Uploaded by magister.abstractionum

Sadik Hidayet in Kor Baykus ve Feyyaz Ka

advertisement
_____________________________________________________________________________________
Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date
11.08.2018
Yayınlanma Tarihi / The Publication Date
30.09.2018
Merve ŞENER
Bülent Ecevit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı
merve__sener@hotmail.com.tr
SADIK HİDAYET’İN “KÖR BAYKUŞ” VE FEYYAZ KAYACAN’IN
“CEHENNEMDE BİR YUSUF” ADLI ESERLERİ ÜZERİNE BİR
KARŞILAŞTIRMALI OKUMA DENEMESİ
Öz
Sadık Hidayet ve Feyyaz Kayacan yaşadıkları farklı coğrafyalarda edebiyat alanında önemli isimlerdir. Bugünkü İran’ın en büyük yazarı olarak kabul edilen Sadık
Hidayet (1902-1951) İran Edebiyatı’nda Avrupai anlamda hikâyeciliğin kurucusu
kabul edilmiştir. Feyyaz Kayacan(1919- 1993) ise Türkiye’de 1950 kuşağının öykücülüğümüzdeki en yetkin isimlerinden biridir.Sadık Hidayet ve Feyyaz Kayacan’ın eserlerinde ele aldıkları duyarlılıkların ve işledikleri temaların pek çoğu örtüşür. Karamsar duygulanımların yanı sıra varoluşun ağırlığı, bunalım ve ölüm her
ikisinin de eserlerinin belli başlı konularıdır. Bu çalışmanın amacı, Sâdık
Hidâyet’in Kör Baykuş adlı romanı ve Feyyaz Kayacan’ın Cehennemde Bir Yusuf
adlı uzun öyküsünün yazıldıkları dönemlerin toplumsal şartları göz önünde tutarak
konu, içerik, dil ve üslup bakımından karşılaştırmak, aralarındaki benzerlikleri ve
farklılıkları ortaya koymaktır. Çalışmada öncelikli olarak Sadık Hidayet ve Feyyaz
Kayacan’ın hayatlarına ve edebî kişiliklerine değinilmiş; ardından da iki eserin karşılaştırılması yapılmıştır. Böylece farklı coğrafyalarda farklı dönemlerde yaşamış
yazarların aynı düşünce ve ifade tarzına sahip olabileceğine dikkat çekilmiştir.
Anahtar kelimeler: Sadık Hidayet, Kör Baykuş, Feyyaz Kayacan, Cehennemde Bir Yusuf, karşılaştırma
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
A COMPARATIVE READING EXPERIMENT ON THE WORKS OF
FEYYAZ KAYACAN'S " A YUSUF HELL" AND SADIK HİDAYET'S
"BLIND OWL"
Abstract
Sadık Hidayet and Feyyaz Kayacan are important figures in the field of literature
within different geographies they lived in. Sadık Hidayet (1902-1951), who is considered as the greatest writer of today's Iran, was accepted as the founder of European sense of storytelling in Iranian literature. Feyyaz Kayacan (1919 – 1993), on
the other hand, is one of the most competent names of storytelling of the ‘50s generation in Turkey. Many of the sensitivities and themes that Sadık Hidayet and Feyyaz Kayacan deal with in their works overlap with each other. Besides pessimistic
affections, the weight of existence, depression and death are the main subjects of
both authors’ works. The aim of this study is to compare the subject, content, language and style by taking into account the social conditions of the periods in which
Sadık Hidayet's novel "Blind Owl" (Kör Baykuş) and Feyyaz Kayacan's long story
called "A Yusuf in Hell" (Cehennemde Bir Yusuf) were written and to reveal the
similarities and differences between these works. In this study, primarily the lives
and literary personalities of Sadık Hidayet and Feyyaz Kayacan were mentioned;
then the comparison of the two works was conducted. Thereby, it has been pointed
out that writers, who lived in different periods in different geographies, may have
the same way of thinking and expression.
Keywords: Sadık Hidayet, Blind Owl, Feyyaz Kayacan, A Yusuf in Hell,
comparison.
Giriş
Edebiyat eserlerini inceleyen, araştıran edebiyat biliminin bir dalı, “karşılaştırmalı edebiyat
bilimi” dir. Görevi, işlevi, farklı dillerde yazılmış iki eseri konu, düşünce ya da biçim bakımından incelemek, ortak, benzer ve farklı yanlarını tespit etmek, bu yanların nedenleri üzerine yorumlar getirmektir (Aytaç, 2013: 9). Bu noktadan hareketle farklı coğrafyalarda yetişen yazarlar
ve bu yazarların eserlerini karşılaştırmalı edebiyat bilimi çerçevesinde incelemek mümkündür.
Bu çalışmada İran edebiyatında modernist öykücülüğün ve romancılığın kurucusu olarak
kabul edilen Sadık Hidayet’in Kör Baykuş adlı romanı ile Türkiye’de 1950 kuşağının öykücülüğümüzdeki öncü isimlerinden biri olan Feyyaz Kayacan’ın Cehennemde Bir Yusuf adlı öyküsü
arasında benzerlik ve farklılıklar açısından bir karşılaştırma yapılacaktır. Fakat eserlere değinmeden önce bu iki yazarın edebi kişiliklerinden söz etmek gerekir.
Sadık Hidayet, 1902 yılında Tahran’da doğmuştur. Sarayda ve ülkenin edebiyat hayatında
mevki ve isim yapmış, itibarlı bir aileye mensuptur. Liseyi Tahran’daki Saint- Louis Fransız
kolejinde okumuştur. Liseden sonra inşaat mühendisliği ve mimarlık eğitimi almak için Belçika
ve Fransa’ya gönderildiyse de her iki ülkede de eğitimini yarıda keserek İran’a dönmüştür.
1932-1940 yılları arasında, kısa süreli olarak; Bank Melli, İran Ticaret Odası, Dışişleri Bakanlığı, İran Musiki İdaresi, Güzel Sanatlar Fakültesi gibi değişik işlerde çalışmıştır. Bir tutunamayan olarak nitelendirebileceğimiz Sadık Hidayet ölümünden birkaç yıl önce yaşamı hakkında şu
sözleri söylemiştir:
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
593
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
“Hayat hikâyemde önemli bir şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek bir
mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik ve unutulmuş bir
memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı…” (Hidayet,2017: 81)
Sadık Hidayet, 1928’de Paris’te kendini bir ırmağa atarak intihar girişiminde bulunmuş
fakat bir balıkçı teknesi tarafından kurtarılmıştır. Bu intihar girişiminden 23 yıl sonra 1951’de
yine Paris’te yanında yakılmış kitap müsveddeleriyle birlikte havagazını açarak yaşamına son
vermiştir.
Sadık Hidayet kısa ama verimli yaşamında uzun öykü, kısa öykü, piyes, seyahatname, inceleme, deneme gibi birçok alanda eser vermiş, bilimsel çeviriler yapmıştır (Kanar, 1999: 156).1
Edebî eserleri şunlardır: Öyküleri Diri Gömülen, Alacakaranlık, Üç Damla Kan, Aylak Köpek,
Hacı Ağa, Son Gülüş, Ademin Babaları; denemeleri Velengari, Maziyar, Hayyamın Teraneleri;
romanları Aleviye Hanım, Kör Baykuş; oyunu Sasan’ın Kızı Pervin; incelemesi Vejetaryenliğin
Faydaları’dır.
1950 kuşağının öykücülüğümüzdeki öncülerinden biri olan Feyyaz Kayacan 1919’da İstanbul’da doğmuştur.2 Saint Joseph Lisesi’ni bitirmiş ardından Paris’e gitmiş bir yıl kadar burada Siyasal Bilgiler okulunda okumuştur. Sonrasında İngiltere’ye geçen Kayacan, Durham Üniversitesi’nde İktisat okumuştur. İlk şiir kitabı Gestes a la Mer’i bu yıllarda Fransızca yayımlayan Kayacan, yaşamı boyunca üç dilde eser yazmıştır. İlk iki şiir kitabı Fransızca, üçüncü kitabı Kaşık Havası ve dördüncüsü Benim Örümceğim Başka Türkçedir. 1991’de İngiltere’de yayımladığı son şiir kitabı ise İngilizce şiirlerden oluşur (Kayacan, Önsöz, 1996).
Feyyaz Kayacan öykülerini 1950’li yıllarda yayımlamaya başlamıştır. Bu öykü kitapları:
Şişedeki Adam (1957), Sığınak Hikâyeleri (1962), Cehennemde Bir Yusuf (1964), Gibiciler
(1967), Hiçoğlu’nun Serüvenleri (1969), Bir Deli Değilin Defterleri (1987). Yazar, öykücülüğü
hakkında şöyle söylemiştir:
“Gerçekte yazıya şiirle başladım. Ve şu sıralarda şiiri yeni baştan ele alma zorunluluğunu
duyuyorum. Öykücülüğü kendime en elverişli yazı türü olarak seçmem, öykünün şiir gibi işlenmeğe yatkın birçok yanları olmasından ileri geliyor. Gerçekte Sığınak Hikâyeleri’nden uzun
birçok parça, ilkin şiir olarak kafamda belirdi. Sonradan düzyazıya geçirdim onları” (Lekesiz,
1999:167-168).
Feyyaz Kayacan konularını şiirli bir ironi ve soyut-somut kaynaştırılmasıyla işleyen ve öykü anlayışını Türk Dili dergisinde (Aralık 1963 sayısı) açıklamıştır. İkinci Dünya Savaşı yıllarının Londra’sını anlatan Sığınak Hikâyeleri ile Türk Dili Kurumu 1963 Hikâye Ödülü’nü kazanmıştır (Necatigil, 2016b: 227).
Kayacan’ın şiir ve öykü çalışmaları dışında 1968’de yayımladığı dört kısa oyununu içeren
Mutlu Azınlık adlı kitabı ve Çocuktaki Bahçe adlı tek romanı vardır. Yazar, 1993 yılında Londra’da hayatını kaybetmiştir (Kayacan, Önsöz,1996).
Sadık Hidayet’in yaşamı ile ilgili bilgiler şu kitaplardan derlenmiştir: Kanar, 1999; Hidayet, 2017; Hüsrevşahi,
2005.
2 Feyyaz Kayacan’ n yaşamı ile ilgili bilgiler şu kitaplardan derlenmiştir: Necatigil 2016; Lekesiz 1999 ; Kayacan
1996.
1
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
594
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
“Kör Baykuş”
Sadık Hidayet’in Kör Baykuş adlı eseri 1937’de ilk olarak Hindistan’da yayımlanmıştır.
Yazar, 1936’da Hindistan’a gitmiş ve Pehlevi dilini öğrenmiştir. Bûf-i Kûr’u (Kör Baykuş) kendi el yazmasından çoğaltarak yayımlamıştır (Kanar, 1999: 155). Hidayet, kitaba İran’da satışının yasak olduğunu belirten bir not eklemiştir (Hidayet, 2017: 86) Şüphesiz bu duruma İran’ın
politik şartları etkili olmuştur.
İran’da 1926-1941 yılları arasında Rıza Şah Pehlevi rejimi hâkimdir. 1924 yılının başlarında Cumhuriyet’in ilan edilmesine yönelik bir kampanya başlatılmış. Bu kampanyaya; gazeteciler, önde gelen aydınlar, yerel liderler, öncülük etmişlerdir. Onlar da tıpkı Türk emsalleri gibi
Cumhuriyetçiliği ileri gitmekle eşdeğer görüyor, modernleşme ve Batılılaşmayı doğru bir adım
olarak kabul etmişlerdir. Bu görüşe milliyetçiler ve ulema sınıfı karşı çıkar (Garthwaıte, 2011:
208). Rıza Han, taç giyerek kendini şah ilan etmiş ve İran monarşisinin mülkiyetçi geleneklerini
devam ettirmiştir (Cleveland, 2008: 197).
İran’da meclis seçimleri düzenli olarak yapılmasına rağmen Rıza Şah seçimlere karışmaktadır. Bu tutumu seçimleri anlamsız kılmıştır. Bütün siyasal sistemi kontrolü altında tutmuş,
meclisi istediği yasaların çıkması için ıstampa gibi kullanmıştır. Anayasayı değiştirmek yerine
olduğu gibi bırakmış ve kendisine uygun geldiğinde hiç yokmuş gibi davranmaktadır. Sansür,
muhalefet partilerinin kapatılması, işçi sendikalarının yasaklanması, hoşuna gitmeyen yüksek
rütbeli subayların tutuklanmaları ve zaman zaman da öldürülmeleriyle kişisel gücünü arttırmıştır (Cleveland, 2008: 209-210).
Rıza Şah’ın milliyetçi kimliğine, modernleşme ve Batılılaşma politikalarına rağmen laik ve
liberal milliyetçiler; onun siyasi baskıları ve meşruti bir hükümdar olarak ülkeyi yönetmeyi
başaramaması yüzünden ona karşı saf almıştır (Garthwaıte, 2011: 213). 1941’de Rıza Şah oğlu
Muhammed Rıza lehine tahtan feragat ederek Pehlevi hanedanlığını ayakta tutmaya çalışmıştır
(Cleveland,2008:214). Rıza Şah’ın tahtan çekilmesi kritik sorunları gündeme getirmişti. Devlet
otoritesinin niteliği, milli egemenlik, toprak bütünlüğü, İran kimliği, devlet politikalarında sürmekte olan Batılılaşma çabaları gibi sorunlara neden olmuştur (Garthwaıte, 2011: 216). Sonucunda ise 1977 yılında İran şehirlerinin sokaklarında Şah’a karşı gösteriler başlamış ve giderek
büyümüştür (Laleh, 2015: 30).
İran devriminin başladığı yıllarda, İran aydınlarının çoğu bu devrimin modern bir hareket
olduğu kanaatinde bulunmuştur. Bu nedenle İran’daki sol düşünceli partiler bile, devrimin çatışmalarında aktif olarak mücadele vermişlerdir. Onlara göre devrimin asıl amacı, toplumu cehaletten kurtarmak ve modern bir hayata kavuşturmaktır. Meşrutiyet döneminden 1961’e kadar,
modernliğe bağlı olan öğeler, kurumlar ve inançlar, hem dinci hem dinci olmayan aydınların
görüşlerinde yer almış ve onların modernliğe bakışı olumlu hale getirmiştir (Laleh, 2015: 56).
İhtilalden sonraki kuşağın modernizme değin kendine özgü toplumsal- edebi yorumu
oluşmuştur. Bu kuşak, akli olmayana yönelerek yürürlükteki hayat ölçütlerinin ve sıradan ihtiyaçların ötesine geçmeye ve içsel bir özgürlüğe ulaşmaya ve toplum alanındaki kaybetme duygusuna sanat ve imge alanındaki kurtuluş duygusuyla çare bulmaya çalışmıştır. Böylece mistisizmi akli tanıyışın yerine geçirmiş ve mitolojik öykülerinde kâinata ve egemen dini inançlara
saldırmıştır. Mekânları ve kişileri gizemli kılmak, çağa özgü niteliklere tarihsel bir biçimde
bakılmamasına ve gerçekçi yazarların dikkate aldıkları savaşımın yerini içsel keşiflerin ve ruhsal acılara yönelişin almasına neden olmuştur (Mîr Âbidînî,2002: 214). Bu anlayışla bu kuşak
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
595
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Sürrealizm ve Varoluşçuluk ’un etkisi altında kalmıştır. Sürrealizm “sanat eserinin aklın ve
şuurun kontrolü dışında meydana gelmesi savunan; ahlak, ilim ve felsefede kabul edilen değerlerin köklü bir şekilde yenilenmesini ister. Ayrıca aklın denetimi ve hiçbir estetik ve ahlaki kaygı
olmaksızın düşüncenin kendini ortaya koymasını ister” (Kefeli, 2014:153). Varoluşçuluk, köklerinden kopmuş, temelini yitirmiş, geçmişe, tarihine güvenini kaybetmiş, toplumda yabancılaşmış, mutsuz, huzursuz insan varlığını dile getiren bir felsefedir. Bu felsefe daha çok, toplum
içinde yaşayan bireyin tehdit altında olduğu, günümüzle gelenek arasındaki bağlantının koptuğu, insanın manasız bir varlık haline geldiği, kendini yitirmek tehlikesinin baş gösterdiği yerde
ortaya çıkmıştır (Sartre, 2018: 10). Sadık Hidayet Kör Baykuş adlı romanını bu anlayışların
etkisiyle ortaya koymuştur.
Eser, anlatıcının “kendisini gölgesine tanıtma isteğinden” dolayı yazmaya karar vermesiyle
başlar. Anlatıcı yazmaya başlamadan evvel; iki ay dört gün önce “melek, ilham kaynağı” olarak
tasavvur ettiği bir kızla karşılamasını, onu arayış sürecini ve onu nasıl yitirdiğini anlatır.
Anlatıcı anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Onu halası büyütmüştür. Gençliğinde
ise sırf halasına benziyor diye sütkardeşiyle evlenir. Fakat bu evlilik hiçbir zaman gerçek bir
evliliğe dönüşmez. Adam ve eşinin arasında ne cinsel ne duygusal bir bağ kurulmaz. Üstelik
kadın başka erkeklerle görüşür. Adamın kadına duyduğu arzu ve istek onu çaresiz bir hastalığa
sürükler. Günden güne zayıflar, yavaş yavaş fiziksel olarak değişir. Eserin sonunda ise romanın
başkişisi hissettiği acı ve kıskançlık sonucunda karısını öldürür. Kendisinde ise düşle- gerçek
arasında göğsünde bir ölünün ağırlığını hisseder.
Kör Baykuş adlı romanı Hidayet için, hayatının bunalımlarını, tekdüze ve karanlık gerçeklerini semboller, alegoriler ve birsamlarla nasıl şiirler bir plana yükselttiğinin kanıtıdır ( Necatigil, 2016a:281).
Eser anlatıcının; acılarını, dertlerini, “zehir” olarak nitelendirdiği başından geçen bir olayı
“gölgesine” anlatmaya karar vermesiyle başlar. O, ruhunu cüzzam gibi yavaş yavaş yalnızlıkla
yiyen, kemiren yaralarını kimseye anlatamaz. İnsanların bu yaralara, nadir ve acayip şeyler gözüyle bakacaklarını; bu “anlatılanlara” alaycı bir gülünçle dinleyeceklerini düşünür. Bu yüzden
anlatacağı her şeyi; onu hiçbir zaman yalnız bırakmayan “gölgesine” anlatır.
“Yazıyorsam, yazmak ihtiyacı beni zorluyor da ondan. Mecburum, düşüncelerimi hayali
bir varlığa, gölgeme bildirmek baskısını çok, pek çok hissediyorum. O uğursuz gölge lamba
ışığında duvardan eğiliyor, yazdıklarımı dikkatle okuyor, oburca yutuyor sanki. Bu gölge, besbelli benden daha iyi anlıyor onları! Fakat ben yalnız gölgemle konuşabilirim. Beni konuşmaya
o zorladı, yalnız o anlar, kavrar şüphesiz…” (Hidayet, 2017: 37)
Anlatıcı, acılarını başka birine anlatamayacak kadar yalnızdır. Bu yalnızlığı sadece fiziksel
değildir aynı zamanda ruhsal olarak da yalnızdır. Sadık Hidayet romanıyla, içinde yaşadığı topluma ait olmadığı adeta haykırır. Şüphesiz bu yazarın yaşadığı dönemde çevresi tarafından gördüğü tepki ve dışlamaların bir sonucudur. Bozorg Alevi’nin yazmış olduğu sonsözde: “kendi
yurdunun dişli ama tapon yazarları, Hidayet’in eserlerini reddetmekte, hatta gençliği coşturan
coşkulu dilini alaya almaktaydılar”(Hidayet, 2017:81) sözleri bu bağlamda önemlidir. Ayrıca
uzun yıllar İran’dan, memleketinden ve kültüründe uzakta kalışı onda yarattığı acı ve hüznü
anlamamıza şu sözleri yardımcı olacaktır:
“Canlılar dünyasıyla aramdaki bağlar koptu kopalı, önümde biriken şeyler geçmişin anıları herhalde. Geçmiş, gelecek, saat, gün, ay ve yıl hepsi aynı şey. Değişik dönemler, çocukluk,
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
596
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
gençlik, ihtiyarlık, benim için boş sözlerden başka bir şey değil bunlar. Bunlar sıradan insanlar için, ayaktakımı için, evet işte aradığım kelime, ayaktakımı için ki onların hayatları
senenin mevsimleri gibi belirli mevsimlere, dönemlere bölünmüştür ve onlar, hayatın ılımlı
kesimlerinde güvence altındadırlar. Hayat bana tek ve değişmez bir mevsim oldu hep. Bu
hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti âdeta, öyle ki bağrımda hep aynı alev
vardı ve o beni bir mum gibi eritti” (Hidayet, 2017: 38).
Roman boyunca hayal ve gerçek iç içe geçmiştir. Anlatıcı, Nevruz’un 13. günü başından
geçen bir olayı anlatır. Aslında bu olayın gerçekliğini roman kahramanı da bilmez. Yaşadıklarını derin bir uykuda gördüğü “rüya” olarak değerlendirir. Anlatıcı, düşünde; Türkmenlerinki gibi
dar çekik gözleri, çıkık yanakları, ince ve bitişik kaşlı, dolgun dudaklı, siyah saçlı ve siyah entarili bir kız görür. Onu günlerce arar ve sonunda bulur.
“Ona kendi ruhumu üflerim diye soyundum, yanına uzandım. Adamotu kökleri gibi, dişi erkek, bitiştik birbirimize. Zaten erkeğinden ayrı düşmüş dişi bir adamotunu andırıyordu vücudu
ve tıpkı adamotu gibi, yakıcı bir aşkla yanıyordu” (Hidayet, 2017: 24).
Freud hayalleri “gündüz düşleri” olarak adlandırmıştır. Freud’a göre hayaller(hülyalar)
“gerçekten istediklerin doyuma kavuşturulması, hiç yabancısı olmadığımız tutkuların ve erotik
arzuların karşılanmasıdır. Ne var ki bu tutku ve erotik arzular her ne kadar canlı olarak hayalde yaşansa da, sanrısal yoldan yaşanmayıp kafada tasarlanan şeylerdir. Hülyalarda düşün iki
temel özelliğinden ötekisi kadar kesinlik taşımayan birinin etkin olduğu görülmekte, ötekisi ise
uykudan bağımsız olmayışından, dolayısıyla uyanık yaşamda etkin duruma geçemeyeceğinden
tümüyle saf dışı kalmaktır (Freud, 2011b: 173-174).
“Uykuda gerçekleşen ruhsal olaylar, uyanık durumdakilerden apayrı bir karakterle donatılmıştır. Düşte pek çok şey yaşanır ve inanılır yaşananlara, oysa ortada uykuyu aksatan tek bir
uyarıdan başka yaşanan şey yoktur belki. Söz konusu uyarı da daha çok görsel imgeler halinde
yaşanır; bu yaşantıda duygular da eksik değildir, arada düşüncelerde işin içine karışır” (
Freud, 2011b: 116).
Sadık Hidayet romanını yazarken Sürrealizm’ in ilke ve niteliklerinden faydalanmıştır. Sürrealizm çok büyük ölçüde Sigmund Freud’un tez ve düşünceleri üzerine kurulmuştur. Bu bağlamda bakıldığında “rüya”, sembolik dille bir sır verme, ifşadır. Bilinçaltı sarhoşluk, ateşli hastalık, akli rahatsızlık gibi hallerde gün yüzüne çıkar. O halde insanı şuuraltında sakladığı gerçek
kimliği ile tanıyabilmek için şuurun baskı unsurlarını ortadan kaldırıp şuur altı dünyasının dışarı
sızmasına zemin hazırlamak gerekir (Çetişli, 2011: 136-137).
Anlatıcı, anne ve babasını tanıyamadan kaybetmiştir. Onu sütannesi büyütmüştür ve o ailesini bu kadının anlattığı kadarıyla bilir. Bu kadın onun hem sütannesi hem halasıdır. Kadını
çoğu zaman annesinin yerine koymuşsa da ona karşı hisleri hep karışıktır. Yaşadığı şehre, eve
ve aileye hiçbir zaman ait olamamıştır. Sevilmek istediyse de “sütannesi” dışında kimse tarafından sevilmemiştir. Aynı evde büyüdüğü sütannesinin kızıyla evlenmiş fakat bu kadından
hiçbir zaman sevgi ve merhamet görmemiştir. Bu kadına beslediği his ve arzuyla tedavisi olmayan bir hastalığa düşmüştür. Bu hastalık onu günden güne yiyip bitirmiş fakat bu hiçbir zaman
kadının umurunda olmamıştır. Sevgisizlik, ihanet ve ıstıraplar sonucunda ise intiharı seçmiştir.
“Sonra tekrar konuştum: ‘Ahmaksın sen, daha neden gecikiyorsun? Ne bekliyorsun, daha
ne umuyorsun? Bitişik odada bir şişe şarabın yok mu? İç bir yudum, öl git!.. Ahmak…Ahmaksın
sen…’” (Hidayet, 2017:67)
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
597
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Melankolideki ölüm korkusunun tek açıklaması vardır: Ben, üstben tarafından sevilmek
yerine nefret edildiğine ve zulme uğradığını hissettiği için kendinden vazgeçer. “Ben” için yaşamak sevilmekle, burada gene idin temsilcisi olarak ortaya çıkan üstben tarafından sevilmekle
aynı şeydir. Üstben, en başlarda babanın, daha sonrası Tanrı inayetini ve kaderin üstlendiği koruyucu ve kurtarıcı işlevi temsil etmektedir. Koruyucu güçler tarafından terk edilmiş olduğunu
düşünür ve kendisine ölüme bırakır (Freud, 2001:115).
Bozorg Alevi’nin kitabın “Sonsöz”ün de belirttiği gibi “olayları bölüşenler tipik kimselerdir, daha doğrusu bir tipin değişik kişilerdeki varyasyonlarıdır, bu kişiler mitik bir psikoloji
kanunlarına göre birbirlerine dönüşürler. Baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve
nihayet romanın “kahramanı” aslında tek kişidir, esrarengiz genç kız, bayader ve kahramanın
karısı kahpe de öyle”(Hidayet, 2017: 85).
“Ne kadar gülünç ve korkunçtu yüz çizgilerim! Sanki içimde gizli bir tekin olmayan bütün
hayalleri; gülünç korkunç inanılmaz bütün çehreleri böylece apaçık görüyordum. Tanıyor, biliyor, hissediyordum da, gene de apaçık görüyordum. Tanıyor, biliyor, hissediyordum da, gene de
gülünç geliyordu bana bu haller, bu çarpıtılmış yüzler; evet hepsi de bendeydi, benim malımdırlar. Korkunç, cinayetli ve güldürücü maskeler, parmak ucuyla bir dokunma yetiyor, hemen yer
değiştiriyorlardı. Kur’an okuyan ihtiyarın, kasabın, karımın maskerlerini kendi yüzümde görüyordum. Sanki benim maskemin birer yansımasıydılar. Hepsi içimdeydi ya, hiçbiri benim değildi gerçekte” (Hidayet, 2017: 71).
Romandaki olayın merkezinde “kadın” vardır. Bu kadınla önce düşte karşılaşılır. Anlatıcı:
“bu aşağılık dünya ile ilişkisi yoktur onun! Hayır, yeryüzü nesnelerine bulaştıramam, kirletemem adını” dediği kadını “melek, sonsuz bir hayret ve anlatılamaz bir ilham kaynağı” olarak
görür. Gerçek yaşamda ise kadın adama “işkence etmekten keyif duyan, onu çaresiz bir hastalığa sürükleyip merhamet etmeyen bir kimseye” dönüşür. Adam bu kadına “kahpe” adını vermiştir.
Bu bağlamda Sadık Hidayet, ustası olarak nitelendirdiği Ömer Hayyam’ın ölümsüzleştirdiği aynı simgeleri bilinçli olarak kullandığı görülür. “Kadın” ebedi güzelliğin cisimleşmiş şekli,
bütün sezgilerin kaynağıdır. Bu yeryüzünde erkek, onu boşuna arar eğer bulacak olsa, aşkı kire
ve ölüme yapışık bir kahpedir bulduğu. Erkekte güzellik ve safiyet güdüsünü uyandırmıştır ama
ete kemiğe bürünüşünde erkeğe fesat ve suç bulaştırır. Kadın ideal erişilmez bir şeydir, ona
yeryüzünde ancak cinayette ve çarpıtılmış görüntüsünde yaklaşabiliriz (Hidayet, 2017: 87).
Roman boyunca, kadının “sol elinin işaret parmağının tırnağını emmesi” kendini tekrar
eden bir davranıştır. Metinde bu sözün birden fazla tekrarlanması bir leitmotivdir. Freud’a göre
bu davranış daha süt çocuğunda bulunan ve olgun yaşa dek, hatta büyük yaşam boyunca süren
emme ve azar azar içine çekme, amacı bir besini söğürme olmayan dudakların ritmik ve yinelenen bir hareketinden başka bir şey değildir (Freud, 2014: 50). Çocuk kendi bedeniyle kendini
doyuma ulaştırmaktadır. Hevelock Ellis bu davranışa otoerotiktir (kendi kendine cinsel uyanma)
terimini kullanır (Freud,2014: 51). Anüs bölgesinin anatomik durumu, tümüyle ağız ve dudak
bölgesininkinde olduğu gibi onu, bir cinsel etkinliği başka bir fizyolojik etkinlik üzerine dayandırmak için elverişli kılar. Bu bölge başlangıçta şehvet uyandırıcı bir değer taşımaktadır (Freud,
2014: 55). Romanda, kadın bu davranışı bir erkeğin karşısında tekrarlıyor olması, Freud’un
düşüncelerini destekler niteliktedir.
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
598
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Romanda “ayna” kavramı önemli bir yer tutar. Anlatıcı diğer hallerini “ayna” karşısında
görmektedir. Ayna şiirsel ve mitolojik düşüncede, bu dünya ile öbür dünya arasındaki sınırı
sembolize eder. Eski inanışlara göre insan, aynadaki resminde kendi ruhunu görür. Ayna görünmezler dünyasının gözle görünmeyen varlıklarını ölümlülerin görünen dünyasının insanlarına gösterir (Saltuk,2010:180). Lacan’a göre ise “Ayna, düşsel olanla simgesel olanı birbirinden
ayıran sınırlar çizen bir eşik olgudur ( Eco, 1997: 58).
“Sonra ayağa kalktım, fitilin ucunu kestim makasla ve aynanın önüne gittim. İsi yüzüme
gözüme bulaştırmıştım, ne korkunç görünüm! Gözlerimin alt kapaklarını aşağı çektim, bıraktım,
gerdim uzattım ağzını, avurtlarımı şişirdim, sakalımı yukarıya kaldırdım, ikiye ayırdım, büktüm
kıvırdım uçlarını; yüzümü gözümü çarptım. Ne kadar gülünç ve korkunçtu yüz çizgilerim! Sanki
içimde gizli ve tekin olmayan bütün hayalleri; gülünç korkunç inanılmaz böylece apaçık görüyordum. Tanıyor, biliyor, hissediyordum da, gene de gülünç geliyordu bana bu haller, bu çarpıtılmış yüzler; evet hepsi bendeydiler, benim malımdılar”(Hidayet, 2017: 71 ).
Romanda “ev” kavramı önemli bir yer tutmaktadır. Ev, sadece günlük yaşantının karşılandığı, barınılan bir mekân değildir. “Ev” kavramı bir metafor olarak kullanılmıştır. “Ev” dış
dünyadan uzak “bir sürüden farksız insanlardan, ahmaklardan, mutlu kişilerden tamamen el
çekilen” bir sığınak bazen de “köşeleri karanlıkla gömülü, duvarda titrek gölgelerin olduğu ” bir
mahzen, hisar gibidir. Roman kahramanının, hayatını “baştan sona dört duvar arasında geçirmesi “ev” kavramını duvarlar arasında sınırlandırılmış bir mekân haline getirmiştir.
“Duvarda ne pencere vardı ne de bir delik. O dört köşe pencere sımsıkı örülmüş, kapanmıştı. Olduğu yer duvardan ayırt edilemiyordu, sanki daha önce de pencere falan yoktu duvarda- Tabureye çıktım, bir çılgın gibi yumrukladım duvarı, kulak verdim, lambayı tuttum üzerine:
En ufak bir delik, bir menfez yoktu duvarda. Yumruklarım bir işe yaramamıştı. Bir kurşun külçesiydi sanki duvar” (Hidayet, 2017: 20).
Duvarlar, insanlara değişik duygular, anlamlar ve semboller yüklemektedir. Ağır ve geçirgen olmayan bir duvar engel yasak ve izolasyonu ifade eder. Ağır bir duvar kapalılık geçirmezlik, aşılmazlık, engel, uyarı anlamlarına sahiptir (Özcan, 2003: 85).
Farklı bir bakış açısıyla değerlendirirsek “oda” bir simgedir. Odayla birlikte bir ülke, yurt
ifade edilmiştir. Bu ülke Sadık Hidayet’in ayrı düştüğü İran’dır. Sadık Hidayet İran’ın politik
güçlerinden, sosyo-kültürel normlarından fiziksel olarak kaçıp Paris’e gitmişse de psikolojik
olarak bunlardan kaçamaz. Varlığını ve düşüncelerini kuşatan; huzursuzluk ve buhranlar sonucunda ise intihar eder.
Roman boyunca “gölge” tıpkı bir insan gibi kahramanın peşini bırakmaz. Bu gölgeler bazen “cılız sağlıksız bir adam” bazen de “ ihtiyar hurdacı, kasap, dadı ve adamın karısına” dönüşür. Romanın sonunda ise anlatıcı duvardaki gölgesini bir baykuş olarak görür:
“Bir baykuşa benziyordum, ama iniltilerim boğazımda takılıp kalıyordu ve ben pıhtılaşmış
kan olarak tükürüyordum onları. Şayet baykuş da hasta olsa benim düşündüğüm şeyleri düşünür. Duvardaki gölgem tıpkı bir baykuş gölgesiydi…” (Hidayet, 2017: 76)
Genel olarak farklı toplumlarda “baykuş”un uğursuzluk getirdiği inancı hâkimdir: Roma’da
baykuş uğursuzluk ve yıkım sembolüdür. Ötüşü ölüm haberi sayılır. Ortaçağ Avrupası’nda baykuş cadılıkla ve uğursuzlukla ilişkilendirilmiştir. Avrupa ve Amerika folklorunda kötü alınyazısı
ve ölüm diye anlam kazanmıştır. Baykuş, eski Mısırlılarda ve Hintlilerde ölüm kuşudur. Baykuşun genellikle karanlıkta ve mezarlıklarda dolaşması ise karanlıkta keskin bir görüye yani
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
599
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
görünmeyeni görmeye ilişkin yeteneğinden ve ölülerin ruhlarına karanlıkta rehberlik etmesine
bağlanmıştır. Bazı Ortadoğu ve Uzak Doğu kültürlerinde bir dünyadan bir başka dünyaya geçen
ruhların gözcüsü, bekçisi ve koruyucusudur ( Gülakan Kaman, 2015:1140).
Romanda, Zerdüşt dininin ve mitlerinin etkisi görülmektedir. Zerdüşt peygamber olduktan
sonra dinini yaymak için seyahate çıkmış bu seyahatte Doğu İran’a gitmiştir. İran’da çok önemli
bir üst kurmuştur. Zerdüşt, eski İran peygamberi olarak kabul edilmiştir (Yıldırım, 2016:18).
İranlıları hayatları boyunca Zerdüşt öğretilerini uygulamaya çalışmışlar. Zerdüşt’ün getirdiği
inanç sistemi dünyanın en büyük ve köklü felsefi boyutunda, alabildiğince zengin, ahlak temelleri ve metafizik evrenin birtakım kutsal değerlerini esas alarak kurulmuş bir sistemdir (Yıldırım, 2016: 28). Sadık Hidayet’te bu sistemin etkisinde kalmıştır.
Romanın ilk sayfalarından sonuna kadar Zerdüşt felsefesinin etkileri görülmektedir. “Zerdüştî telâkkilerine göre ölüm anından sonra üç gün ve üç gece ruh bedenin yanında, geçmiş
fiillerinin durumuna göre (sıkıntı) ya da sevinç içinde bekler. Dördüncü günün sabahı, yine
yaşanmış olan hayatın şekline paralel olarak iyi ya da kötü kokulu bir rüzgâr ruhu önüne katarak, çok güzel bir genç kıza ya da çok çirkin bir ihtiyarla karşılaştırmak üzere önüne katar”
(Can,1968: 276). Bu anlayışla değerlendirdiğimizde roman kahramanı ilk defa kadınla karşılaştığında şu sözleri dikkate değerdir: “Karanlık basmıştı. Yağ lambası is yapıyordu. Duyduğum
keyifli titreyiş ve korkunun etkisindeydim henüz. Benliğim o anda değişmeye başlamıştı” (Hidayet, 2017: 20). Bu cümleler bir ölüm halini anımsatır. Roman kahramanı ilk olarak “insanüstü
bir yaratık” olarak nitelendirdiği kadını görür. Kadını iki ay dört gün boyuncu arar ve dördüncü
gün bulur. Fakat bulmasıyla kaybetmesi bir olur. Kadına sahip olduğunu düşündüğü an onun
öldüğünü fark eder. Romanın son sayfasına baktığımızda ise anlatıcı bir gölge görür. Bu gölge “
ihtiyar ve kambur bir adamın” gölgesidir. Romanın son cümlesi ise şöyledir: “ve bir ölünün
ölümün ağırlığı eziyordu göğsümü”. Böylece iyilik- kötülük düalizmi kötülükle son bulur.
Romanda Zerdüşt dinine dair bir diğer unsur ise “şarap ve afyondur” Şarap Zerdüşt inanışında kutsal bir içecek kabul edilip bu içeceğin, hayatı gerçek varlığa ve sonsuzluğa eriştiğine
inanılmaktadır (Yıldırım,2016: 55).
“Cehennemde Bir Yusuf”
Feyyaz Kayacan’ın Cehennemde Bir Yusuf adlı öyküsünde anlamsızlık, hiçlik, huzursuzluk
hâkimdir. Öyküde “kuyu” kavramı önemli bir yer tutar. Kuyu, içinden çıkmak istenilen fakat
çabaladıkça daha derine inilen bir derinliği çağrıştırır. Eserde, kuyunun derinliklerine indiğimizde dönemin siyasi kutsallarını görmek mümkündür.
Türkiye’de 1950-1960 yılları arasında Demokrat Parti iktidarlığı hâkimdir. 14 Mayıs 1950
seçimi demokrasi tarihimizde önemli bir dönüm noktası kabul edilmiştir (Çavdar, 2013: 13).
Türkiye’de ilk kez sivil diye nitelenebilecek bir iktidar gelmiş fakat bu iktidar, muhalefet yıllarında seçim meydanlarında vaat ettiği demokratik kuralları, kurumları yaşama geçirememiştir
(Çavdar, 2013: 80). Demokratik Parti’nin yönetime gelmesiyle yeni bir sürece girilmiş dünya
kapitalist sistemiyle bütünleşme sürecini hızlandıran adımlar atılmış. Bir yandan da limanlar,
barajlar, köprüler, kent düzenlemeleri ve Marshall yardımı sayesinde karayolları yapımına hız
verilmesi gibi hizmetlerle başlayan hareketlilik, köyden kente göçün önünü açmıştır (Dirlikyapan, 2017: 173).
1950-1960 arası on yıl, Türk toplumuna istatistiklerden anlaşılması kolay olmayan bir coğrafi ve toplumsal hareketlilik zihniyeti kazandırmıştır. […] Şehre gelen ilk göçmen dalgası için-
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
600
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
de yer alanların çoğu şehirlerde geçici iş bulan eski mevsimlik işçilerdir. Özel konut yapımında
ve bayındırlık işlerinde görülen inşaat patlaması göçün eski yapısını tersine çevirmiş; yeni göçmenler şehirde yaşamış ve sadece hasat zamanında köye gitmişlerdir. 1954’ten sonra, önce hizmet sektörü sonra sanayi önemli istihdam kaynağı olmuş […]Fakat bu gelişmelerin yanı sıra
büyük nüfus hareketi, köyün dışarıya açılmasını yansıtan gecekonduları da beraberinde getirmiştir. Sonuçta toplumsal dengeler altüst olmuştur (Keyder, 2014: 169).
Demokrat Parti’nin baskıcı bir rejim kurma girişimleri ve buna karşı giderek güçlenen muhalefet ve gençlik hareketleri, din sömürücülüğü ve Atatürk Devrimi ilkelerinden verilen ödünler gerginlik unsuru olmuştur. Menderes hükümetinin muhalefet liderlerin yurt gezilerini engellemede ordudan yararlanması ve 28 Nisan öğrenci hareketi üzerinde sıkıyönetim ilan edilmesi
ise, silahlı güçleri politik arenaya iyice itmiştir. Süregiden öğrenci hareketlerinin tırmandırdığı
gerginlik ortamında orta rütbeli (yüzbaşı- tümgeneraller arası) bir grup subay, Türk Silahlı Kuvvetler adına 27 Mayıs 1960 sabahı yönetime el koymuş (Tanör, 2015: 365-366). Sonucunda
Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır.
1950-60 yılları arasındaki bu dönem, Türkiye’de toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulların
şekillendirdiği düşünce dünyası yeni bir zihniyet değişimini zorunlu kılmıştır (Gül, 2014: 30).
Bu süreçte, bazı düşünce akımları irdelenmiş, sanatçılar bu akımlardan yoğun olarak etkilenmiş
ve hemen her sanat dalında, ulusal algıdan sıyrılmaya başlayıp uluslararası olma çabasına girilmiştir (Dirlikyapan, 2017: 28). Etkilerin ve değişimlerin görüldüğü bir alanda edebiyattır. Dönem şair ve yazarları Batı’da yankı bulan varoluşçuluk ve gerçeküstücülükten etkilenmişlerdir.
Batı’da 1935’lerden itibaren edebiyatta hayat bulmaya başlayan “Varoluşçuluk” İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonra daha da güçlenmiştir (Çetişli, 2011: 143). Savaş yıllarının yarattığı
ortamdan beslenen varoluşçu yazarlar, yabancılaşma, umutsuzluk, saçma kavramlarından sonra
dayanışma kavramını ele almıştır. Bu noktada yazarlar düşünceyi eyleme dönüştürme çabasındadır ve politikaya yakın ilişki içine girmişlerdir (Kefeli, 2014: 168).
Varoluşçu felsefenin Türk düşünce hayatı üzerindeki etkileri kuşkusuz bu türden yapıtların
dilimize çevrilmesiyle başlamış, Türk edebiyatında benzer temalarda yapıtların ortaya konulmaya başlamasıyla da hızlı bir ivme kazanmıştır (Gül, 2014: 30).
1950 kuşağı öykücüleri de varoluşçuluğun etkisiyle hiçlik, cinsellik, intihar, sıkıntı, suç gibi konuları sıkça işlemişler “gerçeküstü” ve “absürd” olarak nitelenen ögelere de öykülerinde
sıkça yer vermişlerdir (Dirlikyapan, 2017: 110). Ayrıca bu dönem öykücüleri varoluşçuluktan
etkilendikleri ölçüde gerçeküstücülükten de etkilenmişler, öykülerinde sıradışı ve gerçeküstü
durumlar yaratarak anlatmak istediklerini daha çarpıcı kılma yoluna gitmişlerdir (Dirlikyapan,
2017: 149). Bu öykücülerden biride Feyyaz Kayacan’dır.
1950-60’lı yıllardaki bu dönemin olumsuz koşullarından ve siyasi atmosferinden birçokları
gibi Feyyaz Kayacan’da etkilenmiştir. Fakat o kendi kuşağından yerel siyasi kutsallara bağlanmakla sanatçı sayılmaya çalışan birçok yazardan farklı olarak politik şablonculuğa, diktacı eğilimlere, sosyalist ya da kapitalist sömürgenliğe başkaldıran bir öykücüdür. Yine de ‘parmağın
kör gözüne’ dememiş; bunu soyut bir dille, simgesel bir söylemle ve ironiye dayalı bir tepkiyle
yapmıştır. Kayacan’ın öyküsünü farklı, seçkin kılan da budur: Öykü, ülkesinin terk etmekle
yetinmeyip sözünü sakınan ama onu kesinlikle saklamayan yazarın nihai dili olmuştur (Lekesiz,1999:173).
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
601
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Cehennemde Bir Yusuf adlı öyküde anlatıcının içinde bulunduğu durumu Yusuf peygamberin çektiği sıkıntı ve acılara benzetmesiyle başlar. Hikâyenin ilk sayfasından son sayfasına kadar
anlatıcı, Terzela adını verdiği bir yerden söz eder. Terzela denilen bu yer bazen bir devleti, bazen bir ülkeyi, bazen de bir şehri anımsatır. Burada toplumu hatırlatan unsurlar söz konusudur.
Kurumları, iş bölümleri ve düzeni sağlayan kuralları vardır. Terzelada yaşayan insanlar fiziksel
ve düşünsel olarak birbirine benzerler.
Cehennemde Bir Yusuf adlı öykünün başlangıcında anlatıcı; Yusuf peygamberin kuyuya
atılmasını, zindanda kalmasını işaret ederek çektiği sıkıntıların derecesini örneklemiştir.
“Ben bir Yusufun biriyim. Boylaşım bütün boşlukları. Satılmışım bütün kuyulara, yüksük
içi zindanlara” (Kayacan, 1996:123).
Yusuf peygamberin kıssasına baktığımızda: Bir gün Yusuf ve kardeşleri çöle gitmiş burada
kardeşleri, Yusuf’a hakaret edip onu bir kuyunun içine atmışlardır. Kardeşlerinin Yusuf’a duyduğu öfkenin tek sebebi babasının Yusuf’a gösterdiği ilgi ve alakanın onlara gösterdiğinden
fazla oluşudur. Yusuf’u kuyudan kurtaranlar onu köle olarak satmış akabinde gelişen olaylar
sonucunda Yusuf’a atılan bir iftirayla zindana atılmıştır. Yusuf çektiği tüm sıkıntılar ve acılara
rağmen isyan etmemiş sonucunda köle olarak satıldığı sarayda hükümdar olmuştur (Kutub,
Sehbar 1977). Bu bağlamda bakıldığında anlatıcı kendini “Yusuf” olarak nitelendirir ve bulunduğu dönemi, yaşadığı huzursuzlukları “cehennem” olarak adlandırmıştır.
Öykü boyunca “kuyu” kavramı farklı kavramların yerine kullanılmıştır. Kuyu, bilinmeyeni,
karanlıkta olanı, derinde olanı ifade eder. Birey bilinç yüzeyine çıkarmadığı içgüdüleri, eğilimleri, anıları bilinçaltında saklar. Birey gerçekten uzaklaştıkça hayale, derine indikçe yüzeyden
uzaklaşır. Bu tıpkı bir kuyuya benzer.
“Kazılan kuyular bazılarda öylesine derin oluyor ki kuyusunu başaranın geri dönmesi olağanüstü sanrılardan bile uzun sürüyor” (Kayacan,1996: 135).
Kuyu, bilinçaltı olarak düşündüğümüzde, bilince yani kuyunun yüzeyine yaklaştığımızda
göğe, aydınlığa yaklaşılırız. Fakat bir fikir, kural, otorite kuyunun yüzeyini kapatmışsa insan
aydınlığa çıkamaz. Sonucunda kuyunun yüzeyindeki fikre ve düşünceye itaat etmek zorunda
kalır.
“Bütün kuyular sizin, elinizde oldukça bu falın ipi. Hep içerlek değil sonra kuyular. İşin
kolayını, aldatılanların yolunu bulmuşsunuz.
Tepetaklak kuyular kuruyorsunuz. Dikitlenmiş mağaralar. Kuyu kulenin kılıfıdır diyorsunuz. Gökleri gıdıklıyorsunuz. Gökler sırıtınca yaşadık diyorsunuz. Kene gibi yapışıyorsunuz
kuyuların göklerdeki dibine, tortulu doruklara” (Kayacan, 1996: 130).
Öyküde fal ve falcı kavramı devlet- iktidar bağlamında ele alınmıştır. Genel anlamda fal,
akıldışı çeşitli yöntemlerin kullanılmasıyla geleceğe yönelik yorumlarda bulunulması, yani bilinmezlikten haber verme olayıdır. Diğer bir deyişle, insanın bilinmeyene erişme arzusunun bir
sonucudur. Fal bakan kişi bu durumu açıklarken, doğaüstü güçlerle ilişkiye girdiğini ya da kuvvetli hissiyata sahip olduğunu öne sürmektedir (Şükrü Nar, 2014: 510). Bu özelliklere sahip
olan falcı, iktidarı temsil etmektedir.
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
602
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
“Tek bir fala varıyor hep attığınız zar. Anlamıyorsunuz. Tek telli falınıza bir tel daha eklense bir başka ses daha çıksa daha başka bir falın ağzından. Olur mu hiç. Ödünüzü ekşitir ya
da eksiltir böyle bir şeyi benliğinizin en bilmediği en yitirdiği yerlerinden köşelerinden bile
düşünmek. Bir tek fal üstünde bunca kafa patlatılmışınız. Bunca patlak kafalarla nasıl düşülür
yeni bir falın yoluna şimdi tutup da? ” (Kayacan, 1996:130).
İnsanlar iktidarın söylemlerine, fikirlerine ve doğrularına şüphesiz inanırlar. Onun söylemleri dışında bir şeye kulak vermezler. Onun doğrularını kabullenirler ve söylenenleri “bir koro
gibi sayıklarlar”. Bu yüzdendir ki tüm insanlar birbirine benzerler. Aralarında fikri ve fiziksel
bir farklılık yoktur.
“Pencere ilk usunuza geldiğinde pencereden ilk baktığınızda gördüğünüz sokaktan geçen
insanları tıpatıp geçiyorsunuz pencereden sarkıttığınız sokaktan.
Ben geçiyorum diyorsunuz.
Sonra alıyorsunuz sokaktan geçen insanları pencereye oturtturuyorsunuz, bu kez siz yürüyorsunuz. Ben yürüyorum ben geçiyorum diyor penceredekiler” (Kayacan, 1996: 133).
Le Bon’un belirttiğine göre tek kişinin bireysel yoldan edindiği özellikler kitle içinde silinip gider, bireyin kendine özgü karakteri kaybolur. Bu ırksal bilinçdışı kendini açığa vurup aynıtürdenlik içerisinde eriyip kaybolur. Diye biliriz ki, bireyden bireye pek değişen ruhsal üstyapılar kaldırıp bir kenara atılır, işlemez duruma getirilir; bireylerin tümüne homojen özellik gösteren bilinçsiz altyapı ise etkin duruma sokulur (Freud, 2011a:12).
Bu tip insanlar bir kitleyi oluşturur. Bu kitlenin en önemli özellikleri şöyledir: bilinçli kişiliğin kaybolarak bilinçsiz kişiliğin egemenliği ele geçirişi, duygu ve düşüncelerin telkin ve bulaşım (sirayet) sonucu aynı yöne yönelişi, telkinle alınan direktiflerin vakit geçirmeden gerçekleştirme eğilimi, yani bireyin artık kendisi olmaktan çıkıp istem gücünden (iradeden) yoksun bir
otomat duruma girişidir. (Freud, 2011a:15).
Sartre “Varoluşçuluk” felsefesinde; insan varoluşunun toplumsallığına karşı çıkar. İnsan
davranışları sosyal olarak kabul görmüş değerlere uyduğunda sosyal olur, bununla birlikte, o
“gerçek” insanın değersizleşmesidir. Toplumsallaşma sürecinde insan sosyal rollerin bir aracı
olur - “maskeler”. Sartre toplumsallığı insanın bir küçümsenişi olarak düşünür, çünkü insan
“maskeler”in ya da “roller”in bir aracı değildir. O önemli bir şeydir, fakat bu bütünlük sadece
bireyin kendi bilincinde birey tarafından korunmalıdır. Birey, Sartre’ın düşüncesinde, sadece
topluma yani, çevreye ve onunla bağlantılı olan baskılara karşı çıktığında ya da onu yok saydığında özgürdür (Tansel, 2006: 3).
“Gölgenizi yokluyorsunuz. Ebelik ediyorsunuz gölgenize.
Sonra
Pencereden ilk sarkıttığınız yüz sarkıtılıyor gene
Oluşuyor
Dememiş miydik diyorsunuz yüzümüzden başkasının yatmadığını yüzümüzün altında ” Kayacan, 1996: 134).
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
603
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Türkiye’de 1950 seçim kampanyası muhalefetin özgürlük, demokrasi çığlıkları ile doludur.[…] Dönemin muhalefet partisi: hürriyet istediklerini, iktidara geldiklerinde demokrasiyi
tüm kurallarıyla işleteceklerini vadetmişlerdir. Onlara göre basının önündeki tüm engeller kaldırılacaktı, gazeteciler iktidar sahiplerinin yatak odalarına bile girebileceklerdi. İşçilere grev hakkı
kesin verilecekti antidemokratik yasalar ayıklanacak ve değiştirilecekti. Tek partinin tüm baskılarına son verilecektir (Çavdar, 2013: 18-19).
“Sonra bir zar çıkıyor ortaya şöyle diyor
İnancalı zar zarların en yatkınındır inancalı zarlar alınız falınız falımız olsun.
Sonra diyorsunuz ki ülkemizde kentimizde herkesin zarı olacak. Zardan yoksunumuz kalmayacak. Zarlı azınlık olmayacak.
Zarların birkaç türlüsü var.
Örneğin işte düşünce zarı, sokağa çıkma zarı, yatağa girme zarı, gece zarı,
Gündüz zarı, rastlantı zarı, öncelik zarı.
Bir şey daha diyorsunuz:
Zarlarımız yaşamlara görücü gidecek. Zarların getireceği yaşamları bekleyeceğiniz benimseyeceğiniz.
Çoğunluk yerine getiriyorsunuz bu sözünüzü. Ne ki ara sıra yanlışlıklar olmuyor da değil
aranızda. Onu sizde biliyorsunuz. Güpegündüz sokakta bir adamı görseniz karanlıklara bürülü
yürürken şaşmıyorsunuz.
Gece zarını almış olacak yanına yanlışlıkla
Deyip geçiyorsunuz.
Biliyorsunuz çünkü bu türlü ufak tefek unutkanlıkların giderek yok edileceğini” (Kayacan,
1996: 131-132).
Öyküde ağaç, toplumla; ağaç bekçisi, otoriteyle özleştirilmiştir. Ağaç bekçisi adı verilen
kişi tarafından her dalın, daldaki yaprağın tek tek sayımı yapılır. Bu ağaçtaki dallar ve yapraklar
ip aracılığıyla bir kişiye bağlanmıştır. Bu tıpkı bir toplumun belli bir otoriteye bağlanmasını
hatırlatır. Toplumun ipleri bir otoritenin elindedir. Otoritenin düzenine karşı biri itaat etmekten
vazgeçtiği zaman cezalandırılır.
“O gün yıllarca yapraklarını bellediydi ağacın.
Usuna daldıydı her dalın.
Dönemeçleri oyunları varsa dönemeçlerin oyunlarını yokladıydı.
Sonra
‘bir dal daha geldi kulağıma; yapraklarına gidiyorum’ dediğini duydunuz.
Sonra
‘avucunuzun çizgileri yok bu dalın yapraklarında ötekilerindeki gibi’ dediği de çivilendi
kulağınıza.
Ve bir daha inmedi, dönmediği duydunuz ağaçtan.
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
604
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Ağaç bekçisinin bütün sarkıttığı, elinizin gerilerine yatırdığı ipuçlarını izlediniz teker teker.
İpi yetmedi de ondan dediniz.
[…]
Orada da bulamadınız. Daha da boşaldı eliniz.
Ve bir büyük kızgınlığa dadanıp
Ağaçlar yok olsun dediniz
Ağaçlar yokoluoluoluverdi. ” (Kayacan,1996: 142-143).
“Kör Baykuş” ve “Cehennemde Bir Yusuf” Eserlerinin Karşılaştırılması
Sadık Hidayet’in Kör Baykuş adlı romanı ve Feyyaz Kayacan’ın Cehennemde Bir Yusuf adlı öyküsü arasında benzerlikleri ve farklılık vardır. Bu başlık altında her iki eser arasında görülen benzerlikler ve farklılıklar ele alınmıştır.
Kör Baykuş adlı romanın ve Cehennemde Bir Yusuf adlı öykünün derinliklerinde devrin
otoriter güçlerinin etkisi görülmektedir. Sadık Hidayet 1937’de Kör Baykuş adlı eserini yayımladığı yıllarda İran’da Rıza Şah Pehlevi rejimi hâkimdir. Feyyaz Kayacan’ın Cehennemde Bir
Yusuf adlı eserinde ise 1950’li yıllarda Türkiye’de iktidar olan Demokrat Parti’nin etkisi büyüktür. Her iki eserin arasında 27 yıllık bir zaman farkı olsa da değişmeyen; baskıcı bir otorite, katı
rejimler, sansür, yasaklamalar olmuştur. Bunun sonucunda ise dönemlerinde her iki ülkede gerginlik ortamı hâkim olmuştur. 1926-1941 yılları arasında İran’da şah rejimi hâkim olduğu gibi
Türkiye’de “1950-60 yılları arasında hemen hemen bütün sanat dallarında, edebiyatta ve basın
dünyasında bir “şahlanmanın” yaşadığı gözlemlenebilir”( Dirlikyapan, 2017: 27). Sonucunda
ise Sadık Hidayet ve Feyyaz Kayacan yaşadıkları baskı ortamında anlatmak istediklerini, duygu
ve düşüncelerini gerçeküstü bir şekilde ifade etmişlerdir. Her iki eserde de “Sürrealizm” ’in
(Gerçeküstü) ilke ve niteliklerinin özellikleri görülmektedir.
Hidayet’in Kör Baykuş adlı eserinin başlangıcından sonuna kadar hayal- hakikat çatışması
görülür. Eserde hayal, rüya, vehim unsurları hâkimdir. Sürrealizm, sanat eserinin aklın ve şuurun kontrolü dışında meydana gelmesini savunur (Kefeli, 2014: 153) Andre Breton’a göre
“Sürrealist eser ayrılıklarla, zıtlıklarla, gerçekle her türlü bağı kesmiş; yitirmiş olarak kendini
gösterir. Sürrealizm, hayal dünyasının çevirisidir. O hayal dünyası ki, içindeki gerçekçi öğeler
soyut, soyut ögeler gerçek olabilir. Sürrealizmde gerçeğin normal açısı büsbütün kapanmıştır”
(Karaalioğlu, 1980: 278).
“Afallamıştım, kıpırdayamıyordum, ama işte bu kez kendi gözlerimle görmüştüm, karşımda
yürümüş gözden kaybolmuştu. Gerçek bir varlık mıydı, yoksa bir vehim, bir kuruntu mu? Rüya
mı görmüştüm, uyanıkken miydi? Hatırlamaya çalıştım, boşunaydı. Sırtımda garip bir ürperti
geçti, kalenin bütün gölgeleri birden canlanmış gibiydiler; belki çok eskiden Rey kentinde yaşamış insanlardan biriydi bu küçük kız” (Hidayet, 2017: 51).
Max Ernst göre; “ Sürrealizm, her türlü zihinsel itim ve yönetim, bilinç, akıl, zevk ve irade
müdahalesinden uzak eser vermektir” (Karaalioğlu, 1980: 274). Gerçeküstücüler, her türlü
sanat kurallarına, ahlaki değer ve töreye, hatta deneye karşı çıkmıştır ( Çetişli, 2011: 138). Bu
bağlamda her iki eserde de geleneksel inanışlara, ahlaki ve dini yasaklara, toplumsal zorlamalara karşı çıkılmıştır.
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
605
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
“Birkaç gün önce bana dua kitabı getirdi, üzeri bir karış tozla kaplı. Ama ne bu kitap, ne
de o aşağılık adamların elinden kafasından çıkmış başka kitaplar, yazılar, düşünceler giderdi
derdimi. Onların o yalanlarına, o saçmalıklarına ne ihtiyacım vardı benim?” (Hidayet, 2017:
58)
“ Ölüm nasıl oluyor sizlerde nasıl beceriyor nasıl kıvır kıvır kıvrılıyor bu iş, bir görüp bir
bakayım içim. Bir kez ölüleri kaldırmak diye bir şey yok sizde. Yatmıyor çünkü ölüleriniz. Domuzuna bir ölümsüzlük içindeler. Kaç sakal uzunluğu ölümsüzlükler kim bilir?
Bir ölüm çarşınız var. Oraya gidiyorsunuz oyuncakçı adımlarıyla. Kısa yaşamalı bir ölüm
geçiriyorsunuz elinize. Bir de ikide birde bir söylevlik bir çalar- saat veriliyor.[…] Bizim köprüler kaç sıratlı demiyorsunuz. Demiyorsunuz çünkü bir köprünüz var. Mekik köprüsü o da” (Kayacan, 1996: 144)
Her iki eserde de bilinç akımı tekniği kullanılmıştır. Bilinç akımı, kişilerin iç konuşmalarının, duygu ve düşüncelerinin zaman ve mekân kayıtlarına bağlı kalmaksızın, mantıksal bağlar
kurulmadan, akıl ve mantık kontrolüne tabi tutulmadan olduğu gibi verilmesidir (Çetin, 2013:
181-182). Roman kahramanı aklından neleri geçiriyorsa onları olduğu söyler.
“Çocukluğumun geçmiş, unutulmuş, arınmış olaylarını görüyordum. Görmekle de kalmıyor, yeniden yaşıyor, duyuyordum onları. Her dakika daha küçük, daha çocuk oluyordum. Ansızım dağıldı, karardı hayallerim. Bütün varlığım derin, karanlık bir kuyuda, ta aşağıda, ince bir
çengele asılı kaldı sanki. Derken çengelden kurtuldum, aşağı yuvarlanıyor, hiçbir engelle karşılaşmaksızın uzaklaşıyordum. Sonsuz gecenin bağrında dipsiz bir uçurumdu bu. Sonra gözlerimin önüne art arda o yok olmuş, kaldırılmış perdeler indirildi. Bir an her şeyi tamamen unuttum. Birdenbire kendime geldiğimde gece küçük odadaydım, garip bir durumda, bana hem garip, hem de tabi görünen bir hal içinde” (Hidayet, 2017: 35).
“Elini uzatıyor. Avucu uçurum kokuyor. Avucunun yüzüm gelgitleniyor. Düşeyim mi diyorum ayıp olmaz mı düşmezsem? Sonra kemiksi bir iskemle görünüyor elinde. Benimkine benzeyen. İskemlede ben yokum daha. Sonra iskemleye kuruluyor gerçekten. Ve gerçekten sesim, gözüm rastlantılarımla birlikte kuruluyordu. Onlar oluyordu” (Kayacan, 1996: 164).
Gerçeküstücülere göre bilinçaltının verilerini ifade etmek için alışılmış dil yetersizdir. Dile
değişik, nüanslı bir anlatım şekli vermek gerekir. Noktalama işaretlerinin yararına inanmakla
birlikte, iç dünyanın akıcı bir biçimde verilmesini engelledikleri endişesi ile kullanmamışlardır
(Kefeli, 2014: 155-156). Kayacan Cehennemde Bir Yusuf adlı eserinde gramer kurallarını dikkate almayan, anlamı tamamlanmayan cümleler kurmuş ve devrik cümleler kullanmıştır. Öyküde
soyut ve kapalı bir dil hâkimdir.
“Bunu dediniz mi
Öyle bir
Öyle iki
Öyle bir on
Öyle bir binlemecesine filan ve daha başka kolaylaşıyor ki kendine kıyma aşağı yukarı
başkalarını araçlıyaraktan” (Kayacan, 1996: 158)
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
606
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Sürrealizm’in yanı sıra Cehennemde Bir Yusuf adlı öyküde Varoluşçuluğun etkileri de görülmektedir. Kayacan’ın “Hikâyelerindeki kahramanlarının ortak noktası ölümle burun buruna
gelinen bir yerde ölüme başkaldırmalarında odaklaşır. Bu tavır o yılların moda akımı varoluşçu
felsefeye denk düşer. Ne ki, Kayacan’ın kahramanları existanisyalist kahramanlar gibi karamsar değil hayata sıkı sıkıya bağlanan kahramanlardır” (Lekesiz, 1999:170). Kayacan’ın aksine
Sadık Hidayet’in romanın başkişisi ise intiharı seçer.
Her iki eserde de eser birinci kişi anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Yazarlar, bireyin düşüncelerini, hayallerini ve kırgınlıklarını en dolaysız biçimde yansıtmayı amaçlamıştır. Kahraman
anlatıcı, olayın hem yapıcısı olan bir özne hem de anlatıcı, aktarıcı olan kişidir. Kişi, başından
geçenleri, bizzat yaşadıklarını, gördüklerini, izledikleri, duygu ve düşüncelerini değerlendirme
ve yorumlamalarını kendisi anlatır” (Çetin, 2013: 110).
Dil ve üslup bakımından bakıldığında iki eserde de devrik cümleler kullanılmıştır. Feyyaz
Kayacan öyküsünde her cümlede bir klişeyi bozmuş, özgün benzetmelerde bulunmuş ve dil
sapmaları yapmıştır. Cehennemde Bir Yusuf adlı öyküde “boşvermelerdesiniz, buyrultu, olurmuolurlara, söküntü, özrünüzün öşürünü, özürlenirim ” gibi birçok sözcüksel sapma görülmektedir.3 Eserde sözcüksel sapmanın yanı sıra alışılmamış bağdaştırmalar da kullanılmıştır.4
“Sonra bildiriler yayımlıyorsunuz: ‘Onların ölümü benim de ölümümdür, Altı binle çarpan
solukların altında yatıyorum bu kez. Gömütleri engin olsun. En uzun gözünde dolaşsın Tanrı’nın’. Sonra adınızın salgınını öğretiyorsunuz gömüt taşlarına. Derken bir çiçekçi oluyorsunuz
ağdalı gömütlerin sözlüğünde” (Kayacan, 1996: 158).
Her iki esere kişi kadrosu açısından bakıldığında da farklılık görülmektedir. Eserler birinci kişi anlatıcı tarafından anlatılmıştır. Eser anlatıcıları dışında Kör Baykuş’ta; anlatıcının
karısı, halası, halasını eşi ve oğlu, ihtiyar hurdacı, kasap gibi yardımcı kimseler vardır.
Mekân açısından bakıldığında her iki eserde soyut mekânlardan söz edilmiş. Fakat Kör
Baykuş’ta soyut mekânın yanı sıra somut mekânlarda görülmektedir. Eserde açık mekân olarak;
İran’ın Rey şehri, kapalı mekân olarak; romanın başkişisinin odası, halasının evi gibi mekânlardan söz edilmiştir. Kayacan’ın Cehennemde Bir Yusuf adlı eserinde ise mekânsal açıdan somut
bir mekândan söz edilmemiştir.
Sonuç
Sadık Hidayet ve Feyyaz Kayacan farklı coğrafyada farklı zaman diliminde yaşamış olsalar
da eserlerinde; bireyi, bireyin huzursuzluğunu, acılarını ve yalnızlığını anlatmışlardır.
Her iki yazar da yaşadıkları dönemde ülkelerinde iktidar güçlerinin baskıcı otoritesi ve katı
rejimiyle karşı karşıya kalmıştır. Değişen otoriter güçlerle birlikte, toplumsal, ekonomik ve siyasal koşulların şekillendirdiği düşünce dünyası topluma hâkim olmuş, bu düşünce yapısıyla
çatışan yazarlar topluma yabancılaşmıştır. Farklı fikirler savunan ve yaşadıkları coğrafyayı farklı bir bakış açısıyla değerlendiren yazarlar ne yazık ki yaşadığı toplumda yer edinememiş. Sonucunda uzun yıllar Sadık Hidayet Paris’te, Feyyaz Kayacan ise Londra’da yaşamıştır.
Doğan Aksan “Sözcüksel sapma, dilde var olan kök ve eklerden yeni bireşimlere varmak suretiyle dilde
bulunmayan özgün ögelerin türetilmesi olarak tanımlanabilir” (Erdoğan Kul, “Şiir Dilinde Sapmalar ve Bir
Uygulama”, e-Journal of New World Sciences Academy, Cilt 3, Sayı 3, 2008 s.374-389)
4 Bu hususta Doğan Aksan’ın tanımına göre “Alışılmamış bağdaştırma, sözcüklerin anlamsal belirleyicileri ve anlam
ayırıcıları yönlerinden alışılmışın dışında, genellikle de okuru şaşırtacak ve ilk anda yadırgatacak biçimde
bağdaştırılması olarak tanımlanabilir .” Kul, a.g.e.,s. 387.
3
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
607
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Sadık Hidayet ve Feyyaz Kayacan yaşadıkları baskı ortamında anlatmak istediklerini, duygu, düşüncelerini Sürrealizm ve Varoluşçuluğun ilke ve niteliklerinden faydalanarak anlatmışlardır. Her iki yazar da eserlerinde bireyin huzursuzluğunu, hayal kırıklığını, yalnızlığını ortaya
koymuştur. Kör Baykuş adlı roman ve Cehennemde Bir Yusuf adlı öykü bireye özgü unsurlar
barındırması bakımından yerel değil evrensel olma özelliği taşır. Böylelikle farklı ulusa mensup,
farklı coğrafyalarda yaşamış bireylerin evrensel duygu ve düşüncelere sahip olduğunu ve zamanla sınırlı olmayacağı görülmüştür.
KAYNAKLAR
Aytaç, Gürsel (2013); Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, Say Yayınları, İstanbul.
Can, Cahit (1968); “Zerdüştçülük, Zerdüşt ve Hukuk (Avesta),” Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, Cilt 25, Sayı 1,s. 273-288.
Cleveland, William L. (2008); Modern Ortadoğu Tarihi, (Çev.: M. Harmancı), Agora Kitaplığı,
İstanbul.
Çavdar, Tevfik (2013); Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950’den Günümüze, İmge Kitabevi
Yayınları, Ankara.
Çetin, Nurullah (2013); Roman Çözümleme Yöntemi, Öncü Kitap, Ankara.
Çetişli, İsmail (2011); Batı Edebiyatında Edebi Metinler, Akçağ Yayınları, Ankara.
Eco, Umberto (1997); Ortaçağı Düşlemek, Can Yayınları, İstanbul.
Feyyaz Kayacan (1996); Bütün Öyküler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Freud, Sigmund (2001); Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd, (Çev.:A.Babaoğlu), Metis Yayınları,
İstanbul.
Freud, Sigmund (2011a); Kitle Psikolojisi, (Çev.: K. Şipal), Cem Yayınevi, İstanbul.
Freud, Sigmund (2011b); Yanılgılar ve Düşler Üzerine, (Çev.:K. Şipal), Say Yayınları, İstanbul.
Freud, Sigmund (2014); Cinsellik Üzerine, (Çev.:H. Can), Tutku Yayınevi, Ankara.
Garthwaıte, Gene R. (2011); İran Tarihi Pers İmparatorluğu’ndan Günümüze, (Çev.: F. Aytuna),
İnkılap Kitabevi, İstanbul.
Gülakan Kaman, Sevda (2015); “Baykuş Kelimesi ve Baykuşla İlgili İnançlar Üzerine,” Studies
International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Cilt 10/8, s. 1137-1154.
Gül, Fikri (2014); “Varoluşçu Felsefenin Türk Düşünce Hayatındaki Yansımaları,” Pamukkale
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı:18, s. 27-32
Hüsrevşahi, Haşim (2005); İran Edebiyatı Öykü Antolojisi, Dünya Yayıncılık, İstanbul.
Kanar, Mehmet (1999); Çağdaş İran Edebiyatının Doğuşu ve Gelişmesi, İletişim Yayıncılık,
İstanbul.
Karaalioğlu, Seyit Kemal (1980); Edebiyat Akımları, İnkılap ve Aka Kitapevleri, İstanbul.
Kefeli, Emel (2014); Batı Edebiyatında Akımlar, Dergâh Yayınları, Ankara.
Keyder, Çağlar (2014); Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul.
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
608
Sadık Hidayet’in “Kör Baykuş” ve Feyyaz Kayacan’ın “Cehennemde Bir Yusuf” Adlı Eserleri
Üzerine Bir Karşılaştırmalı Okuma Denemesi
Kul, Erdoğan (2008); “Şiir Dilinde Sapmalar ve Bir Uygulama”, e-Journal of New World Sciences Academy, Cilt:3, Sayı:3, s.374-389.
Kutub, Seyyid ve A. Cıde’es Sehbar (1977); Kuran-ı Kerimden Dini Hikâyeler, Hisar Yayınevi,
İstanbul.
Laleh, Abdolhossein (2015); Modern İran Sinemasında İran Edebiyatının İzleri, Dörtmevsim
Yayınevi, İstanbul.
Lekesiz, Ömer (1999); Yeni Türk Edebiyatında Öykü 3, Kaknüs Yayınları, İstanbul.
Mîr Âbidînî, Hasan (2002); İran Öykü ve Romanının Yüz Yılı II, (Çev.: H. Kırlangıç), Nüsha
Yayınları, Ankara.
Necatigil, Behçet (2016a); Düzyazılar 1,Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Necatigil, Behçet (2016b); Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Özata Dirlikyapan, Jale (2017); Kabuğunu Kıran Hikâye Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı,
Metis Yayınları, İstanbul.
Özcan, Banu (2003); “Mekânın İçinde Dışında Olmanın Fenomenolojisi”, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü.
Hidayet, Sadık (2017); Kör Baykuş, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Sartre, Jean- Paul (2018); Varoluşçuluk, (Çev.: A. Bezirci), Say Yayınları, İstanbul.
Şükrü Nar, Mehmet (2014); “Psiko-Antropolojik Bir Olgu Olarak Fal Üzerine Nitel Bir Araştırma”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt:54, s.507524.
Tanör, Bülent (2015); Osmanlı- Türk Anayasal Gelişmeleri (1789-1980), Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul.
Tansel, Arife (2006); “Jean Paul Sartre’ın Felsefesinde ‘Özgürlük, Sorumluluk ve Yabancılaşma’ Kavramları”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Yıldırım, Nimet (2016); İran Kültürü (Zerdüşt'ten Firdevsî'ye Sadî'den Şamlu'ya İran'ın Sözlü ve
Yazılı Kaynakları), Pinhan Yayıncılık, İstanbul.
The Journal of Academic Social Science Yıl:6, Sayı: 78, Eylül 2018, s. 592-609
609
Download