Ruh Sağlığı Kişinin kendi kendisiyle ve çevresiyle sürekli bir uyum içinde olmasıdır. Sigmund Freud, ayrıntıya girmeden ruh sağlığı ‘Sevmek ve Çalışmak’ olarak iki sözcükte özetlemiştir. Gerçekten sevebilen ve verimli çalışan bir kişi, ruh sağlığına oldukça yaklaşmış bir kişidir. Ruhsal sorunları olsa da dengesi bozuk değildir. Ruhsal Bakımdan Sağlıklı Bir İnsanda Aranacak Özellikler 1) Kişinin kendi kendisiyle uyumlu olması her şeyden önce anksiyete denilen kaygılardan, kuruntu ve kuşkulardan uzak durmasına bağlıdır. Günlük kaygılar ve üzüntüler her sağlıklı insanda vardır ve ruhsal uyumsuzluk belirtisi sayılmazlar. Ancak nedeni belli olmayan ya da uzun süren bunaltı ve kaygılar ruhsal dengeden sapmanın göstergesi olabilir. 2) Kişi içinde yaşadığı yakın ve uzak çevresinde ilişkiler kurup bu ilişkileri sürdürebilmelidir. Aile üyeleriyle birlikte başka meslektaş kümeleri ve topluluklarla işbirliğine girebilmeli, iş ilişkileri dışında arkadaşlıklar kurabilmelidir. 3) İnsanlarla geçinme ve işbirliği yapmanın ötesinde, sevgi ve saygıya dayalı bağlar kurabilmelidir. Aile üyeleriyle bağlılığını sürdürürken toplum içindeki ilişkiler alanını genişletebilmelidir. Karşı cinsle de sevgiye dayalı ilişkilere yönelmeli, eş seçmede kendi başına sorumluluk alabilmelidir. Başka bir deyişle kişi sevebilmeli ve karşılığında sevgi bulabilmelidir. 4) Kişinin kendine güveni olmalıdır. Davranışlarını ve yeteneklerini gerçekçi olarak tartabilmelidir. Kendini başkalarının gözüyle de görebilmelidir. Yetenekleriyle orantısız bir üstünlük ya da aşağılık duygusu içinde olmamalıdır. Gerçeğe uygun bir özsaygısı olmalıdır. 5) Kişi, toplumda bir yeri ve görevi olduğu duygusunu edinmiş olmalıdır. Yeteneklerini geliştirmeli, verimli bir işe yöneltebilmeli, çalışmasından ve başarısından tat almalıdır. 6) Kişinin geleceğe dönük tasarıları olmalı ve bunlara ulaşmak için gerçekçi bir yolda çaba gösterebilmeli, sıkıntılara katlanabilmelidir. Gerçekleştiremediği isteklerini başka yollardan doyum sağlayarak denkleştirme yoluna gidebilmelidir. 7) Kişinin karşılaştığı güç durumlarda başvuracağı bir yedek gücü bulunmalı ve yeni durumlara uyma esnekliği gösterebilmelidir. Başarısızlıklardan yılmamalı, güç durumlarda kendini bırakmamalıdır. Geleceğe dönük umudu ve savaşım gücü ile karşılaştığı engelleri yenmeğe çalışmalıdır. 8) Bağımsız olarak girişimler yapabilmelidir. Kendi başına kararlar alıp uygulayabilmeli, eylemlerinin sorumluluğunu taşıyabilmeli ve sonuçlarına katlanabilmelidir. 9) Kişinin yaşadığı çevre ve toplumla ters düşmeyen, inandığı değerleri ve inançları olmalıdır. Hiç kimse toplumun törelerini, geleneklerini değer yargılarını ve ahlak kurallarını tümden yadsıyamaz; ya da kendini onların dışında ve üstünde göremez. Ancak kişi yeniliklere de açık olabilmeli, toplumun çağdışı yasaları ve değer yargıları önünde eli kolu bağlı kalmamalıdır. Örneğin, ırk ayrımı, din ayrılığı konusunda çevresine önyargılarıyla bağlanıp kalmamalıdır. Bunun yanında başkalarının inançlarına, paylaşmasa da saygılı ve hoşgörülü olmalıdır. 10) Ruhsal olarak sağlıklı bir insanın, mesleği dışında eğlendirici, dinlendirici ve kişiyi geliştirici uğraşları olmalıdır. Bu uğraş sanat, spor ve toplumsal yardımlaşma alanlarında olabilir. Ruh sağlığı yerinde olan kişide aranan niteliklerin hepsini bir kişide toplanmış olarak görmek kolay değildir. Ancak bu niteliklerin birbirinden tamamen ayrı olamayacağını da hesaba katmak gerekir. İnsanın uyumu bu nitelikleri kişiliğinde ne ölçüde ve nasıl bir denge içinde bağdaştırdığına bağlıdır. Örneğin yetenekleri kısıtlı bir insan, içindeki başarı eksikliğini çevresiyle sıcak ilişkiler kurarak sevilen, aranan bir insan olarak kapatabilir. Tersine insanlarla sevgi ilişkileri kurmakta sınırlı yeteneği olan bir kişi başka bir alanda bu boşluğu doldurmaya çalışır. Örneğin insan ilişkilerinde kendini yeterli görmeyen kişi politikaya yönelmek yerine, bilimsel bir alanda çalışmayı seçebilir. Kısacası her birey, ruhsal gereksinimini kendi yetenek ve eğilimlerine uygun olarak en tutumlu yoldan doyurma yolunu seçer. Bir alandaki eksikliğini başka bir alanda denkleştirerek ruhsal dengesini sürdürür. Ruh sağlığı da beden sağlığı gibi koşullara göre değişip bozulabilir. Salt ve değişmez bir durum değildir. Çocuk Ruh Sağlığı Erişkinler için geçerli olan ruh sağlığı tanımı genellikle çocuklar içinde doğrudur. Ancak çocuğun sürekli gelişen ve değişen bir insan yavrusu olduğu göz önüne alındığında daha değişik ölçütler kullanmak zorunlu olmaktadır. Örneğin korku çocukluk çağında sıklıkla görülen ruhsal bir durumdur. Karanlıktan, hayali varlıklardan (öcü) korkan çocuk yadırganmaz ama bu korkuların erişkinde görülmesi olağan sayılmaz. İki yaşında bir çocuğun istediğini elde edemeyince ağlaması, yere yatıp tepinmesi o dönem için olağan görülebilir. İsteklerini yaptırmak için tepinen bir erişkine ise dengesiz bir kişi gözüyle bakılır. Özellikle okul öncesi dönem göz önünde bulundurularak çocuk ruh sağlığını erişkin ruh sağlığından ayıran özellikler şunlardır: 1) Çocuk her şeyden önce güçsüzdür; bakılmak, korunmak ve kollanmak ister. Bu nedenle anne ve babasına bağımlıdır. Sürekli bir deneme ve öğrenme içindedir. 2) Çocuk bencildir. Dürtü ve isteklerini dizginlemeyi ve ertelemeyi bilmez. İsteklerinin orada ve gecikmeden karşılanmasını ister. Olayları kendi çevresinde dönüyormuş gibi değerlendirir. (Ben-merkezcil / Egosantrik düşünce) 3) Çocuğun duyguları çabuk iniş çıkışlar gösterir. Ağlamadan gülmeye, sevinçten kızgınlığa geçmesi bir anda olur. Duygusal tepkilerini sözle değil davranışlarıyla belirtir. 4) Çocukta saat ve gün kavramı (zaman kavramı) gelişmemiştir. Küçük çocuğunu hafta sonunda gezdirmeye söz veren ebeveynler bunu çok iyi bilirler. Çocuk her sabah uyandığında hafta sonunun gelip gelmediğini sorar. 5) Çocukta bir düşünce özelliği de somut düşünmedir. Her şeyi somutlaştırarak bir anlam vermeye çalışır. 6) Çocuk canlı ve cansız ayrımı yapamaz. Onlar için oyuncaklar ve çevredeki nesneler de canlıdır. Bu Animistik Düşünce özelliği (cansız varlıkları canlıymış gibi düşünme) nedeniyle başını vurduğu masayla bir arkadaşıyla konuşur gibi konuşup, pis masa şeklinde bir nitelendirmede bulunur. 7) Çocuklar duygu ve düşüncelerini açıklamakta güçlük çektikleri gibi, o duygu ve düşünceleri de gerçekle bir tutarlar. 8) Düşünceyle sözü, sözle eylemi birbirine karıştırırlar. 9) Çocuklar korku ve kaygılarını abartma eğilimindedirler. Bu gerçeği değerlendirme yetilerinin zayıf oluşuyla ilgilidir. Örneğin evden çıkan annensinin bir daha geri dönmeyeceğini sanarak çocuk paniğe kapılır. 10) Çocukta iç gözlem yeteneği yoktur. Kendisine yabancı olan duyguları ayırt edemez. Bir erişkin kendisini tedirgin eden bir kuruntunun ya da bir korkunun etkisinde kalsa da saçma olduklarını bilir. Oysa çocuk yaşadığı korkuları gerçek olarak algılamakla kalmaz başkalarının da bu korkuları yaşadığını sanır. 11) Çocuk yeni durumlara uymakta ustalık gösterir. Çabuk öğrenir, iyimserdir. Çok örseleyici değillerse kötü deneyimleri çabuk unutur. Kendi kendini onarma yeteneği güçlüdür. Temel Kavramlar ve Kavramsal İlişkiler Ruh Sağlığı Ruh sağlığı erken çocukluk döneminden hatta doğumdan ölüme kadar devam eder. Kişinin içinde bulunduğu durum ‘Denge, Uyum ve Doyum’ içeriyorsa ruh sağlığı yerindedir. Ruh sağlığı genetik yapı ve yaşamsal özelliklerle şekillenir. Bütün bir süreci kapsar. Birey yaşamını; geçmekte olan bir zaman dilimi içinde ve değişen mekânlarda kendisiyle, ailesiyle, yakın çevresiyle, içinde yaşadığı toplumla ve yaptığı iş ya da göreviyle yoğun bir ilişkiler ağı içinde sürdürmektedir. Eğer bu ilişkiler ağında denge, uyum ve doyum mevcut ise birey ruhsal açıdan sağlıklıdır. Zeka Bireyin öğrenme, anlama, soyut düşünme, sebeplendirme, planlama, problem çözme gibi zihinsel işlevlerine verilen isimdir. Kelime olarak çok geniş anlamda kullanılsa da psikologlar tarafından, yaratıcılık, kişilik, karakter, bilgi ve akıl gibi kategorilere ayrılmıştır. Birçok zeka tanımı yapılmıştır, bunlar; Kavramlar ve algılar yardımıyla soyut ve somut nesneler arasındaki ilişkiyi kavrayabilme, soyut düşünme, muhakeme etme ve bu zihinsel işlevleri uyumlu bir şekilde amaca yönelik olarak kullanabilme yeteneği zeka olarak adlandırılmaktadır. Zihin gücü. Soyut düşünme yeteneği. Edinilen bilgilerden faydalanarak sorun çözme kabiliyeti. Yeni karşılaşılan hallerin gereklerini düşünme yeteneğinden faydalanarak yeni hayat şartlarına uyabilme gücü. Yani önceden elde edilmiş tecrübe ve bilgilerden istifade ederek bugünkü hayat meselelerini çözmek ve hayat şartlarına uymak kabiliyetidir. En önemli ve dikkat çeken zeka tanımı ise: Bireyin doğuştan sahip olduğu, kalıtımla kuşaktan kuşağa geçen ve merkezi sinir sisteminin işlevlerini kapsayan deneyim ve öğrenme,çevreden kaynaklanan etkenlerle biçimlenen bir bileşimdir. Zeka çok çeşitli kavramlardan oluşmasına rağmen en çok IQ testi sonucuna göre değerlendirilir. Ayrıca zeka bir çok zihinsel yeteneğin değişik durum ve koşullarda kullanılmasını içerir. Bu yeteneklerden başlıcaları şunlardır: Sözel Anlayış: Sözcükleri tanıma ve anlama Sözel Akıcılık: Sözel ve yazılı olarak sözcük ve ifadeleri çabucak bulabilme Sayısal Yetenek: Aritmetiksel işlemleri çabuk ve doğru olarak yapabilme Alansal – Uzay İlişkileri: İki ve üç boyutlu görsel algılamayı yapabilme Bellek: İşitsel ve görsel olarak belleme gücü Algısal Hız: Karmaşık bir nesnenin ayrıntılarını görebilme, zemin-şekil ilişkisini ayırt edebilme, benzerlik ve farklılıkları doğru olarak algılayabilme 7) Mantıklı Düşünme: Muhakeme yapabilme ya da akıl yürütebilme 1) 2) 3) 4) 5) 6) Uyum Bireylerin birbirleriyle ve çevreleriyle ilişkilerini dengeleyen dinamik bir süreçtir. Genelde bireyin hem kendisi hem de çevresi ile iyi ilişkiler kurabilmesi ve bu ilişkileri sürdürebilme derecesi olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda uyum dinamik bir süreçtir ve bireyin çevresinde yer alan değişikliklere karşı geliştirdiği tepkilerle sağlanır. Ancak uyum sadece toplumsal çevrenin beklentilerine uygun tutum ve davranış geliştirme şeklinde düşünülmemelidir. Çünkü bireyin birbiriyle iç içe geçmiş devamlı etkileşim halinde bulunan biyolojik, psikolojik ve toplumsal bir yaşamı vardır. Bireyin yaşamı tüm bunların düzenli bir ilişkiler sistemi içerisinde bir araya gelmesiyle oluşmaktadır. Bunlar arsındaki düzenli işleyiş UYUM olarak ifade edilebilir. Başaran’a göre uyumun üç öğesi vardır; 1) Bireyin kendine amaçlar bulmada, çözümler seçmede ve başarı değerlendirmesini kestirmede gerçek bilgileri kullanması yani Gerçekçilik 2) Olası tehlikeler ve sorunlarla olumlu bir savaşımı kabullenme yani Yüklenme 3) Kendine güven, kendine saygı, amaç sahibi olma, ilgi duyma, usa vurma (akılcı düşünme) anlama gibi özelliklerden oluşan Kendini Kabullenmedir. Bu üç öğeyi yaşamında sergileyen birey yaşamı içerisinde başarısızlıklarla karşılaşsa bile kendine olan güvenini yitirmediği gibi herhangi bir şekilde uyumsuzluk davranışı da göstermeyecektir. Jean Piaget’nin bilişsel gelişimde olduğu kadar diğer gelişim alanlarında da etkili olduğunu savunduğu ilke uyumdur. Organizmanın çevreye uyum yeteneği kuşkusuz tüm canlılar için ortak bir özelliktir. Piaget bilişsel gelişimi bir denge süreci olarak görür. Diğer bir deyişle alt düzeydeki bir dengeden üst düzeydeki bir dengeye ilerlemedir. Bu dengelenme sürecinin kesintisiz işleyebilmesi ise karşılaşılan yeni obje, varlık ve durumlara uyum sağlamayı gerektirir. Kişilik Bireyin iç ve dış çevresiyle kurduğu, diğer bireylerden ayırt edici, tutarlı ve yapılaşmış ilişki biçimidir. Bireyin kendini ‘diğer bireylerden ayırt edici’ teriminin kullanılmasının nedeni ilgilenilen özelliklerin, o bireyi diğerlerinden ayıran özellikler olmasıdır. Yukarıda yapılan kişilik tanımında kullanılan diğer bir kavramda Tutarlılık kavramıdır. Tutarlılık; zaman boyutu içinde o kişinin benzer durumlarda davranışının pek değişmediği anlaşılır. Bireyin tipik ve belirli durumlarda sıksık gösterdiği davranışları kişiliğinin bir parçası olarak düşünülmelidir. (Ali sabahları genellikle sessizdir. Ali’nin hastalanınca sessiz olması kişilik özelliği değildir.) Yapılaşmış kavramıyla kişiliğin çok sayıda birimlerden oluşan bir sistem olduğunu, sistemin her biriminin birbiriyle bağlantılı olarak bir örüntü geliştirdiği ifade edilir. Bir insan iyi kalpli, yardımsever, sakin, uysal, ailesine bağlı görevini düşkün olarak tanımlandığında herhangi bir çelişki görülmemektedir. Kişilik özellikleri birbiriyle uyum içinde tutarlı bir örüntü geliştirmiştir. Öte yandan bir kişi şöyle tanıtılırsa bir tutarsızlık olduğu düşünülür; İyi kalpli, uysal, geçimsiz, son derece saygılı, saldırgan bir kişi. Tanımdaki bir diğer kavramda İlişki Kuruş Biçimidir. Birey iç ve dış çevreyle sürekli ilişki halindedir. Başka bir deyişle birey kendi içindeki duygu ve düşünceleri olduğu kadar kendi dışında yer alan insan, olay ve nesneleri de algılar. Bireyin kişiliği iç ve dış çevreyle kurduğu ilişkinin biçimini belirler. İlişki biçimi şeklinde tanımlanan Kişilik soyut bir kavram olmaktan çıkıp bireyin her gün ki davranışında gözlenebilen somut bir kavram olur. Sigmund Freud’a göre Kişiliğin üç temel birimi vardır: 1) İd: Bu birim insanların en kaba, en ilkel, kalıtımsal dürtü ve arzularını içerir. Bu ilkel kalıtımsal dürtülerden ikisi cinsellik ve saldırganlık diğerlerinden daha baskındır. İd birimi Haz İlkesine göre işler ve hiç geciktirilmeden isteklerinin yerine getirilmesini bekler. Davranışlarımızı yönlendiren ve yönelten yegâne kişilik birimi olsaydı insanoğlunun hayvanlardan bir farkı kalmazdı. 2) Ego: İd’i denetim altında tutmaya çabalayan birimdir. Gerçeklik İlkesine uyarak işler. Gerçek dünya ile id arasında bir aracı olarak işlev görür. İd hemen şimdi istiyorum der, Ego koşullar uygunsa sana istediğini verebilirim, der. Ego akılcı ve pratiktir. 3) Süperego: Toplumun inandığı doğru ve yanlış kararların kaynağını teşkil eden kısımdır. Bir toplumun vicdanı o toplumun bireylerinin süper egosunda (üst benliğinde) yer alır. Süper ego bireyin davranışlarını sürekli süzgeçten geçirerek bireye bu yaptığın doğru, aferin ya da yaptığın yanlış, kendinden utan mesajlarını verir.