İSMEK HAYAT BOYU ÖĞRENME MERKEZİ SENARYO YAZARLIĞI KURSU ÖĞRETİM GÖREVLİSİ ZEYNEP CEREN ALP FİLM ANALİZİ ÖDEVİ ‘ALİ:KORKU RUHU KEMİRİR RAİNER WERNER FASSBİNDER’ DOĞAN KECİN 2018 ARALIK 1 İÇİNDEKİLER Filmin Afişleri ...……………………………………………………………..: 3 Filmin Künyesi ………………………………………………………….…...: 5 Yönetmenin Hayat Hikayesi – Rainer Werner Fassbinder ………………..….: 6 Oyuncuların Hayat Hikayeleri - Brigitte Mira …...……………………………………………………..….. :8 - El Hedi ben Salem ……………………………………………….….……: 8 Karakterler Analizleri - Emmi ……………………………………………………………….…….: 9 - Ali ………………………………………………………………….……..: 9 - Barbara ……………………………………………………….…………...: 9 - Mrs. Kargus – Mrs. Ellis ……………………………………….…………: 10 Sinopsis …………………………………………………………….…………: 11 Filmdeki Metaforlar ……………………………………………….…...…….: 13 Subliminal Mesajlar ……………………………………………….………….: 15 Kostüm - Dekor …………………………………………………..…………..: 16 Kamera Hareketleri ve Planlar ……………………………………………….: 17 Çatışmalar …………………………………………………………………….: 18 Doruk Noktası …………………………………………………….…………..: 19 Filmle ilgili Yorumlarım ve Eleştirilerim Kaynakça 2 3 4 FİLMİN KÜNYESİ FİLMİN ADI: YÖNETMENİ : SENARYO : YAPIMCI : MÜZİK : GÖRÜNTÜ YÖNETMENİ : SÜRE : TÜR : ÜLKE : IMDB : Angst essen Seele auf (1974) (Ali : Korku Ruhu Kemirir) Rainer Werner Fassbinder Rainer Werner Fassbinder Christian Hohoff Rainer Werner Fassbinder Jurgen Jurgens 93 dk Dram, Romantik Almanya 8.1 Oyuncular: Brigitte Mira, El Hedi ben Salem, Irm Hermann, Elma Karlowa, Anita Bucher, Gusti Kreissl, Doris Mattes, Margit Symo, Katharina Herberg, Lilo Pempeit, Peter Gauhe, Marquard Bohm, Walter Sedlmayr, Hannes Gromball, Hark Bohm, Rainer Werner Fassbinder 3 ödül 1974 Cannes, FIBRESCI Ödülü 1974 Cannes, Ekümenik Jüri Ödülü 1974 Alman Film ödülleri, En iyi Aktris (Brigitte Mira) 1 adaylık 1974 Berlin, Altın Palmiye adayı 5 YÖNETMENİN HAYAT HİKAYESİ Rainer Werner Fassbinder Rainer Werner Fassbinder, her şeyden önce, yaşamı ve sanatıyla büyük bir isyancıdır. Eşcinsel olduğunu açıklamasına rağmen iki kere evlenmiştir. Eşlerinden birisi filmlerinde rol alırken, diğeri editör olarak yer alır. 1966-82 yılları arası 44 projesini tamamlarken, bunların çoğu zekice planlanmış sosyal melodramlar olarak tanımlanır. Fassbinder’in vahşi ve yıkıcı özgürlük arayışı, Yeni Alman Sinemasının kötü çocuğu olarak ün yapmasına sebep olmuştur. Deri ceketi ve granj tarzıyla tanınan Fassbinder, gecelerini seks ve uyuşturucuyla doldururken, gündüzleri kusursuz iş ahlakıyla yapımlarını üretmiştir. Oyuncuları ile birlikte, kendilerine yönelik vahşetin rahatsız edici hikayeler anlatır, sosyal uyumsuzluklara ve kurumsallaşmış şiddete karşı olan hassasiyetini dile getirir. Sanatını gereksiz ve aşırı avangart bulanlarla birlikte, Hollywood kültüründen fazla etkilendiğini söyleyenlerde olmuştur. Buna verdiği cevap, hem kişisel hem de profesyonel hayatındaki duygusal tepkilerin ve provokatif doğasının, sanatının temelini oluşturduğu yönünde olmuştur. Fassbinder 1946'da Bavyeralı bir burjuva ailesinde doğdu. Babası bir doktor ve annesi bir çevirmendi. Annesi, rahat çalışabilmek için onu sürekli filmlere gönderirdi. Zaman içinde her gün bir, bazı zamanlarda da günde üç ya da dört film izlediği olmuştu. 15 yaşına geldiğinde, meydan okurcasına eşcinsel olduğunu ilan etmiş, liseyi bırakmış ve çalışmaya başlamıştı. 1960’ların ortalarına geldiğinde, Münih'teki Fridl-Leonhard Stüdyosunda tiyatro eğitimi almaya başladı. 1967'de Aksiyon Tiyatrosuna (Anti-Theatre) katıldı. Yeni Alman Sinemasının diğer büyük autörlerinin aksine, (Schlöndorff, Herzog, Wenders) film yapımının bütün aşamalarında yer aldı. İleriki yıllarda annesi, iki karısı, erkek ve kadın sevgililerinden oluşan bir şirket kurdu. Film yapımının bütün aşamalarını bilmesi ve yakın çevresindeki kişilerle çalışması, kısa sürelerde, düşük bütçeyle filmler çekmesine yardımcı olmuştu. Fassbinder'in ilk ses getiren filmi, 1974'teki Angst essen Seele auf “Ali: Korku ruhu kemirir” oldu. 28 yaşındaki Alman sinemacıya, Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye adaylığı ve FIBRESCI Özel Jüri Ödülü'nü getirir. Faslı bir göçmen Ali ile kendisinden 20 yaş büyük Alman Emmi Kurowski'nin evliliği üzerine kurulan filmin hikâyesi, Almanya'daki göçmen ve kimlik sorununa eğilir. Rainer Werner Fassbinder, 1979'da çektiği Die Ehe der Maria Braun (Maria Braun'un Evliliği) ile yine sinema dünyasını sarsan bir yapıt ortaya koyar. Film eleştirmenleri, bu filmi Fassbinder'in başyapıtı olarak değerlendirirken, yönetmenin sadık oyuncusu Hanna Schygulla (23 filmde yönetmenle beraber çalışmıştır), Maria Braun rolüyle Altın Ayı'ya uzanır. 6 1982 yılında ölümünden kısa bir süre önce çektiği Veronika Voss adlı filmi ise, Berlin'de bu kez en iyi film kategorisinde Fassbinder'e Altın Ayı'yı getirir. Bazı filmlerinde rol alan annesi Lilo Pempeit'in de göründüğü film, yönetmenin kariyerindeki en önemli yapıtlar arasında sayılır. Son filmi Querelle, pornografinin sınırlarını zorlayan gay ve lezbiyen ilişkileri barındırır ve 1982 Venedik Film Festivali ana yarışma bölümünde gösterilir. Film, gösterimde çoğu ülkede 18 yaş sınırı ile gösterime girmiştir. Rainer Werner Fassbinder, 10 Haziran 1982 günü aşırı dozda kokain ve uyku hapı almış bir şekilde evinde ölü bulunur. Masasında Rosa Luksembourg'un yarım senaryosu yer almaktadır. Ölümünden sonra 3 senaryosu daha filme çekilir. Fassbinder'in ölümü, çoğu sinema tarihçisine göre Yeni Alman sineması akımının sonu anlamına gelir. 7 OYUNCULARIN HAYAT HİKAYESİ Brigitte Mira Brigitte Mira, (20 Nisan 1910 – 8 Mart 2005) Alman oyuncudur. Çeşitli tiyatrolarda ve filmlerde çalıştıktan sonra, Fassbinder’le birlikte birçok projede yer aldı. Hamburda doğan Mira, ailesiyle birlikte, küçük yaşta Berlin’e taşındı. Annesi Alman olan Mira’nın, babası Rus asıllı bir Yahudi’ydi. Nazi döneminde, bir propaganda dizisi olan “Liese und Miese”de rol aldı. Bu dizideki rolü ile başarı sağladı. Ailesi kimlik bilgilerini değiştirdiği için baba tarafından Rus asıllı Yahudi olduğu, propaganda yönetimi tarafından bilinmiyordu. Bu durum, ileride eleştirilmesine sebep oldu. 1974 yılında rol aldığı “Fear Eats The Soul” filmindeki performansıyla Alman Film Ödülü’ne layık görüldü. Sonrasında çeşitli dizilerde yer alan Mira, 2005 yılında vefat etti. El Hedi ben Salem m'Barek Mohammed Mustafa Ben Salem (1935 – 1977), Fas’ta küçük bir köyde dünyaya geldi. 15 yaşında evlendi. 5 çocuğu olan Ben Salem, 70’lerin başında ailesini bırakarak Avrupa’ya yerleşti. 1971 yılında Paris’teki bir eşcinsel hamamında yönetmen Rainer Werner Fassbinder ile tanıştı ve aralarında ilişki başladı. Fassbinder’in filmlerinde roller almaya başlayan Ben Salem, “Ali: Fear Eats The Soul” filminde başrolde yer aldı. Bu rolü ona dünya çapında bir ün kazandırdı. Salem ve Fassbinder ilişkisinde içki ve uyuşturucu ön plandaydı. Kıskançlık ve şiddet ilişkilerinde hep ön plandaydı. 1974 yılında ikili ayrıldıktan sonra, Ben Salem birkaç suça bulaştı. Fassbinder’ın yardımıyla Fransa’ya kaçtı. Fransa’da da suça bulaşan Ben Salem, tutuklandı ve 1977 yılında hapishanedeyken kendisini astı. Ölüm haberi yıllarca Fassbinder’den saklandı. 1982’de Fassbinder, Ben Salem’in öldüğünü öğrendikten kısa süre sonra, Ben Salem’e adadığı senaryo üzerinde çalışırken aşırı dozda uyuşturucu ve alkol sebebiyle öldü. 8 KARAKTER ANALİZLERİ Emmi Kurowski Emmi, altmış beş yaşlarında, uzun zaman önce eşini kaybetmiş, güzelliği solmuş, kilolu, gösterişsiz temizlik işçisi bir kadındır. İki oğlu bir kızı vardır. Çocuklarının evlenip, kendi hayatlarını kurması üzerine yalnız kalmıştır. Kocası Polonya asıllıdır. Nazi döneminde, herkes gibi, parti üyesi olmasına rağmen bu konuda pek kültürlü değildir. Hayatı iş ve ev arasında sıkışmış, sosyal hayatı olmayan birisidir. Bu, sosyal hayattan kopuk olma hali onu, birçok konu hakkında düşünmemesine sebep olmuştur. Hayatına giren Ali ile birlikte, düşünmeye, görmeye ve belki de yaşamaya başlamıştır. El Hedi ben Salem m'Barek Muhammed Mustafa (Ali) Ali, kırklı yaşlarında, Tunus göçmeni, bekar, güçlü yapılı bir gençtir. Anne, babası Tunus’ta ölmüştür. Altı kardeşin en küçüğüdür. Çalışmak için bir süre önce Almanya’ya gelmiştir ve Almancası düzgün değildir. Araba tamircisinde çalışmakta ve altı arkadaşıyla birlikte küçük bir odada kalmaktadır. Sosyal hayatı, genelde kendisi gibi göçmenlerin takıldığı bardan ibarettir. Ali, eğitim düzeyi çok yüksek olmasa da, algısı ve hissiyatı yüksek birisidir. Emmi’nin yaptığı bazı sorgulamalara karşı “Çok düşünmek, çok ağlamak” gibi basit ama felsefik cevaplar verebilmektedir. Barbara Kırklı yaşlarda, bar sahibidir. Bekardır. Sert ve net bir tavrı vardır. Alman olmasına rağmen, göçmenlerle birlikte olmaktan çekinmez. Hatta, kendi alanına giren Emmi,ye karşı tepki gösterir. Ali’ye karşı sahiplenici davranır. Ali, kendisini yalnız hissettiğinde ona evini açar ve birlikte olurlar. 9 Mrs. Kargus ve Mrs. Ellis Emmi’nin kapı komşularıdır. Dedikodu seven, yabancı nefreti taşıyan, orta - alt sınıf, sıradan Alman vatandaşlarıdır. Yargılayıcı bakışları ve iğneleyici tavırlarıyla toplumun birer sözcüsü görevini taşımaktadırlar. Söz konusu kendi çıkarları olduğunda ise çekinmeden karşılarındakinin yüzüne gülere işlerini yaptırmakta ustadırlar. 10 SİNOPSİS Emmi, altmışlı yaşlarında, tek yaşayan, üç çocuk annesi, dul ve dar gelirli bir almandır. Bir gece yağmurdan kaçmak için, her zaman önünden geçtiği bara sığınır. Bu bar, daha çok Arap göçmenlere hitap eden üçüncü sınıf bir yerdir. Emmi, kibarca kendini tanıtıp bir köşede otururken, barda arkadaşlarıyla takılan, otuzlu yaşlarında, bekar, Faslı bir göçmen olan Ali, bozuk Almancasıyla onu dansa davet eder. Dans sırasında oluşan diyalogla birlikte aralarında bir dostluk başlar. Danstan sonra Ali, Emmi’yi evine bırakır. Bu sırada, ikilinin sohbetleriyle birlikte ilişkileri de derinleşir. Her ikisi de yalnızlıklarını ve uzun zamandır kimseyle doğru düzgün sohbet edemediklerini dile getirirler. Emma, Ali’ye gece kendisinde kalması için davet eder ve o gece birlikte olurlar. Sonraki gün, Emmi, işyerindeki arkadaşlarıyla göçmenler hakkında konuşmaya çalışır ama onların göçmenlere karşı aşırı önyargılı olduğunu görür. Sonra kızına ve geçimsiz damadına giderek durumu anlatır ama onlarda durumu alaycı bir tepkiyle karşılarlar. Akşam olduğunda, Emma’nın ev sahibinin oğlu, gelerek evde ikinci bir kiracıya izin olmadığını ve Ali’nin orada kalamayacağı konusunda uyarır. Emma’da, Ali ile yakında evleneceklerini söyler. Ali’de bu durumu kabul eder. Tanıştıkları bardaki arkadaşlarıyla bu gelişmeyi kutlamaya giderler. Fakat oradaki bazı arkadaşları da içten içe durumun yanlış olduğunu düşünürler. Ali ve Emmi kısa zamanda evlenirler. Emmi, o hafta sonu, durumu anlatmak için bütün çocuklarını davet eder. İki oğlu, kızı ve damadı, annelerinin, göçmen birisiyle evlenmesine çok sert tepki verirler ve onu hayatlarından çıkardıklarını söyleyerek giderler. İkili artık kendilerince düzenli bir hayat kurmaya çalışırlarken, çevrelerindeki insanlardan tepki görmeye başlarlar. Emmi’nin yıllardır alışveriş yaptığı bakkal artık onlara servis yapmayı reddeder. Komşuları, apartmanda bir göçmen olduğu için apartmanın artık kirli olduğunu iddia ederler. Emmi’nin evini ziyarete gelen iş yerinden arkadaşı, bir göçmenle evlendiğini öğrenince durumun çok iğrenç olduğunu söyler ve gider. Almanların tepkilerine karşın, Emmi, Ali’nin arkadaşlarını eve davet eder. Bunun üzerine komşular polis çağırırlar. Binada dört göçmen olduğunu ve güvende olmadıklarını söylerler. Polis ise sadece yüksek sesten dolayı Emmi’yi uyarır ve gider. Ertesi gün, Emmi’nin bir göçmenle evli olduğunu öğrenmiş olan iş arkadaşları, Emmi’yi dışlarlar. Komşuları da durumu ev sahibine şikayet ederler ve bu konuda bir şey yapmasını isterler. Ev sahibi ise ikisinin gayet mutlu göründüğünü ve ortada bir yanlış olmadığını söyler. Bir gün, ikili, bir kafede otururken Emma, artık bu baskıya dayanamadığını ve kendisine ağar geldiğini itiraf eder. Ali de, bunun karşılığında Emmi’yi çok sevdiğini söyler. İkili, zamanla her şeyin daha güzel olacağına inanarak birlikte başka bir yerde, uzun bir tatile gitmeye karar verirler. Bir süre sonra tatilden dönerler. Döndüklerinde gerçekten de, onlara olan tavırlar daha yumuşamıştır. Bakkal, yeniden kendilerinden alışveriş yapması için Emmi’yle arayı düzeltmeye çalışır, komşular eşyalarını yerleştirmek için kibarca Emmi’nin kilerini kullanmak isterler, büyük oğlu, annesinden özür dilemek ve karısı işe başlayacağı için çocuklarına bakmasını rica eder. Her şey yoluna giriyor gibi görünürken aralarındaki farklılıklar ortaya çıkmaya başlar. Ali, melankolik bir şekilde, evlilikten önceki hayatını özlemeye başlar. Eskiden yediği “Kuskus”dan yemek için, önceden birlikte olduğu, bar sahibi kadının evine gider ve 11 onunla sevişir. Emmi, Ali’nin melankolisinin farkındadır. Aralarındaki soğukluk iletişimlerini de bozmaktadır. Emmi, iş başı yaptığında, iş arkadaşlarıyla da arasının düzeldiği görülür. Yeni bir kadın daha işe başlamıştır. Bu yeni kadın da Yugoslavya göçmeni bir Boşnaktır. Kendi aralarında yaptıkları sohbette bu Boşnak kadını dışlamaya başlarlar. Emmi, yeni kadın dışındaki iş arkadaşlarını kocasıyla tanıştırmak için eve davet eder. Tanıştırırken Ali’nin ne kadar kaslı olduğunu göstermek ister. Ali, misafirlere kaslarını gösterir. Sonra usulca evden çıkar ve yine bar sahibi kadının evine gider. Gece orada kalır ve sevişirler. Ertesi gün, Ali’nin kendisinden uzaklaşma başladığını gören Emmi, Ali’nin iş yerine gider ve eve dönmesini ister. Bu seferde, Ali’nin iş yerindeki Alman ve göçmen arkadaşları, Emmi’nin yaşı ile dalga geçerler. Ali’de bu espriye güler. Durumdan utanan Emmi, başını eğerek orayı terk eder. Ali, artık evlilik öncesi hayatına dönmüştür. Aynı barda takılmakta ve kumar oynamaktadır. Hareketlerinden gergin olduğu anlaşılır. Emmi, bara gelir ve ilk gece dans ettikleri şarkıyı çaldırır. Her ikisinin de üzerinde nikah günü giydikleri elbiseleri vardır. Ali, Emmi’yi dansa kaldırır. Ali, başka bir kadınla yattığını söyler. Emmi, durumu anladığını ama en azından birlikteyken birbirlerine saygılı davranmaları gerektiğini belirtir ve tekrar bir araya gelmeye karar verirler. Bu sırada Ali, sancılar içinde inleyerek yere yığılır ve hastaneye kaldırılır. İleri derecede ülseri vardır. Doktor, göçmenlerin çoğunda, aşırı stresten dolayı, bu hastalığın kronik şekilde altı ayda bir tekrarlandığını belirtir. Emmi, Ali’ye çok iyi bakacağını söyler. Baygın yatmakta olan Ali’nin yanına gider ve ağlayarak elini tutar. 12 METAFORLAR 1. Muz (Göçmenlerle girilen ilişkiyi simgeler) 2. Hitlerin gittiği İtalyan restoranı (Dönüştürme – Dönüşmeyi temsil etmektedir. ) 3. Kuskus (Eskiye özlem belirtilmektedir) 13 4. Merdiven trabzanları (hapishane olarak nitelendirilmiştir.) 5. Pencere parmaklığı (Ötekileştirmeyi ve dışarıda bırakmayı temalamaktadır.) 14 SUBLİMİNAL MESAJ İSTANBUL BOĞAZI – KIZ KULESİ : Filmin hemen ilk sahnesi olan, göçmenlerin takıldığı barda, dans pistinin hemen arkasındaki duvarda görülen İstanbul Boğazı ve Kız Kulesi fotoğrafları göze çarpıyor. Filmin ana karakterleri ilk danslarını bu fotoğraf önünde yapıyorlar. Filmin sonunda yeniden bir araya geldiklerinde yine aynı fotoğrafın önünde dans ediyorlar. İstanbul boğazı, batının en doğusu, doğunun en batısı olarak, sadece coğrafi olarak değil, kültürel anlamda da, her zaman bir simge olmuştur. İki farklı kültürün temsilcisi olan karakterlerimizin tanışmaları ve yeniden kavuşmaları tam da bu simgenin önünde gerçekleşmektedir. Özellikle de filmin önemli cümlelerinden birisi bu fotoğraf önünde söylenir. “Ama bir aradayken birbirimize nazik olmalıyız. Aksi takdirde hayat yaşanmaya değmez.” ÜLSER : Bir diğer subliminal mesaj ise filmin sonunda Ali’nin hastaneye yatmasına sebep olan “Ülser” hastalığıdır. Son sahnede, doktorun anlattığına göre, Almanya’da yaşayan göçmenlerin büyük çoğunluğunda, uzun süre yaşanan strese bağlı olarak kronikleşen bir hastalıktır. Bir kere yaşanmaya başlandıktan sonra tedavisinin pek mümkün olmamaktadır ve belli periyodlarla tekrarlanmaktadır. Almanya’ya çalışmaya gelen göçmenler, genellikle kendi ülkelerinde yaşadıkları geçim sıkıntısı sebebiyle bu yolu tercih etmişlerdir. Para kazanmak zorunda olmaları ve yabancı bir ülkede kalmalarının yaşattığı strese ek olarak da, maruz kaldıkları yabancı düşmanlığı sebebiyle yaşadıkları yaralanmayı simgelemektedir. “Ali” isminin hikayesi bu durumun en güzel örneğidir. “Ali” aslında takma isimdir. Karakterin gerçek ismi (Oyuncunun da kendi ismi olan) “El Hedi ben Salem m'Barek Muhammed Mustafa”dır. Fakat bu isim Almanlar için çok uzun ve yabancı olduğu için kendisine kısaca “Ali” denmektedir. Filmin diğer isimlerinden biriside “Diğerlerinin Adı Ali”dir. Yabancı olan herkesin kimliği tektir. Öznelliği, kişiliği ve kimliği reddedilir. Filmde, Ali’nin de ara ara dile getirdiği kalıpla “Köpek muamelesi” görmektedirler. Bu durumu yaşayan “Ötekiler”de oluşan yara, asla iyileşmeyecek ve hep bir şekilde kendisini belli edecektir. 15 KOSTÜM Filmi izledikten sonra akılda genel olarak gri ve kasvetli bir atmosfer kalıyor. Kostüm seçimlerinde de, bu atmosferi destekleyen tonlar tercih edilmiş. Vurgu yapmak amacıyla, yalnızca Emmi’nin kostümü daha renkli olarak kullanılmış. Böylece ana karakter ön plana çıkartılmış. Emmi’nin ve Ali’nin evlendikleri zaman giydikleri elbiseler aynı tonda gri takımlar. Aynı kostümler, filmin final sahnesinde, yeniden bir araya geldiklerinde de kullanılmış. Böylece hissettirilmek istenen döngüsel hikayeye destek olunmuş. DEKOR – AKSESUAR Dekorlar, genel olarak bir tiyatro havası vermek amacıyla düzenlenmiş. Dekorların mümkün olduğunca az olmasına rağmen, çekim için kullanılan mekanların dar olması, sıkışık bir ortam yaratarak, hikayenin karakterlerini, mekanların içinde boğmuş ve onların yaşadıkları bu hissiyatı, seyirciye başarıyla aktarılmasını sağlamıştır. Dış mekan çekimlerinde tercih edilen soğuk, yağışlı ve kasvetli hava, filmin ruhunun yansıtılması açısından özellikle seçilmiş. Gerek olmayan, anlama veya atmosfere katkısı olmayan dekor ya da aksesuar kullanılmamıştır. 16 KAMERA HAREKETLERİ VE PLANLAR Fassbinder, tiyatro kökenli bir yönetmen olarak, filmlerinin çoğunda teatral bir biçim kurmayı tercih etmektedir. Bu biçim, daha çok, Alman tiyatro insanı, Berthold Brecht’in “Yabancılaştırma” olarak tanımladığı ve seyircinin karakterle olan “Özdeşleşme”sini kıran öğeler taşımaktadır. Buradaki amaç, izleyiciyi duygulanan, kendini kaptıran ve karakterle özdeşlik kuran konumdan, yadırgayan, düşünen ve fark eden konuma taşımaktır. Bu yabancılaştırmayı perdeye taşımak için özellikle oyunculuklarda ve kamera hareketlerinde, normal bir melodramda olması gereken tercihleri farklı kullanmıştır. Filmin açılışında da kullanılan, uzun plan sekanslar, geniş açılı planlar ve minimal hareketlerle hissettirilen “Durumu Gösterme” amaçlı kamera kullanımı, filmin genelinde de kendini göstermektedir. Açılıştaki bar sahnesinde, mekanı ve durumu tanımladıktan sonra, filmin ilk önemli anı olan, Ali ve Emmi’nin ilk temas ve dans sahnesinde, seyirciyi duygusallıktan ve melodramdan uzaklaştırmak için, kamera uzakta, kontraplonje olarak konumlandırmıştır. Karakterlerin duygularını belli edecek herhangi bir detaya girmemiş, hatta bu çabayı desteklemek amacıyla da, karakterler ile kamera arasına sandalye parçası yerleştirmiştir. Oluşan bu çerçevede, fondaki duvarda İstanbul boğazı ve kız kulesi resmini de yerleştirerek, doğu ve batının kavuşması imgesini, subliminal mesaj olarak yerleştirmiştir. Konuşmaları daha özel konulara girdikçe ve ikilinin diyaloğu geliştikçe, kamera daha yakın kontraplonje olarak yerleşmiştir. Sonraki sahnelerde, klasik yöntemde olduğu gibi, genel konuşmalar geniş plan çekimlerle yapılırken, daha özel konularda yakın plana geçilmektedir. Fakat, bu yakın planlarda da, yabancılaştırma öğesi olarak (Genellikle Ali karakteri için) mekanik, duygusuz oyunculuklar tercih edilmiştir. Emmi’nin evinin içinde geçen sahnelerde ise, hem Emmi’nin sosyo-ekonomik yapısını vurgulamak için, hem de karakterlerin hayat içindeki sıkışmışlıklarını hissettirmek için yakın plan çekimler kullanılmıştır. Hatta dekorları sıkıştırarak, oyuncuların hareketi de kısıtlanmıştır. Bununla birlikte, Fassbinder, kamerayı kapı ya da belli nesnelerle oluşturduğu çerçevelerin dışına yerleştirerek, seyircide, iki karakterin özel hayatlarına gözlemci ve öteki olarak girdiği izlenimi yaratmaya çalışmıştır. Apartman komşularının sahnelerinde, seyirciyi komşuların amorsuna yerleştirerek, komşuların bakış açısındaki gözlemci ve yargılayıcı konuma yerleştirmiştir. Fassbinder, zaman zaman, mekanların doğal parçası olan, parmaklık ve ya merdiven tırabzanları gibi dekorları, belli açılardan kullanarak metaforlar yaratarak, tutsaklık, ötekileştirme ve dışlama gibi anlamlarda kullanmıştır. Filmi melodramdan ayırmak için kullandığı bir diğer yabancılaştırma yöntemi olarak da, duygusallığın hissedilmesinin gerektiği düşünülen sahnelerde (İtalyan restoranı, Barbara ile olan aldatma sahneleri, Ali’nin iş arkadaşlarının Emmi’yle dalga geçtiği tamirhane) ya track out yapar ya da genel plana çıkarak karakterlerin duygularıyla seyircinin arasına mesafe koyar. 17 ÇATIŞMALAR Korku Ruhu Kemirir filminde, toplam 3 çatışma görülmektedir. Kendi ile çatışması, karşısındaki ile çatışması ve toplum ile çatışması ele alınmıştır. İlk sekansta, Emmi bara girdiğinde barda içmekte olan göçmenlerin bakışlarına maruz kalması ilk çatışmayı ve Emmi üzerinde olan ilk baskıyı göstermektedir. Film bir çatışma ile başladığı için, diğer sahnelerde beklentiyi ve gerginliğin olacağını belli eder. Emmi ve Ali’nin birbirine yakınlaşması bu çatışma sayesinde verilmiştir. Emmi’nin eve bir erkek getirmesi toplumla çatışmanın bir başka halini ortaya koyar. Emmi’nin komşularının vermiş olduğu rahatsızlık ve baskı aslında tüm kültürlerde olduğunu ve olayı içselleştirdiğimizi göstermektedir. Bu algı ilerleyen sahnelerde tekrar karşımıza çıkar. Filmin temelindeki toplum baskısı ve karakterlerin, insanların bakışlarına maruz kalmaları hayat tercihlerimizi sorgulamaya iter. Emmi’nin iş arkadaşları ile olan çatışmaları çoğu insanın kendi hayatında görebileceği durumların yansımasıdır. Yönetmenin bir öz eleştirisidir. Dışlanma olgusu ve ötekileştirme dramatik olarak verilmiştir. İş yerindeki arkadaşlarıyla olan konuşması sonucu, Emmi, Ali ile olan ilişkisini bir an için gözden geçirmek zorunda kalır. Sahnenin sonunda herkes işine dönerken, Emmi, pencerenin önünde arzuları ve toplumun bakışı arasında bir karar vermek zorunda olduğunun farkına varmış olarak düşünmektedir. Kendisiyle olan bu çatışma sonunda arzusunu seçmiş olsa da, filmin ilerleyen sahnelerinde, topluma yeniden kabul edilmek ve çoğunluğun parçası olmak noktasında onu motive edecek bir korku olarak ruhunda yer alacaktır. Ali ise, filmin neredeyse ortalarına kadar teslimiyetçi bir tavır sergileyecektir. Fakat filmin ikinci yarısı diyebileceğimiz, karakterlerimizin tatil dönüşü sonra, toplumsal baskının çıkar ilişkileri sebebiyle azalması sonrası, Ali ile Emmi arasında yeni bir çatışma başlayacaktır. “Bütün”e kabul edilmesi sonrası Emmi, yeniden ötekileşmemek için klasik normlara uymaya çalışacaktır. Hatta zaman zaman Ali’yi metalaştıracak (iş arkadaşlarına Ali’nin kaslarını göstermesi) kadar ileri gidecek, daha da kötüsü bunu fark etmeyecektir. Bu durum, akıldan çok hissiyatla hareket eden Ali’yi, eski yaşantısına özlem duymaya itecek, sonucunda karısını aldatacaktır. Doruk noktası ise, en baştaki gibi bir çatışma ile sona erer. Emmi ve Ali’nin barda dans etmeleri hem kendi içlerinde hem de birbirleri ile olan çatışma ve yüzleşmelerini gösterir. Bu son çatışma aralarında bir döngüsellik yaratır. 18 DORUK NOKTASI Filmin doruk noktası finale 5 dakika kala gerçekleşiyor. Doruk noktası filmdeki temayı ve karakterlerin boşlukta kalıp halen çatışma ile mücadele edeceklerini veriyor. Yönetmen filmin sonunda yorumu ve bakış açısını seyirciye bırakıyor. Bu döngüselliğin devam edeceğini bir işarettir. Çünkü bir tek Alman veya Arap kültüründe değil tüm Dünya kültürlerinde aynı çatışmanın olduğunu göstermekte ve hissettirmektedir. Seyirci doruk noktasını izlerken kendi yaşamına baktığında aynı olgularla sürekli karşılaştığını ve çözüm odaklı olmadığını görebiliyor. Doruk noktasının başlangıcı; Ali karakteri evden ayrıldıktan sonra bara gidişi ile başlıyor. Sonrasında kumar oynarken kaybediyor ve aşkta kazanmış olması ele alınıyor. Emmi bara geliyor ve tekrar ilk sekanstaki sahne gibi masaya oturuyor. Kendisine bir kola söylüyor ve sonrasında Ali onu dansa kaldırıyor. İkisi de yaralanmış ama yeniden başlamaya hazır olarak tekrar başa dönüyorlar. Evlendikleri gün giydikleri kıyafetlerin üzerlerinde olması, yeniden tanışmaktan ziyade yeniden başlayacaklarını simgeliyor. Bu yeni başlangıç anında filmin belki de varlık sebebi olan kelimeler Emmi’nin ağzından söyleniyor. “Bir aradayken birbirimize nazik olmalıyız. Aksi takdirde hayat yaşanmaya değmez.” Tam bu sırada Ali’nin rahatsızlanması, Fassbinder’in, filmin açılışında yazdığı cümleyi yeniden düşündürüyor. “Mutluluk her zaman keyif vermez.” Biraz daha açmak gerekirse, “Mutluluk mücadele gerektirir.” 19 FİLM HAKKINDAKİ YORUMLARIM “Mutluluk Her Zaman Keyif Vermez” Fassbinder 1960’ların sonlarından, 1980’lerin başına kadar uzanan dönemde, Alman sinemasını şekillendiren, “Yeni Alman Sineması”nın öncü isimlerinden olan Fassbinder’in en önemli filmlerinden sayılan “Ali : Korku Ruhu Kemirir”, günümüz seyircisi için pek alışık olmadık tarzda işlenmiş bir film. Bu tarz, Yeni Alman Sineması’ndan kaynaklandığı gibi, Fassbinder isminden de kaynaklanmakta. Filmi yorumlarken bu iki özelliği de göz önünde bulundurmak gerekmekte. Yeni Alman Sineması, ikinci dünya savaşını kaybeden Almanya’nın, ağır yaptırımlardan sonra ekonomik olarak sıkışması sebebiyle oluşan zorluklardan doğan bir akım olarak tanımlanabilir. Daha çok kendi yağları ile kavrulmaya çalışan, gişe gelirlerini hedeflemeden kendi dertlerini anlatmaya çalışan yönetmenlerin olduğu bu dönemde, Fassbinder, gerek özel yaşamıyla gerekse tiyatro estetiğini sinemaya taşıma çabasıyla ayrı bir yer tutmaktadır. Bu tiyatro estetiğinde önemli yer tutan düşünce, yine alman olan tiyatro adamı Berthold Brecht’in “Epik Tiyatro” olarak bilinen akımının temel öğesi olan, “Yabancılaştırma” düşüncesidir. “Yabancılaştırma”, seyirci ile hikayesi anlatılan karakterin duygusal dünyası arasına engel koyarak, duygusal hezeyanlarla “özdeşleşmesini” önlemek ve yaşanması beklenen katarsis yerine, olaylara dışarıdan, bir yabancı gibi düşünsel yaklaşmasını sağlamaktır. “Ali : Korku Ruhu Kemirir” filmini ilk izlediğinde dahi “öteki olma hali” çok net bir şekilde görülür. Bu öteki olma hali, sadece göçmenler üzerinden değil, Emmi karakteri üzerinden, genel toplum yargılardan farklı davranma durumu üzerinden de okunmaktadır. Bu katman filmi klişe bir ürün olmaktan, çok boyutlu bir tartışma alanına taşımış olur. Filmin açılış sekansında, Emmi, bara girdiğinde, üzerine dikilen bakışlar tüm film boyunca devam edecek olan öteki olma halini, ilk anda seyirciye hissettirir. Yönetmen, kamera kullanımı, oyunculuk biçimi tercihi ve kullandığı dil gibi çeşitli enstrümanlarla bu hissi filmin her anında fark etmemizi sağlar. Filmi izlerken, genel yargı olarak seyirci, yabancı olma halini romantik bir ilişki içindeki, göçmen Ali karakteri üzerinden okumaya meyilli olurken, yönetmen ısrarla bizi Emmi karakterine yönlendirir. Oyunculuk tercihlerinde, daha donuk ve mekanik olan Ali’nin konuşması da mekanik ve Almancaya giriş dersleri seviyesinde olması, repliklerinin de duygularını ifade etmekten ziyade düşünsel boyutta kalması, onunla duygusal bütünlük yakalamamıza izin vermez. Ali’yi sadece dışarıdan bir gözlemci olarak görebilir. Bunu, uzun sekanslar ve geniş plan çekimlerle destekleyen Fassbinder, Emmi’nin duygusal tepkilerine daha çok yakınlaştırır seyirciyi. Fakat bunu romantik ilişki üzerinden yapmaz. Seyirciyi ağır bir melodram havasına sokmaz. Görüntüler içinde oluşturduğu çerçeveler, karakterlerle kamera arasına yerleştirdiği nesneler ve en duygusal sahnelerde yaptığı track-out hareketiyle ya da çıktığı geniş plan çekimlerle seyircinin, karakterin duygularıyla özdeşlik kurmasını engeller. 20 Tüm bu yabancılaştırma öğeleri, konuyla da örtüşmektedir. İşlediği öteki olma halini seyirciye yaşatırken, konuyu yine öteki olarak tartıştırmasını sağlar. Hatta filmi izlerken, bazı sahnelerde, özellikle ana karakterleri birlikte gördüğümüz sahnelerde, bu ilişkiyi yargılar, öteki olanın bazı özelliklerini yadırgarken buluruz kendimizi. Çünkü, Fassbinder, günlük hayatta farkında olmadan kalıplaştırdığımız bir toplum yargılarımıza dokunur ve aynı çelişkiyi karakterlerine de yaşatmaktan çekinmez. Emmi, filmin ilk bölümü diyebileceğimiz ve tatile çıkmalarına kadar olan süreçte, Ali’nin özelinde tüm ötekilere karşı olan tavrı sessizce protesto ederken, bu meydan okumanın zorluklarını da en derininde hisseder. Fakat filmin ikinci kısmında, toplum, kendi çıkarları için bu ilişkiyi normalleştirmeye çalışırken, Emmi, bu kazanımı kaybetme korkusuyla, Ali’yi metalaştırmaya başlar. Komşularla olan yakınlaşmasını sağlamlaştırmak için Ali’yi eşya taşımaya gönderir. İş arkadaşlarıyla arası düzeldiğinde eve davet eder ve Ali’nin vücudunu sergilemesini ister. Yaşadığı durumu içten içe hisseden Ali, eski yaşantısına özlem duymaya başlarken, bu özlemi çok sevdiği, kültürel bir yemek olan “kuskus”la dile getirir. Bunu göremeyen Emmi’nin tavrı ise, “Almanya’da işlerin yürüyüşüne ayak uydurmalısın. Almanlar kuskus yemez.” olmuştur. Öteki olmaktan kurtulan Emmi, Ali’nin de bu duruma ayak uydurmasını istemektedir. Bu da Ali için hala değişen bir şey olmadığı anlamına gelmektedir. Tıpkı “El Hedi ben Salem m'Barek Muhammed Mustafa” olan ismi, Alman kültürüne yabancı olduğu için kısaca “Ali” olarak isimlendiren toplum gibi, Emmi’de, sevdiği bir yemek olan “kuskus”un Almanlar tarafından sevilmediğini ve duruma uyması gerektiğini söyler. Aynı şekilde iş yerinde, Yugoslavya’dan gelen yeni işçinin dışlanmasını da yadırgamayan Emmi, daha önce yaşadığı ötekileşme durumundan toplumsal bir sonuç çıkartamadığını görürüz. Zaten filmin sonunda oluşan, kronikleşmiş mide krampları ve ülser subliminal mesajıyla da gördüğümüz gibi, bu sorun sürekli yaşanmaya devam edecektir. Ve “mutluluk her zaman keyif vermeyecektir”. Filmde tercih olarak kullanılan oyunculuk biçimi, yukarıda da dediğim gibi karakterleri hissetmemizden çok tartışmamızı sağlarken aynı zamanda da filmden kopmamızı sağlamaktadır. Zamanının öncüsü olan ve o dönemin ana tartışma konularını gündeme açarken, zaman içinde eskiyen ve üzerine çokça söz söylenmiş ve düşünülmüş olan konuyu, yıllar sonra yeniden, o dönemki argümanlar üzerinden tartıştırması filmi de eski kılmaktadır. Günümüzde etnik yabancılık veya öteki olma hali, filmin sonunda söylenen “En azından birlikteyken nazik olmalıyız” cümlesinin iki yüzlülüğünden çok daha aşikar bir düşmanlık seviyesindedir. Kültürel benzerliklerin artması da, öteki olma korkusunu farklı boyuta taşımıştır günümüzde. Bu başlıklarda tartışmalar değişmişken, filmin döneminin koşullarından tekrar tartışmak, etkileyiciliği azaltmaktadır. Ağır melodram havasında olması da, düşünsel boyutunu sığlaştırabilir hale getirebilirdi. Fakat bu kadar yoğun yabancılaştırma ve duyguları yadsıma hali seyirciyi tamamen dışarda bıraktığından, çağlar değişse de, değişmeyecek tek olgu olan duygusal bütünlüğü yakalamayan seyirciyi için film zaman içinde sadece az kişinin bildiği, klasik bir kitsche dönüşecektir. 21 KAYNAKÇA https://www.imdb.com/name/nm0001202/bio?ref_=nm_ov_bio_sm https://www.imdb.com/title/tt0071141/fullcredits/?ref_=tt_ov_st_sm http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL 3dpa2kvUmFpbmVyX1dlcm5lcl9GYXNzYmluZGVy http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3 dpa2kvQnJpZ2l0dGVfTWlyYQ https://www.academia.edu/36585104/Fassbinderin_Ali_Korku_Ruhu_Kemiririnde_gö çmen-oluş_Becoming-immigrant_in_Fassbinders_Angst_essen_Seele_auf https://www.academia.edu/36365620/Kültürlerarası_İlişkiler_Bağlamında_Angst_Ess en_Seele_Auf_Ali_Korku_Ruhu_Kemirir_Film_İncelemesi Fassbinder’in Ali: Korku Ruhu Kemirir’inde “göçmen-oluş” Fatma Edemenİhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi Kültürlerarası İlişkiler Bağlamında Angst Essen Seele Auf (Ali: Korku Ruhu Kemirir) Film İncelemesi - Okan ŞEKER Bütüncül bir sinema olan Fassbinder Sinemasının Parçalı Yapısı - Ecem Gülaylar 22