SİVİL TOPLUMUN, İŞLEVLERİYLE BAĞLANTILI OLARAK SOSYO-POLİTİK AMAÇLARI • • • • Demokrasi Sosyal barış Sosyal refah Sosyal adalet Demokrasi Amacı Toplumun gerek bireysel, gerekse kolektif olarak kendi istek ve tercihlerini ortaya koyabilmesinin, gerek kişilerin kendi bireysel kimliklerini savunmaları yönünden, gerekse toplumların kolektif ihtiyaçlarının açıklanabilmesi ve savunulabilmesi yönünden önemi bilinmektedir. Bu demokrasidir. Küreselleşme sürecinde demokrasi kavramı, içeriği ve amacından çok, kavramın uygulanış sistemi açısından farklılaşmaktadır. Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi kitabında Sanayi Devrimi için kullandığı “sınırsız imkanlar ve büyük yokluklar, büyük sefaletler ve büyük zenginlikler dönemi” ifadesi, Sanayi Devrimi kadar önem taşıyan, sosyal ve ekonomik yapıyı aynı derecede değiştiren ve şekillendiren küreselleşme süreci için de geçerlidir. Bu bağlamda, her sosyal kavramı etkileyen bu süreç, demokrasi üzerinde de etkili olmaktadır. Sosyal refah devleti ve ulusal devlet kavramları ciddi şekilde güç kaybına uğramış ve yerini neoliberal politikalara bırakmıştır. Bu süreç içerisinde gerek bireylerin, gerekse toplumsal grupların sosyo-ekonomik ihtiyaçları yanında, bu ihtiyaçları dile getirme yöntemleri değişmiştir. Gerek bireysel, gerekse kolektif hareketler gelişme göstermiş, bu durum, bireylerin siyasal süreçleri temsilciler yoluyla etkilemeye çalışma eğiliminden, kendi isteklerini doğrudan kendi yöntem ve eylemleriyle dile getirme sürecine geçiş eğiliminde olduklarını ortaya koymuştur. Diğer bir ifadeyle, yarı-doğrudan demokrasi, yani temsilciler yoluyla, bireylerin etkisinin asgari düzeyde olduğu demokratik yöntemler, yerini, doğrudandemokrasiye bırakmaya başlamıştır. Bu doğrudan-demokrasi eğiliminde, bireyler demokratik istek ve eylemlerini, kendi kurdukları sivil toplum örgütleri yoluyla dile getirmektedirler. Diğer bir ifadeyle demokratik yöntem ve eylemler, sivil toplum kuruluşlarının eksenine kaymaktadır. Sosyal Barış Amacı Sosyal barış kavramı, refah devleti döneminde özellikle dar anlamda sosyal politika kavramının aktörleri olan işçi, işveren ve devlet arasındaki ilişkilerin çatışmalardan ve hukuk düzenini tehdit eder konumdan uzak olması amacını ifade etmek için kullanılagelmiştir. Bu dönemde, işçi sendikaları ile işverenler arasındaki sözleşmelerin barışçıl ortamda ve süreçte oluşumunu ifade eden kavram, sosyal barış kavramı olmuştur. Küreselleşme sürecinde sosyal barış kavramı, sosyal politika kavramının gelişimine paralel bir seyir izlemiştir. Dar anlamda sosyal politika kavramının, neoliberal politikalar nedeniyle, geniş anlamda sosyal politika kavramına bırakması sürecinde, sosyal politika kavramının taraflarını oluşturan kesimlerde de artış gözlenmektedir. Neoliberal politikalardan etkilenen tüm kesimler bu sürecin aktörü olarak ortaya çıkmakta ve sosyo-ekonomik sistem içerisinde etkili olma mücadelesine girmektedir. Bu etkili olma mücadelesinin en önemli aracı da sivil toplum örgütleridir. Sivil toplum örgütleri, daha önceki ünitelerde de açıkladığımız gibi neoliberal politikalara karşı ortaya çıkan baskı gruplarının örgütlenme biçimi olarak faaliyet göstermektedirler. Neoliberal süreçte bir aktör olma özelliği kazanan sivil toplum kuruluşları, eylem ve faaliyetlerinde, bu sürecin diğer aktörleri ile eşit oranda, sosyal barışı sağlama yükümlülüğünü yüklenmiş bulunmaktadırlar. Üçüncü sektör olarak da adlandırılan sivil toplum kuruluşlarının diğer sektörleri oluşturan devlet ve özel şirketlerle olan tüm ilişkilerinde, hukuk düzeninin aleyhinde ve bu düzeni sarsıcı hareketlere girişmeme yükümlülüğü, diğer sektörlerle eşit düzeyde mevcuttur. Sosyal Refah Amacı Sosyal refah, genel olarak bir ülkede yaşayan insanların sosyo-ekonomik yaşam düzeyini ifade eder. Bir başka ifadeyle sosyal refah, toplum içinde insanların yaşam standartlarının, ihtiyaçlarının ne kadarını karşılayabilecek durumda olduklarıyla ilişkilidir. Bu açıdan bakıldığında sosyal refahı gerçekleştirmek, sosyal politikaların temel amacıdır. Küreselleşme sürecinde refah devletinin aşınması ve sosyal politikaların arka plana atılması ile refah seviyesi düşük kesimler kendilerini tekrar bir mücadele içinde bulmuşlardır. Sanayi Devrimi’nde düşük gelir seviyesine sahip sosyal kesimler nasıl ki içinde yaşadıkları sürecin dinamiklerinden olumsuz etkilenmişler ve belli bir mücadele süreci içerisine girmişlerse, post-endüstriyel süreçte de tekrar bir sosyo ekonomik dönüşüm yaşanmakta ve büyük bir kitle kendisini tekrar mücadele içerisinde bulmaktadır. Bu mücadelenin en önemli aracı olarak da sivil toplum kuruluşları ön plana çıkmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, bu süreçte sosyal refahın eşit dağılımı için hükûmetlere karşı bir baskı grubu kimliği ile hareket etmektedirler. Bu hareketler ülke genelinde ve yerel düzeyde olabildiği gibi, küreselleşmenin dünya çapındaki imkânlarından yararlanarak uluslararası hareketler şeklinde de ortaya çıkabilmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının sosyal refah konusundaki bir diğer faaliyeti ise kendilerinin birer yardım aracı olarak ortaya çıkmalarıdır. Büyük oranda sosyal hizmet etkinlikleri ile sivil toplum, gönüllü yardım örgütleri işlevi görmektedir. Sosyal Adalet Amacı Sosyal adalet kavramı genellikle sosyal refahın eşit dağılımı ve fırsat eşitliğini ifade etmektedir. İnsanların sosyo-ekonomik eşitsizliklerin yarattığı olumsuzluklar nedeniyle özgür bireyler olarak ortaya çıkamamaları ve toplumsal özgürlük ve gelişim sürecinde bireysel olarak yer alamamaları bu insanların bazı mekanizmalar tarafından korunması ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Örneğin, eğitim imkânlarından yararlanamayan bireylerin çeşitli şekillerde bu imkâna kavuşturulmaları, yalnızca bugün için başvurulan bir sosyal refah uygulaması olmaktan ötede yer alan ve gelecek için bireyin ekonomik ve sosyal yaşamda eşit şartlarda yer alabilmesi için başvurulan bir sosyal adalet uygulamasıdır. Bir diğer bakışla, bireylerin sosyal hayatta daha üst gelir seviyesinde olanlar karşısında daha aktif rol alabilmesi sosyal adalet kavramıyla ilişkilidir. Sivil toplum kuruluşları sosyal adalet amacını, kişilerin kolektif güç olarak sosyal hayata katılımını sağlayarak ve sosyal refahtan pay almalarını sağlayarak hayata geçirmektedir. Akademik ve uluslararası çevrelerde, az gelişmiş ülkelerde devletin ve piyasanın gösterdiği başarısızlığın yarattığı boşluğun sivil toplum tarafından kapatılacağı inancı hâkim olmuştur. Sivil topluma olan ilginin artması, bu kuruluşların devlete göre, insanlara ulaşmak, sorunlarını anlamak ve onların kendi sorunlarına kendilerinin çözüm bulmalarını sağlamak bakımından daha etkin oldukları iddiasına dayanmaktadır. Bu iddia büyük oranda doğrudur.