1 T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSİTİTÜSÜ ÇOCUK GELİŞİMİ VE EV YÖNETİMİ EĞİTİMİ ANA BİLİ DALI ÇOCUK GELİŞİMİ VE EV YÖNETİMİ EĞİTİMİ BİLİM DALI Yüksek Lisans Semineri Ana Baba Tutumları ile Çocukların Bağlanma Stilleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi DANIŞMAN DOÇ.DR. KEZBAN TEPELİ HAZIRLAYAN SAKİNE İLKİM ARI 124238031024 KONYA 2013-2014 Bahar Dönemi 2 İçindekiler: 1- Bağlanma ve yakın İlişkiler………………………………… ……………..............3 1.1.Bağlanmanın Diğer Tanımları…………………………………………………..5 1.1.1. Bağlanmanın Diğer Tanımı…………………………………………5 a- Güvenli Bağlanma……………………………………………………...5 b- Kaygılı Bağlanma………………………………………………………6 c- Korkulu- Kaçıngan Bağlanma………………………………………….6 d- Kayıtsız/Reddedici Bağlanma………………………………………….6 1.1.2. Bağlanma Nasıl Gerçekleşir……………………………………………………7 1.1.3. Sorunlu Bağlanma ………………………………………………………...…..9 2- Yakın İlişkiler ve Bağlanma……………………………………………………....10 2.1. Bir İlişkide Karşı Cinsi Çekici Kılan Nedir? ………………………...............12 2.2.Bağlanmanın Yakın İlişkilerin Sürekliliğine veya Sonlanmasına Etkisi……..15 3- Kaynakça……………………………………………………………………….…18 3 1. Bağlanma ve Yakın İlişkiler 1.1.Bağlanma Kuramına Genel Bakış ve Bağlanmanın Tarihçesi Temel eğitimi tıp ve psikiyatri olan John Bowlby, Freudian kökenli bir hekimdir. John Bowlby yaptığı çalışmalarla Freud’un kişilik kuramını genişleterek kişiliğin oluşumunda “Nesne İlişkileri Kuramına” önemli katkılar yapmıştır. Bowlby’den önce Melanie Klein, Donalt Winnicot, Margaret Mahler, ve Heinz Kohut gibi psikanalist ve felsefeciler çocuklukta yaşanan ilişkilerin kişiliği etkilediklerini ileri sürmüşlerdir. Dolayısıyla bu yazarlar “Nesne İlişkileri Kuramcıları” olarak tanımlanmaktadırlar. John Bowlby, bağlanma kuramını geliştirmeden önce yukarıda anılan kişilerden çok etkilenmiştir. Bowlby, kişiliğin gelişiminde çocukluk dönemindeki çatışmalar ve bastırmalar bilinçaltı süreçler gibi kavramları daha ileri taşımıştır. Bowlby, bilinçaltı çatışmalar yerine kişiliğin gelişiminde erken dönem çocuk-bakım veren kişi arasındaki ilişkiler üzerinde durmuştur. Çocukla çocuğa bakım veren kişi (genel olarak anne) arasında kurulan ilişki biçiminin bireyin yaşamını beşikten mezara kadar etkilediğini ileri sürmüştür. Burada bir yanlış anlaşılmayı önlemek için beşikten mezara kadar süren ilişki biçiminin “yakın ilişkiler/romantik ilişkiler” olduğunu vurgulamak gerekir. (Bowlby, 1979) Bağlanma kuramı psikanalitik bir yönelime sahip olmakla birlikte bu kuramı diğer nesne ilişkileri kuramından ayıran önemli bir özellik taşır. Öncelikli olarak bağlanma kuramı patolojiden çok zihinsel sağlığa önem vermektedir. İkinci olarak, çocuğun bakıcılarıyla ya da bakıcısıyla olan yaşantılarının (bu yaşantılar fantezileri de içermektedir) gerçek deneyimlerine ve bu deneyimlerin nasıl imgeleştirildiğiyle ilgilenmektedir. Oysa psikanalitik kuramcılar çocuk-anne arasındaki ilişkinin daha çok fantezi içeren imgelerine vurgu yapmaktadır. Yani çocuk, anne tarafından reddedildiğinde psikanalitik yaklaşımcılar bunu bilinçaltı bir süreç olarak devamlı anne sevgisi peşinde koşmak olarak açıklarken, Bowlby bunu sorunlu bir bağlanma biçimi olarak tanımlamaktadır. Üçüncü olarak bağlanma kuramı sınanabilir önermeler sunmaktadır. Örneğin, reddedilen bir çocuk ilerideki yaşamında ya kendi kendine 4 yetmeye çalışan ve diğerlerine güvenmeyen bir bağlanma biçimi, dolayısıyla bağlantısızlık geliştirmektedir. (Güngör 2000). Sağlıklı bir bağlanma tanımı yapabilmek için bağlanmanın doğasını açıklamak gerekir. Bowlby (1979), bağlanma ilişkisinin dört temel özellik gösterdiğini ifade etmektedir. Diğer bir değişile bağlanma dört temel ihtiyacı karşılamaktadır. Bu dört temel özellik; 1- Yakınlık arayışı 2- Güvenlik arayışı 3- Ayrılık kaygısı 4- Güvenli sığınak arayışıdır Kişi kendini psikolojik, sosyal veya fizyolojik olarak tehdit altında hissettiğinde yakınlık, güvenli bir sığınak ve destek aramaktadır. Şayet, çocuk güvenli bir sığınak ve destek bulamayacağı kaygısı yaşarsa ayrılık kaygısı yaşamaktadır. Yani, çocuk hem fizyolojik hem de psikolojik olarak “kopma davranışı” gösterememektedir. Kopma davranışını şöyle açıklayabiliriz; bir çocuk emeklemeye veya yürümeye başladığında çevreye duyduğu merakı gidermek için anneden uzaklaşmaya başlar. Başlangıçta bu uzaklaşmalar kısa süreli ve kısa mesafelidir. Daha sonra çocuğun hareket yeteneği geliştikçe hem kopma süresi uzar hem de mesafe uzar. Çocuk bu kopma davranışı süreci içinde bir tehdit algıladığında, ya hızla annenin yanına dönmek ister ya da ağlayarak anneyi yanına çağırır. Bu, çocukta güven ve destek arayışının deneysel bir göstergesidir. Harry Harlow ve Ainsworth kopma olgusunu deneysel olarak defalarca kez göstermişlerdir. Ainsworth çok bilinen yabancı oda deneylerinde anne-çocuk ve anlaşmalı bir psikoloğun arasında geçen ilişkileri gözleyerek bağlanma kuramının geçerliğini denemişlerdir. Ainsworth’un deneyleri kısaca şöyledir; Anneler çocuklarıyla yabancı oda deneyinin yapıldığı mekâna gelmeden önce bir yerde bekletilmiş ve daha sonra yabancı oda deneyinin yapıldığı odaya getirilmişlerdir. Deney odasında önceden anlaşmalı bir psikolog bulunmaktadır. Anne, çocuğuna çantasını unuttuğunu söyleyerek çantasını almak için odadan çıkar. Ve çocukla psikolog odada kalırlar. Oda, uyarıcı bakımdan çok zengindir; çeşitli 5 oyuncaklar, resimler, ilginç malzemeler vardır. Yapılan gözlemler sonucu çocukların davranışları üç gruba ayrılır. Bazı çocuklar odada yalnız kalmamak için annelerine sarılırlar ve annelerini bırakmak istemezler ve daha sonra odada hiçbir şey ile ilgilenmeden anneyi beklerler. Anne odaya döndüğünde anneye bağırırlar, vururlar ya da ağlarlar. Bazı çocuklar ise, annenin gitmesi ile hiç ilgilenmedikleri gibi psikologla da ilgilenmezler. Anne geri döndüğünde ise annenin gelişi ile hiç ilgilenmezler. Üçüncü gruptaki çocuklar ise annenin gitmesine izin verir, psikologla konuşur, psikoloğa ne iş yaptıklarını sorarlar, oyuncaklar hakkında bilgi alırlar ve anne döndüğünde anneyle yaşantılarını paylaşırlar. Birinci gruptaki çocukların annelerin çocuklarıyla olan ilişkileri incelendiğinde, bu annelerin çocuklarına karşı davranışları korku ve baskıya dayalı olduğu, annenin obsesif kişilik özelliği gösterdiği belirlenir. İkinci gruptaki çocukların anneleri normal hayatta çocuklarıyla ilgilenmemekte, yakın ilişki kurmamakta ve daha çok anne odaklı bir bakım verdikleri belirlenmiştir. Üçüncü gruptaki çocuklarda annelerin çocuklarıyla duygusal ya da yakın ilişki kurdukları, onları destekledikleri ve cesaretlendirdikleri gözlemlenmiştir. Bu annelerin çocuklarıyla olan ilişkilerinde “çocuk odaklı bir bakım” sağladıkları belirlenmiştir. Bu açıklamalardan sonra bağlanmanın tanımı şöyle yapılabilir; Bir kişinin korktuğunda, yorulduğunda, hasta olduğunda ve bir durum karşında kişinin kendisini zayıf ve çaresiz hissettiğinde bir figürle ilişki kurmak ya da yakınlık aramak için duyduğu güçlü bir istek olarak tanımlanabilir (Arslan, 2008). Bowlby 1980; 1982) bu konuda şöyle demektedir; “eğer birey tehdit hissetmezse ya da bağlanma figüründen ayrılmazsa bağlanma davranışı harekete geçmez.” 1.1.1. Bağlanmanın diğer tanımları Bağlanma üzerinde çalışan diğer önemli bilim adamları Bartholomew ve Horowitz (1991) dört türlü bağlanma stili geliştirmişlerdir. Bu bağlanma stilleri kısaca özetlenirse; a- Güvenli Bağlanma: Güvenli bağlanmanın yakın ilişkilere yansıması şu şekilde tanımlanabilir; Kişi kendini değerli, diğer kişileri de güvenilir olarak algılar. Bu bağlanma türü kişiye diğer insanlara yakınlık, kendi kararlarında otonomi, insanlarla birlikteyken rahat olma olarak özetlenebilir. 6 Bu bağlanma türünde (Bartholomew ve Horowitz (1991), çocuk odaklı bir bakım söz konusudur. Ebeveynler veya çocuğun bakımından sorumlu kişiler çocuğu eleştirme yerine ona destek olurlar ve otonomi kazanmasını sağlarlar. b- Kaygılı bağlanma: Kişiler arası yakın ilişkilerdeki yansıması şöyledir; Kişinin kendisine karşı olumsuz bir bakış açısı vardır. Çocuklukta ve yetişkinlikte diğerleri ile ilgili yakın ilişkilerinde kendinden kaynaklanan kaygıları vardır. Yakın ilişkide bulunduğu diğer kişilere karşı bakış açısı olumludur. Kendini değerli hissedebilmek için diğerlerinin onayını almaya çalışır. Onayın kıymeti, değerli bulduğu kişilere bağlıdır. Yani kişi onun için ne kadar önemliyse onayı da o ölçüde değerlidir. Örneğin; babasının onayı için çabalayan kız çocuğu yetişkinlikte kocasının onayını almaya çalışır. Kaygılı bağlanma gösteren kişilerin ebeveynleriyle olan ilişkileri güvensizdir. Ebeveynin onay standartları yüksektir. Ebeveyn, çocuğun yaptıklarını ya hatalı ya da yetersiz olarak değerlendirir. Dolayısıyla çocuk, kendisinin yeterli ve değerli olduğuna dair bir kaygı geliştirir. Haliyle karar verirken kendisinin doğru karar vereceğinden şüphe duyar. Bu nedenle diğerlerinin çocuğun kararını onaylaması önem kazanır. c- Korkulu-kaçıngan bağlanma: Korkulu-kaçıngan bağlanma stiline sahip olan kişiler hem kendileri hem de diğerlerine karşı olumsuz bakış açısına sahiptirler. Diğer kişilerle olan ilişkilerinde güvensiz oldukları için onlara duygusal yakınlık geliştiremezler. Bağlanma sorunları olduğu için yakın ilişkilerden kaçınırlar. Bu bağlanma stilinde anne-çocuk ilişkisinin tutarsızlığı önemli rol oynar. Çocuk anneyle ilk dönem ilişkilerinde ne zaman yakınlık göreceği ne zaman cezalandırılacağı konusunda bir karara varamaz. Haliyle yakın ilişkilerinde daima reddedilme kaygısı yaşar. Bu sonucunda kişi yakın ilişkilerinde bağlanmaktan kaçınır. Çünkü reddedilme ya da terk edilme durumları kişi için çok incitici ve acı vericidir. Bugünkü modern toplumda yakın ilişkilerde bağlanamama sorunu ilgili bağlanma stilinden kaynaklanıyor olabilir. d- Kayıtsız/Reddedici bağlanma: Kayıtsız/ reddedici bağlanma sitilindeki kişiler kendilerine güvenir. Dolayısıyla kendileriyle ilgili olumlu bakış açısına sahiptir. Ancak, diğerlerine karşı olumsuz bakış açısına sahiptir. Diğerleriyle yakın ilişki kurmayı reddeder ve yakın ilişkiden kendini uzak tutar. 7 Bu bağlanma türü, bazı literatürde “bağlantısız bağlanma” türü olarak da geçmektedir. Reddedici bağlanma türünün kaynağı kendi başına büyüyen ve kendi kaynakları ile sorunlarını çözmeyi öğrenmiş kişilerde daha sık gözlenir. Arslan (2010), araştırma sonuçlarına göre kayıtsız reddedici bağlanma stili gösteren ergenler daha girişimci, problem çözmede daha başarılı olarak bulunmuştur. Ancak, ilgili bağlanma stiline sahip ergenlerden 22 yaş ve üzerindeki üniversite öğrencilerinin sosyal problem çözme puanları 18-19 yaş grubundaki öğrencilere göre daha düşüktür. Son yıllarda araştırmacılar “Dağınık/Yönü belirsiz bağlanma” adı verilen bir bağlanma stili daha ortaya çıkarmışlardır (aktaran; Dönmez; Main, M., & Solomon,J. (1990)) . Bu örüntü, kaygıyı kontrolde tutarlı bir stratejinin yokluğu ile belirginlik kazanır ve kaçınmacı, kararsız davranışların bir karışımı olarak ortaya çıkmaktadır. Araştırmacılar bu örüntünün bebeklikte, bebeğin temel bakıcısı depresyona girdiğinde, rahatsız olduğunda ya da belirli bir biçimde çocuğunu istismar edici davrandığında ortaya çıktığı görüşünü savunmaktadır. Harlow (1958), bağlanmanın insan davranışı üzerindeki etkisini yeterince vurgulanmadığını ileri sürmektedir. Harlow’a göre özellikle yakın ilişkilerin anlaşılması ve bu konudaki sorunların çözümü insan davranışını bir bütün olarak anlamak ve bir bütün olarak analiz etmekle mümkündür. Harlow (1958) şöyle demektedir; “Psikologlar olarak bize verilen görev, insan ve hayvan davranışının bütün yönlerini bileşen değişkenlerine ayırarak çözümlemektir. Sevgi, aşk ya da tutku söz konusu olduğunda psikologlar görevlerinde başarısızlığa uğramışlardır. Sevgi ve aşk konusunda bildiklerimiz yalın gözlemlerden öteye geçmemekte, yazdıklarımızın daha iyisi şair ve romancılar tarafından yazılmaktadır.” Harlow’a göre yetişkinlikteki aşk, sevgi, birine tutulma gibi yoğun duyguları yansıtan ilişkilerde psikologlar bireylerin çocukluk yıllarındaki ebeveynleriyle ilişkilerini iyi anlamaları gerekmektedir. 1.1.2. Bağlanma nasıl gerçekleşir: Bağlanmanın nasıl gerçekleştiği ile ilgili pek çok görüş vardır ve bu konu çok önemlidir. Dolayısıyla, Cindy Hazan ve Philip R. Shaver (1994)’ın bir makalesinden geniş bir alıntıyı zorunlu görüyorum. “Bu temel noktaların ötesinde, kapsamlı bir kuram hem kuralsal (normatif) ve hem de bireysel- farklılık olgularına ilişkin modeller önermeli ve ilişkinin yaşamı boyunca kişinin 8 genel uyumu ve işlevi üzerindeki rolünü açıklamalıdır. Yakın ilişkiler kurma yönündeki insan eğilimi ve bebeklikten başlayarak yetişkinlik boyunca duygusal bağlarda gözlenen benzerlik ve farklılıkları da açıklayabilmelidir. En önemlisi, bir yakın ilişkiler kuramının hâlihazırdaki görgül bulgularla tutarlı ve uyuşabilir olmasıdır. Ek olarak, kendisine harcanan çabayı hak eden her kuram gibi, aşırı derecede cimri, sınanabilir ve üretken olmalıdır. Kapsamlı bir yakın ilişkiler kuramını bekleyen “Haydi bakalım becerebilecek misin görelim” tavrı karşı konulması güç bir meydan okumalıdır. Kaynaştırılması gereken bulgu ve olguların çeşitliliğini düşünün bir kez: Karşılıklı bakışma sıklığı ortakların birbirlerine karşı duyduğu yakınlığın (sevginin) iyi bir göstergesidir (Rubin, 1973). Gereksinimlerimize özellikle karşılık verir görünen insanlara aşık olmak eğilimindeyizdir (A.P. Aron, Dutton, E.N. Aron ve Iverson, 1989, Bersheid,1984). Bebeklik sırasındaki yetersiz bakım yetişkinlerle daha sonraki sorunlu ilişkileri yordayıcıdır (Arend, Gove ve Sroufe,1979). Kaygı eğilimli çocuklar çarpılmışa döndüren türden yıldırım aşkları geliştirmeye daha yatkındırlar (Hatfield ve Rapson, 1987). Laboratuvarda oluşturulan evlilik etkileşimi bağlamı içinde, fizyolojik uyarılma eninde sonunda evliliğin ölümünü yordar (Levenson ve Gottman, 1985). Yakınlık korkusu işe düşkünlükle (workaholism) ilişkilidir (Hazan ve Shaver, 1990). Anne-babalarını idealleştirmen ergenler akranları tarafından düşmanca görülmektedir (Kobak ve Sceery, 1988). Bir yakın ilişkinin sona ermesine karşı gösterilen en yaygın ilk tepki kaygıdır (Weiss, 1988). Engeller romantik tutkuyu arttırmak eğilimindedir (Driscoll, K.W. Davis ve Lipetz, 1972). Çocukluk sırasında anne-babanın boşanması ile yetişkinlikte kronik yalnızlık arasında olumlu bir ilişki vardır (Shaver ve Rubinstein, 1980). İnsanlar yeni ilişkiye girdikleri ortaklıklarının eksiklik ve sınırlılıklarını görmezlikten gelmek eğilimindedirler (Tennov, 1979). İlişkiden alının doyum çoğu kez ilk yıllarda düşer (Spanier, Lewis ve Cole, 1975). Bu örnekler daha çoğaltılabilir. Yakın ilişkilerle ilgili bu ve başka gerçeklere tutarlılık ve bütünlük kazandıracak süreç ve yapı yasaları bulunabilir mi? Hâlihazırdaki verilerin çoğunun derli toplu bir açıklamasının hem gerekli hem de olası olduğuna inanıyoruz ve bağlanma kuramının başlamak için iyi bir yer olduğunu düşünüyoruz. Şimdiki biçimi ile bağlanma kuramının bazı sınırlılıkları karşılıklı bağımlılık kuramı (Kelley et al., 1983; Thibaut ve Kelley, 1959) ve ilişki öykülerinin karşılıklı olarak yapılandırılmasını vurgulayan kuramlarla pek ala giderilebilir (örneğin, Duck, 1991). 9 Schaffer ve Emerson (1964)’a göre çocuklar altıncı ve yedinci ayda bağlanma geliştiriyorlar ve bunun bütün normal bebeklerde gözlendiğini söylüyorlar. Bowby ise bağlanmada biçimlenmenin 2-3 yıl sürdüğünü söylüyor (Bowlby, 1979; 1969). 1.1.3. Sorunlu Bağlanma: Bağlanmada kopukluk ve çözünme: Bowlby, yetiştirme yurdundaki çocukların ve suçlu çocukların sorunlarıyla ilgilenmiş bir psikiyatr hekimidir. Dolayısıyla Bowlby’nin bağlanma ile ilgilenmesi yetiştirme yurdundaki anne yoksunluğu çeken çocukların sorunlarıyla ilgilenmesinden kaynaklanmıştır. Yetiştirme yurdunda annesiz çocuklarla çalışırken gözlediği sorunların ve bu sorunlara ilişkin çözüm denemelerinde psikanalitik kuramın yetersiz kaldığını gözlemiştir. Bowlby’nin gözlemlerine göre çocukların tepkilerinin iki yönü çok çarpıcıdır. Birincisi, hemen hemen bütün çocuklar ayrılıklara karşı benzer tepkiler vermektedir. Bu tepkiler şöyle oluşmaktaydı; Önce ağlıyorlar, sonra etkin olarak araştırıyorlar, başkalarının sakinleştirme çabalarına direniyorlar ve protesto ediyorlardı ve arkasından da bunu ümitsizlik izliyordu. Daha sonra edilgenlik yani pasiflik ve açık üzüntüyle özellik kazanan ümitsizlik geliyordu. Üçüncü ve son evre duygusal kopma olarak gözleniyordu. Çocukların anne yoksunluğuna tepkilerinin ikinci yönü kısa süreli ayrılıkların bile uzun süreli etkilerinin olması idi. Hala protesto evresinde iken bakıcıları ile bir araya gelen çocuklar terk edilmeye karşı daha yüksek bir kaygı düzeyi, fiziksel temas ve ayrılmama güvencesi için daha aşırı bir gereksinim sergiliyorlardı. Bu güvensizlik bazı durumlarda ayrılığın bitiminden aylar sonrasına kadar devam ediyordu. Umutsuzluk evresini geçtikten sonra yeniden birleşenler başlangıçta ayrılıkla sanki duygusal olarak bakıcılarından koparak başa çıkmışlarcasına anneleriyle temastan kaçınmak eğilimindeydiler. Bowlby’ye göre kaygı, protesto ve hatta kopma tepkileri çocuğun temel koruyucusundan ayrılmaya karşı gösterdiği yüksek düzeyde uyumsal yani uyuma hizmet eden tepkilerdir. Bowlby’nin ifade ettiğine göre bir çocuk sıkıntısını ifade ede çünkü bu bakıcıyı onun yanına getirir. Ancak, çocuğun yakınlığı yeniden sağlama umudu kalmamış görünüyorsa sürekli sıkıntı ifadesi çocuğun psikolojik ve fiziksel olarak yıpratır. Umutsuzluk evresinin ayırt edici edilgenliği çocuğu sessiz ve hareketsiz bırakır. Bu hareketsizlik ve sessizlik çocuğun toparlanması için çocuğa bir şans verir. Yani çocuk umutsuzluğa uyum sağlar. Umutsuzluk 10 sonucu meydana gelen kopma çocuğun normal yaşamını sürmesini sağlar ve hatta büyük bir olasılıkla yeni bir bağlanma kişisi arayışına imkân verir. Bartholomew ve Horowitz’in yukarıda verilen bağlanma stillerini dikkate alırsak bağlanmadaki kopukluk sadece yetiştirme yurdundaki çocuklarda gözlenmez. Korkulukaçıngan bağlanma, kayıtsız-reddedici bağlanma ve kaygılı bağlanma stilleri de birer bağlanma sorundur. Çünkü normal ailelerde yaşayan çocuklar da çeşitli nedenlerle sorunlu bağlanabilir veya sağlıklı bir kopma gerçekleştiremeyebilir. Örneğin Dattilo’ ya göre eşler arasındaki sorunların önemli bir kısmı bağlanma dönemlerindeki çocuklukta oluşan şemalarla ilgilidir. Örneğin, korkulu-kaçıngan bağlanan bir kişi yetişkinlikte ve evlilik yaşamında yakın ilişkiden kaçınır. Çünkü tekrar terk edilme yani diğer bir anlamda çözülme kaygısı yaşamak istemez. 2- Yakın İlişkiler ve Bağlanma Bağlanma kuramı kişiler arası ilişkilerin tamıyla ilgilenmez. Odaklandığı nokta kişiler arasındaki duygusal yoğunluğu olan yani diğer bir anlatımla romantik yönü olan ilişkilere odaklanır. Ancak, uzun süren ilişkilerde duygusal bir yakınlaşmanın oluşacağı sayıltısını kabul edersek romantik olmayan ilişkilerde de zamanla duygusal bir yatırım oluşabilir mi sorusu gündeme gelmekte midir? Soruyu somutlaştırırsak belli bir süre aynı iş yerinde çalışanlar arasında doğal olarak bir duygusal yakınlaşma, dostluk, dürüstlük, diğerine güvenme gibi duygular ortaya çıkmaktadır. Yani bir memur amirine, bir öğrenci öğretmenine yakınlık hissedebilir. Freud’a göre bu mümkündür. Çünkü Freud’a göre bir memur amirine çocukluğundaki baba figürüyle özdeşleştirerek amirine karşı transferans- aktarım geliştirebilmektedir. Konner (1982), bu konu üzerinde çalışmıştır. Konner’e göre yetişkinlerin bağlanması önemli açılardan çocukluktaki bağlanmadan farklılık göstermektedir. Konner’e göre Bowlby’nin (1979) bağlanmanın beşikten mezara kadar insan davranışını bütünleyici bir parçası olması düşüncesi çeşitli yaşam dinamikleri sonucu farklılaşmaktadır. İlk olarak, çocukluk bağlanmaları en yaygın biçimleriyle tamamlayıcıdırlar. Bir bağlanılan kişi bakım verir fakat bakım almaz. Bir bebek ya da çocuk güvenlik arar ama güvenlik sağlamaz. Aksine yetişkin bağlanma ilişkileri, en yaygın biçimleriyle karşılıklıdır. Diğer bir ifadeyle yetişkin eşlerin her biri aynı zamanda hem bakım verici hem de bakım alıcıdır. Bu durum, bağlanan kişilerin eğer gerekirse dokunabilecekleri bilgisini rahatlama kaynağı olarak kullanabilirler. Bu ifadeyi açarsak çocuklar yetişkinlere dokunduklarında ya da yetişkinler onlara 11 dokunduklarında bu temas bir rahatlama sağlamaktadır. Dolayısıyla Konner’e göre dokunmanın verdiği rahatlama yetişkinlikte de devam etmektedir. Yetişkinlikteki yakın ilişkilerdeki bağlanma ile çocuklukta olan bağlanma arasındaki diğer bir fark ise şöyledir; bir çocuğun asıl bağlandığı kişi genellikle anne ya da baba iken bir yetişkinin bağlandığı kişi en yaygın biçimi ile bir akran, genellikle de bir cinsel ortaktır. Böylece, en genel alışılmış yetişkin bağlanma ilişkileri üç davranışsal sistemin bütünleştirilmesinden oluşmaktadır. Bu sistemler bağlanma, bakım ve cinsel birleşmedir. Shaver, Hazan ve Bradshaw (1998), çocuklukta ve yetişkinlikte yakınlık arayışını neyin güdülediğini tartışmışlardır. Araştırmacılara göre, çocuklarda ve yetişkinlerde yakınlık arayışı güdülenmesinde farklılıklar vardır. Kaygı ve sıkıntı bütün yaşlar için temel güdüleyici olarak görünmektedir. Ancak, yetişkin yakınlık arayışı ayrıca koruma ya da rahatlama (bakım verme) ya da cinsel etkinlikte bulunma isteği sonucu olabilir. Yukarıda anlatılmak istenen düşünce aşağıdaki şekilde gösterilmiştir. Cinsel Bağlanma Birleşme Tipik çift ilişkisi Bakım 12 Dönmez’e göre bağlanma davranışlarının temelini oluşturan yakınlığı koruma, güvenli sığınak ve güvenceli üs ihtiyacı gelişim süreci boyunca ana babadan akranlara yönelmektedir. Örneğin, gelişimin bebeklik ve erken çocukluk evresinde anne- baba tüm ihtiyaçları (yakınlığı koruma, güvenli sığınak, güvenceli üs) karşılarken geç çocukluk/erken ergenlik (ergenliğin başı- çocukluğun sonu) döneminde bağlanma ihtiyacının güvenli sığınak ve güvenceli üs gibi değişkenleri hala anne baba tarafından karşılanırken yakınlığı koruma ihtiyacı akranlara yönelmektedir. Yetişkinlik döneminde ise anne baba güvenceli üs görevini sürdürmekte ancak akranlardan yakınlığını koruma, güvenli üs ve güvenli sığınak ihtiyaçları da karşılanmaktadır. Bu açıklamalar yetişkinlikteki yakınlaşmayı yani yakın ilişkiyi açıklar niteliktedir. Çünkü çocukluktaki bağlanma gelişim süreci boyunca ve özellikle ergenlik döneminde karşı cins akrana yönelmektedir. Haliyle çocukluk döneminde bağlanma ile ilgili krizler ergenlik döneminde tekrar yaşanmaktadır. Arslan (2008) bu konuyu kapsamlı olarak araştırmıştır. Arslan, ergenlerdeki bağlanma stillerini Ericson’un gelişim dönemlerine göre ne ifade ettiğini araştırmıştır. Kullandığı ölçeklerde anne babalarıyla ilişkileri hem geçmişe yönelik hem de hali hazırdaki bağlanmalarını betimleyecek şekilde kullanmıştır. Araştırmada cinsiyet değişkeninin ego kimlik süreçlerinde ve bağlanma stillerinde farklılaşıp farklılaşmadığı kontrol edilmiştir. Örneğin, kız ve erkeklerin özerkliğe karşı kuşku ve utanç dönemi puan ortalamaları önemli düzeyde kızların lehine farklılaşmaktadır. Ancak, hem kızlarda hem erkeklerde kimlik kazanma ya da kimlik karmaşası döneminde (ergenlik döneminde) bağlanma stilleri açısından önemli farklılıklar gözlemlenmektedir. Örneğin, temel güvene karşı güvensizlik yaşayan kızlar ve erkekler ergenlik döneminde benzer bağlanma sorunları yaşamaktadırlar. Burada, yukarıdaki açıklamalara göre, ergenlik dönemindeki bağlanma biçimleri oldukça karmaşık bir seyir izlemektedir. Burada akla gelen soru şudur; kaşı cinsi çekici kılan nedir? 2.2. Bir İlişkide Karşı Cinsi Çekici Kılan Nedir? Dönmez, bu konuya özel bir önem vererek aşağıdaki gibi açıklamıştır. Bağlanma kuramı bakış açısından insanların duygusal destek, bakım ve cinsel doyum gereksinimleri gibi, doğal olarak toplumsal (sosyal) ilişkilerle karşılanabilen gereksinimleri vardır. Kuramsal olarak, her gereksinim özgül toplumsal ipuçlarına (Sinyallere) tepki vermesi amaçlanan farklı bir davranışsal sistem tarafından düzenlenip kontrol edilir. Bu 13 nedenle, bu ipuçlarını sergileyen ya da veren kişiler bizi çekmelidir. En temel gereksinimin (hissedilen güvenlik) bağlanma sistemi tarafından kontrol edildiğini ve bu sistemin bütün yaşam boyunca benzer bir biçimde işlem gördüğünü varsayarsak, olası bir ortağın en önemli özellikleri arasında tanışıklık ve olumlu tepkisellik bulunmalıdır. Bunlar bebeklik ve çocukluk sırasında bağlanma kişisi seçiminde merkezi öneme sahip oldukları gösterilen özelliklerdir. Kişilerarası çekicilik, birçok ilişkinin yalnızca ilk evresini değil, aynı zamanda Berscheid ve Hatfield (1974) ve Rubin’in (1973) öncü çalışmalarında yakın ilişkiler alanının başlangıç noktasını da oluştur. Diğer bir deyişle, yakın ilişkiler alanı “kişilerarası çekicilik” ile başlar. Çekiciliğin belirleyicileri oldukları gösterilen etmenlerin listesi uzun ve çeşitlidir (taramalar için Aronson, 1968 ve Berscheid 1984’e bakınız). Örneğin, değerleri, tutumları, görüşleri hatta fiziksel özellikleri bizimkilere benzeyen insanlar bizi çekerler (Hinsz, 1989; Rubin, 1973). Birisini daha başlangıçtan sevmediğimiz sürece, karşılaşma sıklığı çekiciliği arttırır (Zajonc, 1968). Toplumsal olarak olumlu tepkisel çocuklar akranları için daha çekicidirler (Rubin, 1980). Sosyalleşebileceğimiz bütün insanlar arasında en çok bize yakın oturan ya da çalışan insanları seçeriz (Festinger, Schachter ve Black, 1950; Newcomb, 1950). Sık sık gülümseyen, şakacı ve bizi güldüren insanları sevmek eğilimindeyizdir ( Folkes ve Sears, 1977). Bizi çekici bulan kişiler bizim için özellikle çekicidirler (A.P. Aron et. Al., 1989). Kaygı (Dutton ve A.P. Aron, 1974; Hatfiled ve Rapson, 1987) ve toplumsallık isteği (Schachter, 1959) çekiciliği arttırmak eğilimindedir. Bu veriler tanışıklık ve olumlu tepki olasılığının bir başka kişiye çekimi arttırmak eğiliminde olduğunu göstermektedir. Bize benzeyen, ( görünüş, tutumlar vb, açısından) bizi seven, gülümseyen ya da gülümseten herhangi bir kişi tanıdık olmayan, tepki vermeyen bir kişiden daha güvenilebilir, yaklaşılabilir ve dolayısıyla daha bir çekici olarak algılanmak eğilimindedir. Öyle görülüyor ki, kaygı bir başka kişinin yakınlarında olma gereksinimini arttırmakta ya da o kişinin güvenlik sağlama gizil gücünü daha çarpıcı kılmaktadır. Bağlanma kuramına göre kaygı birilerine yaklaşmak için bir işarettir. Ancak, kişilerarası çekiciliği güdüleyen tek davranışsal sistem bağlanma değildir. Daha önce de belirtildiği gibi yetişkin sevgisi (love) bağlanma, bakım ve cinsel birleşmenin birlikte bir işlevi olarak kavramsallaştırılabilir (Shaver et al., 1988), böylece, kuramsal olarak, çekicilik bir kişinin bağlanma, bakım ya da cinsel gereksinimlerini bir başka kişinin doyurması olasılığını görmesinin bir sonucu olabilir. Bir başkasının çekiciliği, böylece istenen ve aranan 14 türden ilişkiler ve doyurulması olasılığı bulunan türden gereksinim ya da arzular tarafından belirlenmektedir. Bağlanma kuramı bakışı açısından, çekiciliğin çok değişik biçimler alabilen özellikleri küçük sayıda kavramsal kategoriye indirgenebilir. Bu kategoriler her biri farklı ve belirgin ipuçları tarafından ateşlenen yakın ilişkilerle ilgili davranışsal sistemlere karşılık gelirler. Örneğin, bakım sistemi bebeksi yönlere, yani sıkıntıya (distress) ve incinebilirliğe tepki verir. Aynı sistem yetişkinlerin durumunda korku ya da güçsüzlüğe ilişkin açılmaları (disclosure) ya da savunmaları ihmal etmenin birlikte getirdiği incinebilirliği içerebilir. Bakım sağlamak isteyen bir kişi, mantıksal olarak böyle bir bakıma gereksinimi olan birisini çekici bulmak eğilimindedir. Bakım hedefleri ile ilgili ipuçları, yeterince araştırılmayan bir kişilerarası çekicilik kategorisi oluşturmaktadır. Bunun nedeni, böylesi araştırma ve çalışmaları özendirebilecek bir kuramın yokluğu olabilir. Ayrıca, kişilerarası çekicilikle ilgili birçok çalışma, ergenler ve genç yetişkinler üzerinde yapılmaktadır. Bu gruplar için ise bakım görece az gelişmiş ya da daha az çarpıcı bir gereksinim olabilir. Gerçekten, böyle ipuçlarının ilişkililik derecelerini belirleyen yaşla ilgili değişiklikler vardır. Bir çalışma ( Fullard ve Reiling, 1976) tercihte yetişkin yüzlerine görece bebek yüzlerine doğru gelişimsel bir kayısı belgelemiştir. Erinlikten önce, hem erkek ve hem de kızlar yetişkin yüzü fotoğraflarını tercih etmişlerdir; erinlikten sonra ise bebek yüzlerine bakarak daha fazla zaman harcamışlardır. Cinsel gereksinimlerine doyum arayan bir kişi, cinsel ulaşılabilirlik, ilişkiye hazırlık ve cinsel değer işaretleri veren birisini çekici bulmalıdır. Cinsel ilişkilerde, çekici bir fiziksel görünüm çok önemli olabilir (örneğin, E. Walster, Aronson, Abrahams ve Rotmann, 1966). Ayrıca, öyle görülüyor ki, fiziksel olarak çekiciliğin ne olduğu konusunda kültürler ve yaşlar arasında oldukça büyük bir tutarlılık vardır. Fiziksel çekiciliğin ne anlama geldiğine ilişkin bu tutarlılık, gençlik ya da sağlıkla ilişkili (düzgün deri, duru gözler, beyaz dişler, canlı yürüyüş) özellikleri içerir. Olası bir cinsel eşte, özellikle bir kadın tarafından değerlendirilen bir erkekte, ayrıca popülarite, akçal zenginlik, fiziksel güç, zeka ve şakacılık gibi toplumsal konum ve olanak kanıtları aranabilir ( Buss, 1985). Romantik aşk bağlanma, bakım ve cinsellik ögeleri içerdiğinden, kişinin “Ben aşığım” biçimindeki kendi yüklemesi diğer kişinin özellikle olumlu tepkisel, bakım gereksinimi içinde ya da cinsel olarak “hazır” olduğunun farkına varılması sonucu olabilir. Bu yakınlık anlama ve karışıklıklarla sonuçlanabilir: olumlu tepkisellik her zaman cinsel ilgi anlamına gelmez, cinsel ilgi de her zaman genel olarak olumlu tepkisellik demek değildir ve bakım görme isteği 15 yanlış olarak, ortada yalnızca bir tek bileşenin olmasına karşın, romantik aşkla ilgili düşlenen her şeyin (Fehr, 1988) gerçekleşmek üzere olduğu biçiminde yorumlanabilir. Birisini çekici bulduğumuzu söylemek, fiziksel ya da psikolojik olarak o kişiye yakın olmak istediğimiz söylemektir. Bir bağlanma çerçevesi içinde, böylesine bir yakınlık arayışını neyin güdülediği, hangi toplumsal davranışsal sistemin etkinleştirildiğine bağlıdır. Kişilerarası çekiciliği böyle kavramsallaştırma, pek çok kişilerarası çekicilik etmeninin kavramsal olarak anlamlı birkaç kategoriye indirgenmesini olanaklı kılar. Bu, kendi başına çekiciliğe ilişkin anlayışımızı, bu etmenlerin yalnızca belgelendirilmelerinden daha çok genişletmektedir. Ancak, bizim görüşümüze göre, bağlanma kuramının bu alandaki gerçek gücü, sınırlandırmanın ötesinde, bir kişinin belirli özelliklerinin ne zaman ve ne için çekici olmasını gerektiğine ilişkin açıklamaya geçebilme yeteneğidir. 2.3. Bağlanmanın yakın ilişkilerin sürekliliğine veya sonlanmasına etkisi Bağlanma kuramına göre, bir ilişki temel gereksinimleri karşılaması ölçüsünde doyurucudur. Herhangi bir yaşta bağlanmanın niteliği (kalitesi) büyük ölçüde şu sorunun yanıtına bağlıdır: “Eşimin ulaşılabilirliğine ve gereksinimlerime olumlu karlılık vereceğine güvenebilir miyim?”. Güven açılmayı ve yakınlığın gelişimini özendirir. Güven, ayrıca, gereksinimler ve gereksinimlerin “dile getirilmesi” konusunda açık iletişimle de ilişkilidir. Doyurucu ilişkiler çatışmasız değildirler fakat çiftlerin yapıcı bir biçimde tartışabilmelerine ve etkili problem çözme davranışlarına girmelerine izin veren türden bir güven içerirler. Başarılı çatışma çözümünü güçleştiren “gizli gündemler” genellikle karşılanmayan gereksinimlerle ilgilidir. Bağlanma kuramı bize gereksinimlerin neler olabileceğini söyler ve bir eşin bu gereksinimlere olumlu tepki vereceğine güvenin niçin yaşamsal olduğunu açıklar. Doyurucu olmayan birçok ilişki varlığını sürdürür ve bunlar araştırmacılar için en zorlu çekim noktaları arasındadırlar. Bir eşin ayrılmaya karar vermesine neden olan şey nedir? Seçenekler (alternatifler) için karşılaştırma düzeyi adı verilen önemli gereksinimlerin bir başka ilişkide daha iyi karşılanabileceği inancı bir ilişkiyi bitirme ya da sürdürme kararlarında etkilidir. Bir ilişkiye bağlanmayı tanımlarken doyurucu olduğu için bir ilişkiyi sürdürme arzusu ile sadece ayrılmaya karşı baskıların aşılması güç olması nedeniyle evliliği sürdürme eğilimi arasında bir ayırım yararlı olacaktır. Ayrılmayı güçleştiren dış baskılar ortak mal sahibi olmayı, yoksulluğu, çocukları ve başka seçeneğin bulunmamasını içerir. 16 Bağlanma kuramı doyurucu olmayan bir ilişkinin varlığını sürdürmesine katkıda bulunabilecek ek bir etmene daha işaret etmektedir. Bu, bağlanmanın duygusal yönüdür. Bir bağlanmanın en yaygın biçimi ile ulaşılabilir yakınlık bağlamı içinde biçimlendiğini anımsayınız. Weiss (1982) yalnız başına yakınlığın ilişkiyi sürdürebileceğini ileri sürmüştür. Eşlerin belli bir biçimde kesintiye uğrayıncaya ya da tehdit edilinceye kadar aralarındaki ilişkinin farkında olmadıkları durumlara doldukça sık rastlanır. Artık yük olmaya başlamış, doyum vermeyen bir ilişki bile kişinin güvenlik duygusuna katkıda bulunabilir. Mutsuz bir ilişkinin güvenlik arttırıcı işlevi için en iyi kanıt genellikle ayrılıklara eşlik eden yeğin kaygıdır. Bowlby ( 1973) bir bağlanma kişisinden ayrılığın olası tehlikeler için birçok doğal ipuçlarından biri olduğunu ve bu özelliği nedeni ile bir korku tepkisine, dolayısıyla da, bağlanma davranışlarına yol açtığını ileri süren bir kuramsal açıklama getirmiştir. Özet olarak, bağlanma kuramı bakış açısından ilişki doyumu, büyük ölçüde rahatlık, bakım ve cinsel doyum gereksinimlerinin karşılanmasına bağlıdır. Bir eşin gereksinimlerini karşılamaya istekliliğine ve karşılama yeteneğine güven, bir bölümü ile eşin gerçek davranışına, bir bölümü ile de her eşim ilişkiye getirdiği beklentilere ya da karşılaştırma düzeylerine bağlıdır. Örneğin, güvenden yoksun bir yakın ilişkiler geçmişi, kişinin doyum vermeyen bir ilişkiyi sürdürmesine neden olabilecek türden en düşük düzeyde beklentilerle sonuçlanabilir. Böylece, bir ilişkinin geçmişi onun süresi üzerinden etkili olabilir. Duygusal bir ilişki bir kez geliştikten sonra, biraz güven sağlayan ve birlikte olmaktan mutlu olsunlar ya da olmasınlar, bir çifti bir arada tutan psikolojik bir bağ işlevi görebilir. Ayrılma beklenti ya da girişiminden kaynaklanan kaygı, bağlanma davranışlarını etkinleştirebilir. Ulaşılabilir ve istekli bir başka seçenek bulunmadığı sürece, etkinleşen bağlanma davranışları da kişiyi ilişkiye geri döndürebilir. Bağlanmanın ruh sağlığı üzerindeki etkilerini doğrudan araştıran araştırmalar ne kadar azsa bağlanmanın çeşitli değişkenler açısından ruh sağlığına etkisini araştıran çalışmalar o düzeyde çoktur. Burada denilmek istenen şey şudur; bağlanmanın yaşamımızı nasıl etkilediğini işaret eden araştırmalar çoktur, ancak bu araştırmalar doğrudan ruh sağlığı ile ilgili değildir. Dattilo bağlanma stillerinin bilişsel şemalar üzerindeki etkisini incelemiştir. İlk yazıları bağlanma ve bilişle ilgilidir. Bilşsel psikoterapistler davranışları bilişsel süreçlerle açıkladıkları için sorunlu bağlanma biçimlerinin sorunlu bilişlere, sorunlu bilişlerin de sorunlu ruh sağlığına neden olduğunu ileri sürdürmektedirler. Örneğin, kaygılı bağlanma stili bilişsel süreçleri nasıl etkiler diye bir soru sorduğumuzda Young ve arkadaşlar (2003) belli bir bağlanma türünün belli bilişsel şemaları oluşturduğunu ileri sürdürmektedirler. Dattilo “ nasıl ki duygular bağlanmada 17 önemli bir rol oynuyorsa, aynı şekilde bilişsel süreçler de bağlanmada çok önemli yer tutar. Bu, özellikle bağlanma problemlerinin ele alınması ilişkide değişikliklerin yapılması bakımından böyledir” demektedir. Dattilo’nun burada ifade etmek istediği şudur; yakın ilişkide eşlerden biri bağlantısızlık ve reddedilme alanı, diğer bir şekilde terk edilme şeması olarak bilinen kavramdır. Bu tür şemalar geliştiren bireyler daimi olarak kendilerine yakın olan insanları her an kaybetmeyi beklerler. Dolayısıyla yukardaki kaygılı bağlanmaya dönersek kaygılı bağlanma stilindeki kişiler kolayca reddedilme, bağlantısız olma ve terk edilme şeması geliştirebilirler. Bu kişiler her nasılsa özellikle ihtiyaç duydukları zamanda terk edileceklerini tahmin ederler. Bu şemanın davranışa yansımasıyla kaygılı bağlanmanın davranışa yansıması arasında bir fark yok gibidir. Dattilo, kaygılı bağlanmanın bireyin yaşamına etkisini tanımlar gibi, şöyle demektedir; terk edilme şemasının işaretleri her yana ve zamana sinmiş biçimde bir tetikte olma hali ve sevdikleri hakkında kronik endişeleridir. Bu kronik endişeye aynı zamanda üzüntü ve depresyon eşlik etmektedir. Young ve arkadaşları (2003) terk edilme şemasının boyun eğme şeması gibi diğer şemalarla çoğunlukla ilişkilendiğine inanmaktadırlar. Bu vakada kişi eğer eşin istediklerini yapmaz ise eşinin onu terk edeceğine inanmaktadır. Dolayısıyla eşinin beklentilerini kendinden vazgeçerek tam bir boyun eğme hali gösterir. Bu durum, Bartolomew’un tanımladığı korkulu kaçıngan bağlanma türüne çok uymaktadır. Sonuç olarak bağlanma biçimleri insanların bilişlerini, bilişler de insanların bilişsel şemalarını etkilemektedir. Yani, sorunlu bağlanma stilleri sorunlu bilişlere ve sorunlu duygu durumlarına neden olabilir. 18 Kaynakça: Arend, R., Gove, F., & Sroufe, L.A. (1979). Continuity of individual adaptation from infancy to kindergarten: A predictive study of ego resiliency and curiosity in preschoolers. Child Development, 50, 950-959. Aron, A.P., Dutton, D.G., Aron, E.N., & Iverson, A. (1989). Experiences of falling in love. Journal of Social and Personal Relationships, 6, 243-257. Arslan. E., (2008) Ergenlerde Psikososyal Gelişim, Kimlik ve Bağlanma, Yayınlanmış Doktora Tezi. Bartholomew, K., ve Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles Among Young Adults: A Test of A Four- Category Model. Journal of Personality and Social Psychology. 61, 226-244. Berscheid, E., & Walster, E. (1974). A little bit about love. In T.L. Huston (Ed.), Foundations of interpersonal attraction (pp. 355-381), New York: Academic. Berscheid, E. (1984). Interpersonal attraction. In G. Lindzey & E. Aronson ( Eds.), Handbook of social psychology ( 3rd ed., pp. 413-484). Reading, MA: Addison- Wesley. Bowlby, J. ( 1973). Attachment and loss: Vol. 2. Separation: Anxiety and anger. New York: Basic. Bowlby. J. (1979). The making and breaking of affectional bonds. London: Tavistock. Bowlby, J. (1980). Attachment and loss: Vol. 3. Loss: Sadness and depression. New York: Basic . Bowlby, J. (1982) Attachment and loss: Vol. 1. Attachment (2nd ed.). New York: Basic ( Original work published 1969). Buss, D.M. (1985). Human mate selection. American Scientist, 73, 47-54. Driscoll, R., Davis, K.W., & Lipetz, M.E. (1972). Parental interference and romantic love. Journal of Personality and Social Psychology, 24, 1-10. Duck, S.W. (1991, May.), New lamps for old: A new theory of relationships and a fresh at some old research. Paper presented at the meeting of the International Network on Personal Relationships, Normal, II. Fehr, B. (1988). Prototype analysis of the concepts of love and commitment. Journal of Personality and Social Psychology, 55, 557-579. Festinger, L., Schachter, S., & Back, K.W. (1950). Social pressures in informal groups: A study of human factors in housing. New York: Harper. Folkes, V.S., & Sears, D.O. (1977). Does everybody like a liker? Journal of Experimental Social Psychology, 13, 505-519. 19 Fullard, W., & Reiling, A.M. (1976). An investigation of Lorenz’s “babyness”. Child Development, 47, 1191-1193. Güngör. D (2000). Bağlanma Stillerinin ve Zihinsel Modellerin Kuşaklararası Aktarımında Anababalık Stillerinin Rolü ( Yayınlanmamaış Doktora Tezi). Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Harlow,H. (1958). The natüre of love. American Psychologist, 13, 673-685. Hatfield, E., & Rapson, R.L. (1987). Passionate love: New directions in research. In W.H. Jones & D. Periman ( Eds.), Advances in personal relationships ( Vol. 1. Pp. 109-140). Greenwich, CT: JAI. Hazan, C., & Shver, P.R. (1990). Love and work: An attachment- theoretical perspective. Journal of Personality and social Psychology, 59,270-280. Hazan, C., Shaver, P.R., Bradshaw, D. (1988). Love as attachment: The integration of three behavioral systems. In R.J. Sternberg, M.L. Barnes (Eds.) The Psychology of Love. New Haven: Yale University Pres. Hinsz, V.B. (1989). Facial resemblence in engaged and married couples. Journal of Social and Personal Relationships, 6, 223-229. Kobak, R.R., & Sceery, A. (1988). The transition to college: Working models of attachment, affect reguliaton and perceptions of self and others. Child Development, 88, 135-146. Konner, M. (1982). The tangled wing: Biological constraints on the human spirit. New York: Hold, Rinehart & Winston. Levenson, R.W., & Gottman, J.M. (1985). Six physiological and affective predictors of change in relationship statisfaction. Journal of Personality and Social Psychology, 49, 85-94. Main, M., & Solomon, J. (1990). Procedures for identifying infants as disoganized/disoriented during the Ainsworth Strange Situation. In M.T. Greenberg, D. Cicchetti, & E.M. Cummings (Eds)., Attachment in the preschool years (pp. 121-160). Chicago: University of Chicago Press. Newcomb, T.M. (1961). The acquaintance process. New York: Holt, Rinehart & Winston. Rubin, Z. (1973). Liking and loving. New York: Holt, Rinehart & Winston). Rubin. Z. (1973). Liking and loving. New York: Holt, Rinehart & Winston. Rubin, Z. (1980). Children’s friendships. Contemporary Psychology 29, 856- 858. Schachter, S. (1959). The psychology of affiliation: Experiemntal studies of the sources of gregariousness. Stanford, CA: Standford University Press. Schaffer, H.R., & Emerson, P.E. (1964). The development of social attachments in infancy. Monographs of the Society for Research in Child Development, 29 (3, Serial No. 94). 20 Shaver, P.R., & Hazan,C. (1984) Incompatibility, loneliness, and “limerence”, In W. Ickes (Ed.), Compatible and imcompatible relationships (pp. 163-184). New York: Springer- Verlag. Shaver, P.R., & Rubenstein, C. (1980). Childhood attachment experience and adult loneliness. In L. Wheeler (Ed.), Review of personality and social psychology (Vol. 1, pp. 42-73). Beverly Hills, CA: Sage. Shaver, P.R., Hazan, C., & Bradshaw, D. (1988). Love as attachment: The integration of three behavioral systems. In R.J. Sternberg & M.L. Barens (Eds), The psychology of love (pp. 68-99). New Haven, CT: Yale University Press. Shaver, P.R., & Hazan,C. (1984) Incompatibility, loneliness, and “limerence”, In W. Ickes (Ed.), Compatible and imcompatible relationships (pp. 163-184). New York: Springer- Verlag. Spanier, G.B., Lewis, R.A., & Cole, C.L. (19759. Marital adjustment over the family life cycle: The issue of curvilinearity. Journal of Marriage and the Family, 37, 263-275. Tennov, D. (1979). Love and limerence: The experience of being in, love. New York: Stein & Day. Thibaut, J.W., & Kelley, H.H. (1959). The social psychology of groups. New York: Wiley. Young, J. E., Klosko, S.,& Weishaar, M.E. (2003). Schema theraphy: A practitioners’s guide. Ney York: Guilford Press. Walster, E., Aronson, E., Abrahams, D. & Rottmann, L. (1966). The importance of physical attractiveness in dating behavior. Journal of Personality and Social Psychology, 4, 508- 516. Weiss, R.S. ( 1988). Loss and recovery. Journal of Social Issues, 44, 37-52. Weiss, R.S. (1982). Attachment in adults, In C. M. Parkes & J. Stevenson- Hinde (Eds.), The place of attachment in human behavior (pp. 171-184). New York: Basic. Zajonc, R.B. (1968). Attitudinal effects of mere exposure. Journal of Personality and Social Psychology Monograph Supplement, 9 (2, Pt. 2), 1-27. 21