için gelecekteki faaliyetlerin/yolların belirlenmesi süreci olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda insan kaynakları planlaması da, işletmenin önceden koyulan hedeflerine ulaşması için gereken, doğru niteliklere sahip, doğru sayıda çalışanın, doğru zaman ve doğru yerde istihdamının sağlanması ile ilgili amaç, hedef ve faaliyetlerin belirlenmesi sürecidir. Bu süreçte; Öncelikle bilgi toplanarak İK açısından durum analizinin yapılması, Çalışanlarla ilgili talebin belirlenmesi Çalışan beklentilerinin karşılanmasına yönelik faaliyet ve planların hazırlanması Denetleme ve değerlendirme Faaliyetlerinden oluşmaktadır. Doğal olarak İK planlaması işletmenin genel stratejik misyonu ve hedefleriyle uyumlu ve bağlantılı olmalı ve doğru bir işgücü planlamasıyla uzun vadede bu misyon ve hedeflere ulaşılmasına hizmet etmelidir. (Şekil. 6-3) Doğru Sayıda İnsanın Belirlenmesi: İşletme için doğru sayıda çalışanın nasıl belirleneceği sorusuna yanıt, işletmenin geçmiş deneyimleri, iş yükleri, işyerindeki üretim teknolojisi ve diğer işletmelerin uygulamaları incelenerek verilebilir. İşletmenin geçmiş deneyimleri, gerekli olan çalışan sayısını belirlemekte bizi aydınlatabilir. Deneyimli ve etkin İK yöneticileri ihtiyaç duyulan çalışan sayısını geçmiş deneyimlerine dayanarak, tahmin edebilir. Gelecekteki çalışan ihtiyacını tahmin etmenin muhtelif yöntemleri vardır. Bunlardan biri, gelecekteki ihtiyaçları tahmin edebilmek için işletmenin son yıllardaki çalışan sayılarının ardışık olarak incelendiği trend analizidir. Bir başka önemli tahmin yöntemi de, bazı nedensel faktörler (satış hacmi gibi) ile ihtiyaç duyulan çalışan sayısı arasındaki oranları kullanarak, gelecekteki çalışan ihtiyacını belirleyen bir teknik olan oran analizidir. Üretim miktarı ve işletmenin sahip bulunduğu müşteri sayısı gibi unsurların analizi ile iş yükleri değerlendirilerek, gereken çalışan sayısı tespit edilebilir. İşletmelerde hemen hemen her iş farklı bir yük’tedir. Standardize edilmiş işler, karmaşık ve tanımlanmamış işlere göre daha az yük’e sahiptir. Bu tür iş yükleri incelenerek doğru sayıda çalışan belirlenebilir. 77 İşletmenin kullandığı üretim teknolojisi de işletmede gereken insan sayısının belirlenmesi üzerinde etkilidir. Küçük parti sipariş veya seri üretim tekniklerini kullanan işletmelerde; emek ve kol işçiliğine dayalı işgücü ile tüm üretim faaliyetlerinin robotlarla yapıldığı işletmelerde farklı sayılarda çalışan ihtiyacı bulunur. Bu durum da, doğru sayıda çalışanın belirlenmesinde göz önüne alınır. Sektörde benzer mal ve hizmetleri üreten diğer işletmelerin İK uygulamaları doğru sayıda insanın belirlenmesi konusunda işletmeye fikir verebilir. İşletmeler diğer işletmelerin İK uygulamalarını kıyaslama yolu ile inceleyerek benzer işler için gereken çalışan sayısı konusunda karara varabilirler. Doğru Nitelikte İnsanların Belirlenmesi İşletmede var olan çeşitli iş ve görevleri yapacak çalışanların sahip bulunması gereken beceri, bilgi ve yetenekleri gibi nitelikleri tespit etmek için, iş analizi çalışmaları yapılır. İş, bir işçinin ücret karşılığında yaptığı birbiriyle yakından ilişkili bir dizi faaliyet olarak tanımlanabilir. İş analizi en iyi şekilde işletmede var olan tüm işlerin kapsamlı olarak incelenmesi olarak tanımlanabilir. Bu inceleme sonucunda o işyerinde, yapılmakta olan iş ve çalışanların bu iş’i yapmak için sahip olmaları gerekli bilgi, beceri ve yetenekler hakkında bilgi sahibi olunur. Diğer bir deyişle iş analizi, bir iş’in içerdiği tüm unsur ve faaliyetlerin analitik ve sistematik bir biçimde araştırılmasıdır. İş analizi vasıtası ile belirli bir iş hakkında bilgi edinebilmek için çeşitli verilere ihtiyaç duyarız. İş’lerle ilgili veri toplamada önemli bazı yöntemler şunlardır. (Şekil. 6-4) Görüşme yöntemi: Uzmanlar iş’leri yapan grup veya kişilerle görüşmeler yaparak işle ilgili gerekli bilgileri toplarlar. Yapılandırılmış anket yöntemi:İş’lerle ilgili anket soruları tasarlanır, hazırlanır ve önceden hazırlanmış bu sorulara cevaben çalışanlar kendi işleri hakkında bilgiler verirler. (Şekil. 6-6) Gözlem yöntemi: İş’lerle ilgili veriler, çalışanları iş yaptıkları sırada gözlemleyen uzman gözlemciler tarafından toplanır. Günlük yöntemi: Çalışanlar, iş’leri ile ilgili tüm faaliyetlerini, her faaliyetin aldığı süreyle birlikte kapsamlı bir şekilde günlük olarak kaydederler. Kavramsal ve analitik bir süreç olan iş analizi, iş tanımları, iş gereksinimleri ve iş değerlemeleri hazırlanmasındaki ilk temel aşamadır. İş tanımı, yapılan iş analizine dayanarak iş’lerin tanıtıldığı yazılı bir açıklamadır. İş tanımında, o iş ile ilgili yükümlülükler, sorumluluklar, ast-üst ilişkileri, çalışma koşulları, denetim sorumlulukları, gibi bilgiler yer alır. (Şekil. 6-7) İş gereksinimleri/ Şartnameleri, çalışanların iş’lerini doğru ve verimli olarak yapabilmeleri için sahip olmaları gereken nitelikler, beceriler ve yetenekler konusunda bilgi veren bir belgedir. Bu belge de iş analizinden kaynaklanır, ondan sağlanan bilgilerden oluşturulur. (Şekil. 6-8) 78 İş değerlemesi, işletmedeki her iş’in göreceli değerini belirleyen, yukarıdaki diğer belgeler gibi iş analizinden kaynaklanan önemli bir çalışmadır. Bilhassa ücret ve maaş yönetiminde yararlanılan bu önemli bir çalışma ile ilgili bilgiler ileride verilecektir. Son yıllarda süreç analizi adı verilen ve iş’lerin yeniden yapılandırılmasını(veya iş süreçlerinin yeniden yapılandırılmasını) içeren yeni bir yönetim yaklaşımı işletmelerdeki iş analizinin yerini almaktadır. Süreç yenileme (Re-engineering veya Business Process Re-Engineering) olarak tanımlanan ve mevcut iş süreçleri üzerinde yeniden düşünerek, işletmenin performansında önemli iyileşmeler sağlamak amacı ile radikal biçimde tasarım çalışmalarını içeren bu analizde amaç, yüzde 5-10 oranında minimal iyileştirmeler sağlamak olmayıp, önemli oranlarda iyileşmeler ve geliştirmeler sağlamaktır. Başka bir deyişle, mevcut olanı değiştirmekten çok, mevcut süreçleri terk edip, yeni iş prosedürleri icat etmek ve bunların kullanımını sağlamaktır Süreç yenilemenin, iş’lerin değil, iş süreçlerinin yeniden yapılandırılması ilgili olduğunu belirtmiştik. Burada süreç, müşteri için değer yaratan iş’lerden, görevlerden oluşan bir grup olarak tanımlanabilir. Örneğin, “müşteriye mal gönderilme” süreci aşağıdaki iş veya görevlerden oluşur: Siparişin alınması, Sipariş bilgilerinin bilgisayara girilmesi, Müşterinin güvenilirliğinin araştırılması, Malların depodan teslim alınması, Malların paketlenmesi, Malların yüklenmesi, vb. Tek tek ele alındıklarında bu iş’lerin hiçbiri müşteri için bir anlam ifade etmez. Müşteri için önemli olan kendisine mal gönderilmesi esnasında iş’lerin nasıl veya hangi faaliyetlerle yapıldığı değil, malların kendisine uygun bir şekilde teslim edilmesidir. Dolayısıyla süreç yenilme çalışmalarında, sürecin parçası olan muhtelif iş’lerin yerine “müşteriye mal gönderilme” süreci bir bütün olarak ele alınır ve müşteri açısından değerin arttırılması için yapılandırılır. Bundan dolayı süreç yenileme uygulanan işletmelerde, birbiriyle ilişkili işler bir araya getirilir ve bir süreç oluşturulur. Oluşturulan bu süreç yeniden tasarlanır ve müşteri açısından değer yaratacak şekilde yapılandırılır. İşletmelerde muhtelif iş’lerle ilgili iş analizi, iş tanımı, iş gereksinimleri hazırlanmasındaki benzer yöntem, kural ve prosedürlerden yararlanarak yapılan süreç yenileme çalışmalarında elde edilen faaliyet ve çıktılar, doğal olarak, süreç analizi, süreç tanımı ve süreç gereksinimleri olarak adlandırılır. İnsan Kaynakları Yönetimi İşlevi: Seçme ve Yerleştirme İşletmelerde doğru çalışanın işletmeye kazandırılması çok önemlidir. İş yaşamında verimlilik ve düşük üretkenlikle karşılaşılmasının nedeni büyük ihtimalle işletmeye alınan, o iş’in yapılması ile ilgili niteliklere sahip bulunmayan çalışanlardır. İnsan kaynakları yönetiminde iş analizi yapıldıktan ve, iş tanımı ve iş gereksinimleri hazırlandıktan sonra, 79 başka bir deyişle iş’ler hakkında bilgi sahibi olduktan sonraki aşama, bu iş’leri yapacak nitelikli çalışanları iş yerine kazandırmaktır. Yani, yapılacak iş ile, bu iş’in yapılması için gerekli becerilere sahip olan çalışanları buluşturmaktır. (Şekil. 6-9) Aday Arama ve İşletmeye Yönlendirme İşletmede açık bir iş bulunduğunu duyurma ve bu iş ile ilgili başvuruları özendirmek maksadı ile yapılan çalışmalar aday arama ve işletmeye yönlendirme süreci olarak tanımlanır. Bu aşamada İKY, öncelikle, çeşitli çalışmalar sonucu, işletme içi ve dışından elde edilen aday profillerinden nitelikli bir “aday havuzu” oluşturur. Daha sonra oluşturulan havuzdaki adaylarla ilişki sağlanarak onların işletme içindeki boş pozisyona başvurmasıyla süreç sona erer. Aday arama ve işletmeye yönlendirme sürecinde temel amaç, işletmenin, ihtiyaç duyabileceği nitelikteki adayları seçebileceği bir “havuz” oluşturmaktır. İşletmenin iki önemli çalışan kaynağı vardır: İç kaynaklar işletmede çalışan ve atama yapılacak iş’e seçilebilecek potansiyel adaylardan oluşan iç havuz şeklinde tanımlanabilir. İKY boş pozisyonlara atanacak kişileri mevcut çalışanları arasından transfer veya terfi ettirerek bulur. İç kaynaklardan çalışan bulmanın bazı yararları şöyle sıralanabilir: o o o İşletmede çalışmakta olan kişiler işletmenin resmi ve gayri resmi yapısını, kültürünü, güçlü ve zayıf yanlarını, çalışanların yeteneklerini ve eksikliklerini bilir. İç kaynaklardan seçim yapmak işletmenin çalışanları arasında sadakat ve güven duygularını artırır. İç kaynaklardan seçim yapma süreci, dış kaynaklardan seçim yapma sürecine göre daha az maliyetlidir. Dış kaynaklar, İKY’nin boş pozisyonlar için işletme dışındaki adaylardan oluşturduğu aday havuzudur. Havuza aday sağlayan bazı dış kaynaklar arasında; üniversiteler, meslek okulları, meslek odaları, insan kaynakları yönetim ajansları, rakipler, diğer işletmeler, daha da kapsamlı bir ifade ile toplum bütünü sayılabilir. İş’e dış kaynaklardan aday kabul etmenin yararları şöyle sıralanabilir: İşletme, adaylar vasıtası ile yeni yöntemler, prosedürler, bilgiler ve teknikleri öğrenebilir ve uygulayabilir. Yeni yönetim açılım ve kazanımları sağlanır; seçim ve atamalar daha kapsamlı ve objektif olarak yapılabilir. Yukarıda belirtildiği gibi aday arama ve yönlendirme aşaması, işletme içinden veya dışından gelen bir adayın, açık işler için işletmeye başvurmasıyla sona erer. Sonraki adım, başvurulardan oluşan havuzdan, açık iş için gerekli vasıflara sahip doğru kişiyi seçmektir. Bu aşamaya seçim aşaması denir. İç Kaynaklardan Aday Seçim Süreci 80 İç kaynaklardan aday seçme konunda yararlanılan en sistematik yol kariyer planlamasıdır. Kariyer planlaması, kişinin kariyer hedeflerinin ve bu hedefleri gerçekleştirebilecek yolların belirlendiği bir süreç olarak tanımlanabilir. Kariyer, kişinin tüm iş yaşamı boyunca, birbiri ardına yaptığı görev ve işlerin bütünüdür. Kariyer hedefleri, kişinin kariyerinin(yaptığı iş’lerin) bir sonraki noktası olarak ulaşmaya çalıştığı gelecekteki pozisyonlardır. Çalışanlar, kariyer planlarında gelecekte yapmak istedikleri görev ve pozisyonları belirtirler. Böylece işletme yönetimi de çalışanlarının arzuladıkları, gelecekte yapabilecekleri, atanabilecekleri iş’lerin neler olduğunu öğrenmiş olur. İşletmede hem çalışan, hem de yönetim, gelecekteki olası iş ile kariyer hedefleri çakışanlarla iletişim içinde bulunarak, işletme içi aday havuzunu geliştirir ve gerektiğinde iç havuzdan atama ve terfilerle seçim yapılabilir. Dış Kaynaklardan Aday Seçim Süreci Dış kaynaklardan adayları seçme açıklanmaktadır: (Şekil. 6-10) sürecinde çeşitli aşamalardan bazıları aşağıda Başvuru Formu: Başvuru formları adaylar hakkında temel bilgiler sağlar ve yönetimin, adayların temel gereksinimlere sahip olup olmadıklarını tespit etmesine yardımcı olurlar. Bu formlarda başvuruyu yapanın adı, yaşı, ve diğer kişisel bilgiler bulunabilir. Testler: Testlerin amacı başvuru sahibinin yetenekleri, bilgileri, becerileri ve diğer nitelikleri hakkında bilgi sahibi olmaktır. Testlerin gerekli yetkinlik ve titizlikte hazırlanması ve sonuçların güvenilir ve doğru olması gerekir. İşletmelerin çalışanlarını seçme sürecinde yararlandığı çeşitli testler vardır. Uygulama biçimine göre bireysel ve grup; dil kullanımına göre sözel ve sözel olmayan; sonuçlarına göre psikometrik ve projektif olarak uygulanan testleri genel olarak; zihni yetenek (kavrama), fiziksel yetenek, kişilik ve ilgi alanını ölçen testler ve başarı testleri olarak sınıflandırabiliriz. Zihni Yetenek /Zekâ Testleri, adayların hafıza, kelime hazinesi, sözel akıcılık ve sayısal yetenekler gibi genel zihni yeteneklerini ölçen testlerdir. Fiziksel Yetenek Testleri insanların bedeni becerilerini ölçer. Bunların arasında kol hareket hızı ve tepki süresi, parmak becerisi, el becerisi, ağırlık kaldırma ve dinamik güç testleri bulunmaktadır. Kişilik ve İlgi Alanlarını Ölçen Testler, başvuru sahibinin içe-dışa dönüklük, kararlılık, dengelilik, gibi temel kişilik özelliklerini ve ilgi duyduğu alanları belirlemeye yarayan testlerdir. Başarı Testleri kişinin öğrendiği konu veya üstlendiği görev hakkında neler bildiğini, neleri yapabileceğini ölçen testlerdir. Esas olarak işle ilgili bilgileri ölçecek şekilde hazırlanır. Görüşmeler: Mülakat olarak da adlandırılan bu yöntem, karşılıklı tanışma, birbirini tanıma amacıyla, seçimi yapacak kişi ile aday arasında yapılan bir görüşmedir. Görüşme sırasında seçimi yapacak kişi, aday hakkında bilgi edinirken, aday da iş ve iş ortamı hakkında bilgi sahibi olabilir. İki yanlı çok zengin bir iletişim kanalına sahip bulunan görüşme yöntemi, her iki tarafa (seçimi yapan ve aday) yararlı bilgi toplama olanağı sağlar. 81 Görüşmeler yapılarına, kategorilere ayrılabilir. amaçlarına, içeriklerine ve yapılış tarzlarına göre Yapılandırılmış (planlı)/Yapılandırılmamış (planlı olmayan) görüşmeler: Yapılandırılmış görüşmelerde adaya sorulacak belirli sorular önceden hazırlanır. Yapılandırılmamış görüşmelerde aday için önceden hiçbir soru hazırlanmaz. Görüşmeci sorularına yanıt aldıkça ilgilendiği noktalarda sorular sorarak ilerler. (Şekil. 6-11) Amaca göre yapılan görüşmeler: Bu tür görüşmeler adayın sözlü sorulara verdiği yanıtlara dayanarak, gelecekteki iş performansını anlayabilmek maksadı ile yapılır. Bu kategoride yaygın bir tür adayın baskı altındaki davranışını ve performansını anlamaya yardımcı olan stres görüşmeleridir. İçeriğe göre yapılan görüşmeler: Bu tür görüşmedeki sorular belirli bir konuya uygun içerikte hazırlanır. Yaygın türlerinden biri, adayın belirli bir durumda nasıl davranacağını anlamak için yapılan, sorun çözme görüşmesi olarak da bilinen durumsal içerikli görüşmedir. Görüşmede adaydan belirli bir durumla karşılaştığında uygun çözümleri geliştirmesi istenir. Yapılış tarzlarına göre görüşmeler: Adayla yapılan görüşmeler, tek bir kişi tarafından (bire bir görüşme), ard arda olmak üzere birkaç kişi tarafından(ardışık/sıralı görüşme), bir panel tarafından (panel görüşme) yapılabilir. Ayrıca aynı anda birkaç adayla eş zamanlı olarak yapılan görüşme yöntemi (grup görüşmesi) de yaygın olarak kullanılmaktadır. Sağlık/Fiziki İnceleme: Bazı işler çalışanların, sağlıklı ve belirli fiziksel yeteneklere sahip olmasını gerektirir. Bu tür fiziksel yetenekler isteyen işlere uygun olup olmadıklarını öğrenebilmek maksadı ile, adaylardan tıbbi/fiziki tetkikler yaptırmaları istenir. Örneğin üst düzeyde önemli pozisyonlarda çalıştırılacak yöneticilerin herhangi bir sağlık sorunları bulunmamaları önemlidir. Çünkü sağlık sorunları bu önemli kadroların üretkenliğini düşürebilir. Referans Kontrolleri ve Geçmişe İlişkin Araştırmalar: Referans kontrolleri ve geçmişe ilişkin araştırmalar başvuru formlarında belirtilen ve/veya görüşmeler sırasında verilen bilgileri doğrulamak için yapılır. İşletmeler bu araştırma ve kontrolleri işletme içinde ve/veya dışında gerçekleştirebilirler. İç kontrollerde İKY adayın eski amirleriyle, referans olarak gösterdikleri kişilerle ve muhtemelen var olan güvenilir kaynaklarla görüşebilir. Dış kontrollerde İKY araştırmaları kendi yapabileceği gibi, işletme dışında referansları kontrol eden uzman işletmeleri de görevlendirebilir. Eksik, yanlış ve gerçeği yansıtmayan bilgiler, adayların elenmesiyle sonuçlanabilir. (Şekil. 6-12) İşe alma/İstihdam Kararı: Seçim sürecinin son aşaması her iki tarafça alınan, adayın işe alınması/ istihdam edilmesi, kararıdır. İlgili İK yöneticileri, daha önceki seçim aşamalarında toplanan geçerli bilgilere dayanarak adayın istihdamı konusunda karar verir. Karar olumlu veya olumsuz olabilir. Bu son aşamada önemli olan hususlardan biri de, nihai kararın alınmasında, adayın istihdam edileceği bölümün yöneticisinin olurunun alınmasıdır. İKY bölümü genellikle seçimin aşamalarında yöntem ve teknikler konusunda danışmanlık yapar ve alan uzmanlarından yararlanır, ancak nihai istihdam kararında, istihdamın yapılacağı bölüm yöneticisinin ağırlığı yüksek olmalıdır. 82 İnsan Kaynakları Yönetimi İşlevi: alıştırma) Eğitim ve Geliştirme Oryantasyon (İş’e İşletmelerde göreve yeni seçilen çalışanlar genellikle ilk günlerde çekingen olabilmektedirler. Kendilerini işletmede nelerin beklediği konusunda belirsizlikler hatta endişeler taşıyabileceklerdir. Dolayısıyla yeni seçilen ve göreve başlatılan çalışanlara, tereddütlerini azaltmak, endişelerini gidermek, belirsizliklerini azaltmak maksadı ile işletmenin genel yapısı, kültürü, politikaları, vb. hakkında gerekli bilgiler verilir. Bu uyum aşaması, çalışanların işletme değerleri ve İş’lerindeki davranış biçimlerine ilişkin normları öğrenmeye çalıştığı bir sosyalizasyon aşamasıdır. İşletmeler işe yeni girenler için, İK bölümü koordinasyonu ile çalışanın görev yapacağı bölüm tarafından ortaklaşa yürütülen özel bir uyum süreci uygulayabilirler. Yapılandırılmış oryantasyon programları 2-3 saat veya 1-3 gün sürebilir. Oryantasyon yeni çalışana işletmenin geçmişine, kültürüne, işlerdeki davranış biçimlerine, fiziki ve sosyal altyapısına ilişkin temel bilgilerin verildiği bir iş’e alıştırma/uyumlaştırma süreci olarak tanımlanır. Uzmanlarca, herhangi bir çalışanın performansının, onun nitelikleri ile motivasyonunun bir fonksiyonu olduğu ileri sürülmektedir. P = f (V x M); açık bir ifade ile; Performans= f (Nitelik x Motivasyon) Çalışanların sahip bulunduğu nitelikler, hizmet içi eğitimlerle gerekli güncel beceriler, bilgiler ve deneyimler kazandırılarak geliştirilebilir. Böylece değişen çevresel koşullara uygun yeni bilgi ve becerilerle, işletme performansını arttırır ve rekabet üstünlüğü elde ederek başarılarını sürdürebilir. Hizmet içi eğitim bulunmadığı takdirde sahip bulunan bilgi ve beceriler değişen çevresel koşullarda yetersiz kalır ve başarılar devam ettirilemez. Kamuoyu nezdinde eğitim, yetiştirme ve geliştirme terimleri, algılama açısından benzer gibi görülse de anlam açısından bazı farklılıklar taşırlar. Eğitim, geniş olarak yetiştirme ve geliştirmeyi de kapsayan bir çatı kavram olup, çalışanlara gelecekte yapabilecekleri çeşitli işler için genel bilgi, yetenek kazandırma, davranış geliştirme amacı ile yapılan faaliyetler, olarak tanımlanabilir. Yetiştirme, belirli işleri yapmak ve görevleri yerine getirmek için gereken özel bilgi ve becerilerin sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Geliştirme ise yetişmiş kişileri, üst düzeye çıkmış becerileri ile iş’leri, süreçleri değiştirerek daha fazla verim sağlayabilecek bir değişim elemanına dönüştürme sürecidir. İnsan kaynakları hizmet içi eğitimlerinin amacı çalışanlara vasıflarını geliştirmelerini sağlayacak gerekli beceri ve bilgileri vermektir. Çalışanlar etkin bir hizmet içi eğitimin sonucunda standart performanslarını yükseltebilir ve işletme içindeki tutum ve davranışlarını pozitif bir biçimde değiştirebilirler. 83 Hizmet içi eğitim programları zaman alan çok maliyetli programlardır. Dolayısıyla bu eğitim programlarının etkinliğini kontrol etmek önemlidir. Verimsiz eğitim programları çalışanlara ve işletmeye hiçbir yarar sağlamaz ve harcanan para bütünüyle israf edilmiş olur. İşlemelerde Eğitim Programlarının Türleri İşletmelerde eğitim programları üst düzey yöneticilerden, yönetici olmayan çalışanlara kadar, tüm çalışanlar için düzenlenir ve uygulanır. İşletme yöneticileri her gün dış genel ve sektörel çevrelerinde, işletme performansını etkileyebilecek değişimleri yaşamaktadırlar. Aynı şey işletmelerde en alt düzeylerde iş gören çalışanlar için de geçerlidir. Hiyerarşinin alt düzeylerindeki işçiler ve işletmenin daha üst düzeylerindeki üst kademe yöneticiler, değişen çevresel koşullarda, rekabet güçlerini koruyabilmek için işleriyle ilgili güncel teknik ve bilgileri edinmek zorunda kalmaktadırlar. Bu durumda işletme eğitim programları bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. İşletmelerde esas olarak iki grup çalışan bulunur. Birinci grup yöneticiler (işlerini astlarını yöneterek yapan üst, orta, alt kademe yöneticiler), ikinci grup beyaz ve mavi yakalı çalışanlardır (diğer insanları yönetmeden iş’lerini görenler). İlkeler değişmemekle birlikte, belirli bir işin teknik olarak yapılmasıyla ilgili olarak verilen eğitim programları (sıradan, yönetici olmayan çalışan için), yöneticilerin mevcut veya gelecekteki yöneticilik performansını geliştirmek amacıyla yöneticilere verilen eğitim programlarından farklı özellikler taşır. Bu nedenle izleyen paragraflarda yönetici olmayan çalışanlara yönelik eğitim programlarıyla, yöneticilere yönelik eğitim programları ayrı ayrı ele alınıp incelenecektir. Yönetici Olmayan Çalışanlara Yönelik Eğitim Programları: Belirli bir işin etkin bir biçimde yapılmasını sağlamak amacıyla yönetici olmayan çalışanlara yönelik uygulanan eğitim teknikleri şunlardır: (Şekil. 6-13) İşbaşında eğitim yöntemleri kişinin işi fiilen yaparak öğrenmesi anlamındadır. İşbaşında eğitimin iki önemli türü çıraklık eğitimi ve iş görme eğitimidir. Çıraklık eğitiminde çırak, ustanın yol göstericiliğinde belirli bir işi inceler ve ustasını izleyerek, işi yaparak öğrenir. İş görme eğitiminde eğitimci, yapılacak iş’in yapılma aşamaları ile ilgili bir talimat belgesi hazırlar ve bu listeyi çalışana vererek, onun işi bu talimat belgesinde belirtildiği şekilde ve uygun bir biçimde yapmasını sağlar. İş dışında eğitim yöntemleri çalışanların işletmede işlerini yaptıkları atölye ve bürolarının dışında eğitilmesini sağlayan tekniklerdir. Konferans salonları ve sınıf gibi kendi işyerleri dışındaki yerlerde zaman zaman bir araya gelen çalışanlara, yaptıkları belirli işler konusunda uzmanlarca kısa süreli eğitimler verilir. Konferanslar, sınıflar, görsel-işitsel teknikler, seminerler, simülasyon yöntemleri, bilgisayar tabanlı eğitim, Internet tabanlı eğitim gibi yöntemlerle, yönetici olmayan çalışanlar iş dışında eğitilirler. Yönetici Eğitim Programları: Yöneticilerin yönetsel performanslarını geliştirmeyi amaçlayan eğitim programlarına yönetici geliştirme programı adı da verilmektedir. 84 Yönetim teknikleri, kurum kültürü, davranış geliştirme veya beceri artırma konusunda yeni ve güncel bilgiler alan yöneticiler yönetsel performanslarını geliştirirler. Yöneticiler için eğitim programlarını şöyle sınıflandırabiliriz: (Şekil. 614) İşbaşında eğitim yöntemleri yalnızca yöneticiler dışındaki çalışanlar için geliştirilmemektedir. Bunlar yönetici eğitimi alanında da çok yaygın olarak kullanılan yöntemlerdir. İşbaşında yönetici eğitim yöntemlerinden bazıları şunlardır: Koç’luk yönteminde üst, astlarına sürekli bilgi ve teknikler öğretir, çalışmalarını izler, önerilerde bulunur ve yanlışlarını düzeltir. Dublör yönteminde üstler kendi yetki ve sorumluluklarını astlarına devredip onların işlerini fiilen yaptıkları sırada izlerler ve gerekli önerilerde bulunurlar. İş değiştirme/Rotasyon yöntemi potansiyel yöneticilerin belirli süreler boyunca farklı işleri öğrenmeleri için değişik bölümlerde çalıştırılması esasına dayanır. Yöneticiler için iş dışında eğitim yöntemleri arasında şunlar bulunmaktadır: Örnek olay/Vaka araştırması yönteminde örnek olaylar/vakalar veya sorunlar hazırlanarak çözüm üretmeleri için katılımcılara verilir. Yönetim/İşletme oyunu yönteminde ise, katılımcılar, gerçek ama yeniden kurgulanmış işletme sorunları konusunda hazırlanmış oyunlarla görevlerine ilişkin eğitim alırlar. Rol oynama yönteminde, katılımcılardan belirli yönetim kademelerinde görevliymiş gibi davranarak işlerini yapmaları istenir. İşlet elerde İ sa Kay akları Yö eti i İnsan Kaynakları Değerlendirmesi Yönetimi İşlevi: Performans Performans değerlendirmesi işletmelerin çalışanların iş performanslarını değerlendirdiği bir süreçtir. Bu işlev, yöneticilere, ast olarak çalışanlarının, işletmenin stratejik amaç ve hedeflere varmasında yaptığı katkı konusunda fikir verdiği için önemli bir çalışmadır. Değişken, rekabetçi ve küresel ekonomilerde işletmelerin yüksek performans göstermesine ihtiyacı vardır. İşletme bütününde ise, yüksek performansa tüm birimlerde çalışanların gösterdiği yüksek çabaların toplamıyla ulaşılacaktır. Dolayısıyla her bir çalışanın çaba ve performansı izlenmeli ve işletmenin genel performansına olumlu katkıda bulunup bulunmadığını anlamak için değerlendirilmelidir. İK bölümleri performans değerlendirmeleri aracılığıyla toplanan değerlendirme bilgilerini; planlama, başvuru kabulü, seçme, yerleştirme, eğitim ve geliştirme gereksinimleri; ücret ve maaş yönetimleri, terfiler, ödüller, cezalar, iş’ten ayırma kararları gibi belirli amaçlar için kullanırlar. İşletmelerdeki uygulanan performans değerlendirme sistemi, çalışanların geçmişteki fiili performanslarını ve gösterebilecekleri potansiyel gelişmeleri tespit etmeyi amaçlar. Bu sistemin uygulaması ile yöneticiler, astlar ve işletme genelinde üretim kalitesi iyileşir. 85 Sistem ayrıca astların performanslarının objektif bir biçimde tespit edilip, kendilerini geliştirmelerine ve zayıflıklarını düzeltmelerine yardımcı olur. Performans değerlendirme sisteminin uygulandığı işletmelerde, çalışanlar kendi performans ve verimlilikleri hakkında olumlu veya olumsuz geribildirim alırlar ve düzeltmeler, geliştirmeler yapılarak, öncelikle bireysel ve birimsel düzeyde ve sonra da tüm işletme düzeyinde performans ve verimliliklerini artırılabilirler. Performans değerlendirmeleri yönetim veya İK bölümü tarafından tayin edilen çeşitli kişilerce yapılabilir; Yöneticilerin, başında bulundukları astlarının iş performansı hakkında daima daha fazla gözlem ve veriye ulaşabildiği düşüncesi ile, ast’ın ilk üst’ü olan yöneticinin astlarla ilgili başlıca performans değerlendiricisi olduğu görülmektedir. Bazen yöneticilerden oluşan bir grup, astın performansını değerlendirir. Bu yöntemin daha objektif bir biçimde değerlendirme sonucu verdiği fikri yaygındır. Ayrıca, kişisel değerlendirme yöntemleri (astın kendisini değerlendirdiği), iş arkadaşları değerlendirme yöntemleri (değerlendirmeyi eşit konumdaki iş arkadaşlarının yaptığı) ve astlarca yapılan değerlendirmeler(ast’ların yöneticileri değerlendirmesi) gibi yöntemler İK performans değerlendirmelerinde önemli çağdaş yaklaşımlar olarak sayılabilir. Çalışanların güvenilir bir biçimde değerlendirilebilmesi için değerlendirmenin doğru üst yönetici veya yöneticiler tarafından, objektif olarak yapılması gerekir. Bu nedenle üst’lerin çalışanları işyerinde etkili olarak gözlemleyebilmeleri ve değerlendirme konusu iş’in gerekliliklerini gayet iyi bilmeleri önemlidir. Performans Değerlendirme süreci, aşağıda açıklanmaktadır: Değerlendirme süreci öncelikle iş veya görevle ilgili bir standart belirlenmesiyle başlar. Belirlenen standartlar anlaşılabilir ve ölçülebilir olmalı, işletmenin stratejik hedefleri ile uyumlu olmalıdır. Standartlar belirlendiğinde ve açıklandığında, çalışanlar görevlerini yerine getirirken kendilerinden neler beklendiğini açık olarak anlayabileceklerdir. Performans değerlendirmesinin bir sonraki aşaması, çalışanın iş başındaki fiili performansının ölçülmesidir. Üçüncü aşama karşılaştırılmasıdır. fiili performansın önceden belirlenmiş standartlarla Son aşamada üstler değerlendirme sonuçlarını astlarıyla tartışırlar ve gerektiği takdirde düzeltmeler, geliştirmeler yaparak performansın yükseltilmesine çalışırlar Performans Değerlendirme Yöntemleri Performans değerlendirme çalışmaları; Mutlak standartlar, Göreceli standartlar veya 86 Hedefler açısından yapılabilir. Bu üç yaklaşımın da zayıf ve güçlü yönleri vardır, ancak işletmelerin büyük çoğunluğu tarafından kullanılan, yaygın yaklaşımlardır. (Şekil 7-1) Bir işletmede, performans değerlendirme alanında yukarıdaki yöntemlerin tümünün aynı anda uygulanmayacağı açıktır. Dahası, üst yönetim kademelerinin, değerlendirme çalışmalarında, yapılan her türlü iş veya faaliyet için tek bir yöntem kullanması da mümkün değildir. Bu aşamada en uygun performans değerlendirme yöntemini seçerken dikkate alınması gereken bazı kriterler vardır. Bu kriterler arasında şunlar bulunmaktadır: İş’in türü, Değerlendirme sürecine ayrılabilecek zaman, Yöntemin maliyeti, Yöntemin potansiyel derecelendirme hataları (değerlendirme yönteminin güvenilirliği), Değerlendirme yönteminin üstler ve astlar nezdinde kabul edilebilirliği ve itibarı, Yöntemin terfiler, tayinler, ödüller, cezalar ve eğitim programlarının hazırlanması açısından yararlılığı gibi kriterler en uygun değerlendirme yöntemi seçilirken dikkate alınan bazılarıdır. Mutlak Standartların Kullanıldığı Performans Değerlendirme Yöntemleri Bu yaklaşımda performans önceden belirlenmiş bazı standartlara göre ölçülür. Performans diğer bireylerin performanslarıyla karşılaştırılmaz. Bu yöntemi kullanan bazı değerlendirme örnekleri şunlardır: (Şekil. 7-2) Rapor yöntemi: Değerlendirmeyi yapan yönetici/kişi ast’ı değerlendiren özel bir rapor yazar. Bu yöntem kullanıldığında ast’ın kendisine özgü davranış ve nitelikleri de tespit edilebilir. İşaretleme listesi yöntemi: Değerlendirmeyi yapan kişiye, davranışlar ve niteliklerle ilgili bir liste verilir ve astın performansını ve özelliklerini temsil eden kalemleri işaretlemesi istenir. Kritik olay yöntemi: Denetçi, ast’ı izler ve işini yaptığı sırada, onu verimli veya verimsiz hale getiren temel çalışma davranışları ile olaylara odaklanır. Bu değerlendirme yönteminde kişisel özelliklerin değil, belirli çalışma davranışlarının izlendiği hususu önemlidir. Zorunlu seçim yöntemi: Derecelendirmeyi yapacak kişiye birbirine zıt belirli nitelikler verilir ve bunların içinden astın çalışma davranışlarına uygun olan kalemlerden birini seçmesi istenir. (Şekil. 7-3) Derecelendirme cetveli yöntemi: Bu en eski ve en yaygın kullanılan yöntemde derecelendirmeyi yapan kişi astın performansını düşükten yükseğe doğru giden bir cetvel üzerinde değerlendirir. (Şekil. 7-4) Göreceli Standartların Kullanıldığı Performans Değerlendirme Yöntemleri 87 Bu değerlendirme anlayışında değerlendirmeye tabi tutulan kişinin performansı başka kişilerin performanslarıyla karşılaştırılır. Göreceli standartları kullanan bazı yaygın yöntemler şunlardır: (Şekil, 7-5) Bireysel sıralama yöntemleri: Basit sıralama yönteminde yönetici (değerlendirmeyi yapan kişi) herhangi bir ağırlık vermeksizin astlarını en iyi (en yüksek) performansı gösterenden, en kötü (en düşük) performansı gösterene doğru sıralar. Bu yöntem sıralamadaki birinci ve ikinci kişinin arasındaki farkın dördüncü ve beşinci veya on sekizinci ve on dokuzuncu kişiler arasındaki farkla aynı olduğunu varsayar. Bireysel sıralama yönteminin en yaygın kullanılan başka bir örneği puan verme yöntemidir. Bu yöntemde yönetici astlarını her birine örneğin toplam 100 puan üzerinden sabit bir puan vererek derecelendirir. İyi performans gösterenlere, kötü performans gösterenlere göre daha fazla puan verilir. Bu yöntem değerlendiricinin astları arasındaki göreceli farklılıkları belirtmesine yardımcı olur. (Şekil 7-6) İkili kıyaslama yöntemi: Yönetici astlarının performansını birbirleriyle kıyaslar. Diğer çalışana göre daha yüksek performansa sahip olan kişi bir puan alır. En iyi çalışan diğerlerinden daha sık seçilen ve yüksek puan alan kişidir. Bu yöntem her bir astın diğer çalışanlara göre bire bir temelde değerlendirilmesine yardımcı olur. (Şekil. 7-7) Zorunlu dağılım yöntemi: Yönetici, astlarını genellikle her kategoride belirlenmiş puan, derece, oran veya ifade bulunan farklı gruplar içinde derecelendirir. Bu yöntem astlar arasındaki kesin göreceli farklılıkları göstermez. Onları önceden belirlenmiş gruplar içinde sıralarlar. Hedeflerin Kullanıldığı Performans Değerlendirme Yöntemleri Geleceğe odaklanan bu değerlendirme anlayışında, çalışanların görevlerini başarıyla tamamlayıp tamamlamadıkları hususu, başka bir deyişle iş’le ilgili performansları, önceden belirlenmiş, kendilerine verilen bir dizi önemli hedefe ulaşıp ulaşmadıklarına, veya ne derecede ulaştıklarına bakılarak değerlendirilirler. Kolaylıkla anlaşılacağı gibi bu yaklaşım ast’ın potansiyel faaliyet ve çalışmalarını gelecekteki hedeflere yoğunlaştırmasına ve bu hedeflere odaklanmalarına yol açar. Bu yaklaşımın önemli örneklerinden biri amaçlara göre yönetimdir. Bu yöntemde temel nokta, değerlendirilecek ast için yönetici ve ast’ın birlikte bir veya birkaç hedef belirlemesi ve sürenin sonunda, önceden belirlenmiş hedeflere ne derecede ulaşıldığının tespit edilmesidir. 360 Derece Geri-Besleme Performans Değerlendirme Yöntemi Bu yöntemde çalışanın performans değerlendirilmesi, kendisi, üstleri, astları, eşitleri ve müşterilerden alınan geri bildirimlere dayanılarak yapılır. Son dönemlerde çok yaygın olarak kullanılan bu yöntemin, çalışanın davranışlarını değiştirmesinde etkili olduğu görülmektedir. İnsan Kaynakları Yönetimi İşlevi: Ücret ve Maaş Yönetimi İşletmelerde yapılan çalışmaların sonucunda, çalışanların hak ettiği ve yönetimce ödenen ücret, maaş ve sosyal hak niteliğinde kazanımlarla ilgili hususlar, insan kaynakları 88 yönetim sürecinde en önemli aşamalardan biridir. Çalışan hak ettiğine inandığı ücret veya maaşı en yüksek düzeyde almak ister. Yönetim de çalışanların hak ettiği ödemeleri yaparken verimli ve adil olmaya gayret eder. İki tarafın görüşü bir noktada birleşmez ise, işletmede ücret ve maaş konularında sıkıntılar, sorunlara dönüşür, çalışanların, ücretlerinde eşitsizlik nedeni ile başka iş araması ve buldukları anda işletmeyi terk etmesi(çalışan devri) artar. Ücret ve maaş dengesizliği nedeni ile iş’ten ayrılan başarılı çalışanlar, uzun vadede işletmede verimlilik ve rekabet üstünlüğü sağlanması konularında sorunlar yaşanmasına neden olabilir. Çoğu kişi ‘ücret ve sosyal haklar içinde yer alan ücret, maaş ve teşvik primlerini sadece ‘para’ olarak düşünür. Ancak bu düşünce doğru değildir ve “parasal ödemeler” yanında, çalışanlara parasal olmayan türde yararlar da sağlanabilinmektedir. Ücret, genel olarak ve geniş anlamı ile, çalışanın emeği karşılığı olup, anlam bakımından maaş, aylık, haftalık, gündelik(yevmiye) gibi farklı anlamdaki terimleri de içermektedir. Bu terim, dar anlamda ise, sadece çalışılan saat esasına veya üretilen çıktı miktarına dayanan bir ödeme olarak tanımlanmaktadır. Bu bağlamda Maaş haftalık, aylık veya yıllık temelde hesaplanan ödeme; Teşvik primi, performans artışını teşvik etmek için işveren tarafından çalışana önerilen ilave bir ödemedir. (Şekil. 7-8) Bu üç ödeme türü, işletmelerdeki ücret ve sosyal haklara ilişkin maliyetlerin en büyük kısmını temsil eder. Ancak çalışanlara ücret, maaş ve teşvik primleri gibi maddi ödüller dışında, başka biçimlerde verilen sosyal haklar ve hizmetler de vardır. Bu tür maddi olmayan giderler de işletmelerdeki toplam ücret ve sosyal haklar programlarının birer parçasıdır. Bir işletmede toplam bir ücret ve sosyal haklar yönetimi ile ilgili yukarıda bahsedilen konular iki grupta sınıflandırılabilinmektedir: Temel ücretler, maaşlar ve teşvik primleri gibi ödemeler, çalışana yapılan doğrudan ödemelerdir. Çalışanlara yapılan dolaylı ödemeler arasında işletmenin gönüllü olarak verdiği sosyal hak ve hizmetler gibi nakit olmayan unsurlar bulunmaktadır. Bu ödemeler aynı zamanda emniyet, güvenlik ve sağlık gibi devletin yasal olarak zorunlu tuttuğu hizmetleri de içerir. Doğrudan Ödemeler Doğrudan ödemeler, yukarıda belirtildiği gibi, temel ücretleri, maaşları ve bireysel iş performansına dayalı bazı teşvik primi ödemelerini içerir. Ücret ve maaşlar, işletmelerin ücret ve sosyal haklar programının büyük ve önemli kısmı temel ücretler ve maaşlardan oluşur. Yukarıda belirtildiği gibi, dar anlamı ile ücretler saat ücretine veya üretilen çıktı miktarına dayanan ödemeleri temsil ederken, maaşlar haftalık, aylık veya yıllık temelde hesaplanan ödemeleri temsil eder. 89 İK bölümü işletme içinde adil, etkin ve verimli ücret ve sosyal hak programları oluşturmaktan sorumludur. Etkin bir ücret ve sosyal hak programının amacı, işletmenin çalışanlarına adil ödemeler yapmasını güvence altına almak suretiyle, onların başka iş aramalarına yol açmadan görevlerinde verimli çalışma ve faaliyetler yürütmelerini sağlamak, ve böylece işletmenin amaç ve hedeflerine ulaşmasına yardımcı olmaktır. Bu bağlamda, çalışanlar arasında işteki performanslarına dayanan bir ücret adaleti bulunmalıdır. Bir işletmede adil ücret sağlanabilmesi için iki konuda; dışsal ve içsel eşitliğin sağlanması gereklidir. Dışsal eşitliğin anlamı bir işletmedeki iş’lerin, işletme dışı çevrede işgücü piyasasındaki benzer işlere kıyasla, eşit bir biçimde ücretlendirilmesidir. Bunun yanında işletmede, daha zor, sorunlu veya sorumluluk gerektiren pozisyon ve görevlerde bulunan, nitelikli kişilere daha yüksek ödeme yapılması eşitlik ve adalet ilkelerine uygundur. Bu durum da işletme içindeki ücretlerde içsel eşitliği tanımlar. İşletmelerde ücret konusunda dışsal ve içsel eşitliği sağlamanın önemli bir aracı, işgücü piyasasında ücret ve maaş araştırmalarıdır. Başka bir eşitlik sağlama yöntemi de işletmede yapılan işlerin değerinin, var olan diğer işlere göre incelenerek belirlenmesidir. İşlerin göreceli değerini belirlemenin en iyi yolu ise iş değerlemesidir. (Şekil. 7-9) İş Değerlemesi İş değerlemesi bir işin, var olan diğer işlere göre değerini belirlemek için işlerin karşılaştırıldığı sistematik bir süreçtir. Bu süreç sonunda işlerin göreceli parasal değeri belirlenir. Araştırma, iş ve onu oluşturan unsurların bütünüyle incelenmesi yolu ile yapılır. İş değerleme süreci, işletmelerde ücret ve maaşları mutlak olarak belirleyen bir sistem olmaktan çok sistematiktir ve süreç tamamlandığında iş veya iş’lerin işletme hiyerarşisindeki göreceli konumu tespit edilebilir. Değerlemelerde temel alınan o işi yapan kişiler değil iş’lerin kendisidir. Doğru yapılmış bir iş değerleme araştırması ile sağlanan sonuçlar, iş’ler arasındaki çeşitli ilişkiler konusunda gerçekleri objektif bir şekilde açığa çıkardığından, çalışanların ücret ve maaş oranları konusundaki yakınmalarını azaltır. Bunun yanında, yeni veya değişik bir şekilde oluşturulmuş iş’lerin işletme içinde adil bir ücret düzeninde yer almasını sağlar. Yaygın olarak kullanılan sayısal olmayan yöntemlerde, beceri, çaba, güvenilirlik, sorumluluk, yaratıcılık, problem çözme, iş koşulları, iş baskısı, yargılama ve know-how gibi temel faktörler açısından değerleme yapılır. İş’lerde bulunan aynı, fakat miktar veya oransal açıdan farklı temel faktörler vasıtası ile işletmede yapılan iş’lerin içeriği belirlenir. (Şekil.7-10) İş değerlemesinin aşamaları şunlardır: 1. Aşama: Bu adımda görevler, sorumluluklar ve bu işte çalışacak olanların sahip olması gereken özellikler belirlenip, kaydedilir. 90 2. Aşama: Çeşitli işlerin hiyerarşideki konumlarını belirlemekte kullanılacak temel faktörler tespit edilir. 3. Aşama: Uygun bir iş değerleme yöntemi tespit edilip, seçilir. 4. Aşama: Bu aşama seçilen iş değerleme yöntemi kullanılarak işlerin karşılaştırılmasını içerir. 5. Aşama: Son aşama iş’in işletme içindeki diğer işler arasında hiyerarşik düzene yerleştirilmesidir. (Şekil. 7-11) İş Değerleme Yöntemleri İş değerleme yöntemleri iki başlık altında tartışılabilir: herhangi bir matematiksel veya analitik çalışma gerektirmeyen sayısal olmayan iş değerleme yöntemleri ve işlerin değerlemesinde analitik ve matematiksel çalışmaların yapılmasını gerektiren sayısal iş değerleme yöntemleri. (Şekil. 7-12) Sayısal Olmayan İş Değerleme Yöntemi (Analitik Olmayan Yöntemler): Aşağıda tartışılan yöntemler ortak özelliklere sahiptir. Bunlar uzmanlar tarafından yapılan, genellikle öznel kriterleri temel alan ve herhangi bir matematiksel veya analitik çalışma içermeyen değerlemelerdir. En yaygın yöntemler sıralama yöntemi ve sınıflama veya derecelendirme yöntemidir. Sıralama yöntemi: Bu en basit ve eski modelde yönetici ve çalışan temsilcilerinden oluşan uzmanlar iş analizi bilgilerini inceler ve işleri, önemlerine göre en üstten en alta doğru sıralarlar. Bazen değerleyicilerin yargı hatalarını önlemek amacı ile bu yöntemde iş’ler ikili bir matriste karşılaştırılarak da sıralanırlar. Bu değerlendirme oldukça basit olup, işler ağırlıklandırılmış belirli faktörlere göre yapılmaz. Sınıflama veya derecelendirme yöntemi: Uzmanlar beceri, bilgi, yetenek gibi işlerde bulunan ortak temel faktörlere dayanarak, önem ve kapsam açısından farklı iş sınıflarını belirler veya sınıflandırmalara giderler. Ardından her bir iş kendisine uygun sınıfa yerleştirilir veya sınıflandırılır. Bu yöntemde önemli ve zor olan şey işlere uygun sınıf tanımlarının yazılmasıdır. (Şekil 7-13) Sayısal İş Değerleme Yöntemleri (Analitik Yöntemler): Analitik yöntemler işleri tanımlanabilir temel kriterlere dayanarak bileşenlerine ayırırlar ve işleri faktör bazında değerlendirirler. Yaygın biçimde kullanılan iki sayısal iş değerleme yöntemi puan yöntemi ve faktör karşılaştırma yöntemidir. Puan yöntemi: En yaygın olarak uygulanan bu yöntemde önce işle ilgili temel faktörler belirlenir, tanımlanır. Her faktör ve alt faktörle ilişkili olarak çeşitli dereceler yaratılır. Uzmanlar, daha sonra en üst dereceden başlayarak her alt faktör için ağırlıklı olarak bir puan saptarlar. Dereceler arasındaki önem farkını yansıtmak için puanları alt dereceler boyunca dağıtırlar. Çizelge tamamlandığında uzmanlar her bir iş unsurunun yazılı açıklamasını içeren bir puan el kitabı yazarlar. Bu el kitabı aynı zamanda tüm düzeylerde her bir alt faktörden ne beklendiğini tarif eder. Puan matrisi ve el kitabı hazır olduğunda her bir işin göreli değeri tespit edilebilir. Faktör karşılaştırma yöntemi: Bu yöntemde uzmanlar iş analizi sonuçlarına göre, işleri ortak temel iş faktörleri açısından karşılaştırırlar. 91 Önce işletmedeki işler arasından örnek işler seçilir. Ardından her bir işin göreceli önemini tespit etmek için işlerde ortak ve önemli olan temel faktörleri tespit ederek bunlara göre sıralama yapılır. Daha sonra örnek işlere ait olan güncel ücret, oransal olarak işle ilgili temel faktörlere yüklenir. Toplanan bilgiler bir faktör karşılaştırma matrisine/çizelgesine aktarılır. Önemli işler her bir temel faktöre atanan ücret miktarlarına göre sütunlara yerleştirilir. Çizelgedeki sütunlarda gösterilen örnek işler, işletmedeki tüm işleri temsil ettiğinden kıstas olarak işlev görür. İşletme içindeki diğer veya yeni işlerin bu matris/çizelgedeki yeri belirlenir ve yerleştirilir. Böylece işleri birbirlerine göre temel faktörler açısından göreceli değerleri ortaya çıkmış olur. Ücret ve Maaş Araştırmaları Ücret ve maaşlar ile ilgili eşitliğin sağlanması için iş ,değerleme yöntemleri yanında ücret araştırmaları da, işler için yapılacak fiyatlandırma(ücretlendirme) çalışmalarında önemli rol oynarlar. İster büyük ister küçük olsun, neredeyse her işveren işletme içinde iş değerlemelerine; işletme dışında ise kıyaslanabilir işler için sektördeki işgücü piyasasında benzer işletmelerin yaptıkları ödemelerle ilgili resmi veya gayri resmi araştırmalara dayanan ücret ve maaş araştırmalarını inceleyerek, kendi çaplarında araştırma yaparlar. Ücret ve maaş araştırmaları, yukarıda belirttiğimiz gibi, resmi veya gayri resmi olabilir. Büyük işletmeler pazardaki ücret ve sosyal haklarla ilgili veriler toplamak için genellikle anketler aracılığıyla resmi araştırmalar yaparlar. Küçük işletmeler ise kolaylıkla tanımlanan ve bilinen işler için genellikle çok basit olarak, etraftan bilgi toplayarak gayri resmi araştırmalar yaparlar. Tüm işverenler, kendileri haricinde, devlet kuruluşları, profesyonel danışmanlar ve profesyonel ticaret ve işçi birlikleri tarafından yapılan araştırmalara da önem verir ve dikkate alarak kendi ücret politikalarını belirlerler. Ücret ve maaş araştırmalarında internet kullanımı da hızla artmaktadır. Günümüzde internet, çok sayıdaki ücretsiz olarak erişilebilen web siteleri aracılığıyla Uluslararası ücret ve maaşlarla ilgili geniş bir bilgi ve veri sunmaktadır. Teşvik Primleri (Özendirici Primler-Performans Ödemeleri) Teşvik primi işveren tarafından bir çalışana, işi ile ilgili performansını yükseltmesini özendirmek amacı ile önerilen ilave ödemedir. Teşvik primleri, çalışan için bir hak olmayıp, genellikle performansa dayalı ödemelerdir. Üretimleri, önceden belirlenmiş hedef/standartları geçen işçilere ödenen parasal teşvik primlerinin öncüsü Frederic W. Taylor'dur. 19. yüzyılın sonlarında Sanayi Devrimi sırasında yaşamış olan Taylor bilimsel yönetim ilkeleri olarak bilinen, işletmelerin yönetilmesi ile ilgili olarak bazı ilkeleri ortaya koymuştur. Bu ilkelerden biri de, hedeflenen üretimin üzerinde gerçekleştirilen ilave üretim miktarı için ilave parasal bir teşvik primi verilmesiydi. Bu uygulamanın hem işletme açısından, hem de çalışanlar açısından yararlı olduğunu bilimsel araştırmalara dayanarak ileri süren Taylor, performansa göre teşvik primi uygulamasının önemini göstermiştir. (Şekil. 7-14) 92 İşletmelerde teşvik primi planları çeşitli şekillerde uygulanmaktadır: Bireysel teşvik primi planlarında, kişi belirli bir performans standardına/hedefine ulaştığında aldığı temel ücretin üzerinde ek gelir elde eder. Grup temelli teşvik primi planları, çalışanlar arasında yıkıcı rekabet ve kıskançlığı önlemek amacı ile aynı zamanda işbirliği ile takım ruhunu geliştirmek için oluşturulmuştur. Bu sistem bireysel teşvik primi vermek yerine standartların üzerinde performans gösteren grup ve görev takımlarına ek gelir temin eder. İşletme temelli teşvik primi planları işletmenin genel performansı standartların/hedeflerin üzerine çıktığında işletmede çalışan herkesin ve tüm grupların ek bir ödeme almasını içeren bir plandır. Her çalışan, teşvik priminden bir pay aldığından sistem işletmeye bağlılığı, işbirliğini ve üretkenliği artırırken, işten ayrılmaları ve devamsızlıkları azaltır. Yaygın kullanılan çeşitli bireysel, grup temelli ve işletme temelli teşvik primi planı örneklerinden bazıları aşağıda ele alınmaktadır. Parça başı planlar: Özellikle üretim faaliyetlerinde çalışanları motive etmeye yarayan bireysel veya grup temelli parça başı planlar en eski ve en yaygın kullanılan planlardandır. Kazançlar, çalışanın ürettiği miktarla ilişkilidir. Yani çalışana ürettiği her birim başına bir ücret ödenir. Doğrudan parça başı çalışma planında ödeme yalnızca işçinin üretimine bağlı olarak yapılır ve asgari bir temel ücret güvencesi yoktur. Güvenceli parça başı çalışma planı ise asgari temel ücrete ilave olarak önceden belirlenmiş standartların üzerinde üretilen her parça için bir teşvik primi içerir. Zaman temelli planlar: Zaman tasarrufuna dayanan bu teşvik primi planında çalışan belirli bir sürede yapılması gereken bir işi, o süreden daha kısa sürede tamamladığı takdirde bir pime hak kazanır. Prim, tasarruf edilen iş gücü/zamanın bir yüzdesi olabilir. Komisyon planları: Satış elemanları büyük çoğunlukla, sattıkları miktar üzerinden hesaplanan bir komisyon temelinde çalışırlar. Bazı işletmelerde satış personeline yalnızca satışlarıyla doğru orantılı bir komisyon ödenir, ayrıca bir asgari temel ücret veya maaş ödenmez. Bu planın farklı ve yaygın olan bir şekli ise, bir temel ücret veya maaşa ek olarak yapılan bir komisyon ödemesidir. Bu durumda satış elemanına bir temel ücret veya maaş verilir, bunun üzerine yaptığı toplam satışların bir yüzdesini oluşturan ilave bir komisyon ödenir. Yıllık ikramiye planları: Bu planda, genellikle üst düzey yöneticilerin, kısa vadede (bir yıl) yüksek performans göstermesini motive etmek için işletmenin o mali yılsonundaki kârlılığıyla ilişkili olarak tasarlanan ve ödenen yıllık ikramiye planları oluşturulur. İkramiyenin kime ne kadar verileceği, yönetim kademesinin önemine ve sorumluluk düzeyine göre değişiklik gösterir. Kâr paylaşım planları: Bu planda çalışanlara, özel olarak yapılmış bir anlaşma doğrultusunda işletme kârlarının bir kısmı verilir. Bu ödülün miktarı önceden yapılan bir anlaşma ile belirlenir ve işletmenin beklenilen çıktılara ulaşmasına bağlıdır. Bu beklentiler gerçekleştiğinde çalışanlar belirlenen kâr paylaşım planında kendisine düşen payı alır. Hisse opsiyonu planları: Bu plan, yöneticilere bir işletmenin hisse senetlerini önceden belirlenmiş bir fiyattan satın alma hakkı veren üst düzey yönetici teşvik primi planlarından biridir. Satın alınacak hissenin fiyatı, genellikle cari piyasa 93 değerinin altında belirlenir. Amaç, yöneticileri işletmenin genel performansını yükseltmeleri yönünde motive etmektir. Çalışanın hisse edinme planları: İşletme, çalışanlar adına kendi hisselerini satın almak üzere kurulmuş bir sandığa katkıda bulunur. Bu katkı, genellikle yıllık olarak çalışanlara yapılan toplam ödemelerin bir oranı şeklinde yapılır. Sandık, satın alınan işletme hisselerini, emekli oluncaya ya da işletmeden ayrılana kadar, çalışanların bireysel hesaplarında muhafaza eder. Emeklilik ya da ayrılma anında hisseler çalışanlara verilir. Bu plan emeklilik veya işten ayrılmaya ilişkili olduğundan ve o amana kadar özel olarak kurulmuş bir sandık tarafından yönetildiğinden, hisse opsiyonu planından farklıdır. Dolaylı Ödemeler Dolaylı ödemeler işletmenin, çalışanlarına gönüllü olarak sunduğu sosyal haklar ve hizmetler ile, güvenlik, emniyet, sağlık gibi devlet tarafından yasalarla zorunlu tutulan hak ve hizmetleri içerir. İşveren Tarafından Gönüllü Olarak Sunulan Sosyal Hak ve Hizmetler İşletmeler ücret, maaş ve performansa dayalı ödemelerin yanı sıra çalışanlarına bazı gönüllü ödemeler veya hizmetler de yaparlar. Bu sosyal hak veya hizmetler parasal veya parasal olmayan biçimlerde verilebilir. Yaygın biçimde uygulanan gönüllü ödeme veya hizmetler arasında sosyal haklar adı verilen parasal olmayan dolaylı ödemeler yer almaktadır. Gönüllü olarak verilen sosyal hak ve hizmetler, işletme için önemli bir giderdir. Sosyal haklar iş koşullarını ve iş ortamını iyileştirmeyi amaçlar. Bunlar temel ücret veya maaşa ek olarak çalışanların bir kısım beklentilerini, harcamalarını veya gereksinimlerini karşılamak için tasarlanmışlardır. İşletmeler arasında etkin ve nitelikli insan kaynaklarını işletmede tutabilmek, onları başka işletmelere kaptırmamak konusunda rekabetin artması, çalışanların sosyal haklara yönelik tutumunu değiştirmiş, onları ve mensup bulundukları sendikaları, bu tür programlara daha odaklanmaya ve talepte bulunmaya sevk etmiştir. Bu programlar, çalışanlara hak ve hizmetler sunarak yarar sağladığı gibi, işletmeler için de yarar sağlar ve çalışanlarına karşı iyi niyetlerini göstermelerine ve onların da işletmeye karşı bağlılığını artırmaya yardımcı olurlar. İşletmelerin gönüllü olarak sunduğu bu dolaylı sosyal hak ve hizmetlerin bazı örnekleri şunlardır:(Şekil. 7-15) Çalışmadan yapılan ödemeler: Çalışanlara ücret veya maaşları tam olarak ödenirken onların çalışmadıkları sürelerde de, hiçbir kesinti yapmadan bu ödemeleri almaları sağlanır. Ücretli izinler, tatiller, hastalık veya ailevi nedenlerle işe gelememe, işsizlik sigortası ve ihbar tazminatı (çalışana işten ayrıldığında bir kereye mahsus olarak yapılan ödeme), çalışılmamış dönemler için yapılan ödemelerden bazılarıdır. 94 Riske karşı koruma: Bir işletme çalışanlarına uzun süren hastalıklar, yaralanma, geçici veya kalıcı sakatlık nedeniyle çalışamama gibi risklerde ona parasal katkı sağlayacak yaşam sigortası, sağlık sigortası gibi ek korumalar sağlar. Emeklilik hakları: Çalışanlar emekli olduklarında, ücret ve maaşları kesilmesi durumunda alıştıkları yaşam standartlarını koruyamayabilirler. Devletin, emeklilikte asgari düzeyde de olsa ücret ve maaş alınmasını sağlayan ve zorunlu olarak uyguladığı sosyal güvenlik sistemleri ise, birçok ülkede kamu bütçesinde en önemli harcama kalemi olarak bütçe zararlarına sebep olmaktadır. Bu yüzden çoğu çalışan emekli olduklarında alabilecekleri resmi sosyal güvenlik fonlarına çok fazla güvenemediğinden, özel emeklilik sigorta sistemlerine üye olmaktadırlar. Bu tür özel emeklilik sigorta sistemlerine, çalışanlar ve işletmeler, çalışma süresince katkıda bulunabilmekte ve çalışanlar, emekliliklerinde bir defaya mahsus toplu para veya sürekli emeklilik aylığı hakkı kazanabilmektedirler. Emeklilik planı (emeklilik sırasında garantili sabit bir ücret sağlamak üzere tasarlanmış), katkı planı (işverenin çalışanların emeklilik fonuna belirli bir miktarda katkı yaptığı plan), ertelenmiş kâr paylaşım planı (çalışanın hesabına emeklilik veya ölümü halinde ödenmek üzere kâr üzerinden bir miktarın çalışan hesabına aktarılması), erken emeklilik teklifi (çalışanları daha erken emekli olmaya teşvik eden bir plan) işletmelerin verdiği emeklilik haklarından bazılarıdır. Sosyal hizmetler: İşletmeler yukarıda belirtilen sosyal haklar dışında, çalışılanlar için daha ‘rahat, konforlu ve güvenli’ bir işyeri oluşturmak için çeşitli hizmetler verirler. Bu konuda bazı örnekler şunlardır: Çalışanlar için eğlence/dinlence programları, bedelsiz yemek olanakları, yemek planları, lojman ve misafirhaneler, yöneticiler için taşıt tahsisi, personel servisleri, çalışanların bireysel eğitim hizmetlerine katkı, indirimli alışveriş kuponları, esnek çalışma planları, vb. Devletin Yasalarla Zorunlu Kıldığı Güvenlik, Emniyet ve Sağlık Hak ve Hizmetleri İşletmelerin çalışanları için sağlık ve güvenlik programları uygulamaları, işyerinde emniyet sağlama ve kazalara sebebiyet vermemeleri konusunda yasal sorumlulukları vardır. Resmi makamlar, işyerinde emniyetli ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması yanında, çevre kirliliğine engel olacak, toplum sağlığını koruyacak bazı standartları da belirlerler. İşletmeler bu sorumlulukları yerine getirmek durumundadırlar. Sorumluluklarını yerine getirmeyen ve yasaları ihlal eden işletmeler ciddi cezalarla karşı karşıya kalabilir. Etik ve yasal zorunlulukların yanı sıra, uygun olmayan bir iş ortamı ve tehlike yaratabilecek çalışma koşullarını düzeltecek eylemler, işletmenin faaliyet dışı harcamalarını önemli ölçüde artırır. Bu önemli maliyet artışı işletmelerde beklenen üretkenliği ve karlılığı da etkiler. Ancak bu tür harcamaların, tehlike ve riskleri de azaltacak faaliyetler için yapıldığı; risk ve tehlikelerden arındırılmış çevrelerde de işletmelerin kesintisiz olarak faaliyetlerini daha verimli bir şekilde sürdürecekleri hususu gözden kaçırılmamalıdır. İnsan Kaynakları Yönetiminde Trendler ve Paradigmalar 95 Küreselleşen ve hızla değişim gösteren iş yaşamında, gelecek yıllarda insan kaynakları da çeşitli değişim ve oluşumlarla karşı karşıyadır. İKY konusunda bu değişimlerin yol açacağı yeni trend ve paradigmalar bazı yönleri ile aşağıda ele alınmaktadır: Gelecekte işgücü içindeki yaşlı çalışanların oranı özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da bulunan gelişmiş ülkelerde artacaktır. Bunun nedeni İkinci Dünya Savaşından hem ekonomik hem de demografik açıdan olumsuz etkilenen ve düşen nüfusun, dünya savaşı sonrasında bilhassa 1945-64 yılları arasında doğum oranındaki şiddetli yükseliş nedeni ile artmasıdır. O yıllarda doğan nüfus önümüzdeki yıllarda yaşlı çalışan oranının yükselmesine neden olacaktır. Yaşlı çalışan oranının artmasındaki bir diğer önemli neden, tıp ve sağlık bilimleri alanında kaydedilen gelişmelerin sağlık ve yaşam standartlarına yaptığı olumlu katkılardır. Dünyada, yine küreselleşme ve değişen paradigmaların sonucunda mal, hizmet, bilgi iletişimi ve işgücünün serbest dolaşımı daha fazla kabul görmeye başlamıştır. Diğer bir deyişle, küreselleşme ve ticari işbirlikleri, üretim faktörlerinin Uluslararası alanda serbest dolaşımlarına yol açacaktır. Daha önce de çeşitli kereler belirtildiği gibi, günümüzde ulusal sınırlar, komşu ülkeleri ayırmaktan çok birleştiren çizgiler olarak görülmektedir. Serbest dolaşan işgücünün önümüzdeki yıllarda işletmelerde farklı uluslardan, kültürlerden oluşan yönetici ve çalışanların sayılarının artmasına sebep olacakları şüphesizdir. Son yıllarda bekârların, çocuksuz çiftlerin işgücü içindeki oranı artmaktadır. Bu gelişme birçok ülkede yarı-zamanlı veya isteğe bağlı zamanda çalışanların (yarı zamanlı, geçici veya bir sözleşme süresince çalışanlar) sayısını arttıracağı beklenmektedir. Gelişen imalat teknolojileri, imalat sektöründe daha az sayıda çalışan istihdamına yol açarken, hizmet işlerinde çalışan ihtiyacı yükselmektedir. Tüm bu küresel gelişimler işletmelerde insan kaynakları yönetimi bölümlerinin dikkate alması gereken hususlardır. Finans Yönetimi Finans bir işletmenin önceden belirlenmiş hedeflerine en etkin biçimde ulaşması için, kaynaklarını(fonlarını) planlaması, temin etmesi ve yönetmesi işlevi olarak tanımlanabilir. Bir işe sıfırdan başlamak, işi geliştirmek ya da bazen durgunluk veya ekonomik kriz sırasında yaşamlarını devam ettirebilmek için yöneticiler, işletme için gerekli kaynakları temin etmek zorundadırlar. Bu işlevin yürütülmesinden küçük işletmelerde girişimci, üst veya bölüm yöneticileri; büyük işletmelerde ise konu uzmanı finans yöneticileri görevli ve sorumludurlar. İşletmeler mal ve hizmet üretiminde kullanılacak çeşitli girdilere, üretim faktörlerine veya varlıklara ihtiyaç duyarlar. Bu varlıklar para veya para benzeri likit varlıklar, veya hammadde, yarı mamul, bina, makine ve teçhizat gibi başka fiziki varlıklar şeklinde olabilir. Ayrıca patentler, telif hakları, markalar ve lisanslar gibi işletmelerin stratejik rekabet gücüne ulaşmaları açısından önemli maddi olmayan varlıklar da işletme varlıkları arasında yer alır. 96 İşletmeler bu varlıkları temin edip kullanırken onların bedelini ödemek zorundadır. Ancak bunlar için gerekli para ve diğer tür kaynakları bulmak kolay değildir. Kolayca bulunamayacak bu kaynaklar temin edildikten sonra dahi etkili ve verimli olacak şekilde kullanılmalı, bu nedenle de öncelikle kesin ve titiz bir biçimde planlanmalıdır. Büyük ve orta ölçekli işletmelerin finans müdürleri, küçük işletmelerdeki sorumlu bölüm müdürleri, üst yönetici ve girişimciler işletmenin varlıklarının tedarikinde kullanılmak üzere temin edecekleri kaynakları ve bunları verimli olarak nasıl kullanacaklarını, finansal planlarında belirlemek ve uygulamakla görevlidirler. Finansal planlar bir işletmenin faaliyetleri için gereken kaynakları, bunların nasıl temin edilebileceğini ve ne şekilde kullanılacağını gösterir. Konu ile ilgili sorumlu yöneticiler finansal plana dayanarak iki önemli karar verirler: İşletmenin hangi tür varlıklara hangi tür varlıklara ne miktarda yatırım yapması gerektiği (yatırım kararı), İşletmenin varlık yatırımlarında kullanacağı kaynakları/fonları nereden ve nasıl temin edeceği (finansman kararı). Diğer bir deyişle, bir işletme öncelikle üretim veya faaliyetlerinde kullanmak üzere hangi aktifleri/varlıkları satın alacağını belirler ve ardından bu aktiflerin/varlıkların bedelini ödemek için gerekli fonları nasıl temin edeceğine ilişkin bir karar verir. (Şekil. 9-1) Bu bağlamda finans yönetimi işletmelerin yatırım ve finansman kararlarıyla ilgili faaliyetleri yönetme sürecidir. Biraz daha geniş olarak finans yönetimini, işletmelerin yatırım ve finansman kararlarının planlanması, yürütülmesi ve denetlenmesi olarak tanımlayabiliriz. Yukarıdaki tanımda belirtilen işlere ilişkin tüm faaliyetlerin bazıları çok önemli, karmaşık ve zaman alıcıdır. Örneğin, işletme için dış finans piyasalarından fon toplamak, kaynak bulmak gibi bazı görevler yöneticilerin çabalarının çoğunu işletme dışında konulara yönlendirmesini gerektirir. Ancak finans ile sorumlu yöneticiler karmaşık ve zaman alıcı dış kaynaklara odaklı faaliyetlerin ötesinde, işletme içinde de önemli finansal sorumlulukları yerine getirir. İşletme içine odaklı finans yönetimi görevleri arasında çalışma sermayesinin yönetimi ve nakit bütçesi bulunmaktadır. Aşağıda öncelikle işletme içine odaklı finans yönetimi görevlerinden olan çalışma sermayesi ve nakit bütçesi konularını açıklayacağız. Daha sonra işletme dışına yönelik finansman konuları üzerinde duracağız. Çalışma Sermayesi Çalışma sermayesi işletmenin döner varlıkları ile kısa vadeli borçları arasındaki bir ilişki olup, kısa vadeli borçların döner varlıklardan çıkarılması sonucunda kalan bakiyedir. Net çalışma sermayesi olarak da adlandırılan bu bakiye, genellikle arzu edilen tipik bir durum olup, işletme için olumlu bir durumu yansıtır. Aksi durumda, yani döner varlıklar kısa vadeli borçlardan daha az ise, bu durumda işletmede eksi çalışma sermayesi ile karşılaşılmış olur ve büyük olasılıkla sorunlar (likidite sorunu gibi) ortaya çıkar. 97 İşletmenin varlıklarını nakde çevirmesi konusu, çalışma sermayesi analizinde en önemli hususlardan biridir. Çünkü olumlu bir net çalışma sermayesi, o işletmede varlıkların nasıl ve ne sürede nakit hale gelmesi ile ilişkili olup hedeflere varılmasında en önemli faktörler arasındadır. Bir işletme, faaliyetine nakitle başlar.(Nakit) Nakit belirli bir süre sonra mamul mala dönüşecek hammadde satın alınmasında kullanılır.(Mal) Üretilen mallar satıldığında karşılığında nakit, ya da bir müddet sonra nakit olacak senet, bono gibi alacak belgeleri alınır.(Nakit) Bu süreç yani nakit-mal-nakit döngüsü nakde dönüşme süresi olarak tanımlanır. Diğer bir deyişle bu döngü, bir işletmenin üretim yapmak için gerekli hammadde veya yarı mamul malzeme gibi girdilere yaptığı nakit ödemenin, üretim sonrasında satış yapılarak tekrar nakit hale dönmesi arasında geçen süreyi ifade eder. Bu döngü bazen kısa, bazen uzun zaman alır veya zaman içinde bu döngünün süresi uzar. Eğer döngü uzun zaman alıyorsa işletmede nakit ihtiyacı daha fazla olacaktır. Örneğin, tedarik ve üretim sürecinin uzaması işletmenin nakdini stoklara bağlar ve diğer faaliyetleri için ihtiyaç duyulan nakit miktarını azaltır. Eğer döngü kısa bir sürede çevrimini tamamlıyorsa, bu takdirde işletme finansman açısından sorun yaşamayacaktır. Finans yöneticileri işletmedeki nakit çevirme döngüsünü yakından izlerler. Rekabetin aşırı olduğu sektörlerde faaliyet gösteren işletmeler daha fazla satış yapabilmek için müşterilerine vadeli satış yaparlar, kredi açabilirler. Karmaşık ve çeşitli girdilerle üretim yapan bir işletme stoklara daha fazla yatırım yapmak zorunda kalabilir. Bu gibi durumlarda ticari alacaklar hesabı ve yüksek hammadde stokları, ihtiyaç duyulan nakit miktarını veya diğer bir deyişle işletmenin net çalışma sermayesini azaltabilir. Aksine, tekel konumundaki bir işletme veya talebin çok yüksek olduğu, malların avans alınarak satıldığı piyasalarda faaliyet gösteren işletmeler ise daima nakitle çalışırlar ve net çalışma sermayeleri daima yükselir. Nakde çevirme süresi aşağıdaki gibi formüle edilebilir: Nakde çevirme süresi = (stoklama süresi + ticari alacakların vadesi) - ticari borçların vadesi Bu denklemde stoklama dönemi malların ilk stok yatırımı tarihi ile malların satış tarihi arasında geçen süredir. Ticari alacakların vadesi malların satış tarihiyle müşterilerin işletmeye satış bedelini nakit olarak ödeme yaptığı tarih arasında geçen süredir. Ticari borçların vadesi malların stoka giriş tarihi ile işletmenin tedarikçiye malların nakit ödemesini yaptığı tarih arasında geçen süredir. Şekil. 9-2’de işletmenin mallarının stokta kaldığı sürenin 4 ay, müşterilere malların ödenmesi ile ilgili olarak tanınan kredisi süresinin 2 ay olduğu görülecektir. Tedarikçilerin işletmeye 2 aylık kredi sağladığı da aynı şekilde görülmektedir. Bu durumda işletmenin nakde çevirme süresinin 4 ay olduğu, başka bir deyişle işletmenin nakit parasını 4 ay içinde geri aldığı görülmektedir. (Şekil. 9-2) 98 Şekil. 9-3 de işletmenin stok yatırımlarının azaldığı (3 ay), müşterilerine kullandırdığı kredi süresinin de attığı (3 ay) görülmektedir. Tedarikçiler işletmeye 4 ay vadeli kredi vermektedir. Yani, işletme satın aldığı hammaddenin bedelini 4 ay içinde ödemektedir. Bu durum, işletmenin 2 aylık kısa bir nakit çevirme süresine sahip olduğunu göstermektedir. Kolayca anlaşılacağı gibi Şekil.9-3 ve Şekil.9-2'dekinden daha iyi bir nakde çevirme süresini göstermektedir. (Şekil. 9-3) Nakit Bütçesi Finans yöneticileri, yakın gelecekteki olası nakit hareketlerini değerlendirmek için nakit bütçesi hazırlarlar. Daha önce belirttiğimiz gibi işletmenin nakit durumu, özellikle durgunluk sırasında veya alıcı piyasası koşullarında(talebin arz’dan düşük olduğu durumlarda) işletmenin başarısı ve ayakta kalması üzerinde yaşamsal bir etkiye sahiptir. Nakit bütçesi, dönemler itibarı ile hazırlanan ve işletmeye giren veya çıkan nakitleri gösteren yakın gelecekle ilgili projeksiyonlar olarak tanımlanabilir. Bir dönemin, örneğin Şubat, Mart, Nisan aylarını kapsayan üç aylık nakit ihtiyaçları, Ocak ayında hazırlanabilir. Mart, Nisan, Mayısa ait üç aylık nakit tahminleri Şubatta yapılabilir. Nakit bütçesi, bir anlamda, işletme faaliyetlerinin planlandığı şekilde yürütülüp yürütülemeyeceğini gösterir. Bunun yanında, bir işletmenin bankalardan veya başka finans kuruluşlarından, dönemler itibarı ile temin etmesi gereken nakit kredi ihtiyacını da gösterir. Tipik bir nakit tahmini formatı aşağıdaki gibidir: (Şekil. 9-4) 99 Görüldüğü gibi belirli bir dönemde tahsil edilen nakdin tümü, başlangıçtaki nakit bakiyesine eklenmektedir. Ardından döneme ait tüm ödemeler bu toplamdan düşülmektedir. Kalan miktar dönem sonundaki nakit bakiyesini göstermektedir. İşletmeler nakit bütçesine göre planlarını yapar ve faaliyette bulunurlar. Hazırlanan nakit bütçesinin analizi sonucunda gelecek dönemlerde nakit sorunu yaşayabileceklerini görürlerse, bankalardan veya diğer finans kuruluşlarından nakit krediler alarak, ilgili dönemde nakit bakiyelerini olumlu hale getirmeye çalışırlar. Finans Fon Kaynakları İşletmelerin faaliyetlerine başlamak ve devam ettirmek için çeşitli tür varlıklara ihtiyaç duyduklarını ve bunların satın alınması için de kaynak/fon yaratılmasının gerekli olduğunu daha evvelce belirtmiştik. Aşağıda varlıkların satın alınmasında kullanılan fonlar/kaynaklarla ilgili açıklamalarda bulunacağız. İşletmelerin gerekli fonları topladığı iki kaynak mevcuttur. (Şekil. 9-5) Öz Sermaye Öz sermayenin iki unsuru vardır. Bunlardan birincisi, işletmenin sahiplerinden ve hissedarlarından toplanan fonlar olup bunlar işletmenin sermayesini temsil eder. Sermaye borç olarak alınmadığı için herhangi bir şekilde onu temin edenlere geri ödenmesi gerekmez. İşletme sahipleri veya hissedarlar işletmeye sağladıkları sermaye niteliğindeki fonların karşılığında, işletmenin verimli faaliyetler yapmasını ve belirli bir dönemin sonunda kâr elde etmesini beklerler. Doğal olarak faaliyetlerin verimsiz yürütüldüğü ve başarısız olunduğu takdirde zarar etme, para kaybetme riskini de üstlenirler. Bu nedenle sermaye sağlayan kişiler(işletme sahipleri veya hissedarlar), işletmenin faaliyetlerini yönetme hakkına sahiptirler. Öz sermayenin ikinci unsuru ise işletmenin faaliyetlerinden elde ettiği, fakat sahip veya hissedarlara kar payı olarak dağıtmayıp, yeniden işletme faaliyetlerine tahsis ettiği fonlar ve/veya yükselen varlık değerleri nedeniyle oluşan lehte farklardır. Halka açık büyük işletmelerde ise, yönetim, kurucu veya mevcut hissedarlardan sağlanan sermaye yanında, firma sermayesini arttırarak bu artan sermayeyi temsil eden hisse senetlerini halka satabilir ve bu şekilde de işletmeye fon sağlayabilir Borçlar(Borç Sermaye) Kredi kuruluşlarından ödünç alınarak toplanan fonlar borçlardır. Uluslararası finans literatüründe borç sermayesi olarak tanımlanan bu yabancı kaynağı, bir karışıklığa sebebiyet vermemek için, borçlar olarak adlandıracağız. Borçlar ödünç alınmış bir fondur ve dolayısıyla, belirli bir tarihte krediyi veren kişi ya da kuruma, genellikle faiziyle birlikte geri ödenir. Kredi verenler, işletme sahibi veya hissedar olmadıklarından işletmede faaliyetleri yönetme hakkına sahip değillerdir. Ancak verdikleri kredileri geri alamazlar ise, işletme aktifleri üzerinde işletme sahipleri veya hissedarlara göre öncelik hakları doğar. 100 Kredi verenler, işletmeden, kendileri tarafından ödünç verilen fonların vadesinde faiziyle birlikte geri ödeneceğine dair bir güvence vermesini isteyebilirler. Örneğin kredi kuruluşu, ödünç alandan vade tarihinde geri ödeme yapacağına dair somut bir teminat talep edebilir. Teminatlı krediler, verilen kredi karşılığında, işletmenin güvence olarak tahvil, menkul kıymet veya gayrimenkul gibi güvence verdikleri kredilerdir. Ödünç alanın bankasınca düzenlenen ve ödünç alanın vadesinde borcu ödemediği takdirde bankanın ödeyeceğini taahhüt eden “banka teminat mektubu” da ödenmeyen krediler için ödeme güvencesi sağladığından bir diğer önemli teminat biçimidir. Teminatsız krediler, ödünç alanın aldığı kredi karşılığında, ödünç verene bir güvence vermediği krediler olup, teminatlı kredilere göre risklidir. İşletmeler, nakit ihtiyacı duyabilecekleri bir dönem için, uygun koşullu borç sermayesi kullanırlar. Genellikle görülen durum bu şekildedir. Bunun yanında, bilhassa ekonomik konjonktürün olumlu olduğu zamanlarda, borçlanarak işletme faaliyetlerini yürütme ve bu yolla özsermaye getirisini arttırma, bir yöntem olarak çoğu işletmenin yarar sağladığı bir yöntemdir. Kaldıraç Yöntemi, bir işletmede faaliyetlerin, özsermayeden çok, borç finansmanı ile yürütülmesi durumunu açıklayan bir terimdir. Finansal yönetim terminolojisinde “kaldıraç” terimi bir işi borç alınan parayla, diğer bir deyişle borç finansmanı sureti ile yapmak anlamına gelir. Kaldıraç yönteminin mantığı oldukça basittir: Eğer ödünç alınan kredinin kullanma maliyeti, o kredinin kullanılacağı faaliyetin getirisinden daha düşük ise, bu takdirde alınan kredi üzerinden ilave bir kar elde etmek imkanı doğmuş olmaktadır. Böylece özsermaye karlılığı da artmış olacaktır. Örneğin, kredi kuruluşlarından % 10 faiz oranıyla borç para alan ve bunu % 30’luk bir getiri sağlayan bir yatırımın finansmanında kullanan bir işletme hiç kuşkusuz kaldıraç yönteminden kazançlı çıkacaktır. Aşağıdaki örnekte iki işletme görülmektedir. Ortalama getirisi % 30 olan bir sektörde “A” işletmesi kaldıraç kullanırken “B” işletmesi yalnızca öz sermayesiyle faaliyet yürütmektedir. Öz sermaye getirisi üzerinden kârlılık oranını kullanarak (ÖGO = kâr / öz sermaye), iki işletmenin getirileri şöyle olacaktır: “A” İşletmesi sahiplerinin getirisi (%) = 23.000 / 20.000 = % 115 “B” İşletmesi sahiplerinin getirisi (%) = 30.000 / 90.000 = % 33 101 Görüldüğü gibi yararlandığı için özsermayesi ile getiri(%33) elde “A” işletmesi borç sermayesinin kaldıraç etkisinden olumlu yönde öz sermayesi karşılığında daha fazla getiri(%115) elde ederken, kendi faaliyetlerini yürüten “B”işletmesi, özsermayesi karşılığında daha az etmektedir. Yukarıda gösterilen kaldıraç etkisi işletme sahipleri için fevkalade bir duruma işaret etmektedir. Ancak kaldıraç yöntemi bazı koşullarda "iki ucu keskin bir kılıç” olabilir. Eğer sektör ve ekonomik koşullar işletmenin borçlanma maliyetinden daha az kazanmasına olanak veriyorsa (örneğin yatırım üzerinden % 5 kâr), bu durumda kaldıraç, öz sermaye üzerinden elde edilecek net gelir ve getiriyi azaltacaktır. Bu durumda yukarıdaki örnekte kaldıraç kullanan “A” işletmesi, yatırım karı (4.500 TL) na karşılık kredi faizi için(7.000 TL) ödediğinden (-) 2.500 TL bir kayıpla karşılaşacaktır. Halbuki B işletmesi yatırım karından kredi faizi ödemeyeceği için 4.500 TL getiri sağlamış olacaktır. Bu nedenle kaldıraç yöntemi kullanırken içinde bulunulan ekonomik konjontüre ve sektörel koşullara dikkat edilmelidir. Kısa Vadeli Borçlar Borç sermayesi kısa veya uzun vadeli borçlar olarak sınıflandırılabilir. Bir yıldan daha kısa sürede geri ödenmesi gereken krediler kısa vadeli borçlar olarak adlandırılmaktadır. Kısa vadeli borçların yaygın türlerinden bazıları ticari krediler, banka kredileri, finansman bonosu ve faktöringdir. (Şekil. 9-6) Ticari kredi kısa vadeli borcun başlıca kaynaklarından biridir ve tedarikçiler tarafından işletmeye, kendilerinden satın alınan mal ve hizmet ödemelerinde vade uygulanarak kullandırılır. Bu krediler teminatlı ya da teminatsız olabilir. Banka kredileri bir ticari banka tarafından işletmenin nakit ihtiyaçlarını karşılamak üzere verilen en basit ve en yaygın kısa vadeli borç biçimidir. Bu krediler de teminatlı veya teminatsız olabilirler. İşletmelerin geçici ihtiyaçlarını finanse etmek için kullandıkları bazı kredi biçimleri şunlardır: Vadeli krediler çoğunlukla teminatsız olarak kullandırılan genellikle 1-3ay arası sabit bir süre için verilen kredilerdir. Bu tür krediler belirli bir amaç için nadiren finansman ihtiyacı duyan işletmelere, bir kerelik olarak kullandırılan ve kredinin vadesi dolduğunda ödemenin tek bir defada yapıldığı kredilerdir. Açık Kredi, işletmenin bankadan belirlenmiş bir kredi miktarını ihtiyaç duyduğunda tamamını veya kısmen çekebilmesine olanak veren bir anlaşmadır. İşletme nakit fazlası olduğunda herhangi bir vade beklemeden borcunu geri ödeyebilir. Yani geri ödeme için kredi vadesinin gelmesini beklemeye gerek yoktur. Banka bu tür kredileri istediği zaman iptal etme veya yeniden düzenleme hakkına sahiptir. Döner kredi anlaşması açık krediye benzer, fakat banka yasal olarak krediyi yenilemekle yükümlüdür. Döner kredi limitleri işletmelerin banka tarafından izin verilen limitlerde ihtiyaç duyduğunda kredi kullanıp geri ödediği hazır düzenlemeler olarak işlev görürler. Finansman Bonosu ödünç alacak kurumun banka sistemini devre dışı bırakmasını mümkün kılan güvenli kısa vadeli borçlanma türlerinden biridir. Bu türde, işletme (ödünç alan) kendi kısa vadeli, teminatsız bonolarını ihraç eder ve bunları para piyasasında satar. Finansman bonosu işletme tarafından, senedi satın 102 alanlara vade tarihinde faiziyle birlikte geri ödenir. Finansman bonosu para piyasalarına yatırım yaparak belirli bir vadede faiz kazanmak isteyen kişiler tarafından satın alınır. Bunlar bazen bir banka kredi limitiyle desteklenir. Faktöring bir diğer kısa vadeli kredi türüdür. İşletmeler bazen müşterilerinden belirli bir vadede tahsil edecekleri alacaklarını, indirimli bir fiyatla bir finans kuruluşuna (faktöring işletmesi) vadesinden önce satarlar. Faktöring işletmesi satın aldığı alacaklar karşılığında işletmeye hemen nakit ödeme yapar ve parayı asıl borçlulardan (ödünç alanın müşterileri) vade tarihinde tahsil ederler. Ödenmeyen alacakların riski genellikle ödünç alan tarafından üstlenilir. Ancak, anlaşma gereğince riskler faktöring işletmesine de devredilebilir. İşletmeler, faktöring işletmesi ile, bir ödünç alma yapmadan, sadece vadede tahsilat yapması için de anlaşabilir; ancak bu durumda faktöring anlaşması bir kısa vadeli kredi işlevi görmez. Basit bir faktöring işlemini şöyle açıklayabiliriz: “A” işletmesi müşterilerinin borçlu olduğu 200.000 TL tutarında, 2 ay ortalama vadesi olan senet ve çekten oluşan bir ticari alacaklar portföyüne sahiptir. Bu işletme faaliyetlerini finanse etmek için acele nakde ihtiyaç duyduğunda çek ve senetlerini, örneğin 160.000 TL karşılığında (% 20 ıskonto oranıyla) bir faktöring işletmesine satar. Faktöring işletmesi vadeleri geldiğinde(2 ay sonunda) 200.000 TL çek ve senedi, esas borçlulardan tahsil eder ve bu işlemden 40.000 TL kâr eder. Borçların vadesinde esas borçlular tarafından ödenmemesi sebebi ile doğacak risk, taraflar arasındaki anlaşmaya göre faktöring işletmesi veya “A” işletmesinin olabilir. Uzun Vadeli Borçlar İşletmenin kendisinin çıkardığı bir yıldan fazla vadeye sahip finansal araçlar veya finans kuruluşlarının aynı vadeli kredileri uzun vadeli borçlardan bazılarıdır. Aşağıda bunlardan bazıları açıklanmaktadır. Şirket tahvilleri işletmenin doğrudan halka borçlandığı uzun vadeli ödünç alma araçlarından biridir. Bu tahvillerin üzerinde bulunan dönemsel faiz kuponları karşılığında faiz ödemeleri, vade sonunda da anapara ödemesi tahvilleri satın alanlara yapılır. Bazı özellikli şirket tahvilleri, hamiline her bir tahvil karşılığında işletmenin belirli sayıda hisse senedini satın alma opsiyonu verirler. Bu tür tahviller hisse senedi ile değiştirilebilir tahvil olarak adlandırılmaktadır. Uzun vadeli finans kuruluşu kredileri, bir yıldan fazla bir süre için verilen banka ve diğer finans kuruluşlarından sağlanan kredilerdir. Finansal Kiralama(Leasing), basit bir ifade ile uzun vadeli bir kira anlaşmasıdır. İşletmeler bazen, nakit gereksinimleri nedeni ile makine ve teçhizat gibi duran varlıklarını kendi nakitleri veya bankalardan temin edilmiş ödünç parayla satın almak istemezler. Leasing, bu gibi durumlarda aynı varlıkları uzun vadeli olarak işletmeye kiralama ve vade sonunda da mülkiyetini devretme esası ile işleyen bir kaynak yaratma yöntemidir. Örneğin “A” işletmesi duran varlıklarına nakit olarak yatırım yapmak istemediğinde, bir finansal kiralama(Leasing) firmasına başvurur. Leasing işletmesi ihtiyaç duyulan duran varlıkları tedarikçisinden satın alır ödemesini yapar ve mülkiyetine sahip olur. Bilahare “A” işletmesi ile bir kira anlaşması yaparak, bunları uzun vadeli olarak (örneğin 4 yıl) ona kiralar. “A” işletmesi (kiralayan diye adlandırılır) kira sözleşmesinin süresi içinde kiraya 103 verene(Leasing işletmesi), anlaşma gereğince, bir dizi kira ödemesi yapar. Kira kontratı süresince malların mülkiyeti, kiraya veren Leasing firmasınındır. Vade sona erdiğinde ve kira ödemeleri de zamanında yapılmışsa, kiraya veren Leasing firması bu malları kiralayan “A” işletmesine satarak mülkiyetini devreder. Finansal kiralama sistemi borçlanma yoluyla satın alma yönteminin bir alternatifi olup, kiralayana önemli vergi avantajları sağladığından uzun vadeli finansmanın popüler araçlarından biridir. (Şekil. 9-7) Finansal Piyasalar: Para ve Sermaye Piyasaları Bir ülkenin zenginliği ekonomisinin üretkenliği, üretim kapasitesi ile belirlenir. Bu kapasite ise ekonominin mal ve hizmet üretiminde kullanılabilecek arazi, bina, makine, teknoloji, işgücü ve bilgi gibi reel varlıklarına bağlıdır. Hisse senetleri ve tahviller gibi finansal varlıklar ise, reel varlıklar değildir, ama sağladıkları fonlarla reel ekonominin çalışmasına yardımcı olurlar. Bu kâğıtlar, yarattıkları fon karşılığında, üretilen reel varlık gelirlerinden (kâr veya faiz) hamillerine karpayı veya faiz getirisi transfer edilmesini sağlarlar. Toplumdaki kişiler, kendileri bağımsız olarak iş yapmasalar veya yatırıma dönüştürebilecekleri önemli meblağda tasarrufa sahip olmasalar bile, halka açık işletmelerin hisselerini, bu küçük tasarrufları ile satın almak suretiyle ekonomik faaliyete bir sermayedar olarak katılabilirler. Bu katılımın sonucunda doğal olarak işletmenin kar ve zararına ortak olurlar, kar elde edildiğinde ise pay isteyebilirler. Faaliyetleri ve yatırımları için sermaye bulmaya çalışan işletmeler ile küçük tasarruflarına bir getiri elde etmek isteyen bireyler, piyasalarda bir araya gelirler. Finansal piyasalar olarak tanımlanan bu piyasalara arz edilen fonlar/sermaye, talep sahibi işletmelerle buluşur. Finansal piyasalar, işletmelerin ve devlet kuruluşlarının, tasarruf sahiplerine, tahvil, hisse senedi gibi finansal varlık satarak, borç veya özsermaye fonları topladıkları piyasalardır. Finansal piyasalarda alım satım yapan ve hizmet veren çeşitli oyuncular şunlardır: (Şekil. 9-8) Muhtelif yatırım ve faaliyetlerini finanse etmek için finansal varlık ihraç ederek fon arayan işletmeler piyasadan ödünç alan başlıca unsurlardır. Topladıkları fonlarla faaliyetlerini sürdürerek üretim yapmaları sonucunda oluşan gelir, fon sahiplerine getiri olarak geri döner. Devletler ve/veya devlet kuruluşları bütçeleri yeterli olmadığında verilen yetkilere bağlı olarak ödünç alan veya düzenleyici kimlikleri ile ödünç verenler olarak hareket edebilirler. Bu tür kurum ve kuruluşların misyonları onların ödünç alan rolü mü yoksa ödünç veren rolü mü oynayacaklarını belirler. Toplumdaki bireyler genellikle büyük veya küçük tasarruf sahipleridir. Bu kişiler tasarrufları için en üst düzeyde getiri sağlayacak finansal varlıkları ararlar. Finansal piyasalardaki diğer önemli oyuncular finansal piyasa düzenleyicileri ve aracılardır. Aracılar ödünç verenlerle, ödünç alanlar arasındaki bağlantıyı sağlar ve bu alanda hizmet verirler. Bir başka deyişle, ödünç verenlerden fonları alır ve aynı miktarı ödünç alanlara aktarırlar. Bankalar, yatırım işletmeleri, sigorta işletmeleri ve kredi birlikleri finansal aracıların örneklerindendir. 104 Finansal piyasaları geleneksel olarak para piyasaları ve sermaye piyasaları olarak ikiye ayrılmıştır. Para Piyasası: Oyuncular Para piyasasında ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda para ve kredi politikasını yönlendiren başlıca düzenleyici ve oyuncu Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası(TCMB) dır. TCMB ülkedeki para piyasalarını düzenler, para arzını ve reeskont oranlarını belirler. Aynı zamanda hazine işlemleri yapar ve Türk parasının değerini korumak için çalışmalar yapar. Bankalar bireysel tasarruflardan elde edilen parayı ödünç alıp, piyasada ödünç para arayanlara borç olarak fon sağlayan finansal aracılardır. Topladıkları mevduatlarla, ödünç verdikleri kredilere farklı faiz oranı uygulayarak kâr ederler. Bankalar şu şekilde sınıflandırılır: Faaliyet türlerine göre (ticari bankalar, yatırım bankaları, kalkınma bankaları), Kuruluş amaçlarına göre (ihracat veya gayrimenkul faaliyetleri finansmanı gibi özel bir alanda uzmanlaşan bankalar), Mülkiyet durumuna göre (kamu/devlet bankaları, özel bankalar), Sahiplerinin ulusal statüsüne göre (yabancı bankalar, yerli bankalar). İşletmeler kısa vadeli borçlanmalarında ticari bankaları kullanırlar. Kısa dönemli ve geçici nakit taleplerinde finansman sorunlarını için ihtiyaç duydukları banka kredileri, genellikle bu tür ticari banka kaynaklıdır. Yatırım ve kalkınma bankaları ise genellikle işletmelerin uzun vadede gerçekleştirecekleri yatırım finansmanı için uzun vadeli ödünç verme faaliyetleri ile ilgilenirler. (Şekil. 9-9) Yatırım Bankaları işletmelerin yatırımları için gerekli fonların temini amacıyla çıkardıkları hisse senedi tahvil gibi enstrümanların (menkul kıymetlerin) halka satışı konusunda uzmanlaşmışlardır. Yatırım fonları, bireyler, işletmeler ve çeşitli yatırımcıların tasarruflarının oluşturduğu fon havuzları olup, diğer işletme ve/veya finansal kurumların çıkardıkları menkul kıymetlere yatırım yaparak portföy işletmeciliği yaparlar.. Sigorta Şirketleri prim ödemeleri karşılığında poliçe hamillerine, belirli risklere karşılık finansal koruma sağlayan işletmelerdir. Bu işletmeler poliçe hamillerinin prim ödemelerinden oluşan fonları, diğer işletmelerin çıkarmış oldukları finansal araçlara yatırım yapmakta kullanırlar. Kredi birlikleri (credit unions) üyelerin sahip ve yönetimde bulunduğu, ülkemizde pek görülmeyen bir tür finansal kooperatiflerdir. Bu kuruluşlar üyeleri olan mevduat sahiplerinin tasarruflarını, kendi üyelerine veya dış kuruluşlara ödünç vermede kullanırlar. Faktöring işletmeleri daha önce açıklandığı gibi işletmelere alacaklarının devri karşılığı kısa vadeli krediler veren özel finans işletmeleridir. Bir işletmenin ticari alacaklarını (satıştan kaynaklanan senetler veya çekler biçiminde) iskonto edilmiş fiyattan 105 satın alıp, vadesi geldiğinde anaparayı asıl borçlulardan (işletmenin müşterileri) tahsil ederler. Finansal kiralama işletmeleri(Leasing İşletmeleri) de faktöring işletmeleri gibi özel finans işletmeleridir. Kira anlaşmaları aracılığıyla işletmelere fon temin etmede uzmanlaşmışlardır. İşletmelerin ihtiyaç duyduğu varlıkları önce satın alıp, ardından birkaç yıllığına ilgilenen işletmeye kiralarlar. Daha sonra kiralar yolu ile tüm borç ödendiğinde, varlıkların mülkiyetini kiracı işletmeye devrederler Para Piyasası: Ürünler Para piyasası ürünleri arasında nakit veya nakit benzerleri gibi kısa vadeli, pazarlanabilir, fazlasıyla likit ve düşük riskli borçlanma araçları bulunur. Para piyasasındaki bazı popüler ürünler; hazine bonoları, mevduat sertifikaları (ülkemizde rastlanmamaktadır) , finansman bonoları, repolar ve ters repolardır. Hazine bonoları devlet tarafından, bazı harcamaları finanse etmek için iskontolu fiyatlarla ihraç edilen kısa vadeli borç senetleridir. Bu senetlere yatırım yapanlar vade bitiminde senet üzerinde yazılı olan nominal değeri alırlar. Mevduat sertifikaları (MS) bir banka tarafından yatırılan paranın vade bitiminde ödeneceği belirtilerek ihraç edilen, belirli bir vadede ödenecek parasal değeri gösteren belgelerdir. Finansman bonoları büyük işletmelerce ihraç edilen kısa vadeli, genellikle teminatsız borç belgeleridir. Repolar (yeniden alım anlaşmaları adı da verilir) kısa vadeli, genellikle bir kısa süreli (15 güne kadar) yapılan borç alma işlemleridir. Genellikle bankalardan oluşan satıcılar, bir yatırımcıya kısa vadede biraz daha yüksek bir fiyatla geri alacaklarına dair bir anlaşmayla devlet tahvili (veya ehrhangi bir borçlanma enstrümanı) karşılığı ödünç alma işlemi yaparlar. Fiyattaki artış işlemden kazanılan faizdir.. Ters repo, yukarıda bahsedilen işlemin tersidir. Satıcı veya bir banka bir yatırımcıdan gelecekteki bir tarihte geri satmak üzere bir anlaşma yapmak suretiyle devlet tahvili satın alır. Ters repoyu Türkiye’de genellikle TCMB ve bankalar kullanır. Sermaye Piyasası : Oyuncular Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Türkiye’de yetkisini ilgili özel kanunundan alan, menkul kıymet piyasalarından sorumlu düzenleyici ve denetleyici otoritedir. Menkul kıymet piyasasını ve bu piyasada faaliyette bulunan kurumları düzenler ve denetler. Sermaye Piyasası Kurulu aynı zamanda menkul kıymet piyasalarında işlem yaparak tasarruflarını değerlendiren yatırımcıların haklarını korumaktan da sorumludur. (Şekil. 910) İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) Türkiye’de hisse senedi, bono ve tahvil, gelir ortaklığı sertifikaları, özel sektör tahvilleri, yabancı menkul kıymetler ve gayrimenkul sertifikası işlemleri yapmak üzere, İstanbulda kurulmuş, SPK denetiminde işlem yapan bir menkul kıymet borsasıdır. 106 Aracı kurumlar,. Finansal piyasalarda alım satım işlemi yapmak isteyen tasarruf sahiplerine, bu işlemlerin gerçekleşmesinde aracılık eden kişi veya kurumlardır. Sermaye Piyasası : Ürünler Sermaye piyasaları daha uzun vadeli, para piyasası ürünlerine göre daha riskli ve çeşitlendirilmiş menkul kıymetlerin alınıp satıldığı piyasalardır. Bu piyasa da, sabit gelirli tahvil piyasaları, hisse senedi piyasaları ve türev piyasaları olarak alt sınıflara da ayrılabilir. Sabit gelirli tahvil piyasası işletme tahvilleri gibi uzun vadeli menkul kıymetlerden oluşur. Bu tahvillere önceden belirlenmiş faiz kuponları eklenmiştir. Tahvil hamili, ekli kuponları keser ve önceden belirlenmiş faiz ödemesini almak için bir finans kurumuna ibraz eder. Tahviller genellikle 5 ila 30 yıllık vadelerle ihraç edilirler (ülkemizde en uzun vade 5 yıla kadar çıkmaktadır) ve hamillerine dönemsel faiz ödemeleri yapılır. Hisse senedi piyasası işletmelerde hisse sahipliğini temsil eden adi veya öncelikli hisse senetlerinden oluşur. Adi hisseler hamiline oy kullanma ve kâr payı alma hakkı verir. Öncelikli hisseler hamiline kâr payı sağlayan, fakat oy hakkı vermeyen ve vadesi sonsuza kadar uzanan tahvil niteliğinde senetlerdir. Türev piyasaları, finans kuruluşlarının sermaye piyasası işlemlerinden dolayı risklerin azaltılması hususundaki talepleri sonucunda kurulmuş olan özellikli piyasalardır. Finansal terminolojide risklerin azaltılması veya dengelenmesi, genellikle hedging (riske karşı önlem almak)olarak ifade edilir. Bu tür piyasalarda üretilmiş yeni finansal ürünler vasıtası ile finans yöneticileri, riskleri en aza indirerek daha etkin finansal yönetim yapabilmektedirler. Türev (veya finansal türevler) adı verilen bu ürünler daha önce ihraç edilen tahvil ve hisse senedi gibi menkul kıymetler ile; altın, bakır, petrol gibi maddi varlık değerlerine, emtia fiyatlarına veya borsa endeksi değerlerine bağlı gelirler sağlarlar. Türev piyasalarının örneklerinden bazıları opsiyon piyasaları, futures(vadeli işlem) piyasaları, forward (ileri vadeli işlem) piyasaları ve swap piyasalarıdır. Opsiyon piyasası: Yöneticiler, ileri vadeli mal veya döviz alım satımlarında risklerini sınırlamak için döviz, faiz gibi finansal ürünler veya emtia üzerine opsiyonlar satın alırlar veya satarlar. Opsiyonlar alıcıya (opsiyon sözleşmesinin alıcısı) belirli bir süre içinde, bir ürünü, sözleşme tarihinde belirlenen bir fiyatla (opsiyon kullanma fiyatı) satın alma veya satma hakkı verir. Opsiyon alıcısı sözleşme konusu işlemi sigortalamak için bir bedel öder. Örneğin bir çelik alıcısı kendisini gelecekteki çelik fiyatı artışlarından korumak isterse, vadesinde ödenecek ama bugünden belirlenen anlaşmalı bir fiyattan bir çelik opsiyonu satın alır. Vade bitiminde çelik fiyatı önceden belirlenmiş fiyattan yüksekse, opsiyon alıcısının üzerinde önceden anlaşılmış bulunan fiyattan satın alma hakkı vardır. Ancak opsiyon alıcısı, bu opsiyonu kullanmak zorunda değildir ve opsiyonu kullanmadan vadesinin dolmasına izin verebilir. Yani alıcı (opsiyon sahibi) herhangi bir işlem yapmak zorunda olmadığı gibi, isterse sözleşmeyi kullanma hakkına da sahiptir. Satıcı (opsiyon sözleşmesini satan) ise tam tersine alıcı opsiyonu kullanırsa çeliği satmak dışında bir seçeneğe sahip değildir. 107 Vadeli işlem (futures) piyasası: Vadeli işlemler, bir varlığı, sözleşme tarihinde belirlenen fiyatla, gelecekte bir tarihte satın alma veya satma anlaşmalarıdır. Bu sözleşme ile alıcı, alım veya satım işlemini yapmak zorunda olup, opsiyon sözleşmelerinde olduğu gibi alım veya satımı yapıp yapmamak konusunda bir tercih hakkına sahip değildir. Genellikle vade tarihinden önce yatırımcılar başlangıçta yapmış oldukları işlemin tersine işlem yaparak pozisyonlarını kapatırlar ve böylece fiziki teslim yapma yükümlülüğünden kurtulurlar. Bu tür piyaslardaki işlemlerin ancak %5 de fiziki teslim yapılmaktadır. Vadeli işlem sözleşmeleri standardize edilmiştir ve örgütlenmiş piyasalarda işlem görür. Bu tür piyasalarda da alınıp satılabilirler. Forward piyasası: Yukarıda belirttiğimiz gibi vadeli işlemler(futures) genellikle belirlenen fiyatlarla alım-satımı yapılan standardize edilmiş sözleşmelere dayanır. Bu sözleşmeler piyasalarda alınıp satılabilirler. Forward sözleşmesi ise tipik bir vadeli sözleşme olmakla birlikte ilgili taraflar için özel olarak hazırlanır. Bu tür sözleşmeler standart sözleşmeler olmadıkları için piyasalarda alım-satımları yapılamaz. Borsada var olan standart bir vadeli sözleşmeyi almak istemeyen bir işletme kendisine özel hazırlanmış bir ileri vadeli sözleşme(forward) yapmak istediğinde bu ürün seçilir. Başka bir ifade ile, forward sözleşmeleri ilgili tarafların istediği ölçüde esnek ve özel olarak düzenlenebilir ve forward işlemler daha çok döviz işlemleri için yapılmaktadır. Swaplar finansal varlık takası olarak da adlandırılabilir. Bu sözleşmeler, taraflardan birinin sahip olduğu bir dizi ödemeyi, diğer tarafın sahip olduğu başka bir dizi ödemeyle değiştirmesi (swap) olanağı veren finansal sözleşmelerdir. İki temel swap türü vardır: Döviz swapları döviz ödemelerinin, ve faiz oranı swapları faiz ödemelerinin değiştirilmesini içerir. Bu tür sözleşmeler her iki tarafın da gelecekte yapılacak koşulları farklı bir dizi ödemeyi birbirleri ile takas etmesini mümkün kılar. Örneğin bir banka, bir işletmeye her yıl ABD doları olarak ödemesi gereken borcu ABD doları olarak verir. İşletme de bunun karşılığını bankaya EURO olarak ödemeyi kabul edebilir. İşlet elerde Muhasebe ve Fi a s Yö eti i Giriş Finansal konular iş yaşamında çok önemlidir. Kendi işlerini sıfırdan başlatan girişimciler, küçük veya büyük ölçekli işletmelerin yöneticileri, işlerini kurabilmek, faaliyetlerine başlamak, sürdürmek ve yeni açılımlar veya yatırımlar için parasal kaynak bulmak ve bu kaynağı gelir sağlayacak bir şekilde verimli olarak kullanmak zorundadırlar. Para bulmak, başka bir deyişle finansman temin etmek, ve yatırım yapılmış finansal varlıkları verimli bir şekilde kullanmak yöneticilerin ve iş adamlarının başlıca sorumluluklarından birisidir. İşletmelerin arzuladıkları hedeflerini gerçekleştirebilmeleri için çeşitli üretim faktörlerine ve bu bağlamda sermayeye ihtiyaçları vardır. Sermaye veya uygun finansman olmaksızın iş yaşamında başarı elde etmek kolay değildir. Sermaye ve paranın gerekli zamanda temin edilememesi işletmelerin verililiği ve rekabet üstünlüğü hususlarını etkilemekte ve hatta yaşamlarını sürdürememelerine neden olabilmektedir. Etrafımızdaki birçok 108 işadamının, yöneticinin ve girişimcinin “...eğer param olsaydı...” cümlesi ile başlayan yakınmalarına çok sık olarak rastlanmaktadır. İşletme için para, daha geniş anlamı ile kaynak, bulunmasına ilişkin kararlar finansman kararları olarak tanımlanır. İşletmelerde finans yönetiminin önemli işlevlerinden biri budur. Girişimciler finansman kararlarını, daha en başından, bir işletme kurmaya karar verdiklerinde belirlemeye gayret edeler. Yeni girişimler için nasıl para bulacakları, alternatif para kaynaklarının neler olduğu, mevcut faaliyette bulunan işletmelerde günlük operasyonlar ve kısa ve/veya uzun vadeli yatırımların nasıl finanse edileceği, yöneticilerin önemli görev ve sorumlulukları arasındadır. Finans ilgilileri, işletmeleri ister küçük ister büyük olsun, başarılarının etkin bir biçimde alınmış finansal kararlarına bağlı olduğunu gayet iyi bilirler. İşlerin uygun finansal alternatiflerle yürütülmesi sektörlerinde rekabet gücü elde etmelerine, ve yaşamlarını başarı ile sürdürmelerine yardımcı olur. Başarısız finansal seçenekler ise işletmeleri olumsuz bir konuma taşır. İşletmelerdeki tüm finansal kararlar ve günlük işletme faaliyetleri, sayılar ve rakamlara dönüştürülerek, parasal bir şekilde kaydedilir. İşletmelerin performansıyla, faaliyetleri ile ilgili, paydaşlara parasal bilgi sağlayan sayılara dökülmüş ve kaydedilmiş bu faaliyetler, muhasebe bölümünün görev ve sorumluluğundadır. İşletme için gerekli fonların elde edilmesi ve bu fonların yatırımlarda verimli olarak kullanılması da finans bölümünün başlıca görev ve sorumlulukları arasındadır. (Şekil. 8-1) Kitabımızın bu bölümünde muhasebe, gelecek bölümünde d finans ile ilgili bilgiler verilecektir. Muhasebe Muhasebenin başlıca işlevinin, ilgili kişilere işletmenin performansı hakkında sayılara dökülmüş parasal bilgiler sağlamak olduğunu belirtmiştik. Dolayısıyla bu bağlamda muhasebeyi, işletme faaliyetleri hakkında parasal bilgilerin, rakamsal olarak belirlenmesi, kaydedilmesi, özetlenmesi, değerlendirilmesi ve ilgili paydaşlara aktarılması süreci olarak tanımlayabiliriz. Yani muhasebe, çeşitli paydaşlar için işletme birimi hakkında finansal bilgiler üretir. İş yaşamında hergün yapılması gereken birçok faaliyet ve işlem vardır. Bu faaliyet ve işlemlerle ilgili tüm unsurlar tanımlanmalı ve sayılara/rakkamlara dönüştürülerek uygun biçimde kayıt edilmelidir. İşlemlerle ilgili olarak kaydedilen bu bilgiler, daha sonra, finansal raporlar üretmek amacı ile, muhasebe çalışanları(muhasebeciler) tarafından bir araya getirilir. (Şekil. 8-2) Muhasebeciler: Muhasebe Çalışanları Muhasebe süreci, muhasebe bilgi, teknik ve becerileriyle donanmış sorumlu kişiler gerektirir. Muhasebe faaliyetlerini yürüten bu sorumlu ve teknik açıdan donanımlı kişilere muhasebeci denir. Küçük veya büyük işletmeler teknik açıdan donanımlı ve yetenekli insanları muhasebe elemanı olarak işe alırlar. Bu kişiler işletmenin günlük işlemleriyle ilgili belgeleri toplar ve anlamlı sayısal bilgiler halinde uygun bir biçimde kayıt ederler. 109 Muhasebe bölümünde çalışan, uzman ve teknik bilgiye sahip her kişi, işletmede sorumlu muhasebeci olarak atanamazlar. Sorumlu muhasebeciler, mutlaka serbest muhasebeci ve mali müşavirler odasına kayıtlı, çeşitli deneyim süresi ve sınavları geçmiş sertifikalı üyeler arasından seçilirler. Sertifika sahibi muhasebeciler, şahıs işletmeleri veya ortaklıklar halinde, belirli bir ücret karşılığında genel muhasebe hizmetleri yanında, denetleme, vergi ve yönetim danışmanlığı gibi faaliyetleriyle ilgili hizmetler de sunarlar. Türkiye’de muhasebeci olarak çalışma hakkı bulunan ,sertifikalı muhasebeciler üç farklı gruptan oluşmaktadır: En üst düzeyde yüksek muhasebe uzmanlığı, bilgi ve deneyime sahip bulunan muhasebeciler yeminli mali müşavirlerdir. Bu grupta bulunan muhasebeciler alanlarında yüksek bilgi birikim ve deneyime sahip olup, çeşitli sınav ve aşamalardan geçerek ve mahkeme önünde yemin ederek bu unvanı alabilirler. Bu muhasebecilerin yaptıkları işlemler ve hazırladıkları raporlar resmi makamlarca, genellikle, başka bir incelemeye gerek görülmeden kabul edilirler. Belirli büyüklüğe sahip işletmelerin, vergi yasası ve düzenlemelerine ilişkin önemli muhasebe ve denetim sorumlulukları yasal olarak yeminli mali müşavirler tarafından üstlenilmiştir. Uzmanlık seviyesinde muhasebe bilgi ve deneyimine sahip serbest muhasebeci mali müşavirler, küçük ve orta ölçekli işletmelerin vergi beyannamelerini ve ilgili diğer mali belgelerini hazırlamaya ve imzalamaya yetkili olarak muhasebe işlemlerini yürüten ikinci grup muhasebecilerdir. Bu grupta bulunan muhasebeciler yemin etmekle yükümlü değillerdir. Belirli muhasebe teknik bilgi ve deneyime sahip olan ve muhasebe ile ilgili faaliyette bulunmalarına izin verilmiş en alt düzey muhasebeciler, serbest muhasebecilerdir. Bu grupta bulunan muhasebeciler de yemin etmekle yükümlü değildirler. Parasal bir bilgilenme sistemi olarak tanımlanan muhasebe, sayılara dökülmüş finansal açıklamalar yatırımların maliyetleri, operasyonlarda kullanılan malzemelerin maliyetleri, belirli bir dönemde işletme faaliyetlerinden elde edilen gelirler, çalışanlara ödenen ücret ve maaşlar, pazarlama ve satış maliyetleri gibi gerekli ve ihtiyaç duyulan tüm bilgiler, işletme içinde ve dışındaki ilgili paydaşlara anlamlı bir şekilde sunulur. Muhasebeyi iki farklı grupta toplayabiliriz: Finansal muhasebe ve Yönetim muhasebesi (Şekil. 8-3) Finansal Muhasebe Finansal muhasebe, genellikle işletme dışındaki paydaşlara, faaliyetlerle ilgili parasal bilgileri sayısal ifadeler aracılığı ile verir. İşletme dışındaki bu paydaşlar hissedarlar, alacaklılar, sendikalar, müşteriler, tedarikçiler, maliye yetkilileri, resmi makamlar, devlet kurum ve kuruluşları olabilir. Söz konusu paydaşlar, herhangi bir tarihteki işletmenin parasal ve rakamsal olarak ifade edilmiş faaliyetleri hakkında bilgi sahibi olmak isteyebilirle. İşletmenin belirli bir tarihteki finansal tablolarını görmek isteyebilirler. Yine işletmenin belirli bir dönem içindeki performans sonuçları hakkında bilgi sahibi olmak arzusunu taşıyabilirler. 110 Tüm işletme faaliyet bilgileri tanımlanarak, ve toplanan bilgi, belge ve verilere dayanılarak kaydedilir ve sonuçlar düzenlenen finansal tablolarda gösterilebilir. Kayıt düzeninde karışıklıkları önlemek, karşılaştırmalar yapabilmek için aynı anlamları ifade edebilen terim ve kavramları, ve belirli hesap ve sınıflamalar içeren Uluslararasıgenel kabul görmüş muhasebe ilkeleri, birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de kullanılmaktadır. Tek Düzen Hesap Planı (TDHP), bazı temel muhasebe terim ve kavramlarını, hesap kodlarını ve finansal tabloların sunumu için kullanılabilecek genel bir formatı içerir. Bankalar, sigorta işletmeleri, v.b. gibi kendilerine ait özel hesap planlarını kullanan belirli tür işletmeler haricinde, ülkemizdeki işletmelerde TDHP kullanılmaktadır. Muhasebede işlem olarak adlandırdığımız kavram, iş yaparken gerçekleştirilen faaliyetler/muameleler, ya da iş faaliyetleri/muameleleri olarak tanımlanabilirler. Ekonomik yaşamda gerçekleşen her işletme faaliyetinde, ilgili taraflar yaptıkları bu iş faaliyetini açıklayan, kanıt olarak görülebilecek bir belgeye, parasal/rakamsal olarak faaliyetin kaydını düşerler. Düzenlenen bu belgeler iş yapan taraflarda, işlemin kanıtı olarak saklanır. Muhasebeciler, faaliyetin parasal olarak kaydı yazılmış, makbuz, dekont, fatura gibi bu belgeleri, işletmenin defterlerine işlemek üzere toplarlar ve bir araya getirirler. Tüm bu belgeler tediye, tahsil ve mahsup olarak bilinen muhasebe fişlerine kaydedilir ve buradan yevmiye defterine aktarılır. İşletmelerdeki her işlem ard arda yapılan iki girişle kaydedilir. Bunlar borç ve alacak kayıtlarıdır ve miktarları eşit olmalıdır. Borç kayıtları sol tarafta, alacak kayıtları ise sağ tarafta gösterilir. Örneğin, nakit para karşılığında stoklarımıza 1.500.- TL tutarında satın alınmış bir mal için muhasebe kayıtlarına aşağıdaki girişlerin yapılması gerekir: Mal Hesabı Kasa (alacak)....................................1.500.- (borç).........……..1.500.- Yukarıda görüleceği üzere işletmeyle ilgili bir faaliyeti kayda geçirmek için yapılan muhasebe kayıt işlemi daima eşit miktarlarda, ve bir hesaba giriş, diğer hesaptan çıkış olmak üzere, iki hesabı etkiler. Hesap işletmenin belirli bir varlığına, yükümlülüğüne veya sermayesine ilişkin bir kayıt yeridir. Bu kayıt yerinde, varlıkların, yükümlülüklerin veya sermayenin değişimi (artış veya azalışı) görülür. Hesabın(kayıt yeri) sol tarafı borç, sağ tarafı ise alacak olarak adlandırılır. Varlıklara yapılan bir borç kaydı, yani hesabın sol tarafına yapılan kayıt, o hesapta bir artışı, sağ tarafına yapılan bir alacak kaydı ise aynı hesapta bir azalmayı gösterir. Yükümlülüklere veya işletme sahibinin sermayesine yapılan bir borç kaydı, yani bu hesabın sol tarafına yapılan kayıt ise, söz konusu hesapta bir azalmayı, sağ tarafına yapılan bir alacak kaydı ise aynı hesapta bir artışı gösterir. Başka bir deyişle borç kaydı varlıklarda artışı, yükümlülük ve sermayede azalışı; alacak kaydı ise varlıklarda azalışı, yükümlülük veya sermayedeki bir artışı gösterir. 111 Önceki örneği kullanırsak, yukarıdaki işlemde 1.500.- TL mal alımının, mal hesabını arttırdığı, işletmenin nakit varlıklarını-kasasını aynı miktarda azalttığı kolayca görülebilir. İşlem kayıtlarına göre düzenlenen hesaplar şöyle olacaktır: (B) Mal 1.500.- 1.500.- Hesabı (A) (B) Kasa Hesabı (A) Yevmiye defteri, muhasebecilerin işlemleri tarih sırasına göre kaydettikleri, noter tarafından tasdik edilmiş, resmi makamlarca önemli kanıt niteliğinde kabul edilen, yasal açıdan tutulması gereken bir defterdir. Yevmiye defterine kaydedilen bilgiler yevmiye kaydı olarak adlandırılır, ve kayıt numarası, işlem tarihi, hesaplar arasındaki borç ve alacak değişiklikleri (artış ve azalışlar) ve işlemle ilgili kısa bir açıklamayı içerir. Aynı örneği kullanırsak, tipik 1 -----------------------Mal Kasa Hesabı 1.500.- 5 bir yevmiye Eylül Hesabı defteri 2009 kaydı aşağıdaki gibidir: -------------------------------1.500.- İhtiyaç duyulan hammaddelerin nakit para ile satın --------------------------------------------------------------------------------- alınması Büyük defter (Defter-i Kebir)de tüm hesaplar ayrı ayrı sayfalarda yer alırlar. Yevmiye defterine kaydedilen işlemler, ilgili hesapların büyük defterdeki müstakil sayfalarına aktarılarak kaydedilir. Örneğin, Kasa ile ilgili tüm yevmiye kayıtları büyük defterin Kasa hesabı sayfasında toplanırken, Mal ile ilgili tüm yevmiye defteri kayıtları da büyük defterin mal hesabı sayfasında toplanır. (B) Mal alımı 1.500.- Kasa Hesabı (A) (B) Nakit alım 1.500.- Mal Hesabı (A) Yevmiye defteri ve büyük defter ilgililerin, işletmenin işlemleri hakkında bilgi edinmek için başvuracakları önemli defterlerdir. Her iki defter de -bilhassa noter tarafından tasdik edilmiş olan yevmiye defteri- işletmenin yaptığı işlemlerin parasal olarak ifade edildiği ve resmi işlemlerde yasal kanıt olarak kabul edilen defterlerdir. Temel Finansal Tablolar Muhasebeciler işlemlerin ilgili olduğu hesapları büyük defterdeki kendileri için tahsis edilmiş sayfalara kaydederler. Zaman zaman bu hesaplar incelenerek, işletmenin iç ve dış paydaşlarına bilgi vermek için belirli tarihler itibarı ile özet tablolar hazırlanır. Büyük defterde ilgili hesabın sayfasına kaydedilmiş işlemler temel alınarak, belirli bir tarih itibarı ile hazırlanan hesap özetlerinin yer aldığı üç önemli tablo; bilanço, gelir tablosu ve nakit akış tablosudur. (Şekil. 8-4) 112 Bilanço Bilanço işletmenin belirli bir tarihteki(an’daki) mali durumunu, büyük defterdeki hesapların bakiyesi itibarı ile gösterir. Bilançonun sol tarafında Varlıklar, sağ tarafında yükümlülükler ve sermaye yer alır.Varlık hesapları ile yükümlülükler ve sermaye hesaplarının belirli bir tarihteki/andaki özet durumunu gösteren bilanço, başka bir deyişle, işletmenin belirli bir tarihteki hesaplarının enstantane fotoğrafı gibidir. Bilançonun kaynağı büyük defter hesaplarıdır. Bu finansal tablo, büyük defter hesaplarının borç veya alacak bakiyelerinin, bilançonun borç veya alacak hanelerine yerleştirilmesi ile düzenlenir. Bilanço en yaygın şekilde T-formunda veya rapor formunda düzenlenebilir. Ülkemizde yaygın olan bilanço düzenlemesi T-formu şeklindedir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, T-formundaki bilanço iki önemli kısımdan oluşur. Sol taraf işletmenin sahip olduğu , varlıkları kapsar. Sağ taraf ise bu varlıkları satın almakta kullanılan kaynakları içerir. Bu tarafa kaynaklar adı verilir ve tanımı gereği işletme sahipleri ile alacaklıların toplam haklarını temsil eder. Varlıklar ve kaynaklar bilanço denklemini oluştururlar. Bilanço denklemi: Varlıklar = Kaynaklar Varlıklar dönen varlıklar (nakit para, bankalardaki mevduat, alacak hesapları, kısa vadede-1 yıl ve altında- satılarak nakde çevrilebileceği umulan stoklar gibi varlıklar) ve duran varlıklar (uzun süreli-1 yıl ve üzerinde- veya sürekli olarak kullanılacağı umulan binalar, tesisler, teçhizatlar, taşıtlar vb.) olarak sınıflandırılabilir. Daha önce söylediğimiz üzere, varlıklar bilançonun sol tarafında (borç hanesinde) gösterilir. Kaynaklar varlıkların satın alınmasını sağlarlar. Başka bir deyişle, varlıkların satın alındığı paranın nereden geldiğini açıklar. Bu bağlamda kaynaklar, onları tedarik eden kişilerin, varlıklar karşısındaki hakları olarak tanımlanır. Kaynakları (fon kaynakları) oluşturan iki unsurdan biri olan temel kaynak, hissedarlar veya işletme sahipleri tarafından yatırılan parayı temsil eden öz sermayedir (sermaye). Bu kaynak işletmenin kendi parası olarak addedilir ve herhangibir şekilde geri ödenmesi beklenmez. Mali yılın sonunda doğacak kâr veya zarar özsermayeyi arttırır veya azaltır.. Kaynaklar kısmındaki ikinci unsur alacaklıların haklarını temsil eden borç’lardır. Bu kaynak işletmeye borç para verenlere aittir ve önceden belirlenen bir zamanda geri ödenmesi beklenir. Kısa vadeli borçlar genellikle bir yıldan az sürede geri ödenecek borçlardan oluşur. Uzun vadeli borçlar genellikle bir yıldan daha uzun sürede geri ödenecek borçlardan oluşur. Kaynaklar (öz sermaye, kısa ve uzun vadeli borçlar) bilançonun sağ tarafında (alacak hanesi) gösterilir. Bilançoda, işletmenin adı ve düzenlendiği tarih yer almalıdır. Sol tarafta en üstte Dönen Varlıklar yer alır. Dönen varlıklar içerisinde yer alan hesaplar, en çok likit olandan en az likit olana doğru olmak üzere yukardan aşağıya sıralanırlar. 113 Gelir (Kâr-Zarar) Tablosu Gelir (kâr-zarar) tablosu bir işletmenin belirli bir dönemdeki gelirlerini, giderlerini ve bunların arasındaki olumlu veya olumsuz farkı(kar veya zarar olarak) gösterir. Gelirler işletmeye giren, kazanılan paralardır. İşletme sahibinin veya hissedarların kazancını arttırırlar. Giderler ise işletmeden çıkan ve gelirlerin elde edilmesinde katlanılan paralardır ve işletme sahibi veya hissedarların kazancını azaltırlar. Faaliyet döneminin sonunda gelirler giderlerden fazla olduğunda, bu işletme açısından olumlu bir durumu temsil eder ve net gelir (kâr) ortaya çıkar. Faaliyet döneminin sonunda giderler gelirlerden fazla olduğunda, işletme zararla karşılaşır. Bu, işletme açısından istenmeyen ve olumsuz bir durumu temsil eder. İşletmeler kar elde etmek için kurulur ve faaliyetlerini devam ettirirler. Ancak rekabetçi bir ortamda işletmeler, istenmeyen zararlara karşı daima toleranslı ve hazırlıklı olmalıdır. Kâr ile zararın kardeş oldukları unutulmamalıdır. He zaman kar sağlamak isteyen işletmeler bazen piyasada pazar paylarını arttırmak, pazarda hakim güç olarak bulunabilmek, uzun dönemde rakipleri alt edip onları piyasadan kovmak için belirli bir dönem bilinçli olarak zarar etmeyi göze alırlar ve bu olumsuz duruma katlanırlar. Bazen de işletmeler arzuladıklarının aksine zarar edebilirler. Yani, bu tabloda her zaman gelir fazlalığı görülmez. Gelir tablolarındaki önemli hesaplar gelirler (satışlar) ve satılan malın maliyeti, ücretler, kiralar, faizler gibi çeşitli giderlerdir. Daha önce belirtildiği üzere, tüm giderler gelirlerden düşüldükten sonra kalan olumlu ve beklenen bakiyeye net gelir(kar) denir. Ancak bir dönem içinde giderler gelirleri (veya satışları) aşarsa, işletmenin zararla karşı karşıya kalacağı kuşkusuzdur. Aşağıdaki tablolar her iki durumu göstermektedir. 114 Nakit Akış Tablosu Nakit akış tablosu işletmenin belirli bir dönem içindeki nakit tahsilatlarını ve nakit ödemelerini gösterir. Gelir (kâr-zarar) tablosu, işletmenin net varlıklarını arttırma konusundaki performansını ölçer, ama nakit üretme performansını ölçmez. Nakit akış tablosunun temel amacı ise kar veya zararları göstermek değil, işletmede üretilen nakdi bildirmektir. Nakit akış tabloları bazı çevrelerce, mali tabloların en önemlisi olarak kabul edilir. Muhasebeciler, nakit akış tablosunu hazırlarken verili bir dönemde nakdi artıran (nakit girişleri) ve nakdi azaltan (nakit çıkışları) faaliyetleri belirler ve listeler. Her bir nakit giriş ve çıkışı üç kategori içinde sınıflanır: Akışa neden olan faaliyetin türüne göre bu nakit giriş ve çıkışları; operasyon faaliyetleri, yatırım faaliyetleri ve finansman faaliyetleri grubunda yer alırlar. Nakit akış tablosu nakdin nereden geldiğini ve nereye gittiğini gösterdiğinden, nereden geldi, nereye gitti tablosu olarak da adlandırılır. 115 Örnek: “C” işletmesinin bir faaliyet yılına ait aşağıdaki işlemlerini ele alalım. 116 İşletmenin değişken ve rekabetçi sektörde varlığını sürdürmesinde yaşamsal bir etkiye sahip bulunan nakit akış tablosu, üç finansal tablonun en önemlisi addedilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi birçok büyük işletme bazı yıllarda arzuladıklarının aksine zarar etmektedir. Dahası, bazıları her yıl bilinçli bir şekilde zararı kabul etmektedir. Örneğin bir veya birkaç dönem süresince pazarda güç kazanmak veya pazara yeni girenlerin sektöre yerleşmelerini engellemek maksadı ile işletmeler bilinçli bir zararı kabul etmekte ve bu uygulamalarını bir müddet devam ettirmektedirler. Ne sebeple, bilinçli veya arzulamadan, olursa olsun, zarar mutlaka işletmelerin piyasadan çekilmesine veya zor duruma girerek iflas etmesine neden olmayabilir. Sektörlerde her yıl, bilinçli kabul ile veya arzulamadıkları halde zarar eden, ve faaliyetlerini devam ettiren birçok tanınmış işletme bulunmaktadır. Ancak, ister büyük ister küçük olsun, bir işletme pozitif nakit akışı olmaksızın ayakta kalamaz. Tüm işletmelerin gelecekte ayakta kalmak için daha fazla nakit akışı yaratması gerekir. Zarar eden kuruluşlar nakit akışını doğru bir şekilde yönetebildikleri takdirde faaliyetlerini devam ettirebilirler. Ama olumlu gelir tablolarına sahip, yani her zaman faaliyetlerinden kar elde eden büyük, tanınmış işletmelerin nakit üretme yetersizlikleri nedeniyle, başka bir deyişle nakit akışının iyi yönetemediklerinden icra ve/veya iflas uygulamaları ile karşılaştıklarına sıkça rastlanmaktadır. Bu yüzden her işadamı nakit 117 akışının öneminin bilincinde olmalı ve işletmesinin nakit üretme kapasitesini, nakit akış tabloları aracılığı ile dikkatle izlemelidir. Finansal Oranlar Günümüzün değişken iş ortamında, çevresel koşullar her zaman büyük değişimler göstermekte ve faaliyette bulunulan çevre farklılaşmaktadır. Bu değişken koşullarda işletmenin finansal oranları yöneticilere acil ilgilerini gerektiren en önemli finansal konularda bilgiler sağlar. Finansal oranlar, çok kısa ve basit bir ifade ile işletmenin farklı finansal hesapları arasındaki ilişkileri gösterirler. (Şekil. 8-5) İş yaşamında faaliyetlerin, sonuçların ifadesinde kullanılan ortak dil sayılar, rakamlar, bir başka deyişle finansal kalemlerdir. Bu unsurlar arasındaki ilişkiler en güzel ve anlaşılabilir şekilde oranlama yolu ile gösterilebilir. Finansal oranlar, olağan faaliyetlerin ötesinde, yöneticileri başarılı uzun vadeli stratejilere veya çok kısa vadeli an’lık kararlara yönlendirirler. Bu bağlamda finansal oranlar, işletmenin yönetiminin kılavuz göstergeleri olarak addedilirler. Yöneticiler finansal oranları işletme faaliyetlerini yansıtan kan tahlili, MR, tomografi sonuçları olarak düşünmelidirler. İşletmenin mali durumunu görebilmek için tek bir orana bakmak yetmez. İyi bir faaliyet sonuçlarını yansıtan tablo elde edebilmek için, uygun ve yararlı oranları çeşitli dönemler itibarı ile rakipler ve sektörel ortalamalarla birlikte karşılaştırmalı olarak incelememiz gerekir. Yani, finansal oranları geçmişe ait veriler, rakiplerin aynı kalemlerdeki oranları, sektör ortalamaları ve farklı kaynaklardan elde edilmiş sonuçlarla kıyaslamalı ve test etmeliyiz. İşletmelerde yararlanılan birçok finansal oran mevcuttur. Bunlardan takriben 20 kadarı yaşamsal önemdedir. Yaşamsal önemdeki takriben 20 finansal oran arasından en yaygın kullanılan dört oran ise aşağıda kısaca ele alınıp incelenecektir. Bunlar likidite, kaldıraç, kârlılık ve faaliyet oranlarıdır. Likidite Oranları: Likidite oranı işletmenin yakın gelecekte vadeleri dolacak kısa vadeli yükümlülüklerini karşılamaya yetecek kadar nakde sahip olup olmadığını gösterir. Önemli likidite oranlarından biri cari oran olarak adlandırılır ve bilançodaki ‘döner varlıklar’ ile ‘kısa vadeli borçların’ bir birine oranlanması ile bulunur . Bu oran, cari oran = döner varlıklar / cari borçlar olarak formüle edilir ve işletmenin kendi cari mali yükümlülüklerini karşılama yeteneğini gösterir. Oranın >1 olması, genellikle işletme için olumlu bir mali durumun göstergesidir. Ancak sektör ortalamalarının da bu konudaki önemli olduğunu unutmamak gerekir. “A” İşletmesinin cari oranı 70.000/32.000= 2,18 olarak hesaplanabilir ve bu oran 1 den büyük olduğundan olumlu bir duruma işaret eder. Sektörel özelliklere bağlı olmakla beraber, ideal oran genellikle 2 olarak kabul edilir. Bir diğer önemli likidite oranı da hızlı(asit-test) orandır. Bu oranla işletmenin cari yükümlülüklerini karşılama yeteneğini, mevcut stoklarının satışına bel bağlamaksızın 118 ölçebiliriz. Stokların satışı bazen uzun zaman alır. Özellikle durgunluk sırasında işletmeler stoklarını kolayca ve hızla satamazlar. Yani, stoklarını kolayca, nakde dönüştüremezler. Bu koşullarda işletmeler cari oran yerine hızlı orana itibar ederler ve bu oranın yüksek olmasını temin etmeye çalışırlar. Hızlı oran = döner varlıklar (eksi stoklar) / cari borçlar olarak formüle edilir. Bu eşitlikte de oranın >1 olması genellikle olumlu bir mali durumu gösterir: Ancak sektör ortalamalarının, cari oranda olduğu gibi, bu oranda da dikkate alınması önemlidir. “A” İşletmesi’nin hızlı oranı 39.000 / 32.000 = 1,21 şeklinde hesaplanabilir ve işletme için olumlu bir durumu ifade eder. Kaldıraç Oranları: Kaldıraç oranları işletmenin “mali gücünü” gösterir. Bu oranda amaç, bilançodaki fonların (kaynakların) bileşimi, ve işletme sahipleri ve alacaklılar tarafından sağlanan fonlar arasında bir karşılaştırma yapmaktır. Bu ölçümle işletmenin faaliyetlerinin finansmanının ağırlıklı olarak borç kaynaklarla mı, yoksa öz kaynaklarla mı yapıldığı anlaşılır. Önemli kaldıraç oranlarından biri işletmenin borç finansmanına mı yoksa öz sermayesine mi dayandığını gösteren borç öz sermaye oranıdır. Bu oran, Borç öz sermaye oranı = toplam borçlar / öz sermaye şeklinde formüle edilir. Oran > 1 ise bu durumda işletmenin işletme sahipleri veya hissedarlar tarafından sağlanan öz sermayeden çok borçlanma yolu ile finansman kullandığına işaret eder. Kaldıraç etkisi, yani finansmanın borçlanma ile yapılması, yüksek müşteri talebinin görüldüğü satıcı piyasalarında çalışan işletmeler tarafından tercih edilir. Ancak, piyasa koşullarındaki beklenmedik bir kötüleşme veya ekonomik durgunluk satışları düşürdüğü takdirde kaldıraç olumsuz etki yapar ve işletmeleri negatif oranları nedeniyle sıkıntıya sokabilir. “A” İşletmesinin borç/öz sermaye oranı 50.000/72.000 = 0,69 olarak hesaplanır ve işletmenin borçdan ziyade, öz sermaye kullandığını gösterir. Borcun toplam varlıklara oranı toplam borçları toplam varlıkların yüzdesi cinsinden gösteren diğer bir kaldıraç oranıdır. Borcun toplam varlıklara oranı = toplam borçlar / toplam varlıklar şeklinde formüle edilir. “A” İşletmesi için borcun toplam varlıklara oranı 50.000 / 122.000 = 0,41’dir ve işletmenin toplam borçlarının toplam varlıklardaki payını gösterir. Kârlılık oranları: Kârlılık oranı işletmenin genel mali performansını kâr üretme yeteneği açısından ölçer. Bu oran, hissedarlar ve işletme sahiplerinin sık sık izlediği bir orandır ve onlar için yatırım yaptıkları işletmenin faaliyetlerinde kar ederek başarılı olup olmadığını gösteren teknik bir araç işlevi görür. Önemli kârlılık oranlarından biri öz sermaye karlılığı (ÖSK)dır. Bu oran hissedarların veya işletme sahiplerinin işletmeye koydukları sermaye karşılığında elde ettikleri vergi sonrası net karı gösterir. Öz sermaye karlılığı = kârlar (vergi sonrası) / öz sermaye olarak formüle edilir. Yukarıda yer verilen “A” İşletmesi bilançosu vergi öncesi net kârı göstermektedir. Kâr 22.000 TL dir. İşletmenin kurumlar vergisi oranının % 25 olduğunu düşünelim. Bu durumda vergi sonrası net kâr 16.500 TL olacaktır. Kârlılık oranında bu rakamı 119 kullanılarak “A” İşletmesinin özsermaye karlılığının 16.500 / 72.000 = 0,23 olduğunu kolayca bulabiliriz. Toplam Varlık Karlılığı (TVK) işletmeye yapılmış toplam yatırım üzerinden vergi sonrası elde edilen net getiriyi gösterir. Toplam varlık karlılığı (TVK) = kârlar (vergi sonrası) / toplam varlıklar olarak formüle edilir. “A” İşletmesi’nde TVK 16.500 / 122.000 = 0,13 olarak hesaplanabilir. Finans müdürleri işletmenin net kârını toplam satışların yüzdesi cinsinden ölçerken Satış Karlılığı (SKO) oranını temel alırlar. Satış karlılığı Oranı (SKO) = kârlar (vergi sonrası) / toplam satışlar olarak formüle edilir. “A” İşletmesi’nin rakamları toplam satışların yüzdesi olarak net kâra işaret eden SKO’nı 16.500 / 150.000 = 0,11 olarak göstermektedir. Faaliyet Oranları: Faaliyet oranları işletmede önemli temel varlıklar ile satışlar arasındaki ilişkiyi ölçerler. Önemli varlıklardan işletme içinde ne derecede faydalanıldığını ifade ederler. Popüler faaliyet oranlarında biri olan stok devir oranıişletmenin faaliyetlerini yaparken stoklarını kaç kez çevirdiğini gösterir. Bu oran, Stok devir oranı = satılan malın maliyeti / ortalama stok olarak formüle edilir. Satılan malın maliyeti aşağıdaki gibi hesaplanabilir: (Başlangıç mal stoku + mali yıl içinde yapılan mal alımları) – yılsonu stoku = satılan malın maliyeti. Ortalama stok şöyle hesaplanır: (Başlangıç stoku + yılsonu stoku) / 2 = ortalama stok. “A” İşletmesi’nin başlangıç stokunun 45.000 TL, yıl boyunca yaptığı stok alımlarının 100.000 TL ve yılsonu stokunun 65.000 TL olduğunu düşünelim. Bu durumda, satılan malların maliyeti şöyle hesaplanabilir: (45.000 + 100.000) – 65.000 = 80.000 TL. Ortalama stok (45.000 + 65.000) / 2 = 55.000 TL. Yukarıdaki hesaplamalara dayanarak, mal stokunun faaliyet yılı boyunca işletmede kaç devrettiğini gösteren stok devir oranı 80.000 / 55.000 = 1,45 olarak hesaplanabilir. Yönetim Muhasebesi Yönetim muhasebesi işletmenin içinde faaliyetleri yürüten kişilerle diğer iç paydaşlara finansal bilgiler sağlar ve bu yolla işletmenin daha etkin ve verimli olarak yönetilmesine yardımcı olur. Yönetim muhasebesi yöneticilerin işletmeyi etkin olarak yönetmelerine yardım ettiğinden, bu muhasebe ile ilgili işlemleri anlayabilmek, izleyebilmek ve belirli sonuçlara varabilmek için gerekli teknik terim, kavram ve yöntemlerin bilinmesi; ve ayrıca yönetim işlevleri (planlama, yürütme, denetleme, v.b.) konularında bilgi sahibi olunması gereklidir. Bunun yanında yöneticilerin etkili ve verimli faaliyetleri için ne tür bilgilere ihtiyaç duyduğu ve işletmenin içinde faaliyet gösterdiği çevre koşullarının bilinmesi de önemlidir. 120 Yönetim muhasebesi yasal açıdan zorunlu değildir ve finansal muhasebedeki gibi ‘genel kabul görmüş muhasebe ilkelerinin izlenmesi ve uygulanması gerekmez. Yönetim muhasebesi esas olarak işletmenin gelecekteki performansını etkileyecek finansal konuları inceler, analiz eder ve bu yönde çalışmalar yapar. Bir başka önemli konu da yönetim muhasebesinin, finansal muhasebenin dikkate almadığı parasal olmayan verilere büyük ağırlık vermesidir. Yönetim muhasebesi gelecekte işletmesel etkinliğe yol açması muhtemel olan müşteri memnuniyeti ve nitelikli insan kaynakları gibi konularla da ilgilenir. Ancak, böylesi verilerin parasal olarak ifade edilmeleri gereği, ve bu tür çalışmaların da kolay olmadığı bir gerçektir. Yöneticilerin yönetim muhasebesinde çalışmaları ve incelemeleri genellikle maliyetlere, maliyet hesaplama yöntemlerine ve maliyet davranışlarına odaklanır. Bu konular yönetim muhasebesinin önemli temel konularıdır. Bu önemli temellere dayanılarak planlama, uygulama ve denetim işlevleri yerine getirilir. Maliyet-hacim-kâr ilişkileri, faaliyet tabanlı maliyetleme, kâr planlama, esnek bütçe çalışmaları ve genel gider analizi işletme faaliyetlerinin maliyetlerine, maliyet hesaplama yöntemlerine ve maliyet davranışlarına dayanarak incelenebilir. Sermaye bütçeleme kararları da bu üç önemli temele dayanarak alınabilir. Yönetim muhasebesinin tanımını tartışırken, bunun işletme içindeki ilgililerin işletmeyi etkin ve verimli bir biçimde yönetmelerine yardımcı olan bir muhasebe yaklaşımı olduğunu söylemiştik. Serbest girişim sisteminde rakiplerin bulunduğu bir sektörde rekabet edebilmek ve etkin bir yönetim uygulayabilmek için, piyasada uygun mal veya hizmet fiyatlarını belirlemek, uygulamak çok önemlidir. Bu durum da o mal ve hizmetin maliyetlerinin doğru olarak tespit edilmesine bağlıdır. Dolayısıyla, yönetim muhasebesinde önemli ve öncelikli konulardan biri, maliyet analizi ve işletmenin ürün veya hizmetleri için kullanılacak maliyetleme yönteminin seçimidir. Maliyet Analizi Yönetim muhasebesinde yöneticiler planlama ve denetleme gibi yönetim işlevlerini gerçekleştirebilmek için işletmenin faaliyetleri ilgili giderlerini ve katlandıkları maliyetlerini bilme ihtiyacı duyarlar. İş yaşamında çeşitli ve birçok farklı şekilde kullanılan maliyet türleri vardır ve bunlar aşağıdaki şekilde sınıflanabilirler. Maliyetlerle ilgili sınıflandırmalardan biri, maliyetlerin imalat işletmelerindeki imalat süreçlerine dahil olup olmadıklarına göre yapılır: Üretim ve üretim dışı maliyetler İmalat sürecine dolaylı veya dolaysız olarak katılan, başka bir deyişle imalattan kaynaklanan maliyetlere üretim maliyetleri adı verilir. İmalatta kullanılan hammaddeler, işgücü, enerji ve ısıtma gibi maliyet unsurları üç geniş kategoriye ayrılır: (Şekil. 8-6) 121 Dolaysız/direkt ilk madde ve malzeme maliyetleri imalatta kullanılan ve işletmenin nihai ürününün ayrılmaz bir parçası haline gelen hammadde, yarı mamul ve mamullerle ilgilidir. Örneğin otomobil fabrikaları nihai ürünleri olan otomobillerde kullanılacak koltuk, bazı motor parçaları, boya, halı ve saç, elektrik malzemeleri direkt olarak imalatta kullanırlar. Bunların maliyetleri dolaysız maliyetler olarak adlandırılır . Dolaysız/direkt işgücü maliyetleri işletmenin herhangi bir ürününün imalatına doğrudan katılan çalışanlarına ödenen ücret ve maaşların oluşturduğu maliyetlerdir. Montaj hattı işçilerine, makine operatörlerine, üretimde fiziksel katkıda bulunan boyama atölyelerindeki işçilere yapılan ödemeler dolaysız emek maliyetlerinden bazılarıdır. Genel imalat giderleri dolaysız ilk madde ve malzeme maliyetleri ve dolaysız işgücü maliyetleri dışında imalatta gerekli diğer tüm maliyetleri kapsar. Enerji maliyetleri, ısıtma ve aydınlatma maliyetleri, dolaylı işgücü maliyetleri, dolaylı malzeme maliyetleri ve bakım onarım maliyetleri genel imalat giderlerinden bazı örneklerdir. Bu maliyetler doğrudan imalatla ilgili olmamakla birlikte herhangi bir fabrika veya atölyenin çalıştırılmasında gereklidirler. Makine bakımı ve onarımından sorumlu bir işçi için yapılan ödeme, işletmenin nihai ürününün imalatına doğrudan katılan bir maliyet değildir. Ama makinelerin bakım ve onarımı için fabrikada bu işçiye ihtiyaç vardır ve ona yapılan bir ödeme imalat genel giderleri içinde kabul edilir. Aynı şekilde imalathanede veya fabrikada imalat yerlerinin aydınlatma için kullanılan elektrik masrafı da, genel imalat giderlerindendir. Üretim dışı maliyetler işletmenin imalat faaliyetleri ile hiçbir ilgisi olmayan maliyetlerdir. Bu tür maliyetler imalat öncesi ve sonrası, işletme faaliyetlerinin gerçekleştirilmesinde katlanılan maliyetlerdir. İmalat dışı maliyetler iki farklı grupta sınıflandırılır: Pazarlama ve satış maliyetleri imal edilmiş nihai ürünleri imalat atölyelerinden son tüketiciye götürmek için gerekli tüm maliyetleri kapsarlar. Reklam maliyetleri, promosyon maliyetleri, yükleme ve taşıma maliyetleri, satış maliyetleri, satış ekibinin seyahat harcamaları, satış ücretleri ve komisyonları, dağıtım maliyetleri bu maliyetlerin bazı örnekleridir. Genel Yönetim maliyetleri özel imalat, pazarlama ve satış maliyetlerinden çok, bir işletmenin genel yönetimiyle ilgili tüm yürütme ve idare maliyetlerini kapsar. Büro kiraları, üst düzey yöneticilerin seyahat giderleri, üst düzey yöneticilerin maaşları ve sosyal hakları, yönetici geliştirme ve eğitim maliyetleri bazı idari maliyet türleridir. Maliyetlerle ilgili sınıflandırmalardan bir diğeri de, maliyetlerin faaliyet düzeylerine göre değişiklik gösterip göstermediğine göre yapılır. Değişken ve Sabit Maliyetler 122 İşletmede imalat faaliyetleri düzeyi değiştiğinde(imalat artışı veya azalışı), imalat ile ilgili belirli bir maliyet de aynı şekilde değişebilir veya bazı maliyetler faaliyet düzeyi değiştiğinde değişmeyebilir ve sabit kalır. İşletmelerdeki faaliyet düzeyi değişiklikleri ile ilişkilerine göre maliyetleri iki farklı sınıfta inceleyebiliriz. (Şekil. 8-7) Değişken maliyet işletme faaliyetlerinin düzeyindeki değişikliklerle doğru orantılı olarak değişen bir maliyet türüdür. İşletmelerde faaliyet düzeyleri üretilen birimlerle, satılan birimlerle veya çalışılan saatlerle ifade edilebilir. Bu durumda, üretilen birimdeki artış veya azalışlarla orantılı olarak değişen bir maliyet değişken maliyet olarak değerlendirilir. Aynı durum işyerindeki çalışma saatlerinin artış veya azalışlarıyla orantılı olarak değişen maliyetler için de geçerlidir. Otomobil fabrikalarında her otomobilin lastiğe ihtiyacı vardır. Otomobil üretimi artarsa, ihtiyaç duyulan otomobil lastiği de orantılı olarak artacaktır. Yani, lastik maliyeti (dolaysız malzeme maliyeti) bir değişken maliyet örneğini temsil eder. Diğer yandan, işletme faaliyet düzeyindeki değişikliklere rağmen sabit kalan maliyetlere sabit maliyetler adı verilir. Örneğin, otomobil üretimi artabilir veya azalabilir, çalışma saatleri arttırılabilir veya azaltılabilir, ama büro ve fabrika kiraları, fabrika bakım onarım maliyetleri, genel yönetim maliyetleri gibi bazı maliyetler, imalat olsa da olmasa da katlanılması gereken maliyetlerdir ve değişmezler, otomobil üretim çıktısı veya çalışma saati değişikliklerinden bağımsız olarak sabit kalırlar. Dolaysız ve Dolaylı Maliyetler Farklı bir maliyet sınıflaması da dolaylı ve dolaysız maliyetler olarak yapılabilir. Bazı maliyetler belirli bir ürün, bölüm veya işlemle kolayca ilişkilendirilebilir. Belirli bir ürünü, bölümü veya işlemi incelediğimizde bu maliyetleri kolayca izleyebiliriz. Diğer bazı maliyetler ise belirli ürünlerle, işlemlerle veya bölümlerle kolayca ilişkilendirilemez veya bu ürün, bölüm veya işlem içinde ne kadar kullanıldığı kolayca belirlenemez, izlenemezler.(Şekil. 8-8) Belirli herhangi bir ürünle, işlemle veya bölümle kolayca ilişkilendirilebilen ve o ürün, işlem veya bölüm maliyetinde izlenebilen maliyetlere dolaysız(direkt) maliyetler adı verilir. Eğer belirli bir ürünün imalatında bir miktar hammadde kullandıysak, mamul malın üretiminde kullanılan bu hammaddenin maliyetinin ne kadar olduğu kolayca belirlenebilir. Örneğin, direksiyon, lastik veya koltukların maliyetleri doğrudan otomobil üretimiyle ilgilidir. Bu durumda bu malzemelerin maliyetleri otomobil üretimiyle ilişkili dolaysız maliyetlerdir. Diğer yandan, özel olarak herhangi bir ürünle, işlemle veya bölümle ilişkilendirilemeyen maliyetlere dolaylı(endirekt) maliyetler adı verilir. Bu maliyetlerin belirli ürünler, işlemler veya bölümlere dayanarak takip edilmeleri, ve ne kadar kullanıldıklarını tespit edebilmek son derecede zordur. İşyerinde kullanılan enerjinin maliyeti, makinelerin onarım ve bakım maliyetleri, fabrika ve büro kiraları belirli bir ürünün üretimiyle veya işlemleriyle kolayca ilişkilendirilip, izlenemediğinden dolaylı maliyetler olarak değerlendirilecektir. 123 Maliyetleme Yöntemleri Bir işletmede nihai ürün fiyatları, onun elde edilmesi için katlanılan maliyetlere fazlasıyla bağımlıdır. Bu durumda, bir ürün için piyasada rekabet edebilecek bir fiyat maliyetlerden bağımsız olarak yapılamayacağından, işletmede kullanılacak maliyetleme yöntemleri önem kazanır. İşletmeler genellikle bir ürün veya hizmetin birim maliyetini belirlemek için iki önemli maliyet hesaplama yönteminden birini kullanırlar. Bu yöntemler işletmenin imalat süreçlerinde kullandığı üretim tekniği ile yakından ilşkilidir. (Şekil.8-9) Safha maliyetleme yöntemi, işletmede belirli bir süre zarfında aynı üründen çok sayıda üretildiğinde kullanılan bir birim maliyetleme yöntemidir. Homojen, benzer ürünlerin sürekli olarak üretildiği bu tür işletmelerde yapılan giderler bir ay veya bir yıl gibi bir süre boyunca, belirli bir üretim biriminde toplanır ve ardından o süre boyunca üretilen birimlerin sayısına bölünerek birim maliyetler bulunur. Bu yöntem aşağıdaki formülle ifade edilebilir: Ürün maliyeti = toplam imalat giderleri / üretilen toplam birim sayısı Üretim bandı aracılığıyla homojen ticari araçlar üreten bir otomobil fabrikası genellikle safha maliyetleme yöntemini kullanır. Dönemler itibarı ile veya aynı dönem zarfında muhtelif ve farklı ürünler üreten işletmelerde, sipariş maliyetleme yöntemi kullanılır. Bu tür işletmelerde, belirlenmiş ve bir süre içinde üretilecek farklı ürünler özel üretim süreç, araç ve teknikleri gerektirebilir. Dolayısıyla o dönemde üretilen ürünlerin maliyetleri ayrı olarak hesaplanmak durumundadır. Bu maliyet hesaplama sisteminde işletmede yapılan giderler, öncelikle, her bir ürün(sipariş) ile ayrı ayrı ilişkilendirilir ve izlenir. Ardından, belirli ürünün birim başına ortalama maliyetini elde etmek için her bir işin(sipariş) maliyeti üretilen birim sayısına bölünerek birim maliyetler bulunur. Eğer bir otomobil işletmesi, farklı niteliklerde değişik otomobil tiplerinden çeşitli modeller üretiyorsa, her bir ürünün maliyetlerinin adil ve doğru bir tespitini yapmak için sipariş maliyet hesaplama yöntemine başvurmalıdır. Böylesi bir maliyet hesaplama yöntemini kullanırken maliyetlerin (özellikle genel imalat giderleri) dönemler itibarı ile ve belirli ve farklı ürünlerle ilişkilendirilmeleri çok önemlidir. Bu nedenle sipariş maliyetleme yöntemi safha maliyetleme yönteminden daha karmaşıktır ve uzman bilgi ve becerisi gerektirir. Planlama ve Kontrol Yöneticilerin kendi sorumluluk alanı içinde işletme faaliyetlerini planlaması ve kontrolu gerekir. Bu süreç bir defalık olmayıp, devamlılığı olan bir süreçtir. İş yapmak ve faaliyetlerde devamlılığı sağlamak, bir anlamda “verimli olabilme” sorunudur. Kâr amacı gütmeyen işletmeler bile varlıklarını sürdürmek ve gelecekteki işlerini yapabilmek için faaliyetlerinden olumlu sonuçları verimli bir şekilde elde etmek zorundadırlar. 124 İşletmelerin üretim hacimleri ve çalışma saatleri ile ilgili değişiklikler, onların verimliliğini, net gelirlerini etkiler. Yöneticiler işletmelerde maliyet, hacim, miktar ve kâr arasındaki karşılıklı ilişkiyi anlamak için yönetim muhasebesinin bir aracı olarak maliyet-hacim-kâr (MHK) analizini kullanırlar. Bu analizde yöneticiler esas olarak aşağıdaki beş unsur arasındaki ilişki ve etkileşimlere odaklanırlar: Ürünlerin fiyatı Faaliyet hacmi, miktarı Birim başına değişken maliyetler, Toplam sabit maliyetler ve Satılan ürünlerin bileşimi. Yöneticiler MHK analizini kullanarak, iş planlaması ve kararların alınması açısından yaşamsal öneme sahip maliyetler, hacim ve kâr arasındaki ilişkiyi anlayabilirler. Başabaş noktası analizi maliyet-hacim-kâr (MHK) analizindeki önemli unsurlardan biridir. Bu analizde işletmeler, para kaybetmeden katlanabilecekleri toplam maliyetler ile üretim miktarı arasındaki ilişkileri incelerler. Başabaş noktası olarak adlandırılan nokta, işletmenin satış gelirlerinin maliyetlerle örtüştüğü ve onları karşıladığı miktarı gösteren noktadır. Bu noktada faaliyetler sonucu bir zarar veya kâr sözkonusu değildir. İşletmelerde gelir tablosu ve değişken ve sabit maliyetler dikkate alınarak işletme açısından sıfır kâr noktasını gösteren başabaş noktası hesaplanabilir. Başabaş Noktası Çalışması Örneği: Bir gelir tablosunda yer alan giderleri değişken ve sabit maliyetler olarak ayırarak, başabaş noktasını aşağıdaki gibi hesaplayabiliriz. Başabaş noktası başabaş noktası tablosunda gösterilebilir. Tabloda dikey eksen TL tutarı, yatay eksen ürün miktarını gösterir. Bir başabaş noktası tablosu hazırlarken atılacak adımlar aşağıdadır: (Şekil. 8-10) 1. 35.000 TL seviyesinde miktar eksenine paralel bir sabit giderler çizgisi çizilir. 2. 500 birimlik bir satışın toplam gideri 110.000 TLdir(75.000 + 35.000). Tabloda bu nokta işaretlenir. 3. İşaretlenen noktadan sabit giderler çizgisinin TL tutar ekseniyle buluştuğu noktaya bir çizgi (toplam gider çizgisi) çizilir. 4. 500 birimlik bir satış hacminin toplam getirisi 125.000’dir. Tabloda bu nokta işaretlenir. 125 5. Ardından, bu noktadan yatay ve dikey eksenlerin buluştuğu noktaya bir çizgi (toplam satış geliri çizgisi) çizilir. 6. Toplam satış geliri ve toplam gider çizgilerinin kesiştiği yer, yani 350 birim, başa baş noktasıdır. Enflasyon Muhasebesi Enflasyon muhasebesi, enflasyon baskısı altında olan ülkelerde, enflasyonun etkilerini göz önüne almaya ve bunu işletmenin finansal işlemlerine ve tablolarına yansıtmaya çalışarak doğru analiz yapılmasına yarımcı olan bir muhasebe sistemidir. Finansal işlemlerin kayıtları ve analizleri, paranın alım gücünde zaman içinde gerçekleşen olumsuz değişimleri göz önüne alacak bir biçimde yapılır. İşletmeler genellikle geleneksel maliyet muhasebesi yöntemlerini kullanırlar. Daha önce belirtildiği gibi bu sistemde hesaplar, fiili harcama ve tahsilatlarla ilgili yevmiye ve büyük defter kayıtlarından alınır. Binalar, makine ve teçhizatlar gibi duran varlıklar finansal tablolara fiili (amortismanı düşülmüş) bedelleriyle kaydedilir. Ancak fiyatların hızla yükseldiği bir yüksek enflasyon döneminde, bu varlıkların yenileme maliyetlerinin, varlıkların kayıtlı bedellerinden daha yüksek olması olasıdır. Halbuki geleneksel maliyet muhasebesinde amortisman uygulamaları, enflasyon artışı sonucu olası gerçek maliyetleri olduğundan az, dolayısı ile kârları olduğundan fazla gösterebilir. Bu durumda, ilerleyen zaman içinde işletmenin sermayesinin gerçek anlamda korunamadığı, ‘hayali’ kârların kâr payı ve vergi ödemesi olarak dağıtıldığı bir duruma yol açabilir. Yüksek ve kalıcı enflasyon yaşanan ekonomilerde bu durum, bir süre sonra, işletmeler için bir sorun oluşturur ve yeni varlıkların finansmanında kullanılabilecek sermayenin değerini azaltır. Yüksek enflasyon yaşanan ülkelerde, bu durumun işletmelere ve muhasebe sistemine verdiği zararları gidermek için çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Geleneksel maliyet muhasebesi düzenini devam ettiren, fakat hesapları mutlak para birimi yerine perakende fiyat endeksi kullanarak ‘satın alma birimi’ itibariyle açıklayan yöntem bunlardan biridir. Nakit akış muhasebesi de bir başka yöntemdir. Burada da hesaplar geleneksel ‘tahakkuk’ esasından çok ‘nakit’ esasına göre hazırlanır. Değer muhasebesinde, işletmenin net varlıkları defter maliyetleri itibariyle değil, ‘cari değerleri’ itibariyle ölçülür. Yeniden değerleme yönteminin başka bir biçimi de varlıkları geleneksel maliyetler yerine ‘cari maliyetlerle’ yeniden değerlemeyi içermektedir. İşlet elerde Üreti Yö eti i Üretim Yönetimi Üretim işlevi genel olarak bir dönüştürme süreci olarak tanımlanır. Bu süreçte hammadde, yarı mamul madde , malzeme, sermaye, insan kaynakları ve emek gibi girdiler, işletmenin mal ve hizmetleri gibi çıktılara dönüştürülür. Üretim faaliyeti farklı 126 şekillerde; bazen fiziksel bir mal olarak(imalat faaliyetlerinde olduğu gibi), bazen konumsal bir değişiklik şeklinde(taşımacılıkta veya depo yönetiminde olduğu gibi), bazen değiş tokuş işlemi sonucunda (perakende faaliyetlerinde olduğu gibi) ve bazen de kazanılan bilgi şeklinde (iletişim, bilişim faaliyetlerinde olduğu gibi) ortaya çıkar. “Üretim” terimi genellikle imalat işletmelerinde bir hammadde veya herhangi bir materyelin imal edilerek mal haline dönüştürülmesi olarak algılanmasına rağmen, her tür işletmede karşılaşılan “hizmet”e yönelik faaliyetleri de kapsamaktadır. Bu nedenle konu uzmanları sadece “üretim” yerine, “üretim/işlemler” kavramını tercih ederek kullanmaktadırlar. Bu bağlamda “üretim yönetimi” de, “üretim/işlemler yönetimi” olarak adlandırılmaktadır. Ancak biz kitabımızın bu ve diğer ilgili bölümlerinde, yaygın şekilde kullanılan, ama hizmetleri de içeren “üretim” terimini tercih ederek kullandığımızı belirtmek isteriz. Üretim faaliyeti bir işletmenin mal ve hizmetlerini ortaya çıkarmak için yapılması gereken en önemli temel faaliyettir . (Şekil. 10-1) Üretim Yönetiminde Başlıca Konu ve Faaliyetler İşletmelerde üretim faaliyetleri veya işlevleri arasında sayılabilecek, üretimle ilgili kişilerin görev ve sorumluluğunda olan başlıca konu e faaliyetler şunlardır: (Şekil. 10-2) Üretim sistemleri ve stratejisinin seçimi ve uygulanması: İşletmenin arzuladığı amaçları gerçekleştirebilmesi için, mal ve hizmetlerini üretirken, hangi üretim sistem ve stratejilerini seçeceği konusu, ilgililerin önemle üzerinde durması gereken konulardandır. Üretim sistem ve stratejisi üst yönetim organlarınca belirlenen işletmenin kurumsal stratejilerini desteklemeli ve onların gerçekleştirilmesinde yardımcı olmalıdır. Kalite güvencesi: İşletmede mal ve hizmetlerin nasıl ve hangi beklentilere göre üretileceği, kalite düzeyi ile ilgilidir. Üretimle ilgili tüm faaliyetlerde yöneticiler, müşteri beklentilerini karşılayacak ve onları tatmin edebilecek kalite hususlarına odaklanmak zorundadırlar. Ürün ve hizmetlerin tasarlanması: Ürün tasarımı, üretim sürecinin başlangıç noktasıdır. Müşterilerin taleplerini ve beklentilerini tatminkar bir şekilde karşılayabilecek mal ve hizmetler üretim bölümü tarafından tasarlanır. Mal ve hizmetler sipariş üzerine (müşterinin verdiği özel talimatlar ve koşullar doğrultusunda), stok için (standart müşteri talepleri doğrultusunda) ve standart üretimde farklılık (müşterinin özel beklentilerini karşılayacak farklılıkların standart üretime ilavesi ile) olarak değişik şekillerde tasarlanabilir. Üretim sürecinin planlanması: Bu aşama, ürün ve hizmet tasarımından sonraki süreçtir. Bu süreçte kabul edilen tasarıma dayalı bir fiziksel çıktının nasıl, hangi yöntemlerle, ne zaman üretileceği belirlenir. İşyeri düzenlemesi: Üretim sürecinde ürün veya hizmetlerin mümkün olduğunca verimli üretilmesi için, yararlanılacak veya kullanılacak işyerinin fiziksel olarak hazırlanması ve düzenlenmesi gerekir. İşyeri düzenlemesi üretim yönetiminde dikkate alınması gerekli önemli konulardan biridir. İş’lerin ve çalışmanın tasarlanması: İşletmede, yapılacak iş’lerin(görevlerin) öncelikle tasarlanması ve belirlenmesi gerekir. Üretim süreci de tasarlanan bu iş’lere göre düzenlenmelidir. 127 Tedarik zinciri yönetimi: Üretilen ürünler için, tedarikçiden müşterilere kadar tüm süreçlerle ilgili girdileri, tesisleri, işlevleri ve faaliyetleri içeren unsurların toplamı tedarik zinciri olarak tanımlanır. Girdilerin, tedarikçilerin belirlenmesi ve seçimi, ürünlerin tüketicilere eriştirilmesine kadar olan zincirdeki tüm faaliyetlerin uyumlu bir şekilde yönetimi üretim müdürlerinin başlıca işlerindendir. Stok yönetimi, maliyet etkinliğini, ve verimliliği gözeterek müşteri veya imalat bölümlerinin mal ve hammadde taleplerini karşılamak için uygun miktarda stok bulundurma, üretim yöneticilerinin önemli faaliyetleri arasındadır. Üretim planlama ve programlama: Üretimle ilgili yöneticiler müşteri taleplerinin uygun zaman ve yerde karşılanması için üretim süreçlerinin her aşamasının planlamasını yapmak zorundadırlar. Aşağıdaki paragraflarda üretim yönetiminin yukarıda belirtilen başlıca faaliyetlerinden bazıları açıklanacaktır. Bir Üretim Faaliyeti: Üretim Sistem ve Stratejileri Süreçler, üretim yönetiminin temelidir, ve işletmede kullanılan çeşitli girdileri, ürün halinde çıktılara dönüştüren eylemlerden oluşur. Bu nedenle, üretimle ilgili eylemler/süreçler “dönüştürme” faaliyetleri olarak da tanımlanabilir. Üretim/Süreç stratejisi, bir işletmenin fiziksel mal ve hizmet üretiminde, üretim aşamalarındaki katılımı ile ilgili genel yaklaşımını ifade eder. Bu bağlamda işletmenin üretim stratejisi, sermaye yoğunluğunu (üretimde kullanılan emek ve sermaye bileşimini), dikey bütünleşmesini (işletmelerin girdi-çıktı dönüştürme süreci faaliyetlerine bağımsız ve doğrudan katılımını ), ve müşteri katılımını (üretim sürecinde müşterinin rolü ve katılımını) da gösterir. Üretimde, miktar veya akışa göre dört tür sistemin varlığından söz edebiliriz.: Bunlar proje üretimi, siparişe göre) üretim, parti üretimi, seri üretim ve sürekli üretimdir. Proje Üretimi: Projeler müşterilere özel, özgün ve bir defaya mahsus üretimi temsil eder. Bu tür bir süreçte müşterinin üretim sürecinin her safhasına katılımı çok yüksektir. Müşteri kendi taleplerine uygun özellikte bir mal’ı(proje) sipariş eder ve imalatçı bu bir defaya mahsus özgün siparişi üretir. Proje örnekleri arasında uçak veya gemi inşası, köprü inşaatları, bir konser veya serginin planlanması sayılabilir. (Şekil. 10-3) Siparişe göre Üretim: Proje üretimine benzer. Bu tür bir süreçte de müşterinin üretim sürecine katılımı yüksektir. Müşteri kendi taleplerine uygun özellikte mal’ı, zaman , miktar ve kalite açısından sipariş eder ve imalatçı bu malı istenen zaman ve miktarda üretir. Siparişe göre üretimde mal müşterinin arzuladığı zamanlarda tekrar üretilebilir. Parti Üretimi: Bu süreçte çeşitli özellikteki mallar küçük gruplar veya partiler halinde üretilir. Üretim o mal ile ilgili talep durumuna ve müşterinin arzusuna uygun olarak makul miktarlarda üretilir. Gıda ürünleri, çeşitli mobilya imalatı parti üretimi örneklerinden bazılarıdır. (Şekil. 10-4) Seri Üretim: Seri üretim daha büyük miktarlarda ve genellikle standart ürünler üretmekte kullanılır. Benzer ve standart ürünler kitlesel olarak pazara sürülmek üzere devamlı bir şekilde üretilir. Piyasadaki talebe bağlı olarak satışların yüksek 128 olduğu durumlarda üretim miktarı da arttırılır. Talep düştüğünde üretilen mallar stokta tutulur. Seri üretim sisteminin iki alt grubu bulunmaktadır: Akış hattı üretiminde ürün, benzer işlevleri yapabilen makine ve teçhizatların oluşturduğu sıralı bir şekilde oluşturulmuş istasyonları dolaşır ve her bir istasyonda farklı bir kısmı imal edilerek, ortaya çıkar. Montaj hattı üretiminde ürünler birbiri ardına bir hat boyunca dizilmiş makineler ve teçhizatlar arasından geçerken, gerekli parçaların takılması yolu ile tamamlanır. Televizyonlar, otomobiller beyaz eşya grupları, kişisel bilgisayarlar seri üretilen kalemlerin bazı örneklerindendir. Seri üretim imalat ve denetim kolaylığı nedeniyle genellikle verimlidir. Sürekli Üretim: Son derecede otomatikleştirilmiş olan bu üretim sistemi, çok yüksek miktarda, standart, kesintisiz, hacimli, malların üretiminde kullanılır. Üretim genellikle günde yirmi dört saat devam eder. Bu üretim sistemi kâğıt, boya, kimyasallar, çelik, petrol gibi fiziksel birimlerle ifade edilemeyen, süreklilik arz eden ürünlerin üretiminde uygun bir sistemdir. (Şekil. 10-6) Bir Üretim Faaliyeti: Üretim Planlama Üretim planlama bir ürün veya hizmetin, eldeki kaynaklarla, nasıl ve ne zaman üretileceğini belirler. Bu aşamada, tasarımı yapılan ürünün üretiminin nasıl, ne zaman ve ne şekilde yapılacağı hususu, talimat ve prosedürlere dönüşür. Üretim planlamada bazı önemli hususların göz önüne alınması gerekli hususlar aşağıda belirtilmektedir: Ürünün ne kadarının imal edileceği veya hangi kısımlarının dışardan alınacağı hususunda imal etme veya satın alma kararlarının yöneticiler tarafından verilmesi gerekir. Bir ürünü oluşturan tüm bileşenler(parçalar) işletme içinde üretilebilir, veya kısmen üretilebilir. Kısmen üretim durumunda, üretilmeyen parçalar bir tedarikçiden satın alınır. Yöneticiler ürünün olası maliyetlerini, tesisin kapasitesini, kaliteyi, zaman kısıtını, güvenilirlik ve uzmanlık gibi önemli faktörleri değerlendirerek, ürünün bütününün veya bazı parçalarının işletme içinde üretilmesi ve diğer parçaların tedarikçilerden temin edilmesi konusunda karar vermek zorundadırlar. Özel makine seçimi bir işletmede üretim alanında verilmesi gereken önemli kararlardan biridir. Makine ve teçhizatlar üretim sistemine ve stratejilerine uygun olmalıdır. Yöneticiler bu tür teçhizat kararları verirken üretim sistemlerinin yanı sıra kapasiteyi, kaliteyi, maliyetleri ve makine ve teçhizatın kullanım verimliliğini hesaba katarlar. Üretim planları imalat sürecinde yer alan faaliyetleri, aşamaları, özellikleri ve detaylarıyla içeren belgeler dizisidir. Bu belgeler ürün tasarımlarını (detaylı ürün çizimleri), ürün için gereken malzemelerin listesini (malzeme listesi), montaj şemalarını, vb. içerir. Üretim plan içerikleri dolayısı ile oldukça karmaşık olabilmekte ve sorunlar yaratabilmektedir.Ancak günümüzde ilgililerin geleneksel yöntemlerle hazırladıkları üretim planlarının yarattığı sorunlar, yaygın bir biçimde 129 kullanılan bilgisayar destekli üretim planlama sistemleri (BDSP) sayesinde en aza indirilmektedir. Bir Üretim Faaliyeti: İmalat Teknolojileri Kararları İmalat teknolojileri çeşitlidir ve işledikleri malzemeye veya üretimi yapılan ürüne göre seçilerek kullanılırlar. Plastik ve seramik üretiminde preslenerek veya kalıba dökülerek, demir aksamlı üretimde parçalar halinde ve metal parçalar döküm, dövme ve makinede işleme işlemleriyle şekillendirilir, üretilirler. Üretim yöneticilerinin görev ve sorumlu bulunduğu faaliyetler arasında, işletmelerinde uygun imalat teknolojilerini seçmek ve kullanmak da bulunmaktadır. Makine ile işleme süreçleri, üretimin muhtelif düzeylerinde gerçekleştirilen geleneksel ve iyi bilinen bir imalat teknolojisidir. Üretimin yapıldığı makine veya makine gruplarına takım tezgâhı adı verilir. Takım tezgâhları geleneksel ve genel amaçlı teçhizatlar içerir. Robotlar, işin parçalarını veya araçlarını belirli bir hat boyunca veya sistem dahilinde hareket ettirebilen, montaj yapabilen programlanabilir karmaşık makine sistemleridir. Robotlar genellikle uzun çalışma saatlerinde üretim yapabilir, çevresel koşullardan etkilenmez ve işlerini daha dengeli ve standart prosedürler ve zaman süreci içinde yaparlar. Elektronik olarak kontrol edilebilen sayısal ve/veya bilgisayar kontrollü makineler (SKM/BKM) mal ve hizmet üretiminde çok sık olarak kullanılırlar. Bu tür makinelerin kendi mikro bilgiişlemcileri ve ilgili tüm programları saklayabilecek hafızaları üretimin aksamalara mahal vermeden planlandığı şekilde yapılmasını sağlar. Bağımsız ve otomatik olarak malzeme işleme ve üretim yapma sistemine sahip SKM ve BKM makineler, işletmelerde esnek bir şekilde imalat yapılabilinmesine olanak verirler. Esnek imalat sistemleri (EİS) otomatik bir malzeme işleme veya üretme sistemine bağlı programlanabilir çeşitli makinelerden oluşan ve ortak bir bilgisayar ağı tarafından kontrol edilerek üretimin yapıldığı sistemlerdir. Bu sistemler bilgisayar destekli üretim sistemlerinin (BDÜ) olarak bilinen ileri teknolojili üretim sistemleri olarak yaygın bir şekilde üretimde kullanılmaktadır. Bir Üretim Faaliyeti: İşyeri Düzenleme İşyeri düzenleme bir tesisin, işletmenin fiziksel bir şekilde organizasyonu, ya da yapılandırılması ile ilgilidir. Makinelerin, bölümlerin, iş istasyonlarının, mamul, yarı mamul veya hammadde depolarının, büroların, üretim ve hizmet merkezlerinin işletme içindeki düzenlenmesi, başka bir deyişle yerleştirmesi, bu tür çalışmaların içinde yer alır. Çalışmalar sonucunda, işgücü, makine ve teçhizatlar en iyi ve verimli olarak işyerinde yerleştirilmiş olur; malzeme, işgücü ve bilgi akışı kolaylaşır. Başlıca işyeri düzenleme veya yerleşim türleri şunlardır: 130 Sabit konumlu yerleşim: Yaygın bir biçimde kullanılan bu yerleşim türünde, işçiler, makineler ve teçhizat, proje konusu ürünün bulunduğu yere getirilir. Yani ürün sabit ve değişmez bir konumda imal edilir. Gemi yapımı, köprü, otoyol, tünel inşaatları gibi taşınamayacak kadar cesametli, ağır ve büyük projeler sabit konumlu yerleşime uygun bazı projelerdir. (Şekil.10-7) Süreç odaklı yerleşim: Süreç odaklı yerleşimde benzer işlevler yapan ve faaliyetlerde kullanılan makine ve teçhizat, yaptıkları iş’e göre iş istasyonlarında(atölye) bir araya toplanır. İmal edilecek mallar farklı işlevler yapan makine ve teçhizatın ulunduğu iş istasyonları arasında dolaştırılarak üretimi yapılır. Bu yerleşim müşterilerin düşük hacimli ve farklı beklentilerine göre tasarlanan ürünlerin imalatında, başka bir deyişle siparişe göre üretimde kullanılan bir yerleşim tekniğidir. Örnek olarak presleme, kalıp alma ve döküm makinelerinin kendi özel iş istasyonlarında(atölyelerinde) toplanması ile pres atölyesi, kalıp atölyesi, döküm atölyesi arasında ürünler dolaştırılarak ilgili işlemler sonucu üretim yapılır. Süreç odaklı yerleşim yalnızca imalatta değil, banka, kütüphane, klinik ve hastane gibi yerlerde de kullanılan bir yerleştirme türüdür. (Şekil. 10-8) Ürün odaklı yerleşim: Ürün odaklı yerleşimlerde makine ve teçhizatlar, kendilerine ait iş istasyonlarında(atölyelerde) değil, ürün etrafında toplanarak yerleştirilir. Bu yerleşimde ürün atölyeler arasında dolaşmaz, farklı işlevleri yapan makine ve teçhizat ürünün bulunduğu yere gelir. Yani başka bir deyişle, tek bir ürünün imal edildiği atölyede çeşitli işlevleri gerçekleştiren makineler vasıtası ile üretim gerçekleştirilir. Ürün odaklı yerleşimin iki türünden biri fabrikasyon diğeri montaj(bantları) hattıdır. o o Fabrikasyon’a örnek olarak, araba lastiği veya beyaz eşya parçaları üretiminde ilgili ürün atölyesinde belirlenmiş yerlere yerleştirilmiş bir dizi farklı işlevler gerçekleştiren makine ve teçhizat düzenlemesini verebiliriz. Montaj hattı (üretim bandı), ürün atölyesinde belirli bir hat üzerinde, farklı işlevler gören makine ve teçhizatın konumlandırıldığı ardışık iş istasyonları arasında, sıra dahilinde dolaştırılan ürün üzerine konan parçalarla üretimin gerçekleştirildiği bir yerleşim düzenidir. Sürekli üretim yönetimi olarak adlandırdığımız bu tür üretim sisteminde genellikle ürün odaklı yerleşim kullanılır. (Şekil. 10-9) Büro Yerleşimi: İşletmelerde imalat alanları ile bürolar arasında, yerleşim kararları açısından dikkate alınması farklılıklar vardır. Büro yerleşiminde fiziki bir mal imalatı söz konusu değildir. Beyaz yakalı çalışanların hizmet verdiği bürolarda esas olan hizmetin gerektirdiği bilgi ve belge akışının sağlanmasıdır. Büro yerleşiminde çalışanlar ve onların gereksinim duyduğu teçhizatlar, verimli bir hizmet verilebilmesi için çalışma alanlarında gruplandırılarak, konforlu, güvenli, etkin bilgi ve belge akışı hareketi sağlayan bir iş ortamı yaratılmaya çalışılır. (Şekil. 10-10) Perakende satış yerleşimi: Bu yaklaşımda perakende satış merkezlerinde yer alacak ürünlerin yerleşimi, özgün müşteri beklentilerine duyarlı olarak ve onların satınalma davranışlarını etkileyebilecek bir şekilde düzenlenir. Bu yerleşim türü, işletmenin satışları ve kârlılığının, ürünlerin müşterilere sergilenme tarzıyla 131 doğrudan ilişkili olduğu fikrini temel alır. Bu nedenle perakende satış merkezlerinde, yöneticiler yerleşimi, müşterilerin satınalma davranışını güçlendirecek bir şekilde düzenlemeye çalışırlar. (Şekil. 10-11) Depo yerleşimi: Bu yerleşimin amacı mamul, yarı mamul ve hammaddelerin stok edildiği depo alanında, etkin mal dolaşım ve stoklanmasında, işlem maliyetlerinin düşürülmesi ve verimliliğin sağlanmasıdır. Depo için kullanılacak alan, etkin ve güvenli stoklamayı ve zamanında teslimatları gerçekleştirebilecek şekilde düzenlenir ve bu yolla stoklama ve dağıtım maliyetleri en aza indirilmeye gayret edilir. Bir Üretim Faaliyeti: Yer Seçimi İşletmenin üretim ile ilgili faaliyetlerinden bir kısmı potansiyel pazarlara hizmet verilecek yer’in seçilmesini içerir. Başarı, konumlanılmış yer’e fazlasıyla bağlıdır. İmalat veya hizmet üretiminde, konumlanılmış yerin, işletmenin üretim maliyetleri, rekabet durumu, ve satış hacmi üzerinde büyük bir etkiye sahip bulunması nedeni ile, mal ve hizmet fiyatlarını, ve oluşacak kârı son derecede etkilediği görülmektedir. Tüketicilere ve müşterilere, başka bir deyişle pazarlara yakınlık, tedarikçilere yakınlık, hammaddelere yakınlık, üretimle ilgili girdilere ve altyapılara yakınlık, sermaye gereksinimleri, tesis türü ve katlanılacak maliyetler işletmelerin faaliyetleri için uygun yer seçerken dikkate almaları gereken faktörlerden bazılarıdır. Yer seçimine karar verilirken dikkate alınması gereken faktörler üç sınıfta incelenebilir: (Şekil. 10-12) Pazara ilişkin faktörler: Mal ve hizmetlere talebin oluştuğu ve alım satımın yapıldığı yerler, işletmelerin kuruluş yerlerini seçerken dikkate aldığı faktörlerdir. Bu tür yerlerde aynı veya benzer malları üreten rakipler de yer alır. Bazı işletmeler rakiplerinin bulunduğu yerlerde bulunmak isterken, bazıları talep ve alım satımın az hacimli bulunduğu ve dolayısı ile rakiplerin pek itibar etmediği yerleri tercih ederler. Giderler ve erişim kolaylığı: Taşıma giderleri, arsa ve inşaat giderleri, işgücü ve genel üretim giderleri gibi giderler; iş gücü, sermaye, hammadde, yarı mamul gibi üretimde kullanılan girdilere işletmenin kolayca erişerek onları tedarik etmesi hususu, yer seçiminde dikkate alınması gerekli faktörleri arasında yer alır. Örneğin üretim ve faaliyetler için önemli olabilecek enerji giderleri ve erişilebilirliği, su giderleri ve erişilebilirliği, vergiler, yatırım ve bölgesel teşvikleri gibi faktörler yer seçimi kararlarını etkiler. Gayri maddi faktörler: Yer seçimi ile ilgili faktörlerin bazıları parayla ifade edilemezler. Örneğin, işletmenin konumlandırılacağı yer seçilirken, Uluslararası itibar, çevre faktörleri, toplumun işletme veya iş ile ilgili tutumu, iş ile ilgili yasal düzenlemeler, faaliyette bulunulacak yerde yaşam gibi, parayla ifade edilmeyen fakat faktörler dikkate alınır. 132 Bir Üretim Faaliyeti: Tedarik Zinciri Yönetimi Tedarik zinciri yönetimi, işletmede girdilerin ve malzemelerin alınması, nihai ürüne dönüştürülmesi ve bir dağıtım sistemi aracılığıyla müşterilere iletilmesi ile ilgili faaliyetlerin bütünü, olarak tanımlanır. Bu faaliyetler, girdilerin satın alınmasında tedarikçiler, üretim sürecinde çalışanlar, dağıtım ve satış sürecinde dağıtım aracıları, müşteriler, tüketiciler ve bu kişi ve kurumlarla yapılan her türlü ilişkileri içerir. Bu bağlamda tedarik zinciri yönetimi, tedarikçi işletmeleri, taşımacılık işletmelerini, pazarlamaya aracılık eden işletmeleri kapsar; ve krediler ve nakit transferleri, alacaklı ve borçlu hesaplar, depolama, stoklar ve konu ile ilgili bilgi akışı gibi faaliyetlerden oluşur. Tüm bu faaliyetler birbirini takip eden ardışık faaliyetler olup bir zincirin parçası gibidirler. Zincirde bir parçada oluşan eksiklik veya sorun, tüm faaliyetleri ve dolayısı ile mal ve hizmetin kalitesini etkiler. Örneğin, pahalı, bozuk veya kalitesiz girdi ile yapılan, zamanında yerine teslim edilemeyen, ambalajı bozuk olan bir mal, tüketicilerde olumsuz bir imaja sahip olur ve ileride alım satımda sorunlar yaşanabilir. Tedarik zincirinde oluşabilecek kaliteli faaliyetler ise o malın talebini arttırır. Tedarik zinciri sadece büyük işletmelerin dikkate alacağı bir konu değildir. Küçük işletmelerin de bu konulara ilgi göstermesi ve çıkacak sorunları çözmesi gerekir. Bunu ne kadar etkin ve verimli bir biçimde yaparlarsa, o kadar başarılı olurlar. Her tür işletme için önemli olan tedarik zinciri faaliyetleri, bilhassa karmaşık, rekabetçi sektörlerde daha da önem kazanır. (Şekil. 10-13) Tedarik zinciri yönetimi, bazen yanlış bir şekilde, sadece işletmenin mal ve hizmet ulaşımı faaliyetleri ile ilgili hususlar olarak anlaşılmaktadır. Daha önce belirtildiği üzere, ulaşım ve taşımacılık faaliyetleri tedarik zincirinin önemli bileşenleri arasındadır ve girdilerin, mal ve hizmetlerin bir yerden diğer bir yere nakledilmesini sağlar. Bu bağlamda, taşımacılık tedarik zinciri yönetimindeki bağlantı hattıdır. Çok eski dönemlerden günümüze kadar insanların veya mallarının etkin ve verimli bir biçimde taşınması bu faaliyetlerin sonucudur. Taşımacılığın gelişmesi, Uluslararasıboyuta erişmesi, çeşitli dünya ürünlerini rekabetçi fiyatlarla tüm pazarlara ulaştırmış ve toplumların daha iyi yaşamasına, yani refahlarını arttırmaya yardımcı olmuştur. Tedarik zinciri yönetiminde kalitenin arttırılması veya sorunların çözümü, zincir faaliyetlerinin her bir aşamasında çeşitli eylemlerle sağlanır. İşletmeler, zincir faaliyetlerinde yüksek kalite ve maliyet indirimleri aracılığıyla rekabet güçlerini artırmak konusuna son zamanlarda oldukça önem vermektedir. Günümüzün iş dünyası, küreselleşme olguları ve durmadan değişen beklentiler sonucunda oluşan talebi karşılayabilmek için, sadece kendilerinin çabalarının yetmeyeceğini, işletme dışı tedarik zincirinde yer alan tüm işletmelerin de olumlu çabalarının gerektiğini anlamıştır. Bu nedenle etkili bir tedarik zinciri yönetimi gerçekleştirmenin zorunlu bulunduğunu, bunun anahtarının da tedarikçiler, dağıtımcılar, ve zincirde yer alan işletmeler ile “stratejik ortaklıklar” kurarak , zincir faaliyetlerinin sorunsuz ve kaliteli bir şekilde gerçekleştirilmesi olduğu anlaşılmıştır. Küreselleşen pazarlarda tedarik zincirleri: 133 Hammadde, yarı mamul, işgücü, sermaye ve diğer girdilere erişimde, mal ve hizmetlerin dağıtım kanallarında, Uluslararasıişlemlerin sebep olabileceği maliyet artışları, vergiler ve döviz kurlarında görülen ani değişimlere tepki verebilecek esneklikte, Modern Uluslararası bilişim ve ulaşım imkan ve teknolojilerini kullanabilecek düzeyde, Uluslararası işletmecilik ile ilgili faaliyetlerde uzmanlaşan işgücüne sahip, bulunmak, ve bu konularda yetkinliklerini arttırmak zorundadırlar Tedarik Zinciri Stratejileri Satın alınan girdiler konusunda tedarikçilerle, mal ve hizmetlerin dağıtımı konusunda da müşterilerle işletmelerin tedarik zinciri stratejileri geliştirmesi gerekir. Girdilerin sağlanması ve malların dağıtılması konusunda başlıca tedarik zinciri stratejileri aşağıda açıklanmaktadır. Çok sayıda tedarikçiyle/müşteri ile çalışma: Bu durum işletmenin çok sayıdaki tedarikçi/müşteri arasındaki rekabete bağlı olarak düşük fiyatlardan yararlanmasını sağlar. Yaygın biçimde kullanılan, bilinen ve standart ürünler üreten birçok işletme çok sayıda tedarikçi/müşteri hizmetlerinden yararlanmaktadır. Az sayıda tedarikçi/müşteri ile uzun dönemli işbirlikleri ve ortaklıklar kurmak: Bir işletmenin uzun dönemde sürdürülebilir rekabet üstünlüğü elde edebilmesi için, tedarikçi/müşterileri ile istikrarlı işbirliği veya ortaklık ilişkileri kurması gerekir. Bu strateji genellikle büyük bir dikkat ve kalite gerektiren önemli ve özgün projelerde veya siparişe göre parti üretimi yapan işletmeler için yararlıdır. Uzun vadeli işbirliği ve ortaklık ilişkileri, tarafların işlerini en az çatışma ve sorunla tamamlamasını sağlar. Dikey bütünleşme: İşletmeler, tedarikçi işletmeyi devralıp daha önce satın alınan malları üreterek geriye doğru dikey bütünleşme; dağıtım aşamalarını kontrol altında tutmak için de bir dağıtımcı veya komisyoncu işletmeyi devralarak ileriye doğru dikey bütünleşme gerçekleştirerek büyüme stratejileri uygularlar. Bu durumlarda işletme tedarik ve dağıtımda denetimi elinde tutar ve kalite ve sorunlara daha etkili olarak müdahale edebilir. Bazı tedarikçi/müşterilerle destek ve işbirliği : İmalatçılar zincirde yer alan bazı tedarikçileri/müşterileri ile dikey bütünleşme yapmazlar ama onlara finansal ve yönetsel destek sağlarlar. Böylesi durumlarda tedarikçi ile işletme bir koalisyonunun parçası haline gelirler. Bu duruma örnek olarak Japonya’da ‘Keiretsu’ olarak tanınan ve işletmeler arasındaki işbirliğine dayalı modeli gösterebiliriz. Şebeke(Network) ve Sanal tedarikçi/müşterilerin oluşturulması: Gelişmiş bilişim ve iletişim sistemleri sayesinde işletmeler gerektiğinde yararlanılmak üzere, ulusal veya Uluslararasıboyutta işbirliği için network (ağ) kurarlar. Oluşturulmuş networklar aracılığıyla kurulan bu ilişkilerle ürünlerin tasarımında, 134 test edilmesinde, imalatında, dağıtımında vb. yetkin işbirlikleri yapılarak etkinlik ve verimlilik sağlanabilir. Tedarik zinciri kararlarında önemli çelişkiler Yöneticiler tedarik zinciri konularında karar verecekleri zaman bazen çelişki yaratabilecek durumlarla karşılaşırlar. Aşağıda tedarik zinciri yönetimi ile ilgili kararların alınması sırasında karşılaşılabilecek bazı çelişkiler açıklanmaktadır: İşletme düşük stok düzeyleri ile çalışmak ve stok maliyetlerini azaltmak maksadı ile, hızlı ve zamanında ulaşım hizmetlerinin yüksek maliyetlerine katlanabilir, Taşıma sırasında oluşacak hasarlı mal oranını düşürmek ve iadeleri azaltarak verimliliği arttırmak için daha yüksek ambalaj giderlerine katlanabilir, Ürün akışında sorunsuz ve süratli üretimle üretim maliyetlerini azaltmak için daha yüksek malzeme ve üretim teknoloji maliyetlerine katlanabilir, Mal teslim sürelerinin kısalması müşteri tatminini ve dolayısı ile mal satış gelirlerini arttırmak için daha yüksek taşımacılık giderlerine katlanabilir, Düşük maliyet sağlamak için büyük miktarda mal alımları ile satınalma karlılığı arttırılırken daha yüksek stok taşıma maliyetlerine katlanabilir, Satışları arttırmak için perakende noktalarda stok maliyetlerinin artmasına katlanılabilir. Yukarıda çelişkileri gösteren tedarik zinciri örnekleri daha da arttırılabilir. Bu durum tedarik zinciri yönetiminin işletmeler içinde büyük bir dikkat gerektiren dinamik ve karmaşık bir iş olduğunu açıkça göstermektedir. Bu nedenle işletmeler doğru hesaplamalarla en çok yarar /kar sağlayacak şekilde tedarik zincirini oluşturmak ve zincir faaliyetlerini yönetmek zorundadırlar. Bir Üretim Faaliyeti: Stok Yönetimi Stok, bir işletmenin talepleri karşılamak için elinde bulundurduğu, girdi veya malların bütünü olarak tanımlanabilir. Stoklar miktar veya parasal olarak ifade edilirler. Stoklar çeşitli işletmelerde birçok biçimde karşımıza çıkabilir; Pazarda satılacak mamul mallar, İmalata gönderilecek hammaddeler, Satın alınmış yedek parça ve malzemeler, İşlem halindeki (yarı mamul) ürünler, Tamamlayıcı parçalar, Aletler, makine ve teçhizat işletmelerde bulunan stok örneklerinden bazılarıdır. Stok yönetiminin amacı, maliyet etkinliğini, ve verimliliği gözeterek müşteri veya imalat bölümlerinin, mal ve malzeme taleplerini karşılamak için uygun miktarda stok bulundurmaktır. Yani, stokta bulundurulacak mal veya malzeme miktarının tespit edilmesi, sipariş miktarı ve stoklardaki eksiklerin ne zaman tamamlanacağı veya sipariş 135 edileceğini belirleme amacına yöneliktir. İş yaşamı, stok yönetiminin iyi yapılmadığı durumlarda yüksek stokların maliyetleri arttırması, düşük stokların da zamanında mal teslim edilememesi nedeni ile gelirleri azaltması sonucu karşılaşılan başarısızlık örnekleri ile doludur. İşletmelerde stokların neden olduğu veya onunla ilişkili üç temel maliyet vardır: (Şekil.10-14) Stok taşıma maliyetleri işletmenin stoklarında bir mal veya hammaddeyi tutmanın maliyetidir. Bu maliyetler stok düzeyi(stok yapılan mal veya hammadde miktarı) ve malların veya hammaddelerin stokta tutulma süresinin uzunluğuna bağlı olarak değişir. Stok düzeyinin yüksek olması ve malzemelerin uzun süre stokta tutulması genellikle işletmeler için yüksek maliyetle sonuçlanır. Stok sipariş maliyetleri stoklanan mal veya hammaddelerin azalması ve tekrar yenilenmesi için katlanılan maliyetlerdir. Bu maliyetler de işletmelerde ortalama bir stok tutmak için yapılan sipariş sayısına bağlı olarak değişir. Stok eksikliği maliyetleri stokların yetersizliği nedeniyle müşterilerin mal, veya imalat bölümlerinin hammadde taleplerinin geçici veya sürekli olarak karşılanamaması halinde katlanılan maliyetlerdir. Böylesi durumlarda işletmeler müşterilerini kaybederler ve satış hacimleri düşer. İmalat bölümü hammadde temin edemediği için imalat yapamaz. Bu geçici veya sürekli maliyetlere tükenmiş stok maliyetleri de denir. Üretim yöneticileri işletmelerde maliyet etkinliği ve verimliliği göz önüne alarak yeterli stokları bulundurmakla görevli ve sorumludurlar. Maliyet etkinliği ve verimliliğine uygun stok bulundurmak için sorulması gereken iki önemli soru ‘ne kadar sipariş etmeli’ ve ‘ne zaman sipariş etmeli’ sorularıdır. Stok Kontrol Sistemleri Tedarik zinciri boyunca çeşitli noktalardaki belirsizlikler azaltılarak ve doğru analizler yapılmak suretiyle stoklar ciddi miktarda düşürülebilir ve stok taşıma, sipariş ve tükenmiş stoklar nedeni ile katlanılacak maliyetler de en aza indirilebilir. Bu durum etkin stok kontrolleriyle gerçekleştirilebilir. Stok kontrol sistemlerinin iki temel tür; sürekli (sabit sipariş miktarı) stok sistemi ve periyodik (sabit süreler içinde) stok sistemidir. Sürekli (sabit sipariş miktarı) stok sisteminde her mal veya hammadde stok düzeyiyle ilgili sürekli kayıtlar tutulur. Stok düzeyi önceden belirlenmiş bir düzeyin altına düştüğünde (yeniden sipariş noktası) stokun tamamlanması amacıyla o mal veya hammadde kalemi için derhal yeni bir sipariş verilir. Periyodik (sabit süreler içinde) stok sisteminde, stok belirli zaman aralıklarında, örneğin her hafta, her ay, veya her üç ayda bir sayılır. Mevcut stok miktarı belirlendikten sonra, stoku istenen düzeye getirmek için sipariş verilir. 136 Zaman aralıkları bazı mal veya hammadde kalemleri için göreceli olarak kısa veya uzun olabilir. Aynı işletme içinde her iki stok kontrol sistemi de –bazı mal veya hammadde kalemleri için sürekli stok sistemi ve bazıları için periyodik stok sistemi- kullanılabilir. Bazı işletmelerin çok çeşitli ve yüksek miktarda (10.000 veya üzeri) mal veya hammadde stok kalemleri olabilir. Böylesi durumlarda, belirli zamanlarda bile olsa, her kalemi saymak ve incelemek mümkün olamayabilir veya sayma işlemi son derecede uzun zaman alır. ABC sınıflandırma yöntemi (veya değere göre dağılım) bu tür koşullara uygun bir yöntemdir. Bu yöntemde kalemler, değerlerine ve neden oldukları yıllık harcamalara göre gruplara ayrılır ve bu grupların incelenmesi ile stok kontrolleri yapılır. ABC sınıflandırma yönteminde öncelikle en yüksek stok harcamalarını temsil eden kalemler tespit edilir ve stok kontrolünde bu kalemlere daha fazla dikkat gösterilir. Genellikle; Mal veya hammadde kalemlerinin % 10-20’si, stokun parasal değerinin % 6080’ini oluşturur. En yüksek parasal değere sahip kalemlere “A” kalemleri denir ve bunlar yakından kontrol edilir. Mal veya hammadde kalemlerinin % 20-30’u yıllık kullanım maliyetinin yaklaşık aynı oranını (% 20-30) oluşturur. Bunlara “B” kalemleri denir ve “A” kalemleri kadar sık kontrol edilmeleri gerekmez. Mal veya hammadde kalemlerinin % 50-70’si stokların parasal değerinin % 515'ini oluşturabilir. Bunlara “C” kalemleri adı verilir ve çok basit şekilde stok kontrollerinin yapılması yeterlidir. ABC sınıflama yönteminde ilk adım tüm stok kalemlerini yıllık parasal değerlerine göre sıralayarak “A”, “B” veya “C” olarak sınıflandırmaktır. Ardından ikinci adımda yöneticiler her bir kalem grubunun stok düzeyini belirler ve önemlerine göre gerekli dikkati göstererek her kalemin stokunu etkin biçimde yönetirler. Tam Zamanında Tedarik Sistemleri (TZT) Çoğu işletme, tesislerindeki malzemeleri, üretildikten sonra derhal ve topluca sevk etmek suretiyle ilgili mal veya hammadde bölümüne gönderir. İtme sisteminde malzemeler bir sonraki iş istasyonuna zamana ve oradaki stok miktarına ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın taşınır. İngilizcede ve Uluslararasıişletmecilik jargonunda JIT (Just-in-time) olarak adlandırılan “tam zamanında tedarik(TZT)” sisteminde ise, mal veya hammadde kalemlerinin ilgili yerlere gönderimi, yukarıda bahsedilen “sevk” sisteminin tam tersidir. (Şekil. 10-15) Kısa bir ifade ile, tam zamanında tedarik(TZT) sistemi, küçük miktarlardaki mal veya hammadde kalemlerinin, tam olarak kullanılacağı zamanda satın alınması, üretilmesi veya gerekli yerlere gönderilmesidir. Mallara ihtiyacın tam zamanında, yani kullanılacağı zamanda karşılanması, işletmede bu mal veya hammadde kalemlerinin daha düşük seviyede stok yapılmasını; depo alanlarının etkin kullanımını ve makine ve teçhizat ile 137 stok faaliyetlerinde kullanılacak işgücü kullanımında etkinliği sağlar. Bu tür giderlerin azalmasıyla işletmeler stok taşıma ve işlem maliyetlerinde tasarruf elde ederler. TZT doğru mal, hammadde ve malzemeyi, doğru yere, doğru zamanda göndererek daha az stok düzeyi kullanımını etkin olarak gerçekleştirir ve daha düşük maliyetli ürünler üretilmesine yol açar. TZT’nin ardındaki temel kavram çekmedir. Çekme sistemi, bir mal veya hammadde kaleminin, ihtiyaç duyulan yere, ihtiyaç duyulduğu zamanda sevk edilmesini sağlayan bir sistemdir. Sistemde zamanında tedarik için bir iş istasyonundan, diğerine teslimat uyarısı veren sinyaller kullanır. ‘Çekme’ kavramı işletme içinde çeşitli üretim bölümlerinin hammadde talepleri için kullanılabileceği gibi, işletme dışı tedarikçilerden mal tedarikinde de kullanılabilir. (Şekil. 10-16) Küreselleşen ve Uluslararasıişletmecilikte tedarikçiler, üreticiler ve müşteriler arasında israfı yok etmek ve stok maliyetlerini aşağı çekmek için işbirlikleri yapılmaktadır(TZT işbirlikleri). Bu işbirlikleri ile gereksiz ve zamansız sevkiyatlar önlenebilmekte, tesis içindeki veya yoldaki stoklar azaltılabilmekte, stok depolama alanlarında etkin kullanım gerçekleşebilmekte ve tüm bu durumlar maliyetleri düşürmekte yardımcı olabilmektedir. Japonca ‘kart’ anlamına gelen kanban, TZT sistemini esas alan ve işletme içi iş istasyonları arasında etkin ve verimli bir şekilde malzeme akış uygulamasıdır. Japon imalatçılar fabrikalarındaki belirli iş istasyonlarında stok düzeyini azaltmak için kullanılan bu sistemde, iş istasyonu malzeme ihtiyacı olduğunda ‘kanban’ adı verilen bir kart’ı(malzeme ihtiyaç kartı) malzeme taşıyan arabaya koyarak gönderir. Bu kart kendisine malzeme getirilmesi için, tedarikçi bölüme verilen bir yetkiyi ifade eder. Bu yetki olmadan-veya kanban kartı olmadan- malzeme gönderimi yapılamaz. Kanban ile bir iş istasyonundan alınan malzemeler o malzemeye ihtiyaç duyulan iş istasyonuna çekilir. Bazı fabrikalarda kartların yerine, yine malzeme ihtiyacını belirten “bayrak”lar kullanılır. Bazen istasyondaki “malzeme yerinin boş olması ihtiyacı göstermeye yeterlidir. Tüm bu değişik sinyallerle zamanında tedariki esas alan yöntemler kanban olarak adlandırılmaktadır. Bir Üretim Faaliyeti: Kapasite Planlaması Kapasite, genellikle üretimin bir oranı, veya belirli bir süre içinde yapılan üretimin miktarı olarak tanımlanır. Üretim yöneticileri kapasiteyi ölçmek için üretimi yapılan miktarı ve üretimde geçen zamanı dikkate alırlar. Kapasite planlaması üretim konusunda müşteri taleplerinin belirlenen zaman ve miktarda karşılanabilmesi için bir dizi faaliyet ve kaynağın belirlenmesi ve hedeflenen sonuçlara göre düzenlenmesini içerir. Kapasitenin ne zaman ve ne kadar artırılacağı, işletme açısından yaşamsal öneme sahiptir. Aşırı kapasite işletmelerde üretilen ürün miktarının pazardaki talep durumu gösterir. Bu durum olumsuz bir şekilde işletmenin kaynaklarını üretim yapılarak verimsizliğe neden olur. Diğer yandan yetersiz işletmelerde üretilen ürün miktarının bu ürünler için pazarda oluşan talebi miktarını aştığı tüketir ve boşa kapasite ise, karşılayamadığı 138 bir durumdur. Yetersiz kapasite bulunan bir işletmede müşteri talepleri karşılanamaz ve uzun dönemde müşteri kaybına yol açılarak işletmenin büyümesi engellenir. (Şekil.10-17) Kapasite planlaması uzun vadeli bir stratejik karardır ve işyeri düzenlenmesi, kuruluş yeri ve iş süreçlerinin uygun bir şekilde tasarlanması gibi ilgili hususlar dikkate alınarak yapılacak çok boyutlu tesis planlamasını içerir. İşletmelerde kapasite planlanması sürecinde zamanlama ile ilgili üç temel strateji şunlardır: (Şekil. 10-18) Talep odaklı kapasite stratejisinde yöneticiler kapasiteyi, talebin büyümesi ile ilgili beklentileri dikkate alarak, talebin gerçekleşmesinden önce planlarlar ve talep gerçekleştiğinde üretimlerini kolayca arttırabilirler.Bu durumda görüleceği üzere kapasite, talep gerçekleşmesinden önce arttırılır. Üretim odaklı kapasite stratejisinde kapasite, talep gerçekleştikten sonra sonra artırılır, ve talebe uygun üretim yapılır. Doğal olarak bu durumda kapasite, talebi takip eder. Ortalama kapasite stratejisinde kapasite, beklenen ortalama taleple örtüşecek şekilde planlanır. İşletmelerde, yeni tesisler inşa ederek veya yeni makine ve teçhizat satın alarak, kısa veya orta vadede, kapasiteyi artırmak; veya tersine durumlarda tesis, makine ve teçhizat sataraktan kapasiteyi azaltmak sözkonusu olamaz. Yukarıda belirttiğimiz gibi kapasite planlaması uzun dönem için planlanan bir faaliyettir. Bu nedenle işletmeler kısa veya orta vadedeki talep dalgalanmalarını karşılayabilmek için; o o o o Çalışma saatlerini artırıp azaltarak, Belirli bir süre için geçici işçi istihdam ederek veya işçileri işten çıkartarak, İlave vardiya koyarak, İşlerini başka işletmelere yaptırmak için taşeronlarla anlaşmalar yaparak çıktı/ürünlerinin miktarını veya zamanlamasını ayarlayabilirler. Dikkat edileceği üzere talep araştırmaları, kapasite planlanması konularında çok önemlidir. Etkili bir talep araştırması için; uygun bilgi ve verilerin toplanması, talep tahmin süresi veya zamanının doğru olarak belirlenmesi, uygun bir tahmin yönteminin seçilmesi ve tahmin sonuçlarının geçerliliğinin araştırılması gerekir. Talep araştırması için uygun yöntemler arasında; Deneyimlere ve sezgilere dayanarak, Ekonomik göstergeler temel alınarak, İstatistik yöntemler kullanılarak, yapılan yöntemleri sayabiliriz. 139 Bir Üretim Faaliyeti: Materyel Gereksinimleri Planlaması (MGP) Malzeme veya yaygın olarak kullanılan adı ile, materyel gereksinimleri planlaması (MGP) üretimde kullanılan parçalar veya hammaddeler için, zaman temelli bir tedarik planlamasıdır. Değişik tür ürünler üreten işletmelerde gerekli malzeme gereksinimlerinin zamanında tedariki konusunda bu yöntem çok kullanılan bir tekniktir. MGP sistemini uygulamak için bazı unsurları bilmek ve incelemek gerekir.MGP uygulamasının temel girdileri olarak adlandırabileceğimiz bu unsurlar; ana üretim programları, stok durumu kayıtları ve ürün yapısıdır. Ana üretim programıişletmenin genel bir üretim planıdır. Stok durumu kayıtlarıstoktaki tüm kalemlerin mevcut bulunup bulunmadığı durumunu gösterir. Ürün yapısı, ürünün gerçekleştirilmesinde/üretiminde, hammaddelerin, yarı mamul ve diğer malzemelerin hangi sırayla imal veya monte edildiğini gösteren bir diagramdır. MGP sisteminin uygulanması ile elde edeceğimiz sonuçlar, yani çıktılar ise, satın alma ve iş emirlerini içeren talimatlardır. Satın alma emirlerisatın alınacak hammadde ve parça miktarları ve bunların ne zaman alınacağını içerir. İş emirleriise ürünün üretimi süresinde kullanılacak malzeme miktarlarını ve iş istasyonlarına teslimat tarihlerini içerir. MGP sistemi bilgisayar teknolojisiyle ortaya çıkmış ve bilişim ve iletişim teknolojileri geliştikçe kullanımları artmıştır. Son yıllarda büyük imalat işletmelerinde veri toplama ve çeşitli unsur planlamalarında bu teknikten yaygı olarak yararlanılmaktadır. Materyel gereksinim planlaması (MGP) yöntemi, işletmelerde üretim kaynak planlaması(ÜKP)na da öncülük etmiştir. ÜKP bir imalat işletmesinin tüm kaynakları bir arada ve ahenkli bir şekilde düzenlemeyi amaçlar. İlk aşamadaki ÜKP uygulamalarında, kapasite durumları, malzeme sevkiyatları, ekipman değişiklikleri, iş tasarımı ve nakit akışlarını planlamak için ana üretim programlarından yararlanılmaktaydı. Günümüzde ÜKP sistemleri, kullanım alanlarını daha da genişletmiş ve yukarıda sayılanlara ilave olarak tamir bakım planlaması, kalite konuları, iletme dışı faaliyetler ve garanti konuları, pazarlama desteği ve diğer çeşitli teknik konuları da içermektedir. MGP/ÜKP nin dar bir bağlamda, işletmelerde malzeme ve kaynaklar için doğru programları ve planları hazırlama ve uygulamada yararlı olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bunun ötesinde, geniş bir bakış açısı ile, MGP/ÜKP nin işletmelerde; Tüm iş’lerin zamanında tamamlanmasını sağlaması, Stok düzeylerini düşürmesi, Kapasite ve diğer faaliyet konularında gereksinimlerin planlanması için veri sağlaması, Doğrudan işgücü verimliliğini artırması, Destek faaliyetlerde üretkenliği artırması, İşletmenin bütünü açısından ahenk ve uyumun gerçekleştirilmesinde yarar sağlaması, 140 gibi yararlar sağladığını da söyleyebiliriz. Bir Üretim Faaliyeti: Proje Yönetimi Proje’yi belirli bir süre zarfında bir hedefe, sonuca ulaşmak için tamamlanması gereken, kısmen sıraya sokulmuş, birbiriyle ilişkili bir iş/faaliyetler dizisi olarak tanımlayabiliriz. Daha önce de belirtildiği üzere proje, tek ve özgün bir iş’i/üretimi temsil eder ve kesin bir başlama ve bitiş tarihi vardır. Proje yönetiminin amacı bir projeyi(iş’i/üretimi) mümkün olduğunca çabuk(en kısa sürede), mümkün olduğunca ucuz(en düşük maliyetli), ya da her ikisini gerçekleştirecek şekilde tamamlamaktır. Projeler genellikle bir kerelik iş’lerdir. Bazen benzer projeler küçük değişikliklerle tekrar uygulanabilir ama bu durum çok sık olarak görülen bir şey değildir. Örneğin, bir gemi veya uçak yapımı, bazen küçük farklılıklarla benzer projeler şeklinde, farklı müşteriler için uygulanabilmektedir. Kitabımızın önceki bölümlerinde açıklanan, çalışanların oluşturduğu takımlar vasıtası ile işlerin görülmesi, projelerde genellikle en yaygın olarak kullanılan uygun bir yapıdır. Farklı deneyim, uzmanlık ve becerilere sahip çalışanlar, bir projeyi tamamlamak için bir araya getirilirler ve takım oluşturarak çalışırlar. Takım üyeleri, projeye tam zamanlı veya yarı zamanlı olarak da katılabilir. İş bittikten, proje tamamlandıktan sonra, takım üyeleri, kendi eski düzenlerine geri dönerler. Matris yapılandırma daprojeler için uygun diğer bir yapıdır. Farklı işlevsel bölümlerden deneyimli ve uzman kişiler, kendi bölümleri dışında oluşturulan proje’nin sorumlusu olan yöneticiye bağlanırlar. Projenin tamamlanmasından sonra, onlar da yine kendi işlevsel bölümlerine geri dönerler. Proje yöneticisi projeyi yöneten ve işin tamamlanmasından bütünüyle sorumlu olan kişidir. Proje yönetiminde iki farklı aşama bulunmaktadır: Proje planlaması hedefleri, işi ve süreyi tanımlamakla başlar. Bu tanımda, projedeki faaliyetlerin hangi sırayla gerçekleştirileceği yer alır. Proje planlama sürecinde yer alan bazı unsurlar şunlardır: (Şekil. 10-19) Proje hedeflerinin tanımlanması Faaliyetlerin belirlenmesi İlişkilerinin oluşturulması Faaliyetlerle ilgili zamanlama ve süre tahminlerinin yapılması Projenin bitiş tarihinin belirlenmesi Proje program hedeflerinin karşılaştırılması Hedeflere ulaşmak için gerekli kaynakların belirlenmesi. Planlama tamamlandıktan ve projedeki faaliyetler başlatıldıktan sonra, proje yönetimi projenin içerdiği işin her aşamada denetlenmesine odaklanır. Proje denetimi, pojedeki tüm faaliyetlerin uygun bir sırayla, zamanında tamamlanıp tamamlanmadığının belirlenmesi, gerekirse düzeltmelerin yapılması ile ilgili çalışmaları içerir. Kaynakların denetlenmesi için proje, paketler veya 141 parçalar halinde unsurlarına ayrılır. Bir projede önemli olan en yaygın biçimde izlenen kaynaklar zaman ve maliyettir. Gantt çizelgesi,projeyle ilgili işlerin önceden planlanan sürede ilerlemesini izlemeye yarayan geleneksel bir yöntemdir. (Şekil. 10-20) Aşağıdaki şekilde faaliyet aşamaları şöyle ifade edilebilir: İçinde bulunulan tarih Mart sonudur. Sipariş 1: İş/faaliyet Ocak ortasında başlamış olup, Haziran sonuna doğru bitmesi planlanmıştır. Bu tarihe kadar bir gecikme sözkonusu olmamıştır. Ağustos ayı hazırlık için boş bırakılmış bir aydır. Sipariş 2: Ocak ortasında başlamış olup, Ağustos sonuna doğru bitirilmesi planlanmıştır. Ancak bu tarihte 1 aylık bir gecikme görülmektedir. Sipariş 3: İş/Faaliyet Temmuz ortasında başlayacak ve Ağustos sonunda bitirilecek olup, henüz faaliyetler başlamamıştır. Sipariş 4: İş Ocak ayı başında başlamış olup Nisan ortasında bitirilecektir. Ancak işler son derecede gecikmiş olup daha Şubat ayı ortalarında tamamlanması beklenen işler tamamlanmamıştır. Sipariş 5: Faaliyetler Haziran ortasında başlayacak ve Ağustos sonunda tamamlanacaktır. Sipariş 6: İşler Mart ortasında başlamış olup çok hızlı ilerlemiştir. Haziran sonunda tamamlanması gereken işler bugün itibarı ile bitirilmiştir. Ağustos başında bitirilmesi planlanan projenin çoğunluğu tamamlanmış durumdadır. Proje sürecinde yer alan faaliyetlerin yapılması sırasında ortaya çıkabilecek aksaklıkları, belirsizlik durumlarını da dikkate alarak, giderme ve en uygun çözümü sağlamaya yönelik bir planlama tekniği olan PDİT (Program Değerlendirme ve İnceleme Teknikleri – PERT) çeşitli işletmelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. PDİT projenin tüm yönlerini, faaliyetlerini koordine ederek, ortaya çıkabilecek aksaklıkları ve gecikmeleri en aza indirmeye çalışır. Bu teknikte , aralarında başlama ve bitiş süresi açısından bağımlılık bulunan işler belirlenir. Belirlenen her iş/faaliyetin tamamlanma süresi ve projdeki aşaması da bir diyagram halinde çizilir. Tamamlanması en uzun sürecek olan faaliyetKritik yol- tanımlanır. Kritik yol olarak tanımlanan en uzun süreli faaliyette çalışan işgücü, makine ve malzeme planlaması ve görevlendirilmesi öncelikle yapılır. Diğer bağımlı veya bağlantılı faaliyetler de kritik yol faaliyeti ile uyumlu olarak yerine getirilir. Bu teknikte gelişmiş bilişim ve yazılım programlarından yararlanılarak iş ve faaliyetlerin süresi içinde bitirilmesi gerçekleştirilmektedir. İşlet elerde Pazarla a Yö eti i 142 Pazarlama Pazarlamanın tüm işletmeler için önemli ve gerekli bir işlev olduğu herkesçe bilinir ve kabul edilir. Bu işlev, müşteri ihtiyaçlarını karşılayan mal ve hizmetlerin, uygun tasarım, fiyat, dağıtım ve tanıtımını içeren bir işlev olup, her işletme için yaşamsal öneme sahiptir. Mal ve hizmet üreticilerinin tüm faaliyetleri sonucunda üretilen ürünler önünde sonunda pazarlama faaliyetleri yolu ile tüketici ile buluşabilmektedir. Ayrıca, pazarlama ve kapsadığı konular, toplumda üretici, tedarikçi, müşteri veya tüketici konumundaki herkesi ilgilendirmekte ve etkilemektedir. Küreselleşen pazarlarda, yeni teknolojiler, arayışlar ve buluşlarla birlikte, tüketiciler ve müşteriler, kaliteli ürünleri istedikleri zamanda ve yerde, daha uygun fiyatlarla satınalmak eğilimindedirler. Pazarlama ile ilgili yöneticiler, tüm bu gelişmeler karşısında, tüketici ve müşteri gereksinim ve beklentilerini iyi tanımlayarak uygun girişim ve açılımlar yapmak durumundadır. Aksi takdirde tüketici de müşteri de kaybedilecek ve talepler rakiplere yönlenecektir. Müşterilerimiz kim; hangi ürün ve hizmetleri üretmeliyiz; ürünlerimizi nerede satışa arz etsek, hangi fiyatları koysak, ürünleri nasıl dağıtsak?... gibi pazarlamaya ilişkin konular işadamlarının temel kaygılarından bazılarıdır. Bu faaliyet ve kaygılar iş yaşamındaki, tedarikçi, üretici, toptancı veya perakendeci konumunda bulunan istisnasız tüm işletmelerde mevcuttur. Diğer yandan toplumda bulunan her birey ya da kurum günlük yaşamını sürdürürken tüketici olarak, pazarlama uygulamalarının hedef oyuncusu olarak yer alır. Ne almalı; nereden alışveriş yapmalı; fiyatlar, teslimat şart ve koşulları uygun ve çekici mi?... gibi konular tüketicilerin başlıca gündelik kaygıları arasında yer alır. Pazarlama süreci, alışveriş süreci ile sonuçlanacak bir ürün ile ilgili müşteri ve tüketici talep ve beklentilerini öngörme, yönetme ve karşılamaya ilişkin tüm faaliyetleri kapsar. Bu tür faaliyetler arasında çevre analizi, pazarlama araştırmaları, tüketici ve müşteri davranışları, ürün tasarımı, dağıtımı, tanıtımı ve fiyatının belirlenmesi çalışmaları yer alır. Pazarlama, geleneksel olarak, bir alışveriş süreci içinde yer alan, müşteri veya tüketici gereksinim ve beklentilerini belirlemeye ve karşılamaya yönelik tüm faaliyetler olarak tanımlanabilir. Bu geleneksel tanımdaki iki temel unsur şunlardır: Birinci unsur müşteri ve tüketicilerdir. Bunlar ürünlerinpotansiyel alıcısı ve kullanıcısı olan birey veya kurumlardır. Müşteriler aynı zamanda tüketici olabildikleri gibi, tüketici olmayıp ürünleri yeniden satma niyetiyle satın alan birey veya kurumlar da olabilir. İkinci unsur, alışveriş sürecidir. Bu süreç satıcı ile alıcının, bir değer karşılığında mal veya hizmet takası yaptığı dinamik bir süreçtir. Pazarlamanın yukarıdaki tanımı yalnızca iktisadi mal ve hizmet takasını kapsamaz. Bu tanım aynı zamanda insanları, işletmeleri, yerleri, tutum ve davranışları ve fikirleri de kapsar. Çok daha kapsamlı ve çağdaş olarak pazarlamayı, bireysel ve kurumsal beklenti ve gereksinimleri karşılayabilmek için gerekli olan mal ve hizmet alışverişlerini 143 gerçekleştirmek amacı ile ürünlerin tasarımı, fiyatlandırılması, tanıtımı ve dağıtımı ile ilgili tüm faaliyetlerin planlanması ve uygulanması, olarak tanımlayabiliriz. Bir başka şekilde, öz bir ifade ile pazarlamanın tanımını, alışveriş süreci aracılığıyla müşteri beklentilerinin/taleplerinin fark edilmesi, gerçekleştirilmesi ve karşılanması, olarak yapabiliriz. “Pazarlama”, kavram olarak “satış” tan daha farklı bir anlama sahiptir. Bu iki kavram birbirine karıştırılmamalıdır. Satış kavramı işletmenin mevcut ürünlerinin kârlı bir şekilde bir bedel karşılığında müşterilere devredilmesini gerçekleştirmek için yapılacak tanıtım ve alışveriş çalışmalarını içerir. Satış kavramı bu anlamda içeriden-dışarıya bir perspektife sahiptir. Yani mevcut ürünün müşteriye satılması perspektifi ile hareket eder. Bu kavramı benimseyen işletmeler esas olarak pazarın istediklerini yapmaktan çok, sahip oldukları ürünleri müşterilerine nasıl ve ne şekilde satabileceklerini planlar ve uygularlar. Bu nedenle de genellikle tanıtım ve satış çalışmalarına odaklanırlar. Pazarlama kavramı ise tam tersine dışarıdan-içeriye bir perspektife sahiptir. Burada esas olan işletmenin mevcut ürünü ve bunun satışı olmayıp, müşteri ve tüketicilerin farklı beklentileridir. İşletme, müşteri ve tüketici tatminine dayalı iyi tanımlanmış bir pazarda, tatmini karşılayacak mal ve hizmete odaklanır, ürünün tasarımını yapar, fiyatlandırır, tanıtım ve dağıtımını yaparak alış verişi gerçekleştirecek tüm faaliyetleri koordine eder. Bu faaliyetlerin tümü pazarlama faaliyetleri olarak tanımlanır. Daha başka bir ifade ile, pazarlama kavramını benimseyen işletmeler, müşterilerinin gereksinim duyduğu ürünleri üretirler. Temel amaçları hedef pazarın ihtiyaç ve isteklerini tespit etmek ve bunları rakiplerinden daha etkin ve verimli bir biçimde karşılamaktır. Bu yol ile müşterilerle uzun vadeli alışveriş ilişkileri kurulur ve karlı bir şekilde, işletme pazarda rekabet üstünlüğü sağlayarak yaşamını devam ettirir. Pazarlama Planlaması Önceki bölümlerde bir yönetim işlevi olan planlamayı, gelecekteki çevresel koşulları inceleyerek işletmenin hedeflerinin, ve bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak yol ve faaliyetlerin belirlenmesi olarak tanımlamıştık. Pazarlama planlaması da, bu bağlamda, işletmenin pazarlama hedeflerine ulaşmak için planlama faaliyetlerinin uygulamaya sokulmasıdır. Yani pazarlama işlevlerinde hedeflerin, plan veya stratejilerin belirlenmesi, ve doğru plan seçenekleri için kararların verilmesidir. Ürün karmaları veya ürün grupları, dağıtım kanalları, fiyatlandırma kararları, tanıtım faaliyetleri gibi pazarlama faaliyetleri, pazarlama planlamasına dayanılarak oluşturulur. İşletmelerin, pazarlama kararları almadan önce yeterince bilgi edinmiş ve gerekli verilere sahip olmaları zorunludur. Pazar ortamının değerlendirilmesi, pazarlama stratejisinin koordinasyonu, etkinliğin artırılması, tüketici davranışının tanımlanması ve rekabet üstünlüğü kazanılması için ilgili bilgi ve verilere ulaşılmalıdır. 144 Pazarlama Araştırmaları Pazarlama araştırmaları pazarlama işlevlerinde gereken kararları almak için bilgi ve veri toplamayı ve bu bilgi ve verilerin analizini içerir. İşletmeler, genel olarak , pazarlama ile ilgi bir sorunu çözmek veya çevrede oluşan bir fırsattan yararlanabilmek için, öncelikle sistematik bir biçimde bilgi ve veri toplayıp analiz ederler. Pazarlama araştırması, işletmeye, pazarlama faaliyetlerini geliştirmesi için ne yapması konusunda fikir verecek ve yarar sağlayacaktır. Usulüne uygun olarak yapılan araştırmalar, piyasalardaki risk ve belirsizlikleri azaltarak alınacak pazarlama kararlarının başarı olasılığını artıracaktır. Bu nedenle pazarlama araştırmaları, nihai kararları veren ilgili yöneticiler için son derecede önemlidir. Bununla birlikte, bu araştırmaların, her zaman ve tümüyle güvenilebilecek sonuç ve çözümler sağlayamayabileceğini gözden uzak tutmamak gerekir. Pazarlama araştırmalarının alanı çok geniştir. Pazarın bugünkü ve gelecekteki durumuna ilişkin her türlü bilgi ve veri yaşamsal önem taşır. İşetmenin davranış ve gelecek ile ilgili kararlarını etkileyebilecek müşteriler, rakipler, tedarikçiler gibi sektörel unsurlar yanında; ulusal ve Uluslararasıgenel çevrede sosyal, politik, ekonomik ve teknolojik gelişmeler gibi önemli faktörler ile ilgili bilgiler ve veriler pazar araştırmalarında dikkate alınır. Pazarlama araştırmalarının alanı, yeni bir ürün fikrinin oluştuğu aşamadan, ürünün pazara ve tüketiciye sunulması ve daha da sonra geliştirilmesi aşaması da dahil olmak üzere, ürünle ilgili tüm aşamaları içerir. Ayrıca hedef pazarın belirlenmesi, bölümlendirilmesi; pazar koşullarının analizi, ürün dağıtım, fiyatlandırma, satış ve tanıtım aşamalarındaki faaliyetler de pazarlama araştırmaları kapsamı içinde önemli başlıklardır. Pazarlama araştırmalarını, alanları itibarı ile, üç kategoride tanımlayabiliriz: Keşifsel araştırmalar, araştırmacıya, araştırma konusu veya sorunun gerçek yapısını, yani 'temel amacı'nı belirlemekte yardımcı olur. Bu yaratıcı araştırma, ilginç fikirlerin ve unsurların ortaya çıkartılmasına yardım eder ve sonraki araştırma aşamalarını şekillendirerek yönlendirir. Keşifsel araştırmaların, fotoğraf makinesi ile ilginç objeleri tespit edip kadrana oturtmak gibi bir işlevi olduğunu söyleyebiliriz. Nedensellik araştırması pazardaki sorun veya olayların nedenleri ve sonuçları arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmaya çalışır. Tanımlayıcı araştırma en çok kullanılan yararlı bir pazarlama araştırma yöntemidir. Bu yöntemle değişik unsurların yanı sıra müşteri veya tüketici profilleri, tüketicilerin ürün veya işletmeyle ilgili algıları gibi konular da araştırılır. Tanımlayıcı araştırma, keşif amaçlı araştırmaların gösterdiği, ortaya çıkardığı ilginç objelerin(sonuçların), çevresi ile birlikte fotoğrafını çeken ve böylece araştırmayı yapanlara neler yapılması veya nasıl yapılması hakkında yol gösteren bir işleve sahip bulunduğunu ifade edebiliriz . (Şekil. 11-1) Pazarlama Araştırmaları Süreci Süreçte birinci aşama, araştırma hedeflerinin tanımlanmasıdır. Bu aşamada pazarlama yönetici ve araştırmacıları araştırmanın amacını belirlerler. 145 Araştırma planının geliştirilmesi sürecin ikinci aşamasıdır. Bu aşama, plan bilgi kaynaklarını, araştırma yaklaşımlarını, araştırmada ilişkilerin ve temasların nasıl yapılacağı konusunda yöntemleri ve bilgi toplamakta yararlanılacak çeşitli araçları içerir. Gereken bilgilerin belirlenmesi üçüncü aşamadır. Bu adımda araştırmacılar pazarlama araştırmasında kullanılacak birincil(temel) ve ikincil verileri toplarlar. İkincil veriler mevcut olan, veya daha önce başka bir amaçla toplanmış bulunan bilgilerdir. İşletmede mevcut olan veriler, belgelendirme hizmetleri gibi iç kaynaklardan; internet araştırması, başka işletmelerin yayınladıkları saha araştırmaları gibi dış kaynaklardan sağlanan, yayınlanmış veriler ikincil veri örneklerinden bazılarıdır. Birincil veriler belirli bir amaç veya proje için işletmenin yaptığı saha çalışmaları, anketler, gibi özel olarak toplanan bilgilerdir. Birincil veriler bir anket formatında mektuplaşma yolu ile, veya katılımcılarla yapılan görüşmeler (kişisel mülakatlar, telefon görüşmeleri veya sokakta yapılan gelişigüzel görüşmeler) aracılığıyla toplanabilir. Araştırmacılar, pazarlama araştırma planını hazırladıktan sonra uygularlr. Bu son aşama, pazarlama araştırması sürecinin uygulama aşamasıdır. Uygulama aşaması saha çalışmalarını gerektirir ve bu çalışmalar işletmeler açısından çok maliyetlidir. Bu aşamanın sonunda çalışmalar sonucu sağlanan bulgular yorumlanır ve rapor edilir. Uygulama aşamasında araştırmayı yürüten araştırmacıların yanı sıra konu uzmanları, istatistik uzmanları, yorumlara katkıda bulunabilecek yöneticiler gibi kişiler, bulguların yorumu ve raporlanması öncesi tartışmalara katılırlar.(Şekil. 11-2) Pazarlar ve Alıcılar Pazarlar, veya başka bir deyişle, piyasalar, herhangi bir mal veya hizmeti satma ve satınalma arzusu ve ödeme gücüne sahip kişi ve kurumların alım ve satım yapmak üzere buluştukları yer olarak tanımlanır. Pazar’ın oluşabilmesi için bir alıcı, bir de satıcı bulunmalıdır. Ayrıca her ikisi de belirli bir ürünü almak ve satmak arzusuna sahip olmalıdır. Bunun yanında alıcının, satıcının satma yetkisi olan ürünün bedelini ödeyecek alım gücüne sahip olması da önemlidir. Pazarları iki kategoride sınıflayabiliriz: Ürün kıtlığı bulunan, dolayısı ile kıt ürünlere sahip olmak(satınalmak) arzusunda çok sayıda alıcının bulunduğu pazarlara satıcı piyasası adı verilir. Bu tür pazarlarda arz edilen ürünler, pazardaki talepten azdır, ve bu durum satıcılara daha yüksek gelir elde edebilecekleri olağandan daha yüksek fiyatları belirleme olanağı verir. Diğer yandan alıcı piyasasında mal veya hizmetlerin pazara arzedilen miktarları, talep edilen miktardan daha fazladır. Bu fazlalık müşterilerin kendilerinin istedikleri ve pazarlık edebildikleri fiyatları empoze edebilmelerini, başka bir ifade ile, çok miktarda mal ve hizmet arasından seçim yaparak düşük fiyatla mal satın almalarını mümkün kılar. (Şekil.11-3) Pazarlar, yapıları ve içinde faaliyette bulunan satıcılar, alıcılar ve mal grupları açısından değişik özelliklere sahip bulunabilir. Toplum ve bir bağlamda pazarlar farklı yaşam 146 tarzlarına, özgeçmişlere, zevklere, değerlere ve gelir düzeylerine sahip bireylerden(satıcı ve alıcılar) oluşur. İşletmeler, bu nedenle, belirli bir ürünü satın alma arzu ve olasılığı yüksek olan benzer müşterileri dikkate alırlar ve onlara yönelik pazarlar oluştururlar. Benzer ürünlere gereksinim duyan, veya arzulayan, benzer özellikteki müşterilerin oluşturduğu özgün pazarlar, hedef pazar veyabölümlendirilmiş pazarlar olarak adlandırılır. (Şekil. 11-4) İşletmelerin ölçek ekonomisinden yararlanması için, standart ürünlerin bulunduğu, müşteri talep ve beklentilerinin farklılaşmadığı bölümlendirilmemiş pazarlarda yer alan faaliyetlerinin daha kârlı olduğu hakkında genel bir görüş bulunmaktadır. Kitle pazarlama yöntemi, pazara mümkün olduğunca bol miktarda, standart ürünlerin sunulduğu bir stratejidir. Bu görüş, standart malların üretiminin, farklı ve özellikli ürünleri üretmekten daha az maliyetli olduğu, ve satış miktarlarının da daha yüksek olacağı fikrinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca standart bir ürün için tüm topluma yönelik bir reklâm kampanyası, farklı özellikte bölümlenmiş pazarlara yönelik farklı mesajlar içeren kampanyalardan daha ucuz olabilmektedir. Ancak daha maliyetli olmasına rağmen, bölümlendirilmiş pazarlara yönelik farklılaştırılmış ürünlerin satışından elde edilen kârlar, kitlesel pazarlarda satılan standart ürün satışlarından elde edilenlerden çok daha yüksek olmaktadır. Bu nedenle, pazarı anlamlı ve göreceli bir şekilde benzer özellikte müşterileri gruplandırarak ayrıştırma (pazar bölümlendirme) pazarlama yönetiminde çok yaygın olarak uygulanmaktadır. Pazarların farklı bir sınıflandırması da onları tüketici veya endüstriyel pazarlar olarak ayıran sınıflandırmadır. Aşağıdaki bölümde bu iki önemli pazar türü, alt grup bölümlendirmeler ve satınalma davranışları açısından ele alınacak ve incelenecektir. (Şekil. 11-5) Tüketici Pazarları Tüketici pazarı mal ve hizmetleri kendi kişisel tüketimleri için satın alan tüm kişiler ve hane halklarının oluşturduğu pazardır. Araştırmalar dünyadaki tüketici pazarlarında altı milyar kişinin satın alma faaliyetinde bulunduklarını göstermektedir. Uluslar arası, ulusal, bölgesel nitelikli, büyük veya küçük ölçekte çeşitli tüketici pazarlarında, kişiler tüketmek veya evlerinde kullanmak için, dayanıklı veya dayanıksız çeşitli mal ve hizmetleri satın almaktadırlar. Tüketici pazarı bölümlendirilmesi Tüketici pazarları bireylerin, grupların veya işletmelerin özelliklerine göre alt grup olarak bölümlendirilebilirler. Bu tür alt grup bölümlendirmeler, tüketici kişi ve kurumların ürün, fiyat, dağıtım ve tutundurma konularında farklı davranış özellikleri dikkate alınarak yapılır. Tüketici pazarları aşağıdaki şekilde alt gruplar olarak bölümlendirilir: (Şekil. 11-6) Coğrafi bölümlendirme, pazarların coğrafi konumuna veya bulunduğu bölgeye göre bölümlendirilmesidir. Demografik bölümlendirme, tüketici pazarlarının yaş, cinsiyet, etnik köken, 147 gelir gibi demografik değişkenlere göre bölümlendirilmesidir. Psikografik bölümlendirme, tüketici pazarlarını kişilik, saik, yaşam tarzı gibi özelliklere dayanarak bölümlendiren bir diğer yöntemdir. Jeo-demografik bölümlendirme, tüketicileri bölgeleri itibarı ile yaşam tarzı kategorilerine dayanarak gruplandıran çok değişkenli bir bölümlendirmedir. Kullanım hızı veya oranına göre bölümlendirme, tüketici pazarlarının kullanıcı olmayan, eski kullanıcı, potansiyel kullanıcı, yoğun kullanıcı gibi satın alma veya tüketim sıklık ve miktarına dayanarak bölümlendirilmesidir. Sağlanan yarara göre bölümlendirme, pazarları tüketicilerin üründe aradıkları beslenme, sağlık, lezzet, ucuzluk, kilo kaybettirme gibi yararlara dayanarak bölümlendirme yöntemidir. Tüketici Davranışları Tüketici davranışları, basit olarak, bir kişinin mal ve hizmet satın alırken ve kullanırken gösterdiği davranışları ifade eder. Bu ifade aynı zamanda satınalma davranışlarının öncesinde ve sonrasında bireyin kafasında oluşan algılar ve uyarıları, başka bir ifade ile, zihinsel sürecini de içerir. Eylemler ve zihni süreçlerin bir sonucu olan tüketicinin davranışı biçimi aşağıda belirtilen bazı faktörlerden etkilenirler. Tüketici Davranışlarını Etkileyen Psikolojik ve Sosyokültürel Faktörler Bir tüketicinin mal ve hizmet satınalması öncesi ve sonrasında gösterdiği zihinsel eylemler ve davranış biçimi bir takım faktörlere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Kişinin satınalma eylemi ile ilgili motivasyonu, kişilik özellikleri, algılama ve öğrenme yetkinlikleri, sahip olduğu değerler ve inançlar, tutumlar, belirlediği yaşam tarzı gibi faktörler, onun satın alma sürecini etkilemektedir. Bu sayılan unsurlar tüketici davranışlarını etkileyen psikolojik faktörlerden bazılarıdır. Pazarlama ile ilgili yöneticiler bu faktörleri araştırarak, tüketici satınalma eylemlerine uyumlu olarak pazarlama çalışmalarını yönlendirmelidir. Tüketici davranışları sosyokültürel faktörlerden de etkilenmektedir. Kişinin yaşadığı çevrede dolaşan söylentiler, tüketicileri etkilemekte ve satınalma davranışlarını değiştirebilmektedir. Belirli bir konuda uzman olanların(kanaat önderleri/fikir önderleri),konu hakkında görüşleri de kişinin özellikle özellikli ve önemli mal ve hizmetleri satın almaya karar vermesinde etkilidir. Aile etkisi kişiyi yaşamının her alanında olduğu gibi satınalma davranışlarında da etkileyen bir diğer faktördür. Kişinin eğitimine, gelir kaynaklarına, ilgi alanları ve yaşam tarzına göre içinde yer aldığı sosyal sınıf tutum ve davranışları büyük ölçüde tüketici davranışlarını etkiler. Diğer önemli faktör, toplumlarda benimsenen ve bir sonraki kuşağa aktarılan değerler, fikirler ve tutumların sonu olan kültür ve alt kültürlerdir. Küreselleşen ulusal ve Uluslararasıpazarlarda çeşitli kültürlere ve alt kültürlere mensup insan grupları mal ve hizmet satınalma ve kullanımları konusunda farklı ve karmaşık davranış yapılarına sahiptirler. Tüketicinin Satın Alma Karar Süreci Tüketiciler bir mal veya hizmet için satın alma kararı verirken, aslında belirli bir zihinsel 148 ve eylemsel süreci yaşarlar. Bu süreç bazen uzun, bazen de kısa sürer. Satın alma sürecinin süresi ve eylemle ilgili gösterilen çaba yoğunluğu, satın alınacak mal ve hizmetin kişi nezdindeki değerine, önemine bağlıdır. Bir araba veya ev satın almak için harcanan süre ve çaba, deterjan, şeker veya diş macunu alırken harcanan süre ve çabadan çok daha fazladır.Bunun nedeni ilk grupta yer alan malların, ikinci grupta yer alan mallardan daha önemli kabul edilmesidir. Satın alınan mal veya hizmet önemli olsun veya olmasın, harcanan süre ve çaba çok veya az olsun, tüketicilerin her satın alma eyleminde aşağıdaki aşamalar yer alır. Satın alma süreci olarak adlandırılan bu aşamalar aşağıda açıklanmaktadır: (Şekil.11-7) İhtiyacı veya fırsatı fark etme: Bu ilk adımda, tüketici ürüne ihtiyacı olduğunu veya o ürünle ilgili karşısında bir fırsat çıktığını fark eder. Arayış: Tüketici fırsat olarak karşısına çıkmış olan veya ihtiyaç duyulan ürünle ilgili bilgileri toplar. Alternatiflerin değerlendirilmesi: Tüketici arayış sürecinde ulaştığı bulgulara dayanarak ürün alternatiflerini değerlendirir. Tüketici bu aşamada seçimine rehberlik edecek bir dizi değerlendirme kriteri geliştirir. Satın alma kararı: Tüketici her alternatifi değerlendirdikten sonra bir satın alma kararı verir. Kişisel değerlendirme kriterlerine(psikolojik-sosyokültürel) göre satıcı kurum, marka, satınalma koşulları tespit edilir. Satın alma eylemi: Nihai satın alma kararını veren tüketici, satın alma eylemini gerçekleştirir. Satın alma sonrası değerlendirme: Bu aşamada alıcı beklentilerini karşılaması açısından ürün veya hizmet alımından tatmin veya tatminsizlik duyar. Endüstriyel Pazarlar (Örgütsel Pazarlar) Endüstriyel pazarları, ticari faaliyette bulunan her tür işletmenin üretim, ve satış sürecinde tüketmek, kullanmak, veya başkalarına yeniden satmak veya kiralamak için mal ve hizmet satın aldıkları pazarlarıdır. Bu pazarlar genellikle büyük miktar ve meblağda, toptan olarak satışların yapıldığı pazarlardır. Tüketici pazarlarında mallar kişilere, bireylere satılırken, işletme pazarlarında müşteriler kar amaçlı veya kar amaçlı olmayan özel veya resmi ticari işletmeler, devlet kuruluşları gibi işletmelerdir. Endüstriyel pazarları tüketici pazarlarından birçok yönden farklıdır. Temel farklılıklar pazar yapısı, talep özellikleri, satınalmayı yapacak işletmenin yapısı ve söz konusu pazara özgü satınalma karar türleri ve süreçlerindedir. Örneğin, endüstriyel pazarlarda belirli bölgelerde kümelenmiş, daha az sayıda ama daha büyük ölçekte alıcılar, işletmeler vardır. Bu tür pazarlardaki satın alma çaba ve faaliyetleri tüketici pazarlarına göre daha profesyonel ve kurallıdır. Pazarın önemli özelliklerinden biri de, alıcı ve satıcıların genellikle uzun süreli ilişkiler içinde, yakın olarak çalışmalarıdır. Satınalma eylemi bu süreli ilişkiler içindeki alıcı ve satıcılar arasında olabilmektedir. Ayrıca bu pazarlarda alım satım konusu olan mal ve hizmetlerin teknolojik özellikleri ve derinlikleri, tüketici pazarlarından daha fazla olabildiğinden, satınalma sürecinde psikolojik ve sosyokültürel faktörlerden çok, uzman görüş ve kalitatif özellikler etkili olur. Bir diğer önemli özellik de işletme pazarlarında, fiyatlar pazarlıklar aracılığıyla 149 belirlenebildiğinden, fiyatlandırma konusunda, tüketici pazarlarında nadiren görülebilen, esnekliğe sahip bulunmasıdır. Endüstriyel Pazarların Bölümlendirilmesi Tüketici pazarı bölümlendirilmesinde kullanılan benzer esaslar, işletme pazarı bölümlendirmesinde de geçerlidir. Ancak değişkenler tüketici pazarlamasından biraz daha farklıdır. Örneğin, örgütsel alıcılar sağlanan yarar kriterini daha çok ürünün dayanıklılığı, işletmeye sağladığı tasarruf, ürün performansının yüksekliği gibi değişkenlere göre tanımlarlar. Endüstriyel pazarları aşağıdaki şekilde bölümlendirmektedir: (Şekil. 11-8) Kurumsal özelliklere göre bölümlendirme, pazarı coğrafi-bölgesel, müşteri tipi ve profili, kullanılan teknoloji, yıllık satış hacmi ve ürün kullanım sıklığı gibi özelliklere dayanarak yapılan bölümlendirmedir. Sağlanan yarara göre bölümlendirme, pazarı alıcıların satın alma sürecindeki satın alma kriterleri, satın alma politikaları, ürün kriterleri, teslimat kriterleri, tasarruf kriterleri gibi muhtelif konulardaki kriterlere dayanarak bölümlendirilmesidir. Endüstriyel Pazarda Alıcıların (Örgütsel Alıcılar) Davranışları ve Satın Alma Süreci Endüstriyel pazardaki kurumsal alıcıların davranışları pazarlamacılar için en zor konulardan biridir. Bu konuda davranışların tanımlanmasında kullanılan çeşitli modeller bulunmaktadır. Biz aşağıda satınalma matrisi modeli üzerinde duracağız. Satınalma Matrisi modeli kurumsal alıcıların davranışlarını iki boyutlu ele alarak incelemektedir. Matriste yatay eksen yeni işler, değiştirilmiş tekrar alımlar ve düzenli tekrar alımlarla ilgili üç satın alma görüntüsünü (satınalma sınıflaması) tanımlamaktadır. Yeni işlerle ilgili satınalmalar, işletme bu konuda deneyimli olmadığından, kapsamlı ve karmaşık bir karar verme süreci gerektirir. Değiştirilmiş tekrar alımda alıcılar ürünlerin alımı konusunda bazı deneyimlere sahiptir. Fakat alımlar çok sık yapılmadığından bu deneyim sınırlı bir bilgi sağlar. Düzenli tekrar alımlar, alıcı ve satıcı arasında çok sık alım-satım işlemi yapıldığından en basit ve en sıradan alım şeklidir. Bu satın alma görüntüsü alıcı ve satıcının ürün ve satış koşullarından memnun olması durumunda gerçekleşir. (Şekil 11-9) Matristeki dikey eksen 8 satınalma aşamasından oluşur: Bir sorun veya ihtiyacın belirmesi veya öngörülmesi durumu, İhtiyaç duyulan kalemin özelliklerinin ve miktarının belirlenmesi, İhtiyaç duyulan kalemin özelliklerinin ve miktarının tanımlanması, Potansiyel kaynakların aranması ve koşulların belirlenmesi, 150 Tekliflerin alınması ve incelenmesi, Tekliflerin değerlendirilmesi ve tedarikçi seçimi, Sipariş süresinin seçilmesi, Faaliyetler ile ilgili geribildirim alınması ve değerlendirme. Satınalma Matrisi modelinde satınalma sınıflarının (yeni işler, değiştirilmiş tekrar alım, düzenli tekrar alım) her biri, sekiz satınalma aşaması açısından analiz edilir. Pazarlama Karması Hedef pazarın değerlendirilmesi ve seçilmesinden sonra, pazar ihtiyaçlarının işletmeye kâr bırakacak bir biçimde karşılanması önemlidir. Bu aşamada işletmeler, ürün, fiyatlandırma, tutundurma ve dağıtım unsurlarından oluşan pazarlama karmasını, hedef pazarın ihtiyaç ve tercihlerine uygun bir biçimde belirlemelidir. (Şekil. 11-10) Bu dört unsurun, hedef pazarın ihtiyaçlarına en uygun olacak bir bileşimde bulunması pazarlama faaliyetlerini başarılı kılacaktır. Unsurlardan üçünün pazar ihtiyaç ve beklentilerine uygun olması, etkili bir pazarlama için yeterli değildir. Çünkü; Ürün, fiyat ve tutundurma pazarın ihtiyaç ve beklentilerine uygun olsa, ama ürün dağıtımında sorunlar bulunsa, o ürün müşteriye ulaşamaz, Ürün, fiyatı, dağıtımı pazarın ihtiyaç ve beklentilerine uygun olsa, ama tutundurmada sorunlar bulunsa, o ürün hakkında müşterinin bilgisi veya haberi olmaz, Ürün, dağıtım, tutundurma pazarın ihtiyaç ve beklentilerine uygun olsa, ama ürünün fiyatında sorunlar bulunsa, o ürünü müşteri pahalı diye satın almaz, Dağıtım, fiyatı, tutundurma pazarın ihtiyaç ve beklentilerine uygun olsa, ama ürünün kendisi sorunlu olsa, o ürünü müşteri beğenmez ve satın almaz. Bu nedenle işletmenin pazarlama karmasını oluşturan bu dört önemli stratejik unsuru(ürün, fiyat, tutundurma, dağıtım) pazar ihtiyaç ve beklentilerine uygun bir şekilde düzenlemesi gerekmektedir. Pazarlama karmasının dört önemli unsuru ile ilgili bilgiler aşağıda incelenecektir. Ürün : Mal veya Hizmet Ürün, işletmenin faaliyetleri sonucundaki, toplum ihtiyaç ve beklentilerini karşılamak üzere pazara arz edilen mal veya hizmet şeklindeki çıktısıdır. Mal’lar, genellikle, fiziksel özelliklere sahip maddi nesneler olarak düşünülür. Bu düşünce tam olarak gerçeği ifade etmemektedir. Mal sadece maddi bir ihtiyaç nesnesinden ibaret değildir. Yaşamımızda yararlandığımız çoğu mal, maddi özelliklerinden çok gayri maddi özellikleri nedeni ile satın alınmaktadır. Örneğin farklı markaları ve özellikleri ile pazarda bulunan bir “sabun”, sadece temizlik amacı ile kullanılmış olsa, tüketici, raf’ta duran herhangibir sabunu alıp ihtiyacını karşılardı. Ama “temizleme” amacı yanında farklı özellikleri olan çeşitli sabunlar, kokusu, ambalajı, sağladığı ilave yararlar nedeni ile çeşitli tüketicilerce tercih edilmektedir. Bu anlamda bir mal, müşteri/tüketici ihtiyaçlarını karşılamak için tasarlanmış fiziksel veya nesnel özellikli bir yararlar ve özellikler bileşimi 151 olarak tanımlanabilir. Toplumda, fiziksel bir nesne halinde olmayan, elle tutulamayan, stok edilemeyen, anında tüketilen özellikli ihtiyaçlar da bulunmaktadır. Örneğin, kişi ve kurumların eğitim, sağlık, eğlence gibi alanlarda çeşitli ihtiyaç ve beklentileri bulunmaktadır. Esas olarak elle tutulamayan, fiziksel bir nesne şeklinde bulunmayan, ama pazarı bulunan ve alınıp satılarak kişi veya kurum ihtiyaçlarını karşılayan faaliyetler, hizmet olarak tanımlanmaktadır. Tüketici ve müşterilerin ihtiyaç ve isteklerini karşılayabilecek her şey pazara sürülebilir. Yani, geniş anlamda ifade edersek ürünler fiziksel nesneler, hizmetler, kişiler, yerler, işletmeler, fikirler, bilgiler veya bunların bileşimlerinden oluşabilir. Tekrar edelim ki, işletmecilik ve iş yaşamında, işletmelerin faaliyetleri sonucunda oluşan ve ürün olarak adlandırılan çıktısı, fiziksel veya nesnel özellikli ise, mal; fiziksel veya nesnel özellikli değil ise hizmet olarak adlandırılır. Yani “ürün” hem “malı”, hem de “hizmeti” içerir. Başka bir ifade ile, ürün denildiğinde mal veya hizmet’ten bahsedildiği anlaşılır. Ürünler, kullanım süresine ve kullanıcısının türüne göre sınıflandırılabilir. Kullanım süresine göre ürünler iki kategoride sınıflanabilir: Dayanıklı ürünler araba, beyaz eşya, elektronik cihazlar gibi uzun süre kullanılan mallardır. Dayanıksız ürünler bir veya birkaç kullanım sonucunda tükenen mallardır. Bunlar deterjan, şeker, gıda, diş macunu gibi ambalajlı ürünler veya benzin, petrol gibi ambalajsız ürünler olarak ikiye ayrılabilir. (Şekil. 11-11) Bir başka ürün sınıflandırması ürün kullanıcısının türüne göre yapılır. Bu iki tür, tüketici ürünleri ve endüstriyel ürünlerdir. (Şekil. 11-12) Tüketici Ürünleri Son kullanıcının, kendi kişisel tüketimi için satın aldığı ürünlere tüketici ürünleri denir. Bu ürünler de kendi aralarında her gün kullanılan kolayda ürünler, beğenmeli ürünler, özellikli ürünler olarak sınıflanabilir. Tüketiciler genellikle sık sık, fazla önem vermeden ve çaba harcamaksızın her gün kullanılan kolayda ürünleri satın alırlar. Bu satın alma sürecinde ürünler arasında pek fazla karşılaştırma yapmak için zaman harcamazlar. Hergün alış verişini yaptığımız diş macunu, sabun, yiyecek, şeker ve gazete gibi ürünler bu türdendir. Beğenmeli ürünleri müşterilerin seçme ve satın alma süreçlerine daha fazla önem verdikleri, zaman ve çaba harcadığı ürünlerdir. Tüketiciler pazarı gezerler, ürünlerin fiyatları, ambalajları, kaliteleri, özellikleri gibi faktörler arasında karşılaştırmalar yaparlar ve satın alma işlemini tamamlarlar. Mobilya, giysi, televizyon, temel elektronik cihazlar 152 bu kategorinin örneklerindendir. Özellikli ürünler tüketicilerin çok önem verdikleri, aramak ve satın almak için pazarda daha fazla zaman ayırıp özel çaba harcayarak, düşünerek satın aldıkları özgün nitelikli ürünlerdir. Tüketiciler bu ürünlerin alımına daha yüksek bir düzeyde ilgi gösterirler ve önem verirler. Özellikli ürünler çoğunlukla markaya bağlılık sonucu oluşurlar. Lüks arabalar, mücevherat, markalı otomobil, saat gibi tanınmış ve prestijli mallar özellikli ürün örneklerindendir. Endüstriyel Ürünler Endüstriyel ürünlerin temel özelliklerinden biri satışlarının, tüketici ürünlerin satışı sonucunda oluşan talepten kaynaklanmasıdır. Tüketici pazarlarındaki tüketiciler Toyota otomobillere yönelik taleplerini artırdıklarında, Toyota üretimini yapan işletme de, pazarın talep ettiği otomobilleri üretmek için hammadde, yarı mamul madde, teçhizat, bilgi, patent, know-how gibi mal ve hizmet talebini artıracaktır. Dolayısıyla, endüstriyel ürünler, kurumsal alıcılar tarafından kendi üretim ve faaliyetlerini yapabilmek amacıyla satın alınan ürünlerdir. Bu ürünler üretim ürünleri ve destek ürünleri olarak sınıflandırılabilir. Üretim ürünleri üretim sürecinde kullanılarak nihai ürünün bir parçası haline gelen ürünlerdir. İmalat ve operasyonlarda kullanılan hammadde ve yedek parçalar bazı üretim ürünlerindendir. Destek ürünleri işletmelerde temel mal ve hizmetlerin üretimi ile ilgili başlıca faaliyetlerin yapılmasında yardımcı olarak kullanılan ürünlerdir. Bunlar, tesis ve donanımlar (binalar, sabit makine ve teçhizat gibi), yardımcı cihazlar (aletler ve büro cihazları gibi), malzemeler (kâğıt, kalem, büro malzemeleri, bürolarda kullanılan sağlık malzemeleri gibi) ve hizmetlerdir (imalatçılara yardımcı olmak için hukuk müşavirliği, mali müşavirlik, teknik yenilikler, eğitim gibi danışmanlık hizmetleri aracılığıyla gerçekleştirilen nesnel olmayan faaliyetler). Ürün Yaşam Döngüsü Ürünler de insanlar gibi doğar(pazara girerler), yaşamlarını sürdürür(alım satımı yapılır) ve bir süre sonra ölürler(pazardan çıkarlar). Yaşam süresi içinde, ürünler, zaman geçtikçe çeşitli aşamalardan geçerler. Bu zaman sürecinde aşamalar itibarı ile ürünün pazarda kalış dönemi ürün yaşam döngüsü olarak bilinir. (Şekil. 11-13) Ürün yaşam döngüsü, bir ürünün pazara ilk olarak sunulmasından, pazardan çekilmesine kadar geçen süre içinde satışlarını, kârlılığını, maliyetlerini inceleyerek, müşteriler, rakipler ve ikame ürünler karşısında, işletmenin ürünü ile ilgili stratejik davranışlarının belirlenmesi ve tanımlanmasına yardımcı olur. Bazı ürünlerin yaşamları daha kısa, bazılarınınki daha uzun olabilmektedir. Ayrıca, yaşam döngüsü içinde, ürünün geçtiği aşamaların zaman süreleri de değişebilmektedir. (Şekil.11-14) Ürün yaşam döngüsü bir ürün sınıfına (saat gibi) olduğu gibi, ürün türüne 153 (kuvars saatler gibi) ve belirli bir markaya (Omega kuvars saatleri gibi) da uygulanabilir. Ürün yaşam döngüsünün aşamaları şöyledir: Başlangıç-Pazara sunuş aşaması: Bu aşama, pazara yeni bir ürünün sunulduğu aşamadır. Bu dönemde amaç müşterilerin ilgisini yeni ürüne çekmektir. Ürün başlangıç aşamasında olduğu için satış düzeyi düşük, maliyetler yüksek olabilmektedir.Bu nedenle bu aşamada ürünün kar etmesi beklenmeyebilir. Ürün tanıtımları bilgilendirme amacı ile yapılmalı, ürünlerin fiyatları pazarda tutunabilmek için düşük tutulmalıdır. Büyüme aşaması: Ürün müşterilerden bu aşamada artık kabul görmeye başlamıştır. Bu aşamada amaç dağıtımı ve satışları artırmaktır. Maliyetler ölçek üretimi nedeni ile düşme eğiliminde olup kârlar artmaya başlar. Tanıtım faaliyetleri genellikle ikna edici ve yönlendiricidir. Fiyat uygulaması pazardaki rekabete göre oluşturulur. Olgunluk aşaması: Ürün artık tam manası ile pazarda tanınmakta ve kabul edilmektedir. Satışlar olgunluk aşamasının ilk başlarında artar, ama aşamanın sonuna doğru rakip ürünler, pazara yeni girişler nedeni ile, baskı altında düşmeye başlar. Bu aşamada amaç fiyatları düşürerek, garanti sürelerini uzatarak veya ürünün özelliklerini değiştirerek/geliştirerek rakipler karşısında üstünlüğü koruyabilmektir. Olgunluk aşamasında rekabet, genellikle, en üst düzeyde olduğundan sektörde toplam kârlar düşüş gösterebilir. Tanıtımlar çok rekabetçi, fiyatlar rekabete uygun bir şekilde değişkendir. Düşüş aşaması: Ürünün satışları benzerleri gibi düşüş gösterir. Gelişmiş yeni ve farklı ikame ürünlerin satışları artar. Bu aşamada işletmelerin üç alternatif hareket şekli olabilir. Pazarlama faaliyetlerini azaltabilirler, konumlandırma ve ambalaj değişikliği aracılığıyla ürünü modifiye ederek(yeni kullanım veya yararlar ilave ederek) yeniden pazara çıkarabilirler veya ürünü pazardan çekerler. Ürün yaşam döngüleri, ürün yenilemeleri (ürünün özelliklerinin değiştirilmesi ve yeni kullanım ve yararların ilave edilmesi yoluyla geliştirilmesi), pazar yenilemeleri (ürün için coğrafi anlamda yeni pazarlar bulmak yeni kullanıcılar bulmak) ve ürün konumlandırması (ürünün müşterinin zihinsel algılamasında işgal ettiği yeri değiştirerek, yepyeni bir konuma taşımak) aracılığıyla uzatılabilir. Yeni Ürün Geliştirme Bir işletmede yeni bir ürünün geliştirilmesi aşağıdaki şekillerde olabilir: (Şekil. 11-15) Yeni yaratılan ürünler: Bunlar cep telefonu veya bilgisayar gibi bütünüyle yeni olan ve kendi pazarlarını yaratan ürünlerdir. Bu ürünler pazara ilk sunulduklarında 'yeni bir icat' oldukları için herhangi bir rekabetle karşılaşmazlar. Yeni ürün grupları: Bu tür ürünlerin mevcut bir pazarı vardır, ama işletme daha önce faaliyet yapmadığı,kendisi için yeni ve farklı olan bir alanda yeni açılımlarla bu ürünlere ve pazara giriş yapmaktadır. Mevcut ürün gruplarına ilave ürünler: Bunlar işletmenin, piyasada mevcut olan ürünlerine ilave olarak arz ettikleri yeni ürünlerdir. Mevcut ürünlerin geliştirilmesi: Bu ürünler genellikle pazarda olan mevcut 154 ürünlerin yerini almak üzere daha geliştirilmiş ürünlerdir. Yeniden konumlandırmalar: Mevcut ürün basit tekniklerle geliştirilerek ürünün karşıladığı ihtiyaçların yanında yeni yararlar sağlayacak ve kulanım alanları açacak hale getirilir. Bu durumda ürünün rekabet içindeki pazarda konumu değiştirilmiş olur. Yeni Ürün Geliştirme Aşamaları İşletmeler pazar için yeni ürünleri çeşitli aşamalarla geliştirirler. Bu aşamalar aşağıda ele alınmaktadır. (Şekil. 11-16) Fikir üretimi: Yeni ürünle ilgili fikirler muhtelif kaynaklardan gelir. Büyük işletmelerdeki araştırma geliştirme bölümleri ürünler konusunda yeni fikirler üretir. Bunun yanında bayiler, rakipler ve müşteriler de işletmelere fikirler vererek yeni ürün geliştirilmesine yardımcı olurlar. Eleme: Bu aşamada iç ve dış değerlendirmeler yapılarak bazı fikirler elenir. Ürün geliştirme: Bu aşamada işletmeler ürün ile ilgili yeni fikir’i bir ürüne dönüştürürler. Bu aşamada kâğıt üzerindeki fikirleri önce bir konsepte, sonra prototiplere dönüştüren teknik çalışmalar yer alır. Bu aşamada gerçekleştirilen üç temel çalışma ürünün mimari tasarımının geliştirilmesi, endüstriyel tasarımın uygulanması ve imalat gerekliliklerinin değerlendirilmesidir. Ürün/pazar testleri: İşletmeler yeni ürünün başarı şansını kapsamlı olarak değerlendirmek ve gerekli nihai düzeltmeleri yapmak için ürünle ilgili teknik testler uygularlar. Aynı zamanda ürünün pazara sunulmasında kullanılacak pazarlama yöntemleri ve stratejilerini belirlemek için de hedef pazarlarda satış ve pazarlama açısından deneme satışları yaparlar. İş analizi(fizibilite): İşletmeler bu aşamada finansal projeksiyon teknikleri aracılığıyla yeni ürünün pazara sunulmasının işletmeye getireceği finansal sonuçları analiz ederler. Pazara sUnuş: İşletmeler yeni ürünleri pazara sunmak için planlar yapar ve 'pazara giriş stratejisi' uygularlar. Bu aşamada pazara çıkışın zamanlaması, marka stratejisinin seçilmesi, fiyat politikaları ve reklâm, tanıtım ve dağıtım yöntemlerinin belirlenmesi uygulamaya geçirilir. Ürün Karması ve Ürün Grubu İşletmelerin piyasaya sundukları çeşitli ürünler ana ve alt gruplar halindedir. Pazara arz edilen ürün grubunda belirli bir model, marka veya özelliğe sahip bulunan ürün, birim ürün olarak adlandırılır. (Şekil 11-17) Ürün grubu işletme tarafından satılan birbirine benzer ve ilişkili birim ürünlerden oluşur.. Ürün karması bir işletmenin pazara sunduğu tüm farklı ürün gruplarından oluşur. Ürün karması genişlik, derinlik ve süreklilik açısından tanımlanabilir. Ürün karmasının genişliğini, bir işletme içindeki farklı ürün gruplarının sayısı belirler. Ürün karmasının derinliği her ürün grubu içindeki birim ürün sayısına bağlıdır. 155 Ürün karmasının sürekliliği ürün gruplarının aynı dağıtım yerleri, müşteri grupları ve fiyat aralıkları gibi ortak unsurlara sahip bulunması durumunu ifade eder. Markalama ve Ürünlerin Tanıtılması İşletmeler pazara yeni ürünler sunar ve yeni ürünlerin satışında başarılı olmak için de çeşitli stratejiler geliştirirler. Bir ürünün fiziksel tasarımı ve üretilmesinden sonra, sıra onu pazara çıkartarak satın alınmasını sağlamak gelir. Pazara sunuş aşaması olarak bilinen bu aşamada işletme kendi ürünlerinin rakiplerinin ürünleri karşısında sürekli rekabet üstünlüğü sağlaması, ve pazardaki yerini koruması için onu diğer ürünlerden daha farklı ve çekici hale getirmeye çalışır. Bu bağlamda işletmeler ürünlerini pazardaki diğer ürünler karşısında tanıtmak ve farklılaştırmak için markalama, ambalajlama ve etiketleme uygulamalarını devreye sokar. Marka imalatçı veya satıcının ürün veya hizmetini tanımlayan bir isim, terim, işaret, sembol, tasarım veya bunların bileşimidir. Tüketiciler, satın aldıkları malın taşıdığı markanın ürünün önemli bir unsuru olduğunu düşünürler. Nitekim bazı durumlarda sadece markanın çekiciliği o ürünün satın alınmasını sağlar. Markalama günümüz iş dünyasında önemli ve temel bir pazarlama konusu haline gelmiştir. Başarılı bir markalama ve marka yönetimi olmaksızın ürünlerin rekabet edemeyeceğine ve gelecekte ayakta kalamayacağına ilişkin, pazarlarda yaygın bir inanç vardır. Markalama, genellikle, imalatçıya kendi ürünlerini farklılaştırmak konusunda yardımcı olur, ama aynı zamanda müşterilere de birçok yönden yarar sağlar. Marka öncelikle o ürünün müşterisi için bir güvencedir. Tüketiciler markasına bakarak ürünün kalitesi, fiyatı, dayanıklılığı ve diğer birçok özelliği konusunda bilgi sahibi olabilirler. Markalar ürünle, üretici, tüketici ve müşterilerle birlikte yaşarlar ve tüm bu kişi ve kurumlar arasında bir yakınlık kurulmasına yardımcı olurlar. Marka değeri, işletmenin ve markalarının pazardaki müşteri ve tüketiciler gözünde algılanan değeriyle ilgilidir. Güçlü markaların marka değerleri yüksektir ve bu durum genellikle tüketicilerde o işletmenin ürününe karşı bir bağlılık oluşmasına neden olur. Doğal olarak marka değeri işletmenin diğer rakiplerine göre üstünlük elde etmesine yol açar. Marka bağlılığı bir tüketici belirli bir markayı diğerlerine karşı sürekli tercih ettiğinde ortaya çıkar. Marka bağlılığı üç düzeyde ölçülebilir. Markayı tanıma tüketicinin markanın farkına varması durumunda oluşur. Marka tercihi tüketicinin markayı rakip işletme markasına tercih etmesini ifade eder. Markada ısrar tüketicinin markanın alternatiflerini veya benzerlerini kabul etmeyip yoğun biçimde markayı araması ve sadece onu satınalması durumunu belirtir. Bir markanın sahibi imalatçı ise, bu marka imalatçı markası olarak adlandırılır. Özel marka bir toptancı veya perakendecinin kendi sahip bulunduğu bir markadır. Bu markayı taşeron imalatçılara yaptırdığı ürünler üzerinde kullanabilir. İmalatçının markalama 156 çalışması yapmadan sattığı ürünlere markasız ürünler denir. Ticari markalar yasal koruma altındaki markalardır. Ticari markası olan bir işletme yasal olarak o markayı kullanma hakkına sahiptir. Başka hiçbir işletme, ticari marka sahibinin izni olmaksızın yasal olarak korunan bir markayı kullanamaz. Ambalaj ürün veya ürünleri beraberindeki diğer unsurlarla bir arada toplayan, dağıtım ve taşıma esnasında kırılma veya bozulmalarını engelleyen koruyucu bir kılıftır. Ambalajlamanın üç önemli fonksiyonu vardır. Ürünü korur; depoda saklanmasını kolaylaştırır ve ürünü tanıtır. Etiket ambalajın ayrılmaz parçalarından biridir. Genellikle iki biçimde tasarlanır. İkna edici etiketleme tanıtım teması veya logoya odaklanan, tüketiciyi bilgilendirmeyi ikinci planda tutan ambalaj üzerine monte edilmiş bir belgedir. Bilgilendirici etiketleme ise tam tersine müşterilerin uygun ürün seçimi yapmaları maksadı ile tasarlanmış olup ürün, yararları ve kullanım şekilleri ile ilgili bilgiler içerir. Hizmetler ve Stratejileri Daha önce belirtildiği gibi hizmet, esas olarak, tüketici ihtiyacı ve beklentilerini karşılayacak yararları sağlayan, fiziksel ve maddi olmayan, elle tutulamayan, stok edilemeyen, anında tüketilen bir ürün olarak tanımlanabilir. Hizmetleri, mallardan ayıran dört özgün özelliği, nesnel ve fiziki bir varlık olmaması, hizmet veren kişi veya kurumdan ayrılamaması, heterojen olması ve stoklanamamasıdır. Bu özellikler hizmetin pazarlamasını zorlaştırır. Bu nedenlerle hizmet pazarlamasında ürün, fiyatlandırma, tutundurma ve dağıtım unsurlarından oluşan pazarlama karmasının ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmesi gerekir. Hizmet stratejisi nesnel ve fiziki olmayan bir ürün stratejisi olarak üç tür hizmet uygulamasına odaklı bir planlama gerektirir: İnsana odaklı hizmetler – kuaförlük, sağlık, diş sağlığı, taşımacılık hizmetleri gibi müşterinin fiziksel varlığına yönelik bir hizmet türüdür; Ürüne odaklı hizmetler – araba tamiri, kuru temizleme, bahçe bakımı gibi müşterinin sahip olduğu bir şeye yönelik olarak verilen bir hizmet türüdür. Bilgilendirmeye odaklı hizmetler – muhasebe, hukuk ya da finans hizmetleri gibi teknoloji veya beyin gücü kullanımını içeren bir hizmet türüdür. Hizmet sağlayıcılarında fiyatlandırma ürün fiyatlandırmasına göre daha zordur. Bir hizmet sağlayıcı fiyat stratejisi oluştururken hizmete yönelik talebi, üretim, pazarlama ve yönetim maliyetlerini ve rekabetin etkisini dikkate almalıdır. Bu konuda bir diğer önemli unsur da işletmenin müşteri tarafından algılanan değeridir. Hizmet sağlayıcılarında tutundurma faaliyetlerindegüçlü bir kurumsal imaj yaratılması, alım sonrası iletişimin güçlendirilmesi önemlidir. Hizmet işletmelerinin dağıtım faaliyetlerindeyer seçimi, programlama, satış noktası, kolaylık ve erişilebilirlik gibi konulara odaklanılmalıdır. Hizmet işletmeleri kolaylık 157 sunabilmeli ve erişilebilir olmalıdır. Yer seçimi konusu, otel, kafeterya, hazır yiyecek hizmetleri veya süpermarket gibi hizmet sağlayıcılarının başarısında önemli faktördür. Havayolları, diş hekimleri veya doktorlar gibi zamana bağımlı hizmet sağlayıcılar açısından ise zaman programlaması dikkate alınması gerekli bir konudur. Dağıtım Ürünler üretildikten sonra yönetici bu ürünlerin son kullanıcılara etkin ve verimli bir biçimde nasıl ulaştırılacağı konusunda kararlar vermek zorundadır. İşletmelerin dağıtım konusunda aldıkları kararlar, diğer tüm pazarlama karma unsurlarını ve faaliyetleri doğrudan etkiler. Müşteri veya tüketiciye ulaşamamış bir ürünün ne işletme için, ne de kullanıcılar için bir yararı olmaz. Pazarlama kanalları veya diğer bir deyişle dağıtım kanalları, içi ürün (çoğunlukla mal) dolu büyük bir kanal veya boru hattı gibi görülebilir. Bu anlamda pazarlama kanalları (dağıtım kanalları) ürünün üreticisi ile son kullanıcı arasındaki kanal yapıları olarak tanımlanabilir. İmalatçılar ve malın tüketiciye ulaştırılmasında aracılık edenler, bu kanallar vasıtasıyla müşterilerle iletişim kurarak onları harekete geçirir, ürünlerin sipariş ve satış işlemlerini, yüklemesini, tüketicilere yakın yerlerde depolamasını ve teslimatını yaparlar. Tüm bu pazarlama faaliyetleri, dağıtım konuları ile ilgilidir. Dağıtım Kanalları Bir üretici genellikle çok çeşitli müşteri ve tüketicilere hizmet verir. Tüketicilere ulaşmak için yukarıda tanımlanan pazarlama (dağıtım) kanallarını kullanır. Daha önce belirttiğimiz gibi, dağıtım kanalları, ürünlerin tüketiciye ulaştırılması sırasında seyahat ettikleri yollar(kanallar) çok çeşitlidir. Bu kanallar aşağıda ele alınmaktadır: Doğrudan pazarlama kanalı kanal boyunca hiçbir aracı içermez. İşletmeler tüketiciye posta siparişleri, internet satışları ve kapıdan satış yapan satış elemanları aracılığıyla doğrudan satış yaparlar. Buradaki önemli nokta imalatçıların başka işletmeleri değil, kendi olanaklarını, personellerini ve satış imkanlarını kullanmaları ve tüketicilerle doğrudan ilişki kurmalarıdır. (Şekil 12-1) Dolaylı pazarlama kanalı, kanal boyunca bir veya daha fazla aracı içerir. Bu tür pazarlama kanallarında işletmeler, son kullanıcılarla temas edip ilişki kurmak ve satış yapmak için perakendeciler, toptancılar, acenteler ve komisyoncular gibi aracılar kullanırlar. (Şekil. 12-2) Dolaylı dağıtım kanallarında çeşitli işlevler gören birey veya kurumlar bulunur. Bu birey veya kurumlar pazarlama aracıları olarak adlandırılır. Bu aracılardan bazıları işlerini yaparken sermaye koyup, risk aldığı halde, diğer bazıları sadece alıcı ve satıcı arasında bilgilendirme temas sağlayıcı olarak hizmet verirler. Bazı aracılar doğrudan son kullanıcıya satış yaparken, diğer bazıları yalnızca perakendecilere satış yapar. Pazarlama aracıları aşağıda gösterildiği gibi birçok önemli işlevi yerine getirirler: (Şekil. 158 12-3) Pazarlama aracıları imalatçı ile son kullanıcılar arasındaki temas sayısını azaltarak iletişim ve zaman olarak tasarruf sağlarlar. (Şekil. 12-4) Sektör içinde pazar araştırmaları yaparak bilgi toplarlar. Potansiyel müşterilerle temas kurarak tanıtımlar ve pazarlık görüşmeleri yaparlar. Aracılar bazen peşin ödemeler(avans) yaparak imalatçıları finanse ederler. Ayrıca tüketim kredileri ve vadeli ödeme koşullarıyla müşterileri ve/veyatüketicileri de finanse ederler. Stoklarında bulundurdukları ve malları dağıtım kanalları aracılığıyla sevk ettikleri sırada çalınan, kaybolan, kullanım süresi dolan veya hasar gören ürünler dolayısı ile risk üstlenirler. Dolaylı pazarlama kanallarında yer alan pazarlama aracıları, perakendeciler, toptancılar ve komisyonculardır. Perakendeciler, ürünleri kişisel kullanımları için doğrudan nihai tüketicilere satan işletmelerdir. Perakendecilik, perakende mağazalarındamağaza perakendeciliği- veya internet, posta, telefon, kapıdan satış –mağazasız perakendecilik- gibi diğer vasıtalarla yapılabilir. Mağaza perakendeciliği her biçim ve büyüklükte olabilir ve sunulan hizmet miktarı (self-servis, sınırlı servis veya tam servis veren perakendeci dükkânlar), ürün grubunun genişliği ve derinliği (özellikli mağazalar, büyük mağazalar, çok büyük mağazalar, süpermarketler) ve uygulanan göreceli fiyatlar (indirimli mağazalar, outletler) gibi özellikleri açısından sınıflandırılabilirler. Mağazasız perakendecilik posta siparişi, tele-pazarlama, internet satışları, kapıdan satış, otomatik satış makineleri (sigara, şekerleme, içecek otomatları) gibi örnekler içerir. Toptancılar, yeniden satmak üzere alım yapan aracı kurumlara (diğer toptancılar, perakendeciler) ürün satan işletmelerdir. Bu tür aracılar resmi makamlara veya diğer kurumlara, yaptıkları işlerde kullanacakları ürünleri de birinci el olarak satabilirler. Toptancılar, imalatçıların sahip olduğu işletmeler veya bağımsız işletmeler olarak sınıflandırılabilir. İmalatçıların sahip olduğu toptancılar, bizzat imalatçının kurup işlettiği diğer toptancı veya perakendeci işletmelere satış yapan şubeler veya satış bürolarıdır. Tüccar toptancılar, imalatçı kuruluşlarla hiçbir organik bağı bulunmayan, onlardan aldıkları malı stok yapan, satış elemanları bulunduran, reklam, kredi, teslimat gibi tam veya sınırlı pazarlama faaliyetleri yaparak diğer toptancı ve perakendeci işletmelere mal satan gibi bağımsız aracı işletmelerdir. Komisyoncular, genellikle bir ürün grubunda veya müşteri ve/veya tüketici konusunda uzman olan ve komisyon temelinde çalışan aracılardır. Esas işlevleri alıcılarla satıcıları bir araya getirip, pazarlıklar sırasında onlara yardımcı olarak alışverişi kolaylaştırmaktır. Bazı örnekleri arasında gayrimenkul komisyoncuları, sigorta komisyoncuları ve menkul kıymet komisyoncuları bulunmaktadır. Acente olarak adlandırılan bazı komisyoncular sözleşmeli olarak belirli firmaların yetkili ve süreli temsilcisi olarak aracı faaliyette bulunurlar. Örneklerinden bazıları imalatçı acenteleri, satış acenteleri ve satın alma acenteleridir. Bu bağımsız işletmelerin 159 veya bireylerin imalatçıyı, satıcıyı veya alıcıyı sözleşmeye bağlanmış bir anlaşmaya dayanarak temsil etme ve onların adına alım veya satım yapma yetkisi bulunur. (Şekil. 12-5) Dağıtım Türleri İşletmeler yukarıda belirtilen ve içinde çeşitli aracı türleri bulunan kanalları kullanırlar. Bu kanallar, aracı sayısı ve pazarlama faaliyetlerinin işlem yoğunluğuna göre farklılaşırlar. Dağıtım yoğunluğu olarak ifade edilebilecek bu durum, işletmenin ürünlerini pazara yeterince yaymak için kullandığı pazarlama aracılarının sayısıyla ilgilidir. Dağıtım yoğunluğunun düzeyi, kanaldaki aracıların sayısı, işlem katılım derecesine göre çok çeşitli olabilmektedir. Ancak çok çeşitli düzeylerde görülebilecek dağıtım yoğunluk düzeyi üç genel kategori içinde; yagın dağıtım, seçmeli dağıtım ve tekelci dağıtım olarak sınıflandırılabilir. (Şekil. 12-6) Yaygın dağıtımda işletmeler mümkün olduğu kadar çok satış noktası, aracısı kullanırlar. Ürünlerini pazarda mevcut olabilecek tüm kanallar aracılığıyla dağıtmayı tercih ederler. Bu tür dağıtım neredeyse tüm pazarı kapsar ve genellikle geniş müşteri gruplarının rağbet ettiği her gün kullanılan kolayda tüketim malları için çok uygun bir dağıtım türüdür. Seçmeli dağıtımda işletmeler belirli ürün gruplarını, belirli bir bölgede pazarlayacak sınırlı sayıda aracı seçerler. Çoğu dayanıklı ev eşyası ve özellikli prestij ürünü imalatçısı gibi beğenmeli mallar üreten imalatçılar yaygın olarak seçmeli dağıtım stratejisini kullanmaktadırlar. Tekelci dağıtımda imalatçılar ürünlerini belirli bir yörede satması için yalnızca bir aracıya (bayi veya dağıtımcı) tek yetkili satıcılık verirler. Bu seçmeli dağıtımın uç biçimi olarak düşünülebilir. Dış ticarette ve bölge dışı satışlarda imalatçılar genellikle ürünlerinin belirli bir bölgede satılması konusunda tekelden dağıtım türü stratejileri benimserler. Dağıtım Kanalı Seçimini Etkileyen Faktörler Bir işletme ürünlerinin pazarlanmasında hangi pazarlama kanalını, veya dağıtım yoğunluğu konusunda hangi dağıtım türünü kullanacağına nasıl karar verir? Bu yanıtlanması kolay bir soru değildir ve karara el yordamıyla varılamaz. Kanal seçimini etkileyen çok sayıda faktör vardır. Dolayısıyla pazarlamacılar bir pazarlama kanalı veya dağıtım türünü seçmeden önce bu faktörlerden bazılarını hesaba katarak incelemek zorundadır. Kanal seçimini ve dağıtım yoğunluğu hususlarını etkileyen karşılıklı etkileşim içindeki faktörlerden bazıları şunlardır: (Şekil. 12-7) Pazar faktörleri hedeflenen müşterilerin profili, pazarın büyüklüğü ve yeri, pazardaki rekabet derecesi gibi faktörlerdir. Uygun bir pazarlama kanalı 160 seçilmeden önce pazarlamacılar bu faktörleri analiz etmelidir. Ürün türleri, ürün yaşam döngüsü, ürünün kırılganlık ve dayanıksızlık gibi özellikleri ve benzer hususlar, uygun dağıtım kanalı ve türü seçiminde dikkate alınması ve incelenmesi gereken ürün faktörleridir. Üretici faktörleri, üreticilerin kaynakları ve kapasiteleri, temel yetkinlikleri, mali gücü, pazarı kontrol edebilme durumu, ürün grubunun genişliği, vb. gibi fakörler dağıtım kanalı ve türünün seçimini etkileyen dikkate alınması gereken faktörlerdir. Pazarlama yöneticilerinin dağıtım kanalı ve türü seçimi konusunda bir karara varmadan önce yukarıda belirtilen faktörleri analiz etmeleri çok önemlidir. Fiziksel Dağıtım Fiziksel dağıtım, nihai ürünlerin, fiziksel olarak, üretim hattından çıkıp tüketicinin eline geçinceye kadar süren taşınması ve ulaştırılması ile ilgili geniş bir dizi faaliyeti içerir. Bu faaliyetler arasında müşteri hizmetleri, sipariş işlemleri, depolama, stok kontrolü, malzeme aktarımı ve taşımacılık gibi hizmetler yer alır. Fiziksel dağıtımın içerdiği bu önemli temel faaliyetler aşağıda ele alınmaktadır: (Şekil. 128) Müşteri hizmetleri: Pazarlama yöneticileri malları müşterilere sevk ederken, kaliteli ve müşterilerde tatmin yaratıcı bir müşteri hizmetleri düzeyini gerçekleştirmelidir. İşletmeler bu konuda bazı hedefler belirleyip, müşterilerine vermeyi bekledikleri hizmetin kalitesiyle ilgili performanslarını tanımlayabilir ve bu faaliyetlerini geliştirebilirler. Sipariş işlemleri müşteri hizmetlerinde önemli bir konudur. Siparişlerin işlenmesi sürecinde muhtelif adımlar söz konusudur. Süreç siparişin alınmasıyla başlar. Ardından sipariş kayıtlara/veritabanına girilir. Sonra ilgili bölümler siparişe ilişkin hazırlıkları yaparlar. Sürat ve doğruluk sipariş işlemlerinin etkinliğini belirleyen iki önemli husustur. Depolama hizmetleri: Depolar malların teslim edilmeden önce geçici olarak saklandığı yerlerdir. Bunlar saklama depoları ve dağıtım merkezleri olarak sınıflandırılabilir. Saklama depolarında mallar bir süre kalır. Temel amaç ürünlerin depolanmasıdır. Diğer yandan dağıtım merkezleri ürünlerin zamanında sevk edilmesini kolaylaştırmak amacıyla tasarlanmış depolardır. Buralarda amaç stoklamak değil, ürünleri müşterilere zamanında verimli ve kaliteli bir şekilde sevk etmektir. Dağıtım faaliyetlerinde önemli konulardan biri olan depolama yönetimi son yıllarda büyük bir gelişme göstermiştir. İşletmelerde çok önemli olan bir faaliyet de, ürün stok düzeyinin izlendiği stok kontrol faaliyetidir. Düşük stok düzeyi, hizmetlerin yetersizliğine, stokların zamanından önce tükenmesine ve dolayısı ile pazar payının kaybedilmesine yol açabilir. Yüksek stok düzeyi ise bağlanan para nedeniyle daha yüksek depolama 161 maliyetlerine yol açabilir, stoktaki ürünlerin eskime olasılığını da artırır. Malzeme aktarımı, işletme içinde depolara, imalat tesislerine, veya depo ve imalat tesisleri içinde alanlara, kısa mesafeli ürün hareketi ve sevkiyatını içerir. Taşımacılık, ürünlerin satıcılardan tüketicilere taşınması ve sevk edilmesini içeren işletme dışı faaliyetleri içerir. Beş temel taşımacılık yöntemi demiryolu, karayolu, havayolu, denizyolu ve boru/enerji hatlarıdır. Taşımacılık yönteminin ve taşımacı şirketlerin seçimi önceden kapsamlı bir çalışma yapmayı gerektirir. Tüm taşımacılık alternatifleri, altı temel hizmet kriterine göre analiz edilmelidir. Dikkate alınması gerekli bu kriterler; taşımanın maliyeti, süresi ve hızı, taşıma yönteminin kapasitesi, taşıma hizmetinin güvenilirliği, erişilebilirliği ve taşıma hizmet sıklığı(programı)dır. Tutundurma Pazarlama yönetiminin, pazar için uygun mal ve hizmetler geliştirmek ve bunların pazarda mevcut olmasını sağlamak üzere doğru fiyatlama, dağıtım ve tutundurma faaliyetlerini gerçekleştirmekle ilgili bulunduğu daha önce belirtilmişti. Ürünleri tasarlanmış, üretilmiş ve dağıtılmış işletmelerin pazarlama yöneticileri, kendi ürünleri ve işletmeleri hakkında, başta tüketici ve müşterileri olmak üzere toplum ile etkili bir iletişim kurarak bilgi vermek, onları ürünlerin satınalınması hususunda motive etmek için çalışmalar yapmalıdır. Aksi takdirde tüketici ve müşterilerin ürün ve işletme hakkında bilgileri olmadığından satınalma eylemi gerçekleştirmeleri mümkün olamaz. Etkin bir iletişim sonucu bilgilenen müşteri ve/veya tüketici veya toplum bireyleri, ihtiyacı bulunan ürünleri satın alırken tercihlerini işletme ürünlerinden yana kullanabilirler. Müşteri ve tüketicilerin tercihlerini işletme ürünleri lehine değiştirecek satınalma davranışlarına yöneltmek için, onlarla etkili iletişim içinde bilgilendirme ve güdüleme maksadı ile yapılan eylemler tutundurma(pazarlama iletişimi)faaliyetleri olarak tanımlanır. İşletmenin pazarlama alanındaki hedeflerine ulaşması için tutundurma-pazarlama iletişimi- faaliyetlerinin etkin bir biçimde yönetilmesi yaşamsal önemi haizdir. Bu doğrultuda tutundurmanıngenel amaçları tüketicilere müşterilere ve topluma bilgi vermek, ürünlere talebi artırmak, ürünü rakip ürünlerden farklılaştırmak, tüketici ve müşteri nezdinde ürünün değerini arttırmak, satışlara istikrar kazandırmak şeklinde sayılabilir. (Şekil12-9) Etkili bir Tutundurma Karması (Pazarlama İletişimi Karması) Geliştirmek İşletmelerde pazarlama iletişim faaliyetleri kişisel satış, reklâm, satış geliştirme( satış promosyonu) ve halkla ilişkiler çalışmalarının bir karışımını içerir. Bu dört tutundurma unsurunu kişisel satış ve kişisel olmayan satış (reklâm, satış promosyonları ve halkla ilişkiler) şeklinde iki grupta da sınıflandırabiliriz. 162 Pazarlama iletişimi karması veya diğer bir deyişle tutundurma karması bu kişisel ve kişisel olmayan satış faaliyetlerinin bileşiminden oluşur ve tutundurma faaliyetleri bu bileşenler aracılığıyla yürütülür. İşletmenin satış elemanları ve pazarlama aracıları (toptancılar, perakendeciler, bayiler) kişisel satış kaynaklarıdır. Reklâm, satış promosyonları ve halkla ilişkiler faaliyetleri ise kişisel olmayan satış kaynaklarıdır. (Şekil. 12-10) İşletmelerde genel iletişim süreci ile ilgili bilgiler daha önce 5. Bölüm’de ele alınmıştı. Orada açıklanan hususlar genel olarak pazarlama iletişimi için de geçerli olduğundan, burada süreç ile ilgili ayrıca bir bilgi verilmeyecektir. Pazarlama iletişimi, geleneksel anlamda, satış hedeflerine ulaşmak için hedef pazarda satış süreci esnasında karşılaşılan müşteri ve tüketicilerin ürün ve işletme ile ilgili algılamaları, farkındalıkları, imaj veya tercih sorunlarını işletme yararına olacak şekilde çözmeye odaklanır. Günümüzde ise bu kavram daha geniş olarak ele alınmakta ve satış esnasındaki faaliyetler yanında, satış öncesinde ve sonrasında (tüketim ve sonrası dahil) karşılaşılan tüm aşamaları da kapsamaktadır. Etkin bir tutundurma -pazarlama iletişim- sürecinde aşağıdaki aşamalar yer alır: (Şekil 12-11) Pazarlama iletişimcisi, iş’e, potansiyel alıcı olacak hedef topluluğu tespit ederek başlar. Pazarlama iletişimcisi potansiyel müşterilerin satınalma kararına yönelme aşamalarını bilmelidir. Potansiyel alıcı, satınalma kararı alırken aşağıdaki altı aşamadan herhangi birinde olabilir. Bu aşamalar ; o o o o o o Farkındalık aşaması, Bilgilenme aşaması, Beğenme aşaması, Tercih etme aşaması, İkna olma aşaması, Satın alma aşaması Bu aşamada içeriği ve biçimi iyi olan bir mesaj hazırlanır. İyi ve uygun içerikli bir mesaj dikkat çeker, ilgiyi süreklileştirir veya ürüne yönelik bir istek uyandırır. Bu aşamada pazarlama iletişimcileri tarafından kişisel veya kişisel olmayan iletişim kanalları analiz edilerek belirlenir. Mesajın verilmesi aşaması olan bu aşamada, etkin ve ikna edici bir mesaj için güvenilir bir kaynak belirlenir ve mesaj onun aracılığı ile verilir. Bu aşama pazarlama iletişimcisinin mesajın hedef topluluk, müşteri ve tüketiciler üzerinde etkili olup olmadığını öğrenmek için geribildirim toplama aşamasıdır. Tutundurma Stratejileri Pazarlama kanalında pazarlama yöneticileri bir mal ve hizmetin alım ve satımını arttırmak maksadı ile iki türlü tutundurma(pazarlama iletişimi) stratejini yaygın olarak uygularlar. 163 (Şekil. 12-12) Çekme stratejisinde yöneticiler tutundurma karmalarını (kişisel satış veya reklâm, satış promosyonları, halkla ilişkiler gibi kişisel olmayan satışla ilgili faaliyetler) nihai tüketicilere yönlendirir ve bu yolla onları perakendeci işletmenin ürününü talep etmeye teşvik ederler. Perakendeciler tüketicilerden gelen talebi görünce, doğal olarak, ilgili ürünleri toptancı veya imalatçıya sipariş ederler, böylece ürünün alım satımı arttırılmış olur. İtme stratejisinde pazarlama yöneticileri tutundurma karmalarını(kişisel satış ve kişisel olmaya satış faaliyetleri), ürünün siparişini, depolanmasını, bölgesel satışını gerçekleştirecek pazarlama aracılarına (kanal üyeleri) yönlendirirler. Pazarlama aracıları üreticinin sağladığı avantajlar sayesinde ürün taleplerini artırır ve aynı avantajları tüketicilere sağlayabilirler. Burada amaç aracıların ürünleri satın alarak, stoklama, risk üstlenme, tüketici talebinin canlandırılması yolunda işbirliği içine katmaktır. Tutundurma Karması (Pazarlama İletişim Karması) Bir işletmenin pazarlama iletişim karmasının aynı zamanda tutundurma karması olarak adlandırıldığı, daha önce çeşitli kereler belirtilmişti. Tutundurma karması, bu bağlamda pazarlama karmasının bir alt grubu olduğu söylenebilir. Tutundurma karmasının bileşenleri kişisel satış ve reklâm, satış promosyonları, halkla ilişkiler ve doğrudan pazarlamayı içeren kişisel olmayan satıştır. (Şekil. 12-13) Kişisel satış Tanıtım karmasının önemli bileşenlerinden biri olan kişisel satış, satış yapmak amacıyla bir veya daha fazla potansiyel müşteriye yapılan sözlü sunuş olarak tanımlanabilir. Kişisel satış, satış elemanları tarafından yapılır. Bu kişiler perakende ve toptan satış yerlerinde tezgâh arkasında müşterilerle yüzyüze temas ederek satışlarını gerçekleştirmeye çalışırlar. Bazıları işyeri veya merkezinden uzak bulunan sorumlu bulundukları satış bölgelerinde yine yüzyüze satış yapmaya çalışırlar. Merkez dışı satış bölgelerinde satış elemanı olarak görev yapanlar çoğunlukla tek başına çalışırlar. Dolayısıyla bu elemanların merkezden uzak faaliyet yürütmek konusundaki özel yetenekleri dikkate alınarak uygun bir biçimde seçilmeleri gerekir. Yüzyüze olmayan bir kişisel satış yöntemi olan Tele-pazarlamada, satış elemanları sunuşlarını telefon görüşmeleri aracılığıyla yaparlar. Tele pazarlama, iletişim tekniklerinin geliştirmiş olduğu küresel pazarlarda çok yaygın olarak kullanılan bir kişisel satış yöntemidir. Kişisel Satış Görevleri Kişisel satış yapmakla görevi elemanlar, satış işlevleri ile ilgili olarak aşağıda açıklanan faaliyetlerden biri veya birkaçını yerine getirirler. Bunlar sipariş alma ve işleme koyma (sipariş işleme), yaratıcı satış ve misyonerce satıştır. (Şekil. 12-14). 164 Sipariş alma ve işleme koyma(sipariş işleme) potansiyel alıcıları müşterilere dönüştüren faaliyetler olup, satış elemanlarının en önemli temel görevlerinden biridir. Bu aşama potansiyel alıcıların ikna olarak, ürün için siparişi vermeyi kabul ettiği aşamadır. Satış elemanı bu aşamada müşterilerin ihtiyaç ve isteklerini belirler ve siparişleri alarak işleme koyar. Sipariş alma ve işleme koyma aşaması, genellikle standart olan veya müşteri ve tüketicilerce tanınan, kabul edilmiş ürünlerin satışında yaygın olarak görülen bir aşamadır. Yaratıcı satış yeni müşteriler kazanarak veya yeni ürünler sunarak yeni iş olanakları geliştirmeye çalışan satış elemanının görevidir. Yeni ürün satışı veya yeni müşterilere yaklaşım daha enerjik, yaratıcı, ve ikna edici yetenekler gerektirir. Dolayısı ile yaratıcı satış elemanlarının bu tür özelikleri haiz bulunmaları, kişisel satış işleminin gerçekleşmesinde önemlidir. Kişisel satış görevleri arasında bu tür en zor olanıdır. Kişisel satışın başka bir türü olan misyonerce satışta satış elemanı herhangi bir ürün veya hizmetten satışından ziyade, işletmenin veya ürünün tüketici nezdinde itibarını arttırıcı faaliyetlerde bulunur. Burada temel amaç, onlara ilgi göstererek, karşılıksız bilgi ve teknik yardım sunarak işletme ile aralarında samimi ve güvenilir bir ortam yaratmaktır. Faaliyetler öncelikle satın alma kararlarını etkileyen nihai alıcılara veya kişilere yöneltilir. Doğru ve uygun bir şekilde yapılan bu tür faaliyetler, belirli bir vadede tüketici taleplerini ve dolayısı ile pazarlama aracılarının satışlarını arttırır. Kişisel Satış Süreci Kişisel satış diğer satış yöntemlerine göre daha basit bir faaliyet görülse de, satışın tamamlanması çeşitli aşamaları gerektirir. Bazı kişisel satışlar çok kısa bir sürede gerçekleştirilmesine rağmen, bazıları aylarca hatta yıllarca sürebilir. Bununla birlikte ister dakikalar içinde, ister aylar süresince gerçekleşsin, kişisel satış faaliyetleri aşağıdaki aşamaları içerir: (Şekil. 12-15) Satışla sonuçlanacak bilgilerin toplaması, ilişkilerin kurulması (potansiyel müşterilerin araştırılması): Satış elemanı, bu aşamada, ürünlerinin potansiyel alıcılarını belirler ve onları ‘müstakbel müşteriler’ olarak kişisel satış portföyüne alır, ilişkiler kurmaya başlar. Potansiyel müşterilerin niteliklerinin belirlenmesi: İlişki kurulan potansiyel müşteriler ürünler hakkında daha fazla bilgi edinmek istediğinde, satış elemanı hemen temasını arttırarak satınalmaya eğilimli bulunan müstakbel müşterilerilerin ihtiyaçları, özelikleri, davranışları ile ilgili niteliklerini belirleme fırsatına sahip olur. Satış yaklaşımında bulunma: Satış elemanı satışa yatkın bulduğu müstakbel müşteriyle görüşmek için gelecekte bir tarihe (yakın veya uzak) randevu verir. Satış sunuşu yapma: Satış elemanı ürünleri ve satış koşullarıyla ilgili bir sunuş yapar. Soruları ve/veya itirazları ele alma: Müstakbel alıcının fiyat düzeyi, kalite gibi konulardaki soruları satış elemanı tarafından uygun biçimde yanıtlanır. Satışın tamamlanması: Sorular sorulup yanıtlar verildikten sonra satış elemanı sipariş alarak kişisel satışın ilk aşamasını tamamlamaya çalışır. 165 Satıştan sonra izleme: Çoğu satış elemanı için önemli olanın satışın yapılmasıdır. Ancak kişisel satış elemanının görev ve sorumlulukları satışı yapıp, siparişi işleme almakla sona ermez. Teslimatın yapılıp yapılmadığı ve diğer tüm müşteri hizmetlerinin uygun biçimde yerine getirilip getirilmediği ve müşterinin satışla ilgili tatmin düzeyi izlenmelidir. Yukarıda belirtildiği gibi kişisel satış işlemi çok kısa veya oldukça uzun bir sürede gerçekleşebilir. Dolayısı ile yukarıda kapsamlı olarak açıklanan aşamalar, kısa veya uzun bir süre içinde ardışık faaliyetler halinde bir süreçtir. Kişisel Olmayan Satış Kişisel olmayan satış, satış işlemini gerçekleştirmek için müşteri veya tüketici ile dolaysız, yüzyüze bir temasın bulunmadığı, ama belirli bir vadede müşteri ve tüketicileri satınalmaya yönlendirebilecek, reklâm, satış promosyonları, halkla ilişkiler, doğrudan pazarlama gibi faaliyetleri içeren bir dizi satışa yönelik eylemlerden oluşur. Bu kişisel olmayan satış eylemleri aşağıdaki paragraflarda ele alınacaktır. Reklâm İşletmeler yüzyüze ve dolaysız temas gerektirmeyen eylemlerle fikirlerini, ürünlerini ve hizmetlerini topluma tanıtmak için bu alanda uzman kişi ve kurumların hizmetlerinden yararlanırlar, aldıkları hizmet karşılığında da bunlara ödeme yaparlar. Toplumu çeşitli sunuş ve tanıtımlar yolu ile bilgilendiren, bu tür kişisel olmayan satış faaliyetleri reklâm olarak bilinir. Reklâm, müşterileri işletme, ürünleri veya faaliyetleri konusunda bilgilendirmek için yapılır. Burada amaç toplum birey ve kurumlarına işletme, ürünleri veya faaliyetleri hakkında bilgi vererek, onlarda ilgi, farkındalık ve satınalma eylemlerine girişme isteği yaratmaktır. Reklâm gerçekçi olmalı, uygun zaman ve mecralarda yapılacak eylemlerle, hedef topluluk veya pazarda davranış değişikliği(farkındalık, tutum, değişim vb.) oluşturabilecek nitelikte ifadeler içermelidir. Yarattığı etki açısından reklâm türleri üç grupta sınıflandırılabilir: (Şekil. 12-16) Bilgilendirici reklâmlar bir talep yaratmak için işletme tarafından sunulan bir ürün veya hizmet konusunda tüketicileri bilgilendirmekte kullanılır. Bu tür reklamlar genelikle piyasaya sunulan yeni bir ürün veya hizmet için kullanılmaktadır. İkna edici reklâmlar potansiyel alıcıları, ihtiyaçlarını en iyi biçimde reklamı yapılan ürün ve hizmetlerin karşılayacağı konusunda ikna ve teşvik ederek, onları yönlendirerek talep yaratmaya yöneliktir. Marka tercihleri yaratmaya veya potansiyel alıcıları tercihlerini değiştirip taleplerini işletmenin ürünlerine yöneltmeye teşvik eden reklamlar da bu tür reklamlar arasındadır. İşletmeler ikna edici reklâmları özellikle rekabetin arttığı veya çok şiddetli olduğu dönemlerde, 166 müşteri satınalma davranışlarını değiştirmede kullanırlar. Hatırlatıcı reklâmlar, müşterilerin bildikleri, tanıdıkları ürün veya hizmeti unutmamaları için ve satınalmalarına devam etmelerini sağlamak üzere tasarlanmıştır. İşletmenin satışlarında bir düşüş olmasını engellemek, rakip ürünlere yönelime mani olmak için hatırlatıcı reklamlardan yaygın olarak yararlanılmaktadır. Yukarıdaki tür reklamlar uygulanırken iki önemli unsura dikkat etmek gerekir: Reklam amacı ile ilgili mesajın yaratımı ve bu mesajın kullanılacağı medyanın seçimi. Mesaj yaratımında konu uzmanlarının reklam konusu mesajın ana fikrini güçlü olarak taşıyan bir içerik, mesajın sunuluş yöntemi veya sunuş biçimi ile ilgilenmeleri gerekir. Medya seçimi aşamasında da reklâm uzmanları mesajın verileceği iletişim aracı, mesaj konusunun boyutları, mesajın süresi ve konumunu belirlerler. Bu belirlemede reklâmın hangi zaman aralıklarında kaç kişiye ulaşacağı ile ilgili hususlar da tespit edilir. Satış Promosyonları Satış promosyonu tüketicilere ve/veya pazarlama aracılarına(perakendeci, toptancı, komisyoncu) yönelik olarak tasarlanmış, onların satınalma eylemini süratlendirecek, teşvik edecek, özgün, yaratıcı ve süreli bir satış teklifidir. Satış promosyonunun iki türü bulunmaktadır: tüketici promosyonları ve ticari promosyonlar. Tüketici promosyonu tüketici talebini canlandırmak, yeniden alımları teşvik etmek ve pazardaki satın alma düzeylerini artırmak için tasarlanır. Müşterilere belirli bir ürünün alımında tasarruf sağlayan kuponlar, çeşitli hediyeler, ücretsiz örnekler, fiyat indirimi veya bedelsiz ürün imkanı veren sağlayan ambalaj kupürleri, belirli bir ürünün tanıtımı veya satınalımını teşvik etmek için ücretsiz veya düşük bir bedelle sunulan kolayda tür ürünler, belirli satış noktalarında ürünlerin sergilendiği ve müşterilere kullandırıldığı veya bedelsiz olarak verildiği alım noktası promosyonları tüketici promosyon araçlarının örneklerindendir. Ticari promosyonlar, üretici işletmelerin, pazarlama aracılarını kendi ürünlerini daha ilgi ve çaba göstererek satmaları için etkilemek ve onlara yönelik itme stratejinin bir aracı olarak tasarladıkları; indirimler (belirli bir süre boyunca, veya bölgede fiyatları geçici orak düşürmek) ve ödenekler (aracı maliyetlerinin bir kısmına üreticinin katılması) gibi faaliyetlerdir. Halkla İlişkiler Halkla ilişkiler işletmenin yakın çevresi ve toplumun çeşitli kesimleriyle kurduğu, onların işletme veya ürünleri hakkında olumlu görüş, imaj ve davranışlar oluşturmasına yönelik iletişim ve ilişkileri ifade eder. Bu ilişkiler müşterileri, tedarikçileri, hissedarları, çalışanları, devleti ve genel olarak halkı ve işletmenin içinde faaliyet gösterdiği toplumu içerir. 167 Tutundurma karmasının bu bileşeni, aynı zamanda, reklam gibi, işletmenin kendi mal ve hizmetlerini tanıtma konusunda da yarar sağlar. Ancak bu faaliyet, ürün tanıtımı ve satımı amacından ziyade, genellikle işletmenin bütünsel prestiji ve olumlu imajının geliştirilmesi ilgilidir. Halkla ilişkiler çalışanları faaliyetlerinde genellikle kitlesel medya kanallarından yararlanırlar. Yeni ürünler, işletmedeki ve yönetimdeki değişiklikler, finansal sonuçlar, sosyal sorumluluk faaliyetleri, çevresel duyarlılık projeleri veya benzer faaliyet ve gelişmeleri duyurmak için görsel ve yazılı basın açıklamaları, son derecede yaygın olarak kullanılan kitlesel medya kanallarıdır. Pazarlamaya ilişkin halkla ilişkiler, işletmenin pazarlama hedeflerini gerçekleştirmekte yararlandığı, daha dar, odaklanmış bir halkla ilişkiler türüdür. Bu tür faaliyetler proaktif (ileriye yönelik) veya reaktif (tepkisel) olabilir. Proaktif pazarlamaya ilişkin halkla ilişkiler, her karşılaşılan fırsatı mal ve hizmetlerin toplum nezdinde tanıtımı ve olumlu imajının geliştirilmesi amacı ile kullanmaya gayret eder. Reaktif pazarlamaya ilişkin halkla ilişkiler işletmenin varlığını, hedeflerini, prestij ve imajını tehdit edebilecek dışsal durumlarda tepki gösteren faaliyetlerdir. Fiyatlandırma Fiyat bir ürün veya hizmetin satıcı ve alıcı arasında takas edilme, değiştirilme değeri, veya ederidir. Bir ürünün belirlenmiş olan fiyat düzeyi onun satış başarısında son derecede etkilidir. Fiyatlar ürünün kalitesi ve rakip ürünlere göre üreticilerce uygun olarak belirlenmeli ve bu durum müşteriler ve tüketiciler tarafından kabul edilmelidir. Yüksek belirlenmiş bir ürün fiyatı, ürün ne kadar kaliteli, farklı ve ihtiyaçlara uygun olsa dahi müşterilerin tepkisini çekebilir. Böyle bir durumda ürün piyasada kolayca satılamaz. Bunun yanında fiyat çok düşük belirlenmişse işletme zararlarla karşılaşabilir veya müşteriler ürünün kalitesini zihinsel bağlamda sorgulayabilirler ve satınalma eylemini geciktirici tereddütler oluşabilir. Fiyat işletmelerin gelecekte varlıklarını sürdürebilmelerine olanak sağlayacak gelirleri ve kârlarını da belirleyen önemli bir unsurdur. Fiyatları Etkileyen Faktörler İşletme mal ve hizmet fiyatları üzerinde etkili olan çeşitli faktörler vardır. Bu faktörler, iç ve dış faktörler olmak üzere iki grupta sınıflandırılabilir: (Şekil. 12-18) Fiyatları etkileyen işletme içi unsur ve faaliyetlerden kanaklanan iç faktörlerden bazıları şunlardır: İşletmenin pazarlama hedefleri ve stratejisi fiyatlandırmada ciddi bir biçimde dikkate alınması gereken önemli bir iç faktördür. Fiyatlar, gelecekteki amaçlara ulaşılması için önceden belirlenmiş hedefler ve ilgili stratejilerle ahenkli bir şekilde belirlenmelidir. Hammadde, malzeme, işgücü, reklâm, taşımacılık ve diğer girdi maliyetleri çoğunlukla işletmenin kontrolü dışındadır ve fiyatlandırmada dikkate alınması 168 gerekli faktörlerdir. Kurumsal unsurlar, işletme içinde fiyatları belirlemekten sorumlu kişilerle ilgilidir. Fiyatları belirleyen kişiler ve bunların sektör ve piyasalarla ilgili görüş ve gelecekle ilgili öngörüleri mal ve hizmet fiyatlandırmalarını etkiler. Ürün veya hizmet fiyatları üzerinde etkili olan işletme dışında oluşan çevresel dış faktörler aşağıdaki paragraflarda açıklanmaktadır: Pazardaki mal ve hizmet talebi, fiyatları etkileyen önemli bir faktördür. Pazarlamacılar yeni bir ürünü pazara sunarken veya mevcut ürünlerin fiyatlarını değiştirirken piyasadaki talep koşullarını inceleyerek fiyat oluşturmaya gayret ederler.. Fiyatlar belirlenirken rakiplerin fiyatları da dikkate alınmalıdır. Pazarlama yöneticileri, ürünlerin fiyatlandırılması konusunda yapılan her girişimin rakiplerden bir tepki göreceğini aklında bulundurmalıdır. Ekonomik koşullar fiyatlandırma üzerinde doğrudan bir etkiye sahiptir. Enflasyon, durgunluk, refah ve yokluk dönemlerinde fiyat belirlemeleri bu koşullar dikkate alınarak uygun biçimde yapılmalıdır. Bazı koşullarda resmi makamlar ekonomiyi düzenlemek için fiyatlandırmaya bazı kısıtlamalar getirebilirler. Dolayısı ile bu karar verici ve belirleyici çevrelerin görüş ve davranışları da, mal ve hizmet fiyatlandırmalarında dikkate alınmalıdırlar. Fiyat Belirleme ve Fiyatlandırma Yöntemleri İşletmelerde üç önemli fiyat belirleme ve oluşturma yöntemi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlar maliyet temelli fiyatlandırma, değer temelli fiyatlandırma ve rekabet temelli fiyatlandırmadır. (Şekil. 12-19) Maliyet temelli fiyatlandırma yönteminde yöneticiler ürünün hesaplanmış maliyetine belirli bir kâr ilave ederek fiyatları belirlerler. Fiyatların belirlenmesine ürün maliyetleme çalışmaları ile başlanır ve daha sonra bu maliyete uygun bir kâr marjı eklenir. Rekabet koşullarının zorlu olmadığı piyasalarda işletmeler genellikle, rakip fiyatları dikkate almadan, maliyet temelli fiyatlandırma uygularlar. Değer temelli fiyatlandırma yöntemi pazarlama yöneticilerinin, fiyatları maliyet yerine alıcının değer algısına dayanarak belirlemesidir. Bu yöntemde yöneticiler fiyatlandırmaya müşterinin ürünün değerine ilişkin görüş ve fikirleriyle başlar, ve fiyatları bu duruma göre belirlerler. Müşterilerin ürünlere verdikleri değer yüksek ise onlar için yüksek fiyatlar belirlenebilir. Farklı ihtiyaçları karşılayan farklı ürünlere sahip işletmeler genellikle değer temelli fiyatlandırma uygularlar. Rekabet temelli fiyatlandırmada pazarlama yöneticileri, değer veya maliyet temelli fiyatlandırma yerine rakiplerin fiyatlarını dikkate alarak ve onlarla rekabet 169 edebilecek düzeyde mal ve hizmetler için fiyat belirlemesi yaparlar. Amaç mal ve hizmet fiyatlarını rakip ürünlerin fiyatlarıyla dengelemektir. Rekabetin çok şiddetli olduğu piyasalarda rekabet temelli fiyatlandırma uygulaması, sektörde tüm tarafların büyük zarar görmesine neden olabilecek aşırı fiyat kırılmalarına yol açabilir. Fiyatlandırma Stratejileri Fiyatlandırma karmaşık ve dinamik bir süreçtir. Belirlenmiş fiyatları ve fiyatlandırma yöntem ve yapılarına sahip işletmeler, ürünlerinin yaşam döngüleri boyunca, zaman içinde, veya gerekli durumlarda bunları değiştirirler. Yani, işletmeler, ürünleri için sadece bir kere fiyat belirlemezler. İşletme içi ve dışı faktörler nedeni ile maliyetlerdeki, rekabet koşullarındaki, talepteki ve diğer ilgili unsurlardaki değişikliklerle ahenkli olarak, çeşitli fiyatlandırma stratejilerini belirlerler ve uygularlar. İşletmelerde ürün yaşam döngüsü boyunca, koşulların gerektirdiğinde uygulanabilecek belirli fiyatlandırma stratejileri şunlardır:(Şekil. 12-20) Yeni ürün veya yeni pazar fiyatlandırma stratejileri: İşletmelerin yeni ürünleri veya yeni girdikleri pazarlarda uyguladıkları bu strateji, pazarın kaymağını toplama, pazara girme veya parite (rekabetçi) fiyatlandırma stratejileridir. Pazarın kaymağını toplama (primli fiyat) stratejisi, yeni ürün için, piyasa fiyatlarının üzerinde, müşterinin değer vererek kabul edebileceği yüksek bir fiyat belirlemeyi içerir. Bu primli fiyat yöntemi işletmelerin, pazar ve rekabet düzeylerinin üzerinde fiyat belirlemesine ve farklılaştırılmış yeni ürün için daha fazla bedel ödemeyi kabul eden müşteri kesimlerinden maksimum gelir elde etmesine olanak verir. Pazara derinliğine girme stratejisi, yeni bir pazara girmek veya pazarlarda talebi canlandırmak için piyasa fiyatlarının altında fiyat uygulamasını temel alan bir stratejidir. Bu yöntemin esas amacı ürünün belirli bir süre zarfında pazara girmesi ve etki derecesini artırmaktır. Parite fiyatlandırma (rekabetçi fiyatlandırma) stratejisi, fiyatların piyasadaki rekabetçi düzeylerde veya bu düzeylere yakın belirlenmesi anlamına gelir. Bu yöntemde, pazarda rekabet içindeki işletmeler satış hedeflerine ulaşmak amacıyla diğer pazarlama programlarını uygulamaya sokarak, fiyatların ürün satışları üzerindeki etkisini azaltmaya çalışırlar. Fiyat Uyumlaştırma Stratejileri, işletmelerin fiyatlarını değişen koşullara uyarlaması veya farklı grup ve bölgelerde değişik fiyatlar uygulaması olarak tanımlanabilir. Fiyat uyumlaştırma stratejilerinden bazıları aşağıda ele alınmaktadır. o İndirim ve ödül fiyatlandırması işletmelerin müşterilerinin belirli satınalma eylemlerini gerçekleştirmelerini teşvik amacı ile uyguladıkları stratejilerdir. İşletmeler müşterilerinin, yüklü düzeyde alımları, sezon dışı(öncesi ve sonrası) alımları, erken ödeme yapmaları gibi davranışları dolayısıyla onları ödüllendirmek için belirledikleri fiyatlarında değiştirmeler(indirimler) yaparlar. İndirim ve ödül fiyatlandırmasının 170 o o o örneklerinden bazıları nakit ödeme indirimleri, miktar indirimleri ve sezon dışı alım indirimleridir. Bölümlere göre fiyatlandırma stratejisinde, işletmeler maliyetleri değişmediği veya ürünlerini farklılaştırmadıkları halde, aynı ürün için, değişik müşteri ve tüketici gruplarına, farklı fiyatlar uygularlar. Bu fiyatlandırma yönteminin esas amacı müşteriler, ürünler veya satış bölgeleri arasında farklı fiyatların uygulanması ile ortalama hedef gelirleri sağlayabilmektir. Promosyon fiyatlandırma stratejisi, işletmelerin kısa ve süratli bir şekilde satışlarını artırmak için liste fiyatlarının altında fiyatlar uyguladığı bir stratejidir. Coğrafi fiyatlandırma stratejisi, işletmelerin farklı bölgeler için farklı fiyatlar belirlemesiyle ile uygulaması stratejisidi 171 172