II. INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON MYTHOLOGY II. U L U S L A R A R A S I M İ T O L O J İ S E M P O Z Y U M U PROCEEDINGS BOOK B İ L D İ R İ K İ T A B I 8-10 June 2021 / Ardahan-Turkey 8-10 Hazİran 2021 / Ardahan- TÜRKİYE MYTHOLOGYSYMPOSIUM.COM A R DA H A N . E D U.T R / I S O M ANA TANRIÇA ANAERKİ MESELESİ Tansu AÇIK1 Öz: Bu sunumda Türkiye’nin okumuş yazmışları arasında neredeyse kuşku götürmez kesin bir olgu katına yükselmiş birbiriyle bağlantılı birkaç görüşün temellerini bir parça kurcalayacağım. Bu görüşler kabataslak iki cümleye indirgenebilir: Anadolu’nun Çatalhöyük’ten beri binlerce yıl yaşamış bir ana tanrıçası vardır, üstelik bu tapım buradan dünyaya yayılmıştır. En eski çağlarda anaerkil barışçı bir toplumsal düzen vardı, sonra savaşçı ataerkil düzen yerleşti. Aynı zamanda özellikle 19. yüzyıl sonundan başlayıp 20. yüzyılda da etkili olmuş arkeoloji, antropoloji, dinler ve mitolojiler araştırmalarının varsayımlarını, oradaki sorunları görmeye çalışacağım. Epeydir dinler tarihçileri, antropologlar, arkeologlar anaerkinden, evrensel bir ana tanrıçadan hiç söz etmeseler de bu kavramlar ortak belleğe yerleşmiş durumdadır. Antropologlar anayerli, anayanlı ve anasoylu kavramlaştırmalarını kullanır. Ortadoğu’nun ya da daha doğrusu güney batı Asya’nın dinlerinde dillerinde Tunç Çağı’ndan beri geçen Kybele, Eski Çağ’da ses benzerliğinden ötürü dilsel kaynaşma uğramasına da değineceğiz. Kybele tanrıçanın kalıp sıfatıdır: “Matar”, yani “Ana”, denen Frig tanrıçasının dağ başıyla ilgili tapımına işaret eder. Kybele aslında demir çağının bir yaratımıdır. Peki mitoslarını hangi yöntemle çözümlemeli? 1 668 Prof. Dr., Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi, Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü, Türkiye | Prof. Dr. Ankara University, Faculty of Languages and HistoryGeography, Department of Greek Language and Literature II. INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON MYTHOLOGY II. U L U S L A R A R A S I M İ T O L O J İ S E M P O Z Y U M U PROCEEDINGS BOOK B İ L D İ R İ K İ T A B I 8-10 June 2021 / Ardahan-Turkey 8-10 Hazİran 2021 / Ardahan- TÜRKİYE MYTHOLOGYSYMPOSIUM.COM A R DA H A N . E D U.T R / I S O M MOTHER GODDESS: THE QUESTION OF MATRIARCHY Abstract: In this presentation, I will delve a little into the foundations of several interconnected views that have risen to the level of an almost undoubted, certain, fact among Turkey’s literati. These views can be roughly reduced to two sentences: Anatolia has a mother goddess who has lived for thousands of years since Çatalhöyük, moreover, this worship spread to the world from here. In the earliest times, there was a peaceful matriarchal social order and then the warlike patriarchy settled. At the same time, I will try to see the assumptions and problems of archeology, anthropology, religions, and mythologies which started by the end of the 19th century and became effective in the 20th century. Although historians of religions, anthropologists and archaeologists have not talked about matriarchy or a universal mother goddess for a long time, these concepts have settled in the common memory. Anthropologists use conceptualizations of matrilineal and matrilineal. Kybele, which has been mentioned in the religions of the Middle East or more precisely in the religions of southwest Asia since the Bronze Age will also refer to its linguistic fusion in the Ancient Age due to its sound similarity. Kybele is the stereotypical epithet of the goddess: It refers to the worship of the Phrygian goddess called “Matar”, that is, “Mother”, related to the mountain top. Indeed, Cybele is a creation of the iron age. So, how should we analyze her myths? 669 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ 1. Giriş Bizde Türkiye’nin okumuş yazmışları arasında neredeyse kuşku götürmez kesin bir olgu katına Eski Çağ’ın birkaç yönü üzerine yükselmiş birkaç görüş vardır. Bu görüşler aynı zamanda Batı dünyasında da farklı zamanlarda farklı biçimlerde yaygın olagelmiştir. Ancak, Batıda sulanarak genişleyen bir takım özgün görüşlerden türemiştir, bizde birkaç kanıdan ortaya çıkmıştır. Bu görüşler kabataslak iki cümleye indirgenebilir. İlki, Anadolu’nun Çatalhöyük’ten beri binlerce yıl yaşamış bir ana tanrıçası vardır, üstelik bu tapım buradan dünyaya yayılmıştır. İkincisi, en eski çağlarda anaerkil ve barışçı bir toplumsal düzen vardı, sonra savaşçı ataerkil düzen yerleşti. İşte bu önermelerin olanaklılık koşullarının kimilerini belirlemek gerekir. Özellikle 19. yüzyıl sonundan başlayıp 20. yüzyılda etkili olmuş arkeoloji, antropoloji, dinler ve mitolojiler araştırmalarının bazılarının altında yatan varsayımları anmak gerekecek, gerçi bunların birçoğu sınaması yapılan bilinçli varsayımlardan ziyade düşüncemsi sayıltılardır. 2. Azra Erhat’ın Kybelesi Azra Erhat DTCF’den atıldıktan sonraki verimiyle klasik dünyayı tanıtmada en çok emeği geçmiş değerlerimizdendir. Anacağımız maddeyi coşkun bir deneme sayabiliriz ama bugün de halâ yorum ufkunu sonsözmüşçesine, olgusal bilgiymişçesine çizebilmektedir. Önce Azra Erhat’ın Mitoloji sözlüğünün Artemis’den sonraki en uzun maddesi olan Kybele maddesinden bir iki alıntı yapıp, bunları hakkıyla anlamlandırabilmek için yorum çerçevesini dalga dalga genişletmek gerekecek: “Tarih öncesinin en gerilerinden tek tanrılı dinlerin yerleştiği dönemlere kadar uzanan…değişik adlarla anılıp hep aynı prototipe indirgenebilen Ana Tanrıça dininin kaynağı Anadolu’dur...Çatalhöyük ve Hacılar’da yapılan kazılar Ana Tanrıça figürünün İ.Ö. 6500-700 yıllarına kadar uzandığını göstermiştir…Kültepe tabletlerinde adına Kubaba olarak rastlanır, Lydia’da adı Kybebe, Phrygia’da Kybele olarak geçer, Hitit kaynaklarında Hepat diye adlandırılır. Komana Pontika (Tokat bölgesinde Gümenek) ve Kayseri yöresindeki Komana Kappadokika (Kemer) kentlerinde adı çok eski bir Anadolu adı olan Mâ’dır. Sümer’de Marienna, Hitit’te Arinna, Mısır’da İsis, Syria’da Lat, Girit’te Rhea, Efes’te Artemis, italya’da Nemi gölü bölgesinde Venüs…anaerkil bir toplumun ürünü olan Amazon efsanesi…”(Erhat, 2015, s. 183-187). Paleolitik’den, Çatalhöyük’e Hacılar’a kadar bu cümlelerin ne ölçüde olgularla örtüştüğüne aşağıda değineceğiz. Yalnız şurasını hemen söyle670 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y meli: Hacılar’dan sonra Anadolu’da en az üç bin yıllık bir arkeolojik veri yokluğundan ve boşluktan sonra Anadolu Tunç Çağı’ nın farklı panteonlara ait tanrıçalarının anıldığını söylemekle yetinelim. Anılan Anadolulu tanrıçalar ile Doğu Akdeniz tanrıçalarının art arda sıralanmasında tek ortak ölçü dişil tanrılıklardır, bunlara ilişkin herhangi bir tane bile başka bir özelliği saptanmıyor. Gerçi Tunç Çağı’ndan öncesi bilinmezken, 20. yüzyıl başında çok etkili olmuş devasa incelemesinde Frazer (1991), Ortadoğu tanrıçalarını tek bir tanrıça saymıştı, ama burada odak kaymış ve genişlemiş bir yer olarak Anadolu kökeni verilmektedir. Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’ndeki diğer maddelerde de Yunan-Roma dünyasının başka başka tanrıçalarının kimisi de genel olarak ana tanrıça olarak adlandırılsa bile, Kybele maddesinde bir tutulan tanrıçaların kendi adlarına açılmış olan maddelerinde savın derinleştirilmesine ve çapraz göndermelerle zenginleştirilmesine rastlanmaz. Çünkü sadece “ana tanrıça” ile aralarında basit bir özdeşlik ilişkisi kurulmuştur. Bu maddenin ardında kendisiyle aynı çevreden yakını Halikarnas Balıkçısı’nın daha önce yayımlanmış kitaplarındaki genel tutumu ve Anadolu’ya Yunan uygarlığıyla oranla kaynak, köken yüklemesi tutumu seçilir. Zaten önsözde ona olan borcunu anarak kitabı ona adar. Halikarnas Balıkçısı (1975), Anadolu Tanrıları kitabında, Anadolu’da yeni keşfedilen Çatalhöyük, Hacılar gibi neolitik yerleşimleri üzerinde hiç durmamıştır. Aynı biçimde o da tek bir ana tanrıçadan söz eder, ‘’Kybele’’ye kökenlik atfetmese de rastgele bir dolu Doğu Akdeniz tanrıçasını art arda sıralarken, Kabe’nin duvarındaki kara taşı Kybele’nin en eski idolleriyle bir tutar. Ancak her zamanki gibi savının dayanaklarını belirtme gereği duymaz. Kybele madde başının bütününde birbirinden bağımsız üç sayıltı seçilebilir, bunlar bütün bir mitos dünyası nasıl anlaşılıyor gösterir. Bu tavır genel hatlarıyla karşılaştırmalı mitos din tarihi adlı yerli ve yabancı kitaplarda, metinlerde karşımıza sıklıkla çıkan bir yaklaşımdır. İlkin, her bir mitos figürü kendi içinde kendi kendine bağımsız bir neliktir, aynı zamanda bu nelik bir tür öze sahiptir. İkincileyin, bu öz bir gerçekliğe tekabül eder (örneğin bizim örneklerimizde bereket, doğurganlık). Bu özün, son çözümlemede, doğal dünyanın bir yönüne karşılık gelmesi gerekir; çünkü birbirinden çok farklı uygarlıklarda şu ya da bu tanrılık tarafından temsil edilir. Üçüncü sayıltı da mitik figürle temsil ettiği gerçeklik arasındaki bağıntı “simgeseldir”. Başka bir deyişle, bu ilişki metafor ya da analojiye dayanır. Bu üçlü sayıltı ve varsayım, aslında Georges Dumezil ile Claude Levi-Strauss’un çığır açıcı incelemeleriyle 50’li yıllarda bütünüyle çoktan ıskartaya çıkartılmıştı. Fransızcası 1964 yılında yayımlanmış olan karşılaştırmalı dinler tarihinin kurucu ustası Mircea Eliade’nin “Dinler Tarihine Giriş” (Eliade, 2003) 671 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ adıyla çevrilen kitabı, diğer kitaplarının aksine, göksel tanrılar, kutsal kayalar, kutsal zaman, kutsal uzam gibi belirlenmiş on tane büyük tema, izlek altında bütün bir dinler tarihini morfolojik açıdan gözden geçirir. Burada Eliade, kadın, bereket, toprak bölümünün daha en başında yaptığı uyarı genel bir yaklaşım sorununa dikkat çeker: Tek bir din çerçevesinde yapılan araştırmaların toprak-yerin belirimlerine ilişkin dinsel inancın işlevi, işleyişine dair yeterince kesinlikle saptamalar yapması olasıdır. Oysa bunu dinsel morfoloji olarak yapmaya girişmek olanaksızdır. Aslında bu sadece kadın, toprak, bereket konusunda değil, kitabın diğer bölümleri için de geçerlidir; çünkü farklı uygarlıklarda farklı yapılar, uygulamalar inançlar söz konusudur. Eliade’nin ölümünden sonra notlarından yayımlanan kısa “Dinler Tarihi Sözlüğü”nde de (Eliade, 1997) ana tanrıça diye bir madde yoktur. Başka bilimsel başvuru kitaplarına da bakalım. Bugün dinler tarihi, mitos araştırmaları konusunda gelinen en ileri konumu gösteren, başta Yunan maddeleri olmak üzere birçok kesimi Vernant Okulu ya da Paris Okulu’nun damgasını taşıyan, okulun üç kuşağını yan yana getiren Bonnefoy’un Sözlüğü’nde (2000) her bir maddesi birer başvuru makalesi olan bu ansiklopedik sözlükte, elbette ana tanrıça maddesi olmadığı gibi diğer madde başlarında da bir düşünce işlemleyicisi olarak yer almaz. Daha gerilere gidecek olursak, ansiklopedik veri bakımından değerini halâ koruyan, 19. yüzyıl bilimin verilerini yeni kurulan antropolojinin verilerini kullanan 20. yüzyıl başında yayımlanmış başka bir sözlükte de (Hastings, vd., 1908) ana tanrıça maddesi yoktur. Çok başka kültürlerden antropolojik verilerin sıralandığı geniş “mother right (çev. ana hakkı) maddesi ise sadece tarihsel belge değeri taşır. Kybele maddesi ise sözde karşılaştırma içermeyen, o çağın arkeolojik, tarihsel verilerinin tamamını serimler. Kybele madde başının ikinci kesimi niteliği ve efsanesi üzerine. Burada sadece bir değişkenin aktarılmasıyla yetiniyoruz. Beş farklı değişkeyle (varyant) bugüne gelebilmiş Kybele mitosunun çözümlemesi, dinler tarihi bakımından anlatısının anlamlandırılmasına, mitoloji bakımından çözümlemesine rastlamıyoruz. Ancak Erhat gerekçesini vermeden Roma çağında Kybele tapımına eklenmiş olan Attis dolayısıyla Tammuz, Adonis, Osiris bütününü anıyor. Frazer’ın yorum çerçevesinde bu tanrılar aynı işlevin farklı avatarları olarak art arda sıralanagelir. Frazer’ın 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında yayımladığı anıtsal Altın Dal (1991) araştırmasının alt başlığı dinin ve folklorun kökenleridir. Frazer, kökene büyüyü yerleştirir; büyü kuttören ritüel düzeyinde tarımla vejetasyonun bitelgenin her seneki döngüsünü güvenceye alır. Büyüsel tanrısal krallık, söylen mitos düzeyinde “ölüp dirilen” tanrı olarak ifade edilir. Ölüler dünyasında 672 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y kalsa da Osiris, dirilmese de Attis, Adonis, Temmuz, Demeter, Proserpina bir tutulur. Bu tanrı öbeği kısaltılmış son biçiminde, Türkçeye çevrilen versiyonda, kitabın omurgasını oluşturan en geniş bölümüdür. İlk kadın klasik filolog Jane Harrison’un 20. yüzyılın ilk on yıllarında yayımladığı “Prolegomena” ve “Themis” ilk Yunan dini tarihidir, sonuncusunu alt başlığı Yunan Tanrılarının Kökenidir. Bütün Yunan tanrılarını Frazercıl kalıpla açıklar, kuttörenin önce geldiği mitosun onun “olay örgüsü” olarak açıklandığı bu çığırın Cambridge kuttörencilerinin diğer üyeleri tragedyayı ve komedyayı da bu kalıpla açıklama girişiminde bulunmuşlardır. Sonda değineceğimiz Bachofen etkisiyle yere dişil göğe ise eril özellikler yükledi. İmdi Lynn Roller Kybele konusunda yazdığı ilk araştırma kitabı olan araştırmasıyla, 1990’larda bu konuda Eski Çağ tarihi ve arkeolojisi bakımından nihai sözü söylemiştir. Roller (1999)’a göre Kybele tamamen demir çağı yaratısıdır. Sanıldığı gibi Çatalhöyük Hacılar’ın devamı olamaz, aradaki dört bin yıllık veri boşluğu görmezden gelinemez. Önce adlardan gidelim. Frig tanrıçasının adı Matar’dır, yani ana, öte yandan Ana dışında herhangi bir Frig tanrıçasının veya tanrısının adını betimini bilmiyoruz. Kybele adı kesinkes sadece bir kalıp sıfattır, birkaç yerde geçen, örneğin Matar Kubilaya “Dağların Anası” demektir. Ayrıca Mezopotamya’da çok yaygın olan tanrıça Kubaba’nın adı sanıldığı gibi Kybele’ye dönüşemez ve fonolojik açıdan bu dönüşüm açıklanamaz. Bu geç dönemlerin Yunan yazarlarının ses benzerliğinden iki adı birbiri içinde eritmesi yanıltıcıdır. Roller da Roma çağını da içeren harika kitabında mitosun çözümlemesini yapmamış, yapamamıştır. Ömer Çapar 1979’de DTCF Dergisi’nde yayımlanmış olan (Çapar, 1979) Anadolu’da Kybele tapımı makalesinden önce de tapımın yayılmasını bir makaleyle belgelemiştir. Bu inceleme ise yazılı kaynaklar açısından arkeolojik verilerin eksiksiz bir kataloğundan ibarettir. Ama yine Erhat’ın maddesindekiyle aynı türden bir “ana tanrıça” fikri yönlendirici olduğundan bir dolu başka tanrıça aynı dizinin öğesiymişçesine anılır. Örneğin, Kubaba Hepat denkliği varsayılırken yine literatür eksiksizdir ancak bu denklik hatta özdeşlik nasıl kuruldu tek bir düşünsel dayanak verilmemektedir. Sonra Hepat Hurrilerin baş tanrıçası, Kargamış’da tapımı yoğundur, Frigya “çok uzak değil”, ve aynen böyle, buradan Friglere geçmiş olmalı denmektedir. Hatta Arinna da eşleştirildi, Erhat ise bu adları sadece sıralamıştı. Diğer soru bunların Mezopotamya’dan mı geldiği Anadolu yerlisi mi olduğu sorusudur. Çapar’a (1979) göre yerlisidir hem de Ortadoğu tanrıçalarının kaynağıdır. Son paragrafta ilk defa bir genel bir düşünceye rastlarız. Kybele, Kubaba, Çatalhöyük ve Hacılar figürünleri ikonografiden ötürü aynıdır: “Tanrıça Çatalhöyük ve Hacılar tanrıçasının, göze çarpar 673 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ şekilde belirtilmiş üreme organları ve vahşi hayvanlarla tahtta oturmuş olması gibi tasvir biçimleri kendisinin bir “Ana Tanrıça” ve evrensel “Doğa Tanrıçası” olduğunu açıkça ortaya koymaktadır” (Çapar, 1979, s. 210). Belgeleme kataloglama açısından Erhat’ınkinden çok daha fazla veriyi işe katsa bile, Çapar’ın incelemesi de aynı tek bir özdeşlik kurmayla, başka kültür çevrelerinden tanrıçaları birbiri içerisinde eritmekle ve ayrımları farkları yok saymakla Erhat ile aynı bakış açısını paylaşır. 3. Paleolitik Neolitik Dönemde Ne Ana ne Tanrıça olan Figürünler Resim 1. Paleolitik Neolitik Dönemde Ne Ana ne Tanrıça olan Figürünler The Early Venus Figures in Europe. (2021, 23 Ağustos). Erişim Adresi: https://marecromwell. wordpress.com/2013/03/14/the-early-venus-figures-in-europe-history-of-gaia-religion/ 674 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y Şimdi Paleolitik Neolitik dönem malzemesine eleştirel olarak kısaca bakmalıyız. Bu görselde avcı toplayıcılık döneminden seçme figürünler görüyoruz. Önce farkında olmadığımız bir takım yalınkat olgular. Ana tanrıça diye sunulan Paleolitik Çağ’dan kalma küçük figürinler avlama toplamanın yansıra ilk defa besin üretiminin başladığı 10 bin yıl öncesine varmadan, ondan bin küsur sene önce kesilir. Bunlar ne ana ne de tanrıçadır. Doğurganlık yaşını geçmiş kalçası ve göbeği sarkık aşırı kilolu figürinlerin çoğu Avrupa’dan olmak üzere dört yüz kadarı Avrasya’da bulgulandı. Pireneler’den Sibirya’da Baykal gölüne kadar bulgulanan küçük çoğu şişman, obez kadın figürlerinden iki yüz tanesi biliniyor ancak amaçları işlevleri bilinmiyor. Ayrıca tek bir amacı işlevi olduğunu da varsaymamalıdır. Çoğu Avrupa’dan çıkan bu avuç içi kadar figürinlerin çoğunluğu İ.Ö. 2500-2000 civarına öbekleniyor. Mağara resimlerine gelince tümünde, Endonezya’dan Latin Amerika’ya kadar dört yüz mağarada üst Paleolitik denen, son Buzul Çağı’nın İ.Ö. 40.000 ile İ.Ö. 12.500 döneminden dört yüz kadarı bilinmektedir. Hepsi de yaban hayvanlarını içerir, insan figürüne sadece bir ikisinde rastlanır, bunlar da bir tür şamandır. Kimi öğelerine birbiriyle bağlantısız uzak coğrafyalarda rastlanabilir, örnek olarak Endonezya’dan Latin Amerika’ya kadar rastlanan el izleri verilebilir. Çizintilerin geometrik şekillerin tam bir envanteri henüz çıkarılmamış olsa da bunda da tekrarlanan öğeler bulunur. Mağara resimlerine gelince, Güney Fransa ile Kuzey İspanya’dakiler diğerlerinden olağanüstü ustalıklarıyla, nicelikleriyle üstün nitelikleriyle geri kalanlardan ayrılır. Belirli hayvan figürleri çevresi, ortamı gösterilmeden resmedilmiştir, Mağaraların erişmesi zor kısımlarına yapılan bu resimler, bir zamanlar denildiği gibi ne av büyüsüdür; çünkü avlanan hayvanlar az yer tutar, ne de bereket tapımıdır; çünkü buna ilişkin veri bulunmamaktadır. 20. yüzyıl sadece bu resimler üzerine değil, on binlerce yıllık alet kullanımından söz ile teknolojinin evrimi konusunda dikkate değer tek büyük kuramın sahibi André Leroi-Gourhan’ın “Paleolitik Sanat” maddesinde (Bonnefoy, 2000) bir ana tanrıça varsayımın reddettiğini belirtmekle yetinelim. Ona göre de Venüs denilen figürinlerin işlevi ve anlamı belirsizdir, oysa popüler kültürde bunlara ana tanrıça yaftası yapıştırılır. Tarımla ikili üçlü öbekler içerisinde bir tanrıçalardan artık şüpheye düşmeden söz edebiliriz. Uzun bir süreç içerisinde barışçı yaşama modellerinin yanı sıra katmanlı topluluklarda devlete benzer toplumsal örgütlenmeler de görülmeye başlanır. Uzun zamandır tarımın örgütlü örgün din, yerleşik hayat ve sosyal karmaşıklığın öncüsü olduğunu düşünülmüştü. Oysa Göbeklitepe’nin keşfi, Gordon Childe’in 20. yüzyılın ikinci çeyreğinde kurduğu bu modeli tepe taklak etmiştir. Çünkü köylerde tarım hayvancılık henüz ortada yokken, 675 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ karmaşık simgesel dünyalarına karmaşık bir toplumsal örgütlenme ile beceriler gerektiren bir anıtsal merkez dikip bunu bin yıl sürdürmek nasıl olanaklı olmuştur, cevap bekleyen soru budur. Bahsettiğimiz zaman Çatalhöyük’ten birkaç bin yıl öncesidir. Burada kadın dişil imge sadece bir tanedir, oturma sekileri üzerine kazınmış muhtemelen doğuran bir kadın, diğer anıtlardaki kabartmalar karşılaştırmalar yapmaya elvermeyecek kadar kendine özgü hayvanlar görürüz. Bunlar besinle doğrudan ilgili olmak zorunda olamayan tilkisinden örümceğine tuhaf gelen bir repertuvara sahiptir. 4. Çatalhöyük Resim 2. Farklı Uygarlıklardan Derlenme Avuç İçi Büyüklüğünde Kadın Figürinleri Primordial Goddess and Her Timeline. (2021, 23 Ağustos). Erişim Adresi: https:// twiggietruth.wordpress.com/2015/08/08/images-of-women-in-all-stages-of-liferepresenting-central-roles-in-early-culture-are-precursors-of-the-named-goddesses-inhistorical-religions-with-vestiges-even-in-modern-day-madonna-figures-th/) İkinci görselde çok farklı uygarlıklardan derlenme avuç içi büyüklüğünde kadın figürinleri görülüyor, ağ üzerinde karşınıza çıkan ana tanrıça görselleri bu tür yan yana getirmelerden ibarettir. Sağ alt köşede artık bizde mim (İng. meme) haline gelmiş olan Çatalhöyük parslı oturan kadın figürini. 1950’lerde J. Mellart’ın ekibi batı Anadolu’da Beycesultan’ı 676 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y ve Hacılar’ı keşfetti. Böylece, batı Anadolu’da, Anadolu’da hiç bilinmeyen kalkolitik dönemi kronolojisini ortaya koydu. Ardından 60’ların başında çanak-çömleksiz neolitiğin en ilginç eski yerleşim yeri, üç dört bin kişinin bin yılı aşın süre yaşadığı Çatalhöyük’ü keşfetti ve bu alanı kesintili olarak dört-beş yıl boyunca kazdı. Ankara Anadolu Uygarlıkları müzesinin ilk koridorunu dolduran eserler, yani kilden avuç içi kadar figürinler bu kazından çıkarılmıştır. Bu dönemde henüz maden işleme bilinmiyordu, bu eserlerin ardından büyük bir zamansal boşlukla karşılaşırız ve sonrasında Tunç Çağı’nın Anadolu’suna özgü eserleri başlar. Çatalhöyük kazısıyla Filistin, Lübnan merkezlerine Çatalhöyük eklendi, on yıl sonra da GAP kurtarma kazıları yüzey araştırmaları sayesinde o güne kadar tek bir araştırma yapılmamış olan Fırat’ın ötesinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Çatalhöyük’ten daha eski başka bir toplumsal örgütlenme, estetik sahibi Çayönü, Körtik Tepesi’yle kendine özgü bir kültür çevresi daha keşfedildi, böylece neolitik dönem bilgisi de başkalaştı. James Mellaart Çatalhöyük üzerine kitabını 1967’de yayımladı. Bu eser toplumsal antropolojik kuramlarla ilgilenmeyen bir arkeoloji kitabıdır. Bir odaya “tapınak (İng. Shrine)” dedi ve Anadolu Uygarlıkları Müzesi’nde canlandırılan bu evdir. Yerleşimin ana tanrıça tapım merkezi olduğunu düşünüyordu. Mellaart (2003) parslı kadının diğer kadın figürünlerini ana tanrıça olarak gördü. Ama ana olması için çocuğunun gösterilmesi ya da hamile gösterilmesi gerekirken Çatalhöyük’de buna rastlamayız. Hacılar’da birkaç örnek var, hatta cinsel birleşmeyi temsil eden figürinlere de rastlanır, ancak ne mitos da ne kabartmalarında Kybele için de analıkla ilgili bir veri yoktur. I. Hodder 1994’de Çatalhöyük kazısına çok geniş disiplinlerarası/uluslararası bir ekiple başlayıp 20 sene boyunca dönemin teknolojisini de kullanan en ileri kazısını gerçekleştirdi. Kazının bulguları Mellart’ı yanlışlar. Kazının ayrıntılı raporlarıyla ilgilenenler Çatalhöyük’ün resmi sayfasına2 başvurabilir. Hodder Youtube’da izlenebilen birçok konuşmasında sırayla aynı şemayı izler: çevre, ölü gömüleri, ev kullanımı, toplumsal örgütlenme. Kısa sunumlarından birisi şuradan online olarak3 izlenilebilir. Yapılan kazıda çok ilginç sonuçlara erişilmiştir. Çıkarılan 1800 kadar figürünin %3-4’ü bu şişman kadınlardan oluşur. Bunların çoğu höyüğün terkedilmesine kısmı yakın tarihlerde yapılmış, çöplük atıkları arasında rastlanalınalı da var, evlerde evin temiz yakasında ölülerin gömüldüğü sekilere gömülmüş olanları da var. Ancak bu evlerin bezemeli evlerden, simgesel malzeme sunanlardan olması şart değil, bunlar örtüşmüyor (Meskel, 2009). Hodder’ın duvarlara gömülü yaban hayvanlarının boy2 3 www.catalhoyuk.com https://tinyurl.com/2e3hrdjc 677 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ nuzlarının toynaklarının bulunduğu evlere “tarih evleri” diyor. İlginç nokta şudur: Belirli bir ritüel yapısı olmalı ki toynaklar boynuzlar o evlerde sergileniyor, yalnız bu evler kuşaktan kuşağa değiştiği gibi ‘tarih evleri’ndeki ‘’ritüel uzmanlarının’’ bu farklılıkları onların ekonomik üstünlüğüne yol açmıyor, ambarları diğerlerinden farksızdır. Kısaca tapınak denebilecek bir yapıya rastlanmıyor, yönetim işlevlerine sahip yapıların yokluğu da bunun tamamlayıcısıdır. Zaman zaman diğerlerinden daha güzel bezeli evlere rastlanabiliyor, ama toplumsal olarak artı-değere şu ya da bu gerekçeyle el koymalarının meşru sayıldığı toplumsal tabakalar, sınıflar bulunmuyor. Ancak cinsiyetler arasında toplumsal bir eşitlik var beslenmelerine bakılırsa bölüntüler yaş öbekleri arasında gözleniyor. Kazının son yıllarındaki çok ilginç buluntu şu: Evlerdeki çocuk gömülerinin hatırı sayılır miktarı evdekilerle biyolojik bağdan yoksun, dolayısıyla çocuklar biyolojik anne babaları olamayanların evinde büyüyebiliyor. Çatalhöyük modeli yaşama, belki de Güneydoğu Anadolu’da katmanlaşmış topluluklardan kopanların bin yıl sürmüş bir deneyiydi, bu toplumsal hayat modeli batıya taşındıkça çeşitlenip başkalaşacaktır, ama bu ayrı bir konudur. İ.Ö. on bin yıllarından başlayan bu sürecin ileri evrelerinde, ikili üçlü öbekler içerisinde bir tanrıçadan artık şüpheye düşmeden söz edebiliriz. Uzun bir süreç içerisinde barışçı yaşama modellerinin yanı sıra katmanlı topluluklarda devlete benzer toplumsal örgütlenmeler de görülmeye başlanır, devletin arkeolojik olarak en eski haline Malatya Arslantepe Höyüğü’nün İ.Ö. dört bin katmanında rastlanıyor, aynı zamanda insan kurbanına da. Peki nasıl oluyor da bunca veriye, kurama karşın halâ çağlar aşırı bir ana tanrıçadan söz edilebiliyor. Bunun yakın nedeni arkeolog M. Gimbutas’ın 70’lerden başlayarak hemen her yazdığında bu görüşünü öne sürmesinden ileri gelir. Uzak ilk nedeni ise her zamanki gibi 19. yüzyıl bilimlerinin çerçevesinde oluşturulan kuramlardır. Bunlara kısaca değinelim. 5. M. Gimbutas ile Anaerki Kavramının 19. Yüzyıldan Gelen Soy Kütüğü M. Gimbutas Balkanlarda çeşitli neolitik kazılar yapmış, Hint-Avrupa anayurdu konusunda en makul savlardan birisini öne sürmüş bir bilgindir. Ana tanrıça ile anaerkillik algısını geçen yüzyılın son çeyreğinde belirlemiş olan arkeolog 1970’lerden itibaren Maria Gimbutas, Avrupa’nın eski dinini her şeye kadir, eşi olmadan doğuran, bir ana tanrıça etrafında şekillendiğini ısrarla savundu. Gimbutas Paleolitik Çağ’dan Neolitik Çağ arasında bu bakımdan bir süreklilik varsaydı. Ona göre, savaşçı göksel tanrılara tapan Hint-Avrupalı istilası bu toprak tanrıçasına tapan barışçı toplumsal örgütlenmeyi yok etti. Akıl almaz renk vermek açısından Balkan paleolitiğinde ve neolitiğinde açıkça fallik olmayan her türlü çizimi 678 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y ana tanrıçaya yükledi: Dik, yatık paralel çizgiler, baklava biçimi, spiraller, zigzaglar, çemberler vs. Gimbutas’ın eserleri popüler feminist çevrelerde el üstünde tutuldu, onlar aracılığıyla yayıldı, ancak onu izleyen bilimci yoktur. Onu takip eden Almanca dünyasında yapılmış iki çalışma vardır, ancak bunlar da 100 yıl önceki dinler tarihinin geçerli olmayan şemalarını kullanır (Wagner-Hasel, 2006). Bu tarih dışı ana tanrıça anlayışı 1970’lerden başlayarak New Age denilen neo-paganizm ile popüler ve gülünç kadim kültür anlayışını canlandırma akımlarının parçası oldu (Meskel, 1995). Toplumsal cinsiyet feminist mücadelede başvuruldu, pseudo bir paralel gerçeklik yaratan başvuru kitaplarında çokça kullanıldı, oysa gerçek bir feminist arkeoloji olmasına rağmen onlardan söz edilmemiştir. 19. yüzyılda ana duraklarımız üç inceleme. Bachofen 1861’de Mutter Recht yani ana hakkı, hukuku diye kavramlaştırdığı kitabında (Bachofen, 2000) Lykia örneklerinden çıkarak ananın baskın olduğu kadim topluluklar genelleştirmesi yaptı, anca bu terimler yerini antropolojinin matrilinear anayanlı terimine bırakacaktır. Başta andığımız ‘‘mother right’’ maddesinde de (Hastings, 1908) antropologların anayerli, anayanlı ve anasoylu kavramlaştırmaları kullanılır. Bu zengin çok yönlü kitabı, on yıl sonra Eski Toplumlar incelemesiyle L. Morgan (Morgan, 2014) sınıflandırıcı şematik genel bir kuram haline getirdi, bu kitap yeni kurulan antropoloji alanının en etkili kuramı haline geldi. Tamamen onun şemalaştırmasına dayanan F. Engels “Ailenin, Özel Mülkiyetin Devletin Kökeni”nde ondan on yıl kadar sonra Marksist açıdan evrensel bir şema haline geldi, Engels anaerkinde devlet öncesi bir evre proto bir komünizm ortaklaşmacılık gördü. Bu kitaplar Gimbutas sayesinde yeniden okunur oldu, ama belirleyici bir ana tanrıça fikri 20. yüzyılda sürmüştü, ondan önce birçok bakımdan ufkumuzu belirleyen 19. yüzyıl mirasına bakalım. Anaerki kavramını hukukçular ilkin Bachofen ardından ABD’li hukukçu ve etnografinin kurucusu Morgan yerleştirdi, 19. yüzyıl sonunda hukukçular monarşinin meşruiyetini tartışırken egemenlik devlet tartışmaları çerçevesinde olumlu bir terim olarak patriarkaya, olumsuz terim olarak anaerki kavramına başvuruyordu. Elbette Bachofen’den öncesi de vardır; onun kitabı tastamam 19. yüzyıl toplumsal evrimciliğinde geçmişi üçlü dörtlü kalıplar içerisinde sınıflandırma ile romantik köken aramanın belirlediği koşulların ürünüdür. Aydınlanmanın aklı eril, duyguyu dişilliğe bağlayan dikotomisi de geriden görünür. Bachofen kuramının konusu kadim topluluklar iken, Morgan çağdaşı Kuzey Amerika yerli topluluklarından birisi ile Polinezya toplulukları arasındaki ilişkilerin örgütlenişini betimlemek için kullanmıştı. Bu ilişki top679 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ lumsal orunu, konumu, statüyü belirliyordu. İkisine göre de ana hakkının yerine geçen baba hakkı, hukuksal bir değişiklikti. Artık rastgele cinsel birleşmeler biyolojik babalığın anlaşılmasıyla ortadan kalktı, bireyciliği destekleyerek daha ileri karmaşık yaratıcı bir toplumun ifadesi oldu. Bachofen’in yaklaşımı tarihsel-felsefi denebilecekken Morgan’ınki kan bağlarına sıkı sıkıya dayalı bir etnoloji idi, onun için Morgan bu disiplinin kurucusu sayılır. Bachofen kadın egemenliğinde üç ayrı evre ayırt etti, bunu toprak ve ay temelli dinlere bağladı. Oysa baba hakkı evresinde Apollon’un güneş dini zihinsel yaratıcılık getirdi. 19. Yüzyıl sonundan başlayarak Antik Çağ araştırmalarında anaerki ve ataerki kavramları etnik taşıyıcıya yüklenmeye başladı. Tarihin motoru sınıflı toplumdan önce sınıf savaşı olamayacağına göre tarihin öznesi olarak halklar budunlar kavimler sayıldı. Bu halkların göçleriyle, istilalarıyla maddi kültürdeki değişiklikler açıklanmaya başlandı, bunun sonucunda milliyetçi Nazi arkeolojisine çıktı. Bugün Türkiye’de yaygın geçmiş anlayışı buna benzerdir. Anaerki barışçı Hint-Avrupa öncesi halklara toptan yüklendi, hayvan yetiştirici ve atlı Hint-Avrupa kavimlerine de savaşçılık ile göksel tanrılar atfedildi. Burada çok uzun süredir Hint-Avrupa teriminin 19. yüzyıl karşılaştırmalı dilbilgisine yol açmış saptanan ilk dil ailesi oluşu ve buna bağlı araştırmalar anlamına geldiği, bütünleşik tek bir halk veya nelik olmadığını, yaşama tarzını göstermediğini belirtmekle yetinelim. Birinci Dünya Savaşını izleyen yıllarda toplumsal evrimcilik yerini diffüzyonist -Antik Çağ çalışmalarında Gordon Childe en parlak ismidir- işlevselci yaklaşımlara bırakırken, İkinci Dünya Savaşı’nın sonrasında da yapısalcılığın bütün insan bilimlerine en verimli zihinsel yapıları keşfettirici modeli sağlarken anaerki bilimde kullanılmaz oldu. Anayerli, anayanlı terimlerinin ise ille bir kadın egemenliği anlamına gelmediği antropolojide çoktandır apaçıktır. Yine de 20. yüzyıl bu anlayışın terimlerinin sürüp gitmesinde Jung’un arketipler kuramı – dinler tarihi araştırmasında hiçbir değeri olmasa da – kendimizi tarihi açıklamaktaki kolaycı cazibesiyle, sulanmış popüler haliyle bir etkendir. Bir diğer etken İngilizce konuşulan dünyalarda çok etkili olmuş olan şair edebiyatçı Robert Graves’in İkinci Dünya Savaşı sonrası yayımladığı Türkçeye “Ak Tanrıça” diye çevrilen yine bir mitosların kökeniyle ilgili olan incelemesidir. Bu eserin edebiyat çevrelerinde etkisi halâ sürmektedir. Graves’in Ak Tanrıçası’nın alt başlığı “Şiirsel Mitosun Tarihsel Grameridir”, gerçek şiiri tanrıça ile oğluna bağlar, tanrıçanın evreleri bunların kozmosun evreleriyle ilintilendirilmesi şiirsel olmakla birlikte bilimsel açıdan pek bir şey ifade etmez. “Yunan Mitleri” kitabında da kendine özgü ama sonra geçersiz ilan ettiği bir serimleme yapmıştır. Bu tür kuşbakışı değerlendirmelerde, örneğin bizim çokça yararlandığı680 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y mız anaerki maddesinde (Wagner-Hasel, 2006) adı nedense geçmeyen 20. yüzyıl ortasını bilgince eseri George Thomson’un Ege Yunan Tarihi kitaplarının (Thomson, 1994) yorum çerçevesi tastamam Morgan ile Engels’dir, ancak bunu devasa bir Yunaneli malzemesini işe katarak bir tür Yunan kültür tarihi yazmıştır. Oysa Yunan örneğinde Minos’dan başlayarak daha karmaşık diyadik, çoklu bir ana tanrıçayla karşılaşırız, ancak bu malzeme toplumsal cinsler arasındaki güç ilişkisine dair bir şeyler pek söylemez. Gelgelelim A. Evans Knossos’u 1900’de kazdığında Girit Minos Uygarlığı ortaya çıktığında surların olmayışı ile duvar resimlerindeki kadınlara bakıp bu uygarlığın anaerkil olarak nitelendiriyordu. Andrea Sinclair burada kastettiğimiz alanları, anaerkillik kavramının soy kütüğünü, arkeolojisini işe katmadan ana tanrıça çerçevesinde bir başka türlü, hızlıca yapmış (Sinclair, 2012). Bu esere şimdi belleği pekiştirmek için başvurulabilir. Epeydir dinler tarihçileri, antropologlar, arkeologlar anaerkinden, evrensel bir ana tanrıçadan hiç söz etmeseler de ortak belleğe yerleşmiş durumda bunlar. İmdi bilimsel söylemle popüler yanıltıcı anlayışlar arasında açılmış olan devasa gedik en çok tarihsel bilimlerde görülüyor; çünkü geçmişle ilgili bu düzmece görüşler yakıcı güncel sorunlar içerisinden inşa ediliyor. Bu pseudo-bilimsel kılığa bürünmüş söylemler şimşek hızıyla yayılıyor, diyelim fizik konusunda da devasa gedik var ama sonuçları böyle olmuyor. Tuhaf olan bilimcilerin bu söylemlerin ipliğini pazara çıkartmak konusunda isteksizliği, bunda etkenler konunun birkaç disiplin içerisinde yol katetmek gereği, kuramsal temelleri göz önüne alınamayınca konunun ele alınamaz devasalıkta görünmesi olmalıdır. Burada anılmış birkaç çalışma inceleme dışında konuya toplu olarak eğilen neredeyse yoktur, oysa tek tek bir savı yanlışlayan bilgince araştırmalar öteden beri yok değil. Böylece liseden beri G. Childe ile Engels’ten başlayarak on yıllarca başka başka amaçlarla okuduğum gezip tanımaya çalıştığım kimi kültür nesnelerini, dinler tarihi, antropoloji, kültür tarihi okumalarını birbirine sonunda anlamlı bir şekilde bağlamaya başladığım bu ufuk turunun sonunda en önemli sorun yatıyor. 6. Çağdaş Mitos Çözümlemesi? Peki Kybele söyleni nasıl çözümlenmeli? Şimdi burada bunu yapamayacağımıza göre, yapısalcılığın en parlak yıllarından 1970’lerden Vernant Okulu’nun bir iki örneğini vermek yeterli olacaktır. Vernant’ın yöntemini Prometheus mitosunu çözümlerken (Vernant, 1996) izleyebiliriz, kendi çalışmasının artalanında yapılmış olsa da diğer başyapıtlarındaki incelemelerde buradaki gibi bir çözümleme yer almaz. Mitosu kesitlere ayırıp önce söylem düzeyinde, sonra anlatı düzeyinde ve en sonda mantıksal 681 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ derin anlam düzeyinde birbirine eklemlene eklemlene düzeylerin nasıl ayırt edilip anlamlandırıldığını izlemek bir derstir. Aslında Yunanlıların anlam dünyasına bakışımızı değiştiren “Mit ve…” diye başlayan kitaplarındaki (Vernant, 2006) bağımsız incelemelerinin hepsi birer derstir. Aynı kitaptaki (Vernant, 1996) son metin ‘’Mitos’un Nedeni’’ incelemesi, Marcel Detienne’in mitosa yaklaşımların tarihini kuramsal yönden irdelediği kitabından yola çıkmış, enfes Levi-Strauss eleştirisi kendisine aittir. M. Detienne’in Yunan mitologyasındaki baharatları çözümlediği kitabının tamamı örnek bir çözümlemedir (Detienne, 1994). Adonis kısmı bizi özellikle ilgilendirmelidir. Yukarıda Erhat’ın maddesinde Attis’i nasıl Frazercı bir çerçevede bir dizi tanrıyla andığından söz etmiştik. Adonis de Kybele gibi Yunan dinine dışardan gelenlerdendir. Bu çözümleme Frazer’ı yanlışlıyor. Burada nasıl yanlışlandığını aktarmak kitabı özetlemek olacağından sadece Frazer’ın Adonis konusundaki akıl yürütmesini hatırlatalım: Adonis murt ağacından doğdu, o halde bitelge ruhunun cisimleşmesidir; ömrünün üçte birisini yeraltında, kalanını Afrodite ile güneş altında geçirir, o halde o da Persephone gibi buğdayın ruhunu cisimleştirir. Bir tanrı artık herhangi bir şeyin özel bir özü olarak görülmüyor, mitosundaki tek bir ayrıntı, varsa değişkeler arasındaki fark son derece değerli bizi bunlar anlam yapısına götürüyor. Değişkelerin birisi asıl diğerlerini onun bozuk biçimi olarak görmüyoruz, değişkeler mitin yapısının dayattığı bir mantık uyarınca çeşitlendiğine göre hepsi aynı değerdedir. Her tanrı onu diğerlerine bağlayan, panteonundaki başka tanrılarla karşıtlık içinde konumlandıran bağıntılar ağı olarak tanımlanır. Benzer biçimde mitosun tek bir ayrıntısı bile mitosun ait olduğu düzenli dizge içerisindeki yeri, konumu sayesinde anlam kazanır ancak. Dolayısıyla Yunan uzmanı bilgin işe sıfırdan başlamalıdır. Bu karşılaştırmalı dinler tarihi yöntemini toptan reddetmek demek değildir, ama bu yöntemi başka bir açıdan uygular, ona başka bir anlam verir. Karşılaştırmalar artık çalışılacak tekil bir uygarlığın bağlamı içerisinde yapılmaktadır, ilk bakışta birbiriyle ilgisiz görünen figürler etrafında dönen söylence döngüleri arasında sistematik çapraz iç göndermeler aracılığıyla bunu yapar. Bu Vernant, Detienne’in, Vidal-Naquet’nin eserleri başta olmak göz alıcı biçimde de yapılmıştır. Son söz: “İşte deve, işte hendek”. 682 I I . I N T E R N AT I O N A L S Y M P O S I U M o n M Y T H O L O G Y 8 - 1 0 j u n e 2 0 2 1 / A R DA H A N U N I V E R S I T Y KAYNAKÇA Bachofen, J.J. (1997). Söylence din ve anaerki (N. Şarman, Çev.). İstanbul: Payel Yayınevi Bonnefoy, Y. (2000). Antik dünya ve geleneksel toplumda dinler ve mitolojiler sözlüğü I.II. L. Yılmaz (Ed. ve Çev.). Ankara: Dost Kitabevi. Çapar,Ö. (1979). Anadolu’da Kybele tapınımı. A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, 29(1–4), 191–210. Çatalhöyük Research Project. Erişim adresi: http://www.catalhoyuk. com/site Detienne, M. (1994). The gardens of Adonis: Spices in Greek mythology (J. Lloyd, Çev.); J.-P. Vernant’ın girişiyle). Princeton University Press. Erhat, A. (2015). Mitoloji sözlüğü. İstanbul. Remzi Kitabevi. Eliade, M. (2003). Dinler tarihine giriş. (L. Arslan, Çev.). İstanbul: Kabalcı Yayınları Eliade, M. ve Couliano, I. (1997). Dinler tarihi sözlüğü. (A. Erbaş, Çev.). İstanbul: İnsan Yayınları. Frazer, J. G. (1991). Altın dal: Dinin ve folklorun kökleri. (M. Doğan, Çev.). İstanbul: Payel Yayınevi Graves, R. (2015). Ak Tanrıça. (Ç. Çakın, Çev.). İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Hastings, J., vd. (1908). Encyclopaedia of religion and ethics 13 vols. New York: T & T Clark. Hodder I, (2018) Çatalhöyük: a 9000 year old town. Erişim adresi: https://www.youtube.com/watch?v=vmFKBf5OVoI Mellaart, J. (2003). Çatalhöyük: Anadolu’da bir neolitik kent (G. Bike Yazıcıoğlu, Çev.). İstanbul: YKY. Meskel, Lynn, (1995) Goddesses, Gimbutas and New Age archaeology. Antiquity 69, 262, 74-86 Morgan, H. L. (2014). Eski toplum (Ü. Oskay, Çev.). İstanbul: İnkılap Yayınevi. 683 A N A TA N R I Ç A A N A E R K İ M E S E L E S İ Nakamura, C. & Meskell, L. (2009) Articulate bodies: forms and figures at Çatalhöyük. Journal of Archaeological Method and Theory, 16, 205-230. Primordial Goddess and Her Timeline. (2021, 23 Ağustos). Erişim Adresi: https://twiggietruth.wordpress.com/2015/08/08/images-of-women-in-all-stages-of-life-representing-central-roles-in-early-culture-are-precursors-of-the-named-goddesses-in-historical-religions-with-vestiges-even-in-modern-day-madonna-figures-th/) Roller, L. (1999). In search of god the mother: The cult of Anatolian Cybele. Berkeley: University of California Press. Sculptures & Portable Art of the Ice Age. Erişim adresi: https://tinyurl. com/2e3hrdjc Sinclair, A. (2012). Erroneous terms in archaeology and popular literature: the ‘Mother Goddess’, or why I can be tiresome at social rngagements. Ancient Planet, 3, 16-27. The Early Venus Figures in Europe. (2021, 23 Ağustos). Erişim Adresi: https://marecromwell.wordpress.com/2013/03/14/the-early-venus-figures-in-europe-history-of-gaia-religion/ Thomson, G. (1994). Tarih öncesi Ege: Eski Yunan toplumu üstüne incelemeler. (2 cilt) (C. Üster, Çev.). İstanbul: Payel Yayınevi Vernant J. P. (1996). Eski Yunan’da söylen ve toplum. (M. E. Özcan ve T. Açık, Çev.). Ankara: İmge Yayınları. Vernant J. P. (2016). Eski Yunan’da mit ve din (M. Erşen, Çev.). İstanbul: Alfa Yayıncılık. Wagner-Hasel, B. (2006). Matriarchy. Brill’s New Pauly, Antiquity Volumes (ed. Hubert Cancik ve Helmuth Schneider. Brill. 684